Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

Yabanci Gerçek Ve Tüzel Kişilerin Türkiye'de Gayrimenkul Satin Alişi Ve Diş Politikaya Etkisi

Yanıt
Old 24-08-2021, 22:18   #1
kemal kil

 
Varsayılan Yabanci Gerçek Ve Tüzel Kişilerin Türkiye'de Gayrimenkul Satin Alişi Ve Diş Politikaya Etkisi

ÖZET

Yabancı gerçek veya tüzel kişilerin Türkiye'de gayrimenkul edinimi, eskiden beri yoğun tartışmaların yaşandığı ve Türk hukukunda dış faktörlerin etkisiyle sıklıkla mevzuat değişikliklerine konu olmuş bir alandır. Türk hukukunda yabancıların gayrimenkul edinmesi dağınık bir yapı içinde düzenlenmiştir. Yabancıların Türkiye’de taşınmazlar üzerinde sahip olabilecekleri haklar, esas itibarıyla 2644 sayılı Tapu Kanunu’nda ele alınmaktadır. Bilhassa Tapu Kanunuyla ortaya konan hukuki çerçeve kapsamında yabancı vatandaşların ülkemizde taşınmaz edinimine ilişkin kabul edilen şartlar ve kısıtlayıcı düzenlemelerin incelenmesi gerekmektedir. Dış Politikanın etkisiyle; 2012 yılında Tapu Kanununda gerçekleştirilen değişiklikle yabancı gerçek kişilerin taşınmaz edinimine ilişkin karşılıklılık şartının kaldırılmasıdır. Değişiklikle, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilmesi için karşılıklılık şartının yerine, Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerden birinin vatandaşı olmak şartı getirilmiştir.
Anahtar Kelimeler:

Gayrimenkul iktisap, Mütekabiliyet, Dış Politika, Mülkiyette Yabancılık




vi

GİRİŞ

Dış politika, bir siyaset aracı olup bir devletin sınırları dışındaki devletlere uygulamakta olduğu siyasete verilen isimdir. Yabancı ülke aidiyetine bağlı gerçek ve tüzel kişilerin, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde mülk edinmeleri devletin kuruluşundan bu yana tartışılan ve sınırlandırılmak istenilen bir husus olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'nda taşınmaz iktisabı 16 Haziran 1868 tarihli "Tebaayı Ecnebi-yenin Emlake Mutasarrıf Olmaları Hakkında Kanun" ile düzenlenmiş ve sadece gerçek kişilere mülkiyet edinme imkânı sağlanmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Kurulduktan sonra Osmanlı dönemindeki serbestlikten vazgeçilerek, kanuni sınırlamalar ile mütekabiliyet ilkelerine bağlayan 2644 Sayılı Tapu Kanunu yapılmıştır. Köy Kanunu ve Askeri Yasak Bölgeler Kanunu gibi özel kanunlarda tahditler öngörülmüştür.
Cumhuriyetin kuruluşu ile kapitülasyonların kaldırılması akabinde yabancıların mülkiyet iktisabında yapılan "iyileştirme" ve "kolaylaştırmalar" Devletin menfaatlerine aykırı olarak değerlendirilmiş ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Tapu Kanunu 35. Maddesi 21.06.1984 tarih ve 3029 sayılı yasa, 22.04.1986 tarih ve 3278 sayılı yasa, 03.07.2003 tarih ve 4916 sayılı yasalar ile değiştirilmiş her üç değişiklikle yabancıların taşınmaz alımları mütekabiliyet şartı aranmaksızın liberalleştirilmeye çalışılmış olmasına karşın bütün değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Ülkemizdeki mülkiyet iktisabı incelenirken Avrupa Birliği ülkelerine kısaca değinmek gerekirse Fransa, Almanya, Lüksemburg dışındaki Avrupa Birliği ülkelerinde çeşitli kısıtlamalar mevcuttur. Belirtilen bu üç ülkede yabancıların taşınmaz edinmeleri konusunda herhangi bir kısıtlama bulunmamaktadır. Kısıtlama olmamasının sebebi; sanayileşmiş olmasının yanı sıra, tarım alanlarının az ve alım güçlerinin yüksek olması ve bu sebeple yabancıların taşınmaz edinmesinden endişe edilmemesidir.

BÖLÜM 1
YABANCI GERÇEK VE TÜZEL KİŞİLERİN TAŞINMAZ İKTİSABININ TARİHÇESİ ve DIŞ POLİTİKA
1.1 Osmanlı İmparatorluğu Dönemi
Osmanlı döneminde üstün askeri güç nedeniyle diplomasiye çok fazla önem verilmedi. Başka devletlerle olan ilişkileri askeri güç şekillendiriyordu. Dış politika Osmanlı'nın güçlü olduğu dönemde genelde dostluk ilişki üzerinden devletlerle olan ilişkilerde karşımıza çıkmaktaydı. XVIII.yy sonra Devletin güçsüzleşmesi diplomasi/dış politika ön plana geçmeye başlamıştır ve devletin güvenlik aracı kullanılmıştır. Osmanlı Devleti'nde iç siyaset kavramı o kadar geç yol almıştır ki, II. Meşrutiyet'in ilanına kadar "siyaset" denilince dış politika anlaşılırdı. Osmanlı'da dış politika hükümdar ve birkaç görevlinin tekelindeydi.

Dış politika, ülkedeki anayasal gelişmelerin ve değişimlerin etkeni olmuştur. Devlet erkanı dış politikayı güçlü devletlerin hoşnut etmek için kullandıkları çare olarak karşımıza çıkmaktadır. 1839 Tanzimat Fermanı'nın ilanı, Osmanlı Devleti, ayaklanan Mısır Valisi karşı aciz kalıp Avrupa'dan yardım istemiştir. 1856 yılında Islahat Fermanı yayınlandığında Osmanlı Devleti Rusya'ya karşı savaşmış ve bu savaşta İngiltere'nin desteğine dayanmıştı. 1876 yılında Meşrutiyet'in ilanında da, artan Balkan karışıklıklar karşısında dış politika güçlü devletlerin desteğini almak için kullanılmıştır. I.Meşrutiyet'in ilanının, İstanbul'da Balkanlar konusunu görüşmek üzere toplanan uluslararası konferansın başlangıç günü 23Aralık 1876 tarihine rastlaması oldukça manidardır. Mithat Paşa, açıkça söylememekle birlikte, federatif bir yapı kurmak ve Osmanlı Devleti üzerindeki dış baskıları hafifletmek istemekteydi. Dış etkenin iç yapıyı etkilemesi Osmanlı Devleti'nin daha sonraki dönemlerinde de, Cumhuriyet döneminde de görülmüştür.
II. Meşrutiyet'ten sonra dış politika konusu tekraren tartışma alanına çıkmıştır. II. Meşrutiyet Parlamentosu, iki farklı fraksiyona ayrılan Avrupa'da sürtüşmelerin arttığı bir zamanda, 17 Aralık 1908'de çalışmalarına başlamış ve "kendini, İmparatorluğun parçalanmasının hız kazandığını gösteren bir dizi savaşların içinde bulmuştur. Bu durumda, Parlamento'nun dış konularını yeni bir değerlendirmeye tabi tutması imkansızlaşıyordu. Mevcut ortamda, Parlamento, dış politika meselelerini çözmek ve İmparatorluğun toprak bütünlüğünü korumak için dost Devletlerin yardımını sağlamak artık gelenekleşen hükümet politikasıdır. Parlamento, dış siyasi konulara eğilmek yerine, ancak genel nitelikteki tartışmalara ilgi göstermiştir. Zaten dış konularda tecrübeleri olmayan Parlamenterler, ayrıca dış meseleleri yürütme organının görevi sayma alışkanlığı içindeydiler. Sonuçta, 1908-1914 yılları arası, "denge politikası"nın gereği olarak, yeni bir dış dayanağın arayışı içinde geçti. Dönemin iki siyasi partisi olan İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf'dan birincisi; Almanya ile ittifak yanlısı; ikincisi; İngiltere-Fransa yanlısıydı.Osmanlı Devleti'nin ve halkın kaderini yakından ilgilendiren bir konuda verilen karar, çok dar bir zümrenin tekelinde kaldı. Almanya'yla yürütülen ittifak görüşmeleri son aşamasına vardığında, Hükümetin bazı üyelerinin dahi durumdan haberi bile yoktu.
Dış politika'da bunlar olurken; sınırlar içerisinde Osmanlı döneminde ülkeler, darül İslam ve darül harp olarak ayrılırken imparatorluk içindekiler Müslim ve gayrimüslim olarak ayrılmaktaydı. İmparatorluk içindeki Müslümanlara ülkesel tabiiyetine bakılmaksızın yabancı denilmezdi. İslam hukukuna göre yabancı kavramı, Müslüman ve vatandaş olmayan kimseyi anlatmaktadır. 1867 yılına kadar bir takım münferit fermanlar dışında yabancılar Osmanlı'da taşınmaz edinememişlerdir. Çünkü yabancıların uzun süre ikamet etmesine müsaade edilmemiştir. Ticaret veya başka amaçla gelenlere en fazla bir yıl süreyle ikamet izni verilirken kapitülasyonlar ise taşınmaz mal iktisabına yönelik herhangi bir hüküm içermemekteydi. Kapitülasyonlar 1914 senesinde Osmanlı Devleti tarafından tek taraflı kaldırılmış akabinde Lozan Barış Antlaşmasının 28. Maddesi ile hukuken sona ermiştir.
Osmanlı topraklarında bulunan yabancılar 1867 yılına kadar muvazaalı yollarla gayrimenkul iktisap etmekteydi. Bunların belli başlı olanları, mülkü Osmanlı vatandaşı üzerine kaydettirip karşılığında borç senedi almak, kendini Osmanlı gibi göstererek üstüne kaydettirmek, Osmanlı vatandaşı kadın ile evlenip malı kadının üzerine yapmak gibi yollarla mal iktisabı yapmakdaydılar.
Yabancıların mal iktisaplarına ilişkin olarak ilk defa 1856 Islahat Fermanı'nda değinilmiş vergilerini ödemek, kanun ve nizamlara uygun hareket etmek kaydıyla yabancılara taşınmaz iktisap edinilebileceği ifade edilmiş ancak bu taahhüt hayat bulmamıştır. 1862 senesinde İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya ve Prusya uluslararası nota ile herhangi bir yolla taşınmaz edinmiş yabancıların durumlarının görüşülmesi amacıyla çağrıda bulunmuşlardır. Yabancıların Osmanlı Devletinde yabancıların kendi adlarına tapuda tescil yaptırarak taşınmaz mal iktisabı 10 Haziran 1867 (7 Safer 1284) tarihli "Tebaa-i Ecnebiyenin Emlâke Mutasarrıf Olmaları Hakkında Kanun" namı meşhur Safer Kanun'unu ile başlamıştır. Bu kanun gayrimenkul iktisabında vatandaş ile yabancı arasında eşitlik getirmiştir.
Bu eşitlik mutlak olmasa da, Safer Kanunun 1. Maddesi uyarınca yabancılar Hicaz bölgesi dışında (Mekke ve Medine gibi kutsal yerlerin Hicaz bölgesinde kalması sebebiyle) taşınmaz iktisap edebilirler. Hicaz Bölgesinde mülk edinilmesine yönelik sınırlama dışında, izin almaksızın başka bir devletin vatandaşlığına geçilmesi veya Osmanlı vatandaşlığından çıkartılanlar taşınmaz mal alamıyorlardı. Safer Kanununda yararlanacak ülkeler Kanuna konulan ek bir protokol ile belirlenmişti. Bu ülkeler: Fransa, Norveç, İsveç, Belçika, İngiltere, Danimarka, Avusturya, Prusya, Rusya, Yunanistan, İspanya, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Felemenk, Portekiz, Romanya ve İran protokolü imzalamak suretiyle kanundaki haklardan yararlanmak hakkını elde etmişlerdir.
1.2 Lozan Barış Antlaşmasına göre Yabancıların Mal İktisabı
Safer Kanunu Birinci Dünya Savaşına kadar devam etmiş olup 1914 senesinde çıkan "Kavanin-i Mevcudede Unudu Atikaya Müstenit Ahkâmın Lağvı" hakkında kanun ile düşman devletlerin vatandaşlarına tanınan haklar kaldırılmıştır. 1914-23 yılları arasında yabancılara mal iktisabına ilişkin düzenleme bulunmamaktadır. İlgili Kanun 7 Ocak 1924 yılında 106 sayılı kararname ile kaldırılmıştır.
23 Temmuz 1923 tarihli "Lozan ikamet ve Salahiyeti Adliye Hakkında Mukavelename" adlı kanunun birinci maddesi uyarınca yabancıların gayrimenkul edinmesinde mütekabiliyet esası öngörülmüştür.
2. Cumhuriyet Dönemi
Birinci Dünya Savaşı akabinde özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde Türki'ye iki ayrı dış politika izlemiştir. Bunlardan birinci, Padişah ve İstanbul Hükümetinin dış politikası olup İngiltere ve müttefikleri dost olarak kabul edilmiştir. Bu cenahta dış politika kararlarını tartışacak bir mecliste bulunmamaktadır. Padişah sorumluluğunu azaltmak için Şûra-ı Saltanat toplantıları ile meselelerin üstesinden gelmeye çalışmakta idi. Temel prensip olarak teslimiyetçi bir bakış açısıyla meseleler halledilmeye çalışılmaktaydı. Diğer kanat olan Mustafa Kemal eksenli dış politika anlayışı ise İstanbul Hükümetinden ayrı olarak teslimiyet yerine Devletin asıl dayanağının kendi gücü olması gerektiğinden hareket ile diplomasiye özel ilgi göstermiştir. Mustafa Kemal dış politika ilkelerinin Misak-ı Milli'de toplamıştır. 23 Nisan 1920'de TBMM açılması ise dış politika enine boyuna tartışılmaya başlanmıştır. 1921 Anayasası dış politikada yetkileri Meclis'e vermekteydi. 1924 Anayasasında yetkili Meclis olmakla birlikte yürütmenin yetkileri arttırılmıştır. 1923'ten sonra Türkiye Avrupa eksenli bir siyaset izleyerek gelişmeleri takip etme ve yakın ilişkiler kurmayı amaçlayan bir dış politika yönelimine girmiştir. Yeni kurulan bir devlet yapısı, milli ekonominin zayıflığı, Osmanlının son dönemine damgasını vuran milliyetçilik hareketleri sebebiyle kaybedilen toprak yabancılık kavramının tedirginlik yaratmasına sebebiyet vermiştir. Özellikle gelişmiş Avrupalı Devletlerin ekonomik olarak bitmiş, tükenmiş milletin elinden göstermelik bedellerle toprak alınması engellenmeye çalışılmış ve ülke ekonomisi açısından kapalı bir sistem öngörülmüş ve dış politika karşılıklı denge ilişkisi üzerinden sürdürülmeye çalışılarak mülk edinmeye izin verene izin verme metodu üzerinden sürdürülmüştür.

