Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

vekalet görevinin kötüye kullanılması alacak-zamanaşımı

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 24-02-2011, 02:10   #1
harkan

 
Varsayılan vekalet görevinin kötüye kullanılması alacak-zamanaşımı

vekalet görevinin kötüye kullanılması durumunda taşınmazı satın alan 3. kişinin iyiniyetli olması halinde vekile yönelik taşınmaz bedeline ilişkin(ayni bir talep değil) alacak talebi 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi midir?

bazı yargıtay kararlarında " vekalet görevinin kötüye kullanılmasına bağlı davalar zamanaşımına tabi değildir" gibi genel bir ibare var, ancak bazı yargıtay kararlarında ise 5 yıllık zamanaşımından söz edilmekte, acaba zamanaşımı söz konusu mudur?
Old 24-02-2011, 11:14   #2
tiryakim

 
Olumlu Yargıtay İlamı

T.C. YARGITAY
1.Hukuk Dairesi

Esas: 2004/14912
Karar: 2005/715
Karar Tarihi: 02.02.2005

VEKALETİN KÖTÜYE KULLANILMASI NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİ - İYİNİYETLİ ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN VEKALET GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANAN VEKİLDEN YAPTIĞI TAŞINMAZ İKTİSABININ KORUNMASI

ÖZET : Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılarak satış vaadinde bulunulduğu iddiasıyla sözleşmenin iptali ile tapu sicil kaydının iptal ve tescili isteğine ilişkindir. Vekalet sözleşmesi, büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Şekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise, yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden ( resen ) göz önünde tutulması zorunludur. Vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan davalarda kural olarak zamanaşımı söz konusu olamaz. Hal böyle olunca,işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.
Hal böyle olunca,işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.


(4721 S. K. m. 2, 3) (818 S. K. m. 390/2)

Dava : Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, miras bırakan adına kayıtlı tapulu taşınmazlarda adlarına intikal işlemi yaptırmak üzere davalının annesini vekil tayin ettiklerini, ancak vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak intikal edecek miras paylarını davalıya satış vaadi sözleşmesiyle sattığını, taşınmazlarda sonradan kadastro tespiti yapıldığını, taraf olmadıkları davalarda davalının bu satış vaadi sözleşmesine dayanarak adına hükmen tescillerini sağladığını ileri sürerek gayrimenkul sözleşmesinin iptali ile tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Davalı, davacıların miras bırakandan intikal eden paylarını erkek kardeşlerine sattıklarını, ancak dava konusu taşınmazların orman sınırları içine alınması nedeniyle tescil işlemi yapılamadığından ileride devrin gerçekleşmesini temin amacıyla vekaletname verdiklerini, davacıların satış vaadi sözleşmesinden haberdar olduklarını, zamanaşımı süresinin dolduğunu, kendi adına oluşan hükmen tescil kararında zilyetliğinin gerekçe yapıldığını, kadastroda da taşınmazların zilyetliğinde olduğunun belirtilmiş olduğunu, tapu iptali istenen taşınmazların hazine adına kayıtlı olması nedeniyle husumet itirazı bulunduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, satış vaadi sözleşmesinin iptali ile ilgili davanın zamanaşımı yönünden tapu iptali ve tescil davasının husumet yönünden reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla;Tetkik Hakimi raporu okundu,düşüncesi alındı.Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılarak satış vaadinde bulunulduğu iddiasıyla sözleşmenin iptali ile tapu sicil kaydının iptal ve tescili isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden;davacıların dava dilekçesinde belirttikleri taşınmazların kadastro sonucu hükmen 11 ve 5 parsel sayısıyla hazine adına tapuya tescil edildiğine göre, mahkemece iptal ve tescil davasının husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesinde bir isabetsizlik yoktur.Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir.Reddine.

Satış vaadi sözleşmesinin iptali istemine gelince;bu sözleşmenin 28.3.1989 tarihli vekaletnameye dayalı olarak 30.3.1989 tarihinde yapıldığı anlaşılmıştır.

Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden ( resen ) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan davalarda kural olarak zamanaşımı söz konusu olamaz.

Hal böyle olunca,işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.

Sonuç: Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü H.U.M.K.'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,2.2.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi.




Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı



--------------------------------------------------



T.C. YARGITAY
1.Hukuk Dairesi

Esas: 2010/2141
Karar: 2010/3279
Karar Tarihi: 24.03.2010

ÖZET: Mülkiyet hakkına dayalı tapu iptal ve tescil istekli davalar kural olarak kayıt malikine karşı açılır. Kayıt maliki ile birlikte vekil aleyhine de açılabilirse de, böyle bir zorunluluk yoktur.

(818 S. K. m. 390) (4721 S. K. m. 2, 3)

Dava: Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, davalı ile birlikte paydaş bulundukları 184 parsel sayılı taşınmazın daha önce verdikleri vekaletname ile dava dışı İbrahim Y. tarafından 185 parsel ile tevhit edilip 4446 parselin oluşturulduğunu, sonrasında ifraz edilerek 4447 parselin davalı adına, 4448 parselin ise adlarına tescil edildiğini, yapılan işlemlerin bilgi ve iradeleri dışında gerçekleştirildiğini ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile 184 parselin eski haliyle adlarına tescilini istemişlerdir.

Davalı, davacıların verdikleri vekaletname ile işlemlerin gerçekleştirildiğini, iddiaların yerinde olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davalıya husumetin yöneltilemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hakimi Süleyman Yumma'nın raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü:

Karar: Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, husumet yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların farklı tarihlerde düzenlenen vekaletnameler dava dışı İbrahim Y. ve Behiçhan Ş.'yı vekil tayin ettikleri, çekişme konusu 184 parsel sayılı taşınmazın vekil tarafından tevhit ve ifraz işlemleri yapılarak 4448 parselin davacılar, 4447 parselin ise davalı adına sicil kaydının oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Davacılar, anılan işlemlerin bilgi ve iradeleri dışında gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlar; mahkemece, davacıların vekalet ilişkisinden kaynaklanan davalarda dava dışı vekillere karşı talepte bulunabilecekleri, davalı kayıt malikine husumetin yöneltilemeyeceği gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere; Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde <vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir...> hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermezi Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanun'un 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanun'un 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden ( resen ) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Bu durumda; mülkiyet hakkına dayalı tapu iptal ve tescil istekli davalar kural olarak kayıt malikine karşı açılır. Kayıt maliki ile birlikte vekil aleyhine de açılabilirse de, böyle bir zorunluluk yoktur.

Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda taraf delillerinin toplanması, değerlendirilmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Sonuç: Davacıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.03.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı


TEŞEKKÜRLER...
Old 24-02-2011, 14:48   #3
harkan

 
Varsayılan

yanıtınız için teşekkür ederim, ancak sunduğunuz kararlar taşınmazın aynına yönelik taleplerle ilgili, soruda taşınmazın aynı veya buna bağlı tazminat talepleri değil, taşınmazın iyiniyetli 3. kişiye satılıp bedelin malike ödenmemesi durumunu belirtmiştim..
Old 25-02-2011, 21:32   #4
tiryakim

 
Olumlu TÜrk Hukuk Sİtesİ

Alıntı:
Yazan harkan
yanıtınız için teşekkür ederim, ancak sunduğunuz kararlar taşınmazın aynına yönelik taleplerle ilgili, soruda taşınmazın aynı veya buna bağlı tazminat talepleri değil, taşınmazın iyiniyetli 3. kişiye satılıp bedelin malike ödenmemesi durumunu belirtmiştim..

