Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Adliye Duvarı Staj ve mesleki dayanışma ilanları, hukuk panel, konferans, toplantı haberleri ve hukukla ilgili her türlü ticari nitelik TAŞIMAYAN duyurular. Tarih içeren aktiviteleri ayrıca Hukuk Takvimize de işleyebilirsiniz.

Antalya Barosu'nda Seçimler Yaklasirken...

Yanıt
Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 04-08-2002, 17:50   #1
ismailduygulu

 
Varsayılan Antalya Barosu'nda Seçimler Yaklasirken...

Baro Başkan Adaylarına Başarılar...

Türkiye Barolar Birliği (TBB) bünyesinde ve her il düzeyinde örgütlenmiş Baro’lar, avukatların meslek birliği ve kamusal niteliğe sahip. Avukatlar mesleklerini sürdürmede karşılaştıkları engelleri aşmak, sosyal, ekonomik ve hukuksal sorunlarla ilgilenmek amacıyla Baro gücü ile tavır alıyorlar. Hatta bunu biraz daha ileri götürerek, kentsel sorunlar karşısında bile Baro’ların tavır aldıklarını görüyoruz. Hiçbir maddi karşılığı olmaksızın yürütülen Baro yönetim hizmetlerine, her seçim döneminde, aday olan avukatlar, ayrı bir heyecanla katılırlar.

İşin salt mesleki yanının ötesinde, siyasal tavır almak isteyen ve bu siyasal tavır etrafında bir araya gelerek hem ülkesel ve hem de mesleki konularda tutum almak üzere Çağdaş Hukukçular Derneği adı altında da ayrı bir örgütsel yapı var. Çağdaş, laik, sosyal bir hukuk devleti arayışında ve devrimci tutum takınma çabasında olan avukatların örgütü ÇHD.

ÇHD’nin Antalya’da Şubesi vardı ve fakat, her seçim döneminde herkes heyecanla bir araya gelerek, derneği salt seçim aracı haline getirip de, asıl amaçları doğrultusunda mücadele aracı olma işlevine kavuşturulamayınca, derneğin şubesi münfesih duruma düşürüldü. Kurulan derneklerimizi kapatmakla öğünen ve kendilerini bu işlere görevli kılınan arkadaşlar da dernek yönetimlerine egemen olunca, bütün örgütlerin sonu hüsran olmaya devam ediyor.

Antalya Barosu bünyesinde, yakın bir zamanda (Ekim-Kasım 2002) seçimli genel kurul yapılacak.

Daha şimdiden başkan adayları kendilerini açıklıyorlar: Av. M. Zeki Durmaz, Av. Zafer Köken ve Av. Rasim Demirkan’ın aday olduğu ileri sürülerken, Av. Mustafa Şahin aday olduğunu açıkladı. Av. Mustafa Şahin’in ise aday olmasında bir farklılık var. Demokratik Katılım Grubu adı altında bir araya gelen avukatların, kendi aralarında belirledikleri bir günde, yaptıkları önseçim sonucunda Av. Mustafa Şahin, tek aday olarak seçildi ve bu grubun başkan adayı oldu. Bir manada, onu destekleyenlerin önceden onayını aldı ve bu doğrultuda çalışmalarına da başladı.

Katılım Grubu bazı ilkeler belirlemiş,
“-Barolar,
*yaşamın her alanında demokrasinin kurumsallaşması için ödünsüz mücadeleyi,
*üyelerinin mesleki ve ekonomik sorunlarının giderilmesi, etkili bir sosyal güvenlik sistemine
kavuşturulması yönünde projeler üretmeli,
*üyelerinin bilgi, beceri, yetenek ve heyecanlarını baroya katmalarının yollarını açmalı,
*Meslektaşlarının karar süreçlerini izlemelerini sağlayan ve söz hakkı tanıyan, şeffaf, demokratik yönetim anlayışına sahip olmalı,
*Çalışma komisyonlarını özerk, ilçe temsilciliklerini kendilerinin seçebilmesine olanak tanımalı,
*Halkı bilinçlendirme ve eğitsel programlar hazırlamalı,
*Tüm canlı ve cansız varlıkların ortak yaşam ortamı olan evrenin doğal dengesini bozan, başta bulundukları kente karşı işlenen suçlar olmak üzere, tüm çevre suçlarına karşı durmak, toplumun ekonomik, sosyal, kültürel hak ve taleplerinin gerçekleştirilmesi için ödünsüz ve kararlı bir tutum içinde sununa kadar etkin bir biçimde mücadele etmeli!”

Demokratik Katılım Grubu’nun yayınladığı bildiride yazılan ilkelere sahip çıkmamak mümkün değil. Ama her zaman biliriz ki, kendisini “seçimle sınırlı” görmeyen gruplar, seçimlerden sonra başarılı olurlar ise, Baro Yönetiminde olduklarından artık grup çalışması yerine Baro Yönetimlerini esas almakta, başarılı olmayanlar ise her ikisini birden terkedip gitmekte ve olan, aday olma ve herhangi bir beklenti içerisinde olmadan, ortak ilkeler etrafında çalışanlara olmaktadır. Çünkü onlar birlik ve dayanışma beklentisi içerisinde olmanın ötesinde başkaca bir beklentiye girmezler ve sürekli olarak bir hayal kırıklığı yaşarlar.

Demokratik Katılım Grubu bu kez başarılı olamaz ise, bundan sonraki süreç için de beraberliğini sürdürürse sevindirici olur, diye düşünüyorum.
Old 02-09-2002, 12:14   #2
Av. Adil Giray ÇELİK

 
Varsayılan

Barolarımızın Saygın Adaylarına,
Meslektaşlarımıza ve
Değerli Meslektaşımız Duygulu ya;

İzmir Barosu Önceki Dönem Başkanlarından Av. Cengiz İlhan
"Vatandaşın Son Sığınağı Avukatlar, Avukatların Son Sığınağı Barolardır" Demiştir.

Çağdaş Hukukun ilke ve kurallarını uygulayan tüm ülkelerde Barolar Hukukun yıkılmaz kalesi olmuşlardır. Bu anlamda Baro Seçimlerinin seçim yapılan ülke için ayrı bir toplumsal değeri vardır.

Genel seçimlere yaklaştığımız bu günlerde Av. Yasası 82. Madde Gereği Barolar Ekimin ilk haftası genel kurullarını yapacaklardır.

Dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de sadece Baro Başkanları Yönetim Kurulundan ayrı olarak seçilmektedirler. (Bir çok meslek odasında önce Yönetim Kurulu Seçilmekte, sonra Yönetim Kurulu bünyesinden başkanını seçmektedir.)

Baro Başkanlarının tarihin bir çok döneminde de görüldüğü gibi kurumsal kimliği ve bu kimliğe bağlı yetki ve sorumlulukları bulunmaktadır. Yetki ve sorumluluklarını Av. Yasası 96 ve 97. Maddelerinden alır.

Antalya Barosuna Aday olarak gösterilen Av. Mustafa Şahin hukukçu bir aileden gelen, toplumsal olaylara duyarlı, iyi bir dost, sorumlu bir yurttaş kimliğini taşımıştır. Kendisinin dönem arkadaşı olarak uzaktan bizlerde bıraktığı izlenim bu olmuştur.