2.1 1924 Yılında Köy Kanunu ile Getirilen Düzenleme
Cumhuriyetin ilanında sonra yabancıların taşınmaz edinmesi iki kanunda düzenlenmişti. Bunlardan birincisi, Medeni Kanun yürürlüğe girmediği ve Mecelle ile Osmanlı Arazi Kanunun yürürlükte olduğu dönemde çıkartılan 18.03.1924 tarihli Köy Kanunu'dur. Köy Kanunun 87. Maddesi uyarınca yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde arazi ve emlak alımları yasaklanmıştı. Bu düzenlemenin esas sebebi; yıllarca aralıksız süren savaşlarla köylerin dağılmış olması ve nüfuslarının azalmış olması dolayısıyla maddi güçlükler sonucu köylünün ellerindeki malları kolaylıkla yabancılara satabileceği, sosyal ve kültürel olarak gelişmemiş ve devlet denetimin istenilen derecede yerleşmemiş bu alanlarda otorite zaafının ortaya çıkmasını engellemektir. Bu düzenleme 2003 senesinde kaldırılmıştır.
2.2 Tapu Kanunu ile Getirilen Düzenleme 1934-1984

Tapu Kanunu 1934 senesinde yürürlüğe girmiştir. Tapu Kanunun 35 ve 36 maddeleri yabancıların gayrimenkul iktisaplarının şartlarını ortaya koymuştur. Temel olarak yabancıların gayrimenkul edinimleri iki şarta bağlıydı. Bunlarında birincisi, mütekabiliyet denilen karşılılık şartının yerine getirilmesi, diğer ise mülk edinme talebinin meri mevzuatta yer alan sınırlayıcı hükümlere uygun olmasıdır. Tapu Kanunun 37. Maddesi ise yabancı gerçek kişilerin intikal işlemlerinde Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinden (veya yabancıların kendi ülkelerinden alınmış olmakla beraber kararların Türk Yargı Sistemine göre tanıma ve tenfiz sürecini tamamlanmak suretiyle) alınan veraset ilamlarına göre yapılmaktadır.

2.3 Tapu Kanunu ile Getirilen Düzenleme 1984-1987

1984 senesinde iktidara gelen Özal Hükümeti 3029 sayılı Kanun ile Tapu Kanununun 35. maddesini değiştirdi. Hükümet döviz sıkıntısını aşmak amacıyla bazı devlet vatandaşlarına mütekabiliyet şartı aranmaksızın mülkiyet iktisabının önünü açtı. Buna göre Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman Sultanlığı, Katar, Bahreyn asıllı vatandaşlar mütekabiliyet aranmaksızın Belediye Sınırları içerisinde mülkiyet edinebileceklerdi. İlgili düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
İptal kararından sonra 3278 sayılı Kanun ile Tapu Kanunu 35. Madde ve Köy Kanunu 87. Maddesine ikişer fıkra eklenmiştir. Milli menfaatler ve milli ekonomiye katkısı olan hallerde Bakanlar Kurulu kararıyla mütekabiliyet şartına istisna getirmek suretiyle gerçek kişilerin mülk iktisabına izin verebilir hükmü getirilmiştir. İlgili düzenleme Anayasaya Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Özal Hükümeti 3029 ve 3278 sayılı Kanun ile hazinenin döviz sıkıntısını çözmeyi hedeflemişti. İlgili kanunların iptal edilmelerine karşın, yabancılar 1984-87 arasında mütekabiliyet şartını aşarak özellikle Boğazda mülkler edinmişlerdir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümediğinden alınan mülkler kişilerde kalmıştır. 3029 sayılı Kanun ile Suudi Prens Abdullah bin Aziz İstanbul Boğazındaki sevda tepesini satın almıştır. Anayasa Mahkemesi 1993 tarihine kadar yürütmenin durdurulmasına yönelik karar vermemiştir. İlk kararını Türk Telekomünikasyon AŞ'nin Kurulması hakkındaki KHK için vermiştir.

2.4 1987-2003 Dönemi Yabancıların Taşınmaz Mal Edinimi
09.10.1986 tarihli Anayasa Mahkemesinin iptal kararları akabinde 1984 tarihinden önceki uygulamaya geri dönülmüştür. (Tapu Kanunu 35-36 ile Köy Kanunu 87. Maddesi uygulanmaya devam etmiştir.) 2003 senesinde 4916 sayılı Kanun ile Tapu Kanunu 35. Maddesinde önemli değişiklikler yapılmıştır.
Yeni düzenleme ile yabancı tüzel kişilerin taşınmaz mal iktisabı yabancı gerçek kişilerle aynı şartlara tabi kılınmıştır. (Vakıf ve Dernekler bu kapsamda değildir.) Mütekabiliyet şartı yumuşatılarak yabancı devletin kendi vatandaşlarına veyahut yabancı ülkede kurulan yabancılık unsuruna haiz ticaret şirketine tanıdığı hakların Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmıştır. Miras yoluyla gelen mallarda karşılıklı olmasa dahi yabancılara miras yoluyla gelen mallarını tasfiye ederek bedele çevirmeleri sağlanmıştır. Sınırlı ayni haklar açısından mütekabiliyet şartı kaldırılmak suretiyle yabancıların bu hakları kullanmasının önü açılmıştır.
Kanuni miras dışında 30 hektardan fazla taşınmaz mal iktisabını Bakanlar Kurulu Kararına bağlayan Tapu Kanunu 36. Madde ile köylerde yabancıların taşınmaz alımını engelleyen Köy Kanunu 87. Madde kaldırılmıştır. Böylelikle yabancı gerçek ve tüzel kişilerin Bakanlar Kurulu aksi yönde bir karar almadığı müddetçe köylerde mal edinmesi önündeki yasak kalkmıştır.
Tapu Kanununun 35.maddesini değiştiren 4916 sayılı yasanın 19. maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. İptal kararı 26 Nisan 2005 tarihinde RG yayınlanmıştır. İptal kararının yayımı tarihinden 3 ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.

2.5 2005 Yılında 5444 Sayılı Kanun ile Getirilen Düzenleme
Anayasa Mahkemesinin 4919 sayılı Kanunu iptal etmesi ve 3 aylık süre vermesi akabinde 7 Ocak 2006 tarihinde 5444 sayılı "Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" yürürlüğe girmiştir. Kanun ile yabancı uyruklu gerçek kişilerin mütekabiliyet şartlarına uymak ve kanuni sınırlamalara uyulması kaydıyla mülk iktisap edebileceklerini düzenlerken yabancı tüzel kişilerin ancak özel kanunlarda yer alan hükümler çerçevesinde mülk edinmelerine izin verilmişti.5444 sayılı kanun Anayasa Mahkemesi tarafından kısmen iptal edilmiştir.

2.6 2005 Yılında 5782 Sayılı Kanun ile Getirilen Düzenleme
Tapu Kanunun 5782 sayılı Kanun ile değişik 35. Maddesinin 1. Fıkrası uyarınca, yabancı uyruklu gerçek kişiler, mütekabiliyet ve yasal sınırlara uymak kaydıyla Türkiye'de işyeri ve mesken niteliğinde taşınmaz satın alabilir hale gelmiştir. Alınacak gayrimenkullerin imar planı veya mevzii imar planı içerisinde kalması gerekmekteydi. Bir diğer yasal sınırlama; yabancı uyruklu gerçek kişinin ülke genelinde iktisap edebileceği taşınmazların toplam yüzölçümü 2,5 hektarı geçemiyordu.
Tapu Kanunu 35. Maddesine göre yabancı gerçek kişilerin taşınmaz mal edinmesine ilişkin sınırlamalar:

I. Mütekabiliyet şartının yerine gelmiş olması.
II. Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarında yer alan sınırlamalara tabi olmama.
III. İktisap edilecek gayrimenkulün işyeri veya mesken olması.
IV. Taşınmazın, uygulama imar planı (1/1000 ölçekli plan) veya mevzi imar planı içerisinde mesken veyahut işyeri amaçlı olarak ayrılıp tescil edilen alanlardan olması.
V. Toplam iktisap edilecek gayrimenkullerin toplam yüzölçümünün iki buçuk hektarı geçmemesi.
VI. Yabancı uyruklu gerçek kişiler ilçe bazında toplam gayrimenkul alanının % 10 'na kadar kısmında gayrimenkul edinebilmekteydiler.