Sayın HARKAN meslektaşım ;
Türk Hukuk Sitesine ilettiğiniz talep doğrultusunda yaptığım araştırma sonucunda somut olayınıza dair birebir içtihata ulaşamadığımı üzülerek belirtmek isterim.
ancak kıyasen işinize yarayabileceğini düşündüğüm, genel çerçevede inceleyebileceğiniz ve yukarıda tam metinlerini sunduğumuz içtihatlara ulaşmış bulunuyorum.

Saygılar...
Old 26-02-2011, 13:00   #5
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan harkan
vekalet görevinin kötüye kullanılması durumunda taşınmazı satın alan 3. kişinin iyiniyetli olması halinde vekile yönelik taşınmaz bedeline ilişkin(ayni bir talep değil) alacak talebi 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi midir?

bazı yargıtay kararlarında " vekalet görevinin kötüye kullanılmasına bağlı davalar zamanaşımına tabi değildir" gibi genel bir ibare var, ancak bazı yargıtay kararlarında ise 5 yıllık zamanaşımından söz edilmekte, acaba zamanaşımı söz konusu mudur?

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 08.03.2010 T., Esas: 2009/9785, Karar: 2010/2745: "Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı, G____ köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, vekilin uzun zaman geçmesine rağmen kendisine bilgi vermediğini, yaptığı araştırmada davalının 19.04.2001 tarihinde bu yerleri M____'e sattığını öğrendiğini, davalının satış bedelini kendisine ödemediğini, taşınmazların bedelinin tapuda gösterilen bedelden çok fazla olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 6.000.00 YTL'nin satış tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini istemiştir.

Davacı, 08.09.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 YTL arttırmıştır.

Davalı, gerek asıl alacak için gerekse ıslah ile arttırılan kısım yönünden davanın zamanaşımına uğradığını, 15 parselin davacının kendisine olan borcu için satıldığını, 16 parseli kendisinin satmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, ıslah talebi de değerlendirilerek 10.989.40 YTL'nin 19.04.2001 satış tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Davacının, G____ Noterliğinde düzenlenen 02.03.2001 tarihli vekaletname ile münhasıran G____ ilçesi, G____ köyü, 35 pafta, 136 ada 15 parsel sayılı 459 m2 yüzölçümlü arsa ile 35 pafta, 136 ada 16 parsel sayılı 446 m2 yüzölçümlü 2 adet arsadaki hisselerinin satışı için davalıyı vekil tayin ettiği, davalının 14.04.2001 tarihinde her bir taşınmazı 1.000.000.000 TL olmak üzere toplam 2.000.000.000 TL'ye M____'e satıp, satış bedelini aldığı, ancak davacıya ödemediği dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi bu hususlar mahkemenin de kabulündedir.

Davacının satış bedelinin kendisine ödenmediği gerekçesiyle davalı vekil aleyhine 19.10.2007 tarihinde açtığı davada, davalı zamanaşımı def'inde bulunmuş, mahkemece, davacının satış işlemini 2007 yılında öğrendiği, dava tarihi itibariyle BK'nın 126. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle zamanaşımı def'i reddedilmiştir.

BK'nın 126. maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımı süresi 5 yıldır, BK'nın 128. maddesi müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar. Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruruzaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder" düzenlemesini getirmiştir. Bu yasal düzenlemenin açıklığı karşısında BK'nın 101. maddesi gereğince temerrüt için muaccel bir alacak ve ihtar gerekse de zamanaşımının başlaması için temerrüde düşürülmek zorunlu değildir. Borcun muaccel olması yeterlidir.

Muacceliyet, alacaklının borçludan, borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir ( Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1999 Baskı, Cilt 2, sayfa 1081 ). Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez. Borcun yerine getirilmesi vadeye bağlı değilse borcun doğması ile birlikte borç muaccel olur ( BK 74 ).

Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vukubulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar. BK'nın 66. maddesi gereğince sebepsiz zenginleşmede 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın verdiğini, istirdada hakkı olduğuna ıttıla kesbetmesi gerekir. Haksız fiilde zamanaşımı düzenleyen BK'nın 60. maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın zarar ve fiile ıttıla kesbetmesi gerekir. Oysa sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımının başlaması için BK 60 ve 66. maddelerindeki ilkelerden ayrılmış, zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterli görülmüş, alacaklının muacceliyetten haberdar olmasına dahi gerek görülmemiştir. Bilgi sahibi olup olmama zamanaşımının başlangıcı bakımından önem taşımaz ( Turgut Uygur, Borçlar Kanunu 2. Cilt, 1990, sayfa 655 ).

Doktrinde de; Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler adlı eserinin 1273. sayfasında; zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlayacağı, süresinin işlemeye başlaması için alacaklının alacağından haberdar olmasına veya haberdar olmak zorunda bulunması şart değildir. Ancak haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme davalarında 1 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için davacının alacağından haberdar olması gerekir. Sözleşmeden doğan ifa taleplerinde zamanaşımı temerrüden gerçekleştiği anda değil, muacceliyetin gerçekleştiği anda işlemeye başlayacağını kabul etmiştir.

Andrea von Tuhr, Borçlar Hukuku ( çeviren Cevat Edege ) 1983 bası adlı eserinin 693. sayfasında, sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda "müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar." Yani alacaklının alacağını teçhiz eden mütalebe hakkını kullanabileceği ve edayı isteyebileceği andan itibaren işlemeye başlar. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda müruruzaman alacağın doğması ile beraber işlemeye başlar dedikten sonra müruruzamanın cereyana başlaması için alacaklının mütalebe hakkına veya bunun muacceliyetine vakıf olması zaruri değildir. Kanun vazıın BK 60 ve 66. maddelerde olduğu gibi durumlarda alacaklının hadiselere vakıf olma keyfiyetini kabul etmiş, bu istisnalar dışında borçlunun borcuna vakıf olup olmadığını aramaya lüzum yoktur. Borçlu suiniyet sahibi olsa dahi müruruzamana istinad edebilir düşüncesindedir.

Avukatlık Kanunu'nun 40. maddesi, vekalet sözleşmesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresinden ayrı bir yıllık zamanaşımı süresi getirmiştir. Buna göre "İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanarak vekalete karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer" demiştir. Yasanın bu hükmü ile Avukatlık Kanunu'nda avukata karşı açılan tazminat istekleri için BK'nın 60 ve 66. maddesi hükümlerine paralel olarak öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir.

Şayet yasa koyucunun amacı vekalet sözleşmelerde öğrenme tarihini zamanaşımının başlangıcı olarak kabul etmek olsa idi bu hususu yasaya açıkça koyardı. Bu nedenle vekalet akdinde zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterlidir.

BK 392/2. maddesinde "vekil zimmetinde kalan paranın faizini de vermeye mecburdur" demiştir. Vekilin, müvekkil adına tahsil ettiği para için temerrüde düşmesine gerek olmadan tahsil tarihinden itibaren faiz ödemek zorunda kalması paranın tahsil tarihi itibariyle alacağın muaccel olduğunun kabulünü gerektirir.

Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. ( 13. HD 16.11.1982 tarih 6260- 6864; 13. HD 29.09.1994 tarih 1994/7367-8067; 13. HD 21.03.1996 tarih 1996/1968-2753 sayılı kararları )

Öte yandan somut olayda tapu sicilinin aleni olması nedeniyle davacı her zaman adına kayıtlı taşınmazın satılıp satılmadığını, satılmışsa hangi tarihte satıldığını öğrenebilecek durumda olduğu gibi müvekkil vekilden her zaman hesap isteyebilir. Hesap verilmezse azledebilir, vekalet akdinin münhasıran iki adet taşınmaz satışı için yapıldığı gözetildiğinde, satışla birlikte davacı, satış bedelini davalıdan isteyebilir.

