Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Ameliyathanesini kullandıran özel hastane sorumlumudur?

Yanıt
Old 29-09-2009, 20:25   #1
Av.Ömeroğlu

 
Varsayılan Ameliyathanesini kullandıran özel hastane sorumlumudur?

Doktor hatasından doğan maddi ve manevi zararların giderilmesi amacıyla adli yargıda açmayı düşündüğümüz tazminat davasında

-doktorun hastanenin resmi ve sözleşmeli çalışanı olmaması ve öğrendiğimiz kadarıyla sadece hastanenin aletleri ve ameliyathanesini kullandığı ve bu alet ve ameliyathane ile ilgili bir kusurun da(steril olmama,gerekli vasıfları taşımama gibi) somut olayda hastaneye yükletilememesi karşısında

hastaneyi hasım gösterme noktasında tereddüt etmekteyiz.
Böyle bir olayda hastane de kusurlu doktorla birlikte sorumlu olur mu?
Cevap olumlu ise sorumluluğunun yasal dayanağı ne olabilir?
Old 29-09-2009, 21:23   #2
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Sayın Ömeroğlu,
Müteselsil sorumluluğun şartları belirlidir. Kaynakları da belirlidir. BUna göre müteselsil borç ilişkisi ya hukuki işlemden doğar; ya da kanundan doğar. Hukuki ilişki de burada sözleşme veya tek taraflı işlem olabilir. Kanundan doğan teselsül ise Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu başta olmak üzere değişik kanunlardan kaynaklanabilmektedir. Aktarmış olduğunuz olayda da BK m. 50'nin uygulanabileceğini düşünüyorum. Zira ameliyathanenin kullandırılması durumunda da ortaya çıkan zararın birlikteliğinden bahsedilebileceğini düşünüyorum. Burda hastanenin ameliyathaneyi kullandırmakla, zararı veren kişiye araç sağladığı söylenebilir. Kanunda da "...feran methali olanlar..." ifadesi yer almaktadır. Saygılar...
Old 30-09-2009, 09:32   #3
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

2219 sayılı HUSUSİ HASTANELER KANUNU’nun 12.maddesine göre özel hastaneler dışarıdan gelen doktorlara izin vermek zorundadır. Ama hastaneler bu doktorların hatalarından sorumlu tutulmazlar.

Doktor hatası nedeniyle hastanenin sorumlu tutulması ancak adam çalıştıranın sorumluluğu çerçevesinde mümkündür. Dışarıdan gelen doktoru çalıştırmadığı için hastanenin sorumluluğu bulunmamaktadır.

2219 sayılı HUSUSİ HASTANELER KANUNU
MADDE 12 - Hususî hastaneler, almağa mezun oldukları hastalar için bu hastaların istedikleri hekimleri davete ve tedavinin bu hekimler tarafından yapılmasını kabule mecburdurlar. Eğer hastalar hariçten hekim getirmek arzu ve talep etmezlerse hastaneler bu vazifeyi birinci sınıf muvazzaf mütehassıs tabiplerine tevdi ederler. Bu mütehassıslar bakılması kendilerine tevdi edilen hastaların tedavisinden mesuldürler. Birinci sınıf mütehassıs mesul müdürler, kendi ihtisas şubeleri mütehassıslığını da üstlerine alarak yapabilirler.

Saygılarımla
Old 30-09-2009, 12:29   #4
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ömeroğlu
Doktor hatasından doğan maddi ve manevi zararların giderilmesi amacıyla adli yargıda açmayı düşündüğümüz tazminat davasında

-doktorun hastanenin resmi ve sözleşmeli çalışanı olmaması ve öğrendiğimiz kadarıyla sadece hastanenin aletleri ve ameliyathanesini kullandığı ve bu alet ve ameliyathane ile ilgili bir kusurun da(steril olmama,gerekli vasıfları taşımama gibi) somut olayda hastaneye yükletilememesi karşısında

hastaneyi hasım gösterme noktasında tereddüt etmekteyiz.
Böyle bir olayda hastane de kusurlu doktorla birlikte sorumlu olur mu?
Cevap olumlu ise sorumluluğunun yasal dayanağı ne olabilir?

Yargıtay, bir hastanede sürekli görevli olmayan bir doktor tarafından geçici olarak ameliyat yapılması halinde, doktor hatası nedeniyle Hastanenin kusursuz sorumluluğu olduğu düşüncesindedir.

Alıntı:
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 1982/7237
K. 1983/1783
T. 14.3.1983
• DOKTORUN MESLEK ALANI İÇİNDEKİ KUSURLARINDAN SORUMLULUĞU
• YÜKSEK SAĞLIK ŞURASI DÜŞÜNCESİNİN BAĞLAYICILIĞI
• HASTAHANENİN DOKTORDAN İSDİHDAM EDEN SIFATIYLA SORUMLU OLMASI
• İSTİHDAM EDENİN SORUMLULUĞU ( Hastahane - doktor )
818/m.41
DAVA VE KARAR : Davacı, davalı hastaneye böbrek ameliyatı olmak için anlaşarak yattığını, 20.4.1962 tarihinde davalı doktorun operasyonu tamamladığını, nevar ki, uzun yıllar ağrılarının kesilmemesi üzerine 22.7.1971 günü .......... Numune Hastanesi'nde tıbbi zorunlulukla ikinci defa ameliyat olduğunda, ilk ameliyat işleminde vücudunda ( 2 ) metre uzunluğunda gazlı tampon unutulduğunun, bezin alınması ile tesbit edildiğini, ancak bundan sonra sağlığına kavuştuğunu söz ederek maddi ve manevi giderim isteminde bulunmuştur.

Davalı doktor, zamanaşımı def'i ile kasıt ve ihmalinin olmadığını savunmuştur.

Davalı hastane vekili ameliyatı yapan Dr. ( Y.L )'nin müvekkili hastanenin görevli doktoru olmadığını, adam kullanan sıfatıyla çalıştırmadıklarını savunarak husumet yönünden davanın reddini dilemiştir.

Mahkeme, doktorun ameliyat işleminde kusuru olmadığını içeren Yüksek Sağlık ş–rası'nın görüşünü benimsemiş; hastane hakkında da BK. m. 55'in koşulları oluşmadığını kabulle her iki davalıya yönelik davayı red etmiştir.

18.4.1962 tarihinde böbrek taşı ve böbrek kisti teşhisiyle ........ Hastanesi'ne yatırılan ve Op. Dr. ( Y.L. ) tarafından mefrektomi ameliyatı yapılarak 30.4.1962 tarihinde taburcu edilen davacı Servet'de, takriben 10 yıl sonra hipokondrium'da ağrılı bir şişlik husule geldiğinden, 19.7.1972 tarihinde ........ Numune Hastanesi'nde yapılan ameliyatta, ilk ameliyetta unutulmuş ( 2 ) metre uzunluğunda gaz tamponunun çıkartıldığı, ancak bundan sonra sağlığına kavuşabildiği dosyadaki delillerle çok açık belirlenmiştir. Mahkemenin talimatı üzerine önüne getirilen dava dosyasını inceleyen Yüksek Sağlık ş–rası, 19 Kasım 1975 günlü kararı ile "ameliyat sırasında vücutta gazlı bez unutulması nadirde olsa mümkün olaylardan olup, büyük ameliyatların görülebilen ihtilaflarındandır. Bu itibarla ilk ameliyat sahasında gaz tamponu bırakan Op. Dr. ( Y.L. )'ye atfı kabil bir hata yüklenemez" mütalaasında bulunmuş; mahkemede bu görüşü benimseyerek davayı red etmiştir.

