Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Haberleri Hukuk Haberleri, duyuruları, güncel hukuki gelişmeler. [Haber Ekleyin]

Anayasa Mahkemesi Kararı

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 18-03-2008, 08:49   #1
Av.Yüksel Eren

 
Varsayılan Anayasa Mahkemesi Kararı

21.4.2005 günlü, 5335 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile ilgili iptal kararı

Resmî Gazete 18 Mart 2008 SALI
Sayı : 26820

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI


Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2005/52

Karar Sayısı : 2007/35

Karar Günü : 3.4.2007


İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Ali TOPUZ, Haluk KOÇ ile birlikte 114 milletvekili

İPTAL DAVASININ KONUSU : 21.4.2005 günlü, 5335 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un;

A- 2. maddesiyle 26.5.1927 günlü, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu’na eklenen Ek Madde 12’nin,

B- 3. maddesinin (b) bendiyle değiştirilen 8.6.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 40. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin “… hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir.” bölümünün,

C- 5. maddesinin (b) bendiyle 4.1.1961 günlü, 209 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,

D- 19. maddesinin birinci fıkrasının;

1- (a) bendiyle 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 6. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının sonuna eklenen cümlelerin,

2- (f) bendiyle 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin yeniden düzenlenen (C) fıkrasının (1) numaralı bendinin “… ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar …” bölümü ile (2) ve (3) numaralı bentlerinin,

E- 21. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendiyle 10.7.2003 günlü, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 33. maddesine eklenen ikinci fıkranın (2) numaralı bendinde yer alan “…yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları…” ibaresinin,

F- 25. maddesiyle 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1’in birinci ve sonuncu fıkralarının,

G- 28. maddesinin (m) fıkrasıyla değiştirilen 10.7.2004 günlü, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 6. maddesinin dördüncü fıkrasının,

H- 30. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının,

I- 31. maddesinin “… ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir.” bölümünün,

İ- 32. maddesinin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin,

J- Geçici 6. maddesinin birinci fıkrasının,

Anayasa’nın Başlangıç’ının dördüncü paragrafı ile 2., 5., 6., 7., 8., 10., 11., 13., 49., 56., 60., 65., 67., 90., 123., 125., 127., 128., 153., 161., 162. ve 163. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istemidir.

I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ

Yürürlüğün durdurulması istemini de içeren dava dilekçesinin gerekçesi şöyledir:

“III. GEREKÇE

1) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci Maddesinin 26.05.1927 Tarihli ve 1050 Sayılı Kanuna Eklediği “Ek Madde 12” nin Anayasaya Aykırılığı

5335 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin 26.05.1927 tarihli ve 1050 sayılı Kanuna eklediği “Ek Madde 12” ile; devletin zimmetinde gerçekleşip, bütçe tertibi bulunmakla birlikte masrafın oluştuğu yer ve zamanda ödeneği bulunmayan harcama tutarlarının, dayanağını oluşturan harcama belgeleri de eklenmek suretiyle usulüne göre tahakkuk ettirileceği hükme bağlanmıştır. Yapılan bu düzenlemeyle, geçmiş dönemlerden bugüne kadar bütçede tertibi bulunmakla birlikte mal ve hizmet teslim alınmak suretiyle bütçe harcaması gerçekleştiği halde yeterli ödeneği olmadığı için tahakkuk ettirilmeyen harcamaları tahakkuk ettirmek suretiyle ödeme yapılması öngörülmektedir. Bunun anlamı, aslında geçmiş dönemlerde mal ve hizmetin teslimi kamuya yapılmış ya da hukuki durumun gerçekleşmesi ile birlikte kamunun yükümlülüğü doğmuş olan ancak, ilgili hak sahiplerine ödeme yapılamayan durumlarda, devletin belirtilen şekilde ödeme yapabilmesine imkan sağlanmasıdır.

Anayasanın 161 inci maddesinin ikinci fıkrası “Mali yıl başlangıcı ile genel ve katma bütçelerin nasıl hazırlanacağı ve uygulanacağı kanunla belirlenir” hükmüne amirdir. Bu hüküm çerçevesinde 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun 35 inci maddesinin ilk cümlesinde “Meclis Genel Bütçe Kanununun metnini madde madde; gelir ve gider cetvellerini bölüm bölüm görüşür” hükmüne yer verilmiştir. Bu madde, Bütçe Kanunu tasarısı ile gelir (B Cetveli) ve gider (A Cetveli) cetvellerinin Meclis Genel Kurulunda görüşülmesinde ve onaylanmasında, Kanun tasarısı metninin maddeler itibariyle, (A) ve (B) cetvellerinin bölümler itibariyle ele alınacağını hükme bağlamaktadır. Yine Anayasanın “Bütçenin görüşülmesi” başlığını taşıyan 162 nci maddesinin dördüncü fıkrasında, Genel Kurulda, bölümler üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunup oylanacağı belirtilmiştir.

Anayasanın 163 üncü maddesinde ise, bütçe ödeneklerinin harcanabilecek miktarın sınırını gösterdiği ve bunun aşılamayacağı hükme bağlanmıştır.Bu hükümler; harcamaların yılı bütçesinde gösterilen tutarı aşamayacağını, eğer yıl içinde bütçe ödeneklerinin yetmeyeceği ortaya çıkarsa bunun ancak, ek bütçe kanunu çıkarılmak suretiyle karşılanabileceğine amirdir. Yine, 163 üncü madde de cari ve ileriki yıl bütçelerine mali yük getirecek nitelikteki kanun tasarı ve tekliflerinde, belirtilen giderleri karşılayabilecek mali kaynak gösterilmesi zorunludur denmektedir. Nitekim, 1050 sayılı Genel Muhasebe Kanunun ilgili 45 inci maddesi harcama yetkisinin sınırının bütçe ödeneği olduğunu ve bir kanunla emrolunan hizmetlerin karşılığının kesinlikle ilgili yılın bütçesine alınması gerektiğini açıkça düzenlemektedir. Bu Kanunun 57 nci maddesinde de, başlangıç bütçe ödeneklerinin değiştirilmesine yönelik yapılan bütçe ödenek aktarmalarına kısıtlamalar getirilmiştir.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, belli kısıtlar dahilinde yapılan iç ödenek aktarmaları hariç olmak üzere bütçede ödenek aşılması suretiyle bir harcama yapılmış olması halinde; bu işlemin tahakkuk ettirilmesinin ilgili yıl bütçe kanunu çerçevesinde olması ve zorunlu yasal değişikliğin de, bütçe kanunun tabi olduğu usul ve esaslara göre yapılması gerektiği anlaşılmaktadır. Yürütmenin – idarenin o yıl bütçe ödeneklerinin üstünde bir yükümlülük altına girmesi durumunda, bunun gerektirdiği harcamanın, Anayasanın 162 nci ve 163 üncü maddeleri uyarınca TBMM’ce çıkarılacak ek bütçe kanunu ile karşılanması Anayasal bir zorunluluktur.

Yapılan bu düzenlemenin gerçek amacının; hem ilgili mali kanunların getirdiği ödenek üstü harcama yasaklarının aşılması, hem de uygulanan ekonomik program nedeniyle çeşitli ikincil düzenlemelerle veya alınan kararlarla ödenek üstü ve tertip dışı harcama yapılmayacak alanlara yönelik olarak yapılan üstü örtülü harcamaların bu şekilde hukuki alt yapısının tesis edilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bu düzenlemeyi getiren 5335 sayılı Kanunun 2 nci maddesi ile, bir anlamda parlamentonun bütçe yapma ve bütçe denetim hakkı elinden alınmış olmaktadır.

Sonuç olarak; kamu maliyesinde saydamlık, hesap verme sorumluluğu gibi kavramlar ve bunların uygulanması, bu tür düzenlemelerle uygulanma şansını kaybetmektedir. Yürütme, ödenek üstü harcamalar için parlamentoya gelip ilgili yıl bütçesi için ek ödenek alması gerekirken, ilgili yılda bu harcamayı tahakkuk ettirmeyip gizlemekte ve getirilen bu düzenleme ile istediği zaman harcamayı tahakkuk ettirmek imkanını ele geçirmektedir. Bu uygulamanın doğal sonucu, bütçe harcamalarının tahakkuk ettirilen tutar kadar ilgili yılda eksik raporlanmasıdır. Bu çerçevede yapılan hesaplamada, sosyal güvenlik kurumları dahil kamu kurumlarının sağlık bakanlığı ve üniversite döner sermayelerine olan birikmiş borçları, yeşil kart ödemesinden dolayı yine döner sermayelerine ödenmeyen ertelenen tutarlar, eczanelere kamu kurumlarının birikmiş borç tutarları ile diğer ödenek üstü olup tahakkuk ettirilmeyen harcamalar (yolluklar, ilama bağlı borçlar gibi) ilgili yıl bütçesi içinde değil tahakkuk ettirilen yıl bütçesine bütçe gideri olarak yazılmak suretiyle muhasebeleştirilebilecektir.

Bunun da Anayasanın 161 inci, 162 nci ve 163 üncü maddelerinde yer alan ilkelere aykırı olduğu ortadadır.

Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerindeki hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı da açıktır.

Açıklanan nedenlerle 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesinin 1050 sayılı Kanuna eklediği “Ek Madde 12” Anayasanın 2 nci, 11 inci, 161 inci, 162 nci ve 163 üncü maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.

2) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesinin (b) Bendinin Değiştirdiği 5434 Sayılı Kanunun 40 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasındaki “hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı



5335 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin (b) bendi hükmü ile; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrası değiştirilerek iştirakçilerin görevleri ile ilişkilerinin kesilmesini gerektiren yaş sınırı 65 olarak belirlenmekte ancak, hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında (43 üncü maddede yazılı olanlar dışında) hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabileceği hükme bağlanmaktadır.



08.06.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun emeklilik yaş hadlerini düzenleyen 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasında, iştirakçilerin görevleriyle ilgilerinin kesilmesini gerektiren yaş sınırının 65 yaşını doldurdukları tarih olduğu belirtilmiş, diğer fıkralarında da hizmetlerin nitelik ve özelliklerine göre genel yaş sınırının üstünde ya da altında olan özel yaş sınırları öngörülmüştür. 40 ıncı maddede, 5434 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1949 yılından bu yana çeşitli değişiklikler yapılmasına karşın, maddenin ilk şeklinde yer alan iştirakçilerin görevleri ile ilişkilerinin kesilmesini gerektiren 65 yaş sınırı hep korunmuş ancak ilk kez 16.03.2003 günlü, 4827 sayılı Kanunun 2 nci maddesi ile değiştirilerek 61’e indirilmiştir. Yapılan değişikliğin Cumhurbaşkanı tarafından veto edilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geri gönderilmesi üzerine çıkarılan 03.04.2003 günlü, 4839 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle yaş sınırı yeniden 61’e indirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 08.05.2003 günlü, E. 2003/31, K. 2003/3 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararıyla bu Kanunun yaş sınırını 61’e indiren kuralını da içeren kimi maddelerinin yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmiştir. Bu karardan sonra çıkarılan 08.07.2003 günlü, 4919 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değiştirilen 5434 sayılı Yasanın 40 ıncı maddesiyle iştirakçilerin görevleri ile ilişkilerinin kesilmesini gerektiren yaş haddinin 61 yaşını doldurdukları tarih olduğu belirlenmiş, 2 nci maddesiyle aynı Kanuna eklenen Geçici 215 inci maddeyle de, bu kanunun yayımı tarihinde 61 ve daha yukarı yaşları doldurmuş olanlar ile 61 yaşını doldurmasına kısa bir süre kalanlar için 1 ilâ 6 ay arasında değişen süreleri kapsayan geçiş dönemi öngörülmüştür.



Yapılan bu son düzenleme de, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2003 günlü, E. 2003/67, K. 2003/88 sayılı kararıyla;



“Dava konusu kuralın getirilmesindeki amaç, gerekçesinde belirtildiği gibi, gerçekten genç ve yetenekli kişilere yükselme olanağı sağlanması ve kamu yönetiminde etkinliğin artırılması ise bu amaca, hukuk güvenliği ilkesini zedelemeden ve finansman sorunu ile karşı karşıya olduğu bilinen ilgili sosyal güvenlik kurumunun aktüeryal dengelerini bozmadan ulaşılması gerektiğinde duraksanamaz.



Öte yandan, 61 ilâ 65 yaş arasında olup, devlet bürokrasisinin üst kademelerinde yer alan ve kamu hizmetinin başarı ile sürdürülebilmesi için gerekli bilgi, birikim ve deneyime sahip çok sayıdaki kişinin görevine, hukuk güvenliğini sarsmayacak biçimde makûl ve ölçülü bir geçiş süreci öngörülmeksizin yasa ile son verilmesinin kamu hizmetinin görülmesini olumsuz yönde etkileyeceği açıktır.



Geçici 215 inci maddenin birinci fıkrasıyla yeni uygulamaya intibak için basamaklar saptanırken daha uzun bir zaman dilimi yerine 1 ilâ 6 ay arasında değişen kısa bir geçiş sürecinin benimsenmesi, kişilerin yarınlarından kaygı duymamaları, bu bağlamda istikrarlı bir çalışma yaşamı sürdürebilmeleri için gerekli olan hukuk güvenliği ilkesini sarsıcı niteliktedir.



Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, hukuk güvenliği ile sosyal ve ekonomik hakları yaşama geçirmekle yükümlü sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığından Anayasanın 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.”



gerekçeleri ile iptal edilmiştir.



5335 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendindeki iptali istenen düzenlemeyle; 61 yaşını dolduranların görevlerine hukuk güvenliğini sarsmayacak biçimde makûl ve ölçülü bir geçiş süreci öngörülmeksizin kurumlarınca son verilmesi imkanının tanınması, aşağıda açıklanan nedenlerle ve Anayasa Mahkemesinin yukarıda açıklanan kararında da belirtildiği üzere, hukuk güvenliği ile sosyal ve ekonomik hakları yaşama geçirmekle yükümlü sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamakta ve Anayasanın 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırı düşmektedir.



Anayasanın 2 nci maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasanın ve yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasakoyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Hukuk devletinin temel öğelerinden biri de güvenilirliliktir Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.



Hukuk güvenliği, “belirlilik ve öngörülebilirlik” gerektirir.



Hukuk güvenliğinin sağlanmasında, “kazanılmış haklar”ın korunması da temel bir unsurdur.



Kişiler 5434 sayılı Kanun kapsamında bir göreve atandıklarında kanunun açıkça sıraladığı ve herkes için geçerli, genel ve nesnel ayrık haller dışında, yine kanunun gösterdiği zorunlu emeklilik yaş sınırına gelinceye kadar çalışabileceklerini bilir ve yaşam düzenlerini bu durum üzerine kurarlar.

Kişilere, kurumlarındaki yetkililerin tamamen öznel olarak belirleyecekleri “hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlar” da, 61 yaşında yani zorunlu emeklilik yaş sınırına gelmeden önce yaş haddi uygulanabilmesine imkan tanınması, onların zorunlu emeklilik yaş sınırına kadar çalışabilecekleri konusundaki belirlilik ve öngörülebilirliği, dolayısı ile hukuka güven duygularını kökünden zedeleyecek; memuriyete girerken kazandıkları zorunlu yaş sınırına kadar çalışabilme haklarını yok edecektir.



Kuşkusuz, görevin gereklerinin kamu yararına uygun biçimde yerine getirilebilmesi için zorunlu emeklilik yaş sınırına gelmeden memura yaş haddi uygulanması, bazı durumlarda bir gereklilik olabilir. Ne var ki yaş haddi uygulanabilecek bu gibi haller, ancak yasada kamu yararı amacı çerçevesinde, herkes için geçerli, genel ve nesnel bir biçimde tadadi olarak gösterilmeleri halinde, hukuk güvenliğine, hukuk düzeninden beklenen belirlilik ve öngörülebilirliğe, kazanılmış haklara ve sosyal hukuk devleti anlayışına aykırı düşmeyecek ayrık durumlar niteliğini kazanabilirler.



Çünkü bir hukuk devletinde, belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamak için, kişilerin haklarının yanı sıra, yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının ve içeriğinin de yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Bu, aynı zamanda idarenin yargısal denetiminin gerçekleştirilmesi bakımından da büyük önem taşır.



İptali istenen ibarede ise, yürütme organına – kurumlara 61 yaşını dolduranlar hakkında verilen yaş haddi uygulama yetkisinin sınırı, “hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlar” olarak gösterilmiş ancak bu durumların neler olabileceği sıralanmamıştır.



Bu nedenle, bu yetkinin takdire bağlı olarak kullanılacağı anlaşılmaktadır.



Söz konusu yetkinin esasları yasa ile gösterilmediği için, bu yetkinin keyfi ve öznel kullanımlara yol açabileceği açıktır.



Bir kurumun, hizmetin gereği ve niteliği bakımından yaş haddi uygulamasını uygun bulduğu bir durumu, bir başka kurum böyle bir uygulama için geçerli bir neden olarak görmeyebilecek; aynı kurum içinde veya birbirinden farklı kurumlarda aynı durumdaki kişilere farklı uygulamalar yapılabilecektir.



Böyle bir durumun, hukuk düzeninden beklenen “belirlilik ve öngörülebilirlik” i sağlayamayacağı açıktır. Bu bakımlardan Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti ilkesine aykırı düşen söz konusu ibarenin, aynı durumdaki kimselere farklı hükümler uygulanmasına yol açabileceği için, Anayasanın 10 uncu maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesiyle çelişeceği de ortadadır.



Diğer yandan idareye esasları yasa ile gösterilmeden iptali istenen ibarede belirtilen türden bir yetki tanınması, bu konuda asli düzenleme yetkisinin idareye bırakılması anlamını taşımaktadır. Çünkü yasada hangi durumların hizmetin gerekleri ve niteliği bakımından 61 yaşını dolduranlar için yaş haddi uygulamasını zorunlu kılacağı tadadi biçimde, genel ve nesnel olarak gösterilmemiştir. Halbuki Anayasanın 8 inci maddesi, yürütme yetki ve görevinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağını ve yerine getirileceğini; 123 üncü maddesi ise idarenin görevlerinin kanunla düzenleneceğini ifade etmektedir. Bu hükümler yürütmenin – idarenin Anayasada gösterilen ayrık haller dışında asli düzenleme yetkisi olmadığını ve tüm yetkilerini kanundan ve Anayasadan aldığını ortaya koymaktadır. Asli düzenleme yetkisi Anayasanın 7 nci maddesine göre yasamanındır ve devredilemez. Devredildiği takdirde kökenini Anayasadan almadığı için Anayasanın 6 ncı maddesine aykırı bir nitelik taşır.



Bu nedenle, söz konusu iptali istenen ibare ile hangi durumların hizmetin gerekleri ve niteliği bakımından 61 yaşını dolduranlar için yaş haddi uygulamasını zorunlu kılacağını belirleme yetkisinin, asli bir düzenleme yetkisi görünümünde idareye bırakılması, Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı düşmektedir.



İptali istenen ibare, kurumlara yaş haddi uygulama yetkisini verirken bunun esaslarını belirtmediği için aynı zamanda idarenin kanunla düzenleneceğini ifade eden Anayasanın 123 üncü maddesi ile de çelişmektedir.



Anayasanın 128 inci maddesi, memurların ve diğer kamu görevlilerinin niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin, hakları ve yükümlülüklerinin, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla gösterileceğini belirtmektedir.



İptali istenen ibare, kurumlara yaş haddi uygulama yetkisini verirken, bunun esaslarını belirtmediği için “kanunla gösterme” gereğini yerine getirmemiş olması bakımından, Anayasanın 128 inci maddesine de aykırı bir görünüm taşımaktadır.



Anayasanın 17 nci maddesinin ilk fıkrasında herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiş, Anayasanın 5 inci maddesinde de; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığını gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.Devletin bu yükümlülüğünü eşitlik ilkesini gözeterek hiçbir ayırım yapmadan herkes için geçerli olacak biçimde yerine getirmesi gerekmektedir. İptali istenen düzenleme ise, devletin bu yükümlülüğünü gözardı ettiği ve gerçekleştirmesine imkan bırakmadığı için Anayasanın 5 inci maddesine de aykırıdır.



5335 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin (b) bendinin değiştirdiği 5434 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki iptali istenen düzenlemenin, Anayasanın çeşitli hükümlerine aykırı olması, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerinin ve dolayısı ile Anayasanın 11 inci maddesinin de ihlâli sonucuna yol açmaktadır.



Açıklanan nedenlerle, 21.04.2005 tarih ve 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesinin (b) bendinin değiştirdiği 5434 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki “hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” ibaresi Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 10 uncu, 11 inci, 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.



3) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 5 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının (b) Bendinin Değiştirdiği 206 Sayılı Kanunun 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) ve (b) Bentlerinin Anayasaya Aykırılığı



5335 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile değiştirilen 209 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının iptali istenen (a) ve (b) bentleri ile; koruyucu sağlık hizmetlerinin verildiği, birinci basamak da dahil olmak üzere, Sağlık Bakanlığı’na bağlı tüm kuruluşlarda, tüm hizmetler paralı hale getirilmektedir.



209 Sayılı Kanunda yapılan bu değişiklik sonucu; birinci basamak sağlık hizmeti sunan kuruluşlar da dahil olmak üzere Sağlık Bakanlığı kurum ve kuruluşları ile bağlı kuruluşlarındaki; muayene, teşhis, tedavi, laboratuvar, tetkik ve tahlil işleri, aşı, ilaç, serum v.b. tüm hizmet ve uygulamalar için yurttaşlar para ödeyeceklerdir. Yasa, söz konusu hizmetler için halktan alınacak paraların sağlık kuruluşlarının döner sermayesine eklenerek, sağlık kuruluşlarının ihtiyaçlarının karşılanacağını hükme bağlamaktadır.



Anayasanın 56 ncı maddesinde Devlete, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama görevi verilmiştir. Anayasanın 65 inci maddesinde, Devletin sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini mali kaynaklarının yeterliği ölçüsünde yerine getireceği belirtilmiş olduğundan sağlık hizmetlerinin de devletçe saptanan bir bedeli olması tabiidir. Ancak yine Anayasanın 65 inci maddesine göre bu bedelin tespitinde, devlete verilen görevlerin amaçlarına uygun önceliklerinin de gözetilmesi gerekir.



İptali istenen düzenleme, sağlığın kamusal bir hizmet olmaktan çıkartıldığının ve halkın sağlığının piyasa koşullarına devredildiğinin belgesidir. Çünkü bu ülkenin yurttaşları para vermeden bir kızamık aşısı, bir verem aşısı bile olamayacaklardır. Yoksul halk, sağlık ocaklarından ve hastanelerden adeta dışlanmaktadır. Bu düzenleme ile; toplumumuzun bugünün de ve yarının da, sağlığı elinden alınmakta “paran kadar sağlık” anlayışı kurallaştırılmaktadır. Bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasanın 56 ncı ve 65 inci maddeleri ile aykırı düşmektedir.