Kaldı ki, mahkeme vekil tarafından satılan taşınmazların bedeli ile ilgili olarak dava veya temerrüt tarihindeki değerini değil, satış tarihindeki değerini esas almıştır. Bu değerlendirme ilke olarak doğrudur. Çünkü satış tarihi itibariyle alacak muaccel olacaktır. Bu nedenle de zamanaşımının başlangıcı satış tarihi olmalıdır.

Yapılan bu açıklamalar gözetildiğinde taşınmazların satış tarihi 19.04.2001'de alacak muaccel hale gelmiş, bu davanın açıldığı 19.10.2007 tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

2- Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı lehine BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 08.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY :

Davacı, G____ Köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, davalının hesap ve bilgi vermediğini, daha sonra yaptığı araştırmada davalının taşınmazını 19.04.2001 tarihinde dava dışı M____'e sattığını öğrendiğini, taşınmaz bedelinin tapuda gösterilen bedelden fazla olduğunu ileri sürerek 6.000 TL'nin tahsilini istemiş, ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 TL'ye çıkarmıştır.

Davalı, zamanaşımı nedeniyle davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, ıslah talebi de nazara alınarak 10.989.40 YTL'nin faizi ile tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Yukarıda da kısaca özetlendiği gibi dava, vekilin yaptığı işlemler nedeni ile hesap verme yükümlülüğüne ilişkin olup, taraflar arasındaki uyuşmazlık, vekilin satış nedeni ile elde ettiği para ile ilgili ve yine, satılan taşınmazın gerçek değerinin daha yüksek olduğu halde tapuda düşük gösterilmesi nedeni ile vekilin sorumluluğuna ilişkin davada zamanaşımı başlangıcının ne zaman olacağı konusundadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımının alacağın muaccel olduğu tarihten başlayacağı tartışmasızdır. BK'nın 74. maddesi gereğince, borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile alacak muaccel olur, yine BK'nın 128. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Ne var ki, vadeye tabi olmayan iade borçlarında (vedia, vekalet gibi) borcun ne zaman doğacağı ihtilaflıdır. Bu konuda gerek yargı, gerekse doktrinde görüş birliği yoktur. Bir görüşe göre gerek vediada ve gerekse vekalete zamanaşımı tevdi tarihinden başlar. Bir diğer görüşe göre ise, vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlamalıdır ( Turgut Uygur, Açıklamalı İçtihatlı Borçlar Kanunu 4. Cilt, sh. 4157 ). Turgut Uygur sözü edilen eserinde 30.04.1940 gün, 31/47 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına da atıfta bulunarak ikinci görüşü, yani zamanaşımının vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlaması gerektiğini belirtmiştir. Eraslan Özkaya tarafından da, zamanaşımı başlangıç tarihinin vekalet sözleşmesinin son bulma tarihi olduğu hususunda baskın görüş bulunduğu kabul edilmiştir ( Eraslan Özkaya, Vekalet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, sh. 543 ). Diğer taraftan Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku ( Özel Borç İlişkileri ) isimli kitabının II. Cildinin 508. sayfasında İsviçre Federal Mahkemesi kararına da atıfta bulunmak suretiyle vekalet sözleşmelerinde taraflar arasında vekalet ilişkisi devam ettiği sürece vekilin kendisine tevdi edilen kıymetleri saklamak ve idare etmek yükümlülüğü bulunduğundan zamanaşımı süresinin işlemesinden söz edilemeyeceğine vurgu yapmıştır. Yine sayın çoğunluk tarafından, vekilin temsil ettiği paraya tahsil tarihinden itibaren faiz yürütüldüğüne göre, zamanaşımı başlangıcının da işlem tarihi olması gerektiği sonucuna varılmış ise de, vekilin bir yükümlülüğü de derhal hesap verme borcu olup, vekil derhal hesap verme borcu ve sorumluluğu nedeni ile tahsil ettiği tarih itibariyle temerrüt halindedir. Bu nedenledir ki, vekilin üzerinde kalan parasını müvekkiline faizi ile geri verme borcu, para borçlarına sözleşmesiz faiz yürütülmeyeceği kuralının bir istisnasıdır ( Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.03.1962 tarih ve 1961/7258 E., 2904 K. sayılı kararı ).

Taraflar arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı açıktır. Vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. BK'nın 392. maddesi hükmü gereğince, vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet vekilin hesap vermesi ile veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Bu ilkeler Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi'nin 11.06.2009 tarih ve 2009/7997-10103 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Yine, Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin yerleşik içtihatlarında da ( 15. HD 17.03.1976 tarih E. 5464 K. 1210, 01.12.1977 tarih, E. 1984 K. 2162 ) yüklenicinin sorumluluğunda zamanaşımı başlangıcının eserin teslim alma tarihi olduğu benimsenmiştir.

Gerçekten de, vekalet ilişkisi aynı zamanda aşırı güvene dayalı bir sözleşme ilişkisi olup, müvekkil vekiline güven duymak zorundadır. Vekilden ikide bir hesap istenmesi taraflar arasındaki güven ilişkisini zedeler. Bir taşınmazın satışı hususunda güvene dayalı bir vekalet sözleşmesi kurulduktan sonra müvekkilin devamlı tapuya gidip taşınmazının güncel durumunu sorgulaması vekalet ilişkisinin yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmayacağı gibi, hayatın olağan akışına da uygun düşmez. Şunu da belirtmek gerekir ki, zamanaşımı borcu söndüren bir savunma değil, bir ödemezlik defidir. Tereddüt olduğu hallerde zamanaşımı kurallarının daima alacaklı lehine yorumlanması gerekir. Aksi halde vekalet görevini kötüye kullanan, taşınmaz bedelini tapuda düşük gösterdiği sabit olan ve bunun dahi hesabını vermeyen kişiler ödüllendirilmiş olur.

Böyle olunca, delilleri ve zamanaşımı ile ilgili hukuk kurallarını isabet ile yorumlayan ve sonuca giden mahkeme kararının onanması düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluk kararına katılamıyoruz.
Üye H. Kara Üye M. Duman"

Saygılar...
Old 26-02-2011, 17:16   #6
harkan

 
Varsayılan

karar için teşekkürler Sn. Öksüz, o halde "vekalet görevinin kötüye kullanılmasından doğan davalar zamanaşımına tabi değildir" ibaresini tazminat ve taşınmazın aynına ilişkin davalar için yorumlayacağız,

yukarıda Sn Öksüz'ün eklediği kararda davacı taşınmaz bedelini değil de bedelin kendisine ödenmemesinden dolayı tazminat talep etseydi sonuç ne olurdu acaba? gerek alacak gerekse tazminat taleplerinin konusu belirli miktar para, ancak hukuki sebepleri farklı, çok ince bir ayrım gerçekten dava açarken çok dikkat etmek lazım sanırım, aşağıda taşınmazın aynı ve buna bağlı TAZMİNAT alacağı için zamanaşımının söz konusu olmayacağına yönelik bir karar,


T.C.
YARGITAY
Birinci Hukuk Dairesi
Esas No
: 2005/6561
Karar No
: 2005/6917
Tarih
: 8.6.2005