Bütün sorun, hekimin tıp kural ve gereklerine uygun davranıp davranmadığı yönünü tesbit etmekte toplanmaktadır.

Kusur sorumluluğun subjektif şartıdır. BK. kusuru kasıt ve ihmal olmak üzere ikiye ayırmıştır ( BK. m. 41 ). İhmalde; bir kimse hukuka aykırı bir sonucun meydana gelmesini istememiştir, buna rağmen böyle bir sonucun meydana gelmesi, onun gereken dikkati sarfetmemesi veya tedbiri almaması yüzünden vuku bulmuştur. İhmalinde; hafif ve ağır olmak üzere iki derecesi vardır anlayışlı; normal ve dikkatli her insanın aynı durum ve şartlar altında apaçık bulacağı en ilkel dikkat ve tedbirlerin ve özen görevinin yerine getirilmemesi durumunda ihmal ağırdır. Bu ayrım özellikle tazminatın kapsamı ve türünü tayin ederken önem kazanır. şu yönü önemle vurgulamakta yarar vardır; doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları ( hafif de olsa ) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorlar, hastalarının zarar görmemesi için yalnız mesleki ( teknik ) değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktorun davranışlarında kusur kendisinden beklenilen gerekli özeni ( dikkat ve ihtimam ) ve sadakat borcunu eksik veya hiç yerine getirmemesi durumunda ortaya çıkar. Kusurun saptanmasında objektif ölçü esas alınır. Diğer bir ifade ile ölçü; objektif olarak mesleğin gereklerini bilmek ve uygulamaktır. Davalı operatör doktorun, davacının vücudunda ameliyat esnasında 2 metre uzunluğunda gazlı bezi unutması, bizatihi sorumlu olmasını gerektirir ağır bir ihmaldir. Esasen tıp dalında unutma hoş görülmesi, müsamaha ile karşılanması mümkün olmayan kusurlu davranıştır. Sırf bu niteliği itibarıyla, olayın bir uzman önünde incelettirilmesine de ihtiyaç yoktur. Çünkü; bir operatörün ameliyat sırasında mesleki değil, meslek dışı dikkatinin bile böyle bir olaya asla meydan vermemesi asıldır. Bu açık duruma rağmen, Yüksek Sağlık ş–rasının olayın en normal dikkat ve özen zorunluluğunu bir yana iterek gazlı bezin ameliyat sahasında unutulmasının nadide de olsa mümkün olaylardan kabul etmesi yetersiz olup, ayrıca sorunun niteliğini kavramaktanda uzaktır. Bu görüş, Usulün 275 ve ardından gelen maddeleri hükmünce mahkemeyi bağlamayacaktır. Kaldı ki; maddi olgu şeklinde ortaya çıkmış ve çekişmesiz durumların bilirkişi aracılığı ile tekrar incelenmesine de gerek yoktur.

Öyleyse, gazlı bezin vücutta unutulduğu çekişmesiz olduğuna göre bu açık olgu karşısında, dokturun objektif ağır kusurunun varlığı kabul edilmeli, doktorun kusurlu olup olmadığının bilirkişiye incelettirilmesine ihtiyaç duyulmamalıdır. Bütün bunlara ek olarak, esasen 1219 sayılı Yasanın 75. maddesi tıbbi konularda Yüksek Sağlık ş–rası düşüncesinin ( ceza mahkemesini ) bağlayacağı belirtilmiştir. Bu durumda bu merciin düşüncesinin hukuk mahkemesini bağlayacağı da düşünülemez. Yasa hükmü bu doğrultuda olduğuna göre Usulün 276/II. maddesine dayanılarak Yüksek Sağlık ş–rası'nın hukuk davalarında, çözümlenmesi gerekli tıbbi sorunlar için seçilmesi ve düşüncesine başvurulması zorunlu bilirkişi kurulu olduğu da kabul edilemez. Dosya kapsamına ve oluşan kanıtlara göre, davacının davalı hastaneye ameliyat olmak için yattığı, geçici de olsa; belli olayın ( ameliyatın ) yürütülmesi amacıyla davalı doktoru hastanenin çağırdığı, operasyonun birlikte yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda, davalı hastanenin sorumluluğu, kusursuz sorumluluk olup; Borçlar Yasasının 55. maddesine ilişkindir. Davacı, davalı hastaneye yatmakla, diğer davalı doktor ile olan ilişkisi değişir, doktor artık hasta ile hastanenin işçisi ( kullandığı kişi ) olarak ilgilenir. Bir anlamda, doktor ile olan hukuki ilişki, hastane ile olan hukuki ilişkiye dönüşmüştür.

Bu nedenle hastane, doktorun gerekli özeni göstermemesinden ve ihmalinden dolayı BK. m. 55 uyarınca davacıya karşı sorumludur. Çünkü davalı hastaneye yükletilen borç, kendi hastanesinde fennin ve tıbbın gerektirdiği bütün işlemleri, fen kuralları, doğruluk içerisinde yapılmasını gerektirir. Davacının maddi tazminat istemi iki bölümde toplanmaktadır. 15.000 lira tedavi gideri ve diğer zararlar ile 25.000 + 400.000 = 425.000 lirası da çalışmamaktan doğan ( iş gücü kaybı ) zararıdır. şartlar oluştuğunda, davacının bu zararlarının giderilmesini BK. m. 46 uyarınca isteyebileceğinde asla duraksamaya yer yoktur. Nevar ki, 19 Nisan 1982 tarihli Adli Tıp raporuna göre iş gücü kaybına ilişkin zararın olmadığı tesbit edildiğine göre mahkemenin bu bölüme ilişkin gerekçesi dava reddedilmekle sonucu bakımından doğru bulunmuştur. İstanbul Onikinci Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1972/417 esasına kayıtlı dava, 1972/53 esas sayılı dava ile birleştirildiği halde birleştirilen 1972/417 esas sayılı davadaki istemler yönünden olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi usule aykırıdır. Yukarıda açıklamaların ışığı altında mahkemece yapılacak iş, kural olarak davalıların sorumlulukları kabul edilmeli, iş gücü kaybı dışında kalan maddi tazminat miktarı ile olayın işleniş şekil ve özelliği, davalıların ağır kusuru ( ihmali ); davacının olayda müterafik kusurunun bulunmayışı gibi olgular dosyadaki diğer delillerle HUMK. nun 240. maddesi doğrultusunda değerlendirilerek manevi tazminatın kapsamı takdir ve tayin olunmalı sonra hükmedilmelidir. Mahkemenin anlatılan yönleri gözden kaçırması usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulmasını gerektirir. Davalı Doktor ( Y.L. )'nin sadece avukatlık ücretine yönelen temyizi, bozma gerekçesine göre şimdilik incelenmemiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan hükmün davacı yararına ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
Old 30-09-2009, 16:02   #5
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
Yargıtay, bir hastanede sürekli görevli olmayan bir doktor tarafından geçici olarak ameliyat yapılması halinde, doktor hatası nedeniyle Hastanenin kusursuz sorumluluğu olduğu düşüncesindedir.
Alıntı:
Yazan Yargıtay
davacının davalı hastaneye ameliyat olmak için yattığı, geçici de olsa; belli olayın ( ameliyatın ) yürütülmesi amacıyla davalı doktoru hastanenin çağırdığı, operasyonun birlikte yürütüldüğü anlaşılmaktadır

Sayın Av.Mehmet Saim Dikici
Gönderdiğiniz aydınlatıcı kararınız bence adalete uygun: O karardan anlaşılan hasta hastaneye gelmiş ve doktoru hastane temin etmiştir.

