Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

Hile İle Elde Edilen Delil...

Yanıt
Old 02-11-2005, 12:44   #1
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan Hile İle Elde Edilen Delil...

Alıntı:
Kocasını sevgilisinin nick’ini kullanıp bastı
BİLECİK’İN Osmaneli ilçesi İstasyon mahallesinde yaşayan S.Y. isimli 28 yaşındaki genç kadın, 31 yaşındaki İnşaat Mühendisi kocası Mert Y.’nin kendisini aldattığından şüphelenmesiyle başlattığı sanal takip sonunda gerçek delillere ulaştı. Eşi Mert’i sevgilisiyle yakalamayı bir türlü başaramayan S.Y., sanal ortam sayesinde aldatıldığını belgeledi. Kocasının sevgilisinin kimliğini öğrenen genç kadın, aynı isme aldığı MSN nick’i sayesinde kocasıyla chat’leşmeye başladı.

SEKİZ SAAT ‘UYUTTU’

Kocasıyla yaklaşık sekiz saat süren yazışma yapan genç kadın, kocasının sevgilisiyle görüştüğünü sanarak anlattığı bilgiler ışığında kendisini yaklaşık 1,5 yıldır Semra T. adlı bir kadınla aldattığını ortaya çıkardı.

KOCASI ŞOKE OLDU

Görüşmeleri kaydeden genç kadın, daha sonra elindeki kayıtlarla birlikte soluğu mahkemede alarak boşanma davası açtı. 50 milyar liralık tazminat davası ve 1 milyar liralık nafaka talebiyle boşanma davası açan genç kadın, yedi yıldır evli olduğu kocasının son bir buçuk senedir kendisini aldatmasının kendisini büyük bir hayal kırıklığına uğrattığını söyledi.

Eşini aldattığını inkar eden Mert Y. ise, eşinin görüşmeleri kaydettiğini öğrenince büyük bir şok daha yaşadı. AKŞAM GAZETESİ, 02.11.2005

Bu delil hile ile elde edildiğinden mahkemece dikkate alınamaz diye düşünüyorum.

Koca, eşini yine eşi ile yaptığı e- sohbet nedeniyle aldatmış sayılabilir mi?

Sizler ne düşünüyorsunuz.

Saygılar..
Old 02-11-2005, 13:06   #2
Admin

 
Varsayılan

Bence buradaki asıl mesele MSN sohbet ortamının bir delil niteliği taşıyacak şekilde kaydedilemeyecek olması.

MSN sohbet ortamının kaydı bir "TEXT" dosyası şeklinde olabilir ki, bir TEXT dosyası da her zaman herkes tarafından istenildiği şekilde oluşturulabilir veya değiştirilebilir. Kısaca "benim X ile aramda geçen MSN sohbeti" şeklinde sunduğunuz bir dosyanın sizin tarafınızdan notepad ile yazılıp yazılmadığını anlamak imkansızdır. Olayda karşı taraf bu konuşmayı ikrar etmediği sürece, bu konuşmanın delil değeri olmadığını düşünüyorum.
Old 02-11-2005, 13:35   #3
fikirbay

 
Varsayılan paradoks ve hukuk

Hukuk paradokslardan arındığı ölçüde saygınlık kazanır gibime geliyor.

Felsefede "Aşil Paradoksu" denilen ve Atina'lı atlet ile kaplumbağanın yarışı sırasında yarışa önde başlayan kaplumbağaya atletin sürekli yaklaşacağı ama kaplumbağayı geçemeyeceği sonucuna varan paradoks gibi, Hukuk'ta da "gerçek"lere ve "hak"ka ne kadar bağlı kalınırsa ve realiteden ne kadar kopulmaz ise o kadar "pozitif sonuç" alınabileceğini düşünmek mümkündür.
Old 06-11-2005, 16:19   #4
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Hukuk paradokslardan arındığı ölçüde saygınlık kazanır gibime geliyor.


Sayın fikirbay,

Yukarıda yer alan ifadenizi açabilir misiniz?

Benim açtığım konu gazeteden alıntıya dayalıdır. Hayal ürünü değildir.

Ve kanımca son derecede önemlidir.

Siz ne memurusunuz?

Saygılarımla.
Old 06-11-2005, 16:23   #5
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Sayın admin,

Değindiğiniz husus da dikkate alınmalıdır. Ancak, Türk hukuk uygulamasında maillerin "ceza yargılamasında" anlaşılmaz bir biçimde delil kabul edildiğine de şahit oldum. hatta bu mailler suçlanan şahısdan değil, diğer kişilerden sadır olmuş olsa bile. Mesela: Siz ve ben kendi bilgisayarlarımızdan bir hususu yazıyoruz. Bu husus bayan x ya da bay y ile ilgili. Bay x ve bayan y hemen sanık oldu... Maalesef oldu ve yargılanıyorlar. Hiç bir kabulleri ve ek delil olmadığı halde.
Old 06-11-2005, 17:33   #6
fikirbay

 
Varsayılan lütfen telaşlanmayalım...

Sayın Mehmet S. Dikici,

Konuyu açmamı rica etmişsiniz. Bu dileğinizi yerine getirmekten memnuniyet duyarım.

Hukuk "gerçek"lerden ve "hak"tan ayrılmamalı temennisinde bulunurken kastetmek istediğim husus şuydu:

Bu sitenin başka bölümlerindeki yazılarımın tetkikinden de görüleceği üzere, yaklaşık 4 yıldan beri bir hukuk mücadelesinin içindeyim. Bu mücadele sırasında "Türk Hukuk Sistemini" ister istemez yakından tanıma imkanım oldu. İki adet banka dekontunun kopisi ile, bir hesabın varlığını ve o hesaptan şahsi harcamalar yapıldığını ve "zimmet" suçunun oluştuğunu Savcılığın önüne koymama rağmen, Savcılık, 2002 yılına ait 72 no'lu banka dekontunun diğer 71 tanesini getirtmedi, 72 no'lu dekonttan sonrakileri de merak etmedi, tanıkları da dinlemedi ve önce soruşturma izni verilmediğini de dikkate alarak takipsizlik verdi ve soruşturma izni verilmemesi kararını Danıştay 2. Dairesinde kaldırtmam üzerine de tekrar "Ek Takipsizlik" vererek konuyu kapatmaya çalıştı. Usulen yaptığını savunmak mümkündür belki. Amma, benim dekontuna ait fotokopileri ortaya koyduğum hesabın varlığı bir "gerçek" iken ve hesaptan yapılan harcamalar orta yerde dururken takipsizlik ve ek takipsizlik kararları ile konunun örtbas edilmesi "hak"ka aykırı iken maalesef konu böyle ilerledi. Bu, olay benim Türk Hukuk Sistemi'ne saygı ile değil kaygı ile bakmama yol açtı. Sizin aktardığınız haberi okuduktan sonra da bu kaygılı ruh halimi yansıtan bir tanımlamada bulundum. Esas olan, kağıt üzerinde usulen yaratılan sanal sonuçlar değil, "gerçek" ve "hak"tır ve hukuk sistemimiz gerçeklere ve hakka ne kadar bağlı kalırsa kamu vicdanı o kadar tatmin olur diye düşünmekteyim. Kağıt üzerinde akı kara karayı ak olarak göstermek bir maharet sayılmamalıdır.

Umarım sizi tatmin edecek ölçüde konuyu açabilmişimdir.

Ne memuru olduğuma gelince: Ben, sizin şahsınıza yönelik olarak "ne avukatısınız" gibi bir hitap şekli kullanmam. Sizin de bana bu şekilde hitap etmeniz, bu sitenin olgun havasına uygun düşmedi. Bana kızgınlık veya kırgınlık beslemeniz için hiçbir sebep bulunmadığına göre, belki bir dil sürçmesidir diye düşünüyorum.

Ama, ille de "ne memuru" olduğumu merak ediyorsanız, bir telefon ile direk olarak benden öğrenebilirsiniz. Hem bu vesile ile benim ne memuru olduğumun konu ile ilgisini de bana açıklamış olursunuz.