Antalya Barosu Baro Kimliği, Dergisi, toplumsal olaylardaki duruşuyla geçmişte saygın bir yer edinmiştir. Antalya Baro Başkanlığına aday tüm değerli meslektaşlarımında bu kimliği taşıdıklarına ve devam ettireceklerine inanıyor, Çağdaş Hukuk Değerlerini Taşıyan Toplumlarda çok önemli bir yeri olan Baro Başkanlığı seçimlerinde tüm adaylara başarılar diliyorum.

Selam ve saygılarımla
Av. Adil Giray Çelik
Denizli Barosu
Old 27-10-2008, 11:19   #3
ismailduygulu

 
Karar Meslekte DayaniŞma

Meslekte Dayanışma…
Av. İsmail DUYGULU
Konuşmam -Baro yönetimi çalışma raporu ile ilgili olarak- ama, “aleyhte” ya da “lehte” değil, avukatlık mesleği “üzerine”dir.

Bugüne kadar Baro yönetimi tarafından gerçekleştirilen hizmetleri göz ardı edemeyiz Adliyede su içme olanağımız dahi yokken, bu hizmeti Baro odalarına kadar getiren, adliyede anons sistemini meslek hayatımıza sokan ve diğer hizmetlerimizi gören arkadaşlarımıza ve Baro bünyesinde çalışan emekçi kardeşlerimize teşekkür ediyorum.

Önce çuvaldızı kendimize batıralım

Roma hukukunda öğrendiğim bir kavram var: “Sui generis”, yani “kendine özgü”. Avukatlık mesleği de, “kendine özgü bir meslek”tir. Yani ne “ticari”dir, ne “esnaf”lıktır, bilinmelidir ki ne de “angarya” bir iştir.

Avukatlık mesleği kamusal yanı ağır basan, mesleklerin en“erdem”lisidir. Bu anlamda büyük bir sorumluluk gerektiren, değerli bir meslektir ve fakat bu değerin gerçek karşılığı Türkiye koşullarında yoktur.
Avukatlık mesleğinin saygınlığına, erdemliliğine vurgu yapılır da, mesleğin “para” faktörü “utangaç” bir tutumla göz ardı edilir, emek ve ücret hakkı savunulmaz. Bugün bunu böyle algılamak ise, saflıktır. Hem de nasıl bir saflık: Geçinmek için hamburger dükkânı, meyhane, restoran, petrol istasyonu işleten, ziraat yapan avukat, kendi mesleğine, ekmeğine sahip çıkmıyor, çözümü başka alanlarda arıyor.

Avukatlık mesleğinin tam bir “emek mesleği” olduğunu görmeyen, sözüm ona sol bir jargonla, hayata emek ekseninden bakan ve fakat bu bakışı amele bakışı düzeyinde kalan Ortodoks zihniyetler, avukatlık mesleğinin gelirinin arttırılmasını küçümsüyorlar. Oysa onlar “akıl hocalığı” yapmak üzere bir sendikaya, herhangi bir işçi grubuna gitseler, “ekonomik, demokratik” mücadele vermeden, “siyasi” mücadele verilemeyeceğini öğretirler. Peki, neden avukatlık mesleğine gelince böyle yapmıyorlar? Çünkü hala 18. yüzyılın emeğini savunuyorlar ve avukatlığın emek yanını görmüyor, emeği sadece kalifiye olmayan-mavi yakalı işçi-amele düzeyinde algılıyor, avukatlık mesleğini “küçük burjuva” bir meslek olarak görüyor ve o düzeyden bakıyor.

Ülke sorunları mı, meslek sorunları mı?

Hem ülke sorunları, hem de meslek sorunlarına sahip çıkılmalıdır. Ama mesleğimize sahip çıkmayı sürekli erteleyerek, ülke sorunlarını çözemeyiz. Her ikisi de at başı gidebilir. Esasen Avukatlık Yasası bu tartışmayı hüküm haline getirmiş. Ben bu sınırlama ile yetinilmesinden yana değilim. Çünkü hayat sürekli gelişmektedir ve bu gelişmeye uygun yeni yasal düzenlemeler talep edilmelidir. Ancak bugün esas görev açıkça önümüze konulmuştur: avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlâkını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürütmek.

Avukatlar “kendi söküğünü dikemez”ken, bulunduğu kentin, ülkenin, yeryüzünün sorunlarına hangi gerçekçilikle yaklaşabilir?

İnancı ve giysisi nedeniyle mesleğini icra edemeyen meslektaşlarımız olduğu gibi, henüz evine ekmek dahi götüremeyen meslektaşlarımız var. Mesleğimiz, meslektaşlarımız sıkıntılı. Düşünün 65 YTL’ lik bir sağlık giderini, Baro yönetiminden “yardım” olarak talep eden bir meslektaşımız varken, siz hangi “ülke”den bahsediyorsunuz?

Bir avukat, iyi bir avukat olarak ülkesine hizmet edebilir.

Sorunlarımızı, “ülkenin âli menfaatleri”nin ötesine erteleyerek çözemeyiz. Meslek sorunlarını, “ülkenin çok daha önemli sorunları var!” diyerek göz ardı eden, avukatın ekmeğine, gelirinin artmasına sahip çıkmayan, önem vermeyen bir anlayış, -dikkat ediniz, yanlıştır demiyorum- “eksik” bir anlayıştır.

Öteden beri, avukatlık mesleğini toplumdan ayrı bir meslek gibi gören, bu işin –kısmen haklı olarak- paraya endekslenemeyeceğini düşünen, avukatlığın “erdemine”, “vakarına” vurgu yapan eski bir başka anlayış var. Bu anlayış da avukatlık mesleğinin “kazanç” yanına, gelir unsuruna, ücret değerine önem vermiyor. Çünkü ziraat yaparak, petrol istasyonu ya da restoran işleterek başkaca alanlardan geçimini sağlıyor.

Artık bu “ezber” bozulmalıdır.

Avukatlık hizmeti ve emeği, “ücret” adı altında bir karşılığı olması gereken hizmet türüdür. Avukatlık mesleğini “angarya” bir meslek olarak algılamak, mesleğin önündeki en büyük engeldir. Avukatlar, bu “saflık” halinden çıkmalı, verdikleri kamusal hukuki hizmetin ve emeğin karşılığını aramalıdırlar.

İşte hem sol-Ortodoks, hem de geleneksel avukatlık anlayışı ile mesleği sürdüren ve mesleğinin emek yanını göz ardı eden statükocu her iki ezber de bozulmalıdır.
O halde, yeryüzünün hiçbir sorunundan kopmadan, avukatlık mesleğine, avukat meslektaşına, avukatın ekmeğine, sağlığına sahip çıkmanın zamanıdır.