Böyle bir düzenlemenin sağlık hizmetlerinden yararlanma bakımından mali olanakları elverişli olanlarla olmayanlar arasında Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı bir eşitsizlik yaratacağı da ortadadır.



Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin 16.11.2000 tarihli E. 2000/26, K. 2000/48 sayılı kararında açıklandığı üzere;



“Anayasanın 2 nci maddesinde sözü edilen sosyal hukuk devleti, insan haklarına saygılı, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi ve mali tedbirler alarak çalışanları koruyan ve insanca yaşamalarını sağlayan, işsizliği önleyen, milli gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gereken önlemleri alan, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi kuran devlettir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin tüm kurumlarıyla Anayasanın özüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını ve işlemesini gerekli kılar. Sosyal hukuk devletinde kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla olanaklıdır. Bu bağlamda sosyal hukuk devletinin gerçekleştirilebilmesi için zaman zaman farklı ekonomik ve sosyal politikalar uygulaması gerekebilir. Ancak, bunların sınırı kuşkusuz ki, temel hukuk kuralları ve Anayasadır.”



“Paran kadar sağlık” anlayışını kurallaştıran, güçsüz yoksul halkı sağlık ocaklarından ve hastanelerden dışlayan bir düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen “sosyal hukuk devleti” ilkesi ile bağdaştırılmasının da mümkün olamayacağı açıktır.



Anayasanın çeşitli hükümlerine aykırı bir düzenleme, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerinin ve dolayısı ile Anayasanın 11 inci maddesinin de ihlâli sonucuna yol açmaktadır.



Açıklanan nedenlerle, 5335 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile değiştirilen 209 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 11 inci, 56 ncı ve 65 inci maddelerine aykırı olup, iptalleri gerekmektedir.



4) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 19 uncu Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendinin 28.03.2002 Tarihli ve 4749 Sayılı Kanunun 6 ncı Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkralarının Sonlarına Eklediği Cümlelerin Anayasaya Aykırılığı



5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde 4749 sayılı kanunun 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasının sonuna getirilen düzenleme ile 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri Hakkındaki kanunun Ek Geçici 2 nci maddesi çerçevesinde ortaya çıkan ve görev zararı niteliğindeki borçlar hakkında özel tertip devlet iç borçlanma senetlerine ilişkin sınırlayıcı hükümlerin uygulanmayacağı öngörülmektedir.



4572 sayılı Kanunun Geçici 2 nci maddesinin c bendi şu öyledir:



“c) Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin 01.05.2000 tarihinden önce mevcut özel bünye faaliyetleri ile ilgili banka borçları, birliklerin yeniden yapılandırma sürecinde Yeniden Yapılandırma Kurulunun önerileri dikkate alınarak Hazine tarafından söz konusu borçların, hangi miktar ve koşullarda üstlenileceğine ve 28.03.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanun ve ilgili yıl bütçe kanunu hükümleri çerçevesinde üstlenilecek borçların tasfiye edilmesine ilişkin esas ve usuller Bakanlar Kurulunca belirlenir.”



Bugün toplam 17 adet “Birlik” ve 300’ün üzerinde “Kooperatif” faaliyetini sürdürmektedir. Getirilen söz konusu düzenleme ile; 4572 sayılı kanun çerçevesinde yeniden yapılandırılması öngörülen birliklerin 01.05.2000 tarihinden önceki banka borçları, Hazine tarafından Bakanlar Kurulunca belirlenen usul ve esaslar dahilinde silinecek ve bu silinme karşılığında, Hazine’nin üstüne kalan mali yükümlülük ilgili yıl bütçesinde gösterilmeyecektir.



4794 sayılı kanunun 6 ncı maddesinin ikinci fıkrası esas olarak ikrazen özel tertip iç borçlanma senetlerinin çıkarılmasını bütçede yeterli ödeneğinin olması şartına bağlamıştır. Bunun nedeni de, hangi amaç için (başta görev zararları olmak üzere) çıkarılacak olursa olsun, çıkarılan özel tertip borçlanma senetlerinin harcamayla ilişkisinin kurulmasıdır. Yani, kamunun üstlendiği her türlü yükümlülük bütçenin harcama kanadı ile ilişkilendirilerek şeffaf bir şekilde kamuoyunun ve parlamentonun bilgisine sunulmakta ve bu yolla kamu harcamalarının gizlenmesinin de önüne geçilmiş olmaktadır. İptali istenen bu düzenleme ile, geçmiş dönemlerin kötü ve kamu yararı bulunmayan uygulamalarına dönüş yapılmaktadır. Tarım Satış Kooperatifleri adına, Hazinenin üstlendiği görev zararı niteliğindeki ödemeler, bütçe harcamaları arasında gösterilmemek suretiyle gizlenmekte, böylece bütçe açığı düşük gösterilmektedir.



Bilgi alınan iki kurumun kayıtlarından bu nitelikteki borcun 500 trilyonun üzerinde olduğu tespit edilmiştir (2004 yıl sonu itibariyle). Bu kurumlar, borçlarının bugüne kadar ancak yüzde 4’ünü ödeyebilmişler ve sürekli artan bir faiz yükü ile karşı karşıya kalmışlardır. Konuya ilişkin olarak yapılan başka çalışmalar incelendiğinde, 17 Birliğin toplam borcunun 2 katrilyona yaklaştığı ifade edilmektedir (Borsavizyon Dergisi, Ankara Ticaret Borsası, Faik Yavuz, Mayıs 2003).



Getirilen bu düzenlemede, Hazinenin ne düzeyde ve hangi birliklerin banka borçlarını üstleneceği açık değildir.



Halbuki yürütme yetki ve görevinin Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılıp yerine getirileceği ve idarenin kuruluş ve görevlerinin kanunla gösterileceği Anayasanın 8 inci ve 123 üncü maddelerinde ifade edilmektedir.



Hazinenin ne düzeyde ve hangi birliklerin banka borçlarını üstleneceğinin yasada açıkça gösterilmemesi Anayasanın 8 inci ve 123 üncü maddelerinde belirtilen kanunilik ilkesine aykırıdır. Böyle bir düzenleme hangi birliklerin banka borçlarını üstleneceğine idarenin takdire bağlı olarak karar vermesine imkan tanır. Bu da idarenin hangi birliklerin banka borçlarını üstleneceğine ilişkin asli düzenlemeyi kendi kendisine yapması anlamına gelir. Halbuki Anayasanın 8 inci maddesi yürütmenin Anayasada gösterilen ayrık haller dışında asli düzenleme yetkisi olmadığını; Anayasanın 7 nci maddesi bu yetkinin yasamaya ait olduğunu ve devredilemeyeceğini, devredildiği takdirde kökenini Anayasadan almayan bir yetki görünümüne gireceğini ortaya koymaktadır.



Bu nedenle, iptali istenen düzenleme, Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı bir yetki devri yapmaktadır.



Yapılan hesaplamada normal senaryoda bu kuruluşların silinecek banka alacağının en az 1.2 katrilyon, olumsuz senaryoda ise en az 2 katrilyonun üzerinde olduğu tahmin edilmiştir. Bunun anlamı, bu tutarda mali yükün Hazine tarafından özel tertip tahvil çıkarılmak suretiyle kamu borcunu artıracak şekilde finanse edilmesidir.



Yine 5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendiyle yapılan diğer bir düzeleme ile; Tasarruf Mevduat Sigortası Fonundan olan alacaklar içinde, 4794 sayılı kanunun 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının hükmünün uygulanmayacağı öngörülmektedir. Bunun anlamı, TMSF’den olan Hazine alacaklarının silinmesi durumunda silinen tutarın bütçede harcama olarak yazılmamasıdır. Halbuki 4794 sayılı kanunun değinilen hükmünün amacı, bu şekilde alınacak olan politik bir kararın maliyetinin açıkça ortaya konması ve hesap verebilirliğin işlemesidir. TMSF kapsam dışına çıkarılmak suretiyle üstlenilen alacak (silinen) tutarı kadar olan harcama uluslararası uygulamalara da aykırı bir şekilde bütçede gösterilmemek suretiyle bir anlamda gizlenmiş olmaktadır.



Eylül 2004 sonu itibarıyla TMSF’nin bilançosunda Hazinenin toplam alacağı 47.1 katrilyon lira tutarındadır. Bu tutarın 26.2 katrilyon lirası nakit olarak kullanılmış gözükmektedir. Geri kalan 20.8 katrilyon lira ise henüz TMSF tarafından kullanılmamıştır. Biriken faiz giderleri tahakkuku ise 12 katrilyon liraya ulaşmıştır.



İptali istenen söz konusu düzenlemelerin, açıkça mali disiplini bozacak nitelikte olduklarından, kamu yararı amacı güdülerek yapılmadıkları anlaşılmaktadır.



Anayasa Mahkemesinin 20.11.1990 gün ve E. 1990/13, K. 1990/30 sayılı Kararında;



“Anayasanın 2 nci maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti ... bir hukuk Devletidir.” denilmektedir.



Yasaların kamu yararına dayanması gereği, kuşkusuz hukuk devletinin önde gelen koşullarından birisini oluşturmaktadır. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin yerleşmiş anlayışını yansıtan kararlarında belirtildiği gibi;



Anayasanın 2 nci maddesinde tanımlandığı üzere Devletimiz bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında <<yasaların kamu yararına dayanması>> ilkesi vardır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düşüncesi olmaksızın başka deyimle yalnızca özel çıkarlar veya yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir yasa kuralı Anayasanın 2 nci maddesine aykırı nitelikte olur ve dava açıldığında iptali gerekir. Çıkarıldığı zaman kamu yarârına dayanan kuralın, koşulların değişmesi sonucunda kamu yararını karşılayamaz duruma geldiğinde dahi iptali gerekir.



Buna göre yasaların, amaç ögesindeki sakatlık başlıbaşına bir aykırılık nedeni oluşturabilecektir.”



denilmiştir.



Kamunun üstlendiği her türlü yükümlülüğün bütçenin harcama kanadı ile ilişkilendirilerek şeffaf bir şekilde kamuoyunun ve parlamentonun bilgisine sunulmasında ve bu yolla kamu harcamalarının bilinmesinde, kamu yararı bulunduğu kuşkusuzdur. İptali istenen düzenlemeler, böyle bir bilgi edinmeyi ve hesap verebilirliğin işlemesini engellediğinden, kamu yararı amacını gütmemekte ve başka bir amaca yönelmiş bulunmaktadır. Kamu yararı amacına yönelik olmayan yasama işlemleri ise Anayasa Mahkemesinin yukarıda değinilen kararında açıklandığı üzere amaç öğesi bakımından sakattırlar ve bu durum başlıbaşına Anayasaya aykırılık nedenidir.



Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerinde ifade edilen hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E. 1987/28, K. 1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225).



5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 4749 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının sonlarına eklediği ve açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı cümlelerin iptal edilmeleri gerekmektedir.



5) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 19 uncu Maddesinin Birinci Fıkrasının (f) Bendinin Yeniden Düzenlediği 28.03.2002 Tarihli ve 4749 Sayılı Kanunun 17 nci Maddesinin (c) Fıkrasının (1) Numaralı Bendindeki “ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” İbaresi ile (2) ve (3) Numaralı Bentlerinin Anayasaya Aykırılığı



5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin iptali istenen hükümleri ile; 28.03.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun, Anayasa Mahkemesinin 28.01.2004 tarih ve E. 2003/86, K. 2004/6 sayılı kararı ile iptal edilen 17 nci maddesi (C) fıkrası yeniden düzenlenmiş; ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendirenlerin andlaşmaların yayımlanmadan yürürlüğe konulmaları kabul edilmiştir.



Anayasa Mahkemesinin söz konusu iptal kararında aynen şöyle denilmiştir:



“4969 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin (c) fıkrasıyla, 4749 sayılı Kanunun 17 nci maddesine eklenen (C) fıkrası ile, 4749 sayılı Yasa çerçevesinde imzalanan andlaşmaların, 23.05.1928 tarihli ve 1322 sayılı Kanunların ve Nizamnamelerin Sureti Neşir ve İlanı ve Meriyet Tarihi Hakkında Kanun uygulamasının dışında olacağı ve bu nedenle Resmi Gazete’de yayımlanmayacağı hükmü getirilmiştir.



Anayasanın 90 ıncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre, milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz. Bu hükme koşut düzenleme getiren 244 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin 3 nolu bendinde, “Milletlerarası bir andlaşmaya dayanılarak Bakanlar Kurulunca yapılan teknik veya idari nitelikteki uygulama andlaşmalarından ve kanunun verdiği yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulunca yapılıp … Millet Meclisi’nin bilgisine sunulanların dışında kalan teknik veya idarî andlaşmalardan iktisadî veya ticarî nitelikte olmayan, özel kişilerin haklarını ilgilendirmeyen ve Türk kanunlarına değişiklik getirmeyenlerin yayınlanması zorunlu değildir. Bu fıkra gereğince yayınlanması zorunlu olmayan andlaşmalar hakkında … çıkarılan kararnamelerin yayınlanması da zorunlu değildir.” denilmektedir.



Bu düzenlemelere göre, Anayasanın 90 ıncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca TBMM’nce uygun bulunması zorunluluğu olmayan andlaşmalardan, ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendirenlerin yayımlanmadan yürürlüğe konulmaları olanaksızdır.



4749 sayılı Kanunun tahvil ihracı ile ilgili andlaşmalar dışında Türkiye Cumhuriyetinin borçlu sıfatıyla taraf olduğu (Madde 7/2), hazine garantilerine ilişkin (Madde 8/2), Avrupa Birliğinden sağlanacak hibeler hariç olmak üzere ayni ve nakdi hibe alınması (Madde 9/1), yabancı ülkelere, yabancı ülkelerin kuruluşlarına, uluslararası kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına nakdi hibe vermeye yönelik (Madde 9/2), yabancı ülke ve kuruluşlara yapılacak savunma ve güvenlik amaçlı hibe ve yardımlarla ilgili (Madde 9/3), yabancı ülkeler, yabancı ülkelerin kuruluşları, uluslararası kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına borç vermeye yönelik (Madde 10/1), Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin Yüksek Danışma ve Kredileri Yönlendirme Kurulu tarafından onaylanan yıllık programında yer almayan ülkelerde ve OECD uzlaşması hükümlerine uygun olmayan, ancak ülkemizin çıkarları açısından özel önem arz eden projelerin kredilendirilmesi (Madde 10/3), Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin yabancı ülkelere ve bu ülkelerdeki kuruluşlara verdiği kredilerin üç yıl veya daha uzun vadeli olarak yeniden yapılandırılmasıyla ilgili (Madde 10/3) ve Bakü – Tiflis – Ceyhan boru hattı projesi tahtındaki akdedilecek uygulama andlaşmalarını (Geçici Madde 6) kapsadığı, yabancı ülke ve kuruluşlarla yapılacak savunma ve güvenlik amaçlı hibe ve yardımlarla ilgili andlaşmalarda olduğu gibi, kimi ayrık durumlar dışında, bu andlaşmaların genel anlamda ekonomik ve ticari özelliği olan kamu finansmanı ve borç yönetimiyle ilgili bulunduğu anlaşılmaktadır.



Bu durumda, dava konusu kuralla 4749 sayılı Yasa kapsamına giren andlaşmalar arasında ağırlıklı olarak 90 ıncı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca Resmi Gazete’de yayımlanması gerekenlerin de bulunduğu gözetilmeksizin, söz konusu Yasaya göre imzalanan andlaşmaların tümünün Resmi Gazete’de yayımlanmayacağını öngören dava konusu kural Anayasanın 90 ıncı maddesine aykırıdır. İptali gerekir



“5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin yeniden düzenlediği 4749 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (c) fıkrasının (1) numaralı bendinde; “Savunma ve güvenlik amaçlı kredi ve hibe anlaşmaları” ile 4749 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalarının Resmi Gazete’de yayımlanmayacağı öngörülmüştür.



“Savunma ve güvenlik amaçlı kredi ve hibe anlaşmaları” hariç iptali istenen söz konusu (1) numaralı alt bendi uyarınca Resmi Gazete’de yayımlanmayacağı belirtilen 4749 sayılı Kanunun 9 uncu ve 10 uncu maddeleri kapsamına giren andlaşmalar arasında Anayasanın 90 ıncı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca Resmi Gazete’de yayımlanması gerekenler bulunmaktadır. Nitekim, Avrupa Birliğinden sağlanacak hibeler hariç olmak üzere ayni ve nakdi hibe alınmasına ilişkin andlaşmalar (Madde 9/1), yabancı ülkelere, yabancı ülkelerin kuruluşlarına, uluslararası kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına nakdi hibe vermeye yönelik andlaşmalar (Madde 9/2), yabancı ülkeler, yabancı ülkelerin kuruluşları, uluslararası kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına borç vermeye yönelik anlaşmalar (Madde 10/1), Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin Yüksek Danışma ve Kredileri Yönlendirme Kurulu tarafından onaylanan yıllık programında yer almayan ülkelerde ve OECD uzlaşması hükümlerine uygun olmayan, ancak ülkemizin çıkarları açısından özel önem arz eden projelerin kredilendirilmesine ilişkin andlaşmalar (Madde 10/3); ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar olup; Anayasanın 90 ıncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Resmi Gazete’de yayımlanmadan yürürlüğe konulmaları olanaksızdır.



Yine, 5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin yeniden düzenlediği 4749 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (c) fıkrasının (2) ve (3) numaralı bentlerinde belirtilen andlaşmalar da genel anlamda ekonomik ve ticari özelliği olan kamu finansmanı ve borç yönetimiyle ilgili andlaşmalar olduğundan Resmi Gazete’de yayımlanmaları Anayasanın 90 ıncı maddesinden doğan bir zorunluluktur.



Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” denilmektedir. Buna göre, Anayasa Mahkemesi kararları yayımlanmakla bağlayıcılık özelliği kazandığından, yasama organı aynı konuda düzenleme yaparken bu kararları etkisiz veya sonuçsuz bırakacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve iptal edilen kuralları yeniden yasalaştırmamak zorundadır. Anayasa Mahkemesi kararlarının sonuçları kadar gerekçelerinin de bağlayıcılığı tartışılamaz. Çünkü kararlar gerekçeleri ile bir bütünlük oluştururlar ve bu doğrultuda yasamanın da içinde yer aldığı devletin ve kişilerin etkinliklerinde yönlendirici ve belirleyici olurlar. Bu nedenle yasama organı iptal edilen yasaların yerine yeni düzenleme yaparken kararların gerekçelerini de gözönünde bulundurmakla yükümlüdür.



Bu nedenle iptali istenen kural, Anayasa Mahkemesinin 28.01.2004 tarih ve E. 2003/86, K. 2004/6 sayılı kararındaki gerekçe gözetilmediği için Anayasanın 153 üncü maddesine de aykırı düşmektedir.



Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerindeki hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı da açıktır.



5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin yeniden düzenlediği 4749 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (c) fıkrasının (1) numaralı bendindeki “ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” İbaresi ile (2) ve (3) numaralı bentleri Anayasanın 2 nci, 11 inci, 90 ıncı ve 153 üncü maddelerine aykırı olup, iptalleri gerekmektedir.



6) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 21 inci Maddesinin (b) Fıkrasının 4925 Sayılı Kanunun 33 üncü Maddesine Eklediği İkinci Fıkranın (2) Numaralı Bendindeki “yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı



5335 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b) fıkrasının 4925 sayılı Kanunun 33 üncü maddesine eklediği ikinci fıkranın (2) numaralı bendinde, Ulaştırma Bakanlığına yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerindeki araçları satın alma yetki verilmesi, kamu yararını değil, başka kişileri koruma amacına yönelik bir düzenlemedir. Eski taşıt alınması, döner sermaye işletmelerini zarara uğrayacakları yatırımlara yönelmeye ve kamu gelirlerini kötü harcamaya yöneltebilir.



Yasama erkinin böyle bir sonucu verecek bir düzenleme yapmak için kullanılması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.



Anayasanın 2 nci maddesinde; «Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan hakların, saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu belirtilmektedir. <<Yasaların kamu yararına dayanması>> gereği kuşkusuz hukuk devletinin önde gelen unsurlarından birisini oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 22.06.1972 günlü, E. 1972/14, K. 1972/34 sayılı kararında, «Hukuk Devleti ilkesinin öğeleri arasında <<yasaların kamu yararına dayanması>> ilkesinin de var olduğu açıklanmıştır. Bu karara göre, «Anayasanın 2 nci maddesinde tanımlandığı üzere Devletimiz bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında <<yasaların kamu yararına dayanması>> ilkesi vardır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düşüncesi olmaksızın başka bir deyimle yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir yasa kuralı Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olur ve iptali gerekir.



Böyle bir düzenlemenin Ulaştırma Bakanlığını diğer gerçek ve tüzelkişiler için araç satınalma konusunda mevzuatın getirdiği yaş sınırlamalarının dışında tutması, Anayasanın 10 uncu maddesinde ifade edilen eşitlik ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.



Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225).

Açıklanan nedenle, 5335 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (b) fıkrasının 4925 sayılı Kanunun 33 üncü maddesine eklediği ikinci fıkranın (2) numaralı bendi eşitlik ve yasaların kamu yararına dayanması ilkesi ile bağdaşmadığından Anayasanın 2 nci, eşitlik ilkesine aykırı olduğu için Anayasanın 10 uncu ve Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesine aykırı olduğundan Anayasanın 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.



7) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 25 inci Maddesinin 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye Eklediği Ek Madde 1’in Birinci ve Sonuncu Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı



25 inci maddesinin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklediği Ek Madde 1’in birinci fıkrası ile; bu fıkrada belirtilen kamu kurum ve kuruluşlarının görevleri ile ilgili olarak yayımlayacakları kitap, dergi, ansiklopedi, gazete, bülten ve broşür gibi yayınlar için ödenecek telif ve işlenme ücretleri ile basılı ve basılacak eser inceleme ücretlerinin ve bunlara ilişkin usûl ve esasların Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenleneceği hükme bağlanmıştır.



Yine bu maddenin son fıkrasında da, bu madde kapsamına giren eserlerin seçilmesi, yayımlanması, yayım ve ansiklopedi yazı kurullarının kurulması, çalışma esasları, görevleri ve yetkileri ile diğer hususların kurumlar tarafından çıkarılacak yönetmeliklerde düzenleneceği öngörülmüştür.



Bu hükümlerde, söz konusu kurum ve kuruluşların yayımlayacakları kitap, dergi, ansiklopedi, gazete, bülten ve broşür gibi yayınlar için ödenecek telif ve işlenme ücretleri ile basılı ve basılacak eser inceleme ücretlerinin nasıl ve neye göre belirleneceği ve bunlara ilişkin usûl ve esaslara ilişkin ilkeler konusunda her hangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Aynı şekilde iptali istenen son fıkra hükmünde de, bu madde kapsamına giren eserlerin seçilmesi, yayımlanması konularında hiçbir düzenleme yapılmamıştır. Bu nedenle, idareye yönetmelikle belirleme konusunda verilen yetki, asli düzenleme yetkisidir. Halbuki Anayasaya göre, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında, yürütmenin asli düzenleme yetkisi yoktur; yürütme Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacak ve yerine getirilecek bir yetki ve görevdir.