Saygılar.
Old 06-11-2005, 19:29   #7
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Hukuk "gerçek"lerden ve "hak"tan ayrılmamalı temennisinde bulunurken kastetmek istediğim husus şuydu:


Sayın fikirbay,

Yukarıda yer alan ifadeniz ile benim ilk açtığım konu arasında ben de hiç bir ilgi kuramadığım için, bağışlayın lütfen aynen sizin gibi çok ilgisiz bir soru sormak zorunda kaldım.

Yoksa size karşı bir saygısızlık olsun diye değil!

İlgisiz bir cevaba ilgisiz bir soru ile karşılık vermek istedim. hepsi bu.

Diğer yandan bahsettiğiniz getirtilmeyen 71 adet dekont olayına rahmet yağdıracak envai türlü olaylar da duyuyoruz, görüyoruz. Biz hukuk mezunlarının en önemli amacı, bu tür hukuksuzluklara direnmek ve onları yok edene kadar savaşmak olmalıdır. Ancak ne var ki; ne bu takat var hukukçularımız da ne de moral verecek en ufak bir mutluluk...

Bu vesile ile geçmiş bayramınızı da kutlarım.

Saygılar...
Old 27-12-2005, 22:47   #8
Av.Fahri ALİMOĞLU

 
Varsayılan

Sevgili Dikici;
yasaya aykırı yollarla ele geçirilmiş delillerle mahkum edilmiş sayısız insanın, halen cevzaevlerinde olduğu bu ülkede, sözünü ettiğiniz msn yazışmasını -hukuka uygun olmayan yollarla elde edilmiş olması ve aslında ispat kuvveti bulunmamasına rağmen- delil olarak kabul edecek ne çok yargıç var bilmez misin...
Ne yazık ki...
Old 26-01-2006, 00:04   #9
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan

Konuyu ele alırken, her ne pahasına olursa olsun veya bazı sınırlamalar altında biçimsel kurallarla ulaşılacak olan sonucu hukuksal gerçek olarak kabul etmemize göre araçlarımız da değişik olacaktır.
İlk durumda; her ne pahasına olursa olsun diyerek MADDİ GERÇEK peşinde olduğu tezindeki engizisyon yargılamalarının tarihsel son zamanlarında, ölmüş şüpheliyi mezardan çıkartarak mahkemeye çıkartması ve yargılamadaki kralın savcısının suçlamalarına yanıt vermiyor olması, susması BÖYLECE SUÇUNU KABUL ETMESİ gerekçesiyle mahkumiyet kararı verilmesine yol açmıştır.
Bu anlayışa göre, "İŞKENCE gerçeğe ulaşma araçlarından yalnızca birisi ve makul olanı" denilerek kabul görmüş ve uygulanmıştır.
İşte, engizisyon mahkemesindeki bu sonucun ulaşılan düzeyi İNSAN GERÇEĞİ karşısında bırakılmıştır.

İkinci durumda; yargılamanın sürdürülmesi ve varılacak sonucun İNSAN GERÇEĞİ çerçevesinde bazı kurallar (sınırlamalar) altında yapılacak tartışmalarla ulaşılabilecek sonucun HUKUKSAL GERÇEK olarak kabul eden günümüz yargılama anlayışıdır.
Buna göre, her ne pahasına değil, bir suçsuz ceza görecekse bin suçlu serbest kalsın denilmekte ve "İŞKENCE bir YASAK SORGU YÖNTEMİ" olarak kabul örmektedir.

İşte, konu başlığında yer alan "Hile ile elde edilen delil" (KANIT) kavramı buna göre yanıtlanmalı ve RET EDİLMELİDİR !!!

Avukat Ömer KAVİLİ
İstanbul Barosu
Old 26-01-2006, 14:59   #10
ibrahimbey

 
Varsayılan

Sanırım geçen sene, gazetelere yansımış bir olaydı. Bir avukatın başına gelmişti.

Avukatın sekreteri, avukatın kendisine tecavüz (belki de sarkıntılık, emin değilim çünkü) ettiği için şikayette bulunuyor.
Mağdurun iddiasından başka, olayda hiç bir tanık ya da delil yok.

Ve sonuçta avukat mahkum edildi. Hiç bir delil olmamasına rağmen.

Gerekçe de, "hiç bir kadının, kendisini de lekeleyecek bir iftirayı başkasına atmayacağı, karinesi"

Böyle bir hukuk olabilir mi? Karineyle sanık cezalandırılabilir mi?

Ama oluyor.

Üniversiteler, anlı şanlı bilim adamları, hukuk profesörleri, böyle konularda fikir üretecekleri; kamu oyu yaratıp, adalete yardımcı olacakları yerde; rektör tutuklanınca ciyak ciyak "nerde hukuk" diye bağırıyorlar.

Malesef...
Old 27-01-2006, 12:46   #11
Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Gerekçe de, "hiç bir kadının, kendisini de lekeleyecek bir iftirayı başkasına atmayacağı, karinesi"


Sayın meslektaşım,

Eleştirinizde baştan sona haklısınız.

Yukarıda yer alan karardaki saçma gerekçe, karine sayılabilir mi önce bunu tespit etmek gerekir.

Kadının kendini lekeleyecek bir iftirayı başkasına atamaz kabulünü yanlış veya doğru fiili karine olarak değerlendirmiş mahkeme.

Günümüz dünyasında bu karineye uyacak tipte kadınlar olduğu gibi, beni taciz etti diyerek orada burada dolaşan, söz sarfeden ve bu tür sözleri lekeleyici unsur görmeyen çok sayıda kadına da rastlamak mümkündür.

Karine, herkes tarafından kabul gören bir durum olmalıdır.

Karinenin, aksi ispat edilene kadar geçerli olacağı özel hukukda yer bulsa bile, " hiç bir kadının, kendisini de lekeleyecek bir iftirayı başkasına atmayacağı," düşüncesinin tek başına karine sayıldığını kabul etmek son derece zordur!

Hukuk, özellikle ceza yargılamasında çok iyi etüd edilmelidir. Abuk subuk savunma ve iddiaları karine saymak, ne derece doğrudur, mesele buradadır.

Bu karardan sonra eleman seçerken, çok çok dikkatli olmak gerekecektir.



Alıntı:
fiili karine: yaşam deneyi ( hayat tecrübesi) kurallarıdır.
kanuni karine: kanun tarafından çıkarılan kurallardır.
adi kanuni karine: aksi ispat edilebilen karine.
kesin delil: yargıcı bağlayıcı nitelikteki delillerdir.
Old 31-01-2006, 01:04   #12
Gemici

 
Varsayılan

Alıntı:
Gerekçe de, "hiç bir kadının, kendisini de lekeleyecek bir iftirayı başkasına atmayacağı, karinesi"


Alıntı:
Karine - Bilinen bir olgudan (olgulardan) bilinmeyen bir olgunun çıkarılmasıdır ; örn. evli bir kadının çıplak bir şekilde bir erkekle yakalanması, onun zina ettiğine karinedir. a)Kanuni karine: Yasanın bir olguyu, diğer bir olgunun olduğuna veya olmadığına delil sayması; örneğin, birlikte ölüm karinesi, iyiniyet(hüsniniyet) karinesi; b) Maddi karine (fiili karine) : Yaşam tecrübelerinden çıkan karine; c) Adi karine: Aksi ispat olunabilen karine; d) Kesin (kati) karine: Aksinin ispatının olanaksız olduğu karine.
Alıntı: Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Ankara 1992


Alıntı:
Karine: Belirti, ip ucu. Bilinen bir olayın yardımı ile bilinmeyen bir olayı meydana çıkarmak.
Alıntı: Avukat Hüseyin Özcan, Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü 1975


Alıntı:
Olgu:
İsim - Gözlenebilir ya da görgül (empirik) işlemlerle kavranabilir olan ve kendine özgü bir örüntüsü bulunan olay.

Eş anlamlılar:
İngilizec: Fact
Fransızca: Fait
Almanca: wirkliches Vorkommnis; Faktum, Tatsache


Karinenin asıl ve belirleyici özelliği alıntılardan da anlaşılacağı gibi bir olgu veya bir olay oluşu. İster medeni yargılamada olsun isterse de ceza yargılamasında olsun karineyi karine yapan olgulardır .

