Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Haberleri Hukuk Haberleri, duyuruları, güncel hukuki gelişmeler. [Haber Ekleyin]

[TÜRKİYE 301. MADDEYİ TARTIŞIYOR] Düşünce suçu ahlaka aykırıdır

Yanıt
Old 20-09-2006, 10:35   #1
Hasan Bahadır Büyükavcı

 
Varsayılan [TÜRKİYE 301. MADDEYİ TARTIŞIYOR] Düşünce suçu ahlaka aykırıdır

Hiç kuşkusuz, bir toplumda kişilerin uyması gerekli davranışlara ilişkin hukuk kurallarının saptanmasında adalet ilkeleri ile ‘ahlak kuralları’nın önemli bir yeri vardır. Bu nedenle toplumsal nitelikteki bu kurallarla, özellikle ahlak kurallarıyla hukuk kuralları arasındaki ilişkiler, hukukçular ve ahlakçılar tarafından tarihin her döneminde tartışılmıştır.

Ahlak, belli bir dönemde ve belli bir insan toplumunda oluşan, doğru/yanlış, iyi/kötü ölçütlerine/anlayışlarına göre bireylerce uyulmak gerektiğine inanılan, bireysel/toplumsal/evrensel vicdanda kaynağını bulan, çoğu kez birey doğmadan önce oluşan, toplumdan topluma ve dönemden döneme değişebilen davranış kurallarının bütünüdür. Bu bütün ve belli bir yaşam biçimi içinde insan, başka insanlarla ahlaksal ilişkiler kurar. Bu ilişkilerde, tıpkı hukuk gibi, ahlak da bir bakıma olması gereken insan davranışlarını düzenlemekte ve kodlamakta; hak ve ödevleri belirlemektedir. Ahlak da, hukuk gibi, normatif yoruma tabidir.

Bu yüzden, Kelsen’in ahlaksal değerlerin, dolayısıyla her hukukun, bir bakıma görece bir ahlak olduğunu belirten görüşünü, bireysel ve toplumsal ahlak çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Kant’ın ‘koşulsuz/kesin buyruğu’ ve formülü, hiç kuşkusuz başka ilkeleri de içerdiği için eşsiz bir evrensel kuraldır. Ötekine asla bir araç olarak davranmamamız ve onu bir araç olarak kullanmamamız gerektiğini, tersine bir amaç olarak davranmamızın zorunlu bulunduğunu belirtmektedir. Gerçi Kant’tan önce onun birçok formülleri söylenmişti. Ancak ‘koşulsuz/kesin buyruk’, Kant başka hiçbir şey söylememiş olsaydı bile onu çağımız felsefesinin (belki de) en büyük dehası yapmaya yeterdi. Kant’ın ayak izleri bugün de sürmektedir.

Her şeyden önce şunu belirtelim ki, yazılı hukuk, özellikle suç hukuku ile ahlak arasındaki bağlantıda karşımıza çıkan en önemli konu, ahlaka aykırı hukukun geçerlilik sorunudur. Bu, aslında hukukun ahlak ile sınavıdır. İki disiplin arasındaki bağlantı sorunu, yazılı hukukun biçimiyle değil de içeriğiyle ilgili olarak ele alınırsa ve hukuk da öz olarak ahlaksal bir içerik sergiliyorsa, ahlaksal bir değere ulaşılacağından genelde sorun çıkmaz. Genelde dememin nedeni, yazılı hukuk ahlaka karşıt olmadığı zaman bile kimileyin sorun çıkabilmesindendir. Gerçekten, Habermas’ın dediği gibi, yöntemlere ilişkin (yazılı) hukuk düzeni ile ilkelere ilişkin ahlaksal temel arasında, birbirlerine yollamalar yapsalar ve birbirlerini denetleseler bile, yine de bir ayrılık/gerilim ortaya çıkabilmektedir. Bu gerilimin tipik örneği, bireylerin yasalara direnmelerinin ve ‘sivil itaatsizlik’ olgusunun demokrasilerde meşruluk kazanmasında somut olarak görülmektedir. Zira sivil itaatsizlik, çağımız suç hukukunda suçu hukuka uygun kılan bir neden değildir.

Hukuk, ahlak ile uyumlu olmalı...