İptali istenen Ek Madde 1’in birinci ve son fıkraları, yürütmeye asli düzenleme yapmak imkanı tanıdığı için Anayasanın 8 inci maddesine; yasamaya ait olan asli düzenleme yetkisini yürütmeye devrettiği için Anayasanın 7 nci maddesine; böyle bir yetki Anayasaya dayanmadığı için Anayasanın 6 ncı maddesine aykırıdır. Diğer taraftan son fıkra hükmünde, “yayım ve ansiklopedi yazı kurullarının” görevleri ve yetkilerinin düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmış olduğundan bu fıkra hükmü ayrıca Anayasanın 123 üncü maddesinin birinci fıkrasına da aykırı düşmektedir. Çünkü 123 üncü maddenin birinci fıkrasına göre idarenin kuruluş ve görevlerinin yasa ile düzenlenmesi gerekmektedir.



Anayasaya aykırı bir hükmün hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddeleriyle bağdaşmayacağı da açıktır.



Açıklanan nedenlerle, 5335 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklediği Ek Madde 1’in birinci fıkrası ile sonuncu fıkrası Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine ve son fıkra ayrıca Anayasanın 123 üncü maddesine aykırı olup, iptalleri gerekmektedir.

8) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 28 inci Maddesinin (m) Fıkrasının (1) Numaralı Bendinin Değiştirdiği 5216 Sayılı Kanununun 6 ncı Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı



10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrası, ilçe ve ilk kademe belediyesi olarak büyükşehir belediye sınırları içine katılan ilçe belediyelerinin beşte bir, ilk kademe belediyelerinin onda bir oranında meclis üyesi ile temsilini öngörmekte idi.



5335 sayılı kanunun 28 inci maddesi ile 5216 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrasını değiştirilerek ilçe ve ilk kademe belediyesi olarak büyükşehir belediye sınırları içine katılan belediyelerin, mevcut belediyelerin temsil edildiği şekilde büyükşehir belediye meclisinde temsil edilmesi ilkesini getirilmiştir. Bu değişikliğin anlamı şudur: Yasanın değişmeden önceki halinde ilk kademe belediyeleri, belediye meclisinde onda bir oranında temsil edilirken, yasa değişikliğinden sonra beşte bir oranında temsil edilmeye başlayacaktır.



Çünkü, 5216 sayılı Kanunun meclis üyelerinin temsili konusundaki özel düzenlemesi değil, 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 6 ncı maddesi hükümleri geçerli olacaktır. Söz konusu düzenlemedeki, “büyük şehir belediye meclisleri, belediye hudutları içinde kalan ilçe seçim çevreleri için tespit edilen belediye meclisleri üye sayısının her ilçe için beşte biri alınmak suretiyle bulunacak toplam sayı kadar üyeden teşekkül eder” hükmü uyarınca ilk kademe belediyeleri onda bir oranında değil, beşte bir oranında temsil edilecektir.



5216 sayılı Yasayla getirilen düzenleme, seçimlerde oluşmuş temsilcilerin sayısını ve oranını seçimlerden sonra değiştirmek suretiyle esasen Anayasanın 127 nci madde hükümlerine aykırılıklar içermekteydi. Bu kez oran, seçimlerden sonra tekrar değiştirilerek yine anayasaya aykırı bir düzenleme getirilmiştir.



Yapılan bu düzenlemeler, seçmenlerin oylarıyla belirlenen büyükşehir belediyesindeki temsil oranlarını değiştirmekte ve dolayısıyla siyasal partilerin meclisteki temsil oranları da değişmektedir. Örneğin, Mersin büyükşehir belediyesinde % 52 oyla seçimi kazanan bir partinin belediye meclis üyelerinin meclisteki temsil oranı, 5216 sayılı yasanın 6 ncı maddesindeki büyükşehir belediyesine katılma ve katılanların temsili ile ilgili düzenlemeler nedeniyle % 32’ye, 5335 sayılı yasadaki düzenlemeyle % 25’e düşmüştür.



Yerel yönetimlerin görevli kılındıkları yöre halkının yerel ortak gereksinimlerini etkinlikle yerine getirebilmeleri, özerk bir yapılanma içinde tüzel kişiliğe sahip olmalarını gerektirir.



Anayasa Mahkemesi, yerel yönetimler açısından özerkliği, “…Anayasa ve yasaların belirlediği kamu hizmetlerinin önemli bir bölümünün yurttaşların yararına olarak, yerel yönetimlerin sorumluluğu altında yerine getirilmesi yetkisidir (E. 1988/18) biçiminde tanımlamıştır.



Yerel yönetimlerin özerkliği daha çok, organlarının yöre halkı tarafından seçilmesi ve bu organlarının karar verme yetkilerinin bulunması biçiminde gözükür. Yerel yönetimlerin organları seçimle oluşmalı, halkın tercihlerini yansıtmalıdır. Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrası, yerel yönetimlerin karar organlarının seçmenler tarafından seçilerek oluşturulmasını öngörmektedir.



Anayasa Mahkemesi, büyükşehir belediye başkanları ile ilçe belediye başkanlarının müşterek oy pusulasında birlikte gösterilip birlikte seçilmesini öngören bir yasal düzenleme nedeniyle verdiği kararda, sadece karar organlarının değil yürütme organlarının da seçmenler tarafından seçilmesi gerektiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, belediye meclisinin karar, belediye başkanının ise yürütme organı olduğunu saptadıktan sonra, Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrasındaki “karar organlarının” seçimle oluşturulacağına ilişkin kural ile, ikinci fıkrasındaki “yerinden yönetim” ilkesini birlikte yorumlayarak, …. yerel yönetimlerin, hukuksal yapıları ve varlık amaçları gözetildiğinde, o yerde bulunanların, ortak gereksinimlerini karşılamak için kendi seçtikleri organlarca yönetilen kamu tüzel kişileri olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun doğal sonucu, yalnız karar organlarını değil tüm organlarının seçmenler tarafından oluşmasıdır, yönünde karar vermiştir. (E. 1988/14)



Anayasa Mahkemesi, büyükşehir belediye başkanları ile ilçe belediye başkanlarının aynı seçim çevresinde seçilmesini öngören bir yasal düzenlemeyi de yerinden yönetim ilkesine aykırı bularak iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında şöyle denilmektedir: “… Bu durum, yerel yönetim anlayışı ve yerinden yönetim ilkesiyle bağdaşmaz. Yerel yönetim anlayışında her şey, o yer, o yöre ile sınırlıdır. Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleriyle yetkileri “yerinden yönetim” ilkesine uygun olarak yasayla düzenlenir. Yerinden yönetimin en belirgin özelliği, yöneticilerin o yerdeki seçmenlerin oylarıyla seçilmesidir. Yerel yönetimlerin özerk kamu tüzelkişisi olarak örgütlenmeleri de bu yönetimlerin karar alma ve aldıkları kararları uygulama hakkına sahip bulunmalarına dayanmaktadır. Karar alma özgürlüğünün gerçekleşmesi de, karar organlarının serbestçe oluşumuna bağlıdır. Bu da, seçimle gerçekleşir,”



Seçmenin ilçe belediye meclis üyesi veya ilk kademe belediye meclis üyesi olarak oy verip seçtiği kişileri, daha sonra kanunlarda yapılan değişikliklerle büyükşehir belediye meclisi üyesi haline dönüştürmek Anayasanın 127 nci maddesine aykırıdır. Çünkü Anayasa, yerel idarenin oluşumunda ve buna bağlı olarak yerel yönetimlerin organlarında görev alacakların belirlenmesinde meşruiyet kaynağının “seçim” olduğunu öngörmektedir. Seçim esas ve usullerinin kanunla düzenlenmesi Anayasanın 67 nci maddesi doğrultusunda ne kadar doğru ve doğal ise, seçim sonuçlarının kanunla değiştirilmesi yada seçimle belirlenebilecek sonuçların kanunla tayin ve tespit edilmesi de o kadar isabetsiz ve adaletsizdir.



Büyükşehir belediyesine katılacak ilçe ve ilk kademe belediye meclisi üyelerinin seçildiği seçim çevresi ile büyükşehir belediye meclisi üyelerinin seçildiği seçim çevreleri farklıdır. Anayasanın 127 nci maddesi, yerel yönetimlerin karar organlarının seçimle belirlenmesini şart koşmasına rağmen, getirilen düzenleme ile, seçmenlerin oy vermediği yeni bir belediye meclisi oluşturulmaktadır.



Büyükşehir belediyesine katılacak ilçe ve ilk kademe belediye meclisi, başkanı ve belediye encümeni için oy kullanan vatandaşlar, kendilerinin seçmediği belediye meclisi üyeleri, büyükşehir belediye başkanı ve belediye encümeni üyeleri tarafından yönetilmeye başlayacaklardır. Aynı durum, büyükşehir belediyesi sınırları içinde yaşayan vatandaşlar için de geçerlidir. Onlar da kendilerinin seçmediği belediye meclis üyeleri ve belediye encümeni üyeleri tarafından yönetileceklerdir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 3 üncü maddesinin ikinci bendinde yerel halkın yerel yönetim organlarında görev alacakları belirleme hakkının “doğrudan” yapılacak bir seçimle kullanılacağı hükme bağlanmaktadır. Burada kullanılan doğrudan sözcüğü, yerel halkın bizzat ve tek dereceli bir seçimle iradesini ortaya koymasını ifade etmektedir. Bu bakımdan belli bir yerel yönetim organlarında görev almış kişilerin kanun koyucunun iradesi ile bir başka yerel yönetim organlarına da seçilmiş sayılması bir yerel irade aktarması ve dolaylı bir görevlendirmeden ibarettir.



O yörede yaşayanlar, kendi belediye meclis üyelerini, büyükşehir belediye meclisinde görev yapmak üzere seçmemişlerdir. Büyükşehir belediye meclisi seçimine katılmış olsalardı belki farklı kişileri belediye meclis üyesi olarak seçeceklerdi ve belki ilçe ve ilk kademe belediyeleri sınırları içinde yaşayanlar da Büyükşehir belediye başkanı seçimine katılsa idi, farklı bir belediye başkanı görev yapacaktı.



Seçimlerde oluşmuş temsilcilerin sayısını ve oranını seçimlerden sonra değiştiren böyle bir düzenleme, temsil ve verilen oy arasındaki bağlantıyı kopartması nedeni ile Anayasanın 67 nci maddesinde yer alan temsilde adalet ilkesiyle bağdaşmaz.



Yerel yönetim organlarının o yörede yaşayan seçmenin oyuyla oluşmasına imkan vermeyen, başka yörelerdeki seçim sonuçlarını seçim sonrasında değiştiren böyle bir düzenlemenin, “demokratik devlet” ilkesine ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olacağı açıktır. Çünkü demokraside esas olan, seçmenin oyunu belli bir yerdeki göreve gelecek kimse için kullanması ve o görev için seçtiği kimseler tarafından yönetilmesidir. Halbuki getirilen düzenleme, seçmenin karşısına tamamen farklı yöneticiler getirmektedir.



Diğer yandan, iptali istenen düzenleme, nüfus açısından birbirinden çok farklı büyüklükteki ilk kademe belediyelerinin büyükşehir belediye meclisinde aynı oranda temsil edilmelerini öngörerek, temsil bakımından eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı bir durum yaratmakta; böylece Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen demokrasi ilkesinin yanısıra, Anayasanın 67 nci maddesinde belirtilen temsilde adalet ilkesi ve 10 uncu maddesinde belirtilen eşitlik ilkesi ile de çelişmektedir.



Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.



Anayasanın herhangi bir maddesine aykırı olan bir hüküm, Anayasanın 11 inci maddesindeki Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi ile de bağdaşmaz.



Yukarıda açıklanan nedenlerle, 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 28 inci maddesi ile değiştirdiği 5216 sayılı Kanununun 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrası Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine, 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine, 11 inci maddesindeki Anayasanın üstünlüğü ilkesine ve 67 nci maddesindeki temsilde adalet ilkesi ile 127 nci maddesindeki karar organlarının seçimle oluşması ilkesine aykırı olup, iptali gerekir.

9) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 30 uncu Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı

5335 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin iptali istenen ikinci ve üçüncü fıkralarında yapılan ve herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların bu aylıkları kesilmeksizin bazı istisnalar ile kamuda istihdamını yasaklayan düzenlemenin yöneldiği amacın kamu yararı olduğu söylenemez. Çünkü bu düzenlemenin getirdiği yasak, emekli kamu görevlilerinin bilgi ve birikimden yararlanmaya imkan bırakmamıştır. Bu nedenle, getirilen yasağın kamu yararı amacına dönük olduğu savunulamaz. Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez ögeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düşüncesinin yasalara egemen olması zorunludur. Günümüzde “kamu yararı kavramı yanında; “toplum yararı” “ortak çıkar”, “genel yarar” gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla anlatılmak istenen; tümünün “bireysel çıkar” dan farklı onun, üstünde ya da dışında ortak bir yararın amaçlanmasıdır (Any. Mah, T. 21.10.1992, E. 92/13, K. 92/50). Yasakoyucu 30 uncu maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarını düzenlerken kamu yararı amacına yönelmemiş olduğu için söz konusu fıkralar, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düşmektedir. Çünkü bir hukuk devletinde tüm kamu işlemlerinin nihai amacı kamu yararı olmalıdır.

Öte yandan, 30 uncu maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları çalışma hak ve özgürlüğünü, özünden zedeleyecek şekilde ve ölçüsüzce sınırlandırdığı için Anayasanın 49 uncu maddesinde ifade edilen çalışma hakkına ve Anayasanın 13 üncü maddesinde belirtilen hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasında uyulacak ilkelere de aykırıdır. Çünkü, söz konusu fıkralarda emeklilik ve yaşlılık aylığı alanların bu aylıkları kesilmeksizin kamuda çalışması yasaklanarak bu kişilerin çalışma hakkından amacına uygun biçimde yararlanmaları sürekli olarak imkansız hale getirilmiştir.

Diğer taraftan Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan hukuk devletinin temel unsurları arasında “kazanılmış haklara saygı” yer almaktadır. Bu nedenle yapılacak tüm düzenlemelerin, memurların ve kamu görevlilerinin kazanılmış haklarını koruması gerekir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan uygulamalar, Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi, toplumsal kararlılığı ve hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

5335 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin iptali istenen ikinci ve üçüncü fıkraları ile getirilen düzenleme; ikinci fıkrada tasrih olunan kamu kurum ve kuruluşlarında halen çalışmakta olanların bir sosyal güvenlik kurumundan almakta oldukları emeklilik veya yaşlılık aylıklarının da kesilmesini beraberinde getirdiğinden “kazanılmış hakların korunması” ilkesine de ters düşmekte ve dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesine de aykırı bir nitelik taşımaktadır.

30 uncu maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları ile yapılan bu düzenlemenin, belirtilen kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan ve çalışacak olanların bir sosyal güvenlik kurumundan almakta oldukları emeklilik ve yaşlılık aylıklarının kesilmesine yol açması ve sosyal güvenlik hakkından emeklilik ve yaşlılık aylığı bağlamında yararlanılmasını sürekli olarak imkansız hale getirmesi nedeniyle çalışma hak ve özgürlüğünün yanısıra sosyal güvenlik hakkını da ölçüsüzce sınırlandırdığı ve özünden zedelediği; bu bakımlardan da Anayasanın 60 ıncı maddesinde belirtilen sosyal güvenlik hakkına ve yine Anayasanın 13 üncü maddesinde belirtilen ilkelere aykırı düştüğü görülmektedir.

Bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti, onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E. 1987/28, K. 1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225).

5335 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin açıklanan nedenlerle Anayasanın 2 nci, 11 inci, 13 üncü, 49 uncu ve 60 ıncı maddelerine aykırı olan ikinci ve üçüncü fıkralarının iptali gerekmektedir.

10) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 31 inci Maddesindeki “ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usûlleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı

5335 sayılı Kanunun 31 inci maddesinde yapılan düzenleme ile; ihtiyaç fazlası personelin maddede tasrih olunan kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkili kılınmaktadır.

Bu hüküm ile; özellikle 657’ye tabi memurların yerlerinin kolayca değiştirilmesini sağlayabilecek bir düzenleme getirilmektedir. Böyle bir düzenlemeyle, norm kadro fazlası gösterilen personelin tüm özlük hakları, Devlet Personel Başkanlığı’nın bağlı olduğu bakan ile Maliye Bakanı’nın takdirine bırakılmaktadır. Zira, maddede ihtiyaç fazlası personelin nakledilecekleri kurum ve kuruluşlardaki kadro ve pozisyonlarının nasıl olacağı hususları dahil, personelin nakline ilişkin ilkeler konusunda her hangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu nedenle, konuya ilişkin usul ve esasları belirleme konusunda verilen yetki, asli düzenleme yetkisidir. Halbuki Anayasaya göre, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında, yürütmenin asli düzenleme yetkisi yoktur; yürütme Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacak ve yerine getirilecek bir yetki ve görevdir. Anayasanın 8 inci maddesinde ifade edilmiş olan bu ilke, yürütmenin ancak kanun ile asli olarak düzenlenmiş bir alanda düzenleme yetkisi kullanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Anayasanın 7 nci maddesine göre ise, asli düzenleme yetkisi, TBMM’nindir ve devredilemez.

Devredildiği takdirde, Anayasadan kökenlenmemiş bir yetki görünümünü alır ve Anayasanın 6 ncı maddesine aykırı bir nitelik taşır.

Bir husus ile ilgili olarak yapılacak düzenlemede uyulacak esas ve ilkeler yasada gösterilmeksizin sadece yürütmeye bu hususla ilgili düzenleme yetkisi verilmesi, kanunla asli düzenlemenin yapılmış olması anlamına gelmez.

5335 sayılı Kanunun 31 inci maddesindeki iptali istenen ibarede yürütmeye asli düzenleme yapılmadan düzenleme yetkisi tanınması, asli düzenleme yetkisinin devredilmesi anlamına gelmektedir ve bu nedenle, iptali istenen söz konusu ibare Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddeleriyle bağdaşmamaktadır.

Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerindeki hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle de çelişeceği açıktır.



Açıklanan nedenlerle, 5335 sayılı Kanunun 31 inci maddesindeki, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olan “ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usûlleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir” ibaresinin iptali gerekmektedir.



11) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 32 nci Maddesinin Altıncı Fıkrasının Birinci Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı



5335 sayılı Kanunun iptali istenen ibareyi de içeren 32 nci maddesinin altıncı fıkrasının ilk cümlesi ile; T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğüne ait satışı ve değerlendirilmesi yapılacak taşınmazların, ilgili kuruluşların ve belediyelerin görüşlerini almak ve çevre imar bütünlüğünü bozmamak kaydıyla, her ölçekte imar planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemlerinin 3194 sayılı İmar Kanununun 9 uncu maddesine göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından “askı sürelerine tâbi olmaksızın” re’sen yapılması öngörülmüştür.



3194 sayılı İmar Kanununun 8 inci maddesinde, onaylanarak yürürlüğe giren imar planlarının, ilan yerinde bir ay süre ile ilan edileceği, bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebileceği hükme bağlanmıştır. İptali istenen cümle ile; imar planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemlerinin askı sürelerine tâbi olmaksızın yapılması konusunda Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na yetki verilmekte ve dolayısıyla bu Bakanlıkça yapılacak planlara ilgililerin bir aylık ilan süresi içinde itiraz etme hak ve imkanları fiilen ortadan kaldırılmaktadır.



3194 sayılı İmar Kanunu ile bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebileceğinin hükme bağlanmasının nedeni; İmar planı değişikliklerinde, şehircilik ilkelerine, planlama tekniklerine ve kamu yararına aykırılıklar bulunuyor ise bu konudaki yanlışlıkların giderilebilmesi için ilgililere, yapılan planlara itiraz edebilme hak ve imkanının tanınmasıdır.



Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine açık, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı ve sürdürmeyi amaç edinmiş, Anayasa ve hukukun üstün kurallarına bağlılığa özen gösteren devlettir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması, kuralların herkes için konulması, kamu düzeninin kurulması ve korunması amacına yönelik bu kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçütlerinin de gözönünde tutulması gerekliliği bulunmaktadır.



Anayasa Mahkemesinin 11.12.1986 günlü, E. 1985/11, K. 1986/29 sayılı kararında,



“Anayasa Mahkemesinin 22.06.1972 günlü, E. 1972/14, K. 1972/34 sayılı kararında, «Hukuk Devleti ilkesinin ögeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesinin de var olduğu açıklanmıştır. Bu karara göre, «Anayasanın 2 nci maddesinde tanımlandığı üzere Devletimiz bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesi vardır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düşüncesi olmaksızın başka bir deyimle yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir yasa kuralı Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olur ve dava açıldığında iptali gerekir.”



denilmiştir. İptali istenen cümle ile yapılan düzenleme de, sadece T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü yararına olan bir düzenleme olduğundan kamu yararına dayanmamakta ve Anayasanın 2 nci maddesine açıkça aykırı düşmektedir.



Diğer taraftan Bakanlıkça söz konusu 32 nci maddenin altıncı fıkrası çerçevesinde yapılacak imar ve parselasyon planlarının ve bunlara ilişkin onama işlemlerinin, iptali istenen cümle ile 3194 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinde belirtilen askı sürelerine tabi olmaktan çıkarılması, adalet ve hakkaniyete de aykırıdır. Çünkü bu düzenleme, ilgililerin bu işlemlere süresinde itiraz imkanlarını da fiilen ortadan kaldırmaktadır. Adalet ve hakkaniyete aykırı olduğu için de, söz konusu düzenlemeyi hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırmak mümkün değildir.



İptali istenen cümlenin idarenin işlemlerine karşı yargı yoluna başvurmayı fiilen imkansız hale getirmesi, Anayasanın 125 inci maddesinin birinci fıkrasındaki ilkeyi de etkisizleştirmekte ve bu nedenle Anayasanın 125 inci maddesi ile de çelişmektedir.



Bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E. 1987/28, K. 1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225).



Açıklanan nedenlerle, 5335 sayılı Kanunun 32 nci maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesi Anayasanın 2 nci, 11 inci ve 125 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekir.