İlgili düzenleme ile yabancı uyruklu gerçek kişiler mevzi imar planı alanı içerisinde toplam iktisaba konu alanın % 10'una kadar mülk edinmeleri, yabancıların Türkiye'de kurdukları şirketler üzerinden mülk ve ayni hak iktisap edebilmeleri sağlanmıştır. İlgili düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından kısmen iptal edilmiştir.
BÖLÜM 2
6302 SAYILI 03.05.2012 TARİHLİ KANUN İLE YENİDEN DÜZENLENEN GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ OLAN YABANCI GERÇEK VE TÜZEL KİŞİLERİN TAŞINMAZ İKTİSABI ve DIŞ POLİTİKA
Yabancıların gayrimenkul edinimi hususunda yapılan kanuni düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali sebebiyle Dış Politika ve İç Dinamikler sürekli çatışma halindeydi. Avrupa Birliğine tabi olmayı amaçlayan Türkiye Dış Politikası bir yandan uyum paketlerini çıkartırken diğer yandan Anayasa Mahkemesinin iptal kararları sebebiyle taahhütlerini yerine getirememekteydi.
Tapu Kanunun 35. Maddesinin değişim süreci incelendiğinde yapılan düzenlemelerin siyasi iktidarın gerek dış politika gerekse ekonomik kaygılar ile yabancıların mülk edinme sürecini liberal yaklaşımlarla çözümleme arzusu içerisinde oldukları ortaya çıkarken Anayasa Mahkemesinin meseleye ülke bütünlüğü, milli ve korumacı yaklaşım ile hareket ettiği farklı zamanlarda verilmiş 5 ayrı iptal kararından ve karar gerekçelerinden anlaşılmaktadır. Bu açıdan siyasi iktidar ile yargı arasındaki farklı bakış açısı dış politikayı doğrudan etkiler hale gelmiştir.
2644 sayılı Tapu Kanunu'nun bazı maddelerinin değiştirilmesi ve bazı eklemeler yapılması amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından tasarı hazırlanmıştır. "Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı" Bakanlar Kurulu tarafından 20 Ocak 2012 tarihinde TBMM’ne sunulmuştur.
Tasarı, Tapu Kanunun yürürlüğe girdiği 1934 senesinden bu yana 35. Maddede kabul edilen mütekabiliyet ilkesini zorunlu unsur olmaktan çıkartmıştır. Hangi yabancı ülke vatandaşlarını belirleme yetkisi Maliye Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmişti. Bu iki bakanlık ülkeleri belirlerken Dışişleri Bakanlığından görüş almak zorundaydılar.
18 Mayıs 2012 tarihinde önce yabancı gerçek kişilerin taşınmaz mal iktisaplarında miktar ve kullanım amacı bakımdan iki tahdit mevcut idi. Bu tahditlerden kullanım amacına yönelik (mesken veya işyeri olarak kullanılma) sınırlama tasarıya alınmamış miktar sınırlaması ise 2,5 hektardan 30 hektara çıkartılmıştır. Kısıtlama getirme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Maliye Bakanlığına bırakılmıştı. Miras yoluyla gelen mallarda mütekabiliyet şartı ortadan kalktığı için aranan özellik mirasçının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı tarafından belirtilen ülkelerden olup olmadığı önem arz etmektedir. Tasarı gerek Meclis Komisyonunda gerekse TBMM yapılan tartışmalar görüşmeler neticesinde revize edilerek Tapu ve Kadastro Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 6302 Sayılı Kanun, 03.05.2012 tarihinde kabul edilmiştir. 6302 sayılı Kanun ile değişik Tapu Kanunu 35. Madde 18.05.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş iken Tapu Kanunu 36. Madde Resmi Gazete'de yayın tarihinden 3 ay sonra 19.08.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
6302 Sayılı Kanun'un gerekçesinde; yabancı gerçek kişilerin 1934 ile 2006 yılları arasındaki dönemde Hükümet tarafından izin verilmek suretiyle sınırsız taşınmaz edinme imkânına sahip olduğu ve 2006 senesinde yapılan değişiklikle bu imkânın 2,5 hektar ile sınırlandırıldığı belirtilmiştir.

A. GERÇEK KİŞİLERİN TAŞINMAZ MAL İKTİSABI
1. Hukuki İşlemle Taşınmaz İktisap Şartları
1.1 Mütekabiliyet İlkesinin Uygulanmaması
Yeni düzenleme ile mütekabiliyet ilkesinden vazgeçilmiştir. Tapu Kanunun kabul edildiği 1934 senesinden itibaren mütekabiliyet taşınmaz mal edinimi konusunda temel prensip olarak değerlendirilmişti. 1980'li yıllardan sonra bu ilkenin esnetilme girişimleri Anayasa Mahkemesi tarafından uygun görülmeyerek iptal edilmiştir. Yeni kanuni düzenlemede kanuni sınırlamalara uyulmak ve uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin gerektirdiği durumlarda Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak iktisap edebileceklerini düzenlemiştir. Mütekabiliyet yerine, hangi ülke vatandaşlarının mülkiyet veya ayni haklardan yararlanabilecekleri Bakanlar Kurulu Kararına bağlanmıştır.
6302 sayılı Kanunla getirilen düzenleme, TC Anayasa'sının 16. Maddesi kapsamında uluslararası hukuka uygunluk bakımından irdelenmesinde fayda vardır. Uluslararası hukukta, mülkiyet hakkının korunmasına yönelik en önemli düzenlemeyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi oluşturmaktadır. AİHS mülkiyet hakkını teminat altına alan 1 No’lu Ek Protokolünün 1. maddesi uyarınca; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” Söz konusu hükümden anlaşılacağı üzere, Ek Protokol mülkiyet edinme hakkını değil, edinilmiş olan mülkiyet hakkına saygı duyulmasını temin etmektedir.
Bir başka deyişle Ek Protokol herkese mülk edinme hakkı tanıyan bir hüküm ihtiva etmemektedir. Bu tespit Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Marckx v. Belçika davasında da içtihat olarak teyit edilmiştir. AİHM kararında 1 No’lu Ek Protokolün 1. maddesinin, sadece hâlihazırda mevcut bulunan mülklere uygulanacağını, buna karşılık anılan düzenlemenin “mülk elde etme hakkını garanti altına almadığını” beyan etmiştir.
Keza İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 17. maddesinde de “Kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılmaz” hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda izah edilen izahatlar ışığında, yabancı gerçek kişilerin taşınmaz iktisabında mütekabiliyet ilkesine yer verilmesi, ne Anayasanın 16 ve 35. maddeleri, ne de uluslararası hukuk metinleri açsından herhangi bir mahsur taşımaktadır. Benzer şekilde, yabancı gerçek kişilerin taşınmaz iktisabında mütekabiliyet ilkesinin kaldırılmasının da Anayasanın 35. maddesine aykırılık teşkil etmediği açıktır. TC Anayasa'sının 35. Maddesinde vatandaş ve yabancı ayrımı yapılmaksızın “herkesin” mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu belirtilmiş, ne var ki madde kapsamında mütekabiliyet şartına yer verilmemiştir. Buna karşılık, Bakanlar Kuruluna Türkiye’de taşınmaz edinebilecek ülke vatandaşlarını belirleme yetkisinin verilmesi hususu, Anayasanın 16. Maddesi çerçevesinde uluslararası hukuka uygunluk kapsamında değerlendirilmelidir.
Demokratik parlamenter sistemlerde; yabancıların taşınmaz iktisabı hususunda menfaat dengesinin yargı mercileri yerine yasama ve yürütme organları tarafından karar verilmesi ve Anayasanın 112. maddesi gereği genel siyasetinin yürütülmesinden sorumlu mercii Bakanlar Kuruluna güvenilmesi gerektiği noktasında tereddüt bulunmamalıdır. Bu itibarla, Yasama yetkisinin yürütme organına devredilemezliği kadar, yürütme yetkisinin yargı organına devredilemezliği hususunda hassasiyet gösterilmesi, hukuk devleti ve erkler ayrılığı ilkelerinin gereği olarak değerlendirilmelidir.
Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin uluslararası hukuka uygunluğunun keyfilikten uzaklaşabilmesi için objektif nitelikte olmasına, sınırlarının önceden kanunla belirlenmiş olmasına ve yargı denetimine tâbi olmasına bağlıdır. 6302 sayılı Kanunla değişik Tapu Kanunu’nun 35. Maddesinde yer alan “ülke menfaatlerinin gerektirdiği durumlar” kıstasının belirli olmadığı ve yeterli olmadığı ve son derece müphem kaldığı ortadadır. Bakanlar Kuruluna sınırları kanunda objektif olarak belirlenmiş bir yetki verilmesi Anayasal ilkeler bakımından daha uygun olurdu.