Konuyu ikiye ayırırsak daha kolay incelenir:

1- Hasta dışarıdan doktorunu seçer, hastaneye hangi doktoru istediğini söyler.
Bu durumda hastanenin sorumlu tutulması adalete aykırı olur. Doktor hastane için çalışmamaktadır.

2- Hasta hastaneyi seçer; hastane (kendi çalışanı olan doktoru görevlendirir veya) dışarıdan doktoru görevlendirir.
Bu durumda hastanenin sorumlu tutulması adalete uygun düşer: Hastanenin doktoru görevlendirmesi durumunda doktor hastane için çalışmaktadır. Hastanenin adam çalıştıran sıfatıyla sorumluluğu doğar.

Ben sorudan hastanın dışarıdan doktorunu seçtiğini anladım. Umarım yanlış anlamışımdır.

Saygılarımla
Old 30-09-2009, 16:16   #6
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Sayın Av.Mehmet Saim Dikici
Gönderdiğiniz aydınlatıcı kararınız bence adalete uygun: O karardan anlaşılan hasta hastaneye gelmiş ve doktoru hastane temin etmiştir.

Konuyu ikiye ayırırsak daha kolay incelenir:

1- Hasta dışarıdan doktorunu seçer, hastaneye hangi doktoru istediğini söyler.
Bu durumda hastanenin sorumlu tutulması adalete aykırı olur. Doktor hastane için çalışmamaktadır.

2- Hasta hastaneyi seçer; hastane (kendi çalışanı olan doktoru görevlendirir veya) dışarıdan doktoru görevlendirir.
Bu durumda hastanenin sorumlu tutulması adalete uygun düşer: Hastanenin doktoru görevlendirmesi durumunda doktor hastane için çalışmaktadır. Hastanenin adam çalıştıran sıfatıyla sorumluluğu doğar.

Ben sorudan hastanın dışarıdan doktorunu seçtiğini anladım. Umarım yanlış anlamışımdır.

Saygılarımla

Sayın Armağan Bey,

Hastane ile doktor arasında sözleşmesel ilişki olmadan, doktorun eyleminden hastanenin sorumlu tutulmaması gerektiğine dair eleştirinizde haklısınız.

Ancak söz konusu Yargıtay kararında benim çıkardığım sonuç, "sadece doktor ile hasta arasında hukuki ilişki bulunsa bile, ameliyat hastanede yapılmakla doktor-hasta ilişkisi, hasta-hastane ilişkisine dönüşür... " şeklindeydi. Bu sonuca şu cümlelerden ulaşmıştım:

Alıntı:
Davacı, davalı hastaneye yatmakla, diğer davalı doktor ile olan ilişkisi değişir, doktor artık hasta ile hastanenin işçisi ( kullandığı kişi ) olarak ilgilenir. Bir anlamda, doktor ile olan hukuki ilişki, hastane ile olan hukuki ilişkiye dönüşmüştür.

Ben de yanılmış olabilirim.
Old 30-09-2009, 16:46   #7
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Uygulamada genel olarak (bildiğim kadarıyla);
Hasta, doktora gitmekte; ameliyat gerekmesi halinde hastanın gittiği doktor; ameliyathanesini kullandığı hastaneye hastasını yatırıp ameliyat etmekte ve ameliyat sonrası da hasta, doktorun değerlendirmesine binaen o hastanede birkaç gün yatırılıp akabinde taburcu edilmektedir.

Sayın Av. Ömeroğlu nun belirttiği somut olayda da bu şekilde bir durum söz konusu ise; doktorun yaptığı ameliyat için ameliyathanesini tahsis eden ve (kuvvetle muhtemel) ameliyat sonrasındaki dönemde taburcu olmasına kadar hastanın yatışı ve tedavi sürecini sağlayan Hastanenin doktorla birlikte müşterek müteselsil sorumlu olduğu kanaatindeyim.

Saygılarımla...
Old 30-09-2009, 17:04   #8
av.cemile

 
Varsayılan

Hastanın o hastaneye yatış işlemleri yapılıyor ise ki yapılmaması mümkün değil Hastanenin sorumlu olmaması da bence düşünülemez.
Anestezi, hemşire hizmetleri alet edevat kullandırılıyor ve bence hastane buradan bir maddi menfaat de temin ediyor. Kusuru yoksa bile kusursuz sorumluluğuna gidilmeli bence de hastanenin.
Old 30-09-2009, 19:02   #9
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av.cemile
Kusuru yoksa bile kusursuz sorumluluğuna gidilmeli bence de hastanenin.
Borçlar Kanunu'nda kusursuz sorumluluk halleri tek tek sayılmıştır. Adam çalıştırmayana adam çalıştıranın sorumluluğu yüklenebilir mi?

Hasta ile doktor arasında bir sözleşme yapılmışsa (ameliyat)
Hasta ile hastane arasında ikinci bir sözleşme yapılmışsa (yatak, yemek vs)
herkes kendi sözleşmesinden sorumludur.

Hastaneye karşı açılacak dava dilekçesinin HUKUKİ NEDENLER başlığına kusursuz sorumlulukla ilgili hangi kanun maddesini yazabiliriz?

Keşke Hukuki Nedenler başlığına Yargıtay kararı yazılabilseydi. Keşke her Yargıtay kararı doğru olsaydı.

Saygılarımla
Old 30-09-2009, 19:22   #10
Av.Ömeroğlu

 
Varsayılan

Somut olayda hastanenin ne sözleşmeden doğan sorumluluğu ne haksız fiile ilişkin sorumluluğu doğar demek mümkün ne de kusursuz sorumlu olduğu sonucuna ulaşmak çok kolay.
Zira hasta doktoruna gidiyor ameliyat edilmesi gerektiği teşhisi konuyor ve ameliyata karar veriliyor.Doktoru sayın Konyalı'nın yaptığı ayrım doğrultusunda hasta seçiyor,hastane değil.
Borçlar Hukuku doktrininde kusursuz sorumluluk hallerini genişletmeye yönelik bir eğilim var hatırladığım kadarıyla.Acaba maddi menfaat elde etme ölçüsüyle hastanenin maddi menfaat elde etmesi sonucu kendi risk alanında doğan zarardan doğan sorumluluğa katlanması gerektiği sonucuna ulaşılabilirmi?
Gerçekten sonuca ulaşmanın kolay olmadığı bir olay,foruma katkı yapan meslektaşların cevaplarından da anlaşıldığı üzere
Old 30-09-2009, 20:51   #11
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Sayın Av. Ömeroğlu,
Sorunuza cevap ve gerekçeleri değil ama içeriğinin faydalı olabileceğini düşündüm:

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 09.05.2000 T., 2000/1446 E., 2000/4438 K: "Davacı, davalı hastanede çalışan diğer davalı doktor tarafından göz kapaklarından ameliyat edildiğini, ancak doktor hatası nedeniyle hem estetik açıdan yüzünün çirkinleştiğini ve hem de gözünde kalıcı arazlar meydana geldiğini, gözü açık uyumak zorunda kaldığını, kurumalar oluştuğunu, okuyamaz olduğunu, depresyona girdiğini ileri sürerek, fazlası saklı kalmak üzere: 500.000.000 TL. maddi ve 1.500.000.000 TL. manevi tazminatın müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı doktor Ömer davacıya yaptığı cerrahi müdahalenin başarılı olduğunu, ancak davacının uyarılara rağmen nekahat döneminde tedbirsiz davranması nedeniyle şişlik ve hematom oluştuğunu, esasen davacının yüzünde daha önceki bir trafik kazasından kaynaklanan izler ve his kaybı gibi bulgular bulunduğunu, zararının ileri sürülen miktarda olmadığını, manevi tazminatın koşullarının da bulunmadığını; diğer davalı özel hastane ise, davacıyı ameliyat eden davalı doktorun kendisince istihdam edilmediğini, davacının sadece kendisine ait ameliyathaneden yararlandığını, müdahalenin diğer davalı tarafından yapıldığını savunarak davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, Yüksek Sağlık Şurası raporu benimsenerek davanın kısmen kabulüne, 124.000.000 TL. maddi, 800.000.000 TL. manevi tazminatın dava tarihinden itibaren davalılardan müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.
1. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle, dava "Özel K... Hastanesi Tüzel Kişiliği" hasım gösterilerek açılmış ise de, anılan hastaneyi işleten şirket tarafından davaya cevap verilip, hükmün de şirkete yönelik olarak kurulmuş bulunmasına; Hastanenin,diğer davalı tarafından davacıya yapılan cerrahi müdahale için kendi ameliyathanesini tahsis ettiğinin ve davacının ameliyattan dolayı iki gün süreyle orada kaldığının kendi kabulünde olmasına göre, davacının tüm, davalı Özel K... Hastanesi A.Ş. nin, aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2. Davalı Özel K... Hastanesi A.Ş. nın diğer temyiz itirazları ile diğer davalının temyiz itirazlarına gelince; Davacının gözüne, davalı doktor tarafından, diğer davalı özel hastaneye ait ameliyathanede cerrahi müdahalede bulunulduğu uyuşmazlık konusu değildir. Davacı, doktor hatası nedeniyle, ameliyattan sonra gözünde kalıcı arazlar oluştuğunu ve çirkinleştiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davadan önce delil tesbiti yoluyla Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Cerrahi Anabilim Dalı'ndan alınan 6.9.1996 günlü raporda, sonuç olarak davacının her iki gözkapağındaki görünüm kalıcı iatrojenik ektropion olarak değerlendirildiği belirtilmiş; yargılama sırasında alınan Adli Tıp 2. İhtisas Kurulu'nun 2.11.1998 günlü raporunda ise,her iki alt göz kapağında ameliyat öncesinde mevcut torbalanmaların ameliyat sonrasında düzeltilmiş olduğu, alın ve üst kapaktaki ameliyat öncesi durumun ameliyattan sonra eski travmalı halinden daha kötü olmadığı, o nedenle ameliyatı yapan hekime atfı kabil bir kusurun bulunmadığı açıklanmış; itiraz üzerine Yüksek Sağlık Şurası tarafından düzenlenen 6.4.1999 günlü raporda da, ise, ameliyatı yapan davalı doktorun ameliyat öncesinde ve sonrasında tıbbın kural ve gereklerine uygun davranmadığı hastasına gerekerı özeni göstermediği ve böylece sözkonusu zararlı sonuca yol açtığı gerekçesiyle,6/8 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, yargılama sırasında alınan raporlar arasında, değerlendirmeler ve varılan sonuçlar açısından tam bir çelişki bulunmaktadır. Bilirkişi raporları arasındaki çelişkiler giderilmeden, bunlardan birine itibar edilerek hüküm kurulamaz. Bu noktada hemen vurgulanmalıdır ki, Yüksek Sağlık Şurası, 11.4.1928 gün ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un 75. Maddesindeki açık hüküm nedeniyle, CMUK: nun 66/3. maddesi anlamında kendisine başvurulması zorunlu oları bir bilirkişi durumundaysa da, hukuk davalarında, HUMK 276/2. maddesinde öngörülen nitelikte, resmi bilirkişi değildir.
Mahkeme, Yüksek Sağlık Şurası'na başvurup başvurmamakta serbesttir ve herhangi bir bilirkişi raporuyla bağlı olmadığı gibi, onun raporuyla da bağlı değildir. ( HUMK. madde 286 ) Bu durumda, somut olayda, raporlar arasındaki değinilen çelişkinin giderilmesine hukukerı bir engel; eş söyleyişle Yüksek Sağlık Şurası raporuna mutlak surette itibar etme zorunluluğu yoktur. Öte yandan, anılan Şura raporunda, davalı doktorun 6/8 oranında kusurlu bulunduğu yolundaki sonucun hangi maddi verilere dayandırıldığı; hangi kusurlu davranışı, ihmali ya da mesleki hatası nedeniyle davacının zarar görmesine neden olduğu somut ve denetime elverişli bir biçimde ortaya da konulmamış,soyut bir değerlendirme yapılmakla yetinilmiştir. Bu haliyle de, raporun hükme esas alınmasına olanak yoktur. Hal böyle olunca, mahkemece yapılması gereken iş, uygulanan cerrahi müdahalenin göze ilişkin olması ve estetik yönünün de bulunması nedeniyle, üniversitelerin bu ana bilim dallarında görevli, konusunda uzmanlık sahibi başka bilirkişilerden oluşturulacak bir kurula inceleme yaptırılarak, cerrahi müdahaleden önce, müdahale sırasında ve sonrasında, böyle bir müdahale yönünden alınması gereken önlemler, hazırlıklar,yapılacak işlemler, müdahale sırasında ve sonrasında uyulması ve uygulanması gereken tıbbi kural ve ilkeler çerçevesinde, olması gerekenler ile davalı hekimin yaptıkları arasında bir farklılık bulunup bulunmadığının, varsa bunların nelerden ibaret olduğunun, davalının eylemiyle doğan zararlı sonuç arasında bilimsel bir nedensellik bağı bulunup bulunmadığının,davalının kusuru varsa bunun oranının somut, dayanakları gösterilmiş ve denetime de elverişli bir şekilde saptanması, sonuçta ortaya çıkacak uygun duruma göre bir karar verilmesidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usule ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir."

Saygılarımla...
Old 30-09-2009, 21:25   #12
Av.Ömeroğlu

 
Varsayılan

Anlaşıldığı kadarıyla Yargıtay da aşağıdaki bend dışındaki temyiz itirazlarının reddine diyerek ve hastanenin sorumuzdaki tereddütlere ilişkin temyizini dikkate almayarak soruya olumlu cevap vermiş ve hastaneyi benzer bir olayda sorumlu tutmuş gözüküyor.
Hukuk mantığıma uymasa da lehe olması açısından yararlanılabilecek bir karar Mesajınız için ve ayrıca katkı yapan tüm meslektaşların katkıları için teşekkürler!
Old 01-10-2009, 07:44   #13
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Borçlar Kanunu'nda kusursuz sorumluluk halleri tek tek sayılmıştır. Adam çalıştırmayana adam çalıştıranın sorumluluğu yüklenebilir mi?