12) 21.04.2005 Tarih ve 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Geçici 6 ncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Birinci Cümlesi ile İkinci Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı



5335 sayılı Kanunun “Geçici Madde 6”sının birinci fıkrasının birinci cümlesi, Maliye Bakanlığına Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığında görev yapmakta iken 5283 sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre Sağlık Bakanlığına devredilen en az dört yıllık yüksek öğrenimini bitirmiş memurlardan uygun gördüklerinin kadrolarını Sağlık Bakanlığı kadrolarından terkin ederek Maliye Bakanlığının kadro cetveline ilave etmek yetkisini tanımıştır. Bu cümlede yapılan “Maliye Bakanlığınca uygun görülenlerin kadroları” şeklindeki belirleme, bu Bakanlığa keyfi denilebilecek sınırsız bir takdir yetkisi verdiği için hukuk devleti ilkesine aykırı düşmektedir. Aynı zamanda söz konusu cümle kimlerin uygun görülebileceğine dair bir ölçüt, bir belirleme getirmediği için kimlerin uygun durumda olduğunu belirlemeyi, Bakanlığa bir asli düzenleme yetkisi görünümünde bırakmış bulunmaktadır. Halbuki Anayasamızın 8 inci maddesi, Anayasada gösterilen ayrık haller dışında yürütmenin asli düzenleme yetkisi olmadığını belirtmektedir. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesine göre yasamanındır ve devredilemez; devredildiği takdirde kökenini Anayasadan almadığı için, Anayasanın 6 ncı maddesine aykırı bir yetki niteliğini alır.



Bu nedenle iptali istenen birinci fıkranın birinci cümlesi Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırıdır. Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenleme, kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırı düşer.



Diğer yandan fıkranın ikinci cümlesi de Anayasaya aykırıdır. Çünkü, bu cümlede birinci cümlede tanımlanan personelin başkaca bir işleme gerek kalmaksızın kadrolara atanmış sayılacağı ifade edilmiştir. Atama bir idari işlemdir. Şart işlem niteliği taşır. İdarenin yapması gereken atama işlemi, yasa ile yapılmış sayılırsa, buradan yasamanın aynı zamanda yürütme işlemi de yapmış olduğu veya yürütmeye müdahale ettiği sonucu çıkar. Böyle bir durum ise, Anayasanın Başlangıç kısmındaki kuvvetler ayrılığı ilkesine ve Anayasanın 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı bir fonksiyon gaspıdır.



Bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerindeki hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E. 1987/28, K. 1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225).



Açıklanan nedenle 5335 sayılı Kanunun Geçici Madde 6’nın birinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerindeki iptali istenen ibareler Anayasanın 2 nci, 6 ıncı, 7 nci ve 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.



IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ



1) 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesinin 1050 sayılı Kanuna eklediği ve Anayasanın 2 nci, 11 inci, 161 inci, 162 nci ve 163 üncü maddelerine açıkça aykırı olan “Ek Madde 12” nin uygulanması halinde, parlamentonun bütçe yapma ve bütçe denetim hakkı bir anlamda da elinden alınıp kamu maliyesinde saydamlık, hesap verme sorumluluğu gibi kavramlar işlevlerini yitireceğinden, sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararların doğabileceği açıktır.



2) Anayasa Mahkemesinin 4869 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun emeklilik yaşını 65’ten 61’e düşüren hükümlerinin esas hakkında karar verilinceye kadar yürürlüklerinin durdurulmasına ilişkin kararı yayınlanana kadar, 61 yaşını doldurdukları için emekli edilen kamu görevlileri büyük mağduriyetlere uğramışlardır. Bunların mağduriyetleri, Anayasa Mahkemesinin yürürlüğü durdurma kararından sonra sona ermiştir.



5335 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin (b) bendinin değiştirdiği 5434 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki “hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” ibaresi Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 10 uncu, 11 inci, 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırı olup uygulanması halinde yine ileride giderilmesi güç hatta olanaksız bir takım hukuki durum ve zararlara neden olabilecektir. Bu durum ve zararların oluşmasını engelleyebilmek ve kamu görevlilerini, görevlerinin son yıllarında hiç hak etmedikleri sıkıntıları yaşamaktan kurtarabilmek için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar, söz konusu hükmün de yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.



3) 5335 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile değiştirilen 209 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 11 inci, 56 ncı ve 65 inci maddelerine aykırı olup, sağlığı kamusal bir hizmet olmaktan çıkartan ve halkın sağlığını piyasa koşullarına devreden düzenlemeler yaptıklarından, sonradan giderilmesi güç yada olanaksız durum ve zararlara neden olacakları kuşkusuzdur.



4) 5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 4749 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasının sonuna eklediği cümlenin Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine; üçüncü fıkrasının sonuna eklediği cümlenin Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğu anlaşılmaktadır. Anayasaya açıkça aykırı olan bu düzenlemelerin, hesap verebilirliğin işlemesini engellemekle mali disiplini bozacağı kuşkusuz olduğundan, kamu yararı taşımadığı ortadadır. Hukuk devleti ilkesi, “yasaların kamu yararına dayanması” gereğini de içermektedir. Buna göre kamu yararı düşüncesi olmaksızın getirilen bir yasa kuralının bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceğinden sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara neden olacağı tartışmasızdır.



5) 5335 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin yeniden düzenlediği 28.03.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (c) fıkrasının (1) numaralı bendindeki “ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” İbaresi ile (2) ve (3) numaralı bentleri Anayasanın 2 nci, 11 inci, 90 ıncı ve 153 üncü maddelerine açıkça aykırı olup, ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendirenlerin andlaşmaların yayımlanmadan yürürlüğe konulmalarını öngördüğü için de, kamunun bunlardan bilgi edinmesinin önünde bir engel oluşturmaktadır.



Bir hukuk devletinde böyle bir duruma seyirci kalınmaması tabii olup, Anayasal düzenin en kısa sürede iptalini ve yürürlüğünün durdurulmasını istediğimiz hukuka aykırı bu tür kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da bir gereğidir. Anayasaya aykırılığın ısrarla sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceğinden sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara neden olacağı kuşkusuzdur.



6) 21 inci maddesinin (b) fıkrasının 4925 sayılı Kanunun 33 üncü maddesine eklediği ikinci fıkranın (2) numaralı bendindeki “yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanlar” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olup; eski taşıt alınması yoluyla döner sermaye işletmelerini zarara uğrayacakları yatırımlara yönelmeye ve kamu gelirlerini kötü harcamaya iteceğinden sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara neden olabilecektir.



7) 25 inci maddesinin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklediği Ek Madde 1’in birinci ve sonuncu fıkralarıyla idareye tanınan yönetmelikle düzenleme yetkisi bir asli düzenleme yetkisi görünümünde olup, yasama yetkisinin Anayasaya aykırı biçimde yürütmeye devri anlamını taşımaktadır. Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci ve 123 üncü maddelerine açıkça aykırı olan bu düzenlemelerin getirdiği, iptali istenen fıkraların uygulanması halinde, sonradan giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve durumlar doğabilecektir.



8) 5335 sayılı Kanunun 28 inci maddesi ile değiştirdiği 5216 sayılı Kanununun 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrası Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine, 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine, 11 inci maddesindeki Anayasanın üstünlüğü ilkesine, 67 nci maddesindeki temsilde adalet ilkesi ile 127 nci maddesindeki karar organlarının seçimle oluşması ilkesine aykırı olduğundan, bu hükümlerin uygulanmasının sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara neden olacağı açıktır.



9) 5335 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin iptali istenen ikinci ve üçüncü fıkraları ile getirilen düzenleme; ikinci fıkrada tasrih olunan kamu kurum ve kuruluşlarında halen çalışmakta olanların bir sosyal güvenlik kurumundan almakta oldukları emeklilik veya yaşlılık aylıklarının da kesilmesini beraberinde getirdiğinden “kazanılmış hakların korunması” ilkesine ters düştüğü için Anayasanın 2 nci, çalışma ve sosyal güvenlik hak ve özgürlüklerini özünden zedeleyecek şekilde ve ölçüsüzce sınırlandırdığı için Anayasanın 13 üncü, 49 uncu ve 60 ıncı maddelerine ve Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesiyle çeliştiği için Anayasanın 11 inci maddesine açıkça aykırı olup; uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç yada olanaksız durum ve zararların doğabileceği ortadadır.



10) 5335 sayılı Kanunun 31 inci maddesindeki iptali istenen ibare ile yapılan düzenlemede, yönetmelikle yürütmeye tanınan düzenleme yetkisi; yasada gerekli asli düzenlemeler yapılmadığı için doğrudan bir asli düzenleme yetkisi görünümünde olup, yasama yetkisinin Anayasaya aykırı biçimde yürütmeye devri anlamını taşımaktadır. Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine açıkça aykırı olan bu düzenlemenin getirdiği iptali istenen ibarenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve durumların doğacağı şüphesizdir.



11) 5335 sayılı Kanunun 32 nci maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesi Anayasanın 2 nci, 11 inci ve 125 inci maddelerine açıkça aykırıdır. Kamu yararı düşüncesi olmaksızın getirilen bu ibarenin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde tutulması ve özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini zedeleyeceği ve sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara neden olacağı ortadadır.



12) 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun geçici 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi, Maliye Bakanlığına keyfi kullanılabilecek sınırsız bir takdir yetkisi verdiği için hukuk devleti ilkesine aykırı düşmektedir. Keyfi uygulamaların ise, sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara neden olacağı kuşkusuzdur. Söz konusu birinci fıkranın ikinci cümlesi ise Anayasanın Başlangıcının 4 üncü paragrafı ile 2 ve 11 inci maddelerine aykırı olup, uygulanması halinde benzer durumlar ortaya çıkacaktır.


V. SONUÇ VE İSTEM


Yukarıda açıklanan gerekçelerle 21.04.2005 tarih ve 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun;



1) 2 nci maddesinin 26.05.1927 tarihli ve 1050 sayılı Kanuna eklediği “Ek Madde 12” nin, Anayasanın 2 nci, 11 inci, 161 inci, 162 nci ve 163 üncü maddelerine aykırı olduğundan,



2) 3 üncü maddesinin (b) bendinin değiştirdiği 5434 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki “hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” ibaresinin Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 10 uncu, 11 inci, 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan,



3) 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile değiştirilen 209 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 11 inci, 56 ncı ve 65 inci maddelerine aykırı olduklarından,



4) 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 28.03.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasının sonuna eklediği cümlenin Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan ve yine 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 28.03.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklediği cümlenin Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan,



5) 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin yeniden düzenlendiği 28.03.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (c) fıkrasının (1) numaralı bendindeki “ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” ibaresi ile (2) ve (3) numaralı bentlerinin Anayasanın 2 nci, 11 inci, 90 ıncı ve 153 üncü maddelerine aykırı olduğundan,



6) 21 inci maddesinin (b) fıkrasının 4925 sayılı Kanunun 33 üncü maddesine eklediği ikinci fıkranın (2) numaralı bendindeki “yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları” ibaresinin Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan,



7) 25 inci maddesinin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklediği Ek Madde 1’in birinci ve sonuncu fıkralarının Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine ve sonuncu fıkrasının ayrıca Anayasanın 123 üncü maddesine aykırı olduğundan,



8) 28 inci maddesi ile değiştirdiği 5216 sayılı Kanununun 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 11 inci, 67 nci ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,



9) 30 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının Anayasanın 2 nci, 11 inci, 13 üncü, 49 uncu ve 60 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,



10) 31 inci maddesindeki “ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usûlleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir” ibaresinin Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan,



11) 32 nci maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinin Anayasanın 2 nci, 11 inci ve 125 inci maddelerine aykırı olduğundan,



12) “Geçici Madde 6” sının birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine; ikinci cümlesinin Anayasanın “Başlangıç” kısmının dördüncü paragrafı ile 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırı olduklarından,

iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”



II- YASA METİNLERİ



A- İptali İstenilen Yasa Kuralları



5335 sayılı Yasa’nın iptali istenilen bölümleri de içeren kuralları şöyledir:



1- 5335 sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile 1050 sayılı Yasa’ya eklenen Ek Madde 12: “Maliye Bakanlığınca belirlenen ekonomik kodlardan Devletin zimmetinde gerçekleşip, bütçe tertibi bulunmakla birlikte masrafın oluştuğu yer ve zamanda ödeneği bulunmayan harcama tutarları; dayanağını oluşturan harcama belgeleri de eklenmek suretiyle usulüne göre tahakkuk ettirilir. Bu harcama tutarları, “Ödeneğine Mahsup Edilecek Harcamalar Hesabına” yazılarak “Bütçeleştirilmiş Borçlar Hesabına” kaydedilir. Bu şekilde hesaba alınan tutarlar, ödeneğinin gelmesini müteakip bütçeleştirilmiş borçlar hesabından ödenir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve usuller Maliye Bakanlığınca belirlenir.”



2- 5335 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin (b) bendi ile değiştirilen 5434 sayılı Yasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrası “İştirakçilerin görevleri ile ilişiklerinin kesilmesini gerektiren yaş haddi 65 yaşını doldurdukları tarihtir. 43 üncü maddede yazılı olanlar dışında, hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir. Bu görevlere, 65 yaşını dolduranların açıktan veya naklen atamaları yapılamaz.”



3- 5335 sayılı Yasa’nın 5. maddesinin (b) bendi ile değiştirilen 209 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri: “Bakanlık, birinci basamak sağlık hizmeti sunan kuruluşlar da dahil olmak üzere Sağlık Bakanlığı kurum ve kuruluşları ile bağlı kuruluşlarındaki (Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü hariç);



a) Muayene, teşhis, tedavi, laboratuvar, tetkik ve tahlil işlerini,



b) Aşı, ilaç, serum, insan kanı ve kan ürünleri imali ile istihsal veya imal edilecek diğer maddeleri,





Maliye Bakanlığınca yayımlanan yılları Bütçe Uygulama Talimatlarında yer alanlar hariç, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu uyarınca belirlenen tarife üzerinden fiyatlandırmaya ve yukarıda belirtilen mal ve hizmetlerden elde edilecek gelirler ile sağlık kurum ve kuruluşlarına üçüncü şahıslarca yapılacak her türlü bağış ve yardımları döner sermayeye gelir kaydettirmeye yetkilidir. …”



4- 5335 sayılı Yasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile 4749 sayılı Yasa’nın 6. maddesi



“Çıkarılacak Devlet iç borçlanma senetlerinin çeşitlerine, satış yöntemlerine, faiz koşullarına, vadelerine, basım ve ödemelerine ilişkin her türlü esasları ve bunlara ilişkin diğer şartları belirlemeye Bakan yetkilidir.



İkrazen ihraç edilenler hariç olmak üzere, özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri, ancak karşılığında ilgili yıl bütçe kanununda yeterli ödenek olması kaydıyla ihraç edilir. Yıl içinde ortaya çıkan ve önceden öngörülmeyen gelişmeler için özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri ise ancak ödenek kalemleri arasında aktarma yapılarak, ihraç edilebilir. 1.6.2000 tarihli ve 4572 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesinin (c) bendinde belirtilen usul ve esaslar dahilinde, Hazine tarafından üstlenilmesi uygun görülen borçlar karşılığında ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri için bu fıkra hükümleri uygulanmaz.



Özel tertip Devlet iç borçlanma senetlerinin ikrazen ihraç edilmesi durumunda düzenlenecek ikraz anlaşmasının vade, faiz ve diğer şartları Bakan tarafından belirlenir. İkrazen verilen senetlerden kaynaklanan Hazine alacaklarının ilgili mevzuat çerçevesinde silinmesi halinde bu tutarlar yılı bütçesine ödenek konmak kaydıyla bütçeye gider olarak kaydedilir. Hazine Müsteşarlığının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan olan alacakları için bu fıkra hükmü uygulanmaz.



…”



5- 5335 sayılı Yasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi ile 4749 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin yeniden düzenlenen (C) fıkrası



“ Bu Kanun hükümlerine göre;



1) Savunma ve güvenlik amaçlı kredi ve hibe anlaşmaları ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar,



2) Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlar haricindeki herhangi bir dış finansman kaynağından sağlanan kredilere ilişkin olarak imzalanan anlaşmalar,



3) Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla imzalanan ekonomik ve ticari mahiyetteki anlaşmalar çerçevesinde program veya proje kredisi amacıyla sağlanan ve münhasıran anapara, faiz ve diğer finansman giderlerinin geri ödenmesini düzenleyen kredi anlaşmaları,



Resmi Gazetede yayımlanmaz. …”



6- 5335 sayılı Yasa’nın 21. maddesinin (b) bendi ile 4925 sayılı Yasa’nın 33. maddesine eklenen ikinci fıkranın (2) numaralı bendi



“Bakanlık, Döner Sermaye İşletmesinin mali imkanları ölçüsünde olmak üzere; ticari yolcu ve eşya taşımalarında kullanılan otobüs, kamyon, tanker ve çekicilerden yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları devir alabilir, devir alınan taşıtların sahiplerine, ödeme yaptırmaya yetkilidir.”



7- 5335 sayılı Yasa’nın 25. maddesi ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Ek Madde 1’in birinci ve sonuncu fıkraları



“EK MADDE 1 - Özel kanunlarındaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, genel ve katma bütçeli kurumlar ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar, fonlar ve özel bütçeli kurumların amaç ve görevleri ile ilgili olarak yayımlayacakları kitap, dergi, ansiklopedi, gazete, bülten ve broşür gibi yayınlar için ödenecek telif ve işlenme ücretleri ile basılı ve basılacak eser inceleme ücretleri ve bunlara ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.





Bu madde kapsamına giren eserlerin seçilmesi, yayımlanması, yayım ve ansiklopedi yazı kurullarının kurulması, çalışma esasları, görevleri ve yetkileri ile diğer hususlar kurumlar tarafından çıkarılacak yönetmeliklerde düzenlenir.”



8- 5335 sayılı Yasa’nın 28. maddesinin (m) fıkrası ile değiştirilen 5216 sayılı Yasa’nın 6. maddesinin dördüncü fıkrası İlçe ve ilk kademe belediyesi olarak büyükşehir belediye sınırları içine katılan belediyeler, büyükşehir belediye meclisinde seçiliş sıralarına göre tespit edilecek ilçeler beşte bir, ilk kademeler onda bir oranında meclis üyesi ile temsil edilirler. Tama ulaşmayan kesirler dikkate alınmaz. Bu durum ilk mahalli idareler genel seçimine kadar geçerlidir. Bu belediyelerin başkanları hakkında 12 nci maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır. “İlçe ve ilk kademe belediyesi olarak büyükşehir belediye sınırları içine katılan belediyeler, mevcut belediyelerin temsil edildiği şekilde büyükşehir belediye meclisinde temsil edilirler.”



9- 5335 sayılı Yasa’nın 30. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları



“Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50’sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar.



Diğer kanunların emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken emeklilik veya yaşlılık aylıkları ve/veya diğer tazminatları kesilmeksizin atanmaya, çalıştırılmaya veya görevlendirilmeye izin veren hükümleri ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun ek 11 inci maddesine göre 1.1.2005 tarihinden önce alınmış Bakanlar Kurulu kararları uygulanmaz.”



10- 5335 sayılı Yasa’nın 31. maddesi



“Kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla, genel bütçeye dahil daireler ile katma bütçeli idarelerin teşkilat yapıları ve hizmet amacına uygun olarak personel dağılımının sağlanmasına yönelik önlemler almaya, ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir.”



11- 5335 sayılı Yasa’nın 32. maddesinin altıncı fıkrası



“Satışı ve değerlendirilmesi yapılacak taşınmazların, ilgili kuruluşların ve belediyelerin görüşlerini almak ve çevre imar bütünlüğünü bozmamak kaydıyla, her ölçekte imar planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemleri 3194 sayılı İmar Kanununun 9 uncu maddesine göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından askı sürelerine tabi olmaksızın re’sen yapılır. İlgili kuruluş ve belediyeler görüşlerini onbeş gün içinde bildirmek zorundadır. TCDD Genel Müdürlüğü, taşınmazlarının satışı ve değerlendirilmesi uygun görülen yerler için 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın, 28.7.1981 tarihli ve 2499 sayılı Kanuna tabi ekspertiz şirketlerine rayiç bedel tespit ettirmeye, gerçek ve özel hukuk kişilerine her ölçekteki imar planlarını yaptırmaya, ilan, reklam, proje, kontrollük, danışmanlık veya pazarlama gibi konularda hizmet satın almaya ve bütün bu giderler için satılan ve değerlendirilen taşınmazların tahsil edilen bedellerinin %2’sini geçmemek üzere bu bedellerden ödeme yapmaya yetkilidir.”



12- 5335 sayılı Yasa’nın Geçici 6. maddesi



“Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığında görev yapmakta iken 6.1.2005 tarihli ve 5283 sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre Sağlık Bakanlığına devredilen en az dört yıllık yüksek öğrenimi bitirmiş memurlardan Maliye Bakanlığınca uygun görülenlerin kadroları, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç dört ay içerisinde Sağlık Bakanlığı kadrolarından tenkis edilerek Maliye Bakanlığının kadro cetveline ilave edilir. Tenkis edilen kadrolarda istihdam edilen personel, başka bir işleme gerek kalmaksızın Maliye Bakanlığının kadro cetveline eklenen bu kadrolara atanmış sayılırlar.



Bu madde uyarınca Maliye Bakanlığına atananların Sağlık Bakanlığına devir tarihindeki eski kadrolarına bağlı olarak almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali hakları (fazla çalışma ücreti ile nöbet ücreti hariç) toplam net tutarının, atandıkları yeni kadrolarının aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer her türlü mali hakları (fazla çalışma ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde, aradaki fark tutarı atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece, herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak ödenir. ”



B- Dayanılan Anayasa Kuralları



Dava dilekçesinde, Anayasa’nın Başlangıç’ının dördüncü paragrafı ile 2., 5., 6., 7., 8., 10., 11., 13., 49., 56., 60., 65., 67., 90., 123., 125., 127., 128., 153., 161., 162. ve 163. maddelerine dayanılmıştır.



III- İLK İNCELEME



Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Tülay TUĞCU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, Cafer ŞAT, A.Necmi ÖZLER, Ali GÜZEL ve Fettah OTO’nun katılmalarıyla 3.6.2005 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin bu konudaki raporun hazırlanmasından sonra karara bağlanmasına, oybirliğiyle karar verilmiştir.



IV- ESASIN İNCELENMESİ



Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 30. maddesinin birinci fıkrası gereğince Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Kamu Finansmanı Genel Müdürü Coşkun CANGÖZ ve Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdür Vekili Naci AĞBAL’ın 3.4.2007 günlü sözlü açıklamaları dinlendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:



A) 5335 sayılı Yasa’nın 2. Maddesi ile 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu’na Eklenen Ek Madde 12’nin İncelenmesi



Dava dilekçesinde, kuralın, Anayasa’nın 2., 11., 161., 162. ve 163. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu, 10.12.2003 günlü, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 81/a ve 82. maddeleri gereğince 1.1.2005 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlükten kaldırılmış; 5018 sayılı Yasa’nın 1050 sayılı Yasa’yı yürürlükten kaldıran 81/a maddesinin 2005 yılında uygulanmayacağını öngören 28.12.2004 günlü ve 5277 sayılı 2005 Mali Yılı Bütçe Kanunu’nun “Kısmen veya tamamen uygulanmayacak hükümler” başlıklı 37/j-1 maddesinde yer alan “10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kanunun bütçe uygulamasına ilişkin hükümleri ve 81. maddesinin (a), (c) ve (d) bentleri ile bunların yürürlüğüne ilişkin hükümleri 2005 yılında uygulanmaz” kuralının da 2005 yılı sonunda yürürlüğü sona ermiştir.