Bu tespitten sonra Sayın İbrahimbeyin aktardığı gerekçeye dönelim; "hiç bir kadının, kendisini de lekeleyecek bir iftirayı başkasına atmayacağı, karinesi"

Bu cümleyi olgu, olay, belirti veya ip ucu olarak tanımlamak olanaksız bence; Neden derseniz ortada sadece ve sadece hakimin veya hakimlerin bir konuya bakış açıları, bir konu hakkındaki kanıları/düşünceleri var. Bir kanı sadece o kanıyı dile getiren karinedir dedi diye karine olmaz.

Ve bu kanı herkes tarafından paylaşılan bir kanı değil. Böyle bir düşünceye herkes tarafından paylaşılan bir olgu olarak göstermek dünyayı ve insanları tanımamak demektir. Sırf para koparsınlar veya intikam alsınlar diye, kendi adları lekelense bile, on buna çamur atanları, meşhur olmak için film yıldızlarının peşinden koşanları veya 'beni de döv İbo' diyenleri daha duymamış sayın hakimler herhalde.

Bir hakimin veya hakimlerin kendi fikirlerini/doğrularını, hiçbir araştırmada bulunmadan, bilirkişiye sormadan, herkes tarafından kabullenilen genel doğrularmış gibi göstermeleri o mahkemenin ciddiyetine ve hakimlerin hak ve hukuk konusundaki titizliklerine halel getirir.

Saygılarımla
Old 31-01-2006, 10:06   #13
Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
'beni de döv İbo' diyenleri daha duymamış sayın hakimler herhalde. (Sn. Gemici)



Sayın Gemici,

Sanıyorum en çarpıcı ve güncel örnek bu oldu. "Beni de döv, İbo!" Böyle başa böyle traş! gibi...
Old 31-01-2006, 11:16   #14
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Merhaba

"Bu karardan sonra eleman seçerken, çok çok dikkatli olmak gerekecektir. " diyen Sn.Dikiciye cevaben: Bir iş yerinde çalışmaya karar veren kadınların da Yargıtay kararına rağmen "çok,çok,çok dikkatli olması" gereklidir.


Tartışmaya sebep olan ve bir avukatın mahkumiyeti ile sonuçlanan "meşhur" karar basında yayınlanmış haliyle söyledir:

"""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""""" """"""""""""
Şahitsiz Taciz de Cezasız Kalmadı

Yargıtay, yanında çalışan avukata sarkıntılık eden avukatın sekiz aylık hapis cezasını onaylarken, yeni kriter getirdi: Tanık şart değil.

--------------------------------------------------------------------------
Radikal
10/08/2004 Adnan KESKİN
--------------------------------------------------------------------------
BİA (Ankara) - Yargıtay, cinsel taciz mağduru kadınların "Şahit yoktu, tek başımaydım. Şikâyet etsem bile kanıtlayamam" korkusunu bitirecek tarihi bir karar vererek, şahit olmasa da cinsel taciz suçlarına ceza verilmesi dönemini başlattı.

Görgü şahidi olmadığı halde, yanında çalışan avukata sarkıntılık suçundan sekiz ay hapse mahkûm edilen avukatın cezası Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından oybirliğiyle onandı.

Yaygın olarak çalışan kadınların şikâyetçi olduğu "gizli taciz" suçunu cezalandırmaya kapı aralayan Yargıtay kararı, "Suç kanıtı olarak mutlaka görgü tanığı aranması, birçok olayın karşılıksız ve cezasız kalması gibi hukuken istenmeyen sonuca yol açar" gerekçesine dayandırıldı.

Sanık avukatın "İftiradır" savunmasını, "Yakınıcının başkasını zarara uğratmak isterken, kendisini zarara uğratması insanın doğasına aykırıdır" diyerek reddeden Yargıtay, suçun yanında çalıştırdığı kişiye yönelik işlenmesini cezada alt sınırı aşma nedeni saydı.

Yargıtay, "İffete taarruz cezasının paraya çevrilmesi suçu özendirir" görüşüne de kararında yer verdi.

Avukattan avukata taciz

Tacizcilerin cezalandırılmasında kadınlara cesaret veren Yargıtay kararına konu dava, 2001 yılında Ankara'da yaşanan olayla gelişti. Ankara Barosu avukatlarından avukat M.T nin bürosunda işe başlayan avukat E.C.
büroda yalnız bulundukları sırada avukatın kendisini yanaklarından öptüğünü ve onun da kendisini öpmesini istediğini belirterek, savcılığa şikâyette bulundu.

Ankara Başsavcılığı, bunun üzerine sanık avukat M.T ye Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 421. maddesindeki sarkıntılık suçundan altı aydan iki yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.
İftira savunması geçersiz

Davaya Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi Yargıcı A.Z.D baktı. Sanık avukat, yargılama boyunca sarkıntılık suçlamasını reddetti, şikâyetçinin "iş konusunda yetersiz olması nedeniyle kendisini birkaç kez uyardığı" için kendisine iftira attığını öne sürdü ve beraatını istedi.

Ancak, bu klasik savunmaları inandırıcı bulmayan yargıç A.Z.D., avukat E.C.'nin yaşadığı şoku ve olayın hemen ardından ağlayarak aktardığı arkadaşını da dinledi. Bu tanık, olay sonrası büroya gittiğini, arkadaşının durumu kendisine anlattığını, daha sonra sanığı ayıplayarak şikâyetçi olmak üzere bürodan ayrıldıklarını anlattı. Yargıç da bu ifadeleri ciddiye alarak
sanığı şu gerekçelerle cezalandırdı:

Suç cezasız kalır: Olayın görgü tanığı ve maddi delilin bulunmadığı muhakkaktır. Ancak tarafların ve olayın özellikleri göz ardı edilerek suç kanıtı olarak mutlaka tanık aranması birçok olayın da cezasız kalması gibi hukuken tecviz olunmayacak bir sonuca yol açar ki, uygulamada da böyle bir anlayış
zorunlu görülmemektedir.

Doğaya aykırı: Söz konusu olan olayda henüz avukatlık mesleğinin başlangıcında bekâr genç bir bayan olup kendisiyle ilgili böyle bir iddiayı ortaya koymasında toplumumuzda hâkim olan sosyal ve ahlaki değerler de gözetildiğinde, kişiliğinin ve mesleki saygınlığının zarara uğrayacağı muhakkaktır. Başkasını zarara uğratmak isterken kendisini zarara uğratması
insanın doğasına aykırı bir olgudur.

Başka yollar bulabilirdi: İddia bir an, savunma tarafının ileri sürüldüğü gibi şikâyetçinin sanığın mesleki yetersizliği nedeniyle kendisini uyarması vs. nedeniyle kırgınlıkla iftira ettiği düşünülse dahi.. kendisine zarar vermeyecek başka yol-yöntemlere başvurma olanağının varlığı karşısında bu düşünceye
geçerlilik ve üstünlük tanımak hayatın olağan akışına uygun değildir. Bu itibarla yakınıcı tanıklarının anlatımları gibi yan delillerle doğrulanan kendi iffetini ortaya koyarak ileri sürdüğü iddiaları mahkemezice sabit görülerek
sanığın eylemlerinin sübutunu kabul için yeterli görülmüştür.

'Şikâyetçi sanığa güvenmiş'

Çalışanı istismar: Sanık yaşı ve mesleki yönden deneyimli bir kimse olup yakınıcı da bu özelliği itibarıyla kendisine güven duyarak yanında çalışmaya başlamış, diğer anlatımla birbirine yabancı iki insan olmayıp sanık kendisinden
deneyimsiz bir kimsenin ekonomik beklentilerini karşılamak durumunda olan bir hukukçu, yakınıcı da sanığı gözetiminde ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak ve mesleki yönden gelişmeyi amaçlayan sanığa bağımlı bir insandır. Yakınıcının bu
bağımlılığının istismar edilmesi suretiyle suçun işlenmiş olması oluşu ve suçun işlenmesindeki davranış ve ısrarı itibarıyla suç işleme konusundaki karşılığı gözetilerek, asgari hadler aşılmak suretiyle ceza tayininin kişilik ve eylemine
uygun olacağı düşünülmüştür.

Cezası ertelendi

"Yine suç aşamasındaki konumu ve davranışları itibarıyla verilen hapis cezasının paraya çevrilmesinin uygun olmayacağı, iffete taarruz cezasının paraya çevrilmesinin suçu özendireceği ve caydırıcılığı ortadan kaldıracağı değerlendirmesiyle para cezasına çevrilmesi uygun görülmemiştir."