1.2. Miktar, Yer ve Amaç Yönünden Getirilen Sınırlamalar
5782 sayılı Kanunla değişik TK'nun 35. Maddesinde, yabancı gerçek kişilerin iktisap edecekleri taşınmazların amaç, miktar ve yer itibarıyla sınırlandırılması yoluna gidilmişti. Maddeye göre, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de işyeri veya mesken amaçlı kullanmak üzere, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde işyeri veya mesken amaçlarla ayrılıp tescil edilen taşınmazları iktisap edinebilecekleri hükme bağlanmıştı. Ayrıca miktar bakımından ise ülke ve ilçe bazında olmak üzere iki farklı tahdit kabul edilmişti. Bu madde uyarınca yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de iktisap edinebilecekleri taşınmazlar ve sınırlı aynî hakların toplam miktarı ülke sınırları dahilinde iki buçuk hektar ile tahdit edilmişti. Bu kişilerin, merkez ilçe ve ilçeler bazında ise 1/1000 ölçekli uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları dahilinde kalan alanların yüzölçümünün % 10'una kadar kısmında taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinimlerine olanak sağlanmıştı.
6302 sayılı Kanun kapsamında Tapu Kanunu’nun 35. Maddesinde yapılan düzenleme ile yabancı gerçek kişilerin taşınmaz ve taşınmaz rehni dışında ayni hak iktisabına ilişkin sınırlayıcı kuralların hafifletilmiş olduğu görülmektedir. Maddenin ilk fıkrasında, taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimi hususunda, miktar bakımından ülke ve ilçe temelli olmak üzere iki farklı kısıtlamaya tâbi kılınmıştır. Yabancı gerçek kişilerin Türkiye sınırları genelinde kişi başına 30 hektara kadar taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinmeleri imkan sağlanmış, bununla birlikte Bakanlar Kuruluna bu miktarı 60 hektara kadar artırma yetkisi verilmiştir.
5444 sayılı Kanunla değişik Tapu Kanununun 35. Maddesinde ülke genelinde 2,5 hektarla sınırlandırılan hüküm, Bakanlar Kurulu kararıyla 30 hektara kadar arttırılmıştı. Ancak söz konusu düzenlemede yer alan Bakanlar Kuruluna verilen taşınmaz edinme sınırını on iki katına kadar artırma yetkisi, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurduğu ifade edilerek, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Kanun koyucunun 6302 sayılı Kanunla, ülke genelindeki yabancı gerçek kişilere taşınmaz edinme miktarına ilişkin sınırı yükseltmiş ve Bakanlar Kuruluna bu miktarı iki katına kadar artırma yetkisi vermek suretiyle, Anayasa Mahkemesi kararında ortaya konan hukuki tereddütleri gidermeyi amaçladığı görülmektedir.
6302 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. maddesinde ilçe bazında getirilen sınırlama ise “özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onu” şeklinde tayin edilmiştir. 5444 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanununun 35. maddesinde "Bakanlar Kurulu, il yüzölçümüne göre binde beşi geçmemek üzere bu oranın tespitine" yetkili kılınmıştı. Söz konusu düzenleme de Anayasa Mahkemesi tarafından, il yüzölçümlerinin, ilin ormanları, dağları ve meraları gibi kısımlarını da kapsadığı gerekçesiyle iptal edilmişti.
6302 sayılı yasadaki düzenleme Anayasa Mahkemesi kararının zikredilen gerekçesiyle uyumlu biçimde hazırlanmış, söz konusu miktar sınırlamasını ilçe yüzölçümünün tümünü nazara almak yerine, özel mülkiyete konu olan alanların yüzdesini alarak düzenlenmiştir. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesinin iptal kararında gerekçe olarak sunulan, bir ilçenin tümüyle yabancıların eline geçmesi yönündeki risk de ortadan kaldırılmış olmaktadır. Ayrıca ilçe bazında getirilen sınırlama “uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan” toplam alanların yüzölçümünün yüzde onu şeklinde düzenlenmişti. Mevcut düzenlemede eski maddede yer alan yüzde onluk oran korunmakla birlikte, bu orana “özel mülkiyete konu” alanlar şeklinde yeniden düzenlenerek maddeye işlerlik kazandırılmıştır. Mevcut düzenlemede yabancı gerçek kişilerin, ilçede hazine arazisi dışındaki tüm alanların yüzde onuna kadar taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimi olası mümkün hale gelmiştir. Hazine arazisi dışında kalan alanların imara açılmadığı nazara alındığında, mevcut düzenlemenin ilçe ölçeğinde taşınmaz edinme sınırını, 5782 sayılı Kanuna kıyasen, yabancı gerçek kişiler lehine genişletmiş olduğu görülmektedir.
5782 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. maddesinde, yabancı gerçek kişilerin taşınmaz mal iktisabı, amaç unsuru ile sınırlanmış ve bu kişilerin Türkiye’de sadece işyeri veya mesken olarak kullanmak üzere taşınmaz iktisabı ile sınırlı ayni hak iktisabı mümkün kılınmıştı. Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin son hâlinde ise yabancı gerçek kişilerin taşınmaz iktisabı konusu, amaç unsuru itibariyle yapılı ve yapısız gayrimenkuller bakımından bir ayrıma tâbi tutulmuştur. Kanun, önceki düzenlemelerden farklı olarak, yapılı taşınmazlar açısından herhangi bir sınırlayıcı kayıt öngörmemiştir. Mevcut düzenleme çerçevesinde, yabancı gerçek kişilerin işyeri veya mesken amacı dışında herhangi amaçla da taşınmaz edinimi mümkün hale gelmiştir. Böylelikle, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de, mesela tarımsal kullanım amacıyla taşınmaz veya sınırlı ayni hak edinimi mümkün hale gelmiştir. AB üyesi ülkelerde yapılan kısıtlamalarda ise, Birliğe üye olan ve olmayan ülkeler bakımından ayrıma gidildiği ve üye olmayan ülkeler açısından daha dar kapsamlı mülkiyet hakkı tanındığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 2003 tarihli kararında, yabancı uyruklu gerçek kişilerin tarımsal alanlarda taşınmaz mal iktisabının muhtelif devletlerce yasaklanmış olduğu beyan ederek iptal kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde, şu ifadelere yer verilmiştir: “Bu bağlamda dünya ülkelerine bakıldığında, örneğin Litvanya’da Avrupa Birliği üyeleri hariç, yabancılara tarım arazilerinde taşınmaz mal edinmek hakkı verilmediği; Rusya Federasyonu’nda yabancı uyruklu gerçek kişilerle yabancı ticaret şirketlerine ulusal sınırlara bitişik yerlerde ve tarım arazilerinde mülk edinmek hakkı tanınmadığı ve yabancıların edinebilecekleri mülkün azami ve asgari büyüklüğü ile ilgili sınırlar da bulunduğu görülmektedir. Ukrayna, yabancılara tarım arazilerinde taşınmaz mal edinmek hakkını tanımamakta; tarım arazisi olmayan alanlarda ise yabancı gerçek kişilere sadece halen yabancı bir gerçek kişiye ait olan mülke bitişik taşınmaz malları satın almak hakkını vermektedir… İspanya ise kural olarak ülkesinin ziraat alanlarında sadece Avrupa Birliği üyesi devletlerin vatandaşlarına mülk edinme hakkı vermektedir. Avusturya da aynı şekilde, sadece Avrupa Birliği üyesi devletlerin vatandaşlarına ülkesinde taşınmaz mal edinme hakkı tanımakta; diğer yabancı devletlerin vatandaşlarının bu haktan yararlanmasını izne bağlamaktadır. Danimarka dışında yaşayan yabancılar, yazlık ev edinmek hakkına sahip değildir. İsveç ve İsviçre, yabancıların tarım arazisinde taşınmaz mal edinmesine imkân tanımamaktadır. Slovenya’da, ülkenin tarım arazileri ile bunların dışında kalan kısımlarında yalnız Avrupa Birliği ülkesi üyelerinin vatandaşları, üç yıldır Slovenya’da oturuyor olmak koşuluyla taşınmaz mal edinebilmektedir. Estonya’da, yabancı tüzel kişilere her türlü arazinin devri, idari makamların iznine bağlıdır. Avrupa Birliği ülkelerinde genellikle, yabancıların taşınmaz mal edinme hakkına arazinin niteliği bakımından bir sınırlama getirilerek, yurdun her bölgesinde yabancıların mülk edinmesine imkân tanınmamasının yaygın bir uygulama olduğu ve sınırlamanın da tarım arazileri bakımından yapıldığı görülmektedir.” Yabancıların Türkiye'de mülk alma talepleri sebebiyle, diğer ülkeler Türkiye'ye politik baskı yaparken kendi mevzuatları açısından bu hakların yabancılar sağlanmadığı aşikardır. Hâl böyle iken 6302 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. maddesinde amaç unsuru açısından herhangi kısıtlama olmaksızın yabancı gerçek kişilere taşınmaz edinme hakkının verilmesi dış politika da etkin olma ve yabancı sermaye girişinin sağlanması açısından yapıldığı sonucuna varılabilir.
Tapu Kanununun 35. maddesinde üzerinde yapı bulunmayan taşınmazlar yönünden ise amaç unsuruna yönelik bir hüküm sevk edilmiştir. "Yabancı gerçek kişilerin, satın aldıkları yapısız taşınmazda geliştirecekleri projeyi iki yıl içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak" zorunda oldukları hüküm altına alınmıştır. Maddeye göre, proje, "ilgili Bakanlıkça başlama ve bitirilme süresi belirlenerek onaylandıktan" sonra, "tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek" üzere tapu müdürlüğüne gönderilecektir. Projenin süresi içinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespiti ve denetimi yine ilgili Bakanlıkça takip edilecektir.
Söz konusu fıkra hükmünden üzerinde yapı olmayan taşınmazların ancak belirli bir projenin uygulanması amacıyla iktisap edinilebileceği net olarak ortaya konmaktadır. Buna karşılık maddenin kapsamı itibariyle belirsizlikler içerdiği ortadadır. Söz konusu madde uyarınca proje geliştirileceği hükme bağlanmış olmakla, projeden ne anlaşılması gerektiği ve içeriğini somutlaştırmaya olanak sağlayacak hiçbir bilgiye yer verilmemiştir. Tapu Kanunu’nun 35. maddesi dışındaki hiçbir maddesinde de “proje” ibaresine veya bu ibareye ilişkin tanıma yer verilmemiştir. Bu itibarla madde metninde yer alan proje ibaresinden; bir inşa eseri mi, istihdam sağlamaya yönelik sanayi projesi mi, organizasyonunun mu, yoksa tarımsal amaçlı bir projenin mi kastedildiği belirtilmemiş, konunun değerlendirilmesi tamamıyla ilgili Bakanlığa bırakılmıştır. Bir diğer belirsizlik ise yapılı ve yapısız taşınmaz ayrımıdır. Madde metninden taşınmazın yapılı olmasıyla neyin kastedildiği belli değildir. Uygulamaya yönelik yönetmelik olmaması bir diğer eksikliktir.