Bu nedenlerle, “konusu kalmayan istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekmiştir.



B) Yasa’nın 3. Maddesinin (b) Bendiyle Değiştirilen 8.6.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 40. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin “… hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir.” Bölümünün İncelenmesi



Dava dilekçesinde, hukuk güvenliğinin “belirlilik ve öngörülebilirlik” esaslarını içerdiği ve kazanılmış hakların korunmasının hukuk güvenliğinin sağlanmasında temel unsur olduğu, emeklilik yaş haddine gelmeden hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda yaş haddinin 61 yaşın doldurulması durumunda uygulanabileceği öngörülmekle beraber hizmetin gereği ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumların neler olacağının belirtilmemesinin hukuk devleti ilkesine uymadığı gibi aynı durumdaki kişilere farklı uygulamalara yol açılmasına ve esasları yasada açıkça belirtilmeden idareye böyle bir yetki tanınmasının yasamanın asli düzenleme yetkisinin idareye devri anlamına geleceği belirtilerek, dava konusu kuralın Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 8., 10., 11., 123. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Dava konusu kuralı da içeren 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nun “Yaş Hadleri” başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasında; “İştirakçilerin görevleri ile ilişiklerinin kesilmesini gerektiren yaş haddi 65 yaşını doldurdukları tarihtir. 43 üncü maddede yazılı olanlar dışında, hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir. Bu görevlere, 65 yaşını dolduranların açıktan veya naklen atamaları yapılamaz.” denilmiştir.



Anayasa’nın 2. maddesinde hukuk Devleti ilkesi vurgulanırken, 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği, 128. maddesinde de memurlara ve diğer kamu görevlilerine ilişkin düzenlemelerin kanunla yapılması gereği belirtilmektedir.



Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan devlettir.



5434 sayılı Yasa’nın dava konusu kuralı da içeren 40. maddesi emeklilik yaş haddini düzenlemektedir. Yaş haddi uygulaması ise, çalışanların çalışma yaşamlarını sona erdiren bir uygulama olması nedeniyle önem taşır.



Emekli Sandığı iştirakçileri, 5434 sayılı Yasa’nın 12. maddesinde “Sandıktan Faydalanacaklar” başlığı altında düzenlenmiştir. Buna göre, 5434 sayılı Yasa’nın değişik 40. maddesinde belirtilenlerin, Anayasa’nın 128. maddesinin birinci fıkrasında ifade edilen memurlar ve diğer kamu görevlileri olduğu açıktır.



Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesinin gereği de budur. Ayrıca, temel kuralları koymadan, ölçüsünü belirlemeden ve sınırı çizmeden yürütmeye düzenleme yetkisi veren kural, Anayasa’nın 7. maddesine de aykırı düşer.



Emekli Sandığı iştirakçilerinin zorunlu yaş haddi 65 yaşın doldurulduğu tarih olarak belirlenmiş olmasına karşın, dava konusu bölümde hizmet süreleri ne olursa olsun hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddinin 61 yaşını dolduranlar hakkında da uygulanabileceği öngörülmektedir. Kuralda hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumların uygulanması kurumların takdirine bırakılmıştır.



Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasına göre, aynı maddenin birinci fıkrası kapsamına giren personelin istihdam edileceği kadrolara ilişkin düzenleme ve değişikliklerin yasa ile yapılması gerekir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine göre düzenlemelerin açık, öngörülebilir ve sınırlarının belirli olması zorunludur.



Yasa ile esasları belirlenmeden, çerçevesi çizilmeden idareye yetki verilmesi yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa’da açıkça düzenleme yoluna gidilmeden kurumlara hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumları belirleme yetkisinin bırakılması aynı zamanda yasama yetkisinin devri niteliğini de taşımaktadır.



Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.



Dava konusu yasa kuralı, Anayasa’nın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırı görülerek iptal edilmiş olduğundan, ayrıca Anayasa’nın 5., 6., 8., 10., 11. ve 123. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.



C) Yasa’nın 5. Maddesinin (b) Bendi ile Değiştirilen 209 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları İle Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 3. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) ve (b) Bentlerinin İncelenmesi



Dava dilekçesinde, iptali istenilen kurallarla koruyucu sağlık hizmetlerinin verildiği birinci basamak da dahil olmak üzere Sağlık Bakanlığı’na bağlı tüm kuruluşlarda bütün hizmetlerin paralı hale getirilerek sağlığın kamusal bir hizmet olmaktan çıkartıldığı ve piyasa koşullarına devredildiği, yoksul halkın sağlık ocakları ve hastanelerden adeta dışlanarak parası olanlara sağlık hizmetleri verileceği anlayışının getirildiği, yapılan düzenlemenin sağlık hizmetlerinden yararlanma bakımından mali olanakları elverişli olanlarla olmayanlar arasında eşitsizlik yaratacağı gerekçesiyle Anayasa’nın 2., 10., 11., 56 ve 65. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 5. maddesinin (b) bendi ile değiştirilen 209 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları İle Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının dava konusu (a) ve (b) bentlerini de içeren kuralda;



“Bakanlık, birinci basamak sağlık hizmeti sunan kuruluşlar da dahil olmak üzere Sağlık Bakanlığı kurum ve kuruluşları ile bağlı kuruluşlarındaki (Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü hariç);



a) Muayene, teşhis, tedavi, laboratuvar, tetkik ve tahlil işlerini,



b) Aşı, ilaç, serum, insan kanı ve kan ürünleri imali ile istihsal veya imal edilecek diğer maddeleri,





Maliye Bakanlığınca yayımlanan yılları Bütçe Uygulama Talimatlarında yer alanlar hariç, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu uyarınca belirlenen tarife üzerinden fiyatlandırmaya ve yukarıda belirtilen mal ve hizmetlerden elde edilecek gelirler ile sağlık kurum ve kuruluşlarına üçüncü şahıslarca yapılacak her türlü bağış ve yardımları döner sermayeye gelir kaydettirmeye yetkilidir. …” denilmektedir.



Buna göre, Sağlık Bakanlığı’nın birinci basamak sağlık hizmeti sunan sağlık ocağı, verem savaş dispanseri, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezi, sağlık merkezi, SSK sağlık istasyonu ve dispanseri ile aynı kapsamda hizmet veren Belediyeler ile diğer resmi sağlık kurumları dahil olmak üzere Sağlık Bakanlığı kurum ve kuruluşları ile (Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü hariç) bağlı kuruluşlarında verilen muayene, teşhis, tedavi, laboratuvar, tetkik ve tahlil işleri ile aşı, ilaç, serum, insan kanı ve kan ürünleri imali ile istihsal veya imal edilecek diğer maddelerinin fiyatlandırılarak döner sermayeye gelir kaydedilmesi öngörülmektedir.



Anayasa’nın 2. maddesinde sosyal bir hukuk devletinden bahsedilerek kişinin doğuştan sahip olduğu onurlu bir yaşam sürdürme, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisini kullanması güvence altına alınmaktadır.



Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında vurgulandığı gibi, sağlık hizmetlerinin devletçe saptanan bir bedelinin olması, bu hizmetlerin Anayasa’nın öngördüğü düzeyde yerine getirilmesi için zorunludur. Anayasa’nın 65. maddesinde belirtilen mali kaynakların yeterliliği ölçüsü Devleti kimi düzenlemeler yapmak zorunda bırakmaktadır.



Anayasa’nın 56. maddesinin üçüncü fıkrasında Devletin herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlü olduğu, son fıkrasında da sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabileceği öngörülürken, bu maddede Devlete verilen görevin Anayasa’nın 65. maddesinde belirtilen mali kaynakların yeterliliği ölçüsü ile sınırlı olduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan, sağlık yardımları için sigortalıdan katkı payı alınabileceği uluslararası sözleşmelerde de öngörülmüştür. Nitekim “Sosyal Güvenliğin Asgari Normlarına İlişkin” Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 102 sayılı Sözleşmesi’nin 10. maddesinde, sağlık yardımından faydalananlar veya bunların aile reislerinin, hastalık halinde yapılacak sağlık yardımı masraflarına iştirak ettirilebileceği, bunun ilgiliye ağır bir yük getirmeyecek şekilde tespit edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulan Avrupa Sosyal Güvenlik Sözleşmesine göre de, korunan kimselerin doğrudan katkıda bulunmaları olanaklıdır. Türkiye, belirtilen iki sözleşmeye de katılarak onaylamıştır.



Sağlık hizmetlerinin gerektirdiği tıbbi alet, cihaz ve diğer malzemelerin teknolojik gelişmeler karşısında artan bedellerinin mevcut gelir kaynaklarıyla karşılanmasının zorluğu gözetildiğinde, kamu hizmetinin giderlerine yurttaşın bir ölçüde katılımının istenmesi, bu hizmetin satışı anlamına gelmez.



Sosyal Devlet ilkesi gereğince sağlık hizmetlerinden herkesin faydalanmasının gerçekleştirilebilmesi ve sürdürülebilmesi, sunulan hizmete bazı durumlarda katkı yapılmasını zorunlu kılabilmektedir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinden herkesin yaygın ve eksiksiz olarak faydalanma amacını gerçekleştirmek için sunulan hizmete katkı sağlanmasını öngören kuralın, sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmadığı ileri sürülemez. Kaldı ki sağlık sigortası dışında kalanlar içinde 3816 ve 4736 sayılı Yasalarda ücretsiz tedaviye ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.



Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2., 56. ve 65. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



Kuralın, Anayasa’nın 10. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.



Ç) Yasa’nın 19. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendi ile 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 6. Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkralarının Sonuna Eklenen Cümlelerin İncelenmesi



Dava dilekçesinde, iptali istenilen kuralla Hazine’nin ne düzeyde ve hangi birliklerin banka borçlarını üstleneceğinin açıkça gösterilmediği, hangi birliklerin banka borçlarının üstlenileceğine idarenin takdire dayalı karar vermesine ve dolayısıyla da asli düzenlemeyi idarenin kendisinin yapmasına yol açacağı, üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ise, TMSF’ndan olan Hazine alacaklarının silinmesi durumunda silinen tutarın bütçede harcama olarak yazılmamasının bir anlamda gizlenmesine yol açacağı, bununda mali disiplini bozacak nitelikte olduğu, bu durumun ise kamu yararını ihlal edeceği nedenleriyle, Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 6. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının sonuna eklenen dava konusu cümleleri de içeren “İç Borçlanma” başlıklı 6. maddesinde;



“Çıkarılacak Devlet iç borçlanma senetlerinin çeşitlerine, satış yöntemlerine, faiz koşullarına, vadelerine, basım ve ödemelerine ilişkin her türlü esasları ve bunlara ilişkin diğer şartları belirlemeye Bakan yetkilidir.



İkrazen ihraç edilenler hariç olmak üzere, özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri, ancak karşılığında ilgili yıl bütçe kanununda yeterli ödenek olması kaydıyla ihraç edilir. Yıl içinde ortaya çıkan ve önceden öngörülmeyen gelişmeler için özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri ise ancak ödenek kalemleri arasında aktarma yapılarak, ihraç edilebilir. 1.6.2000 tarihli ve 4572 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesinin (c) bendinde belirtilen usul ve esaslar dahilinde, Hazine tarafından üstlenilmesi uygun görülen borçlar karşılığında ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri için bu fıkra hükümleri uygulanmaz.



Özel tertip Devlet iç borçlanma senetlerinin ikrazen ihraç edilmesi durumunda düzenlenecek ikraz anlaşmasının vade, faiz ve diğer şartları Bakan tarafından belirlenir. İkrazen verilen senetlerden kaynaklanan Hazine alacaklarının ilgili mevzuat çerçevesinde silinmesi halinde bu tutarlar yılı bütçesine ödenek konmak kaydıyla bütçeye gider olarak kaydedilir. Hazine Müsteşarlığının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan olan alacakları için bu fıkra hükmü uygulanmaz.



…” denilmektedir.



Kuralda sözü edilen 4572 sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre Yasa’nın amacı, tarım satış kooperatif ve birliklerine ilişkin hükümleri düzenlemek ve bu kuruluşların yeniden yapılanması için yasal bir çerçeve oluşturarak, tarım satış kooperatif ve birliklerini etkin ve sürdürülebilir bir şekilde özerk ve mali yönden bağımsız kılmaktır.



4749 sayılı Yasa’ya göre, ilgili yıl bütçe kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde ihraç edilmiş olan ve karşılığında herhangi bir nakit girişi sağlanmayan Devlet iç borçlanma senetleri Özel tertip Devlet İç Borçlanma Senetlerini, herhangi bir dış finansman kaynağından temin edilen finansman imkanları için verilen Hazine garantileri veya bu imkanların ikrazı suretiyle kullandırılması ya da bunlar dışında olmakla birlikte ilgili mevzuattan kaynaklanan işlemler nedeniyle doğan ve Hazine tarafından üstlenilen her türlü ödemeye ve/veya Hazine tarafından ikrazen ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetlerine ilişkin olarak ortaya çıkan alacaklar da Hazine alacağını ifade etmektedir.



Anayasa’nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.



Buna göre, Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir.



6. maddenin ikinci fıkrasının sonuna eklenen dava konusu cümlede 1.6.2000 tarihli ve 4572 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (c) bendinde belirtilen usul ve esaslar dahilinde Hazine’nin hangi birliklerin banka borçlarını üstleneceği belirlenmiştir.



Buna göre, “belirtilen usul ve esaslar dahilinde” denilmek suretiyle 4572 sayılı Yasa’nın Geçici 2. maddesinin (c) bendinde, Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin 1.5.2000’den önce mevcut olan özel bünye faaliyetleri ile ilgili banka borçlarının, Birliklerin yeniden yapılandırma sürecinde, Yeniden Yapılandırma Kurulu’nun önerileri dikkate alınarak, Hazine tarafından üstlenileceği öngörülmüştür.



6. maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen, “Bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasının finansmanı” çerçevesinde TMSF’na ikrazen ihraç edilen Özel Tertip Devlet İç Borçlanma Senetlerinden doğan Hazine alacaklarıdır. Fıkrada öngörülen, Özel tertip iç borçlanma senetlerinin ikrazen ihraç edilmesi durumunda düzenlenecek ikraz anlaşmasının vade, faiz ve diğer şartlarının Bakan tarafından belirlenmesi ile ikrazen verilen senetlerden kaynaklanan Hazine alacaklarının ilgili mevzuat çerçevesinde silinmesi halinde bu tutarların yılı bütçesine ödenek konmak kaydıyla bütçeye gider olarak kaydedilmesine yöneliktir. Eklenen cümle ile de Hazine’nin TMSF’ndan olan alacakları için bu koşulların aranmaması öngörülmüştür.



4059 sayılı Yasa’nın 2. maddesine göre, Hazine işlemlerini yürütmek, Devlet giderlerinin gerektirdiği nakdî sağlamak, kamu borç portföyü, Hazine garantileri ve Hazine alacakları ile ilgili her türlü analiz ve risk değerlendirmesini yapmak, ilgili diğer Müsteşarlık birimleriyle işbirliği içinde borçlanma politika, ilke ve stratejilerini belirlemek, uzun vadeli ve yıllık borçlanma programlarını hazırlamak, risk yönetimi kapsamında alınacak tedbirleri tespit etmek, uygulamayı değerlendirmek ve raporlamak, Devletin iç borçlanmasını yürütmek, Devlet tahvili, Hazine bonosu ve diğer iç borçlanma senetleri çıkarmak T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’na verilmiş görevlerdendir.



4749 sayılı Yasa’nın 14. maddesinin onbeşinci fıkrasına göre de, Devlet borcu ve Hazine garantilerinin uygulama sonuçları Müsteşarlıkça hazırlanarak ilgili yıl kesinhesap cetveli ile birlikte Hazine genel hesabına dahil edilmek üzere Maliye Bakanlığına gönderilmekte, ilgili bütçe yılı içinde sağlanan iç ve dış finansman imkanları, sağlanan Hazine garantileri, risk hesabı, alınan ve verilen hibeler, dış borcun devri, dış borcun ikrazı ve dış borcun tahsiline ilişkin bilgilerle finans piyasalarına ve borç yönetimine ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı “Kamu Borç Yönetimi Raporu” üçer aylık dönemler itibariyle TBMM Başkanlığı’na, Başbakanlığa, Maliye Bakanlığı’na, Sayıştay Başkanlığı’na, DPT Müsteşarlığı’na gönderilmekte ve Bakan tarafından TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu yılda bir defadan az olmamak üzere bilgilendirilmektedir.



Buna göre, iç borçlanma başlıklı 6. maddenin dava konusu bölümlerinde konu edilen borçlar ve alacaklar Hazine Müsteşarlığı’nca kayıt altında tutulmakta ve üçer aylık dönemler itibariyle Kamu Borç Yönetimi Raporu çıkarılmak ve yayınlanmak suretiyle kamuoyuna açıklanmaktadır.



Anayasa’da kanunla düzenleneceği öngörülen konular, Yasama organı dışında başkaca bir organ tarafından düzenlenemez. Ancak, bu yasak Anayasa’da kanunla düzenleneceği öngörülen her konunun, ayrıntılarına kadar mutlaka kanunla düzenleneceği anlamına gelmez.



İptali istenen kurallarda belirtilen konulara ilişkin esas ve usullerin 4572 ve 4059 sayılı Yasalarda gösterilmiş olması nedeniyle yasama yetkisinin devrinden sözedilemez.



Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



Kuralın, Anayasa’nın 6., 8., 11. ve 123. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.



D) Yasa’nın 19. Maddesinin Birinci Fıkrasının (f) Bendi ile 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 17. maddesinin Yeniden Düzenlenen (C) Fıkrasının (1) Numaralı Bendinin “…ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar …” Bölümü ile (2) ve (3) Numaralı Bentlerinin İncelenmesi



Dava dilekçesinde, 4749 sayılı Yasa kapsamına giren antlaşmalar arasında Anayasa’nın 90. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Resmi Gazetede yayımlanması gerekenlerinde bulunduğu gözetilmeksizin tümünün Resmi Gazetede yayımlanmayacağının öngörülmesinin Anayasa’nın 90. maddesine ve Anayasa Mahkemesi’nin K.2004/6 sayılı Kararındaki gerekçe gözetilmediği için Anayasa’nın 153. maddesi ile 2. ve 11.maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 19. maddesinin (f) bendi ile yeniden düzenlenen 4749 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin (C) fıkrasında,



“ Bu Kanun hükümlerine göre;



1) Savunma ve güvenlik amaçlı kredi ve hibe anlaşmaları ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar,



2) Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlar haricindeki herhangi bir dış finansman kaynağından sağlanan kredilere ilişkin olarak imzalanan anlaşmalar,



3) Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla imzalanan ekonomik ve ticari mahiyetteki anlaşmalar çerçevesinde program veya proje kredisi amacıyla sağlanan ve münhasıran anapara, faiz ve diğer finansman giderlerinin geri ödenmesini düzenleyen kredi anlaşmaları,



Resmi Gazetede yayımlanmaz.



Yukarıda belirtilen anlaşmaların dışında bu Kanun hükümlerine göre yapılan diğer anlaşmalar Resmi Gazetede yayımlanır.”



denilmektedir.



Anayasa’nın 153. maddesinde, Anayasa Mahkemesi kararlarının Resmî Gazetede hemen yayımlanacağı ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı belirtilmiştir. Anayasa’ya aykırılığı Anayasa Mahkemesi’nce saptanmış kuralların aynı amaç doğrultusunda yeniden yasalaştırılması, kararı etkisiz duruma düşürmek anlamına gelir.



Ancak bir yasanın Anayasa’nın 153. maddesine aykırılığından söz edilebilmesi için, iptal edilen önceki yasayla “aynı” ya da “benzer nitelikte” olması zorunludur. İki yasanın “aynı” ya da “benzer nitelikte” olup olmadığının anlaşılabilmesi için, aralarında “özdeşlik”, yani anlam ve nitelik ile, “teknik, içerik ve kapsam” yönlerinden karşılaştırılması gerekir.



İptal edilen önceki kuralda “Bu Kanun gereği imzalanan andlaşmalar 23.5.1928 tarihli ve 1322 sayılı Kanun hükümlerinden muaf olup Resmi Gazetede yayımlanmaz.” denilerek; 4749 sayılı Yasa gereğince imzalanan tüm andlaşmaların 1322 sayılı “Kanunların ve Nizamnamelerin Sureti Neşir ve İlanı ve Meriyet Tarihi Hk. Kanun” hükümlerinden muaf tutularak Resmi Gazetede yayımlanmaması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı gerekçesinde de “dava konusu kuralla 4749 sayılı Yasa kapsamına giren andlaşmalar arasında ağırlıklı olarak 90. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca Resmi Gazete’de yayımlanması gerekenlerin de bulunduğu gözetilmeksizin, söz konusu Yasa’ya göre imzalanan andlaşmaların tümünün Resmi Gazete’de yayımlanmayacağını öngören dava konusu kural Anayasa’nın 90. maddesine aykırıdır.” denilmiştir.



Oysa, dava konusu yapılan yeni kurallarda, hibe anlaşmaları, borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar, herhangi bir dış finansman kaynağından Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlar haricindeki sağlanan kredilere ilişkin olarak imzalanan anlaşmalar ile Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla imzalanan ekonomik ve ticari mahiyetteki anlaşmalar çerçevesinde program veya proje kredisi amacıyla sağlanan ve münhasıran anapara, faiz ve diğer finansman giderlerinin geri ödenmesini düzenleyen kredi anlaşmalarının Resmi Gazete’de yayımlanmaması öngörülmüştür.



Buna göre yeni düzenlemede, iptal edilen kuralda öngörüldüğü gibi 4749 sayılı Yasa gereğince imzalanan tüm andlaşmaların değil, sadece kuralda sayılan andlaşmaların Resmî Gazete’de yayımlanmayacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, dava konusu kurallar, iptal edilen kuralla teknik, içerik ve kapsam yönünden özdeş olmadığından, Anayasa’nın 153. maddesine aykırı bulunmamıştır.



1- Birinci Bentteki “…ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar …” Bölümünün İncelenmesi



Anayasa’nın “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin birinci fıkrasında “… andlaşmaların onaylanması, TBMM’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır” denilmiş, ikinci ve üçüncü fıkralarında da, kimi durumlarda önceden bir Yasa ile uygun bulma zorunluluğu olmaksızın anlaşmaları yürürlüğe koyma yetkisi yürütme organına verilmiştir.



Anayasa’nın 90. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.



4749 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin yeniden düzenlenen (C) fıkrasının (1) numaralı bendindeki dava konusu ibarede, Yasa’nın 9. maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ile 10. maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmaların Resmi Gazete’de yayımlanmayacağı öngörülmektedir.