Yargıç sanığa TCK 421. madde uyarınca "takdiren ve teşdiden" sekiz ay hapis cezası verdi, bu cezada indirim yapmadı, ancak sanığın "sabıkasız oluşu ve sosyo-kültürel durumu"nu gerekçe gösterip bu cezayı erteledi.

Daha sonra karar sanık avukat tarafından temyiz edildi. Yargıtay 5. Ceza Dairesi, tacizden mahkûm avukatın tüm itirazlarını reddetti ve mahkemenin alt
sınırdan uzaklaşarak verdiği sekiz aylık hapis cezasını oybirliğiyle onaylarak kesinleştirdi. (AK/BB)
Old 31-01-2006, 15:44   #15
Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
"Bu karardan sonra eleman seçerken, çok çok dikkatli olmak gerekecektir. " diyen Sn.Dikiciye cevaben: Bir iş yerinde çalışmaya karar veren kadınların da Yargıtay kararına rağmen "çok,çok,çok dikkatli olması" gereklidir.


Sayın hykayar,

Elbette ki "herkes" dikkatli olmalıdır. Bu dikkatli olma hususu normal ve genel bir durum olsa da bana hitaben bunun yazılmış olmasını pek anlayamadım.

Benim kadınlarla bir sorunum yok! Kadın hakları konusunda aşırı hassas olduğunuzu gözlemlediğimi ifade etmeliyim. Her söylenen sözün ters manasını çıkarmak gayreti sizi yorar.

Benim cümlem izaha bile gerek olmayacak açıklıkta ve iyi niyetle ifade edilmiştir. Sadece bu karardan ders alınması lüzumuna işaret etmektedir.

Lütfen, yazdıklarımdan farklı anlam çıkarmayınız!

Sizin cümleniz bana yönelik değil de sadece genel bir dilek ise, o dileğe ben de katılırım. Her konuda herkes dikkatli olmalıdır.

Saygılarımla.
Old 31-01-2006, 21:25   #16
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.Dikici

1-Size "hitaben" değil, size "cevaben" yazdım.Çünkü cümle size aitti,ben de anlayamamış olmanızı anlayamadım.

2-Kadın hakları konusunda "aşırı hassas" olduğumu söylerken,herhalde normal hassasiyetin ne kadar olması gerektiğine ilişkin bir ölçüte sahip olmalısınız. Örneğin siz kadın hakları konusunda hangi miktarda hassassınız?

a-Az hassas
b-Orta hassas
c-Çok hassas
d-Hiç biri

3-Bu konudaki bazı gayretlerin beni yorup yormayacağı konusunu ise,bırakın ben düşüneyim.
Sahi hiç yorgun gibi görünüyormuyum?)

Tartışılan konuya dönersek:

Taciz çok kez tanık yanında gerçekleştirilen bir eylem değildir.Bu nedenle ispatta bir çok güçlükle karşılaşılmaktadır.Bu durumda şikayetçinin uğramış olduğu saldırının varlığı ve uğranılan zarar,yaşanan travmanın bir uzman raporu ile tespit edilmesi söz konusu tartışmaları ortadan kaldıracaktır.

Kadınlara ve çocuklara yöneltilen taciz iddialarının tanık olmadığı gerekçesi ile yaptırımsız kalmaması dileği ile...

Saygılar
Old 31-01-2006, 22:24   #17
Saim Dikici

 
Varsayılan

Sayın hykayar,

Tabi ki normal bir insan olarak kadın hakları konusunda ben de olması gereken ölçüde hassasım. Yani en azından ayrım yapılmasına karşıyım.

Pekiyi bir soruda ben sorayım: Neden Avrupa Kadın Hakları Mahkemesi yoktur?

İnsan Hakları daha önemlidir. Çünkü herkes, kadın-erkek-diğerleri yaşamın her alanında eşittir. Ve bunalrın hepsi insandır.

Saygılarımla.
Old 31-01-2006, 22:40   #18
Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Tartışılan konuya dönersek:

Taciz çok kez tanık yanında gerçekleştirilen bir eylem değildir.Bu nedenle ispatta bir çok güçlükle karşılaşılmaktadır.Bu durumda şikayetçinin uğramış olduğu saldırının varlığı ve uğranılan zarar,yaşanan travmanın bir uzman raporu ile tespit edilmesi söz konusu tartışmaları ortadan kaldıracaktır.

Kadınlara ve çocuklara yöneltilen taciz iddialarının tanık olmadığı gerekçesi ile yaptırımsız kalmaması dileği ile...


Sayın hykayar,

Önceki bölümlerde kararı eleştirirken arz ettiğim ifadelerimden sakın ola ki, tacizi ve tacizciyi savunduğum ya da eleştirmediğim anlamı çıkarılmasın!

Taciz, cinsel istismar ve daha ilerisinde tecavüz fiillerini her kim gerçekleştiriyorsa, (kadın veya erkek!) bunlara en ağır cezaların verilmesini, hatta mevcut ceza yasamızdaki ceza hükümlerinin daha da artırılmasını ve bu kişilerin koşullu salıverme imkanından dahi mahrum bırakılmasını düşünen bir kişiyim.

Benim yazımı dikkatli okursanız eğer "elaman" alırken çok çok dikkat etmek gerekir demişim. Elemanı alanın kadın ya da erkek, veyahut elamanın kadın ya da erkek olduğuna ilişkin bir açıklamam olmasa da doğal olarak kararda kadın elaman geçtiği için siz elamanı kadın olarak değerlendirdiniz.

Eleştirim o olayda kadının ifadesine değer verilmesine değildi!

Tam aksine, davada tanık ya da başkaca bir delil olmadan, karine sayılamayacak bir olgunun karine sayılıp, ceza yargılamasının ileride içinden çıkılamaz hale bürünmesine neden olunmasıdır.

Düşünsenize; iyi niyetli olmayan kadınların hatta erkeklerin, erkeklere (bunun patron olması şart değil!) aynı isnatta bulunması halinde işin içinden nasıl çıkılacaktır?

Flört, nişanlılık yahut duygusal her hangi bir birlikteliğin sonuç vermemesi halinde, karşı tarafın (Ki genelde bunun kadın olması hayatın akışına uygun kabul edilir ülkemizde) bana zorla sahip oldu, isteğim dışında taciz etti, tecavüz etti gibi isnatlar olduğunda hakim nasıl hareket edecektir?

Ben bu olguyu karine sayan anlayışa karşıyım.

Yoksa o olayda sanık suçsuzdur ya da suçludur demiyorum. gerçekten de doğru olabilir iddia. Ama yargılamanın da sağlam delillerle yapılması gereği açıktır.

Umarım yine yanlış anlaşılmam... (Ya da yorgun halinize denk gelirim)

Saygılar hykayar,
Old 31-01-2006, 23:25   #19
Merhaba

 
Varsayılan

Merhaba,

Genel olarak işyeri ortamlarında gerçekleşen fiili taciz olaylarında , olaya tanıklık edebilecek üçüncü şahısların var olmadığı, sanıyorum yaygın bir gerçekliktir.

Toplu ve bir arada çalışılan ortamlarda, sözel tacizler olsa da, doğrudan fiili taciz olamayacağı da genel bir gerçekliktir.

Bu durumda, fiili tacizin, olayı bizzat gören bir tanığı olması ihtimali hemen hemen yok gibidir. Aynı zamanda, yine bir çok olayda, adli tıbbın ya da bir hastahanenin tesbit edebileceği fiziki deliller de olmayacaktır.

Bu durumda, fiili olarak tacize uğramış bir mağdur ne yapmalıdır.? “Nasıl olsa kanıtlayamam” diye susmalı mıdır.? Böyle bir mağdur, konuyu yargıya taşımak üzere, buradaki tartışmanın tarafları olan ve söz konusu olayda mahkemenin verdiği ve yargıtayın da onadığı kararı eleştiren sayın avukatlardan birine müracaat ederse, sayın avukatlar olayın maddi bir delili olmadığı gerekçesiyle red mi edeceklerdir.?

Değilse, böyle bir mağdurun haklarını savunmak ve mağdur edenin hukuken cezalandırılmasını sağlamak için, hukukun hangi olanaklarını kullanacaklardır. Her olanağı denedikleri halde, mahkemeye sunabilecekleri maddi bir kanıt bulamamaları durumunda davayı terk mi edeceklerdir.?