1.3. İdari Makamların Yetkilerine Yönelik Sınırlamalar
6302 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. maddesi, idari makamlara verilen yetki açısından iki başlık altında incelemek gerekir. Bunlardan ilki, idari makamların yabancı gerçek kişilerin taşınmaz iktisabında miktar, yer ve amaç yönünden şartların oluşup olmadığına yönelik denetleme yetkisidir. Tapu Kanunun 35. maddesinin son fıkrası uyarınca; madde hükümlerine aykırı olarak edinilen veya edinim amacına aykırı kullanılan yerlerin, süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan yada süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyen taşınmaz ve sınırlı ayni hakların, Maliye Bakanlığınca verilecek azami bir yıllık süre dahilinde tasfiye edilmesi öngörülmüştür. Bu süre içinde malik tarafından tasfiye edilmez ise idarece tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bu bedel hak sahibine ödenmesi hükme başlanmıştır.
Tapu Kanunun 35. maddesinin ilk beş fıkrasında taşınmaz iktisap amacına dair herhangi bir vurgu yapılmamış iken, maddenin son fıkrasında getirilen düzenleme ile amaca aykırı kullanımın tasfiye yaptırımına bağlanması ise madde kendi içinde kayda değer bir tenakusu ortaya çıkartmıştır. Ayrıca “süresi içinde” ilgili Bakanlığa başvurulmayan projeler açısından da tasfiye hükümlerinin geçerli olduğu beyan edilmiş olmasına karşın maddenin dördüncü fıkrasında herhangi bir “başvuru süresi” öngörülmemiştir. Özel olarak geliştirilen projelerin ilgili Bakanlığın “onayına sunulması” için iki yıllık süre sınırı öngörülmüştür. Maddenin lafzından tam olarak anlaşılamamakla birlikte, taşınmaz satın almak isteyen yabancı gerçek kişinin öncelikle Bakanlığa proje önerisiyle müracaat edeceği ve müracaatın kabulünden sonraki iki yıllık süre içinde de geliştirdiği projeyi Bakanlığın onayına sunması öngörülmektedir. Süreye ilişkin yukarıda izah edilen muğlaklığın giderilmesi sürecin sağlık ve denetme açık sekilde yürümesini sağlayacaktır. Özellikle yabancı sermaye çekmeyi amaçlayan mevzuat değişiklikleri yapılırken işleyişin sağlıklı olmaması ülkenin hukuki güvenlik ilkesi zedeleyerek yerel meselelerin ülke dışındaki yargı denetiminin önünü açmak suretiyle milli menfaatlerin zedelenmesine sebebiyet vermektedir.
Tapu Kanunu’nun yapılan değişiklik ile değişen 35. maddesi yetkili idari makam olarak Bakanlar Kuruluna son derece geniş yetkiler verildiği görülmektedir. Maddenin üçüncü fıkrasında Bakanlar Kuruluna; "ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı gerçek kişilerin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke, kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçümü ve miktar olarak belirleme, sınırlandırma, kısmen veya tamamen durdurma veya yasaklama" yetkisini vermiştir. Bakanlar Kuruluna verilen yetki ile mevcut olmayan hakların verilmesi ve mevcut hakların sınırlandırılması veya yasaklanması kuralı getirilmiştir. Bu açısında meselenin iki farklı yönüyle değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yabancı gerçek kişilere taşınmaz iktisap hakkı tanınması, genel siyaseti yürütmekle görevli olan Bakanlar Kurulunun sınırları kanunla objektif olarak belirlenmiş olması kaydıyla demokratik sistemin bir uzantısı olarak kabul edilmelidir. Kaldı ki Bakanlar Kurul arasında bulunan Dışişleri Bakanı vasıtasıyla meselelerin hızlı ve ülkeler arasında Bakanlıklar arasında yapılacak müzakereler sonucunda ikili anlaşmalar ile gayrimenkul ve sınırlı ayni hak hususunda hızlı ve etkili adım atılmasının amaçlandığı ve mevcut düzenlemelerin milli siyaseti meseleden uzak tutarak atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir. Buna karşılık, düzenleme ile mevcut hakların “kısıtlanması veya yasaklanmasına” ilişkin Bakanlar Kuruluna ve İdareye verilen yetkilerin anayasal özgürlükler bakımından doğru olmadığı ve maddenin yeni düzenleme ile dahi kendi içinde hukuki eksikliklerin olduğu aşikardır.
Anayasanın 16. maddesinde yabancılar yönünden "temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının, uluslararası hukuka uygun olarak ve kanunla" yapılabileceği ifade edilmiştir. Bu itibarla, Tapu Kanunu’nun 35. maddesinin üçüncü fıkrasında Anayasının 16. Maddesine aykırı olarak Bakanlar Kuruluna verilen yetki ile "mevcut hakların sınırlandırılması veya yasaklanmasına ilişkin" yetkinin, uluslararası hukuka uyarlılık meselesi ayrıca sorgulanması gerekmektedir. Uluslararası hukukta yabancıların taşınmaz iktisabına imkân sağlama yönünde bir hak verilmemiş olsa da ülkemizin de taraf olduğu AİHS'nin özellikle mülkiyet hakkını koruyan 1 No’lu Ek Protokolünün 1. maddesi, edinilmiş olan mülkiyet hakkını teminat altına almış olup bu hakka riayet edilmesini temin etmektedir. Mevcut durum AİHM kararlarında karar gerekçelerine yazılmak suretiyle defalarca teyit eder şekilde içtihatlaşmıştır. Kaldı ki; İHEB' nin 17. maddesi "kimsenin keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamayacağı"nı hükme bağlanmıştır. Hâl böyle iken, Tapu Kanununun değişen 35. maddesinin üçüncü fıkrası ile Bakanlar Kuruluna yabancı gerçek kişilerin edinilmiş taşınmazlarına yönelik hakların sınırlandırılmasına yönünde yetki verilmesi uluslararası hukuk ve Anayasanın 16. Maddesi ile çelişmektedir.
Verilen bu yetki, daha önce 1062 sayılı Mukabele-i Bilmisil Kanununda Bakanlar Kuruluna benzer şekilde verilmiştir fakat iki düzenleme ararsında farklılıklar mevcuttur. 1062 sayılı Mukaele-i Bilmisil Kanunun birinci maddesi bir devletin vatandaşlarına yönelik mukabele tedbirini ele almakta ve bu tedbirin ise sadece Türk Vatandaşlarının mülkiyet hakkını sınırlayan (kısmen/tamamen) devletin vatandaşlarına uygulanmasını öngörmüştür. Tapu Kanununda ise devletin yanı sıra kişiler yönünden de Bakanlar Kuruluna sınırlama getirilmiştir. Bakanlar Kurulunun Tapu Kanunu 35. Maddesine göre kısıtlama kararı alması durumunda karşı işlem şartı öngörülmemiştir.
Madde lafzından Bakanlar Kurulunun yetkisine yönelik tek kısıtlama “ülke menfaatlerinin gerektiği haller” şeklinde ortaya konmuştur. Kazanılmış haklar açısından bu tahdidin hukuken sorgulanması gerekmektedir. Şöyle ki; Bakanlar Kurulu, Tapu Kanunu’nun 35/3 maddesi uyarınca yetki kullanması durumunda; ülke menfaatinin neyi gerektirdiğini ve yetkinin sınırlarını kendisi tespit edecektir. Madde metninin muğlak olması sebebiyle “ülke menfaatlerinin gerektiği haller” ölçütünün uluslararası hukuk ve Anayasanın 16. maddesi hükmüyle paralel olmadığı ve ihtiyaçlara cevap vermeyeceği gibi yeterli olmadığı da açıktır. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi de, 3278 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. Maddesinin gerekçeli iptal kararında, söz konusu maddede geçen “millî menfaatlere ve/veya millî ekonomiye faydalı” ifadelerini, "Bakanlar Kurulunu, tahdit edici ve onun yetki alanını düzenleyici olarak nitelendirilmesine" olanak bulunmadığından bahisle, iptal etmişti. Doktrinde bu konuda yazılan eserler incelendiğinde 6302 sayılı sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu'nun 35. maddesinin üçüncü fıkrasının yabancı gerçek kişilerce edinilmiş taşınmazlar açısından Bakanlar Kuruluna verilen “kısıtlama, durdurma ve yasaklama” yetkisinin Anayasaya aykırı olduğu savunulmaktadır.
Yabancı gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz iktisap etme şartlarını toplu olarak kategorize edersek:
1. Yabancı ülke vatandaşının, Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerden olması.
2. Kanuni tahditlere uyulması.
3. Askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ilişkin sınırlama ve yasaklamalara uyulması.
4. Yabancı gerçek kişinin iktisap ettiği taşınmazların toplam alanının kişi başına ülke genelinde otuz hektarın altında olması.
5. Bakanlar Kurulu tarafından ülke menfaatleri nazara alınarak taşınmaz mal ve sınırlı ayni hak edinimlerinde ülke, kişi, süre, sayı, oran, coğrafi bölge, tür, nitelik, miktar ve yüzölçüm olarak sınırlama veya kısmen/tamamen durdurma yada yasaklama kararı getirilmiş olması.
6. Yabancı tarafından satın alınan taşınmazın yapısız olması durumunda taşınmaz için proje geliştirilerek 2 yıl içinde ilgili Bakanlığa sunulması ve başlama-bitiş tarihi ve projesi onaylanan projenin tapunun beyanlar hanesine kaydedilmesi.

1.4. Tapu Kanunda Bahsedilen Sınırlayıcı Hükümlerin Yer Aldığı Kanunlar


1.4.1 Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri
2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler Güvenlik Bölgeleri Kanununda yer alan sınırlanma ve yasaklamalar hali hazırda geçerlidir. 2565 Sayılı AYBGB Kanunu uyarınca birinci derecede askeri yasak bölgede bulunan taşınmazların kamulaştırılacağı (Madde 7/1-a), yabancıların geçici olarak bölgeye girmeleri ve oturmaları Genel Kurmay Başkanlığının iznine tabi tutulmuştur.
Tapu Kanunun değişen 35/5 fıkrası uyarınca, "askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ait harita ve koordinat değerleri bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde ve bu yerlere ait değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri değişikliğin yapıldığı tarihten itibaren 1 ay içerisinde Milli Savunma Bakanlığınca; özel güvenlik bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri ise İçişleri Bakanlığınca aynı sürede Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Çevre ve Bakanlığına verilir.

1.4.2 Özel Öğretim Kurumları Kanunu
5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunun 5. Maddesinde Milletler arası özel öğretim kurumları, yabancı okullar, azınlık okulları yönünden taşınmaz mal iktisap şartları düzenlenmiştir.
Milletlerarası özel öğretim kurumlarından anlaşılması gereken eğitim görecek öğrencilerin vatandaşlığıdır. Milletlerarası özel öğretim kurumları yabancı gerçek veya tüzel kişiler tarafından açılabileceği gibi Türk vatandaşları tarafından da açılabilir. Milletlerarası özel eğitim kurumları devam eden öğrencilerinin tamamının yabancı olması durumunda milletlerarası statüyü kazanmaktadır. Bu tarzdaki okullar Bakanlar Kurulu izni ile kurulabilir.
5580 sayılı Kanunla, Rum, Ermeni, Musevi azınlıklarca kurulmuş, Lozan Anlaşması ile güvence altına alınmış TC uyruklu öğrencilerin devam ettiği okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim özel okulları azınlık okulları olarak adlandırılmıştır. 5580 Sayılı Kanun kapsamında kurulan yabancı okullar, Bakanlar Kurulu Kararı ile arazi edinebilirler. Mevcut kapasiteleri en fazla beş misline kadar arttırılabilir.
Yabancı okulların taşınmaz malları yetkililerinin önerisi ile Bakanlığa yada kuruluş amaçları itibarıyla eğitim amacı güden 4721 sayılı Medeni Kanuna göre kurulmuş vakıflara devri Bakanlar Kurulu Kararı ile mümkündür. Bakanlar Kurulunun 2010/947 sayılı kararı ile 5580 Sayılı Kanun kapsamında faaliyet gösteren Amerikan Bord Heyeti kuruculuğundaki Özel Üsküdar Amerikan Lisesi, Özel Tarsus Amerikan Koleji, Özel İzmir Amerikan Kolejleri; eğitim vermek amacıyla sahibi oldukları taşınmazlar, Sağlık ve Eğitim Vakfına devredilmiştir.
Osmanlı Devletinde bu güne kadar yabancı okullar ve azınlık okulları meselesi yabancı ülkelerin Türkiye'nin dış politikada önemli bir sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu baskılar bazı dönemlerde o kadar yoğunlaşmıştır ki uluslararası anlaşmalara dahi girmiştir. Lozan Antlaşmasında yer bulun azınlık okullarının durumu hali hazırda Türkiye Dış Politika gündeminde ektisini göstermektedir. Özellikle 1970 yıllardan sonra Ruhban Okulu'nun kapatılması ve akabinde yaşanılan süreç Türkiye'yi halen etkilemektedir. Dış temaslarda, Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, karşılıklı müzakereler sık sık gündeme gelen meseleler Türkiye'nin dış politikasına doğrudan etki yaparak siyasete yön vermektedir.