4749 sayılı Kanun’un; Avrupa Birliğinden sağlanacak hibeler hariç olmak üzere ayni ve nakdi hibe alınması (Madde 9/1), yabancı ülkelere, yabancı ülkelerin kuruluşlarına, uluslararası kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına nakdi hibe verilmesi (Madde 9/2), yabancı ülke ve kuruluşlara yapılacak savunma ve güvenlik amaçlı hibe ve yardımlar (Madde 9/3), yabancı ülkeler, yabancı ülkelerin kuruluşları, uluslararası kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına borç verilmesi (Madde 10/1), Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin Yüksek Danışma ve Kredileri Yönlendirme Kurulu tarafından onaylanan yıllık programında yer almayan ülkelerde ve OECD uzlaşması hükümlerine uygun olmayan, ancak ülkemizin çıkarları açısından özel önem arz eden projelerin kredilendirilmesi (Madde 10/3), Türkiye İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin yabancı ülkelere ve bu ülkelerdeki kuruluşlara verdiği kredilerin üç yıl veya daha uzun vadeli olarak yeniden yapılandırılmasıyla ilgili (Madde 10/3) andlaşmaları kapsadığı, yabancı ülke ve kuruluşlarla yapılacak savunma ve güvenlik amaçlı hibe ve yardımlarla ilgili andlaşmalarda olduğu gibi, kimi ayrık durumlar dışında, bu andlaşmaların genel anlamda ekonomik ve ticari özelliği olan kamu finansmanı ve borç yönetimiyle ilgili bulunduğu anlaşılmaktadır.



Bu durumda, dava konusu “ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” ibaresinde belirtilen andlaşmaların ekonomik ve ticari nitelikte olduğu ve bu nedenle Anayasa’nın 90. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Resmi Gazete’de yayımlanması gerektiği açıktır.



Açıklanan nedenlerle, Yasa’nın 19. maddesinin (f) bendi ile yeniden düzenlenen 4749 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin (C) fıkrasının 1. bendinde yer alan dava konusu “ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” bölümü, Anayasa’nın 90. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.



Dava konusu yasa kuralı, Anayasa’nın 90. maddesine aykırı görülerek iptal edilmiş olduğundan, ayrıca Anayasa’nın 2. ve 11. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.



2- İkinci ve Üçüncü Bentlerinin İncelenmesi



İkinci ve üçüncü bentlere göre, Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla imzalanan ekonomik ve ticari mahiyetteki anlaşmalar ile bu kuruluşlardan sağlanacak kredilere ilişkin anlaşmalar Resmî Gazete’de yayımlanacaktır.



Dava konusu kurallarda Resmî Gazete’de yayımlanmayacak anlaşmalar olarak belirtilenler, Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlar dışında kalan kaynaklardan sağlanan kredi anlaşmaları ile Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş anlaşmalarla sağlanan kredilerin ana para, faiz ve diğer finansman giderlerinin geri ödenmesine ilişkin anlaşmalardır.



Buna göre dava konusu kurallarda, Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerce oluşturulan birlikler, resmi finansman fonları, uluslararası ve bölgesel kuruluşlardan sağlanan ekonomik ve ticari nitelikteki anlaşmaların Resmî Gazete’de yayımlanması öngörüldüğünden, Anayasa’nın 90. maddesine aykırılık yoktur. İptal isteminin reddi gerekir.



Kuralların, Anayasa’nın 2. ve 11. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.



E) Yasa’nın 21. Maddesinin Birinci Fıkrasının (b) Bendi ile 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 33. Maddesine Eklenen İkinci Fıkranın (2) Numaralı Bendinde yer alan “… yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları …” İbaresinin İncelenmesi



Dava dilekçesinde, yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olan araçları Ulaştırma Bakanlığı’na satın alma yetkisinin verilmesinin kamu yararını değil, başka kişileri koruma amacına yönelik olduğu, eski taşıt alınmasının döner sermaye işletmelerini zarara uğrayacakları yatırımlara ve kamu gelirlerini kötü harcamaya yöneltebileceği, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 2., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 21. maddesinin (b) bendi ile 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 33. maddesine eklenen ikinci fıkranın dava konusu ibareyi de içeren (2) numaralı bendinde “Bakanlık, Döner Sermaye İşletmesinin mali imkanları ölçüsünde olmak üzere; ticari yolcu ve eşya taşımalarında kullanılan otobüs, kamyon, tanker ve çekicilerden yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları devir alabilir, devir alınan taşıtların sahiplerine, ödeme yaptırmaya yetkilidir.” denilmektedir.



4925 sayılı Yasa’nın 3. maddesinde “taşıma”, yolcunun taşıta bindiği veya eşyanın taşımacıya teslim edildiği yerden varış noktasına götürülmesi, “yolcu”, taşıtı kullanan sürücü ile hizmetliler dışında taşıtta bulunan kişiler, “eşya”, insandan başka taşınabilen canlı veya cansız her türlü nesne olarak tanımlanmış, 2. maddesinde de Yasa’nın kamuya açık karayolunda motorlu taşıtlarla yapılan yolcu ve eşya taşımalarını, taşımacıları, taşıma acentelerini, taşıma işleri komisyoncularını, nakliyat ambarı ve kargo işletmecilerini, taşıma işlerinde çalışanlar ile taşımalarda yararlanılan her türlü taşıt, araç, gereç, yapıları ve benzerlerini kapsadığı belirtilerek, amacının karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkanların daha yararlı bir şekilde kullanılmasını sağlamak olduğu vurgulanmıştır.



Ulaştırma hizmetlerinin ülkenin ihtiyaçlarına uygun olarak tesisi ve geliştirilmesi için kurulan Ulaştırma Bakanlığı’nın 3348 sayılı Yasa’da sayılan görevleri arasında, ulaştırma hizmetlerinin teknik, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlara, kamu yararına ve milli güvenlik amaçlarına uygun olarak kurulmasını, geliştirilmesini ve bu hizmetlerin birbirini tamamlayıcı şekilde yürütülmesini sağlayacak esasları ve ulaştırma talep ve ihtiyaçlarını tespit etmek ve planlamak, ulaştırma işlerinde Karayolları Trafik Kanunu hükümleri saklı kalmak üzere kamu düzenini, can ve mal güvenliğini sağlayacak şekilde tedbirler almak, aldırtmak ve uygulanmasını takip etmek ve denetlemek, Devletin ulaştırma ve haberleşme hedef ve politikalarının tespiti ve uygulanması amacıyla gerekli araştırmaları yapmak ve yaptırmak, ulaştırma sistemlerinin düzenlenmesi, hava taşıma araçlarının teknik nitelikleriyle, bunlarda çalışanların yeterlilik şartlarının belirtilmesi hususlarında temel prensip ve politikayı tespit etmek, bu konularda koordinasyonu sağlamak olduğu belirtilmiştir.



Taşıma faaliyetlerinde genel kural, 4925 sayılı Yasa’nın 4. maddesinde taşımaların ekonomik, seri, elverişli, güvenli, çevreye kötü etkisi en az ve kamu yararını gözetecek tarzda serbest rekabet ortamında gerçekleştirileceği, Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nin 5. maddesinde de taşıma faaliyetlerinin ekonomik, seri, elverişli, güvenli, çevreye kötü etkisi en aza indirilecek, genel sağlık, fert, toplum ve çevre sağlığı ile güvenliğini olumsuz yönde etkilemeyecek ve kamu yararını gözetecek tarzda serbest rekabet ortamında gerçekleştirileceği biçiminde düzenlenmiştir.



Buna göre Karayolu Taşıma Kanunu ve Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nde belirtilen genel kural ve amaçların gerçekleştirilmesi doğal olarak Ulaştırma Bakanlığı’nın görevleri çerçevesinde kamu yararı gözetilerek yerine getirilecektir. Böylece ulaştırma hizmetlerinin teknik ve sosyal ihtiyaçlarla kamu yararına uygun olarak yerine getirilmesi bu yönden gerçekleştirilmiş ve sağlıklı bir ulaşım ortamına katkı sağlanmış olacaktır.



Açıklanan nedenlerle dava konusu ibare, Anayasa’nın 2. ve 11. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



Kuralın, Anayasa’nın 10. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.



Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşlere katılmamıştır.



F) Yasa’nın 25. Maddesi ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Ek Madde 1’in Birinci ve Sonuncu Fıkralarının İncelenmesi



Dava dilekçesinde, sözkonusu kurum ve kuruluşların yayımlayacakları kitap, dergi, ansiklopedi, gazete, bülten ve broşür gibi yayınlar için ödenecek telif ve işlenme ücretleri ile basılı ve basılacak eser inceleme ücretlerine ilişkin usul ve esaslar, madde kapsamına giren eserlerin seçilmesi, yayımlanması konularında idareye yönetmelikle belirleme konusunda verilen yetkinin asli düzenleme yetkisi olduğu, yayım ve ansiklopedi yazı kurullarının görevleri ve yetkilerinin düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılmasının yetki devri olduğu, bu nedenle kuralların Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Dava konusu birinci fıkrada, genel ve katma bütçeli kurumlar ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar, fonlar ve özel bütçeli kurumların özel kanunlarındaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, amaç ve görevleri ile ilgili olarak, yayımlayacakları kitap, dergi, ansiklopedi, gazete, bülten ve broşür gibi yayınlar için, ödenecek telif ve işlenme ücretleri ile basılı ve basılacak eser inceleme ücretleri ve bunlara ilişkin usul ve esasların, Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenleneceği; son fıkra da ise, madde kapsamına giren eserlerin seçilmesi, yayımlanması, yayım ve ansiklopedi yazı kurullarının kurulması, çalışma esasları, görevleri ve yetkileri ile diğer hususların, Kurumlar tarafından çıkarılacak yönetmeliklerde düzenleneceği öngörülmüştür.



Kitap, dergi gibi yayınlar ve eserlerin içerik, kapsam ve nitelik yönlerinden farklılık göstermesi, bunların değerlendirilmesi ve değerlendirmeyi yapacak kurulların yapısının ve oluşumunun farklılığı belirtilen teknik ayrıntıların yasa ile düzenlenmesini zorunlu kılmamaktadır.



Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



Kuralın, Anayasa’nın 6., 8., 11. ve 123. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.



G) Yasa’nın 28. Maddesinin (m) Fıkrası ile Değiştirilen 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 6. Maddesinin Dördüncü Fıkrasının İncelenmesi



Dava dilekçesinde kuralın, seçimlerde seçmenlerin oylarıyla belirlenen temsilcilerin Büyükşehir belediyesindeki temsil oranlarını değiştirdiği, Büyükşehir belediyesine katılacak ilçe ve ilk kademe belediye meclisi üyelerinin seçildiği seçim çevresi ile Büyükşehir belediye meclisi üyelerinin seçildiği seçim çevrelerinin farklı olduğu, bu nedenlerle ve seçmenin ilçe belediye meclisi üyesi veya ilk kademe belediye meclisi üyesi olarak oy verip seçtiği kişileri, daha sonra kanunlarda yapılan değişikliklerle Büyükşehir belediye meclisi üyesi haline dönüştürdüğü, seçmenlerin kendi belediye meclis üyelerini Büyükşehir belediye meclisinde görev yapmak üzere seçmediği, seçimlerde oluşmuş temsilcilerin sayısının ve oranının seçimlerden sonra değiştirilmesi yoluyla temsil ve verilen oy arasındaki bağlantıyı koparttığı, nüfus açısından birbirinden farklı büyüklükteki ilk kademe belediyelerinin Büyükşehir belediye meclisinde aynı oranda temsil edilmelerini öngörmesi nedeniyle temsil bakımından eşitlik ve adalete aykırılık yarattığı, bu nedenlerle Anayasa’nın, 2., 10., 11., 67. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 28. maddesinin (m) fıkrası ile değiştirilen 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 6. maddesinin dördüncü fıkrasında “İlçe ve ilk kademe belediyesi olarak büyükşehir belediye sınırları içine katılan belediyeler, mevcut belediyelerin temsil edildiği şekilde büyükşehir belediye meclisinde temsil edilirler.” denilmektedir.



6. maddenin birinci fıkrasında, büyükşehir belediyesinin sınırları çevresinde ve aynı il sınırları içinde bulunan belediye ve köylerin, büyükşehir belediyesine katılması konusunda Belediye Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtildikten sonra, katılma kararının ilgili ilçe veya ilk kademe belediye meclisinin talebi üzerine, büyükşehir belediye meclisi tarafından alınacağı vurgulanmış; dava konusu dördüncü fıkrasında da, ilçe ve ilk kademe belediyesi olarak büyükşehir belediye sınırları içine katılan belediyelerin, mevcut belediyelerin temsil edildiği şekilde büyükşehir belediye meclisinde temsil edileceği belirtilmiştir. Dava konusu dördüncü fıkra, ilk fıkrada belirtilen katılma işleminin devamı niteliğinde olup, bu katılma sonucunda katılınılan Büyükşehir belediye meclisinde sözkonusu belediyenin nasıl temsil edileceğini düzenlemektedir.



Anayasa’nın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin açılımı ve somutlaşması niteliğindeki Anayasa’nın 127. maddesi, yerel yönetimlerin kanunda öngörülen karar organlarının seçmenler tarafından oluşturulmasını öngörmektedir. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci fıkrası, mahalli halka bu hakkı verirken, ikinci fıkrası yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceğini öngörmüş; üçüncü fıkrası da yerel yönetim seçimlerinin Anayasa’nın 67. maddesindeki esaslara göre beş yılda bir yapılacağını belirtmiştir. Üçüncü fıkranın son tümcesinde de “Kanun, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri getirebilir.” denilmek suretiyle il özel idaresi, belediye ve köy dışında farklı bir yerel yönetim biçimi olan büyükşehir belediyesi kurulmasına imkan sağlanmıştır.



Kuruluşları Anayasa’nın 127. maddesine dayanan büyükşehir belediyelerinde, görev ve hizmetlerin koordinasyon içerisinde yürütülmesi amaçlanmaktadır. Büyükşehir belediyesi sınırları içerisindeki belediyelerin, diğer belediyelerin sahip oldukları tüm yetki ve görevleri aynen korumaları büyükşehir belediyesi kurulmasındaki amaçla bağdaşmaz. O nedenle, yerel müşterek ihtiyacın boyutuyla orantılı olarak ilçe ve ilk kademe belediyelerinin büyükşehir belediyesiyle bütünlük içerisinde yönetilmesi bunların özerkliklerinin kaybı anlamına gelmez. Yerinden yönetim ilkesiyle ifade edilen özerklik, yine Anayasa’nın 123. ve 127. maddeleri çerçevesinde kuruluş koşulları yasa ile belirlenen ve bu çerçevede geçerli olan bir özerkliktir.



İptali istenilen kural, ilçe ve ilk kademe belediyesi olarak Büyükşehir sınırları içine katılan belediyelerin Büyükşehir belediye meclisindeki temsilini düzenlemektedir.



Buna göre, katılmalar sonucu büyükşehir belediye meclisinin sayı ve oranının değişmesi, katılan yerlerin büyükşehir belediye meclisinde temsilini amaçlamaktadır. Aksi takdirde bir yandan katılımı gerçekleştirmek diğer yandan ise katılanları büyükşehir belediyesinde temsilden yoksun bırakmak Anayasa’nın 67. ve 127. maddeleriyle bağdaşmaz.



Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında ifade edilen eşitlik ilkesine göre, büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde bulunan bir belediye ile bu sınırlar dışındaki bir belde veya ilçe belediyesi veya il belediyesi aynı hukuki statüye sahip değildir. Ancak, ilçe ve ilk kademe belediyesi olarak büyükşehir belediyesi sınırlarına katılan belediyeler, büyükşehirin mevcut belediyeleri ile aynı hukuksal duruma ve konuma sahiptirler. Buna göre de, mevcut belediyelerin temsil edildiği şekilde büyükşehir belediye meclisinde temsil edilmeleri gerekir.



Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 10., 11., 67. ve 127. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



H) Yasa’nın 30. Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkralarının İncelenmesi



Dava dilekçesinde, iptali istenen kuralın emekli kamu görevlilerinin bilgi ve birikiminden yararlanmaya imkan bırakmadığı, dolayısıyla yöneldiği amacın kamu yararı olmadığı ve kuralda belirtilen kamu kurum ve kuruluşlarında halen çalışmakta olanların bir sosyal güvenlik kurumundan almakta oldukları emeklilik veya yaşlılık aylıklarının kesilmesini öngörmekle çalışma hak ve özgürlüğünü sınırlandırdığı ve bu haktan yararlanmayı imkansız kıldığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 11., 13., 49. ve 60. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 30. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında;



“Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50’sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar.



Diğer kanunların emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken emeklilik veya yaşlılık aylıkları ve/veya diğer tazminatları kesilmeksizin atanmaya, çalıştırılmaya veya görevlendirilmeye izin veren hükümleri ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun ek 11 inci maddesine göre 1.1.2005 tarihinden önce alınmış Bakanlar Kurulu kararları uygulanmaz.”



denilmektedir.



Anayasa’nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Bu maddede nitelikleri belirtilen sosyal hukuk devleti, insan haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, çalışma hayatını geliştirmek ve ekonomik önlemler alarak çalışanlarını koruyan, onların insan onuruna uygun hayat sürdürmelerini sağlayan, milli gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gereken önlemleri alan, sosyal güvenlik hakkını yaşama geçirebilen, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. Çağdaş devlet anlayışı sosyal hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasa’nın özüne ve ruhuna uygun biçimde kurularak işletilmesini, bu yolla bireylerin refah, huzur ve mutluluğunun sağlanmasını gerekli kılar.



Anayasa’nın 60. maddesinde “herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir” denilmekle, bireylere, gelecekte karşılaşacakları sosyal riskler karşısında yoksulluğa düşmemeleri için asgarî ölçüde bir yaşam düzeyinin amaçlandığı belirtilmektedir. Bu amaç, sosyal sigorta kuruluşlarınca, kendi kuralları çerçevesinde gerçekleştirilir ve yerine getirilir.



Sosyal güvenlik, herşeyden önce, herhangi bir nedenle kısmen ya da tamamen çalışamayanlara ve bu nedenle gelir kaybına uğrayarak muhtaç duruma düşenlere, insan onuruna yaraşır asgarî bir hayat sürmeleri için gerekli olan gelirin sağlanmasını öngörür. Sosyal güvenlik, ekonomik yönden güçsüzleri, insanca yaşamak için yeterli geliri olmayanları koruyup kollar.



Emekli veya yaşlılık aylığı güvencesinin amacı da, fiziki tehlikelerden yaşlılık tehlikesine karşı, bu dönemde çalışamama dolayısıyla gelirden yoksun kalmaya yönelik tehlikenin ortadan kaldırılmasıdır. Böylece kişilere, yaşlılık nedeniyle çalışamaz duruma geldiklerinde yaşamlarını sürdürebilecekleri bir geliri sağlama sosyal güvencesi verilmektedir.



Dava konusu kural, emekli veya yaşlılık aylığı almakta olan kişinin kendini çalışma gücüne sahip görerek kendi isteği ile kuralda belirtilen yerlerde yeniden çalışmaya başlaması durumunda emekli aylığının kesilmesine ilişkindir.



Buna göre, kişinin sosyal güvenlik hakkı ortadan kaldırılmamakta ve emeklilik statüsü zarar görmemektedir. Kural, sadece belirtilen yerlerde çalışıldığı ve karşılığında gelir elde edildiği sürece emekli aylığının kesilmesini öngörmektedir. Bu durumda da sosyal güvenliğin sosyal riskler karşısında asgari yaşam düzeyinin sağlanması amacı ortadan kalkmamaktadır. Kişi, yaşlılık dolayısıyla çalışamama riski karşılığında sosyal güvenlik sisteminin sağladığı emekli veya yaşlılık aylığından, belirtilen kurumlarda çalışarak daha iyi bir yaşam elde etme düşüncesiyle kendi isteği ile vazgeçmektedir.



Anayasa’nın 49. maddesinde, çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu belirtilmiş, Devlete, çalışanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı denetlemek ve işsizliği gidermeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli önlemleri almak ödevi verilmiştir. Devlet, kişinin çalışma hakkını kullanabilmesi için iş alanında gerekli önlemleri alacak ve sınırlamaları kaldırarak görevini yerine getirecek, bireyde çalışarak topluma yük olmaktan kurtulacaktır.



Devletin herkese iş verme, herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, Devlet olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır. Buna göre, Devlet işsizlere de iş imkanı sağlayacak istihdam tedbirlerini almak zorundadır. Sosyal güvenlik kurumlarından emekli veya yaşlılık aylığı almakta iken kendi isteği ile belirtilen yerlerde yeniden çalışmaya başlayanların emekli veya yaşlılık aylıkların kesilmesinin, özellikle öğrenimlerini tamamlayıp iş arayan gençlere iş bulma amacı dikkate alındığında daha büyük sorunların çözümüne yönelik düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır.



Açıklanan nedenlerle, sosyal güvenlik kurumundan emekli veya yaşlılık aylığı almakta olanların, kuralda sayılan kurum ve kuruluşlarda kendi istekleri ile yeniden çalışmaya başlamaları ve karşılığında aylık almaları nedeniyle, yaşlılık veya emekli aylıklarının kesilmesini öngören dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 49. ve 60. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



Kuralın, Anayasa’nın 11. ve 13. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.



Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.



I) Yasa’nın 31. Maddesinin “…ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir.” Bölümünün İncelenmesi



Dava dilekçesinde, 657 sayılı Yasa’ya tabi memurların yerlerinin kolayca değiştirilmesini sağlayabilecek düzenleme getirildiği, böyle bir düzenlemeyle norm kadro fazlası gösterilen personelin tüm özlük haklarının Devlet Personel Başkanlığı’nın bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı’nın takdirine bırakıldığı, madde de ihtiyaç fazlası personelin nakledilecekleri kurum ve kuruluşlardaki kadro ve pozisyonlarının nasıl olacağı hususları dahil personelin nakline ilişkin ilkeler konusunda herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği, konuya ilişkin usul ve esasları belirleme konusunda verilen yetkinin, yetki devri niteliğinde olduğu, bu nedenlerle kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 31. maddesinin dava konusu bölümünde “…ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir.” denilmektedir.



Anayasa’nın 128. maddesinde Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.



Anayasa’nın 7. maddesi, yasama yetkisinin TBMM’nce kullanılacağı ve devredilemeyeceğini kurala bağlamıştır. Buna göre, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yönetimin düzenlenmesine bırakmaması gerekir. Temel kuralları koymadan, ölçüsünü belirlemeden ve sınırı çizmeden yürütmeye düzenleme yetkisi veren kural, Anayasa’nın 7. maddesine aykırı düşer.



Kuralda belirtilen ihtiyaç fazlası personelin kim olduğu, naklin nasıl yapılacağı ve kadro unvan ve özlük haklarının ne olacağı hususları belirlenmemiştir.