Gün geçtikçe avukatların iş alanları daralmakta, gelirleri azalmaktadır

Ekonomi piyasası “kredi kartı sistemi”ni kullanmaya başladıktan sonra, piyasada çek ve senet dolaşmıyor. Kredi kartlarının taksit yöntemiyle, tüketici ile finans kuruluşları arasında gerçekleşen tahsilât sürecinde, serbest avukatlar yer almıyor ve finans kuruluşları tahsilâtı bizzat kendileri, bünyelerinde çalıştırdıkları “ücretli avukat”lar eliyle yapıyor ve mesleğin gelirlerine de finans kuruluşları ortak oluyor.
Bugün icra daireleri, telekomünikasyon, elektrik, su satışı yapan tekelleşmiş kuruluşlar ile kredi finans kuruluşlarının icra takip dosyaları ile dolmuştur. Serbest avukatların icra takip gelirleri azaldığı gibi, icra daireleri nezdindeki “itibar”ları da bu oranda azalmıştır.

“Avukatın kıdemlisi kimdir?”

Anlı şanlı dava kazanan avukat olabilirsiniz. Ama bir ilamı icraya koyamıyorsanız, ya da mesleğinizde yeterli icracı fonksiyonlara sahip değilseniz, kazandığınız davanın ve elinizdeki ilamın hiçbir hükmü yoktur. Bu nedenle bilinmelidir ki, “Avukatın kıdemlisi icracı avukattır.”

Peki, icra dairelerinde, mahkeme kalemlerinde, tapularda, nüfus idarelerinde, karakollarda, noterlerde işlerimizi yürütürken karşılaştığımız sorunların üstesinden nasıl geleceğiz?

Sorun sadece kamusal kuruluşlarda karşılaştığımız pratik sorunlar değildir. Bir kül halinde, Devlet kurumlarında olduğu gibi, özel kuruluşlar nezdinde de, avukat yeterli ağırlık ve saygınlıkla karşılanmıyor.

İşte icracı fonksiyonumuz budanırken, mesleğinizi gereği gibi icra edemezken, kıdemli avukat olmak neye yarar?
Küresel ekonomi karşısında, yerel avukatlık anlayışına sıkışıp kalmış olan bizler, kendi aramızda kavga ederken, uluslar arası şirketler, “danışmanlık” şirketi adı altında avukatlık hizmeti veriyorlar. Bünyelerinde çalıştırdıkları “ücretli avukat”lar eliyle, bu şirketler de avukatların gelirlerine ortak olmuşlardır.

Devletin tuzakları

Küresel değişimin yanı sıra Devletin tuzaklarını görmezden gelemeyiz. Devlet kendi alacağında şahin, vatandaşa olan borcunda ise serçedir.

Kamulaştırma Yasası’na göre , kamulaştırma davalarında dava masraflarını avukatların karşılaması yasaktır. Tersine yaklaşım meslek kuralına ve yasanın amir hükmüne aykırılık sayılır. Kamulaştırma davaları sadece kamusal nitelikle kuruluşlara karşı açılmaktadır. Devlet dava açma gücü bulunmayan vatandaşın, avukatı ile yardımlaşmasını dahi yasaklamıştır. Peki, hangi davada, avukatlar yürüttükleri hizmetin masraflarını da üstlenmeden iş yapabiliyorlar?

Serbest Meslek Kazancında Vergiyi Doğuran Olay:

Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır ve serbest meslek faaliyeti, “sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmıyan işlerin, bir işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında, kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.” Bu işi yapan kimselere serbest meslek erbabı denilir ve nitekim avukatlar da serbest meslek erbabıdırlar. (GVK. m.65, 66)

Serbest meslekte, vergiyi doğuran olay, Katma Değer Vergisi Kanunu m. 10/a’ya göre, “hizmetin ifası hallerinde, hizmetin yapılması anı” olarak kabul edilmiş ise de, GVK.’na göre gelir vergisinin konusu gelirdir ve vergiyi doğuran olay, gelirin elde edilmesidir. GVK. m. 67/1’e göre, bir serbest meslek erbabının serbest meslek makbuzu düzenlemesi için, TAHSİL koşulu gerekir ve avukatın herhangi bir şekilde tahsilat yapmaksızın serbest meslek makbuzu keşide etmesi beklenemez. Vergi Usul Kanunu m.19’a göre de vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Yani tahakkuku tahsile bağlı olan bir vergide, tahsilât gerçekleşmeden serbest meslek makbuzunun keşide edilmesi söz konusu değildir.

Ancak vergi dairesi böyle yaklaşmıyor ve dilediği zaman Katma Değer Vergisi Kanunu’nu dayatarak, bizi zora sokmaya kalkışıyor ve çoğu yerde vergi tarhı ve cezası ile karşılaşıyoruz. Vergi mahkemeleri de olmasa ne yapardık, bilemiyorum.

UYAP sistemiyle, artık avukatlık hizmetinden elde edilecek bütün gelir denetim altındadır. Avukatların gelirine, “vergi” adı altında, Devlet de ortaktır. Artık vergi dairesi işi gücü yok, avukatların üzerinde, lastik gibi uygulaması olan vergi yasaları ile Demokles’in kılıcını sallıyor.

Ama avukatın zararına kimse ortak olmuyor.

Peki, gelir kaynakları daralan, tüm gelirleri denetim altına alınan avukatın cari giderleri azalıyor mu, artıyor mu?

Avukatın bir yandan mesleğini yürütmesi zorlaşırken, diğer yandan sosyal refah düzeyi düşmektedir.

Angarya

Anayasa m. 18’e göre, “Angarya yasaktır.” Anayasa m.48’de “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme yapma hürriyetlerine sahiptir.”

Anayasa ve evrensel hukuk kurallarına göre, “angarya” yasak. Ama, Avukatlık Kanunu m. 164/4 hükmü öyle demiyor. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 3. maddesinde davanın reddi hallerinde, asgari ücret tarifesinin uygulanacağı yazılı olmasına rağmen, yasaya aykırı tarife kabul edilmediğinden, Avukatlık Yasası’na göre, avukatlık hizmetinde “angarya” anayasaya aykırı bir şekilde serbest hale gelmiştir. “Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.”
Avukatlar davanın garantörü yapılmıştır. Davayı kazan parayı al, kaybedersen para yok!

Hem anayasada hem BK.nda sözleşme yapma hürriyeti var. Bir ücret konusunda anlaşmışsınız. Ama yasanın para ile ölçülebilir olan işlerin %25’ini aşamaz kuralının dışında, başkaca herhangi bir üst kural yok iken, geçmişte hakem heyetlerimiz avukat ücretini fahiş diyerek, asgari ücret düzeyinden uyguladılar. E kardeşim ücretin fahişliğini neye göre ölçeceğiz, bir ölçütü var mı? Ücret fahiş, peki fahiş olmayan bir miktar belirlemek yerine, asgari ücret de neyin nesi? Avukatlık kamu mesleği, peki o halde yasal bir düzenleme ile ücretin üst limiti de belirlenmelidir. Bu belirlenmediği sürece, avukatlara yüksek ücret ödeme vaadi ve daha sonra gerçekleştirilen itirazlar ile ücretin iptali ile angarya oluşmaktadır.