1.4.3 Mukabele-i Bilmisil Uygulaması kapsamına giren Devlet Vatandaşları İçin Getirilen Tahditler

Mukabele-i bilmisil uygulamasını ele aldığımızda karşımıza 1927 yılında TBMM tarafından kabul edilen 1062 sayılı Hudutları Dahilinde Tebaamızın Emlakine Vaziyet Eden Devletlerin Türkiye'deki Tebaları Emlakine Karşı Mukabele-i Bilmisil Tedabir-i İttihazı Hakkında Kanun çıkmaktadır. Dört maddeden oluşan Kanun kapsamında Arnavutluk, Suriye, Lübnan, Yunanistan ve Bulgaristan'a karşı mukabele-i Bilmisil tedbiri uygulanmıştır. Mukabele-i Bilmisil uyarınca Hükümetler tarafından yapılan işlemler yargı denetimi dışındadır. Sebebi ise Devlet tarafından yapılan işlemlerin siyasi olması sebebiyle yargı denetimine başvurulamaz.
1062 sayılı Kanun 1. Maddesi uyarınca " İdari kararlarla veya fevkalade veya istisnai kanunlarla Türkiye vatandaşlarının mülkiyet hukukunu kısmen veya tamamen sınırlayan devletlerin Türkiye'deki tebaasının mülkiyet hukuku Bakanlar Kurulu kararıyla mukabelei bilmisil olmak üzere snırlandırılabilir, menkul veya gayrimenkullerine el konulabilir. El konulan malların gelir ve tasfiyelerinden mütevellit hasılat, belgelerle ispatlanmak suretiyle zarar gören Türk Vatandaşlarına verilir."
1062 sayılı Kanun 2. Maddesi uyarınca "Zarar gören Türk Vatandaşlarının Zaralarını ispatlamak için ibraz edecekleri belgelerin şekli Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanacak bir talimatname ile tayin ve tespit edilir."
1062 Sayılı Kanun uygulamasında en çok Yunanistan'a uygulanan karşı işlemler konuşulmuştur. Rum asıllı Yunan vatandaşlarına uygulanan karşı işlem yasağının dayanağı olarak 1062 sayılı yasanın birinci maddesi gösterilmiştir. İlgili karar 1964 yılında yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararı ile uygulanmaya başlanmış ve 88/12592 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlükten kaldırılmıştır. Rum asıllı Yunanistan Vatandaşlarına uygulanan mukabele-i bilmisil tedbirine ilişkin Bakanlar Kurulunun kararı Resmi Gazete'de yayınlanmaması sebebiyle Gizli Kararname olarak anılmaktadır. Benzer şekilde Arnavut Vatandaşlarına yönelik mukabele-i bilmisil kararı da Resmi Gazete'de yayınlanmamıştır. Suriyeliler, 1939 senesinden itibaren Bakanlar Kurulu Kararı ile taşınmaz mal edinememektedirler. Mahkeme kararı ile miras intikali yapılabilmektedir. Suriye Vatandaşları adına olan taşınmazların gelirleri ve yönetimi 1996 senesinden itibaren Maliye Bakanlığına verilmiştir. Suriye Vatandaşları taşınmazlarının tamamını 1939 senesinden önce edinmişlerdir.
Bu Kanun kapsamında karşılılık ilkesi kapsamında mesele ele alındığında Türk Devletinin keyfi bir tavır belirlemek yerine yabancı devletlerin vatandaşlarımıza yaşatmış olduğu fiili durum nazara alınarak yapılan düzenlemeden ibarettir. Özellikle Yunanistan'a uygulanan karşılık ilkesi Türkiye'yi dış siyasette yıpratarak AB müracaat sürecinden dış temaslara kadar sıkıntı dönemler yaşanmasına sebebiyet vermiştir.

2. MİRAS YOLUYLA EDİNİLEN TAŞINMAZLARIN İKTİSABI

2.1. 29.12.2005 İle 18.05.2012 Tarihleri Arasındaki Dönem
Yabancıların 29.12.2005-18.05.2012 tarihleri arasında miras yoluyla taşınmaz iktisabında, ülkemiz ile yabancı ülke arasında mütekabiliyet olan ve olmayan ülke vatandaşları bakımından ayrım yapılmıştı.
Tapu Kanunu’nun 5444 sayılı Kanunla değişen 35. Maddesine göre mütekabiliyetin tespitinde fiili ve hukuki durum esas alınmaktaydı. TC ile arasında mütekabiliyet bulunan devlet vatandaşının miras yoluyla intikalinde iktisapta öngörülen kayıt ve tahditler (Taşınmazın işyeri veya mesken olarak kullanılması, Uygulama imar planı veya mevzi plan içinde kalması, iktisap edilecek malın miktarının ülke genelinde 2,5 hektardan fazla olmaması) uygulanmamaktaydı. Burada kanun koyucu; ölüme bağlı tasarruflar yoluyla tahdit edici hükümleri bertaraf etmek istemiştir.
Mütekabiliyet bulunmayan ülke vatandaşları yönünden ise, bu ülke vatandaşlarına kanuni miras yoluyla intikal eden taşınmazlar yönünden ise intikal işlemleri yapılarak tasfiye ediliyordu. Ancak bahse konu düzenlemede, atanmış mirasçı tayin etmek yoluyla Kanunun aradığı sınırlayıcı hükümlerin ortadan kaldırılmasını engelleyebilmek için, ölüme bağlı tasarruflar açısından hem mütekabiliyet şartı, hem de miktar, yer ve amaç unsurları yönünden getirilen kısıtlamalara riayet edilmesi öngörülmüştü.

2.2. 18.05.2012 Tarihi Sonrası 6302 sayılı Kanunla Getirilen Düzenleme

03.12.2012 tarihinde 6302 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. Maddesi değişmiştir. Yabancı gerçek kişilerin miras yoluyla intikali, TK 35/1 fıkrasında yer alan şartların gerçekleşmesine bağlanmıştır. Bunun sonucunda, satın alma ve miras yoluyla intikalde bir fark kalmamıştır.
Yabancı kişinin miras hakkı elde etmesi durumunda; uluslararası ikili anlaşmalar ve ülke menfaatleri nazara alınarak Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen listede yer alan ülke vatandaşları arasında olunması, kanunlarda yer alan mülkiyeti kısıtlayan veya yasaklayan hükümlere uyulması, miras yoluyla edilen taşınmazların toplam alanının ilçe yüzölçümünün yüzde 10’u ülke genelinde otuz hektarı geçmemesi kaydıyla Türkiye’de taşınmaz malların miras yoluyla mirasçılara geçmesi mümkündür.
Yukarıdaki fıkra dışında miras kalan ülke vatandaşları yönünden "belirtilen şartlara uyulmadan miras yoluyla iktisap edilen taşınmazların Maliye Bakanlığınca verilecek azami bir yıllık süre içinde malikince tasfiye edilmesi, tasfiye edilmeyen taşınmazların ise İdarece tasfiye edilerek bedele çevrilmesi ve bu bedelin hak sahibine ödenmesi" öngörülmüştür.
Tapu Kanununun değişen 35. maddesinde miras yoluyla intikal edinilen taşınmazlara ilişkin önemli bir diğer husus ise kanuni miras ve ölüme bağlı tasarruf ayrımının kaldırıldığı görülmektedir.
Yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere, Anayasa Mahkemesi de iptal kararlarında ölüme bağlı tasarruf ve kanuni miras yollarının benzer iktisap metotları olduğundan hareketle, bu iki iktisap yolunun farklı kurallara tâbi tutulmasının eşitlik ilkesini zedelediğini tespit etmiştir. Bu itibarla, 6302 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. maddesi, yabancı gerçek kişilerin ölüme bağlı tasarruf ve kanuni miras yoluyla taşınmaz iktisabının aynı kaidelere tâbi tutulması, Mahkeme içtihadı ile uyumlu görünmektedir
Mevcut durum incelenirken, yabancı ülkelerden alınmış veraset ilamlarının Türkiye’de tanınmasının mesele ile karıştırılmamasında fayda bulunmaktadır. Gerek MÖHUK, gerekse Medeni Kanunu’nda taşınmazlara yönelik Türk Mahkemeleri’ne münhasır yetki verilmiştir. Yabancı ülke kanunları uyarınca ilgili kurumdan veya mahkemelerden alınmış veraset ilamının taşınmazların intikaline yönelik tanınması mümkün değildir.
5718 sayılı MÖHUK m. 20 uyarınca; “Miras ölenin milli hukukuna tabidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında Türk hukuku uygulanır. Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin bulunduğu ülke hukukuna tabidir. Yargıtay 7. HD 2012/7173 Es., 2013/366 K. 23.1.2013 tarihli kararında, “Türk Hukukunda, veraset belgesi vermeye yetkili Türk mahkemesinin, yabancı miras bırakan hakkında, yabancı hukuka tabi mirası için veraset belgesi vermeyi engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır” şeklinde karar gerekçelendirilmiş olup veraset belgesinin Türk Mahkemeleri’nden alınması mümkündür.
Yargıtay 3. HD 29.03.2011 tarihli 2010/14495 E. ve 2011/5129 K. sayılı kararında tartışmaya açık bir karar vermiştir. Buna göre; “Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında Türk Hukuku uygulanır. Somut olayda; vasiyetname ile murisin oğlu davalı tüm servetin varisi tayin edilmiştir. Murisin serveti içinde Türkiye'deki taşınmaz mallar da bulunmaktadır. O halde, taşınmaz mal vasiyetinin geçerli olması için Türk Hukuk sistemindeki usul ile yapılmış olması gerekir. Resmi vasiyetname, iki tanık huzurunda resmi memur tarafından düzenlenir. Oysa, dava konusu vasiyetname bu şekle uygun düzenlenmiş değildir. Murisin serveti içinde Türkiye'deki taşınmaz mallarda bulunmaktadır. O halde, taşınmaz mal vasiyetinin geçerli olması için Türk Hukuk sistemindeki usul ile yapılmış olması gerekir.” İlgili kararda, taşınmaz mallar için Türk Hukuku’nun uygulanacağını hükme bağlamıştır.
Bir diğer karar da ise Yargıtay 2. HD’nin 06.11.2008 tarihli 2008/13740 E. ve 2008/14696 K. “Miras ölenin milli hukukuna tabidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında Türk Hukuku uygulanır. Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin bulunduğu ülke hukukuna tabidir. Türkiye'de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır. Ölüme bağlı tasarrufun şekline 7. madde hükmü uygulanır. Ölenin milli hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da geçerlidir. Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki milli hukukuna tabidir ( MÖHUK m. 20 )” Murisin, milli hukukuna göre geçerli şekilde düzenlenmiş vasiyetnamenin geçerli olduğu yönündeki karar daha isabetlidir.
Taşınmazların yabancı tarafından iktisabında miras bırakanın ölüm tarihi esas alınmaktadır. 6302 Sayılı Kanun 18.05.2012 tarihinden sonra gerçekleşecek miras yoluyla iktisaplara uygulanacaktır. Miras bırakan hangi tarihte ölmüşse ölüm anında yürürlükte olan hükümlere göre intikal gerçekleştirilecektir. Yabancıların miras yoluyla taşınmaz iktisabında esas olan ölen kişinin değil mirasçının vatandaşlığıdır. Mirasçının yabancı olması durumunda TK 35 maddesine göre işlem yapılacaktır.