Bu nedenle, Yasa’da çerçevesi ve sınırları tam olarak belirlenmeyerek ve açıkça düzenleme yoluna gidilmeyerek kurumlara, diğer bir deyişle yürütme organı idareye geniş takdir yetkisi bırakılmasını öngören kural, Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.





İ) Yasa’nın 32. Maddesinin Altıncı Fıkrasının Birinci Tümcesinin İncelenmesi



Dava dilekçesinde, kuralda imar planı ve parselasyon planı yapımı ile bunlara ilişkin onama işlemlerinin İmar Kanunu’nun 9. maddesine göre belirtilen askı sürelerine tabi olmaktan çıkarılmasının, ilgililerin bu işlemlere süresinde itiraz imkanlarını fiilen ortadan kaldırdığı, ayrıca yapılan düzenlemenin sadece T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü yararına bir düzenleme olduğundan kamu yararına dayanmadığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 11. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.



Yasa’nın 32. maddesinin altıncı fıkrasında “Satışı ve değerlendirilmesi yapılacak taşınmazların, ilgili kuruluşların ve belediyelerin görüşlerini almak ve çevre imar bütünlüğünü bozmamak kaydıyla, her ölçekte imar planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemleri 3194 sayılı İmar Kanununun 9 uncu maddesine göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından askı sürelerine tabi olmaksızın re’sen yapılır. İlgili kuruluş ve belediyeler görüşlerini onbeş gün içinde bildirmek zorundadır. TCDD Genel Müdürlüğü, taşınmazlarının satışı ve değerlendirilmesi uygun görülen yerler için 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın, 28.7.1981 tarihli ve 2499 sayılı Kanuna tabi ekspertiz şirketlerine rayiç bedel tespit ettirmeye, gerçek ve özel hukuk kişilerine her ölçekteki imar planlarını yaptırmaya, ilan, reklam, proje, kontrollük, danışmanlık veya pazarlama gibi konularda hizmet satın almaya ve bütün bu giderler için satılan ve değerlendirilen taşınmazların tahsil edilen bedellerinin %2’sini geçmemek üzere bu bedellerden ödeme yapmaya yetkilidir.” denilmektedir.



1- “…askı sürelerine tabi olmaksızın…” Bölümünün İncelenmesi



2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi, yasaların Anayasa’ya aykırılığı konusunda ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere bağlı kalmak zorunda olmadığından dava konusu kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesi yönünden de incelenmiştir.



Anayasa 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk Devleti olduğunu vurgulanırken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı denetimine bağlı olmasını amaçlamıştır. Çünkü yargı denetimi demokrasinin “olmazsa olmaz” koşuludur. Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü, 125. maddesinde de “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” kuralı yer almaktadır. Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve işlemleri yargı denetimi kapsamına girmektedir. Kural olarak bunlardan kamu hukuku alanındaki eylem ve işlemler için idari yargının, özel hukuk alanındakiler için de adli yargının görevli olduğunda duraksanamaz.



Yasa’nın 32. maddesinin altıncı fıkrasında, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce satışı ve değerlendirmesi yapılacak taşınmazlar için, İmar Kanunu çerçevesinde yapılacak işlemler düzenlenerek, her ölçekte imar planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemlerinde, İmar Kanunu’nun 8. maddesinde düzenlenen askı süresine uyulmayarak, 9. maddesi gereğince Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca re’sen yapılması öngörülmektedir.



3194 sayılı İmar Kanunu, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiş olup, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapıları kapsamaktadır.



Yasa’nın 8. maddesinde, imar planlarının belediye meclisince, belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planların ise valilikçe onaylanacağı, her iki planın 1 ay süre ile ilan edileceği, bir aylık ilan süresi içerisinde yapılacak itirazlarında 15 gün içinde kesin karara bağlanacağı öngörülmüştür. Maddenin gerekçesinde de “İmar planlarının, 5 yıllık kalkınma planı ilkeleri doğrultusunda gerçekleştirilmesi ve fiziki planların bütününde sosyo-ekonomik esasa dayalı düzenlemenin getirilmesi, bu suretle şehirlerin gelişmesinin Bölge Planları ile yönlendirilmesi ile imar planlamalarında sürenin asgariye indirilmesi ve aynı zamanda mahalli koşulların plana sağlıklı olarak yansıması için Valilik ve Belediyelere plan yapma yetkisini tanıyan hükmün getirildiğini; Ayrıca, halkın kendisi için yapılan imar planlarının aleniyesinin sağlanmasının amaçlandığı” vurgulanmıştır.



Bu durumda İmar Yasası’nda ilanlar için öngörülen askı süresinin imar planlarının ve değişikliklerinin aleni olmasına dayandığı ve idarelere yapılacak itirazlar için getirildiği anlaşılmaktadır.



Dava konusu kural imar plan ve değişikliklerini veya bunlara ilişkin onama işlemlerini askı sürelerine tabi kılmamakla, yargı yolunu ve hak arama özgürlüğünün kullanılmasını zorlaştırdığı açıktır.



Bu nedenlerle, altıncı fıkranın dava konusu birinci tümcesinin, “…askı sürelerine tabi olmaksızın…” ibaresi, Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.



Dava konusu yasa kuralı, Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı görülerek iptal edilmiş olduğundan, ayrıca Anayasa’nın 11. maddesi yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.



Serruh KALELİ Anayasa’nın 36. maddesi yönünden yapılan değerlendirmeye katılmamıştır.



2- Tümcenin Kalan Bölümünün İncelenmesi



TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü, 28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü Ana Statüsü”nde düzenlendiği gibi, 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi İşletmeleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye tabi olan, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk, sermayesinin tamamı Devlete ait ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı olan, kamu hizmeti niteliği ağır basan bir Kamu İktisadi Kuruluşu’dur.



Kuralda ilgili kuruluşların ve belediyelerin görüşlerinin alınması ve imar bütünlüğünün bozulmaması koşulları getirilerek mahalli ihtiyaçlar gözetildiğinden Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın yetkili kılınmasında Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır.



Bu nedenle birinci tümcenin kalan bölümü Anayasa’nın 2. ve 125. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



Kuralın, Anayasa’nın 11. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.



Tülay TUĞCU, Fulya KANTARCIOĞLU ve Şevket APALAK bu görüşe katılmamıştır.



J) Yasa’nın Geçici 6. Maddesinin Birinci Fıkrasının İncelenmesi



Dava dilekçesinde, fıkranın birinci tümcesinde Maliye Bakanlığı’na tanınan yetkinin asli düzenleme yetkisinin devri niteliğinde olduğu, ikinci tümcesinde ise tanımlanan personelin başka bir işleme gerek kalmaksızın kadrolara atanmış sayılmasının yasama yetkisinin yürütmeye müdahalesi anlamına geleceği; bu nedenlerle kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Yasa’nın Geçici 6. maddesinde,



“Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığında görev yapmakta iken 6.1.2005 tarihli ve 5283 sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre Sağlık Bakanlığına devredilen en az dört yıllık yüksek öğrenimi bitirmiş memurlardan Maliye Bakanlığınca uygun görülenlerin kadroları, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç dört ay içerisinde Sağlık Bakanlığı kadrolarından tenkis edilerek Maliye Bakanlığının kadro cetveline ilave edilir. Tenkis edilen kadrolarda istihdam edilen personel, başka bir işleme gerek kalmaksızın Maliye Bakanlığının kadro cetveline eklenen bu kadrolara atanmış sayılırlar.



Bu madde uyarınca Maliye Bakanlığına atananların Sağlık Bakanlığına devir tarihindeki eski kadrolarına bağlı olarak almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali hakları (fazla çalışma ücreti ile nöbet ücreti hariç) toplam net tutarının, atandıkları yeni kadrolarının aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer her türlü mali hakları (fazla çalışma ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde, aradaki fark tutarı atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece, herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak ödenir.”



denilmektedir.



Anayasa’nın 2. maddesinde hukuk Devleti ilkesi vurgulanırken, 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği, 128. maddesinde de memurlara ve diğer kamu görevlilerine ilişkin düzenlemelerin kanunla yapılması gereği belirtilmektedir.



6. maddenin dava konusu birinci fıkrasında, SSK Başkanlığı’nda görev yapmakta iken 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığı’na Devredilmesine Dair Kanun’un 5. maddesi uyarınca Sağlık Bakanlığı’na devredilen en az 4 yıllık yüksek öğrenimi bitirmiş memurlardan, Maliye Bakanlığı’nca uygun görülenlerin kadrolarının bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 4 ay içerisinde Sağlık Bakanlığı kadrolarından tenkis edilerek Maliye Bakanlığı kadro cetvellerine ilave edileceği, ayrıca tenkis edilen kadrolarda istihdam edilen personelin, başka bir işleme gerek kalmaksızın Maliye Bakanlığı’nın kadro cetveline eklenen bu kadrolara atanmış sayılacağı belirtilmiştir.



Maddenin dava konusu olmayan ikinci fıkrasında ise, birinci fıkrada belirtilen memurların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile fazla çalışma ve nöbet ücretleri hariç diğer mali haklarını koruyan düzenlemelere yer verilmiştir. Böylece dava konusu kuralda belirtilen memurların Anayasa’nın 128. maddesi gereğince aylık ve diğer özlük hakları Yasa ile düzenlenmiş ve korunmuştur.



SSK sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığı’na devri sonucunda devredilen memurlardan Maliye Bakanlığı kadro cetvellerine ilave edileceklerin; maliye politikalarının hazırlanması, uygulanması, uygulamanın takibi ve denetlenmesi hizmetlerini yapmak üzere kurulmuş ve 178 sayılı KHK’de belirlenmiş görev ve yetkileri bulunan Maliye Bakanlığı’nın kadrolarına uygun olup olmadıklarının belirlenmesini değerlendirecek kurum Maliye Bakanlığı’dır.



Anayasa’da yürütmenin görev olmaktan öteye bir yetki gücüne sahip bulunması, yasama ile yürütmenin denklik içinde işbirliğinde bulunması, Maliye Bakanlığı’nın, İdarenin bir hizmet birimi durumunda bulunması da gözetilmelidir.



Buna göre kural, sınırları ve çerçeveyi belirlemiştir. Bunun dışında Maliye Bakanlığı hizmet birimlerinin gerektirdiği nitelik ve vasıftaki personeli belirleme yetkisinin Maliye Bakanlığı’na bırakılmış olmasının, Anayasa’nın 2., 6., 7. ve 8. maddesinde belirtilen ilkelere aykırı yönü yoktur.



Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.



V- İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ



2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesinin ikinci fıkrasında, Yasa’nın belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa, bunların da Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verebileceği öngörülmektedir.



5335 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin (b) bendiyle değiştirilen 5434 sayılı Yasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin iptal edilen “… hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” bölümü dışında kalan ve uygulanma olanağı kalmayan “43 üncü maddede yazılı olanlar dışında,” ibaresinin de iptali gerekir.



VI-YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ



21.4.2005 günlü, 5335 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un;



A- 1- 3. maddesinin (b) bendiyle değiştirilen 8.6.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 40. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin “... hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” bölümü,



2- 19. maddesinin (f) bendiyle 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 17. maddesinin yeniden düzenlenen (C) fıkrasının (1) numaralı bendinin “...ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” bölümü,



3- 31. maddesinin “... ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usûlleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir” bölümü,



4- 32. maddesinin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin “...askı sürelerine tâbi olmaksızın...” ibaresi,



3.4.2007 günlü, E. 2005/52, K. 2007/35 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu bölümler ve ibarenin, uygulanmalarından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar YÜRÜRLÜKLERİNİN DURDURULMASINA,



B- 1- 5. maddesinin (b) bendiyle 4.1.1961 günlü, 209 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine,



2- 19. maddesinin;



a- (a) bendiyle 4749 sayılı Yasa’nın 6. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının sonuna eklenen cümlelere,



b- (f) bendiyle 4749 sayılı Yasa’nın l7. maddesinin yeniden düzenlenen (C) fıkrasının (2) ve (3) numaralı bentlerine,



3- 21. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendiyle 10.7.2003 günlü, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 33. maddesine eklenen ikinci fıkranın (2) numaralı bendinde yer alan “... yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları ...” ibaresine,



4- 25. maddesiyle 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1’in birinci ve sonuncu fıkralarına,



5- 28. maddesinin (m) fıkrasıyla değiştirilen 10.7.2004 günlü, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 6. maddesinin dördüncü fıkrasına,



6- 30. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarına,



7- 32. maddesinin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin “...askı sürelerine tâbi olmaksızın...” ibaresi dışında kalan bölümüne,



8- Geçici 6. maddesinin birinci fıkrasına,



yönelik iptal istemleri, 3.4.2007 günlü, E. 2005/52, K. 2007/35 sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkra, bent, tümce, bölüm ve ibarelere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,



C- 2. maddesiyle 26.5.1927 günlü, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu’na eklenen Ek Madde 12 hakkında 3.4.2007 günlü, E. 2005/52, K. 2007/35 sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu maddeye ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,



3.4.2007 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.



VII- SONUÇ



21.4.2005 günlü, 5335 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un;



A- 2. maddesiyle 26.5.1927 günlü, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu’na eklenen Ek Madde 12, 10.12.2003 günlü, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 81. maddesinin (a) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu maddeye ilişkin KONUSU KALMAYAN İSTEM HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,



B- 3. maddesinin (b) bendiyle değiştirilen 8.6.1949 günlü, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 40. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin “... hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,



C- 5. maddesinin (b) bendiyle değiştirilen 4.1.1961 günlü, 209 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,



D- 19. maddesinin;



1- (a) bendiyle 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 6. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının sonuna eklenen cümlelerin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,



2- (f) bendiyle 4749 sayılı Yasa’nın l7. maddesinin yeniden düzenlenen (C) fıkrasının;



a- (1) numaralı bendinin “...ile bu Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca imzalanan hibe anlaşmaları ve 10 uncu maddesi uyarınca imzalanan borç verme ve yeniden yapılandırmaya ilişkin anlaşmalar” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,



b- (2) ve (3) numaralı bentlerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,



E- 21. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendiyle 10.7.2003 günlü, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 33. maddesine eklenen ikinci fıkranın (2) numaralı bendinde yer alan “... yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları ...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,



F- 25. maddesiyle 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1’in birinci ve sonuncu fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,



G- 28. maddesinin (m) fıkrasıyla değiştirilen 10.7.2004 günlü, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 6. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,



H- 30. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,



I- 31. maddesinin “... ihtiyaç fazlası olan personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına, sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine ilişkin esas ve usûlleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,



İ- 32. maddesinin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin;



1- “...askı sürelerine tâbi olmaksızın...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,



2- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU, Fulya KANTARCIOĞLU ile Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,



J- Geçici 6. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,



K- 3. maddesinin (b) bendiyle değiştirilen 5434 sayılı Yasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinin, “... hizmet süreleri ne olursa olsun 61 yaşını dolduranlar hakkında da hizmetin gereğinin ve niteliğinin zorunlu kıldığı durumlarda kurumlarınca yaş haddi uygulanabilir” bölümünün iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan “43 üncü maddede yazılı olanlar dışında”, biçimindeki kalan bölümünün de 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,



3.4.2007 gününde karar verildi.







Başkan

Tülay TUĞCU
Başkanvekili

Haşim KILIÇ
Üye

Sacit ADALI




Üye

Fulya KANTARCIOĞLU
Üye

Ahmet AKYALÇIN
Üye

Mehmet ERTEN




Üye

A. Necmi ÖZLER
Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye

Şevket APALAK




Üye

Serruh KALELİ
Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT








KARŞIOY



5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 32. maddesinin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin iptal edilen bölüm dışında kalan kısmında satışına karar verilen TCDDY İşletmesinin taşınmazlarına ait imar planlarının Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca yapılacağı belirtilmektedir.



Anayasa’nın 127. maddesi uyarınca yerel hizmetlerin gereği gibi karşılanması görevi mahalli idarelere verilmiş ve bu çerçevede, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8. maddesi ile de imar planlarını yapma yetkisi belediyelere bırakılmıştır. Aynı Yasa’nın 9. maddesi ile Bakanlığa verilen yetki ise istisna hükmüdür.



DDY’nın taşınmazlarının planlaması hususu ise 9. maddede ki istisnayı getiren ilkeler arasında olmadığı gibi genel yetkinin değiştirilmesi için haklı bir gerekçe de bulunmamaktadır.



Belirtilen nedenle düzenleme Anayasa’nın 127. maddesine aykırı olduğundan iptali gerektiği görüşü ile çoğunluk kararına katılmıyorum.



Başkan

Tülay TUĞCU









KARŞIOY GEREKÇESİ



I- 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 30. maddesinin dava konusu ikinci fıkrasında “Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50’sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar” üçüncü fıkrasında da “Diğer kanunların emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken emeklilik veya yaşlılık aylıkları ve/veya diğer tazminatları kesilmeksizin atanmaya, çalıştırılmaya veya görevlendirilmeye izin veren hükümleri ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun ek 11. maddesine göre 1.1.2005 tarihinden önce alınmış Bakanlar Kurulu kararları uygulanmaz.” denilmektedir.



Dava konusu ikinci ve üçüncü fıkraların birlikte incelenmesinden herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların kamu kurum ve kuruluşları ile ağırlıklı olarak kamuya ait müessese ve işletmelerde herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalışmaya başlamaları halinde, bu aylıklarının kesileceği ancak belirtilen yerler dışında bir işte çalışmaya başlayanların farklı kurallara bağlı tutulacakları anlaşılmaktadır. Nitekim, 17.7.1964 günlü 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 63. maddesinin A fıkrasında bu Kanuna göre yaşlılık aylığı almakta iken sigortalı olarak çalışmaya başlayanların, aylıklarının çalışmaya başladıkları tarihte kesileceği, B fıkrasında ise, bu Kanuna göre yaşlılık aylığı almakta iken sigortalı olarak bir işte çalışmaya başlayanların, yazılı talepte bulunmaları halinde yaşlılık aylıklarının ödenmesine devam olunacağı, ancak bunlardan 78 inci maddeye göre tespit edilen prime esas kazançları üzerinden %30 oranında sosyal güvenlik destek primi kesileceği belirtilmektedir. Sosyal güvenlik kurumlarını aynı sistem içinde birleştiren ve 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile 1.7.2007 tarihinde uygulanması öngörülen 31.5.2006 günlü ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 30. maddesinde de aynı esasın benimsendiği görülmektedir.



Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan “sosyal hukuk devleti” vurgusuyla temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmekle yükümlü olan hukuk devleti ile sosyal adalet ve sosyal güvenliği öne çıkaran sosyal devletin uyumlu birlikteliğinin hedef alındığı açıktır. Bu hedefe ise, bir taraftan kişinin yaşam alanını özgürce düzenleyebilmesine olanak tanıyarak öte yandan, bu özgürlüğün ancak asgari yaşam standardı güvenceye alındığında gerçekleşebileceği durumlarda da gerekli düzenlemeler yapılarak ulaşılabileceği kuşkusuzdur. Sosyal hukuk devleti anlayışındaki gelişmeler sosyal niteliğini kazanmamış hukuk devletinin, kişinin refahını huzur ve mutluluğunu sağlamaya yetmediğini göstermektedir. Anayasa’nın 5. maddesinde de “kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılarak, sosyal hukuk devletinin gerçekleştirilmesinde Devlete düşen yükümlülük belirlenmiştir.



Sosyal hukuk devletinin önde gelen göstergelerinden birinin sosyal güvenlik hakkının güvenceye kavuşturulması olduğunda duraksamaya yer yoktur. Anayasa’nın 60. maddesinde bu hak özel olarak düzenlenerek herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu; devletin, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alacağı ve teşkilâtı kuracağı öngörülmektedir. Bu buyruk doğrultusunda sosyal güvenliği yaşama geçirmenin aracı olan sosyal sigorta sistemleriyle bireylerin gelecekte karşılaşacakları sosyal risklere karşı korunmaları bu bağlamda asgari yaşam standartlarının sağlanması amaçlanmaktadır. Sosyal güvenlik kurumlarının ana gelir kaynaklarını, iştirakçilerinden sağlanan kesenekler (prim) oluşturduğundan bunların miktarı ve ödenme süresi, emekli veya yaşlılık aylığının hesaplanmasında belirleyici olmakta, başka bir anlatımla bu aylık kimi sosyal kaygılarla devletin sağladığı katkılarla birlikte kişinin çalıştığı dönemlerde ödediği primler, dikkate alınarak hesaplanmaktadır. Dava konusu kuralla emekli veya yaşlılık aylığına hak kazanan kişilerin, Madde’de sayılan kamusal ağırlıklı kurum ve kuruluşlarda yeniden çalışmaya başlamaları halinde emekli aylıklarının kesilmesi öngörülmektedir. Oysa emekli aylığı, kişinin kendisi yönünden kesinleşerek kişisel hak niteliğine dönüşmüş olup, bu yönüyle hukuk devletinin korumakla yükümlü olduğu “kazanılmış hak” kapsamı içindedir. Kişinin bu hakkının, istenci dışında Anayasa’nın 49. maddesiyle kendisine tanınan çalışma hakkını kullanarak bir hizmet karşılığı aldığı ücret nedeniyle askıya alınması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gibi çalışma hakkının da ölçüsüz olarak sınırlandırılması sonucunu doğurmaktadır. Yasa koyucu Devletin Anayasa’nın 49. maddesinin ikinci fıkrasının getirdiği yükümlülükler nedeniyle belirlediği istihdam politikalarına koşut olarak emeklilikten sonra yeniden çalışmaya başlayarak gelir elde etmek isteyenler için sosyal güvenlik destek priminin yüksek tutulması ya da farklı vergilendirme yöntemleri uygulanması gibi yeniden çalışmayı özendirmeyecek düzenlemeler getirebilirse de kişiyi emekli aylığından tümüyle yoksun bırakamaz. Ancak, kişi kendi özgür iradesiyle kazanılmış hak haline gelen emekli aylığından vazgeçerek, yeniden çalışmaya başlaması sonucu elde ettiği aylığından vazgeçme yolunu seçebilir.



Öte yandan, bir sosyal güvenlik kurumundan emekli veya yaşlılık aylığı almaya hak kazananlar aynı hukuksal konumdadırlar. Bunların yeniden çalışmaya başlamaları halinde, kimilerinin çalıştıkları yerin kamu ağırlıklı olmasına bakılarak emeklilik aylıklarının kesilmesi, bu yerler dışında çalışan kimilerine ise seçimlik bir hak tanınarak belli koşullarda iki aylığın birlikte alınmasına izin verilmesi, Anayasa’nın 10. maddesinde dile getirilen eşitlik ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.



Açıklanan nedenlerle dava konusu fıkraların iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşlerine katılmıyorum.