ÖZET :
Mülkiyetten kaynaklanan hak istekleri ile vekaletgörevininkötüyekullanılması iddiasına dayalı ayın istekli davaların bir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebilmesi olanaklıdır.
Vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
DAVA :
Taraflar arasında görülen davada; Davacı, paydaşı bulunduğu 4 parsel sayılı taşınmazda kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapmak üzere diğer paydaşlarla birlikte dava dışı müteahhit Faruk Güven ile anlaştıklarını ve bu konuda davalıya vekaletname verdiğini, ancak sözleşmeye göre kendisine isabet eden çekişmeli daireyi, davalının vekalet aktine aykırı davranarak üzerine geçirdiğini ileri sürmüş, tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tazminat istemiştir.
Davalı, Borçlar Kanununun 126. maddesine göre 5 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini; davalının kendisine düşen daireye satış vaadi sözleşmesi ile yükleniciye sattığını, davada aktif husumeti bulunmadığını, ayrıca dava konusu edilen daireyi Süs Bitkileri Ltd. Şti.den bedelini ödeyerek satın aldığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, Borçlar Kanununun 126/4 maddesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Murat Ataker'in raporu okundu, düşüncesi alındı.
Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR :
Dava, tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın eser sözleşmesinden doğan alacakdavası niteliğinde bulunduğu ve Borçlar Kanununun 126/4. maddesindeki zamanaşımı süresinin geçtiğinden bahisle reddine karar verilmiştir.
Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada vekalet aktinin kötüyekullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı açıkça anlaşılmaktadır.
Öncelikli istek ayna yöneliktir. Tazminat buna bağlantılıdır. Mülkiyetten kaynaklanan hak istekleri ile vekaletgörevininkötüyekullanılması iddiasına dayalı ayın istekli davaların bir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebilmesi olanaklıdır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden ( resen )göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
SONUÇ :
Hal böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde soruşturma yapılarak tüm delillerin toplanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 8.6.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 26-12-2011, 21:13   #7
Avukat Kamer Akgül

 
Varsayılan Vekilin temsilcisi için alması gereken gayrimenkulü annesine aldırması

Merhaba,

Almanya'da yaşayan müvekkil Türkiye'deki kaynına gayrimenkul alımına özel vekaletname veriyor. Müvekkil, vekiline yüklü miktarda para göndererek kendisi için vekilinin İstanbul'da 103 dönüm arsa satın almasını istiyor. Vekil bu arsanın 60 dönümünü müvekkil adına satın alıyor fakat geri kalan 43 dönümünü yanında yaşayan yaşlı annesi satın almış gibi tapuda işlem yaptırıp bu 43 dönümün annesinin adına tescilini sağlıyor. Vekilin annesi yaşlı ve hiçbir çalışmışlığı olmayan, vekilin yardımı ile yaşayan birisi. Bu durumda açacağım tapu iptali tescil olmadığı takdirde bedel iadesi davasında vekilin yanında onun annesini de davalı olarak gösterebilir miyim? Vekil ile annesinin kötüniyetli olarak ortak hareket ettikleri ortadadır. Bu durumda vekilin annesi için kötüniyetli 3. kişi diyebilir miyiz? VEKİLİN ANNESİNİN ADINA OLAN 43 DÖNÜMDE VEKİL MÜVEKKİLDEN ALDIĞI VEKALETNAMEYE DAYANARAK HERHANGİ BİR İŞLEM YAPMAMIŞ, YANİ BU 43 DÖNÜMÜ VEKİL ANNESİNİN ADINA SATIN ALMAMIŞ, ANNE KENDİ ADINA SATIN ALMIŞ GİBİ GÖZÜKÜYOR.

Bilgi ve tecrübelerinizi, varsa yüksek mahkeme kararlarını paylaşabilirseniz sevinirim.
Old 26-12-2011, 21:33   #8
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Değerli meslektaşım,
elbetteki sizin anlatımlarınız doğrudur, ancak tarafrların anlaşmalarının ne kadarı yazılı senede raptedilmiştir.
Davalı derse ki, ( en yalın olarak) bana para gönderdi, bende parasına yetecek miktarda kendisine 60 dönüm tarla/arsa aldım. Annem de bu işlemi gördü, heveslendi, yastık altındaki parasından o da kendisine aldı.
İş, bana göre karmaşıktır. Kolaylık ve başarılar dilerim.
Old 26-12-2011, 21:57   #9
Avukat Kamer Akgül

 
Varsayılan

Değerli Meslektaşım,

Bahsettiğim olaydaki vekilö düşük gelirli bir işte çalışan birisiyse ve kendisinin yanında yaşayan, herhangi bir çalışması ve maaşı olmayan, yakın zamanda köyden İstanbul'a göç eden annesinin 1.200.000 TL.ye yer satın almasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu noktasında davada şansımız olmaz mı dersiniz? Müvekkil tarafından vekile gönderilen para 3.000.000 TL. ise ve müvekkil adına alınan yerler tapuda 635.000 TL. ye satın alınmışsa, gerek müvekkil adına alınan yerin, gerekse vekilin annesinin adına alınan yerlerin alım tarihlerinin aynı olması gibi illiyet bağlarından açılan davada şansımız yüksek olmaz mı acaba?

İlginize teşekkür ediyorum.
Old 27-12-2011, 08:16   #10
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Avukat Kamer Akgül
Değerli Meslektaşım,

Bahsettiğim olaydaki vekilö düşük gelirli bir işte çalışan birisiyse ve kendisinin yanında yaşayan, herhangi bir çalışması ve maaşı olmayan, yakın zamanda köyden İstanbul'a göç eden annesinin 1.200.000 TL.ye yer satın almasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu noktasında davada şansımız olmaz mı dersiniz? Müvekkil tarafından vekile gönderilen para 3.000.000 TL. ise ve müvekkil adına alınan yerler tapuda 635.000 TL. ye satın alınmışsa, gerek müvekkil adına alınan yerin, gerekse vekilin annesinin adına alınan yerlerin alım tarihlerinin aynı olması gibi illiyet bağlarından açılan davada şansımız yüksek olmaz mı acaba?

İlginize teşekkür ediyorum.

Bu ayrıntılar karşısında, şansınızın yüksek olacağına inanıyorum, kolay gelsin. Değerli meslektaşlarım, bununla ilgili örnek kararlar ekleyebilirler se daha da yararlanacağız.

Bu konuda bilebildiğim kitaplar:
1- Sn. Eraslan Özkaya, "Vekalet Sözleşmesinin kötüye kullanılması",
2- Yargıtayca da atıf yapılan,
Prof. Dr. Turan Esener'in " Selahiyete müsteniden temsil"
Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku ( Özel Borç İlişkileri ) isimli kitaplardır.

Öte yandan vekilin annesi, vekilin kötü niyetle hareket ettiğini bilen ya da en azından bilmesi gereken kişidir.
Bu durumda açılacak dava, yalnız vekile, vekil ile birlikte annesine, ya da doğrudan kötü niyetli üçüncü kişi olan anneye karşı açılabilir.
Ne var ki, davanın, haksız fiil mi, tazminat mı, tapu iptali ve tescil mi olacağı, benim açımdan, somut olayı tüm incelikleri ile birlikte adı geçen kitaplardan yapacağım inceleme ve araştırma sonucunda ortaya çıkacağını belirtmeliyim. Kolay gelsin.
Old 27-12-2011, 08:42   #11
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Avukat Kamer Akgül
Merhaba,

Almanya'da yaşayan müvekkil Türkiye'deki kaynına gayrimenkul alımına özel vekaletname veriyor. Müvekkil, vekiline yüklü miktarda para göndererek kendisi için vekilinin İstanbul'da 103 dönüm arsa satın almasını istiyor. Vekil bu arsanın 60 dönümünü müvekkil adına satın alıyor fakat geri kalan 43 dönümünü yanında yaşayan yaşlı annesi satın almış gibi tapuda işlem yaptırıp bu 43 dönümün annesinin adına tescilini sağlıyor. Vekilin annesi yaşlı ve hiçbir çalışmışlığı olmayan, vekilin yardımı ile yaşayan birisi. Bu durumda açacağım tapu iptali tescil olmadığı takdirde bedel iadesi davasında vekilin yanında onun annesini de davalı olarak gösterebilir miyim? Vekil ile annesinin kötüniyetli olarak ortak hareket ettikleri ortadadır. Bu durumda vekilin annesi için kötüniyetli 3. kişi diyebilir miyiz? VEKİLİN ANNESİNİN ADINA OLAN 43 DÖNÜMDE VEKİL MÜVEKKİLDEN ALDIĞI VEKALETNAMEYE DAYANARAK HERHANGİ BİR İŞLEM YAPMAMIŞ, YANİ BU 43 DÖNÜMÜ VEKİL ANNESİNİN ADINA SATIN ALMAMIŞ, ANNE KENDİ ADINA SATIN ALMIŞ GİBİ GÖZÜKÜYOR.