Gerçekten tacize uğramış bir kadının hak mücadelesine “İbo beni de dövsene” yaklaşımıyla mı bakacaklardır.

Sayın Dikici, Alimoğlu, İbrahimbey, Gemici., …Lütfen bu konudaki düşüncelerinizi açıklamanız, sanıyorum konuya biraz daha aydınlık getirecektir.

Her hangi birinizin eşi ya da kızı, akşam iş dönüşü eve geldiğinde, psikolojik bir travma ve şok yaşamış olarak, böyle bir duruma maruz kaldıklarını size anlatmış olsalar, tutumunuz ve sonrasında yapabilecekleriniz ne olacaktır.? Onlara inanmamanız gibi bir ihtimalden söz edilebilir mi? Onlardan kanıt istemeniz gibi bir ihtimalden söz edilebilir mi?

Üç yetişkin kız babası olarak bu açıklamaya gerçekten ihtiyaç duyuyorum.

Saygılar.

Merhaba.
Old 31-01-2006, 23:29   #20
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.Dikici

Hemen yanıtlayayım.

Birleşmiş Milletlerce 1979’da kabul edilen ve Türkiye’nin 1985 yılından bu yana
taraf olduğu “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”
(CEDAW) Birleşmiş Milletler bünyesinde yer alan altı tane temel insan hakları
sözleşmesinden biridir. Bugün 168 devletin taraf olduğu bu sözleşme, kabulünden
bu yana uluslararası ortamda sürekli artan bir ilgi ve desteğin odağı olmuştur.
Günümüzde pek çok kişinin “Uluslararası Kadın Hakları Bildirgesi” olarak da
tanımladığı CEDAW, kadınlara karşı yapılan her türlü cinsiyete dayalı
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve kadınların insan haklarını korumak amacına
yönelik yasal standartları bir araya getiren ve taraf ülkeler üzerinde bağlayıcı
niteliği olan tek uluslararası hukuk aracıdır.


Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW)İhtiyari Protokolü 30 Temmuz 2002 tarihinde TBMM tarafından onaylanmış ve 02Ağustos 2002 tarihli resmi gazetede yayınlanmıştır.

İhtiyari Protokol CEDAW’ın taraf ülkelerce daha etkin uygulanmasını sağlamak amacı ile mevcut denetleme mekanizmalarına ek olarak iki önemli ve yeni araçı
kadınların kullanımına açmaktadır. Bunlar “kişisel başvuru” hakkı ve Komite’nin “inceleme” yetkisidir.

Böylece kadın haklarının ihlali durumunda gidilecek bir mahkeme ve inceleme yetkisi olan komite ile bu konuda ilk ciddi ve önemli adımlar atılmıştır.

Yani kadınların başvurabileceği Uluslararası bir mahkeme vardır.

Ve B.M ile sözleşmeci ülkeler sizin gibi düşünmemektedir.

Konu şaka yapılmayacak kadar ciddidir.


Saygılar
Old 01-02-2006, 13:06   #21
Saim Dikici

 
Varsayılan

Sayın merhaba,

Konuyu sanıyorum farklı noktalardan ele alıyoruz ve bu anlamda yanlış anlaşılıyoruz.

Sorun şurada:

Mahkemeler, özellikle ceza mahkemeleri karar verirken kanuni tarife uygun olarak bir suçun var olup olmadığını tespit etmek zorundadırlar. Bu tespiti yapmanın hukuktaki en belirgin yolu, suçun oluştuğunun ispatlanmasıdır.

Yasada nelerin delil olacağı sayılmıştır. Bu sadece cinsel taciz için değil, tüm suçlar bakımından aynıdır.

İspatlanamayan hiç bir suç, suç olarak değerlendirilemez.

mahkeme gerekçesinde söz konusu suç için yasanın aradığı delillerin olmadığını ancak şikayetçinin konuyu alenileştirerek kendisinin daha fazla zarar görmesini göze almışsa eğer, mutlaka böyle bir eylem ve suç işlenmiştir kanısını, fiili karine olarak varsaymıştır.

Bizler hukukçuyuz. Şikayetçi ve sanıktan önce hukukun mevcut kurallarını düşünmek zorundayız.

Böle bir gerekçenin her davada kabul görmesi halinde, belki bir iki olay için adalet tesis edilmiş olacak olsa bile, daha fazla olayda bu anlayış adaleti zedeleyebilecektir.

Gerçek hayatta elbette ki çeşitli nedenlerle ispatı mümkün olamayan suçlar işlenmektedir. Bu sadece cinsel taciz ve diğer cinsel suçlarda değil, hemen hemen her türlü suçta gerçekleşmektedir.

Sağlam delil olmadan verilecek mahkumiyetler, hukuka olan inancı daha fazla zedeler. Bir kişi bir diğerine kolaylıkla iftira edebilir ve o kişinin haksız yere mağdur olmasına neden olabilir.

Hukukta çok önemli bir kural vardır: Aslolan kişinin masumiyetidir. Bunun aksiniispat etmek için zaten mahkemeler vardır.

Bir baba olarak muhakkak ki olaya duygusal yaklaşmanız doğaldır. Aynı duygusal tepkiyi bir insan olarak hepimiz veriyoruz. Endişe taşıyoruz. Ancak, hukukun da belirli kuralları vardır.

Şunu diyebilirsiniz: Bu kararı veren de neticede hakimdir. Hakimin kararının tarafsızlığına güvenmeyeceksek, kime güveneceğiz?

Bu soru haklı bir sorudur.

Saygılarımla..
Old 01-02-2006, 13:17   #22
Saim Dikici

 
Varsayılan

Sayın habibe hanım,

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Saygılarımla.
Old 01-02-2006, 19:14   #23
Merhaba

 
Varsayılan

Sayın Dikici,

Açıklamalarınız için teşekkür ederim.

Bu çerçevede konunuya bakış ve yaklaşımınızın Hukuk Felsefesi temelindeki mantığını anlayabildiğimi düşünüyorum.

Ancak yine anlayabildiğim, bu temeldeki mantığın, yaşamın her alanında karşılaşılabilecek haksızlık ve mağduriyetleri içerebilecek ve adaleti sağlayabilecek bir çerçeve çizemediği gerçeğidir.

Elbette olması gereken, kişiye isnat edilen suçun kanıtlanabilir ve maddi delillere dayandırılabilir olmasıdır. Genel anlamda başka bir hareket noktası düşünülemeyeceği de açıktır.

Ancak söz konusu ve benzeri bir çok olayda bu hareket noktası, hareketi olanaksızlaştırmakta ve hukukun elini kolunu bağlamaktadır.

Bu noktada eli kolu bağlı kalmak ise, maddi kanıtlarına ulaşılamamış suçlarda, suçu işleyenin, yaptığının yanına kar kalması gibi bir sonuç getirir.

Böyle bir sonuç, hukuka ve adalete olan güveni çok ciddi biçimde sarsacak ve mağdur olmuş kişileri, kişisel hak arama eylemlerine zorlayabilecek bir durum olacaktır.

İşte bu noktada, yazınızın son cümlesinde de belirttiğiniz gibi, olayın bütünü, mahkemeler tarafından her boyutuyla değerlendirildikten sonra, takdir hakkı Hakimde olmak gerekir.

Bu olayda da böyle bir sonuç gerçekleşmiştir ve bu sonucu hukuksuzluk olarak değerlendirmek ve eleştirmek kanımca doğru değildir.

Farklı bir bakış açısıyla eleştirilebilir olsa bile, bu eleştiri beraberinde, mutlaka daha doğru olacağı genel kabul görecek farklı bir alternatif getirmek gerekir.

Örnek olayda mahkemenin verdiği karar, kanımca benzer olayların tümü için emsal teşkil etmeyecek ve her olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilecek ve sonuçlandırılacaktır. Yine kanımca bu, bu durumlarda işlevsiz kalmış bir hukuk sergilemekten çok daha iyi bir sonuçtur.

Evet, böyle durumlarda hakimlerin takdir haklarına güvenmek ve saygı duymak sanırım en doğru seçim olsa gerek.