O halde âdil ve ahlaksal olmayan, ancak geçerliliğini ve yürürlüğünü devlet gücüyle sağlayan bir yazılı hukuk, işlevini nasıl yerine getirecektir? Gerçekten, eğer bir toplum düzeni/hukuk, ahlakın ‘yap’ diye buyurduğu davranışları yasaklar ya da tersine ahlakın yasakladığı davranışları ‘yap’ diye buyurursa, o hâlâ hukuk mudur? Bunun yanıtı hayır olmak gerekir. Çünkü, böyle bir hukuk, doğru, haklı ve âdil değildir. Bu nedenle ahlaka aykırı hukuk normlarına uyulup uyulmaması konusunda iki görüş ortaya çıkmıştır. Sokrates’çi ve Montaigne’ci anlayışa göre, bu tür yasalar yürürlükte ve geçerli olduklarına göre, elbette bağlayıcıdırlar. Bu da bir ahlaksal yükümlülüktür. Zira, olması gerekeni (sollen) amaçlayan yasalar her zaman değişebilirler. Ancak değişinceye dek çiğnenemezler. Çünkü, öznel değerlendirmelerle yazılı hukuka karşı çıkmak onaylanamaz. Nitekim, Cumhurbaşkanı Mitterrand, Fransız Devrimi’nin 200. yılında Fransız Yargıtayı’nın yeni yargı yılına başlaması dolayısıyla yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Yasayı uygulayınız. Yasa, başkalarını olduğu gibi sizleri de bağlar (...) Yasa ve adalet. Bu ikisi arasında sizler, birincisinin buyruğundasınız. İkincisinin ise güvencesisiniz. Sizin yapıtınız, yasa koyucusunun yapıtını tamamlamaktadır.”

İkinci görüşe göre ise hukuk, ahlak ile kesinkes uyumlu olmalıdır. Aksi takdirde ahlak, hukuku yararsız ve etkisiz kılabilir. Ahlaka aykırı hukuk, hukuk değildir. Ahlaksızlığa zorlayan hukuk ise bir hiçtir. Çünkü, meşru değildir. Sözgelimi, Caligula’nın atına konsüllük verdiğine ilişkin buyruğu geçerli olacak mıdır? Elbette olmayacaktır. Öyleyse, bu tür ahlaka aykırı hukuk geçerli ve yürürlükte olamaz, olmamalıdır. Daha 1764’te Beccaria şöyle diyordu: “Gerçekten, siyasal ahlak (yani hukuk), eğer insanın vazgeçilemez duyguları üzerine yaslanmazsa, ondan sürekli olarak hiçbir hayır gelmez, hiçbir yarar umulmaz. Hangi türden olursa olsun, bu esastan sapan bir yasa, her zaman sonuçta kendisini alt edecek bir direnişle karşılaşır.”

Nitekim, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Nürnberg Mahkemesi’nde insanlığa karşı suç işledikleri gerekçesiyle yargılanan sanıkların, kendi yazılı hukuk kurallarına uydukları yolundaki savunmaları reddedilmiştir. Batı Almanya mahkemeleri, kimi kararlarında Nazi yasalarının hem Bonn Anayasası ile kurulan hukuk düzenine ve hem de uygulandıkları dönemdeki hukuka aykırı olduklarına karar vermişlerdir. Aynı doğrultuda, zorunluluk durumu gibi, bencilliği dışa yansıtan, kendisi özveride bulunmayıp olayla ilgisiz ve kusursuz kişilere zarar vermeyi hukuka uygun, ancak ahlak açısından kötü gören kimi hukuksal düzenlemeler de bulunmaktadır. Bunların haklı olmadığı, hatta ahlaka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Kimi durumlarda yasaya aykırı buyruğa karşı çıkılamamaktadır. Yani, hukukun üstünlüğü bir yana itilmiş, üstünlerin hukukuna izin verilmiştir. Bu durum, hukuka uygundur. Ancak, demokratik ahlaka aykırıdır.

301. madde kaldırılmalı; çünkü...

Halkın yargıya katılması ilkesinin jüriler aracılığıyla uygulandığı, bu nedenle kararların gerçekten halk adına verildiği ülkelerde, jüriler, toplum ahlakının ve sağduyusunun gerisine düşen yasaları uygulamamak için skandal yaratan kararlar vermekte ve yasama organını uyarmaktadırlar. Ancak, meslekten gelen yargıçların böyle bir uygulamaya yanaşmaları ödev ahlakı (deontoloji) açısından olanaksız görünmektedir. Bu nedenle jürinin bulunmadığı ülkelerde ahlaka ters düşen yasaların daha uzun ömürlü olacakları kolayca söylenebilir.