Bilgi ve tecrübelerinizi, varsa yüksek mahkeme kararlarını paylaşabilirseniz sevinirim.

Vekil, müvekkiline hesap vermek zorundadır.(BK.392) Bu madde üzerinden de hareket edebilirsiniz.

103 dönümlük yerin 43 dönümünü annesi adına almışsa demek ki 60 dönümlük yerin fiyatı 3.000.000 TL olamaz. aradaki farkın hesabını vekil vermek zorundadır.
Old 27-12-2011, 12:46   #12
Avukat Kamer Akgül

 
Varsayılan

Sayın Dikici,

Müvekkil kendi adına 103 dönüm alınması iradesi ile vekaletname veriyor, yani aradaki para farkı önemli değil. Hedefimiz vekilin annesinin almış gibi gözüktüğü 43 dönüme ilişkin kaydı iptal ettirip müvekkil adına tescil ettirmek. Bu arada bu 43 dönümü vekil annesinin yerine satın almamış, annesi kendi adına satın almış gibi işlem yapılmış.
Old 27-12-2011, 12:51   #13
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Devamla, ben de Sayın Dikici'ye sorayım.
Vekil, kendi adına da almış olabilirdi; annesi doğrudan kendi üzerine almış (hayatın olağan akışına ve umumi hayat tecrübelerine aykırı olarak).

Ancak, her iki durumda da bu konudaki yargısal uygulamalar, tapu kaydının iptaline cevaz veriyor mu?
Saygılarımla.
Old 27-12-2011, 16:42   #14
İlhan_ERDEN

 
Varsayılan

Daha iyi anlayabilmek için;

1-Müvekkil, 103 dönüm yer alması için vekaletname vermiş; vekaletnamede bu husus açıkça belirtilmiş mi, hangi arazilerin alınacağı gösterilmiş mi...

2--Müvekkilin ödediği toplam paranın, 103 dönümün karşılığı olduğu, aradaki ilişki (vekil-müvekkil) bakımından ispatlanabilir mi, ya da daha açık ifadeyle vekil, aldığı paranın, sadece 43 dönmün bedeli olduğunu iddia edebilir mi...

3--Vekilin müvekkile alldığı taşınmazın (gerçek) bedelinin satıcıya ödenme şekli...
Old 27-12-2011, 17:42   #15
Avukat Kamer Akgül

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan İlhan_ERDEN
Daha iyi anlayabilmek için;

1-Müvekkil, 103 dönüm yer alması için vekaletname vermiş; vekaletnamede bu husus açıkça belirtilmiş mi, hangi arazilerin alınacağı gösterilmiş mi...

2--Müvekkilin ödediği toplam paranın, 103 dönümün karşılığı olduğu, aradaki ilişki (vekil-müvekkil) bakımından ispatlanabilir mi, ya da daha açık ifadeyle vekil, aldığı paranın, sadece 43 dönmün bedeli olduğunu iddia edebilir mi...

3--Vekilin müvekkile alldığı taşınmazın (gerçek) bedelinin satıcıya ödenme şekli...

Merhaba Üstad,

Öncelikle ilginize teşekkür ediyorum. Yalnız müvekkilimden yeni aldığım bir bilgi sebebiyle bu ana kadar ve bundan sonra verilen cevaplarda galiba lehe değişiklikler olacaktır. Bu anlamda konuyu netleştirmeden soruyu farklı yazdığım için kusura bakmayın.

Daha önceki yazdıklarımda vekilin annesinin adına olan 43 dönümün, vekilin annesinin kendi adına satın almış olduğunu yazmıştım. Fakat şu an aldığım bilgiye göre; satış esnasında müvekkil de tapu sicil müdürlüğünde bulunuyormuş ve vekilinin annesi ise o esnada tapu dairesinde değilmiş. Vekil belliki tapudaki memurlarla önceden görüşmüş ve müvekkilin satış merasiminden uzak bırakılması yönünde memurlarla ortak karar alınmış. Tapu dairesindeki memurlar satış esnasında müvekkile; kendisine ihtiyaç duyulmadığını, vekilinin olduğunu, dolayısıyla dışarda beklemesi gerektiğini kendisine söylemişler ve müvekkil de dediklerine uyarak dışarıya çıkmış. YANİ VEKİL ANNESİNDEN DE GAYRİMENKUL ALIMINA ÖZEL VEKALETNAME ALARAK MÜVEKKİL ADINA ALIM YAPTIĞI ESNADA MÜVEKKİL ADINA ALMASI GEREKEN 103 DÖNÜMDEN, 60 DÖNÜMÜ MÜVEKKİL ADINA, 43 DÖNÜMÜ İSE ANNESİNİN ADINA SATIN ALMIŞ.

1. Sorunuzun cevabı: Hayır, klasik gayrimenkul alımına özel vekaletname çıkarılmış
2. Sorunuzun cevabı:Vekil aldığı paranın 60 dönüm için olduğunu iddia edebilir mi demek istediniz herhalde. Zira müvekkile alınan kısım 60 dönüm, vekilin annesinin adına aldığı gayrimenkul 43 dönüm. Vekilin bu iddiada bulunacağı kuvvetle muhtemel.
3. Sorunuzun cevabı: Bu noktada lehimize çok sağlam deliller var. Çünkü satıcıya ödenen para tapudaki formalite satış değeri üzerinden değil, gayrimenkulün gerçek değeri üzerinden. Yani müvekkilin ödemiş olduğu 3.000.000 TL. nin tamamı çek ile ödenmiş ve satıcı sorunsuz parasını bankalardan alabilmiş.

İlgi ve yardımlarınız için çok teşekkür ediyorum.

Saygılarımla
Old 27-12-2011, 17:52   #16
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Diğer bir anlatımla, vekil, aynı tapuda ve aynı zamanda, işlem yaparken, 60 dönümü kendisine vekalet veren adına vekaleten alırken, 43 dönümü de kendisi ile el ve iş birliği içinde hareket eden kendi annesi adına, bu sefer de annesinden almış olduğu vekâlete istinaden alıyor.
İmdi; bütün mesele şudur ki, tüm yukarıdaki hususlar ispat edildiği takdirde, ANNE ADINA KAYITLI 43 DÖNÜMÜN TAPUSU İPTAL EDİLEREK, PARAYI GÖNDEREN, (VEKİL EDEN) ADINA, TESCİL YAPILIR MI. Saygılarımla.
Old 28-12-2011, 07:54   #17
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Avukat Kamer Akgül
Sayın Dikici,

Müvekkil kendi adına 103 dönüm alınması iradesi ile vekaletname veriyor, yani aradaki para farkı önemli değil. Hedefimiz vekilin annesinin almış gibi gözüktüğü 43 dönüme ilişkin kaydı iptal ettirip müvekkil adına tescil ettirmek. Bu arada bu 43 dönümü vekil annesinin yerine satın almamış, annesi kendi adına satın almış gibi işlem yapılmış.