BK. m. BK. m. 126/4 hükmüne göre, vekâlet akdinden doğan bütün davalar, 5 yıllık müruru zamana tabi tutulmaktadır. Hangi davalar 5 yılda hitama ermektedir ki? Günümüzde dahi açılmış bulunan birçok dava, 5 yılın çok üzerinde yıllar geçmekle sona ermektedir. Avukatın alacağının da 5 yıllık müruru zaman geçmekle, sona ermesi kabul edilebilir değildir. Bu bir yana, hem işinizi yürütmek, hem de ücretinizi tahsil etmek istiyorsunuz ve fakat vekil edeniniz ödeme yapmıyor. Siz de ücret hakkınızın zaman aşımına uğramasını önlemek ve ücret alacağınızı tahsil etmek amacıyla icrai işleme konu ettiniz ve fakat bu arada azilname ile karşılaştınız. Bu durumda vekil edeninizden alacağınız azilname, “aradaki vekillik ilişkisi devam ederken, icrai işlem yaparak ücret talep eden avukatın bu davranışı, müvekkilinin güvenini sarsmaya yeten bir davranış olacağından” haklı azil haline dönüşmekte ve avukat böylesine “haklı azil” halinde, ücret talep hakkını kaybetmekte ve “angarya”ya dönüşmektedir.

Avukatlık kendine özgü serbest bir meslektir

Ama ücret alacağınız karşılığında alacağınız bir bono sizi tüccar yapar mı?

Yapar. Nasıl mı?

Klasik anlayışa göre, avukatın ücreti karşılığı müvekkilinden aldığı çek ya da bono geçersiz sayılıyor. Hatta Baro yönetimi tarafından da meslek kuralına aykırı görülüyor. Böyle bir yasa maddesini ben hiçbir yerde okumadım. Ama bononun talil edilmesi nedeniyle hukuken, borç miktarının tartışılmasını anlarım da, meslek kurallarına aykırılığını anlamam.

Avukat vergi dairesine vergisini ödeme aracı olarak çek keşide ederken, evine aldığı kömür karşılığında bono imzalarken tüccar olmaz da, niçin ücreti karşılığı aldığı bono veya çek nedeniyle tüccar sayılır? Ücret-i vekâlet alacağı için bono alan bir avukat hakkında, müvekkili tarafından yapılan herhangi bir şikâyette, hukuka ve meslek kurallarına herhangi bir aykırılık yokken, meslek kurallarını zorlama yorumlarla, avukatın aleyhine sonuçlar çıkacak şekilde yorumlayarak, “avukatlık ücreti karşılığında bono alan avukatı kusurlu” gören ve bu nedenle disipline sevk eden anlayış yerine, “Avukatlık mesleği kendine özgü bir meslektir. Ücreti karşılığında bono alması avukatı tüccar haline getirmez!” anlayışına ihtiyacımız var. Avukatın bir sermaye şirketi ortaklığı ve yönetim kurulu başkanlığı avukatlıkla birleşen işlerden olacak, avukat bu haliyle tacir sayılmayacak, iş sahipleri adına senet tanzim edebilecek , ama avukatlık ücreti karşılığında ödeme ya da kredi vasıtası olan senet ya da çek (kambiyo belgesi) alması halinde ise tüccar sayılacak. Bu kabul edilebilir bir anlayış değildir.

Peki biz Avukatlık Yasası’nda yer alan anlamıyla, “avukatlık mesleğini” böylemi geliştireceğiz?

Avukatın hizmeti karşılığı, müvekkilinden ücret talep etmesi halinde, müvekkili hem savcılığa, hem Baro’ya “avukatım benden para istiyor!” diye yakınmada bulunuyor. Peki, soruyorum: “Avukat, kendi müvekkilinden ücretini istemeyecek de, kimden isteyecek?”

Stajerlik sürecimizde bir avukat üstadımız, “Bir avukatın en büyük düşmanı, sanıldığının aksine, müvekkilidir!” demişti. Çünkü hem size işini yaptırır, hem paranızı ödemez, hem de sizi oraya buraya şikâyet ederek, zarar verebilir. Bunlar bir bir meslek hayatımızda gerçekleşiyor.

Meslek hayatımız boyunca, zaman zaman “Kraldan çok kralcı” olarak, müvekkillerimizin hakkını savunduk ve onlar için her türlü fedakârlığı yaptık, kaybettiğimiz davalarımızda üzüldük. Ama onların büyük çoğunluğu avukatını azlederek, bir başka avukat tayin ederek, ücretimizi ödemeyerek bizleri aldattı ve avukatlık mesleğini “angarya” iş haline dönüştürmeyi başardılar. Onlar bizi böylesine aldatırken, onların deyimi ile satarken, bir de çeşitli dedikodular üreterek avukatları, “Dünyanın en sahtekâr, adam satan meslek kişisi” ilan ettiler. Ama biz avukatlar buna izin veremeyiz.

Avukat avukatın kurdu haline gelmiştir

Avukatlık Yasası 38/1-f bendine göre, “Avukat, görmesi istenilen iş, Türkiye Barolar Birliği tarafından tespit edilen mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun değilse, -iş- teklifi (ni) reddetmek zorunluluğundadır.” , Meslek Kuralları Genel Kurallar’ın 15. fıkrasına göre ise “Avukat, Türkiye Barolar Birliğince kabul olunan mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun davranmak zorundadır.” Açık hükmüne rağmen, bırakın meslek kuralını, yasanın hükmü de göz ardı edilerek, Meslek Kuralları “III-MESLEKTAŞLAR ARASI DAYANIŞMA VE İLİŞKİLER” başlığı altında 3. fıkrada düzenlenmiş bulunan, “Bir avukat başka bir avukata karşı asil ya da vekil sıfatıyla takip edeceği davayı kendi Barosuna bir yazı ile bildirir.” Hükmü esas alınmakta ve meslek dayanışması zedelenmektedir. Çünkü Yasa mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun değilse iş teklifini reddetme zorunluluğunu getirirken, örneğin bir ücret ihtilafında avukatın karşısında vekillik yapılması yasağı olarak algılamıyor, bir avukatın diğer bir avukata karşı herhangi bir davada asil ya da vekil sıfatıyla takip edeceği davada durumu kendi Barosuna bildirmesi kuralı gibi algılıyoruz. Bu algılama yanlıştır. Hem Yönetim hem de Disiplin Kurulları bu çelişkiyi avukatın avukatlık mesleğinden doğan hak ve alacaklarında, yasanın 38/1-f bendine uygun yorumlaması ve ücret ihtilafında iş alan avukatı bundan yasaklaması gerekirken, tersi bir yorumla, meslek dayanışmasını bozacak şekilde sonuç doğurucu süreç işletilmektedir.

Bu noktada şunu kendimize soralım: Avukatlık Yasası’nın yüklediği anlamda, “meslek mensuplarının birbirleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni” böyle mi sağlayacağız?

Yeşil pasaport

Pasaport Kanunu’na göre, memur emeklileri, hususi damgalı, memurlar ise hizmet damgalı pasaport alabiliyorlar ve bundan eş ve çocukları dahi yararlanabiliyor. Oysa Hâkimler ve Savcılarla aynı statüde bulunan avukatların bırakın eş ve çocuklarını, kendilerinin dahi yararlanma imkânı bulunmamaktadır. Küreselleşen Dünya’da avukatların pasaport olanaklarından yararlandırılmaması, büyük eksiklik oluşturmaktadır. Bu çalışmanın çok ciddi yürütülmesi gerekir.