II- 5335 Sayılı Yasa’nın 32. maddesinin altıncı fıkrasının dava konusu ilk tümcesinde, T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü taşınmazlarına ilişkin olarak “Satışı ve değerlendirilmesi yapılacak taşınmazların, ilgili kuruluşların ve belediyelerin görüşlerini almak ve çevre imar bütünlüğünü bozmamak kaydıyla her ölçekte imar plânı ve parselasyon plânı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemleri 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 9 uncu maddesine göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından askı sürelerine tabi olmaksızın re’sen yapılır” denilmektedir. Tümce’nin “askı sürelerine tabi olmaksızın” bölümü iptal edilmiş ise de kalan bölümüne ilişkin iptal isteminin reddine karar verilmiştir.



3194 sayılı Yasa’nın dava konusu tümcede sözü edilen 9. maddesinde, imar plânlarının yapımında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na tanınan yetkiler düzenlenmektedir.



Anayasa’nın 127. maddesinin beşinci fıkrasına göre, merkezi idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahiptir.



3194 sayılı Yasa’nın 8. maddesiyle imar planları konusunda belediyeler yetkili kılınmış, 9. maddesiyle de kamu yapıları, umumi hayata müessir afetler, toplu konut uygulaması veya Gecekondu Kanunu’nun uygulanması durumları ile Madde’de sayılan diğer gereksinmeler söz konusu olduğunda, Bakanlığa tanınacak plânlama yetkisinin kapsamı belirlenmiştir. Madde’nin incelenmesinden, merkezi idareye plânlama yetkisinin devredildiği durumların, genelde birden çok belediyeyi ilgilendiren büyük ölçekli işlere veya belediyelerin tek başına yürütmekte sıkıntı yaşayabilecekleri konulara ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.



Dava konusu kuralla TCDD Genel Müdürlüğü’nün satış ve değerlendirilmesi yapılacak taşınmazlarının, her ölçekte imar plânı ve parselasyon plânı yapımı ve onaylanması hususunda Bakanlığa yetki verilmektedir. Oysa, yerel yönetimlerin yetkili kılındıkları alanlarda kamu hizmetinin zorunlu kıldığı durumlar dışında, vesayet yetkisinin sınırları aşılıp, mahalli idarelerin yerine geçerek karar verilmesine olanak sağlanması yerel yönetimlere müdahale anlamına geleceğinden Anayasa’nın 127. maddesine aykırılık oluşturur.



T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü mülkiyetindeki taşınmazlarla ilgili olarak yerel yönetimlere ait olan plânlama yetkisinin merkezi idareye devri için hizmetin niteliğinden kaynaklanan bir zorunluluk bulunmadığı açıktır. Bu durumda, dava konusu düzenleme, yerel yönetimlerin özerkliği ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaşmamaktadır.



Açıklanan nedenlerle başvurunun reddi yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.





Üye

Fulya KANTARCIOĞLU









KARŞI OY




21 Nisan 2005 günlü, 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 30. maddesinin iptali istenen;



İkinci fıkrasında, herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların bu aylıkları kesilmeksizin, genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50’sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamayacağı ve görev yapamayacağı,



Üçüncü fıkrasında ise diğer kanunların emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken emeklilik veya yaşlılık aylıkları ve/veya diğer tazminatları kesilmeksizin atanmaya, çalıştırılmaya veya görevlendirilmeye izin veren hükümleri ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun ek 11. maddesine göre 1.1.2005 tarihinden önce alınmış Bakanlar Kurulu kararlarının uygulanmayacağı,



öngörülmektedir.



Buna göre, bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta olanların, bu aylığı kesilmeden kuralda sayılan kurum ve kuruluşlarda yeniden çalışmaları olanaklı bulunmamaktadır.



Sosyal güvenlik sisteminin fizyolojik riskler için sağladığı emeklilik veya yaşlılık aylığı, kişilerin yasalarda öngörülen koşulları yerine getirmeleri karşılığında almaya hak kazandıkları gelirlerdir. Bu gelirlerin kazanılması ise yasalarda, sosyal güvenlik kurumlarına yapılan ödemeler, hizmet süreleri ve yaş hadleri olarak belirtilen koşulların bir arada gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla emeklilik aylığı veya yaşlılık aylığı olarak alınan gelirler, çalışılan dönemde yapılan ödemelerin karşılığıdır. Bu nedenle emeklilik veya yaşlılık aylığı ile çalışanların emeklerinin karşılığı olarak aldıkları aylık veya ücretin birbiriyle bir ilgisi bulunmamaktadır.



Anayasa’nın 60. maddesinde, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu, Devletin, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alacağı ve teşkilatı kuracağı, 49. maddesinde ise çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu, Devletin, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı öngörülmüştür.



İptali istenilen kurallar ise emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken, kuralda belirtilen kurum ve kuruluşlarda çalışmak isteyenleri, ya Anayasa’nın herkese tanıdığı ve sosyal güvenlik hakkı olarak ifade edip güvence altına aldığı emeklilik veya yaşlılık aylığının kesilmesine rıza göstermek zorunda bırakmakta, ya da Anayasa’nın, çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğunu ifade ederek güvence altına aldığı çalışma hakkını kullanmaktan vazgeçmek zorunda bırakmaktadır. Böylece, her ikisi de anayasal güvence altına bulunan bu haklardan birinin kullanılamaz hale getirildiğinde kuşku bulunmamaktadır. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek üzere sosyal güvenlik ve çalışma hayatını düzenleyici her türlü koruyucu tedbiri almak durumundadır. Dolayısıyla yasa koyucunun bu hakların kullanılmasına olanak sağlayacak tarzda düzenleme yapması gerekir. Nitekim 17.7.1964 tarihli, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 63. maddesinde benzer böyle bir düzenleme de bulunmaktadır.



Bu nedenle iptali istenen kurallar sosyal güvenlik hakkı ve çalışma hakkını ihlal edici nitelikte olup, Anayasa’nın 49. ve 60. maddelerine aykırıdır.



Yine, kuralda, emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlara, bunların kesilmemesi halinde çalıştırılmama ve görev yaptırılmama yasağı getirilen yerlerin kamu hizmeti veren kurum ve kuruluşlar olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.



Anayasa’nın 70. maddesinde “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” denilmektedir. Buna göre, kamu hizmetine girebilmek için görevin gerektirdiği nitelikleri taşımak yeterli olmakta ve başka bir ayırım yapılmamaktadır.



İptali istenilen kuralda, görevin gerektirdiği niteliklerden sayılması mümkün olmayan emeklilik veya yaşlılık aylığının kesilmesi gerektiği koşuluna da yer verilmek suretiyle kamu hizmetine girmede, Anayasa’nın 70. maddesiyle yasaklanan ayırım yapılmaktadır. Yapılan bu ayırım ile kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiği açıktır. Kural, bu yönüyle de Anayasa’nın 70. maddesine aykırıdır.



Öte yandan, çalışılan dönemde yapılan ödemelerin karşılığı olarak alınan emeklilik veya yaşlılık aylığı, çalışanların bulundukları durumdan kaynaklanan ve kendileri yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşen kazanılmış haklardandır.



Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin bir gereği olan hukuk güvenliği, temel hakları koruyan ortak değerdir. Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir.





Hukuk güvenliğinin sonuçlarından biri de kazanılmış haklara saygı göstermektir. Kişilerin hukuk düzenine güvenerek elde ettikleri bu hakların korunması gerekir.



İptali istenilen kurallar ise kazanılmış haklardan olan emeklilik veya yaşlılık aylıklarının, çalışmak isteyenlerin iradelerini zorlayarak ve hukuk güvenliğini zedeleyerek kesilebileceğine hükmetmektedir. Bu durum, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.



Açıklanan nedenlerle kuralların iptaline karar verilmesi gerekir.



Üye

Mehmet ERTEN



AZLIK OYU



1- 5335 Sayılı Yasa’nın 30. Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkraları



Anayasa’nın 2. maddesinde vurgulanan hukuk devlet anlamsal boyutunda kazanılmış hakları ve bireylerin geleceği kurma ve öngörebilme esenliklerini güvence içinde tutan bir ilkedir.



Uyuşmazlığa konu kural ise, emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken, bu konudaki önceki yasal düzenlemelerin verdiği olanakla emekli aylığı kesilmeksizin kamu görevinde çalıştırılan bireylerin emekli aylıkların kesilmesi sonucunu doğurmaktadır. Oysa emeklilik aylığını koruyarak, kamu görevinde edindiği deneyim ve bilgiyi aktarmak amacıyla bir göreve gelen kişi, kendisinin biçimlendirmediği, statü hukukunun daha önce çizdiği sınırlara, tanıdığı özlük haklarına göre yaşamını belirlemiş, kendisiyle ilgili düzenlemeler yapmıştır. Bu bakımdan, önceki konumdan, yeni konuma geçilirken ilgili bireye yeğleme olanağı tanınması, bir geçiş sürecinin öngörülmesi hukuk devleti ilkesinin öngörülebilirlik ve kazanılmış hak açılımlarının bir gereğidir. Böylesi bir süreci tanımayan kural hukuk devleti ilkesiyle tam örtüşemez.



Öte yandan, sosyal güvenlik ve kamu hizmetine girme ayrı hukuksal neden ve sonuçları düzenleyen kurumlardır. Sosyal güvenlikle elde edilen sonuç, kamu hizmetinde yeniden görev almayla ortadan kalkmamalıdır. Amaçları ve işlevleri farklı bu oluşları birbirini etkileyen nedenler olarak görmek ve yeniden görev almanın kimi zaman gerekliliğini ve getireceği yararları bu şekilde ortadan kaldırmak anayasal ilkelerin amaçlarıyla bağdaşmaz. Başka bir anlatımla, yetenek, bilgi ve ulaştığı konumdan yararlanılmasında yarar bulunan bireylerden yararlanma, sosyal güvenliğin kazanımlarından vazgeçilmesinin açıklaması olamaz. Olası sakıncalar bu kişilerin güvencelerden sıyrılmasıyla giderilemeyecektir. Esas olan kamu hizmetinin gerektirdiği durumlarda bireylerin yeniden kamu hizmetinde görev almalarına ilişkin ilke ve önemlerin nesnellik içinde geliştirilmesidir. Kuralın kamu yararıyla çeliştiği açıktır.



Bu nedenlerle iptali gerekeceği oyuyla karara karşıyım.



2- Sözü Edilen Yasa’nın 32. Maddesinin Altıncı Fıkrasının Birinci Tümcesinin İptal Edilen Bölüm Dışında Kalan Kısmı



Anayasa’nın 127. maddesinde, il, belediye veya köy halkının yerel ve ortak gereksinimlerinin yerel yönetimlerce karşılanacağı kurala bağlanmıştır.



Belde halkının bireysel veya ortak gereksinimlerinden olan imar ve parselasyon planlarını yapmanın yerel yönetimlerin görev alanına girdiğinde ve Anayasal kuralın buna dayanak olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Özellikle satışı ve değerlendirilmesi yapılacak taşınmazlar, o beldede yaşayanları öncelikle etkiler. Yasa ada ve parsel bazında çevre imar bütünlüğü ile ilgili olduğu ve öncelikle bu bütünlüğün korunması amaçlandığına göre, diğer plânları yapan yerel yönetimlerin gereksinimleri ve olması gereken uyumu yakından saptayacağı açıktır.



Belirtilen nedenlerle yerel yönetimlerden plân yapma yetkisinin kimi taşınmazların satışı ve değerlendirilmesi yapılacağı gerekçesiyle alınmasına ilişken kuralın kalan bölümlerinin de iptali gerekeceği oyuyla kararın bu kısmına karşıyım.





Üye

Şevket APALAK







FARKLI GEREKÇE



5535 sayılı Yasa’nın 32. maddesinin altıncı fıkrasının 1. tümcesinde yer alan, “…her ölçekte imar planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemleri 3154 sayılı İmar Kanunu’nun 9. maddesinde göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından askı sürelerine tabi olmaksızın re’sen yapılır.” şeklindeki düzenlemede yer alan “ASKI SÜRELERİNE TABİ OLMAKSIZIN” ibaresi Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğu yargısı ile iptal edilmiş ise de, iptalde kullanılan 36. maddeye aykırılığın varlığı inancına iştirak edilmemiştir.



Anayasa’nın 36. madde başlığı hak arama hürriyeti olmakla metinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde iddia ve savunma hakkına sahip olduğunu söylemektedir.



Madde birey yönünden ifade biçimidir.



Anayasa’nın 125. maddesinde ise; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu ifade etmektedir.



Bu madde’de genel niteleme olup, hak arama hürriyetinin oluşumunun varlık nedenidir.



İptali istenen düzenlemede, iptal edilen “Askı sürelerine tabi olmaksızın” ibaresi TCDD İşletme Genel Müdürlüğü’nce satış ve değerlendirmesi yapılacak taşınmaz için İmar Kanunu çerçevesinde yapılacak imar plan yapım ve onama işlemlerinden herkesin haberdar olması amacına yönelik “aleniyetin” ortadan kaldırılması haline özgülenmiş ise de, iptal gerekçesinde Anayasa’nın 36. maddesinin de ihlali varlığına işaret edilerek 125. madde ile birlikte kullanılması karşısında, değişikliklerden haberdar edinilmediğinde, haber alma özgürlüğünün ya da imar planı yapan merciin haber verme zorunluluğunun ortadan kaldırılmasının, ayrıca bir hak düşürücü, hakkın kullanımını kaldırıcı bir anlam ifade eder hal aldığı, halbuki bu hakkın ihlal edilmiş olmasının hiçbir şekilde soyut ve hakkın özünün kullanımına olanak veren idarenin her türlü eylem ve işleminde yargı yolunun açık olması genel ilkesi karşısında, davacı ya da davalı olmak gibi hakkı ortadan kaldıracak bir sınırlama olarak anlamlandırılamayacağından, Anayasa’nın yalnızca 125. maddesi kapsamında kaldığı ve 2. maddesinin de ihlal edildiğini düşündüğümüz olayda Anayasa’nın ayrıca 36. maddesinin de ihlal edildiği şeklinde görüşe katılınmamıştır.





Üye Serruh KALELİ











KARŞIOY YAZISI



A) 5335 sayılı Yasanın 21. Maddesinin Birinci Fıkrasının (b) Bendi ile Karayolu Taşıma Kanunu’nun 33. Maddesine Eklenen İkinci Fıkranın (2) Numaralı Bendinde yer alan “… yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları …” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı



İptali istenen ibareyi de içeren yasa kuralına göre Ulaştırma Bakanlığı, Döner Sermaye işletmesinin mali imkanları ölçüsünde, ticari yolcu ve eşya taşımalarında kullanılan otobüs, kamyon, tanker ve çekicilerden yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları devir alabilecek, devir alınan taşıtların sahiplerine ödeme yapabilecektir.



Anayasanın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir.



Yaşları ilgili mevzuatın getirdiği sınırın üzerinde olan araç sahipleri arasında, durum ve konumları bakımından fark yoktur. Yasalar karşısında aynı konumdadırlar. Ulaştırma bakanlığının görevleri gereği, yaş sınırı üzerindeki araçları devir almaya yetkili kılınmasında Anayasaya aykırılık bulunmadığı ileri sürülebilirse de, yaş sınırı üzerinde çok fazla sayıda araç bulunduğu ve döner sermaye işletmesinin mali imkanlarının da kısıtlı olduğu gözetildiğinde, bu araçlardan hangilerinin hangi koşullarla ve öncelik ölçütlerine dayanarak idarece devralınacağı tamamen belirsiz olduğundan, yasa önünde eşit konumda bulunan araç sahipleri arasında uygulamada ayrım yapılmasının kaçınılmaz olacağı açıktır. Kaldı ki iptali istenen kuralla eski araçların tasfiyesi suretiyle taşımacılığın seri, elverişli, güvenli, çevreye kötü etkisi en az ve kamu yararı gözetecek tarzda gerçekleştirilmesi amaçlanıyor ise, bu gereklere aykırı duruma düşmüş araçların sadece bir kısmının bu yolla devir alınması, devir alınabilecek araç sahipleri arasında eşitsizliğe yol açacağı gibi, beklenen yararı da gerçekleştiremeyecektir. Bu nedenle kural, Anayasanın 10. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.



B) 5335 Sayılı Yasanın 30. Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı



İptali istenen kural, bir sosyal güvenlik kurumundan emekli veya yaşlılık aylığı almaya hak kazanarak emekli olan bir kimsenin, bazı istisnalar dışında, kamu kurum ve kuruluşlarında yeniden çalışmaya başlaması halinde emekli veya yaşlılık aylığının kesilmesini öngörmektedir.



Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu belirtilmiş; 10. maddesinde eşitlik ilkesine yer verilerek hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamayacağı vurgulanmış; 60. maddesinde de herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Anayasanın 86. maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin özlük hakları düzenlenmiş, bu çerçevede “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine ödenecek ödenek ve yolluklar, kendilerine T.C. Emekli Sandığı tarafından bağlanan emekli aylığı ve benzeri ödemelerin kesilmesini gerektirmez” kuralı getirilmiştir. Bu düzenlemelere göre Anayasa koyucu, seçilmeleri, görev ve yetkileri, yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlık gibi kendine özgü boyutlarıyla çok özel bir kamu görevi olan milletvekilliği yönünden özel bir kural koymuş, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar yani genel olarak kamu görevlileri arasında daha önce kazanılmış emekli aylığı ve benzeri sosyal güvenlik hakları yönünden ise bir ayrım yapmamıştır. Bundan, Anayasanın, kamuda yeniden çalışmaya başlayacak emeklilerin aylığının kesilmesini gerektirecek bir kural koymadığı, ancak Anayasanın Başlangıcındaki ifadeler ile 5. ve 60.maddeleri gereği sosyal Devlet ilkesine uygun olarak, yasalar çerçevesinde emekli veya yaşlılık aylığı almaya hak kazanan kişinin bu hakkının devamının asıl olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar, Anayasanın Başlangıç bölümünde geçen “refah, maddi ve manevi mutluluk” gibi kavramların bir ideali ifade ettiği, bu nedenle sosyal güvenlik haklarının Devletin mali kaynaklarının yeterliliğine göre, koşulların elverdiği ölçüde gerçekleştirilmesinin yasa koyucunun takdirine bırakılmış olduğu söylenebilirse de, yasa koyucu, bu takdir yetkisini kullanırken Anayasanın ve hukukun temel ilkelerine, özellikle 2. maddedeki hukuk Devleti ve 10. maddedeki eşitlik ilkelerine uygun davranmak zorundadır.



Anayasanın Başlangıç bölümünün yedinci fıkrasında “Topluca Türk vatandaşlarının … nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu …” belirtilmiştir.



Öte yandan, 5335 sayılı Yasanın 30. maddesinin iptali istenen ikinci ve üçüncü fıkralarını takiben, dördüncü fıkrada ise bazı kişiler bakımından emekli veya yaşlılık aylığının kesilmemesini öngören şu düzenlemeye yer verilmiştir:



“Bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri;



a) Cumhurbaşkanlığına seçilenler,



b) Dışarıdan Bakanlar Kurulu üyeliğine atananlar,



c) Yasama Organı üyeliğine seçilenler,



d) Mahalli idareler seçimleri sonucuna göre görev alanlar,



e) Sadece toplantı veya huzur ücreti ya da hakkı ödenen görevleri yürütenler ile yönetim ve denetim kurulu üyeliği ücreti karşılığında görevlendirilenler,



f) Yaş haddini aşmamış olmaları kaydıyla her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarında ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler (üniversitelerde ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler hakkında yaş haddini aşmamış olmaları kaydı aranmaz),



g) Vakıf üniversitelerinde görev alanlar,



h) Özel kanunlarında emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilmeksizin çalıştırılma veya görev yapma hakkı verilenlerden Cumhurbaşkanı tarafından atananlar, Bakanlar Kurulu kararı veya müşterek kararname ile atanan veya görevlendirilenler ve Türkiye Büyük Millet Meclisince yapılan seçimler sonucunda görev verilenler,



i) 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 60 ıncı maddesinin (a) fıkrası uyarınca Yasama Organı üyeliğinin bitiminden sonra öğretim üyesi olarak atanmış olanlar,

Hakkında uygulanmaz.”

Bu fıkra ile getirilen oldukça geniş istisnalara bakıldığında, herkes için eşit koşullarda sağlanması gereken sosyal güvenlik hakkının bir sonucu olarak bağlanan ve o güne kadar ödenmiş primlerin karşılığını oluşturan emekli veya yaşlılık aylığının tekrar kamu görevine giren bir kısım kişiler için kesilmezken bir kısmı için kesilmesinin, Anayasanın öngördüğü bir sonuç olmayıp, yasa koyucunun nesnel bir ölçüte dayanmayan öznel takdiri sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Aylığın kesilme olgusunun, kişinin daha iyi imkanlara kavuşacağı düşüncesiyle yeniden çalışmaya başlaması üzerine kendi isteğiyle meydana geldiği de ileri sürülemez. Çünkü yine kendi istekleriyle diğer bazı görevlere gelenlerin aylığında bu kesinti yapılmamaktadır. Kuralın, öğrenimlerini tamamlayıp iş arayan gençlere iş bulma amacıyla bir sosyal yarar güttüğü de söylenemez. Kişiler arasında ayrımcılık gözetilerek ve adaletsiz davranılarak sosyal yararın sağlandığından söz etmek, sosyal Devlet fikrine yabancıdır. Makul, haklı ve nesnel gerekçelerle açıklanması mümkün olmayan bu yasal düzenlemeler, emekli veya yaşlılık aylığının kesilmesini gerektirmeyen görevlere gelenlere tanınmış bir ayrıcalık, diğerleri aleyhine de ayrımcılık özelliğini taşımaktadır. Eğer Devletin mali imkanları vatandaşlardan bir kısmının emekli aylığı kesilmeksizin tekrar kamuda çalıştırılmasına olanak veriyorsa aynı olanağın, aynı hukuki konumda (emekli) bulunan tüm vatandaşlara tanınması gerekir. Eşitlik ilkesi, yasa koyucunun farklı bir düzenleme yapmasına engeldir. Eşitliğe aykırı olan bu düzenleme, aynı zamanda Anayasanın 2. maddesine de aykırı düşer.



Belirtilen nedenlerle Anayasanın Başlangıcı ile 2., 5., 10. ve 60. maddelerine aykırı olan kuralların iptali gerektiği düşüncesiyle, karara katılmıyorum.





Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Kaynak : Resmi Gazete
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Bir Anayasa Mahkemesi Kararı ve Meslektaşlarımızın(!) Mesleğimize Bakışı Av. Can DOĞANEL Anayasa ve İdare Hukuku Çalışma Grubu 6 26-08-2011 15:37
Mal beyanından ceza verilememesi ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararı avalaattin61 Meslektaşların Soruları 1 04-03-2008 14:13
Anayasa Mahkemesi Kararı Ve Karşı Oy Gerekçesi Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 24-05-2007 18:20
Anayasa Mahkemesi Kararı SMK38 Hukuk Soruları Arşivi 2 01-11-2006 15:54
Barolarla İlgili Bir Anayasa Mahkemesi Kararı nfb Hukuk Sohbetleri 1 06-12-2004 19:22


THS Sunucusu bu sayfayı 0,09086609 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.