Hasta ile doktor arasında bir sözleşme yapılmışsa (ameliyat)
Hasta ile hastane arasında ikinci bir sözleşme yapılmışsa (yatak, yemek vs)
herkes kendi sözleşmesinden sorumludur.

Hastaneye karşı açılacak dava dilekçesinin HUKUKİ NEDENLER başlığına kusursuz sorumlulukla ilgili hangi kanun maddesini yazabiliriz?

Keşke Hukuki Nedenler başlığına Yargıtay kararı yazılabilseydi. Keşke her Yargıtay kararı doğru olsaydı.

Saygılarımla

Sayın Konyalı,
Sözleşme ilişkisi olmadığı halde, belli bazı durumlarda üçüncü kişileri borca aykırılıktan sorumlu tutan, isminin de "Sosyal İlişki Teorisi" olduğunu düşündüğüm bir teori vardı. Alman hukuku kaynaklıydı galiba. Ama bulamadım. Örneğin, alışveriş merkezinde üçüncü kişinin ika etmiş olduğu haksız fiil nedeniyle alışveriş merkezinin borca aykırılık hükümleri kapsamında sorumluluğu gibi... Sanırım Yargıtay'ın son yıllardaki görüşleri de bu teoriye dayanıyor. Güçsüzü korumak amaçlanıyor.

Acaba, tazminat hukuku giderek kira hukuku veya iş hukuku gibi güçsüz lehine mi yorumlarla boğulacak? Siz ne dersiniz?
Old 01-10-2009, 10:05   #14
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avferidun
Acaba, tazminat hukuku giderek kira hukuku veya iş hukuku gibi güçsüz lehine mi yorumlarla boğulacak? Siz ne dersiniz?
Kira ve iş hukukunda güçsüzü kanun korumaktadır. Koruyucu kanunun yorumu da bu yolda yapılabilir.

Ama:

Kanunun yorumu belli kurallara bağlıdır. Uygulayıcı yorum yoluyla kanunu değiştiremez ya da olmayan hükümler getiremez.

Şimdi örneğimize dönersek:
Yargıtay özel hastanelerin sorumluluğu hakkında yorum yapmamakta; yeni kural koymaktadır.

Yargıtay özel hastaneleri çalıştırmadıkları, seçmedikleri, denetlemedikleri doktorların hatasından sorumlu tutmaktadır. Bu sorumluluğun dayanağı Borçlar Kanunu'nda bulunmamaktadır.

Yargıtay hasta - doktor - hastane arasındaki ilişkiyi vekalet sözleşmesi olarak nitelendirmektedir. Hasta doktorunu vekil kılmaktadır. Doktor hastaneyi vekil kılmaktadır. Bu durumda hastanenin kusurundan doktor sorumlu tutulabilir ama doktorun hatasından hastane sorumlu tutulabilir mi?

Başka bir örnekle açıklanırsa birinci avukat ikinci bir avukatı tevkil ederse birinci avukat tevkil ettiği avukatın hatasından da sorumludur. Ama ikinci avukat kendisini tevkil eden birinci avukatın hatasından sorumlu tutulabilir mi?

Kanun yorumlanırken yeni bir kanun yapılmamalıdır. Kanunun yorumu sonucunda ortaya yepyeni bir kural çıkıyorsa yorumun doğruluğundan kuşku duyulmalıdır.

Saygılarımla
Old 01-10-2009, 10:13   #15
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avferidun
Sayın Konyalı,
Sözleşme ilişkisi olmadığı halde, belli bazı durumlarda üçüncü kişileri borca aykırılıktan sorumlu tutan, isminin de "Sosyal İlişki Teorisi" olduğunu düşündüğüm bir teori vardı. Alman hukuku kaynaklıydı galiba. Ama bulamadım. Örneğin, alışveriş merkezinde üçüncü kişinin ika etmiş olduğu haksız fiil nedeniyle alışveriş merkezinin borca aykırılık hükümleri kapsamında sorumluluğu gibi... Sanırım Yargıtay'ın son yıllardaki görüşleri de bu teoriye dayanıyor. Güçsüzü korumak amaçlanıyor.

Acaba, tazminat hukuku giderek kira hukuku veya iş hukuku gibi güçsüz lehine mi yorumlarla boğulacak? Siz ne dersiniz?

O bahsettiğiniz "Koruma mükellefiyeti" veyahut "Özen yükümlülüğü" olarak isimlendirilen bir teoridir. (Diye düşünüyorum)
Old 01-10-2009, 10:25   #16
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Sayın Av. Armağan Konyalı' nın yukarıda ikiye ayırarak tahlil ettiği örneği, Yargıtay ayırmayarak aynı istikamette değerlendiriyor.

Hasta hakları bakımından olaya yaklaşıldığında, bu yaklaşım olumludur.

Ancak hukukun genel kuralları karşısında Yargıtay'ın yaklaşımı sanki sağlam temellere oturmamış, eğreti bir bina gibi.

Olayı benzer bir kurguya uyarlayalım:

Misal:

(varsayalım) Bir kişi, masaj salonuna gidip, bu salonda kendi masözüne masaj yaptırmak istemiş olsun!

Bu öneriye masaj salonu salon kullanma adı altında bir bedel karşılığında rıza göstermiş bulunsun!

Somut olaydaki müşterinin kendi getirdiği Masajcının, masaj yaparken müşteriye tecavüz etmesi durumunda, masaj salonunun sahibi (somut olaydaki) müşterinin masajcısı ile birlikte hukuken sorumlu tutulabilir mi?

Örnekler biraz uç olmuş olabilir. Ancak hukuki kıyaslamanın çok farklı olamayacağı kanaatindeyim.
Old 01-10-2009, 12:21   #17
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Yargıtay özel hastaneleri çalıştırmadıkları, seçmedikleri, denetlemedikleri doktorların hatasından sorumlu tutmaktadır. Bu sorumluluğun dayanağı Borçlar Kanunu'nda bulunmamaktadır.

Sayın Ömeroğlu bizi bu konuda aydınlatmadı hala. Bu konuda biraz açıklama yapsa daha net yorumlar yapılabilir.
Old 01-10-2009, 18:45   #18
Av.Ömeroğlu

 
Varsayılan

Sayın Feridun,hangi konuda sizleri aydınlatma yükümüne aykırı davrandım bilmiyorum ama somut olay, 1 ve 10 numaralı mesajlarda anlatıldığı şekilde ve bu arada sayın Konyalı'nın 12.maddesini eklediği Hususi Hastaneler Kanununun o maddesi kapsamında.
Bu arada konuyu forum kirliliği yaratmamak amacıyla benzer bir konunun sonuna eklemiştim ama rağbet görmeyince bağımsız soru olarak sorunca keyifli bir tartışma oldu.İlk soruma da sayın S.Karaca adlı üyemiz tarafından eklenen olayda hasta ile hastane arasında hasta kabul sözleşmesi olarak isimlendirilebilecek bir sözleşme olduğu(dolayısıyla sorumluluğun buna dayanabileceği) şeklindeki görüş de ilginç ve tartışılmaya değer geldi bana!
Old 01-10-2009, 19:41   #19
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan


Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
2219 sayılı HUSUSİ HASTANELER KANUNU
MADDE 12 - Hususî hastaneler, almağa mezun oldukları hastalar için bu hastaların istedikleri hekimleri davete ve tedavinin bu hekimler tarafından yapılmasını kabule mecburdurlar.
7 no lu mesajımda da belirttiğim üzere uygulamada geçerli olan durum: hasta doktora gidiyor; doktor, anlaşmalı olduğu hastanenin ameliyathanesini kullanıyor. (Hatta o hastanenin bir de tetkik ve tahliller için laboratuarı oluyor tahliller için de özellikle oraya gönderiyorlar). Yani uygulamada özel hastaneyi seçen doktor oluyor, hasta değil. Dolayısıyla hastanenin, hastanın seçtiği doktoru kabul etmesi değil, doktorun seçtiği hastanede ameliyat olunması söz konusu (diye düşünüyorum). Sayın Av. Ömeroğlu nun da sorduğu vakıada durum bu ise uygulanacak maddenin bu madde ile alakası olmadığı kanaatindeyim.