Ne yapmalı?

Avukat sayısındaki artış da gözetildiğinde, adliyede yaşadığımız pratik sorunlar ile gelir kaynaklarındaki daralma ve gelirde meydana gelen azalmanın üzerinde düşünmek zorundayız. Bunun çözümü üniversitelerimizi, hukuk fakültelerimizi kapatmak değildir. Eğer bunun üzerine düşünmezsek, içimizden kimi öteden beri yaptığı gibi ziraat işlerine, hamburger ve meyhane işletmeciliğine devam edecek, kimileri de gemisini kurtaran kaptan misali, “patron avukat” olacak, yanına alacağı ücretli avukatlar eliyle işlerini büyütecek, kimi “işçi avukat” olarak kalacaktır. Bu da avukatların kendi içindeki dayanışmayı ve eşit meslek ilişkisi ve dengesini bozacaktır.

Hani “mesleğe yeni başlamış olsa bile bütün avukatlar eşitti?” Hani “Avukatlar köle olmadılar, köle de tutmamışlardı!” Gerçekten bugün öyle mi? Bu “hamaset”i nereye kadar sürdürebiliriz?

Avukat Sekreterliği Derneği kurulmasına Baro öncülük etmelidir

Avukatlık mesleğini yalnız başımıza yürütmüyoruz. Çalışmalarımızda bizlere yardımcı olan sekreterlerimiz, kâtiplerimiz var. Çoğunu sigortasız çalıştırıyoruz. Aldıkları ücretler asgari ücretin de altında. Kalifiye eleman az. El yordamı ile işlerimizi öğreniyorlar.
Avukat sekreterliği/kâtipliği önemli bir meslek dalıdır. Öyle olduğu açığa çıkarılmalıdır. Ofislerimizde ve adliyedeki işlerimize yardımcı olan bu elemanlar olmadan, avukatlık mesleğinin tek başına durumunu düzeltmemiz mümkün değildir.

Baro aynı “staj okulu” gibi, “sekreter okulu” da açmalı ve avukat sekreterlerine sürekli ve sertifikalı eğitim vermeli, eksikliklerde bu eğitimi tekrar etmeli, ofislerimizdeki teknik gelişmelere koşut, ek eğitimler düzenleyebilmelidir.

Hatta Baromuz bünyesinde çalışan arkadaşlarımızla birlikte, avukat sekreterlerinin bir araya gelmesi sağlanarak örgütlenmelerine, kendi sorunlarını konuşabilmelerine, dernek olarak eğitim çalışmalarını Baro ile ortak yürütebilmelerine ön ayak olunabilmelidir. Bu çalışma Türkiye’de bir ilk olabilir.

Mesleki sorunun gelir yanının çözümü “sendikalist” bir anlayışa gebedir. Baro klasik bir meslek odası gibi değil, “kendine özgü” yapısı gereği, aynı zamanda bir sendika gibi, avukatların adliyede, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar nezdinde karşılaştığı mesleki sorunlarının yanı sıra, ücret ve gelir sorunları ile de ilgilenmelidir.

Peki, Barolar böyle bir görev üstleniyorlar mı?

Ülkenin âli menfaatleri üzerine daha çok kafa yoran Barolar, avukatın başörtüsü ile ilgilendiği kadar, ekmeği ile ilgilenmiyor. Bunu bırakın Barolar henüz yeterince “özerk” ve “bağımsız” kuruluşlar olamamışlardır. Avukatlık Kanunu m. 95/16. fıkrada yazılı olan, “Adalet Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği ve disiplin kurulu kararlarını yerine getirmek” hükmündeki Adalet Bakanlığı sözcükleri iptal edilmediği sürece, Barolar “özerk” ve “bağımsız” kabul edilemez.
Barolar, Adalet Bakanlığı’ndan gelen herhangi bir bildirimde, avukatlar hakkında hiçbir itiraz dahi ileri sürmeksizin “resen” soruşturma açmakta yarışıyorlar. Hiçbir zaman karşı direnç göstermiyor, “avukat mesleğini icra etmiştir, sizin emrinizle avukat hakkında soruşturma açmak durumunda değilim.” demiyor. Oysa bir devlet memurunun hizmeti sırasında olası suçlarında, mahallin en büyük mülki amiri ya da askeri birim, “ben bu çalışanımın yargılanmasına izin vermiyorum!” diyebiliyor. Bir milletvekili, milletvekilliğinden önce ve milletvekilliği ile ilgisiz herhangi bir suçlamada, “dokunulmazlık” zırhına bürünmüşken; bir kamu görevlisi aynı “dokunulmazlık” zırhından yararlanırken, niçin avukatlar herhangi bir “dokunulmazlık” hakkından yeterince yararlanamıyor?

Avukatlar, onca yönetim kurulu ya da savcılık soruşturmaları ile onca disiplin ya da mahkeme kovuşturmalarının yüzde kaçından ceza almaktadır? Soruşturma ya da kovuşturmalar sonucunda ceza alan avukatların, bir elin parmağından daha fazla olmadığını hepimiz biliyoruz.

Bir avukat hakkında yapılan herhangi bir müvekkil şikâyetinde, “Avukatın verdiği hukuki hizmetin bedelini ödedin mi?” diye sormadan, hatta avukat hakkında yapılan şikâyetlerde “yeterli delil” dahi aramadan, istemeden, avukat meslektaşlarımız hakkında alel acele soruşturma yapan bir anlayışa ne diyeceğiz?

Baro yönetimi, aynı ofiste birlikte çalışan iki avukatın birbirine vekâletname vermesini geçerli kabul etmiyor ve bu vekâletname ile Baro’ya verilen bilgilendirme savunmasını verilmemiş sayarak, idari para cezası veriyor. Bir meslek örgütü olarak Baro, avukatın avukata verdiği vekaleti geçersiz sayarsa, savcıların vekaletname ya da müdafilik ilişkisi kurulmadan dosya inceletmeme yönünde aldığı “ilke kararı” haklı hale gelir. Hangi yasada yazıyor, hangi meslek kuralı vardır ki, aynı ofiste çalışan iki avukatın birbirine vekâlet vermesini önleyen. Avukatlık Yasası, BK.’nun vekâleti düzenleyen hükümleri oldukça açıkken, Antalya Barosu yönetim kurulu böylesine hukuksuz bir karar veriyor ve bu kararında ısrar ediyor.