Bütün bunların bileşkesi alındığında, ahlakın suç hukukunun kültürel kaynaklarından biri olduğu açıktır. Ahlak da hukuk da değer biçici ölçütlere göre sonuçlara ulaşırlar ve olması gerekeni amaçlarlar. İkisi de normatif nitelikte birer disiplindir. Ahlaksız ve ahlaka aykırı hukuk olamaz. Siyasal suçlar, güdü açısından olumlu olsalar bile, yine suçturlar ve ahlaktan bütünüyle soyutlanamazlar. Eğer bu tür suçları ahlaka uygun görecek olursak, varsıldan çalıp yoksula veren kişiyi de ahlaklı bulmak zorundayız. Hangi ekonomik suç toplumsal ahlakla çatışmaz ki? İntihar, hiçbir toplumda onaylanmamıştır. Yetkisiz ve izinsiz silah taşıyan birinin toplumu kaygılandırmaya hakkı var mıdır? Özen yükümlülüğünü yerine getirmeyen ve tehlikeli araç kullanan biri, masum insanların yaşamını ve malvarlıklarını tehlikeye düşüren biri değil midir? Hiçbir ahlak anlayışı bunları elbette onaylayamaz. Dahası kınar. O nedenle suç hukukunun, ahlak dairesiyle hukuk dairesinin iç içe oldukları, suç hukukunun ahlakla bütünleştiği ve bu bilincin toplumda oluşması gerektiği açıktır.

Kuşkusuz her ahlak kuralı suç hukuku kuralına dönüştürülerek toplum bunaltılmamalıdır. Ancak Hart’ın dediği gibi, toplum yaşamının devlet tarafından olabildiğince korunması gereken ahlak yasası üzerine kurulması gerekir. Bu gerekçeyle çağcıl demokrasilerde, yetişkinler arasındaki eşcinsellik, piyango, gebeliği önleyici ilaç kullanma suç sayılmamış; buna karşılık, çokeşlilik, çocuk düşürme, müstehcenlik, uyuşturucu madde kullanma suç hukukunun ahlaksal boyutunu doğrular biçimde suç sayılmıştır. Bütün bunların temelinde yatan pragmatik görüş şudur: Demokratik toplum çoğulcudur. Kimi azınlık gruplarının ahlaksal kurallarını/değerlerini tanımaksızın çoğunluğun ahlaksal kurallarını/değerlerini benimsemek olanaksızdır. O nedenle her ahlaka aykırı davranış suç olarak öngörülemez. Suç olarak öngörülen davranışlar ise, sağlıklı bir suç hukukunda esasen ahlak ile bütünleşir, örtüşürler. Bütünleşemeyenler, örtüşemeyenler ise aslında ahlaka aykırı düzenlemelerdir ve suç hukukunun kapsamı dışındadırlar.

Bütün bu nedenlerle çağcıl, sağlıklı ve tutarlı bir suç hukuku, düşünceyi suç normuna dönüştüren hiçbir düzenlemeye izin vermez, veremez. Bir sistem içinde böyle bir düzenleme varsa, özünde eşyanın doğasına ve ahlaka aykırı olduğundan, suç hukukunun kapsamı dışındadır. Çünkü düşüncenin dış dünyaya yansıtılması dokunulamaz özgürlüklerden biridir; ahlaka ve dolayısıyla hukuka uygundur. Ünlü bir İtalyan hukukçunun dediği gibi, düşüncenin dış dünyaya yansıtılması özgürlüğünün kullanılmasının suça dönüştürülmesi ise ahlaka ve dolayısıyla hukuka aykırıdır. Öyleyse Ceza Yasamızdaki 216, 301 gibi bu tür hükümleri tez elden değiştirmeli, çağımızla bütünleşmeliyiz. YARGITAY ONURSAL BAŞKANI
www.zaman.com.tr
Old 23-09-2006, 12:00   #2
av.selcukacar