Üstad Dikici nin eklediği karardaki de uygulamada karşılaşılan 2.durumdur (ki aslında yukarıdaki durumun tersten oluşması söz konusu):
Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
davacının davalı hastaneye ameliyat olmak için yattığı, geçici de olsa; belliolayın ( ameliyatın ) yürütülmesi amacıyla davalı doktoru hastanenin çağırdığı,
yani burada da Özel hastane ile doktor arasında hukuki bir ilişki, sözleşme (yazılı olması gerekmiyor) söz konusu. Yani, yine hastanın istediği doktor getirtilmesi değil; hastanenin doktor(unu) istemesi söz konusudur.

Böylece Sayın Konyalı’nın
Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
1- Hasta dışarıdan doktorunu seçer, hastaneye hangi doktoru istediğini söyler.
Bu durumda hastanenin sorumlu tutulması adalete aykırı olur. Doktor hastane için çalışmamaktadır

tespitine (Hastanenin herhangi bir kusuru olmaması halinde) katılıyorum. Tabii ki hastane, doktorun kişisel kusuruyla hastaya ameliyatta zarar vermesinden maada; ameliyat sonrası dönemde hastanın hastanede yatması sürecindeki TIBBİ değerlendirmenin de yapılması kaydıyla.
Burada Sayın Konyalı’nın
Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Hasta ile doktor arasında bir sözleşme yapılmışsa (ameliyat)
Hasta ile hastane arasında ikinci bir sözleşme yapılmışsa (yatak, yemek vs)

değerlendirmesine uygulamada hastane ile doktorun arasındaki sözleşme de eklenmekte (diye düşünüyorum)

ve;
Alıntı:
Yazan Av.Ömeroğlu
Doktoru sayın Konyalı'nın yaptığı ayrım doğrultusunda hasta seçiyor,hastane değil.
durumuna da hiç rastlamadım. Çünkü buradan benim anladığım: hasta doktora gidiyor ve ameliyat olması gerektiğine karar veriliyor, sonra hasta gidip istediği özel bir hastane ile görüşüyor ve özel hastane ile kendisini, doktorunun ameliyat etmesi yönünde sözleşme yapıyor ve o doktor da (hiç tanımadığı ve daha önce çalışmadığı ameliyat personeli ile birlikte) hastayı ameliyat ediyor
11 no lu mesajımda eklediğim kararda:
Alıntı:
Yazan Hades
Hastanenin,diğer davalı tarafından davacıya yapılan cerrahi müdahale için kendi ameliyathanesini tahsis ettiğinin ve davacının ameliyattan dolayı iki gün süreyle orada kaldığının kendi kabulünde olmasına göre
denmekte ve sonra
Alıntı:
Yazan Hades
cerrahi müdahaleden önce, müdahale sırasında ve sonrasında, böyle bir müdahale yönünden alınması gereken önlemler, hazırlıklar, yapılacak işlemler, müdahale sırasında ve sonrasında uyulması ve uygulanması gereken tıbbi kural ve ilkeler çerçevesinde

denmektedir. Burada zannımca Yargıtay (mahkeme dosyasındaki açıklama ve deliller önemlidir ve anılmamıştır) 7 no lu mesajımda açıkladığım durumdan dolayı Hastaneyi sorumlu tutmakta; yani hastane ile doktorun hukuki ilişkisi olduğu kanaatindeyim. Değilse Sayın Konyalı nın izah ettiği Kanun maddesi gibi bir durum ve doktorla hastanenin (hasta isteminden başkaca) hiçbir ilişkisi olmaması durumunda böyle bir karar da verilmeyeceğini düşünüyorum.

Neticeten ben Yargıtayın kanun maddesini değiştirmediği ve/veya
Alıntı:
Yazan avferidun
tazminat hukuku giderek kira hukuku veya iş hukuku gibi güçsüz lehine mi yorumlarla boğulacak?

gibi bir durumun da olmadığı kanaatindeyim. Yani konu bana göre ne karmaşık ve ne de hukuka aykırı kararların verildiği bir durum var.

Saygılarımla…



Old 01-10-2009, 21:31   #20
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ömeroğlu
Sayın Feridun,hangi konuda sizleri aydınlatma yükümüne aykırı davrandım bilmiyorum ama somut olay, 1 ve 10 numaralı mesajlarda anlatıldığı şekilde ve bu arada sayın Konyalı'nın 12.maddesini eklediği Hususi Hastaneler Kanununun o maddesi kapsamında.
Bu arada konuyu forum kirliliği yaratmamak amacıyla benzer bir konunun sonuna eklemiştim ama rağbet görmeyince bağımsız soru olarak sorunca keyifli bir tartışma oldu.İlk soruma da sayın S.Karaca adlı üyemiz tarafından eklenen olayda hasta ile hastane arasında hasta kabul sözleşmesi olarak isimlendirilebilecek bir sözleşme olduğu(dolayısıyla sorumluluğun buna dayanabileceği) şeklindeki görüş de ilginç ve tartışılmaya değer geldi bana!

Özür dilerim; dikkatli okuyunca gördüm. Doktoru kimin seçtiği noktasında.
Old 01-10-2009, 22:05   #21
Armağan Konyalı

 
Varsayılan


Alıntı:
Yazan Hades

Burada Sayın Konyalı’nın

Hasta ile doktor arasında bir sözleşme yapılmışsa (ameliyat)
Hasta ile hastane arasında ikinci bir sözleşme yapılmışsa (yatak, yemek vs)

değerlendirmesine uygulamada hastane ile doktorun arasındaki sözleşme de eklenmekte (diye düşünüyorum)

Sözleşme iki tarafın özgür iradesi ile yapılır. Halbuki hasta kendi doktorunu istemişse hastane doktoru kabul etmek zorundadır. Bu nedenle hastane ile doktor arasında sözleşme olduğunu-olacağını söylemek mümkün değildir.

Örneğin İzmir’in bir ilçesinde geçirdiği trafik kazası nedeniyle o ilçedeki özel hastaneye kaldırılmış bir hasta İzmir’den güvendiği bir operatör ortopedist doktoru çağırdığında özel hastane o doktoru kabul etmek durumundadır. (Hususi Hastaneler Kanunu madde:12)

Özetle:
Hastanenin doktorla sözleşme yapma lüksü bile yokken doktorun hatasından sorumlu tutulmamalıdır.







Old 01-10-2009, 22:48   #22
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Armağan Konyalı
Sözleşme iki tarafın özgür iradesi ile yapılır. Halbuki hasta kendi doktorunu istemişse hastane doktoru kabul etmek zorundadır. Bu nedenle hastane ile doktor arasında sözleşme olduğunu-olacağını söylemek mümkün değildir.