Bırakın vekâlet tartışmasını, Avukatlık Kanunu m. 64/2. fıkra açık, “Birinci fıkrada yazılı zorunluluğa uymayan avukat hakkında, baro yönetim kurulu, onbin liradan yüzbin liraya kadar para cezası verebilir. Bu ceza her davet ve isteğe uymama halinde yeniden verilebilir.” diyor. Yani “verilir” ya da “verir” şeklinde kesin bir hüküm yoktur. Yasa bu para cezasını Baro’nun takdiri yetkisine bırakmıştır. Ama Antalya Barosu avukat üyelerine bant sistemi, “savunma vermedi” gerekçesiyle idari para cezası kesiyor. Niye, “ilke kararı” alınmış.
Avukatlık Kanunu m. 95’de Yönetim Kurulu’nun görevleri sayılmıştır. 4. fıkrada açık ifadesini bulan, “mesleğe ve meslek mensuplarına yönelik hak ihlâllerine karşı avukatlık mesleğini ve meslektaşlarını savunmak, bu konularda her türlü yasal ve idarî girişimde bulunmak” görevi bizim için asla vazgeçilemez.

En temel görevlerinden bir diğeri de, Avukatlık Kanunu m. 95/21. fıkrada ifadesini bulan, “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak”tır.

Zaman zaman disiplin soruşturma ya da kovuşturma dosyalarının, meslektaşlarımızın kendi aralarındaki rekabet ya da kişisel husumetlerine alet edildiğini, bu tarz eğilim içinde olan arkadaşlarımızın yönetimlerde görev üstlendiklerini görüyoruz. Bir baro ve onu oluşturan yönetim organları, hangi fırsatı yaratırım da, avukatları cezalandırırım, bir kaçına sahip olduğum iktidar gücümü gösteririm değil, “meslektaşlarımı nasıl savunurum, onların ekmeğine, emeğine nasıl sahip çıkabilirim” diye düşünmesi gerekir. Yani su gibi olmalı. Meslektaşları karşısında, bir o kadar aşağıda, ama bir o kadar güçlü, onlara oksijen vermeli.

Meslektaşlarımızın birçoğu bugün Baro ile davalık haldedir. Ama disiplin, ama idari para cezası ama başkaca nedenlerle. Peki, kendi üyeleriyle ortaya çıkan uyuşmazlıkları “uzlaşma” ile çözemeyen, yanlışında önceki kararından dönmesini de bilen bir Baro olamayan, üyesi ile mahkemeleşen bir Baro kabul edilebilir mi? Baro aldığı kararlar yönüyle idari bir kuruluştur. İdarenin Danıştay tarafından kabul edilmiş en temel ilkelerinden biridir: “İdare, hukuka aykırı kararından her zaman dönebilir.” Ama Baro dönmez. İnsan hakları konusunda adalet arayan Baro, kendi adaletsizlikleri üzerine hiçbir sorgulama yapmaz. Bu kabul edilemez.

Bir Baro yönetim kurulu üyesinin, meslektaşına “hakaret” ya da “küfür” etmesi, bu nedenle bir avukatın, bir Baro yönetim kurulu üyesini savcılığa şikâyet etmek zorunda kalması halinde, en azından “etik” olarak, yönetime aday olması ne anlama geliyor? Üstelik bu arkadaşımız 4 dönemdir yönetim kurulu üyeliği yapıyor. Arkadaşlar 3 dönemdir başkanlık yapanı eleştiriyoruz da, 4 dönemdir yönetim kurulu üyeliği yapanın yeniden aday olmasını neden eleştirmiyoruz?

Kooperatifler Yasası’ndan gelen basit bir kuraldır . Yönetim Kurulu üyesi, yönetiminde bulunduğu kooperatif ile iş yapamaz. Bu kural, kıyas yoluyla dernek ve odalarda da uygulanır. Ama bugün Baro’nun yönetim kurulu üyesi, sanki başka avukat yokmuş gibi, Baro’nun ücretli vekili konumundadır. Hem işveren olacaksınız, hem de işçi gibi ücret alacaksınız. Baro Yönetim Kurulu üyesi vekillik hizmetini bedava yapıyor ise, Avukatlık Yasasına aykırı bir durum, ücretli yapıyor ise, Kooperatifler Yasası’ndan gelen kural yönüyle hukuka, öte yandan “etik” kurallara aykırı bir durumdur. Böyle bir durum, Kooperatifler Yasası’na göre suç olduğu gibi, Avukatlık Kanunu m. 62 ve TCK m. 257 karşısında, “görevin kötüye kullanılması”dır. Şimdi bu arkadaşımız, yeniden Baro YK. üyeliğine aday.

Yine soruyorum: Avukatlık Yasası’nın yüklediği anlamda “hukukun üstünlüğünü” böyle mi sağlayacağız? Baro derhal bu yanlışa son vermeli ve Baro organlarında görev üstlenmeyen sürekli bir avukat meslektaşımızla hizmet ilişkisi kurmalıdır. Diğer yandan Baro yönetimine aday olan bu arkadaşların durumunu, yeni yönetim kurulu Avukatlık Kanunu m. 90/2 ve 92/2 . fıkra hükümleri doğrultusunda gözetmelidir.

Avukatlık Kanunu m. 97’de Baro Başkanı’nın görevleri sayılmıştır. Buna göre, 6. fıkrada, “Meslek onuru ve bağımsızlığı ile ilgili işlerde kanunlar ve meslek kurallarının gereğini her türlü organlara karşı savunmak ve bu konuda doğrudan doğruya veya dolayısiyle kendisini göreve zorlıyan hususları yapmak” görevi, maalesef bu dönem Baro Başkanlığınca gereğince yerine getirilmemiş, Baro Yönetimi’nin avukatlara karşı tutum ve tavrı aşırı olmuştur.

Geçmişten bugüne, Baro yönetimlerinin verdiği kararlara bakın. Kendi içinde “hukuki bir standart” yok, çoğu yerde çelişik. Yönetim kurulu üyelerinin çoğu, yönetim kararlarında karar vermekten dahi kaçınmakta ve “kararsız” kalmaktadırlar. Baro yönetimlerine seçilen arkadaşlar, “karar vermek”ten dahi kaçınacaklarsa, ne için aday olurlar?

Diğer yandan, herhangi bir karara “muhalefet şerhi” koyan bir yöneticinin, koşullar değişmeden aynı konu yeniden gündeme geldiğinde, bir önceki kararına aykırı tutum alabildiğini ve gerekçe dahi koymadığını görüyoruz. Hatta bazı yönetim kurulu üyelerinin, alınan herhangi bir karara “muhalefet şerhi” koymak isteyen bir yönetim kurulu üyesini, “çoğunluğa uy!” diyerek, inanç ve düşüncesinden caydırmaya çalıştığına rastlıyoruz.
Baro’nun yönetim hizmetleri o kadar çoktur ki, tek görevi protokol düzeyinde avukatları temsil etmek, kokteyller vermek, sosyal ya da sportif etkinlikler düzenlemek değildir.

Geçmiş yönetim dönemlerinde de;
Örneğin;
1-Ağır Ceza Mahkemelerinden birisi, duruşma tutanaklarını avukatlara vermiyor, çeşitli nedenler ileri sürüyordu. Bu nedenle Baro Başkanlığı’na bir dilekçe vermiştim. İstedim ki, Baro yönetim düzeyinde konuyu görüşsün ve çözsün. Beni Başsavcılık makamına davet etti. Gittim ve fakat şaşırdım: “Ağır ceza mahkemesi başkanı filan kişiyi şikâyet etmişsiniz, ifadenizi almamız gerekiyor!” İnsan Hoca Nasrettin ile Timurleng’in hikâyesini hatırlamadan edemiyor. Neyse ben, bu dilekçeyi Baro Başkanlığı’na verdiğimi ve istişare yoluyla sorunun çözülmesi gerektiğini, şahsi bir şikâyetimin bulunmadığını bildirmekle yetindim.