B. TÜZEL KİŞİLERİN TAŞIMAZ MAL İKTİSABI

1 Tüzel Kişilerin Mülk Edinme Sürecinin Gelişimi

Daha önce belirttiğimiz üzere tarihsel süreçte 1913 tarihine kadar Osmanlı Tebaalı olanlar da dahil olmak üzere tüzel kişilere gayrimenkul iktasap hakkı tanınmamıştı. Osmanlı Devletinde Tüzel kişilere mal edinme hakkı 01 Mart 1913 tarih ve 83 Numaralı Eşhas-ı Hükmiyenin Emvali Gayrimenkule Tasarruflarına Mahsus Kanunu Muvakkat ile tanınmıştır. Şehir ve kasabalar dışında bulunan tarım arazileri serbesti kapsamında kalmayıp bu yerlerin çıplak mülkiyeti devlete ait sayılarak miri addedilmişti. Bu kanunda yabancı tüzel kişilerin mal edinmesini yasaklayan bir hüküm olmamasına karşın kanunda Osmanlı Vatandaşlığı aranması sebebiyle yabancı tüzel kişilerin taşınmaz mal edinmesi mümkün değildi.
1915 senesinde yürürlüğe giren Memaliki Osmaniyede Bulunan Ecnebilerin Hukuk ve Vezaifi Hakkında Kanunu Muvakkatta yabancı tüzel kişilerin taşınmaz iktisabına ilişkin herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Lozan Anlaşması'na kadar olan dönemde yabancı tüzel kişilerin taşınmaz iktisabına yönelik herhangi bir milletlerarası antlaşma da bulunmamaktadır. Lozan Barış Antlaşması'nda ise yabancı tüzel kişilere mütekabiliyet şartı ile taşınmaz iktisap hakkı verilmişti. Lozan Barış Antlaşmasına taraf devletlerin birbirlerinin ülkesinde mal iktisabı için "IV. Yerleşme ve Yargı Yetkisine İlişkin Sözleşme" öngörülmüştü. Sözleşmeyi imzalayan devlet vatandaşlarının (gerçek ve tüzel kişiler ) birbirleri arasında taşınmaz mal iktisabı düzenlenmişti. Lozan Antlaşmasına ekli 24.07.1924 tarihli mektuplarla varlıkları tanınan ve Osmanlı'dan TC’ye geçen yabancı ilmi, dini ve Hayri kurumlara ait taşınmaz malları kendi adlarına tapuya tescil ettirme olanağı verilmiş ve buna ilişkin düzenleme 1934 senesinde yürürlüğe giren Tapu Kanunu 3. Maddesi ile sağlanmıştır. Madde ile yeni taşınmaz mal iktisabı değil fiilen tasarruf edilen taşınmazların tescili düzenlenmiştir. Tapu Müdürlüklerinin bu yöndeki talepleri sonuçlandırmaları için Hükümetten izin alınması gerekli idi.
Danıştay 1 Dairenin 2003/44 ES ve 2003/49 sayılı Kararında yabancı tüzel kişilerin Gayrimenkul edilmesine ilişkin süreç yargı gözünden şu şekilde görülmektedir. " Yabancı tüzel kişilere gelince, Lozan Antlaşmasına kadar yabancı tüzel kişilerin, Türkiye''de taşınmaza tasarrufları kabul edilmemiş olmasına rağmen, yabancı dini topluluklar ile ilmi ve hayri müesseselerin Osmanlı imparatorluğu döneminde, irade ve fermanlara dayanarak taşınmaz edindikleri ve bunlar üzerinde fiilen tasarruf ettikleri görülmüştür. Bu hususları dikkate alan ve kazanılmış hakların saklı tutulmasına önem veren kanun koyucu, Tapu Kanununun 35 inci maddesi hükmü ile eskiden olduğu gibi yabancı tüzel kişileri taşınmaz mal edinmek hakkından yoksun bırakmış, ancak 3 üncü maddesinde, ""Mevcudiyetleri Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince tanınmış olan yabancılara ait dini, ilmi ve hayri müesseselerin fermanlara ve Hükümet kararlarına müsteniden sahiplendikleri gayrimenkuller bu belgelerin dışına çıkmamak ve Hükümetin izni alınmak şartı ile müesseselerin hükmi şahsiyetleri namına tescil olunabilir."" hükmünü koymuştur. Bu hüküm ile yabancı dini, ilmi ve hayri nitelikteki tüzel kişilere tanınan taşınmaz mülkiyeti hakkı, bu müesseselerin varlıklarının Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince tanınmış olması koşuluna bağlanmıştır. Ayrıca tapu sicil müdürlüklerince tescil işleminin yapılabilmesi için, Hükümetin izninin olup olmadığının, yabancı dini, ilmi ve hayri müesseselerin mevcudiyetinin tanınıp tanınmadığının, diğer yandan tanınmış olan hakkın sınırının ve kapsamının aşılıp aşılmadığının belirlenmesi gerekmektedir. "
Cumhuriyet Döneminin başından 2003 yılına kadar tüzel kişilerin taşınmaz mal iktisabına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktaydı. Tapu Kanunu 35. Maddesinde 2003 senesinde 4916 sayılı kanunla yapılan değişiklikle yabancı tüzel kişilere taşınmaz iktisap olanağı verilmiş ancak tüzel kişilerin kapsamı daraltılmıştı. Yapılan düzenleme ile yabancı ülkelerde bu ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin TC sınırları içerisinde taşınmaz iktisabı mümkün hale gelmiştir. Bu tüzel kişilerin 30 hektardan fazla taşınmaz iktisabı Bakanlar Kurulunun iznine bağlanmıştır. Ayrıca taşınmaz üzerinde sınırlı ani hak tesis edilmesi halinde mütekabiliyet şartının aranmayacağı öngörülmüştü. Mevcut düzenleme 14.03.2005 tarihinden Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
2005 senesinde 5444 sayılı Kanun ile Tapu Kanunu 35 maddesi yeniden düzenlenmiştir. Yeni düzenleme ile "yabancı ülkelerde kendi ülke kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ile taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinebilirler." Mevcut düzenleme ile yabancı ülkelerde kurulan tüzel kişiliğe haiz şirketlerin taşınmaz mal iktisabına yönelik esaslar belirlenmemiş, bu husus özel kanunlara bırakılmıştır. Tapu Kanunu 35 maddesi yabancı ülkelerde ilgili ülkelerin mevzuatına göre kurulan şirketleri kapsamaktadır.
2. Tapu Kanunu 35. Maddeyi Değiştiren 03.05.2012 Tarih ve 6302 Sayılı Kanun Sonrası Hukuki Durum
Yeni uygulama ile yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerine özel kanun hükümleri doğrultusunda taşınmaz ve sınırlı ayni hak tesis hakkı verilmiştir. Mevcut serbesti ticaret şirketleri yönünden olup ticaret şirketleri dışındakilerin bu hakları kullanması mümkün değildir. Ayrıca maddede taşınmaz rehni açısından esneklik getirilmiştir. İpotek tesisi açısından Türk ve Yabancı kişiler açısından herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.
Tapu Kanunun 35 maddesi uyarınca Bakanlar Kuruluna; yabancı tüzel kişiliğe haiz ticaret şirketlerinin ülke, kişi, coğrafi bölge, sayı, süre, oran, nitelik, tür, yüzölçüm ve miktar olarak belirleme, sınırlama, kısmen veya tamamen durdurma ve yasaklama yetkisi verilmiştir.
Ayrıca yeni düzenleme ile yapısız taşınmazların satın alması olanağı getirilmiştir. Ancak bu durumda taşınmaz için proje geliştirilerek 2 yıl içinde Bakanlığın onayına sunulması, Bakanlıkça başlama ve bitirilme süresi belirlenerek onaylanan projenin Tapu Kütüğüne tescili öngörülmüştür.
3. Yabancı Derneklerin Gayrimenkul veya Sınırlı Ayni Hak İktisabı
Dernekler Kanunun 5/2 maddesi uyarınca yabancı dernekler, Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü alınmak ve İçişleri Bakanlığı'nın izni ile Türkiye'de faaliyette bulunabilir, şube temsilcilik açabilir, dernek veya üst kuruluş kurabilir, kurulmuş olanlara katılabilirler.
5444 Sayılı Kanun ile değişen Tapu Kanunu 35 maddesi göre yabancı ülkenin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe haiz ticaret şirketleri dışındakiler Türkiye'de taşınmaz edinemezler ve lehlerine sınırlı ayni hak edinemezler. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün 17.7.2008 tarih ve 1662-2008/12 sayılı genelgesi uyarınca " yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri dışındaki tüm tüzel kişiliklerin (tüzel kişiliği olan veya olmayan vakıf, dernek, kooperatif, cemiyet, topluluk, cemaat vb) Türkiye'de taşınmaz edinmesi ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilmesi mümkün olmadığından, konuya ilişkin taleplerin, Genel Müdürlükle herhangi bir yazışma yapılmadan tapu sicil müdürlüklerince doğrudan reddedilmesi" öngörülmüştür.
2005 yılına ait düzenleme 6302 sayılı yasa kapsamında aynen korunmuştur. Yabancı derneklerin 18.05.2012 tarihinde sonra da taşınmaz edinmeleri mümkün değildir.
4. Yabancı Vakıfların Gayrimenkul veya Sınırlı Ayni Hak İktisabı
Dernekler Yönetmeliği uyarınca yabancı vakıf ibaresi merkezi yurt dışında olan vakıfları ifade etmektedir. Vakıfların yabancılık unsurunun tespitinde "merkezlerinin bulunduğu yer" esas alınmaktadır.
Yabancı Vakıflar, uluslararası alanda işbirliği yapılmasında fayda olan durumlarda, karşılıklı olmak, Dışişleri Bakanlığının görüşü alındıktan sonra Bakanlığın görüşü ile Türkiye'de faaliyette bulunabilir, şube açabilir, temsilcilik kurabilir, üst kuruluş kurabilir, kurulmuşlara katılabilir.Yabancı vakıflar, Türkiye'de faaliyetleri bulunsa dahi taşınmaz iktisap edemezler, lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez.
Yabancı vakıf ile yabancılar tarafından Türkiye'de kurulan vakıflar birbirinden ayırmak gerekmektedir. Merkezleri yurt dışında olan vakıflar yabancı vakıf iken, yabancıların Türkiye'de fiili ve hukuki mütekabiliyet esasına göre vakıf kurmaları öngörülmüştür. Kurucuların çoğunluğunun yabancı olması durumunda Tapu Kanunu 35 maddesi uygulanmaktadır.