(Hukukçular ve konuyla ilgili olan akademisyenlerin, benzer durumlarda batı toplumlarındaki uygulamaları incelemiş olabileceklerini düşünüyorum. Öyle sanıyorum ki, psikiyatri uygulamaları ve çözümlemelerindeki son gelişmeler, taciz mağdurlarının ruhsal ve psikolojik analiz ve çözümlemelerini, kesin kanıt olabilecek netlikte ortaya koyacak raporlar hazırlamaya olanak sağlayabilir.)

Saygılar.


Merhaba.
Old 03-02-2006, 01:29   #24
Gemici

 
Varsayılan

Sayın Merhaba,
İsterseniz olayı baştan alıp inceliyelim. Baştan derken Sayın İbrahimbey'in anlattığı olaydan itibaren.
1. Cinsel Tacizden dolayı cezalandırılan bir avukat,
2. Kendisine büyük bir ihtimalle cinsel tacizde bulunulan bir kadın,
3. Mahkemenin kadının söylediklerine dayanarak verdiği bir karar ve o mahkemenin kararını onaylayan yargıtay kararı.

Bu üç noktayı kısaca açmak istiyorum:
1. İster avukat isterse başka meslekten birisi, mesleğinin ne olduğu önemli değil, kim olursa olsun, suçu işlediği tespit edilirse cezalandırılmalıdır.
2. Cinsel tacize büyük ölçüde kadınlar ve en başta çalışan kadınlar maruz kalıyor. Konu senelerdir avrupa ülkelerinin gündeminde ve aktüelliğini koruyor. Özellikle maiyetinde ve kendisine bağlı olarak çalışan kadınlara cinsel tacizde bulunan erkeklerin sayısının yüksek olduğunu bildiriyor konu ile uğraşanlar. Olaylar çoğu zaman ortaya bile çıkmıyor, tacize uğrayan kadınlar değişik sebeplerden dolayı şikayette bulunmadıkları için. Şikayette bulunanlara iyi gözle bakılmıyor çünkü. Bütün bu anlattıklarıma rağmen ve tüm toplumsal dışlamalara aldırmadan insanlığını korumak için şikayette bulunan kadınları cesaretlerinden dolayı tebrik etmek gerekir. Ancak ve ancak böylelerinin sayesinde gizli cinsel tacizin önüne varılabilinir.

3. Tüm anlattıklarıma rağmen mahkemenin gerekçesini hukuk anlayışımla bağdaştıramıyorum. Mahkemeye gelip 'ben cinsel tacize uğradım, failde karşınızdaki adam, cezalandırın' ifadesinii herhangi başka bir araştırmaya gerek görmeden, sırf "Yakınıcının başkasını zarara uğratmak isterken, kendisini zarara uğratması insanın doğasına aykırıdır" düşüncesi ile doğru bulan bir mahkeme hukuka olan güvenin pekişmesine değil, sarsılmasına yol açar. Çünkü ortada bir delilin veya delillerin değerlendirilmesi değil, hakimlerin belirli bir olaya bakış açıları söz konusu. Ve bu bakış açısınının doğru olmadığını veya olamıyacağını gösteren birçok örnek var.

Gazteler yazmıştı, aklımda kaldığı kadarı ile Münihteki bir Türk kızı polise giderek birisinin kendisine tecavüz ettiğini bildirmişti. Polisin araştırmaları kızın arkadaşından hamile kaldığını ve bunu ailesinden gizlemek istediğini ortaya çıkarmıştı. Bu olay ortaya çıkmasın diye de tecavüz olayını uydurmuştu kız.

Saygılarımla
Old 03-02-2006, 12:26   #25
Saim Dikici

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2004/4-220
K. 2005/32
T. 22.3.2005
• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Avukatın Müvekkilinin Öldüğünden Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi )
• AVUKATIN GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMASI ( Müvekkilinin Öldüğünden Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi )
• VEKALET İLİŞKİSİ SONA ERDİKTEN SONRA TEMSİL ( Avukatın Müvekkilinin Öldüğünden Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi - Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak Suçu )
• MÜVEKKİLİN ÖLÜMÜ ( Avukatın Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi - Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak Suçu )
765/m. 240, 279
1136/m. 62
ÖZET : Görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu TCK.'nun 240. maddesinde düzenlenmiş olup, aynı yasanın 279. maddesi uyarınca memur sıfatını haiz olan kimsenin kasten yasada yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka surette yapması veya yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapmış olmasıdır.

Kamu görevi yapan sanık Avukat, müvekkilinin öldüğünden ve vekalet ilişkisinin sona erdiğinden haberi olduğu halde, icra dosyasında müvekkilinin ölümünden sonra yatırılmış olan parayı çekerek, vekalet ücretini düştükten sonra kalan miktarın tümünü mirasçılardan sadece birisine teslim etmek suretiyle yasaların kendisine yüklediği sorumluluğa aykırı davranmış ve görevde yetkisini kötüye kullanmıştır.

Bu itibarla somut olayda sanığa yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçunun öğelerinin oluştuğu anlaşılmaktadır.

DAVA : Görevde yetkiyi kötüye kullanmak ve hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmak suçlarından sanık A. N.nin beraatına ilişkin T. Ağır Ceza Mahkemesince 12.02.2002 gün ve 265-30 sayı ile verilen kararın o yer C. Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 19.11.20023 gün ve 28537-11674 sayı ile güveni kötüye kullanma suçundan kurulan hükmün onanmasına, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçuna ilişkin incelemede ise;

"...Tanık H. A.nın icra müdürlüğüne, babasının öldüğüne ilişkin dilekçe verip, bir ay sonra geri aldığı, anılan müdürlükçe 21.10.1999 tarihinde havale edilen dilekçe ile aynı tanığın aşamalardaki anlatımları karşısında sanığın, vekil edenin öldüğünü ve vekalet ilişkisinin sona erdiğini bilmesine karşın icra müdürlüğündeki parayı vekalet ilişkisine dayalı olarak öbür mirasçıların bilgisi dışında 9.12.1999 tarihinde alıp, mirasçı olan tanık H.ye vermesi biçimindeki eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 62. maddesi göndermesi ile TCK.'nun 240. maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden kanıtları yanlış değerlendiren gerekçe ile beraat hükmü kurulması..." isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkeme ise 15.03.2004 gün ve 61-73 sayı ile;

"...Ceza Muhakemesi Hukukunun temel prensiplerinden birisi de şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesidir. Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi olan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesi sonunda fiilin sanık tarafından işlendiği, % 100 belliliğe ulaşmadığı taktirde beraat kararı verilecektir. Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin sebebi, bir suçlunun cezasız kalmasının, bir masumun mahkum olmasına tercih edilmesidir; başka bir ifade ile masumluk karinesidir.

Keza, sanığın savunmasının aksinin kanıtlanması ondan beklenemez. Kaldı ki, CMUK'nun 135. maddesi uyarınca susma hakkı bulunmaktadır. Susma hakkını kullanan sanığın sükut ikrardan gelir deyişine dayanarak suçunu kabul ettiği söylenemeyeceği gibi savunmasını kanıtlaması da beklenemez. Sanığa yüklenen suçun sübuta erdiği kuşkuya yer vermeksizin ortaya çıkarılmalıdır. ( Y.C.G.K. 19.04.1993,6-81/110 )

O halde, yapılan ceza muhakemesinin sonunda belliliğe, örneğin fiilin sanık tarafından işlendiğinin veya işlenmediğinin sabit olduğu sonucuna varılmaması durumunda sanık mahkum edilemez.

Ceza Muhakemesinde, esas olarak, fiilin fail tarafından işlendiği veya işlenmediği konusunda, hukuk düzenince kabul edilen vasıtalarla, yargılama makamının tam bir kanaate ulaşmasını temin ameliyesine ispat denir. Burada dikkat edilecek noktalar şunlardır:

1- Burada inandırmak yetmez, tam bir kanaate ulaşılacaktır.

2- Medeni Usul Hukukundan farklı olarak Ceza Muhakemesi Hukukunda ispat yükü ( külfeti ) sorunu yoktur. Gerçekten sanığa susma hakkı tanıyan bir hukuk düzeninde, ispat yükünden söz edilmesi olanaksızdır.