2-Bir başka başvurumda, mahkeme kalemlerinde, dava dosyalarına verdiğimiz posta pullarının kullanılmayanlarının kaybolduğunu, peşini takip ettiğimizde ise, kalemlerden olumlu bir yanıt alamadığımızı, Baro’nun bu durumu görüşerek çözmesini istedim. İnanın, yine aynı şekilde savcılığa çağrıldım: “Dosyalarınızdan pullarınız kaybolmuş, hangi memur bu pulları çalmış ve kimden şikâyetçisiniz?” Güler misin, ağlar mısın? Yine aynı şekilde konuyu kapattık.

3-Bir zamanlar icra dairelerindeki sorunlara ilişkin Baro dergisinde uzunca bir yazı yazdım. Yanıt gecikmedi, icra daireleri adına bir müdür yardımcısı arkadaşımız da yanıt yazdı ve aynı yazı dergide yayınlandı. Peki, o günden bu güne ne değişti? Hiç. Şimdi soruyorum sizlere: “Herhangi bir icra müdürlüğünde, menkul satışlarında, dosyaya yatırılan araç parası ve harcırah konusunda hiç kafa yormadınız mı? Günlük 10 dosyadan satışı olan icra müdürlüğü, satış mahalline 10 kez gidip geliyor mu? Biz bunu bile bile 10 ayrı dosyadan, 10 ayrı yol parası ve 10 ayrı harcırah parası yatırmıyor muyuz?” Daha bunun gibi, bile bile lades yaptığımız, birçok örnekler. İşte “benim memurum işini bilir” zihniyetinin altında eziliyoruz.

4-Kendimden örnek vereyim, ofisimde saldırıya uğradım. Ne soruşturma aşamasında ne de yargılama aşamasında Baro yanımda olmadı. Hangi avukat arkadaş yargılanırken Baro yanında oluyor, bilemiyorum. Varsa içimizden herhangi birisi, çıkıp burada söylesin.
Şimdi arkadaşlar, bunun gibi örnekleri çoğaltmamız mümkün.

Sevgili arkadaşlar, bu meslek sürecinde işkence gören, saldırıya uğrayan, öldürülen birçok meslektaşımız var. Baro bu insanların yanında olmayacaksa, örgütlülüğün anlamı, karşılığı nerede ifadesini bulacak. Ama biliyoruz ki, öldüğümüz zaman, Baro bir mesaj yayınlayacak. Biz sağlımızda bir arada olmanın, dayanışmanın ruhunu hissetmek istiyoruz. Birçok meslektaşımız babadan oğula avukatlık yapıyor ve bundan sonra gelecek kuşaklar da böyle tercihte bulunuyorlar. Demek ki, sadece bizim yaşamımızla sınırlı bir meslek olmanın ötesinde, kuşaklar boyu devam eden bir meslek haline geliyor, avukatlık. O halde, mesleğimizi, hayatımız pahasına savunmak zorundayız.

“İvan İliç’in Ölümü”

Şimdi biraz da “iğne” batıralım.
Esasen Devletin yapması gereken hukuk hizmetinin, vatandaş ayağına ilişkin yanını avukatlık hizmeti oluşturur. Yani Devletin vermesi gereken savunma hizmeti, kamusal bir mesleğe dönüştürülerek, serbest bir şekilde avukatlar eliyle yürütülür. Uluslararası mahkemelerde, Devlet adına yürütülen avukatlık hizmeti, “ajanlık görevi” olarak görülür. Avukatlık mesleği, yurttaşlar adına yürütülen hukuki bir hizmet olması nedeniyle, ajanlıktan ayrılır. Devletin yurttaşlarına sunması gereken savunma hizmetini, yurttaşlar adına serbest bir meslek olarak üstlenen avukatlar, bağımsız kamu görevlileridir.

Yargının üçlü saç ayağından biri olan savunma hizmetini veren avukatlar, neden yargıç ve savcı kadar “itibar” ve “kabul” görmez? Sorun sadece bir yasal düzenleme sorunu değil, aynı zamanda uygulama sorunudur. Çünkü Avukatlık Yasası bu yönüyle yeterli düzenlemeyi içermesine rağmen, önümüze yönetmelik ya da yönerge, hatta “ilke kararı” çıkararak, mesleğimizi engelleyenlere karşı Baro’nun ortak bir tavrı olmalıdır.

Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, dosya inceleme yetkisini “soruşturma aşamasında müdafi ve kovuşturma aşamasında müşteki vekiline de” veriyor. Adalet Bakanlığı Yönetmeliğin 22. maddesinin birinci fıkrasında yer alan, “Kollukta bulunan soruşturma dosyası için yetkili cumhuriyet savcısının yazılı emri gerekir.” ibaresi ile ifrada vardırmıştı. Nihayet bu ibare iptal edildi. Ama sorun bununla bitmiyor ve bugün Antalya adliyesinde, avukatın herhangi bir soruşturma dosyasını incelemesi, “vekâletname yok” gerekçesiyle, savcılarımızın “ilke kararı” ile yasaklanmıştır. Avukatlık Yasası’ndaki avukatın yetkileri, sadece vekaleti bulunan işlerde sınırlı olarak geçerli. Hiçbir avukat, Avukatlık Kanunu 2. maddenin 3. fıkrasında yazılı olan hükme aldanmasın. Çünkü o hüküm, sadece vekâletli olarak gördüğümüz bir işle sınırlı. O işle bağlantılı olsa dahi, başkaca dosyaları inceleme ya da herhangi bir araştırmayı yapmamızın önü tıkalı. Eğer bunun böyle bir sınırda kalmasına göz yumarsak, avukat görüşü için herkesin önce vekâletname çıkarmasına kadar iş gider. Belki ofis görüşmelerimize sınır getiremezler ama, cezaevi görüşmelerimizde illaki müdafilik ya da vekillik ilişkisi aranırsa ya da vekalet veya müdafilik ilişkimiz olmayan herhangi bir dosyaya bakmamızın yasaklanması konusunda şaşırmayalım.

Öteden beri, özellikle ceza mahkemelerinde, bütün duruşmaları sabahın saat dokuzuna yazıp, bizleri mesai başlangıcından, akşam mesai sonuna kadar bekleten, ofislerimizde yapmamız gereken başkaca işlerimiz yokmuşçasına, üstelik bir de duruşma ya da kalem hizmetleri aşamasında avukatlara olumsuz tutum sergileyen sayın yargıçlarımıza, Tolstoy’un “İvan İliç’in Ölümü” adlı eşsiz eserini okumalarını önermek istiyorum.
Ceza yargıcı İvan, sanıklara ve tanıklara bağırıp çağırmakta, kürsüden gelen makam gücünün tadına varmakta iken, evinde eşiyle kavga ederken içinde bulunduğu durum ve hasta olduğunda doktoru karşısında, “Afedersiniz doktor bey ama, biz hastalar gereksiz sorular sorarız. Söyler misiniz, iyileşecek miyim?” derken, Tolstoy, İvan’ın mahkemede azarladığı insanların durumu ile kendi durumunu muhakeme yapmasını sağlar.