SONUÇ
Türkiye, Avrupa Kıtasında toprağı bulunan tek İslam ülkesi olarak Batı ile uzun yıllardan bu yana etkileşim halindedir. Bu yönüyle Avrupa ülkesidir. Kuzey komşusu Rusya ile yıllara dayanan ilişkisi diplomasi ilişkisi bulunmaktadır. Türkiye diğer bir yönüyle Asya ülkesidir. Bu yönüyle Arap ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleri ile etkileşimi bulunmaktadır. Bu yönüyle Türkiye'nin çok yönlü dış politika ile güç merkezleri arasında dengeli ve herhangi birine sırt çevirmeden pragmatik bir dış politika izlemesi zaruridir. Bu zaruretin belki de temel sebebi coğrafi konumudur. Belki de bu politikanın temel bir uzantısı olarak yabancı ülke vatandaşları ile iyi ilişkiler kurma; bu kişilerin ülkede mülk edinmesi suretiyle kültürel, politik, ekonomik işbirliği sağlamak suretiyle entegrasyondur.
Yabancıların Türkiye'de gayrimenkul iktisabı Osmanlı Döneminden bu yöne her zaman gündemde olan bir mesele olarak karşımıza çıkmıştır. Devletin ekonomik olarak güçlenmesi ve toprağın değerlenmesi neticesinde yabancılara mülk satışı bir risk olmaktan çıkarak ülke için fırsat olmaya başlamaktadır.
Özellikle global sermayenin Türkiye'ye tercih etmeye başlaması ile 2000'li yıllardan sonra dış politik baskıların da etkisi ile hükümetler meseleyi gündemlerine alarak çalışmalar yapmışlardır. Özellikle Anayasa Mahkemesi ile Yasama erki meclis arasında olan görüş farklılıkları bu hususta yol alınmasını engellese de değişikliklerin genel anlamda Tapu Kanununun 35. Maddesinin revizasyonu olarak karşımıza çıkmaktadır.
2008 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen 2008/79 Karar sayılı incelendiğinde Lozan Antlaşması, Sevr Antlaşması, Kapitülasyonların Anayasaya Mahkemesi kararlarına etki ettiği görülmektedir. Bu etkinin yerel etmenlerle oluştuğunun kabulü mümkün olmadığı gibi dış politika Avrupa Birliği, Rusya ilişkileri, Arap Sermayesi ve ABD ekseninden olaya bakılması gerekmektedir. Ayrıca özellikle son on yıla etki eden Arap Sermayesinin Türkiye'ye yönelik ilgisinin oluşmasında hükümetin bu yönde bir söylem geliştirmesinin yanı sıra yabancıların mülk edinmesine yönelik mevzuat değişikliklerini hayata geçirmeleri ve bunu çeşitli yollarla yabancı ülkelere aktarmaları etkili olmuştur. Özellikle 6302 sayılı Kanunla mevzuatta yabancıların mülk edinmesine yönelik son derece kapsamlı değişiklikler yapılmıştır.
Bu değişikliklerden belki de en önemlisi yabancıların taşınmaz iktisabında mütekabiliyet ilkesinin kaldırılmasıdır. Böylece belki de bir asırlık teamül sona erdirilmiştir. Değişiklikle, "yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilmesi için Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerden birinin vatandaşı olmak" şartı getirilmiştir. Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin sınırı ise, "uluslararası ikili ilişkiler yönünden gerekli olan hâller ile ülke menfaatlerinin gerektirdiği durumlar" şeklinde ortaya konmuştur.
Bu değişikliğe gidilmesinde muhtelif sebepler olsa da uyum paketleri kapsamında mevzuat uyumlaştırma çalışmalarında yabancıların mülk edinme problemi yasama organınca dikkate alınmış olsa gerek ki mütekabiliyet ilkesine son verilmiştir. Bu maddenin kaldırılması ne Anayasanın 16 ve 35. maddelerine, ne de uluslararası hukukta kabul edilen temel prensipler açısından herhangi bir sakınca doğurmamaktadır. Zira Anayasanın 35. maddesinde uyarınca, vatandaş ve yabancı ayrımı yapılmaksızın tüm bireylerin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu ifade edilmiştir.
Mütekabiliyet şartı yerine Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin Anayasanın 16. maddesi kapsamında uluslararası hukuka uygun olması ve yetkinin keyfilikten uzak olması gerekmektedir. 6302 sayılı Kanunla değişen Tapu Kanunu’nun 35. maddesi “ülke menfaatlerinin gerektirdiği durumlar” yetersiz olup ve müphem bir ifadedir.
Tapu Kanununun 35. Maddesinde yabancı gerçek kişiler yönünden en önemli eksiklik, “amaç” unsurunun olmamasıdır. Kanun metnine eklenen “proje geliştirme” formülü, amaç unsurunun yetersizidir. Maddede, yabancı gerçek kişilerce edinilmiş taşınmazlar açısından, Bakanlar Kuruluna verilen sınırlandırma/durdurma yetkisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin mülkiyet hakkını garanti altına alan 1 Nolu Ek Protokolünde ifade edilen, uluslararası hukuk prensiplerine, İHEB 17. Maddesine ve Anayasanın 16. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Burada değinilen meseleler dışında Milletlerarası Antlaşmalar kapsamında uluslararası kuruluşlara taşınmaz iktisap hakkı tanınmış olup bu durum Tapu Kanunu 35. Madde ile herhangi bir çelişki oluşturmamaktadır. Uluslararası bir kuruluşun Türkiye'de taşınmaz iktisabı için, kuruluş antlaşmasının TC tarafından onaylanması ve uluslararası kuruluşun mal iktisap edebileceği kurucu antlaşmada yer almalıdır.
Yabancıların Türkiye'de gayrimenkul alımı özelikle; azınlık vakıf ve dernek malları ve bunların kullanımı, Türkiye Devletinin kuruluşundan bu güne kadar sürekli iç ve dış politikayı meşgul eden bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Azınlık cemaatleri ile siyasî iktidarlar ilişkisi açısından günümüzde özellikle Türkiye, Amerikan/Avrupa siyasî arenasında Ermeni ve Rum lobilerinin Türkiye karşıtı tutumları ortadadır. Türkiye’deki azınlık cemaatlerine destek diğer dindaş hemşerileriyle “hemşeri” ilişkileri ve haklarını koruma adı altında, dış politikada Türkiye aleyhine yaşanan baskı ve lobi faaliyetleri ülkemizi uluslararası arenada sıkıntı içine sokmaktadır.
Bu süreçte, azınlık cemaatlerinin siyasî iktidarlarla yumuşak, uyumlu ve iyi ilişkiler içinde oldukları gözlemlenmektedir. Azınlık politikası karmaşık ve karşılıklı fayda dengesine üstüne kurulu olmasına karşın en zayıf noktası, dış siyasî olayların konjonktürüne bağlı olarak değişen güç dengelerinde meydana gelen değişimlerle farklı seslerin ve görüşlerin ortaya çıkmasıdır. Batı yönlü siyasette bu durum karşısında Arap Sermayesinin Türkiye'yi sermaye merkezi seçmesi sebebiyle farklı bir siyasi bakış açısıyla Türk Devleti yabancılara gayrimenkul satış politikasını değiştirmek zorunda kalmıştır. Dünyada yaşılan durgunluk ülkemizi etkilememesi için siyasi iktidar yabancılara her türlü kolaylığı sağlamak için mevzuatı kolaylaştırma çalışmaları içerisindedir. Özellikle son zamanlarda yükselen İslâmî ve milliyetçi talepler sebebiyle tüm siyasî oyucuların adımlarını atarken birçok dinamiği hesaplamaları gerekmektedir.
Yabancılara gayrimenkul satımı konusunda gelinen süreçte, mevzuat değişikliğinin ister dış baskı ister iç dinamiklerin etkisi ile yapılmış olsun stratejik yeraltı ve yerüstü zenginliklerin olduğu alanlarda 50 ve 100 yıllık planlar yapılarak yabancılara mülk satışlarının yapılması gerekmektedir. Jeopolitik olarak önemli bir alanda olan ülkemizin bugün vereceği kararlar liberal bir çatı altında iyi hesaplanmış ülke menfaatlerini koruyan bir sistem kurulmalı ve sürdürülmelidir.


KAYNAKLAR

• AKGÜNDÜZ Ahmet, "İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi", İstanbul 1996,
• ARMANOĞLU Fahir H., "Siyasi Tarih" 1789-1960 A.Ü.SBF Yayınları No:362 Ankara 1975, S.266
• ALTUĞ Yılmaz, "Yabancıların Arazi İktisabı Meselesi", 4. Bası, İstanbul 1976,
• BERTAN Suad, "Ayni Haklar", Ankara
• DOĞAN Vahit, Proje Raporu, “Türkiye’de Yabancıların Taşınmaz Edinimi ve Etkilerinin
Değerlendirilmesi Projesi”, TÜBİTAK Projesi, 2012.
• ERDEM Gökhan, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Sürekli Diplomasi'ye Geçiş Süreci", Doktora tezi, Ankara Üniversitesi, 2008 https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C4%B1%C5%9F_siyaset 27.04.2017

• EKŞİ Nuray, "Yabancıların Türkiye'de Taşınmaz İktisabı, Beta Yayınları, 2. Bası, İstanbul 2012
• ESMER Galip, "Mevzuatımızda Gayrimenkul Hükümleri ve Tapu Sicili", İstanbul 1990, S. 685
• GÜVEN Pelin, Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Yabancı Uyruklu Gerçek Kişilerin Türkiye’de Taşınmaz ve Sınırlı Ayni Hak Edinmesinde Tapu Kanunu 35’inci Maddesinde Değişiklik Öngören Kanun Tasarısının Değerlendirilmesi, Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni Yıl 31, Sayı 2, 2011
• FENDOĞLU,Hasan Tahsin "Yabancı Sermaye ve Yabancıya Mülk Satışı", Ankara 2008 112-113


• FİŞEK Hicri, "Türkiye'de yabancıların Ayni Haklardan İstifadesi", AÜHFD, 1950
• KAPAN Gazi, "Yabancıların Türkiye'de Tanışmaz Mal Edinmelerine ilişkin İşlemler", Türk Tarih
Kurumu Basım Evi, 1998
• KARİNABADİZADE Ömer Hilmi/ SUNGURBEY İsmet, "Eski Vakıfların Temel Kitabı" , İstanbul 1978
• KÖKSAL, Mehmet, "Yabancıların Taşınmazlarda Mülkiyet ve Sınırlı Ayni Hak Edinmeleri", Adalet Yayınevi, Ankara, 2015
• KÜRKÇÜOĞLU Doç. Dr. Ömer, "Dış Politika Nedir? Türkiye'deki Dünü ve Bugünü" http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/445/5011.pdf 27.04.2017
• KÜRKÇÜOĞLU Ömer, "Türk Demokrasisinin Kuruluş ve İşleyişinde Dış Etkenler (1946'dan bu yana) ", SBFD, Cilt. XXXIII, No; 1-2 (Mart-Haziran 1978) , S. 213-247.
• MUTLU, Levent, "Yabancı Kişilerin Taşınmaz Mal Edinimi Yönünden Avrupa Birliği" ve Türkiye,
Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 59 Sayı, 2005
• SUNGURBEY İsmet, "Eski Vakıfların Yeni Sorunları" Seçkin Yayınları, Haziran 2001
• YILMAZ Alper Çağrı, "6302 Sayılı Kanun Hükümler Uyarınca Yabancı Gerçek Kişilerin Türkiye'de Taşınmaz Edimi" ,Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XVII, Y.2013, Sa. 1-2
• Siyasi İlimler Türk Derneği'nin Nisan 1976'da Ankara'da düzenlediği "Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı" Sempozyumu'nda, 10 Nisan 1976 günü, Prof. Dr. Mümtaz Soysal'ın "I.Meşrutiyet Parlamentosu ve Dış Politika" başlıklı konuşması.















ÖZGEÇMİŞ


KİŞİSEL BİLGİLER
Adı Soyadı : Kemal KiL
Uyruğu : T.C.
Doğum Tarihi ve Yeri : 12.01.1978, İSTANBUL
Elektronik Posta : kemalkil@gmail.com

EĞİTİM
Derece Kurum Mezuniyet Yılı
Lisans: Marmara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi 2000
Lisans: Anadolu Üniversitesi, İşletme Fakültesi 2006
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
tüzel kişilerin menkul rehni verebilmesi? avenginakbaba Meslektaşların Soruları 1 15-10-2010 16:41
Tüzel kişilerin başka tüzel kişilere avukat atama yetkis vermesi Av.Fikret Hakgüden Meslektaşların Soruları 0 30-03-2010 14:56
tüzel kişilerin manevi tazminat talebi şahrud Fikri Haklar ve Bilişim Hukuku Çalışma Grubu 0 25-08-2009 17:42
Yk'da Tüzel Kişilerin Temsili Hamle Meslektaşların Soruları 4 23-05-2002 18:04
Tüzel Kişilerin Cezai Sorumluluğu orcan talşık Hukuk Soruları Arşivi 5 15-02-2002 00:43


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04987693 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.