İspat için sabit oluş arandığına göre, bunun dışında mahkumiyet kararı verilemeyecektir; şüpheden sanık yararlanır ilkesi devreye girecektir. İspat ameliyesinde, hukuk düzeninin kabul ettiği vasıtalar delillerdir. Buna göre ceza muhakemesinde ispat için kullanmak istenen bir vasıtanın delil olarak nitelenebilmesi için iki temel niteliği bulunmalıdır. Bu vasıta:

a ) Olayı temsil etmelidir.

b ) Bu olayı temsil eden vasıta; akla, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olmalıdır.

Olayı temsil etmekten maksat; delil olarak kullanmak istenilen vasıtanın olayın bir parçası olması ve/veya olayı yansıtmasıdır. Örneğin, bir adam öldürme suçunda olay yerinde bırakılan suç aleti olayın bir parçasıdır. Buna karşılık böyle bir suça 5 duyusu marifeti ile tanık olmuş bir kimsenin anlatımları olayı yansıtır.

Ne var ki bir ispat aracına delil diyebilmek için olayı bir şekilde temsil etmesi, olayı yansıtması yetmez. Bu yansıtmanın akla, yani bilime, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olması da şarttır. Bu vasıflan taşımayan bir ispat aracına teknik anlamda delil denilemez; bu nedenle de bu tür vasıtalara dayanılarak hüküm tesis edilemez. ( Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku shf.404, Öztürk, Özbek, Erdem )

Ceza yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada, mantık yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa bir takım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması ceza yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır. Ceza yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkumiyet kararından söz edilemez. Bu ilke evrenseldir.


Bu ölçüler ışığında konu değerlendirildiğinde;

1- Olayın parçası olan müvekkil M.nin öldüğüne dair dilekçenin sanıkta ele geçmesi, avukatın cenaze törenine katılması, başsağlığı ilanı vermesi, veraset ilamının sanık tarafından alınması ve bunun gibi bir delil bulunmamaktadır.

2- Olayı temsil eden tanık anlatımlarına gelince;

Tanık İcra Müdürü A. P.; H. A.nın takip dosyasına babasının öldüğüne dair dilekçe sunduğunu, ancak daha sonra tek başına geri aldığını, bir süre sonra ise Av. A. N. ile birlikte geldiğini, A. N .nin vekaletnameye dayanarak parayı çektiğini, sanık ve H. A. arasında M. A.nın ölümü konusunda herhangi bir konu geçmediğini, tecrübesizliği sebebi ile M. A.nın öldüğünü avukata söylemediğini,

Tanık S. Z.; olayı görmediğini, sanığın babasının öldüğünü bildiği halde parayı çektiğini,

Tanık H.; parayı çekmeden 6 ay önce babasının öldüğünü, babasının öldüğünü bildirir dilekçeyi dosyaya koyduğunu, icra dairesine girdiğinde dosyaya paranın yatırıldığını öğrenince çekmek istediğini, ancak icra müdürünün yalnız başına çekemeyeceğini söylediğini, kolaylık sorduğunda, diğer mirasçılardan vekalet istemesi gerektiğini söylediğini, fakat üç kez sormasına rağmen vekaletnamenin gelmediğini, Av. A. N.ye giderek parayı alıp alamayacağını soruduğunu, babasının öldüğünü söylediğini, sanığın ise ben babanın avukatı olarak görünüyorum, parayı alıp sana veririm dediğini, birlikte İcra dairesine gittiklerini, babasının öldüğüne ve avukatı azlettiğine ilişkin dilekçeyi aldığını, parayı çeken avukatın bir kısmını kendine verdiğini anlattığı görülmüştür.

Olay S. Z.nin şikayeti üzerine adliyeye intikal etmiştir. Tanık H. A. üç kez istemesine rağmen diğer mirasçıların vekaletname göndermediğini söylemektedir. Olayı adliyeye intikal ettiren diğer tanıklar, aralarında miras konusu, paranın paylaşılması hakkında ihtilaf bulunmaktadır. Keza anlatımları, diğer tanık icra müdürlüğünün beyanları ile çelişkilidir. H. A. adeta dava konusu iddianın kaynağıdır. İddiayı doğrulayacak başka bir delil de bulunmamaktadır. Mücerret iddia başkaca bir delil bulunmaksızın mahkumiyete esas alınamaz. Aksine kabul, kendisinin gasp edildiğini, hakarete maruz kaldığını iddia eden müştekinin başkaca delille desteklenmeyen iddiasına dayanarak suçlamayı kabul etmeyen sanığın mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği sonucunu doğurur ki, bu kabul edilemez.

Sanığın, müvekkil M. A.nın öldüğünü bilmediği, Ç. İcra Müdürlüğüne verildiği söylenen dilekçeden haberi olmadığı, olay günü yanına gelen tanık H. A.nın babasının hasta olduğu, bu sebeple gelemediği, İcradan parayı çekip kendisine vermesi gerektiğini söylediğine dair savunmasının aksini gösterir, diğer varislerle menfaat çatışması bulunan ve parayı çekmek için üç kez vekalet gönderilmesini istediği halde kardeşleri tarafından kendisine vekaletname gönderilmeyen ve beyanları diğer tanık A.nın beyanları ile doğrulanmayan, iddianın kaynağı konumundaki tanık H.nin anlatımları dışında mahkumiyeti için yeterli, şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı..." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu kararın da o yer C. Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C. Başsavcılığının bozma istekli 13.12.2004 gün ve 86116 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunda konu müzakere edilip, aşağıdaki karar verilmiştir:

KARAR : Sanığı görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan beraatına karar verilen olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, yüklenen suçun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

--------,
İnceleme konusu somut olayda;

Sanık, tanık H. tarafından babasının ölümü üzerine Ç. İcra Müdürlüğüne verilen 21.10.1999 tarihli dilekçeden haberi olmadığını savunmuş ise de bu savunmasına itibar edilmesi olanaksızdır. Zira, söz konusu dilekçenin tanık H. tarafından olay günü olan 09.12.1999 tarihinde geri alındığı hem tanık H.nin hem de tanık A.nın beyanları ile sabittir. Oysa sanığın bu dilekçe geri alınmadan önce 07.12.1999 tarihinde icra dosyasında işlem yaparak 84.622.000 lira para çektiği Ç. İcra Müdürlüğünün 1999/8 sayılı takip dosyası üzerinde Yerel Mahkemece yapılan inceleme sonucunda tutanağa geçirilmiştir. Söz konusu dilekçe geri alınmadan önce sanık tarafından icra dosyasında işlem yapılmasına karşılık durumu öğrenmemiş bulunması hayatın olağan akışına aykırı olup, bu savunmaya itibar edilmesi olanaksızdır. Kaldı ki, Ç.nın çok büyük ölçekli bir ilçe olmaması nazara alındığında, sanığın, müvekkilinin olaydan yaklaşık 6 ay önce 05.06.1999 tarihinde ölmesinden haberdar olmaması da inandırıcı görülmemektedir. Sanığın, müvekkilinin öldüğüne ilişkin İcra takip dosyasına verilen dilekçeden haberdar olduğu tanık H.nin beyanı ve tüm dosya kapsamı ile sabittir. O halde, kamu görevi yapan sanık Avukat, müvekkilinin öldüğünden ve vekalet ilişkisinin sona erdiğinden haberi olduğu halde, icra dosyasında müvekkilinin ölümünden sonra yatırılmış olan parayı çekerek, vekalet ücretini düştükten sonra kalan miktarın tümünü mirasçılardan sadece birisine teslim etmek suretiyle yasaların kendisine yüklediği sorumluluğa aykırı davranmış ve görevde yetkisini kötüye kullanmıştır.