Sayın Konyalı,
(Sanırım anlatamadım ); sizin bu değerlendirmenize muhalif birşey demiyorum zaten. Anlatmaya çalıştığım şey; uygulama bu şekilde değil. Dolayısıyla
Hasta doktora gider: doktor-hasta arası sözleşme
Doktorun ameliyathanesini kullandığı hastane var (uygulamada bu şekilde oluyor-diyorum-): doktor-hastane arası sözleşme
akabinde;
hasta o hastaneye yatıp ameliyat olmaktadır: hastane-hasta arası sözleşme (mecbur değil tabii; doktoruna der ki ben o hastanede ameliyat olmak istemiyorum; doktor da der ki: ben o hastanede ameliyat yapıyorum ve )

Saygılarımla...
Old 01-10-2009, 23:11   #23
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Doktrinde de sözleşme sınırlarının genişletilmesi yaklaşımı (Özellikle Hatemi tarafından) eleştiriliyor.

Uygulamada çeşitli nedenlerle Yargı, güçsüzü koruma kaygısı taşıyor.

Esas itibariyle sözleşmenin çerçevesinin genişlediği hallerde, yaşanmış ve yargıya konu olmuş bir misal; evine/işine tüp alan şahsın tüpü evine veya işine getirdiği zaman kendiliğinden alev alıp, patlaması halinde evdeki/işteki misafirinin yanması durumunda bile, tüpçü ile tüpü satın alan arasındaki alım-satım sözleşmesinin evdeki/işteki misafire de etki edeceği, onu kendiliğinden sözleşmenin tarafı haline getireceği ve hatta zamanaşımı süresi bakımından da haksız fillere uygulanan sürenin değil, bizatihi sözleşmelere uygulanan daha uzun süreli zamanaşımın dikkate alınması gerektiği hususu Yargıtayımızın çok eski bir kararında bile kabul görmüştür. (Kararı yarın büroda bulup, eklemeye çalışırım)

Bu karar kanatimce hukukun genel ilkelerine uygun değildir.

Ben de Sayın Konyalı gibi düşünüyorum. Hukuku fazla sağa sola çekmek doğru değil. Belki bu çerçeve genişletme teşebbüsleri önce esneklik sağlar, kulağa göze hoş gelebilir ama zaman içinde o kurallar esneyemez olur ve hatta kopar, parçalanır...


Örnek hastane olayında, Doktor hastanın anlaştığı doktor olduğundan,

Hastane için doktor hastanenin çalışanı veyahut ifa yardımcısı olmadığı içinKusursuz sorumluluk da söz konusu olamaz, (düşüncesindeyim)

***

Yukarıda zikrettiğim karar HGK.nun 6.5.1992 tarih, E.1992/13-213, K. 1992/315 Sayılı Kararı. Olay,benim hatırımda alev alma ve eve/işe gelen misafir olarak kalmışsa da kararda eve çağrılan komşu olarak geçiyor ve alev alma değil, patlama söz konusu. Yani olay aşağı yukarı aynı. HGK'nun bu karardaki yaklaşımı oldukça ilginç... ve yukarıda da arz ettiğim gibi kanaatimce hukukun genel ilkelerine pek uygun değil...

İncelemeniz için ekliyorum:

Alıntı:
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1992/13-213

K. 1992/315

T. 6.5.1992

• TÜPGAZ PATLAMASI ( Akdi İlişki - Tazminat Sorumluluğu )

• TAZMİNAT ( Bayinin Sattığı Tüpgazın Patlaması )

• ZAMANAŞIMI ( 3. Şahsı Koruyucu Borç İlişkisi-Tüpgaz Patlaması Sonuca Tazminat Talebinde )

• SÜRE ( 3. Şahsı Koruyucu Borç İlişkisi-Tüpgaz Patlaması Sonuca Tazminat Talebinde )

• SATIM AKDİ ( Bayinin Sattığı Tüpgazın Patlaması )

• AKDİ İLİŞKİ ( Bayinin Sattığı Tüpgazın Patlaması )

818/m.125

ÖZET : Davacıya satılan tüpün patlaması sonucu uğranılan maddi ve manevi zararın giderilmesi istenmiştir.

Dava konusu uyuşmazlıkta, satıcı ( tüp bayii )nin satım akdinde üçüncü kişi konumunda bulunan davacıya karşı akitten doğan hiç bir asli edim borcu mevcut olmamakla beraber burada, borçlunun bizzat alacaklıya karşı göstermek zorunda olduğu koruma yükümünün, alacaklıya yakından bağlı olan ya da edime olan yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında bulunan kişilere de teşmil edilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle burada, Kanun ( MK. m. 2 ) gereğince borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile üçüncü kişi durumunda olan davacı arasında da, hiç bir edim yükümlülüğü ihtiva etmeyen ve fakat koruma yükümlülüğüne dayanan üçüncü şahsı koruyucu etkili bir borç ilişkisi olmuştur. Dolayısıyla da davacının akde aykırılık hükümlerine göre tazminat talebinde bulunması yerindedir ve uyuşmazlığa on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Zonguldak İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi )nce ilk davanın kabulüne ve ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 19.7.1990 gün ve 36-405 sayılı kararın incelenmesi ek dava yönünden davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 28.2.1991 gün ve 7974-2203 sayılı ilamıyla; ( ... Taraflar arasındaki tüp alım satımı konusunda bir hukuki ilişkinin bulunduğu uyuşmazlık konusu değildir. Tüp bayisi olan davalı tarafından davacıya satılan tüpün patlaması sonucu uğranılan maddi ve manevi zararın giderilmesi istenmiştir. Yanlar arasında satım ilişkisi bulunduğu için BK.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımının uygulanması gerekir. Davanın açıldığı tarihe göre bu süre geçmemiştir. Olayda haksız fiil zamanaşımı hükümleri uygulanamaz. Bu nedenle mahkemenin ek davayı zamanaşımı yönünden reddetmesi usul ve yasaya aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davacı vekili.

KARAR : Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava konusu olayda, .......... tüpü satıcısı olan davalının, sattığı tüpün arızalı olması ve gaz kaçırması nedeniyle patlaması sonucu yaralanan davacının açtığı ek maddi ve manevi tazminat davasının, olayın meydana geldiği 16.4.1981 tarihinden itibaren 5 yıllık ceza zamanaşımı süresi geçtikten sonra, 1.12.1987 tarihinde açıldığından dolayı zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, davacının temyizi üzerine Özel Dairece; taraflar arasında satım ilişkisi bulunduğu için BK.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımının uygulanması gerektiğinden dolayı mahkemenin kararı bozulmuş; mahkemece, taraflar arasında hiç bir akdi ilişki bulunmadığından bahisle önceki kararda direnilmiştir.

Yerel mahkeme ile ilgili Yargıtay Dairesi arasındaki uyuşmazlık, maddi olayın hukuki nitelendirmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de yerel mahkeme taraflar arasındaki ilişkinin haksız fiil mahiyetinde olduğunu belirttikten sonra olayda haksız fiile ilişkin zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğine karar vermiştir. Kararına gerekçe olarak da, davanın tarafları arasında herhangi bir akdi ilişkinin ( satım akdinin ) mevcut olmadığını göstermiştir. İlgili Yargıtay Yüksek Dairesi ise, bir gerekçe göstermemekle beraber, taraflar arasında satım akdi olduğunu ifade ederek davada, akde ilişkin on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini belirtmiştir.