Alıntı:
Yazan C_OKYAY
Devamla, ben de Sayın Dikici'ye sorayım.
Vekil, kendi adına da almış olabilirdi; annesi doğrudan kendi üzerine almış (hayatın olağan akışına ve umumi hayat tecrübelerine aykırı olarak).

Ancak, her iki durumda da bu konudaki yargısal uygulamalar, tapu kaydının iptaline cevaz veriyor mu?
Saygılarımla.

Alıntı:
Yazan C_OKYAY
İmdi; bütün mesele şudur ki, tüm yukarıdaki hususlar ispat edildiği takdirde, ANNE ADINA KAYITLI 43 DÖNÜMÜN TAPUSU İPTAL EDİLEREK, PARAYI GÖNDEREN, (VEKİL EDEN) ADINA, TESCİL YAPILIR MI. Saygılarımla.

Alıntı:
Yazan Av.Kamer Akgül
müvekkilimden yeni aldığım bir bilgi sebebiyle bu ana kadar ve bundan sonra verilen cevaplarda galiba lehe değişiklikler olacaktır. Bu anlamda konuyu netleştirmeden soruyu farklı yazdığım için kusura bakmayın.

Daha önceki yazdıklarımda vekilin annesinin adına olan 43 dönümün, vekilin annesinin kendi adına satın almış olduğunu yazmıştım. Fakat şu an aldığım bilgiye göre; satış esnasında müvekkil de tapu sicil müdürlüğünde bulunuyormuş ve vekilinin annesi ise o esnada tapu dairesinde değilmiş. Vekil belliki tapudaki memurlarla önceden görüşmüş ve müvekkilin satış merasiminden uzak bırakılması yönünde memurlarla ortak karar alınmış. Tapu dairesindeki memurlar satış esnasında müvekkile; kendisine ihtiyaç duyulmadığını, vekilinin olduğunu, dolayısıyla dışarda beklemesi gerektiğini kendisine söylemişler ve müvekkil de dediklerine uyarak dışarıya çıkmış. YANİ VEKİL ANNESİNDEN DE GAYRİMENKUL ALIMINA ÖZEL VEKALETNAME ALARAK MÜVEKKİL ADINA ALIM YAPTIĞI ESNADA MÜVEKKİL ADINA ALMASI GEREKEN 103 DÖNÜMDEN, 60 DÖNÜMÜ MÜVEKKİL ADINA, 43 DÖNÜMÜ İSE ANNESİNİN ADINA SATIN ALMIŞ.

1. Sorunuzun cevabı: Hayır, klasik gayrimenkul alımına özel vekaletname çıkarılmış
2. Sorunuzun cevabı:Vekil aldığı paranın 60 dönüm için olduğunu iddia edebilir mi demek istediniz herhalde. Zira müvekkile alınan kısım 60 dönüm, vekilin annesinin adına aldığı gayrimenkul 43 dönüm. Vekilin bu iddiada bulunacağı kuvvetle muhtemel.
3. Sorunuzun cevabı: Bu noktada lehimize çok sağlam deliller var. Çünkü satıcıya ödenen para tapudaki formalite satış değeri üzerinden değil, gayrimenkulün gerçek değeri üzerinden. Yani müvekkilin ödemiş olduğu 3.000.000 TL. nin tamamı çek ile ödenmiş ve satıcı sorunsuz parasını bankalardan alabilmiş.

İlgi ve yardımlarınız için çok teşekkür ediyorum.

Saygılarımla

Ben şöyle düşünüyorum:

Anlatıma göre Müvekkil adına vekalet kullanılmak suretiyle satın alınan 60 Dönüm arazi nedeniyle, taraflarlar arasında;

- Bir vekalet ilişkisinin bulunduğu,

- Vekile taşınmaz satın alınması için para (=çek) verildiği veyahut çek doğrudan Satıcıya çek olarak müvekkil tarafından teslim edildiği, (bu konu sorudan anlaşılmıyor)

- Paranın tamamının Taşınmazı satana teslim edildiği

hususlarında tartışma yoktur.

Tartışma konusu (kanaatimce) müvekkil tarafından ödenen 3.000.000 TL'nin 60 Dönümlük arazi için mi yoksa 103 Dönümlük arazinin bedeli için mi ödendiği noktasındadır.

60 Dönümlük Arazinin satış tarihindeki rayiç değeri yaklaşık olarak 3.000.000 TL olarak tespit edilirse, bu durumda Davadan sonuç almak kanaatimce mevcut deliller gözetildiğinde mümkün olmayabilir. Yapılacak tespitte ödenen 3.000.000 TL'nin 103 Dönüm arazinin satış tarihindeki rayiç değerine tekabül ettiği anlaşılırsa, bu durumda vekaletin kötüye kullanıldığı ortaya çıkar.

Bu son durumda Vekaleti kötüye kullanan vekil ile (durumu bilerek) ilişkiye giren satıcı ve Taşınmazın 43 dönümlük bölümü kendi adına vekaleten alınan anne de muvazaa temelinde kötüniyetli kabul edilir. (Yargıtay'ın yerleşik kararları da bu yöndedir.)

Satıcı durumu bilmiyor, bilebilecek durumda bulunmuyor ise, satıcı bakımından akit geçerli sayılır.

Alıntı:
Yazan Yargıtay HGK. 93/1-460 E, 93/699 K. 3.11.1993
Vekil ile sözleşme yapan kişinin durumuna gelince; bu kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise, daha açık anlatımla vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet dene arasında bir iç sorun olarak kalır. Vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olmaz. Yapılan sözleşmenin iptali istenemez. Ne var ki üçüncü kişi kötü niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenini sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Sözkonusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hükmünün hakim tarafından kendiliğinden (re'sen) gözönünde tutulması zorunludur (Egger; İsviçre Medeni Kanunun şerhi giriş kişinin hukuk çeviren Çerniş sh.86, Ord.Prof.Dr.H.V.V Umumi Esaslar 1968 sh.345, Prof Dr.B.K.Medeni Hukuk yıl 1971 sh.102 Prof .Dr.J.G.A.Türk Medeni Hukuk-Medeni Kanunun başlangıç Hükümleri yıl 1973 sh.189-190 H.G.K. 6.10.1973 gün 1972/2-1677 esas 768 karar, 4.11.1964 gün 1963/D-2 esas 649 karar kullandığın bilen veya bilmesi gereken kişinin sözleşmenin geçerli olduğunu ileri sürmesi Medeni Kanunun 2. maddesi hükmü engel teşkil eder. Aksine düşünmek kötü niyeti teşvik etmek, enazından, ona göz yummak olur. Oysa bütün hukuk sisteminde kötü niyet korunmamış, daima mahkum edilmiştir (Egger; missbrach der Verteretungsmanont, Festgabe fün Wieland 1934 sh.63, Becker 1941 sh.169, Oser Schonenberger 1929, Türkçe tercümesi Seçkin Ankara 1947, Esener temsil 1961 sh.85 ve devamı, Tekinay sh.147, 148, H.G.K. 13.2.1974 gün 1973/T.524 E. 1974/103 K.18.9.1991 Tarih 1991/2-308 E.1991/418 K. Federal Mahkemenin çeşitli kararları).

Tersi durumda yukarıda alıntıladığım Yargıtay gerekçesi doğrultusunda müvekkil satıcı ile yapılan akdi de geçersiz sayıp verdiği parayı isteyebilir kanaatindeyim. Satış bedeli çek olarak ödendiğinden belli ki bu çeki keşide eden de vekalet veren müvekkildir.Yani paranın tamamının müvekkilden çıktığı bu suretle ortaya konabilecek durumdadır.