Peki, bizim İvan İliç’lerimiz, bize gösterdikleri davranışların farkında mı? Hasta olduklarında doktor karşısında düştükleri duruma, adliyede iken bizi sürekli düşürdüklerini biliyorlar mı?

Yargıçlar ve savcılar bilmelidirler ki, “Hukukçunun kıdemlisi avukattır!” Emeklilik ya da başkaca nedenle mesleklerinden ayrılıp aramıza katılmak istediklerinde, en büyük kıdem noktasının avukatlık olduğunu ve bu mesleğin ne kadar zorlu bir meslek olduğunu anlarlar, ama iş işten geçer. Eski yargıç ve savcı olarak, Baro dinlenme odalarında içimizden birisi gibi olamadıkları zaman duydukları sıkıntıyı, Tolstoy, ceza yargıcı İvan’a doktoru karşısında iken duyuruyor. İvan’ın durumuna düşmeden mesleğimizin zorluğunu anlamaları, yaşadığımız sorunları asgariye indirmelerinin bir tek yolu vardır: Karşılıklı olarak birbirimizi anlamak.
Bunun için, “İvan İliç’in Ölümü” adlı eser, Baro’nun elinde önemli bir anahtar rolü oynayabilir ve bu nedenle Tolstoy’un bu eşsiz eseri, Baro Dergisi’nin özel eki olarak verilebilir.

İhtiyacımız yönetim değişikliğinden ziyade, zihniyet değişimidir

Baro yönetimlerini oluştururken ilçe temsilciliği niteliği de taşıyacak şekilde oy veriyoruz. Ama bu öyle bir ifrada varıyor ki, “memleketçi-feodal” düzeye iniyor. Yönetim listeleri mutlaka oy potansiyeli olan ilçe ilişkileri kuruyor. Öte yandan, klasik “sol-sağ”, “gerici-ilerici” argümanı oldukça etkili oluyor.

Çağdaş demokrasilerde, yönetimler sadece bu argümanlar üzerinden oluşturulmaz. Çoğu yerde, sağ duran bir yönetim, oldukça verimli çalışmalar yürütebilir, sol görünen bir yönetim de statükocu kalabilir ya da despotlaşabilir. Bir de bunu bir meslek örgütü içinde yaparsanız, bu tam da bir tehlikedir. Çünkü demokratik bir toplumda, insanlar diledikleri gibi düşünür ve diledikleri partiye oy verirler. Ama mesleki sorunlarda ortak davranılabilinir.

Çözüm anahtarı, mesleği atadan gelme öğrenilenlerle yapmak, memleketçilik anlayışı içinde “feodal” yaklaşımlarda bulunmak ya da klasik “ilericilik-gericilik” algılamasıyla “modernist” ama “özgürlükleri reddeden”, “meslek dayanışmasına uzak duran”, “çağdaş” lık kavramını sadece bir grup aidiyetliği olarak algılayan, “evrensel meslek dayanışması”ndan uzak, “sol-gerici” anlayış ile “uzlaşmak” değildir.

Daha ileri gidelim…
Mevcut haliyle“Baroları ortadan kaldırın, avukatlar kendi kendilerini daha iyi yönetirler!”

Avukatlık mesleğinin önündeki esas engel, mesleğine, ekmeğine ve meslektaşına sahip çıkmayan “protokol Baro” zihniyeti ve yine aynı zihniyetteki avukatlardır. Avukatlık Yasasının yüklediği manada, “avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürütmek” üzere Baro üzerine düşeni yapmalıdır. Bugün yapılanlar yeterli değildir.

Bu zihniyeti taşıyan bir avukat, ister klasik “ilerici-gerici”, ister “memleketçi” olsun; bunu tercih ederek, alternatif yaratamayan “değişime kapalı” biz oy veren avukatlarda da kusur vardır.

Herkes hata yapabilir. Hayat hatalarla örülmüş bir tecrübedir. Ama mesele basit birer hata değil, yanlış bir zihniyettir. Teke tek günlük hayatlarımızda yaşadığımız hataları telafi edebiliriz. Herkesi ören ve bizlerin doğruları görmesinin önünde engel oluşturan, “körleştiren zihniyet yapıları”nı ise kolay kolay yok edemeyiz, ama bu “körleşmeyi” aşmamız gerekir.

Bu meselelerin çözümü, kısmen“yasama organı çalışmaları” ile çözümlenebilecek sorunlardan ise de, “hukukçu” ve “özerk” düşünen, verdiği kararlarında, “etik” davranan,“mesleğine, meslektaşına ve ekmeğine sahip çıkan bir Baro yönetimi” yaratmaktır. Aynı düşüncemizi Baro’nun bütün organları ve TBB organları için de söylememiz mümkündür.

Mezarlıklar vazgeçilemeyenlerle doludur. Kimse vazgeçilmez değildir. Antalya Barosu’na kayıtlı bütün avukatlar, Baro’nun her kademesinde görev yapabilirler.
O halde ihtiyacımız “Ali’nin yerine Veli’nin” geldiği “yönetim” değil, “zihniyet” değişimidir. İşte bu zihniyet değişikliği ile artık eskimiş meslek kurallarının bugüne uyarlanması, mesleğin ücret unsurunun öne çıkarılması ve serbestçe düzenlenmesinin önünün açılması, meslekte angaryanın ortadan kaldırılması ve tam bir meslek dayanışmasının yaratılması için gerekeni yapmak gerekir.
Old 27-10-2008, 23:24   #4
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan Teşekkürler ve saygılar.

Alıntı:
O halde ihtiyacımız “Ali’nin yerine Veli’nin” geldiği “yönetim” değil, “zihniyet” değişimidir. İşte bu zihniyet değişikliği ile artık eskimiş meslek kurallarının bugüne uyarlanması, mesleğin ücret unsurunun öne çıkarılması ve serbestçe düzenlenmesinin önünün açılması, meslekte angaryanın ortadan kaldırılması ve tam bir meslek dayanışmasının yaratılması için gerekeni yapmak gerekir.

Teşekkürler ve saygılar.

Ömer KAVİLİ
Hukukçu
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Antalya Barosu Girişimi (Duruşmaların aleniliği) ibreti Konumuz : Hukukçular 7 13-01-2007 00:24
Antalya Adlİyesİ'nde Dosyaya Bakacak ArkadaŞ ! empas Şehirlerarası Nöbetçi Avukat 2 30-11-2006 16:51
Antalya Adlİyesİde DuruŞmaya Gİrecek MeslektaŞ Ariyorum Av. O. TEKGUL Şehirlerarası Nöbetçi Avukat 2 14-11-2006 13:58
Turkish Attorneys In Antalya Konuk Turkish Law 1 12-07-2002 12:04


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05110908 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.