Bu itibarla somut olayda sanığa yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçunun öğelerinin oluştuğu anlaşılmakla, dosya kapsamına uymayan gerekçelere dayanması nedeniyle isabetsiz olan Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine 22.03.2005 günü tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliği ile karar verildi.
Old 05-02-2006, 23:11   #26
mehmetdemirlek301

 
Varsayılan

Bilindiği üzere boşanma davalarında hakim delilleri serbestçe değerlendirir, vicdani kanaate göre karar verir.Bu tür davalarda en önemle delil vasıtası şahitlerdir.Şahitler de hukuk sistemimizde kesin delil niteliği taşımamaktadır.Özellikle boşanma davalarında her türlü delili hakimin serbestçe takdir edebilmesi gerekir.Konuya dönersek, olayda kadının maksadı hakim taraf
Old 05-02-2006, 23:24   #27
mehmetdemirlek301

 
Varsayılan

Bilindiği üzere boşanma davalarında hakim delilleri serbestçe değerlendirir, vicdani kanaate göre karar verir.Bu tür davalarda en önemle delil şahitlerdir.Şahitler de hukuk sistemimizde kesin delil niteliği taşımamaktadır.Özellikle boşanma davalarında her türlü delili hakimin serbestçe takdir edebilmesi gerekir.Konuya dönersek, olayda kadının maksadı hakim tarafından re'sen araştırılmalıdır.Kadın o delili elde ederken kocasını tahrik ve teşvik mi etmiştir, yoksa ispatı zor bir şeyi ispatlayabilmek uğruna mı böyle bir yola tevessül etmiştir?Sonuçta kadın bu yola başvurmadan önce adam zaten kadını aldatıyormuş.Zavallı kadıncağız da bunu bir şekilde ortaya çıkarmış.Bu durumdan dolayı, kocası tarafından mağdur edilmiş bir kadını, böyle bir delili hiç doğruluğunu araştırmadan sırf HİLE İLE ELDE EDİLMİŞ DELİL diyerek bir kenara atmak ne mevcut yasalara ne de adalet anlayışıyla, ne kamu vicdanıyla bağdaşır.Sonuçta bu bir ceza davası değildir ki; kesin delil niteliği taşısın.Hakimin bu delili değerlendirip, doğruluğuna kanaat getirdikten sonra hükme gerekçe yapabilmesi gerekir.
Old 06-02-2006, 12:27   #28
ibrahimbey

 
Varsayılan

Sayın hykayar ve Sayın merhaba;

sizin şahsınıza yönelik yapılmış bir şikayette;

1) delil olarak sadece müştekinin beyanıyla

ve

2) mahkemenin de "canım adam-kadın şikayet ettiğine göre, delili de yok ama vardır bir sebep ki şikayet etmiştir" mantığıyla

verilecek bir cezalandırılmayı kabul edebilir misiniz?
Old 06-02-2006, 14:56   #29
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.İbrahimbey,Sn.Katılımcılar

Öncelikle konu başlığının Hile İle Elde Edien Delil başlığında olduğunu dikkatinize sunuyorum.

Şimdiki sohbete konu olan taciz ve mahkumiyet olayında "Hile İle Elde Edilmiş Bir Delil "bulunmadığından bu konu ile en azından konu başlığı anlamında bir ilişki bulunmamaktadır.

Ayrı bir sohbet başlığına geçmek bu anlamda yararlı olurdu.

Fakat madem burada devam ediyoruz,naçizane ben de fikrimi söylemek isterim.

Konu Hile İle Elde Edilmiş Delil konusunda yazışmalar devam ederken 26.01.2006 tarihli yazınızla sohbetin yönü bir anda değişti.
4.paragrafında şöyle yazmıştınız:

[Alıntı:]
Ve sonuçta avukat mahkum edildi. Hiç bir delil olmamasına rağmen. Gerekçe de, "hiç bir kadının, kendisini de lekeleyecek bir iftirayı başkasına atmayacağı, karinesi"


Sözkonusu taciz suçlaması ve sonuçlarına ilişkin kararı basında yer aldığı haliyle yayınladım.Bu kararda sizin söylediğiniz satır,tek başına değil,diğer satırlarla birlikte bulunmaktadır.

Kararda,taraflar ve olayın özellikleri ,suç kanıtı olarak mutlaka tanık aranması gerekmediği belirtilip :[Alıntı:]
" Söz konusu olan olayda henüz avukatlık mesleğinin başlangıcında bekâr genç bir bayan olup kendisiyle ilgili böyle bir iddiayı ortaya koymasında toplumumuzda hâkim olan sosyal ve ahlaki değerler de gözetildiğinde, kişiliğinin ve mesleki saygınlığının zarara uğrayacağı muhakkaktır. Başkasını zarara uğratmak isterken kendisini zarara uğratmasıinsanın doğasına aykırı bir olgudur. "
denmiştir.

Devamla

"[Alıntı:]
savunma tarafının ileri sürüldüğü gibi şikâyetçinin sanığın mesleki yetersizliği nedeniyle kendisini uyarması vs. nedeniyle kırgınlıkla iftira ettiği düşünülse dahi.. kendisine zarar vermeyecek başka yol-yöntemlere başvurma olanağının varlığı karşısında bu düşünceye geçerlilik ve üstünlük tanımak hayatın olağan akışına uygun değildir. Bu itibarla YAKINICI TANIKLARININ anlatımları gibi yan delillerle doğrulanan kendi iffetini ortaya koyarak ileri sürdüğü iddiaları mahkemezice sabit görülerek sanığın eylemlerinin sübutunu kabul için yeterli görülmüştür.
" denmiştir.


Bu değerlendirme öncelikle görülen olaya ilişkindir ve yakınıcının neden inandırıcı bulunduğu ve sanığın savunmasına neden itibar edilmediğini açıklayan bir değerlendirmedir.

Kararın tamamı incelendiğinde yakınıcının şok yaşadığı ve olayın hemen ardından büroya giden arkadaşına,durumu ağlayarak aktardığı şikayetçi olmak üzere bürodan birlikte ayrıldıkları görülecektir.


Olayın tamamı ve özellikleri dikkate alınarak değerlendirme yapılmıştır.Sadece yakınıcının şikayeti karine olarak değerlendirilmemiş ,yakınıcının gösterdiği yan delillerle desteklenen bir karar oluşturulmuştur.Kişisel fikrim bu tür yakınmalarda olayın ve yakınıcıda oluşan travmanın tespiti için PSİKOLOJİK raporun dosyaya eklenmesi gereğidir.Bu rapor bu tür tartışmaları ortadan kaldıracaktır.Bence asıl üzerinde durulması gereken canalıcı nokta budur. Cinsel ve vücut bütünlüğüne yapılmış saldırıların ezici bir çoğunlukla alenen yapılmadığı herkesin malumudur.

Bu saldırıların tespit edılebilir ruhsal izler bırakmaması ise mümkün değildir.

Sözün sonu:

Yukarıda yazdıklarım çerçevesınde sorunuzu anlamlı bulmadığımdan yanıtlama gereği duymuyorum.

Saygılarımla
Old 06-02-2006, 16:30   #30
ibrahimbey

 
Varsayılan

Sayın hkayar;

Soruma cevap vermemeniz gayet doğal. Çünkü cevap veremezsiniz.

Aktardığınız kararda, sizin mantığınızdaki bir hakimin kişisel tahminleri ve kişisel varsayımları dışında hiç bir delil bulunmaamaktadır.

Hukukta eşitlik esastır. Şikayetçi kadın ve sanık erkek diye, ya da "bu tür suçlar zaten gizli işlenir, tanık olmaz" diyerek özel yargılama usulü geliştirelemez.

Yasalarda gösterilmeyen şekilde, ispat şekilleri uydurulamaz.

Evet, bazen "kurunun yanında yaş ta yanabilir" ki bu günümüz hukukunun genel bir sorunudur. Ama bunu, "şüpheden sanık yararlanır" ilkesine istisnalar yaratarak gideremezsiniz.

Eğer gidermek isterseniz, "şüpheden sanık yararlanır" ilkesini genel olarak tartışmaya açmalı ve bu ilkenin uygulamanayacağı alanlara ortaya koymalı, bunları tartışmalısınız.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Hukuka Aykırı Olarak Elde Edilen Deliller poyraz Meslektaşların Soruları 34 01-11-2015 22:52
Yasadışı elde edilen telefon kayıtlarının hukuki niteliği Av.Güçlü KERVAN Hukuk Haberleri 9 17-05-2010 08:09
Yasak Yöntemle Elde Edilen Delile Ret Armağan Konyalı Hukuk Sohbetleri 17 06-11-2008 12:48
Telefon dinlenmesi şeklinde elde edilen bir delilin kuvveti nedir? Brusk Meslektaşların Soruları 11 15-09-2008 10:24
Olay Yerinden Elde Edilen Eşyalar aerisek Hukuk Sohbetleri 0 26-05-2005 12:45


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08761096 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.