Annenin durumuna gelince, vekalet görevini kötüye kullandığı sabit olan vekilin, bir diğer vekaletname ile annesi adına aldığı taşınmazın 43 Dönümlük bölümünü annenin gelirinin olmaması ve bu çapta bir araziyi alabilecek konumda olmaması düşünüldüğünde, aslında vekilin anne ile giriştiği muvazaalı işlem temelinde taşınmazı kendi adına aldığı ama görünürde anne adına tesçil ettirdiği ileri sürülebilir.

1.) 43 Dönümlük arazi için, Davalıları Vekil ve anne göstererek vekaletin Kötüye kullanılması ve muvazaa nedenleri ile Tapu iptal ve tescil + Devrin önlenmesi için İhtiyati Tedbir istenebilir.

2.) (Satıcının muvazaaya dahil olup, kötü niyetli olduğunu ortaya koyabileceğinizi düşünüyorsanız) Davalılar olarak vekil ve Satıcıyı gösterip, vekaletin Kötüye kullanılması ve muvazaa nedenleri satıcı ile yapılan akdin feshi suretiyle tazminat davası düşünülebilir. (kanaatindeyim)

Not: Satıcıya açılacak dava bakımından vekalet ücreti riskini de göze alıp dava üçüne birden terditli de açılabilir diye düşünüyorum. Bu son durumda kanaatimce Satıcı da kendini kurtarmak için muhtemelen, taşınmaz bedelinin 103 dönüm için olduğunu, vekilin isteği üzerine bir bölümünü anne için sattığını, iç ilişkiyi bilemeyeceğini savunacaktır.
Old 28-12-2011, 13:43   #18
İlhan_ERDEN

 
Varsayılan

Alıntı:
Av.Mehmet Saim Dikici Tartışma konusu (kanaatimce) müvekkil tarafından ödenen 3.000.000 TL'nin 60 Dönümlük arazi için mi yoksa 103 Dönümlük arazinin bedeli için mi ödendiği noktasındadır.
60 Dönümlük Arazinin satış tarihindeki rayiç değeri yaklaşık olarak 3.000.000 TL olarak tespit edilirse, bu durumda Davadan sonuç almak kanaatimce mevcut deliller gözetildiğinde mümkün olmayabilir. Yapılacak tespitte ödenen 3.000.000 TL'nin 103 Dönüm arazinin satış tarihindeki rayiç değerine tekabül ettiği anlaşılırsa, bu durumda vekaletin kötüye kullanıldığı ortaya çıkar.

Aynen bu doğrultuda düşünüyorum.

Kesin olmamakla birlikte;

Satıcının, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmesi veya bilmesi gerektiğinin ispat edilecek olduğundan, satıcının kötüniyetinin ispatının kolay olmadığını, bu nedenle, satıcı aleyhine yöneltilecek husumetten, netice almanın -oldukça- zor olabileceğini;

Vekilin annesi için de aynı hususun geçerli olduğunu, bu şahsın bu taşınmazı satın alabilecek maddi durumunun olmadığının, tek başına kötüniyetin varlığını ispata yetmeyeceğini, iyi bir savunma ile, annenin sorumluluktan kurtulabilleceğini;

Vekil aleyhine açılacak dava -bedel/tazminat bakımından- ile ilgili olarak ise Sayın Av.Mehmet Saim Dikici tarafından değinilen, bedel-taşınmaz ilişkisi uyarınca neticeye kavuşabileceğinin, bir bilirkişi incelemesi ile bunun mümkün olduğunu, bu sebeple vekile yöneltilen husumetten, netice alınabileceğini;

Sayın C_OKYAY tarafından değinildiği üzere, tapu iptal/tescil ile ilgili talebin, yukarıdaki iyiniyet-kötüniyet ayrımına göre neticeye ulaşacak olması sebebiyle, -kanaatimce- çok kolay olmayacağını, iyiniyetin varlığının asıl kabul edileceği, kötüniyet ispat edilmedikçe -ki kayıt maliki annenin gelirin olmaması bence tek başına kötüniyetin varlığını ispata etmez-, anne adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesinin çok mümkün olmadığını ;

Ancak bu hususta tecrübeli meslektaşlarımızın fikirleri ile farklı yaklaşımlar da ortaya çıkabileceğini düşünüyorum.
Old 28-12-2011, 14:17   #19
İlhan_ERDEN

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan C_OKYAY
Ancak, her iki durumda da bu konudaki yargısal uygulamalar, tapu kaydının iptaline cevaz veriyor mu?
Saygılarımla.

YARGITAY 1.H.D. 2011/100 E. 2011/1967 K. 23.02.2011 Tarih

Davacı, kayden malik olduğu 174 ada 44 parselin mesken nitelikli 2 sayılı bağımsız bölümünü satması konusunda davalı M. U.'ya vekalet verdiğini, davalı M.'un vekalet görevini kötüye kullanarak, bilgisi dışında, değerinin çok altında taşınmazı diğer davalıya sattığını ve bedelini de ödemediğini, aradan 4 yıl geçtikten sonra durumu öğrendiğini, davalıların kötüniyetli olarak birlikte hareket ettiklerini ileri sürerek tapu iptal ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat isteğinde bulunmuştur.
...
Ancak; iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçimine göre davadaki isteklerden biri iptal ve tescil, diğeri ise, ilk talep sübut bulmadığı takdirde, taşınmazın değerinden kaynaklanan tazminat isteğine ilişkindir. Bu isteklerle açılan davada s. ve s. bir neticeye ulaşılabilmesi için husumetin kayıt maliki ile birlikte vekile de tevcih edilmesi asıldır. Gerçekten de araştırma neticesinde vekalet görevinin kötüye kullanılması olgusunun sübut bulması halinde vekil ile kayıt maliki arasında el ve iş birliği içerisinde hareket etmeleri sebebi ile iptal ve tescil isteğinin kabul edileceğine göre...
Old 29-12-2011, 09:14   #20
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Değerli meslektaşlarım,
Konuyu biraz sadeleştirelim; ben diyorum ki,
(M), şu taşınmaz malımı sat diye (V)'ye bir vekaletname veriyor. (V), yanlış yaparsa, ve alıcı (Ü) de durumu bilen veya bilmesi gereken ! kişi ise Vekalet veren dava açarak, Ü adına kayıtlı gayrimenkulün tapusunu iptal ettirerek kendi adına tescilini sağlayabiliyor; buraya kadar tamam, amennâ.

Somut olayda ise (M), taşınmazımı sat diye vekaletname vermiyor. Benim adıma taşınmaz al diye vekaletname veriyor;
Parasını da vekile veya satıcıya ödüyor.
Vekil de vekalet akdi doğrultusunda tarlaların tamamını müvekkili adına alması gerekirken, yanlış yapıyor: bir kısmını müvekkili adına, kalanını da kendi annesi ( vekilin annesi) adına alıyor. Annenin de kötü niyetli olduğunu var sayalım.