 
Varsayılan

ben katılmıyorum
bu fikirlere tabiki düşünce ve fikir özgür olmalı ancak bunlar eyleme geçince de eğer ki devletimizin bekası milletimizim menfaati toplumun ahlakı ve bireylerin hak ve manfaatlerini ihlal ediyorsa bu düşünce de özgür olmamalı. Buna dur diyen bir yasa maddesi olmalı. İşte 301. md bu anlamda çook önemli hatta değiştirilen ceza yasamızda tartışılan 301. md de denk gelen maddelerde çok önemliydi kanımca.
Çünkü herkesin istediği gibi konuştuğu bir toplumda herşey kargaşa ile sonuçlanır. onun için bilmeyenelr biliyor gibi düşünüp fikir üretebilir ama bu fikir ve düşüncelerini toplum ile paylaşamamalı . Aksini düşünür isek suçluların hepsine de özgürlük vermemeiz gerekmez mi. Niye onların hürriyetlerini tahdit ediyoruz ki onlarda fikir ve düşüncelerini eyleme dönüştürmemişler mi.
Old 24-09-2006, 00:39   #3
Av.MuratOzan

 
Varsayılan

Yazı detaylı dayanak noktalarına sahip olmasına rağmen hukukun ve ahlakın mantık ile olan ilişkisi, üstün menfaat ideası, ahlakın toplumun gelişmişlik düzeyi ile olan ilgisi noktalarında eksiktir.

Toplusal vicdanın, yasalarla belgelenmiş olması mutlak bir zorunluluktur. Bunun yanında insan mantığına ters düşecek düzenlemelerin ahlaka uygun olsa bile hukukla bir arada bulunması olanaksızdır. Caligula'nın atına konsüllük vermesi ahlaktan önce insan mantığına aykırıdır. Suçun aynı zamanda ahlak dışı davranış olması hususunda ekonomik suçlar çelişkisine ek olarak ahlak kurallarının zorlayıcısı olan kınanmayı sonuçlayacak nitelikte olmayan bir çok başka davranış ceza normlarına konu olmuştur.

Sözü edilen düşünce hürriyetinin çağdaş ve demokratik bir toplumun iyi eğitilmiş bireylerinden esirgenemeyecek bir hürriyet olduğu muhakkaktır. Ülkemiz açısından sorgulanan durum bunun demokrasinin bir gereği olup olmadığı konusunda olmamalıdır. Fakat çağdaşlık düzeyi ve eğitilmiş bireyler yönünden eksiklikleri üzerinde düşünüldüğünde konu daha mantıklı bi noktadan ele alınmış olur. Zira ülke şartlarının kaldıramayacağı özgürlükler tanımak yaratılmış özgürlükler açısından bir tehlike arz etmektedir. Cumhuriyetin kurucu meclis aşamasından bugünkü durumuna gelmesi bir süreçle mümkün olmuştur. Henüz toplumsal refleksle uyum sağlayamamış olan bir hürriyet sistemin tamamının infilakına neden olabilir. Çağdaşlık yolunda atılan adımların zamanlaması hareketin sağlıklı olmasının birincil koşuludur. Atatürk’ün siyasi muhalefet ve çok partili rejim denemesi buna en güzel örnektir.

Düşünce hürriyetinin koşulsuz olarak tanınmasının toplumda yaratacağı refleksi ölçmek; konusunda uzman sosyologların işi olsa da, yüzyıllardır var olan; mantıktan veya başkaca herhangi bir dayanaktan eser taşımayan fikirlerin etrafında örgütlenmiş insan sayısı ve bu tür oluşumlara katılmada kendi vicdani kanaatinden çok ekonomik, sosyal ve bir çok başka türlü baskının yönelttiği insan sayısı çizilecek gerçekçi bir tabloda hiç de iç açıcı gözükmemektedir. Kendi fikir dünyasını oluşturmaya yetecek birikime sahip olmayan insanlar dogmatik düşünce sistemine yatkındırlar. Bunun doğal bir sonucu olarak kendilerinin üretmediği ve mantık süzgecinden geçirmedikleri fikirleri körü körüne benimseyip harekete taşıyacaklardır. Bu da her düşüncenin ifade edilişinin tehlikeli yanıdır. Bu fikirleri benimseme aşamasında ise bahsettiğimiz baskıların etkisi devreye girecektir. Bir ülkenin insanlarının tamamını kendileri fikir üretir hale getirmesi olanaksız olabilir. Fakat en azından bu insanların maruz kalacağı türlüce baskıları sıfıra indirgemesi ve insanlarına objektif olabilme imkanı vermesi mümkündür ve gereklidir. Demokrasi yolunda atılacak bu önemli adımın toplumun sosyal yapısının derinine incelenmesinin ve aksaklıların giderilmesinin sonrasına bırakılması zorunludur. Bu zorunluluk yazıda bahsedilen ahlaki zorunluluğun da önünde insan mantığının yani hukukun birincil kaynağının bir gereğidir.
Old 11-03-2007, 23:41   #4
ibrahimkovanci

 
Varsayılan

tck 301. maddeyi anlamak bugüne has birsey degildir bunu anlamak için bu tck 301 türlerinin doğduğu yere imparatorluk avrupasına yani feodalizm ve krallık arası kategorikleştirmeye bakmalaıyız çünkü bir işin temelini öğrenmeden aslını bilemeyiz. Gercekten o döneme bakınca krala, kralın hükümetine, kralın silahlı kuvvetlerine tahkir suç sayılmıştır. Demek ki tck 301 kurumu eskilerden kaynaklanıyor diyebiliriz.Avrupada ve amerikada devletleşmenin başlamasıylada acaba devletin vatandaşı devlet karsında ne durumda olacak yani feodalizm ve krallıktaki gibi vatandaş devletin karşısında susacak mı? ve sonunda devletin bir tüzel kişi olduğu bununda çıkarlarının korunmasının gerektiği savunuluyor. Tüm dünyada var olan kanun bizde 1926 yani eski tck da 159. madde olarak kabül ediliyor. Devletin yasama, yürütme , yargı, silahlı kuvvetlerini tahkir etmek 1926 da suç sayılmıştır. Bununla tck 301. maddenin temeli atılmıştır. Ancak burada yapılması gereken bir ayrım vardı eski tck 159 olsun ya da şimdi ki 301. madde olsun; burada devletin bu sayılan erklerini tahkir edemeyiz ancak bu erklerin işlemlerini eleştirebiliriz.Çünkü erkleri idareden sayarsak idarenin eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi ise yargı denetimine tabi olan eleştirilebilir. Eski tck 159. maddede türklük lafı 1926 kabül tarihinde yoktu bu laf bize 1930 da girdi. 1930 daki haline bakarsak türklük kavramını yani türk kimdiri açıklamak kolay şöyle ki; türk: türkiye cumhuriyeti sınırları içinde yasayan herkese denir. Ancak tck 301 de kanunun gerekcesine bakarsak türklük ırkçılıktan baska birsey değildir diyebiliriz.
Bu kadar açıklamadan sonra şu kanıya varabiliriz; tck da sayılan devlet erklerinin kendisini tahkir edemeyiz ama bu erklerin işlemlerini eleştirebiliriz. Ancak burda türklük kavramının hangi boyutta eleştirileceği veya hangi boyutun eleştiri kısmına gireceği gercekten tck 301 de kafa karıştıracak duruma gelmiştir.Çünkü tck 301 in hukuka uygunluk nedeni saydığı türklüğü eleştirinin gerçek bir eleştiri olduğuna kim karar verecek bu sorun tck 301 de açıklanamamış ve tck 301 in türklük kavramı çıkışı olmayan bir labirent şekline getirilmiştir. bunun çözümü ise bana göre 301. madde türklük üzerine gerekcesiyle uyumlu şekle getirilmeli ve cumhuriyet kurulduğu zamanda olduğu bir açıklmaya uygun olan türklük kavramı getirilmelidir. saygılarımla...
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Eşcinsellerin Dernek Kurması Ahlaka Aykırı Mıdır? Av.Habibe YILMAZ KAYAR Meslektaşların Soruları 174 13-03-2010 11:38
Hayâ, Edep ve Ahlaka Aykırı Müstehcen Kadın Kıyafetlerinin Men'i Derneği Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 26 21-08-2009 10:57
Düşünce Özgürlüğü Nedir? Düşünce Özgürlüğünün Tanımı yargıç isa Hukuk Sohbetleri 36 10-02-2009 15:36
TÜrkİye Barolar BİrlİĞİ GÖrevlerİnİ Yeterİnce Ve GereĞİ Gİbİ Yerİne Getİrİyor Mu..? Hoca Hukuk Sohbetleri 6 04-11-2006 21:35


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04929900 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.