ŞİMDİ, VEKİLİN VEKÂLETEN TAŞINMAZ SATTIĞI VE YANLIŞ YAPTIĞI DURUMLARDA TAPU İPTALİNE KARAR VERİMEKTE OLUP, VEKİLİN VEKALETEN TAŞINMAZ MAL ALDIĞI DURUMLARDA DA BU KURAL UYGULANIYOR MU ?
Benim, her hangi bir Yargıtay Kararları Proğramım bulunmamaktadır.Ulaşmam zordur. Tekrar saygılarımla.
Old 29-12-2011, 09:32   #21
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan C_OKYAY
Değerli meslektaşlarım,
Konuyu biraz sadeleştirelim; ben diyorum ki,
(M), şu taşınmaz malımı sat diye (V)'ye bir vekaletname veriyor. (V), yanlış yaparsa, ve alıcı (Ü) de durumu bilen veya bilmesi gereken ! kişi ise Vekalet veren dava açarak, Ü adına kayıtlı gayrimenkulün tapusunu iptal ettirerek kendi adına tescilini sağlayabiliyor; buraya kadar tamam, amennâ.

Somut olayda ise (M), taşınmazımı sat diye vekaletname vermiyor. Benim adıma taşınmaz al diye vekaletname veriyor;
Parasını da vekile veya satıcıya ödüyor.
Vekil de vekalet akdi doğrultusunda tarlaların tamamını müvekkili adına alması gerekirken, yanlış yapıyor: bir kısmını müvekkili adına, kalanını da kendi annesi ( vekilin annesi) adına alıyor. Annenin de kötü niyetli olduğunu var sayalım.

ŞİMDİ, VEKİLİN VEKÂLETEN TAŞINMAZ SATTIĞI VE YANLIŞ YAPTIĞI DURUMLARDA TAPU İPTALİNE KARAR VERİMEKTE OLUP, VEKİLİN VEKALETEN TAŞINMAZ MAL ALDIĞI DURUMLARDA DA BU KURAL UYGULANIYOR MU ?
Benim, her hangi bir Yargıtay Kararları Proğramım bulunmamaktadır.Ulaşmam zordur. Tekrar saygılarımla.

Muvazaanın tarafı olan kişilerin alıcı veya satıcı olmasının işlemin muvazaalı olması noktasında bir farkı yok. Bu itibarla Alıcı adına vekaleten hareket eden şahsın satıcı ile muvazaalı (danışıklı) işlem yapması da mümkündür.
Old 29-12-2011, 10:18   #22
Cumhur Okyay

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
Muvazaanın tarafı olan kişilerin alıcı veya satıcı olmasının işlemin muvazaalı olması noktasında bir farkı yok. Bu itibarla Alıcı adına vekaleten hareket eden şahsın satıcı ile muvazaalı (danışıklı) işlem yapması da mümkündür.

Efendim,
Satıcının dürüst olduğunu ve vekilin onu kandırarark, aslında tamamını müvekkili adına satın alması gerekirken,bir kısmını da bu sefer kötü niyetli kendi annesinden aldığı vekaletnameye istinaden, kendi annesi üzerine aldığını (aynı tapuda aynı zamanda)kabul edersek, anne üzerine geçen bu tapu iptal mi edilecek, yoksa, hem anne ve hem de vekilden tazminat mı istenecek ; diğer bir anlatımla olayın özü, esası ve meramı, anne üzerindeki tapunun akibeti.?
Saygılarımla.
Old 29-12-2011, 10:32   #23
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan C_OKYAY
Efendim,
Satıcının dürüst olduğunu ve vekilin onu kandırarark, aslında tamamını müvekkili adına satın alması gerekirken,bir kısmını9 da bu sefer kötü niyetli kendi annesinden aldığı vekaletnameye istinaden, kendi annesi üzerine alması (aynı tapuda aynı zamanda), anne üzerine geçen bu tapu iptal mi edilecek, yoksa, hem anne ve hem de vekilden tazminat mı istenecek ; diğer bir anlatımla olayın özü, esası ve meramı, anne üzerindeki tapunun akibeti.?
Saygılarımla.

Soruyu soran meslektaşımızın asıl gayesi vekile karşı sorumluluk davası açmak yerine belli ki anne adına olan tapuyu iptal ettirmek… bu konuya yukarıdaki mesajlarından birisinde kendisi de değinmişti.

Benim kişisel düşünceme göre, muvazaa ispatlanmadıkça ne anne adına tescil edilen tapu iptal edilebilir ne de satıcı ile yapılan akit geçersiz sayılarak verilen paranın faizi ile birlikte iadesi istenebilir.

Muvazaa ispatlanabildiği takdirde ise her ikisi de mümkün. Bu konudaki görüşümü yukarıda bir başka mesajımda yani şu linkte: http://www.turkhukuksitesi.com/showp...9&postcount=17 yazmıştım.
Old 29-12-2011, 11:43   #24
İlhan_ERDEN

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan C_OKYAY
Efendim,
Satıcının dürüst olduğunu ve vekilin onu kandırarark, aslında tamamını müvekkili adına satın alması gerekirken,bir kısmını da bu sefer kötü niyetli kendi annesinden aldığı vekaletnameye istinaden, kendi annesi üzerine aldığını (aynı tapuda aynı zamanda)kabul edersek, anne üzerine geçen bu tapu iptal mi edilecek, yoksa, hem anne ve hem de vekilden tazminat mı istenecek ; diğer bir anlatımla olayın özü, esası ve meramı, anne üzerindeki tapunun akibeti.?
Saygılarımla.

Annesinin kötüniyeti ispat edilebiliyor ise, tapunun iptali mümkündür. Tabi bu kötüniyeti ispat biraz zor ama, incelediğim Yargıtay kararlarında, kötüniyetin varlığı için alıcının vekil ile işbirliği yaptığı hususunda delillerin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiş. Bu şekide kötüniyet ispat edilebilir ise, anne adına olan tapunun iptali gerekir kanaatindeyim.
Old 29-12-2011, 18:08   #25
Avukat Kamer Akgül

 
Varsayılan

Öncelikle kıymetli emekleriniz için çok teşekkür ediyorum.

Dün bu konu ile ilgili büro dışı yoğun görüşmelerim sebebiyle yazılanları ancak okuyabiliyorum. Akşama dikkatlice yazılanları tekrar okuyacağım ama şimdilik şunları yazabilirim.

Sayın Dikici, çek müvekkil tarafından doğrudan satıcıya verilmiş. Satıcıyla birlikte satış merasimine katılan satıcının vekilleri ile görüştüm. Satılan yerlerin metrekaresinin kaç liraya satıldığını satıcıların vekillerinden birinden elektronik posta yoluyla öğrendim. (Bu ara satıcının vekilinin elektronik posta ile biz arsaların metrekaresini şu kadar TL.ye sattık demesinin lehimize delil kuvveti nedir?). Gerçekten de müvekkilin çekle birebir satıcıya ödediği para 103 dönümün fiyatına denk geliyor. Yani müvekkil 103 dönüm için ödeme yapmış. Satıcılara ödenen paraların tamamını müvekkil ödüyor.

Bu durumda satıcılar da kötü niyetli olmazlar mı? Zira tüm arsalara denk gelen bedeli müvekilden alıyorlar ve fakat sattıkları arsaların 43 dönümünü müvekkilin vekilinin annesine satıyorlar.

Saygılarımla
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenine dayalı tapu iptal davası-delil Av.Günar Meslektaşların Soruları 2 28-04-2019 22:42
Taşınmaz Satımı Konusunda Vekaletin Kötüye Kullanılması ve Zamanaşımı Ersin KUŞ Meslektaşların Soruları 8 12-12-2018 16:47
Tapu İptal Tescil-Vekalet Akdinin Kötüye Kullanılması Kemosabe Meslektaşların Soruları 1 22-04-2010 21:33
Yedieminlik Görevinin Kötüye Kullanılması lethe Meslektaşların Soruları 2 24-03-2010 16:23
Vekalet ve kötüye kullanılması ipekasnuk Meslektaşların Soruları 0 23-06-2008 12:09


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10712099 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.