Burada, öncelikle şu hususun belirtilmesi gerekir: Uyuşmazlıkla davacı durumunda olan kişi asıl hukuki ilişkide ( tüpgaz alımına ilişkin satım akdinde ) alıcı sıfatını taşımamakta ve somut olaydaki hukuki nitelendirme bakımından üçüncü kişi konumunda bulunmaktadır. O halde burada, şu sorunun cevaplandırılması gerekir: Bir hukuki ilişkide üçüncü kişi konumunda bulunan kimseler üzerinde borç ilişkisi ne şekilde etkili olabilir? Başka bir ifadeyle, borçlunun edim borcuna yada koruma yükümlülüğüne aykırı davranması sonucunda zarar giren üçüncü kişiler, "haksız fiil" hükümlerine göre değil de, doğrudan doğruya "akde aykırılık" hükümlerine dayanarak tazminat talep edebilirler mi?

Bilindiği gibi, akit ilişkisinden doğan yükümler, sadece asli ve yan edim yükümleriyle asli edime yardımcı olan ve asli edimin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesine hizmet eden yan yükümlerden ibaret değildir. Modern hukuk literatürü, söz konusu yükümler dışında ifa menfaatiyle ilişkisi olmayan ve fakat en az ifade menfaati kadar önemli ve onun yanında ikinci bir menfaati koruma ve tesbit gereğini duymuştur. İfa menfaati yanında yer alan bu diğer menfaat "koruma menfaati"dir ( Eren, F., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: I, Ankara-1991, s. 46; Akünal, T., Sorumluluk Hukukunda Sözleşmenin Nisbiliği Prensibinin Aşılması, YD., C: 14, Sayı: 3, Temmuz-1988, s. 225 ). Korunma menfaati, alacaklının mal ve şahıs varlığı değerlerinden oluşan menfaatlerin bütününü ifade eder. Bu itibarla koruma yükümleri, borç ilişkisinden doğan edim yükümleri ve bağımlı yan yükümlerin yanında yer alan ve fakat onlardan bağımsız bir kavramdır. Koruma yükümleri akid kurulmadan önce ve akdin müzakereleri safhasında mevcut olduğu gibi, edimin ifası sırasında da mevcuttur. Dolayısıyla ve yükümlerin hukuki dayanağı taraf iradeleri değil, kanundur ( Canaris, Ansprüche wegen "positiver Vertragverletzung" und "Schutz Wirkung für Dritte" bei nichtingen Vertraegen, Juristenzeitung 1965, s. 476 ). İşte özelliklerinin bir kısmı burada kısaca belirtilen yükümleri, borçlu için, alacaklıya olduğu kadar, ona yakından bağlı olan ya da edime yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında bulunan kişilere karşı da aynen geçerlidir. İşte koruma yükümleri sayesinde, borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile bir takım üçüncü kişiler arasında da hiç bir edim yükümü ihtiva etmeyen sadece koruma yükümlerinden oluşan bir borç ilişkisi oluşur. Bir başka ifadeyle, söz konusu borç ilişkisi üçüncü şahıslar üzerinde tesir icra eden, üçüncü şahsı koruyucu etki doğuran bir borç ilişkisidir ve bu borç ilişkisinin kaynağı MK.nun 2. maddesidir.

Burada cevaplandırılması gereken diğer bir husus da, yukarıda hukuki niteliğini açıkladığımız borç ilişkisinin kapsamına hangi üçüncü kişilerin dahil olacağı sorunudur. Yerli ve yabancı literatürde bu alanda çeşitli görüşler ileri sürülmekle beraber ( bu görüşler hakkında ayrıntılı bilgi için, bakınız: Tandoğan, H.; Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, Ankara-1963; Akyol, Ş., Tüm Üçüncü Şahıs Yararına Sözleşme, İstanbul-1976, s. 51 vd.; Kocayusufpaşaoğlu, N., Borçlar Hukuku Dersleri, 1. Fasikül, 2. Bası, İstanbul-1985, s. 32 vd. ), öncelikle somut olay bakımından davacının durumunu tesbit etmek gerekir. Olayda davacı, satım akdindeki alıcının yardım talebi üzerine onun evine yardıma gelmiş ve hemen gerekli önlemleri almak isterken gaz kaçağı sonucu tüp patlamış ve davacı yaralanmıştır. Burada borç ilişkisinin bünyesi gereği, edime bağlı olan bir takım tehlikelerin, en az tüpü satın alan kadar üçüncü kişi konumunda olan davacıyı da tehdit etmesi durumu söz konusudur ( Gerahuber, J., Drittwirkungen im Schuldverhaeltnis kraft leistungsnaehe, Festchrift für Arthur Nitisch, s. 270 ). Zira, Gerahuber'in de belirttiği gibi ( s. 270 vd.; ayrıca bkz. Tandoğan, s. 314 vd. ), edime yakınlıkları nedeniyle zararlarının sözleşmeye aykırılık hükümleri gereğince tazminine müsaade edilecek üçüncü şahısların sınırını belirleyebilmek için, bu üçüncü kişiler ile ifa sahasında olan borç ilişkisi arasındaki irtibata bakmak gerekir. Borç ilişkisinin bünyesi icabı, edime bağlı olan tehlikeler üçüncü kişiyi de en az alacaklı kadar tehdit ediyorsa, üçüncü kişiye, doğrudan doğruya borçluya karşı ileri sürülmesi mümkün olan akde aykırılık hükümlerine dayanan bir tazminat talebi tanınmalıdır ( Ayrıca bkz. Canaris, s. 478 ). Zira davacı olayda alıcıya yardıma gelmekle alıcıya satıcı arasında mevcut olan borç ilişkisinin güven ortamına dahil olmuştur ( bu güven ortamı konusunda bkz. Canaris s. 478; ayrıca bkz. Akünal, s. 234 ). Bu itibarla, dava konusu uyuşmazlıkta, satıcı ( tüp bayii )nin satım akdinde üçüncü kişi konumunda bulunan davacıya karşı akitten doğan hiç bir asli edim borcu mevcut olmamakla beraber burada, borçlunun bizzat alacaklıya karşı göstermek zorunda olduğu koruma yükümünün, alacaklıya yakından bağlı olan ya da edime olan yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında bulunan kişilere de teşmil edilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle burada, Kanun ( MK. m. 2 ) gereğince borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile üçüncü kişi durumunda olan davacı arasında da, hiç bir edim yükümlülüğü ihtiva etmeyen ve fakat koruma yükümlülüğüne dayanan üçüncü şahsı koruyucu etkili bir borç ilişkisi olmuştur. Dolayısıyla da davacının akde aykırılık hükümlerine göre tazminat talebinde bulunması yerindedir ve uyuşmazlığa on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.


Olayın meydana geldiği 16.4.1981 tarihi ile ek tazminat davasının açıldığı, 1.12.1987 tarihi arasında on yıllık zamanaşımı süresi geçmediğinden, davanın esasının incelenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve Yasaya aykırı olduğundan direnme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan nedenlerle HUMK.nun 429. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 6.5.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi. (Karar Kazancı yayınlarından hukuki tartışmada kullanılmak üzere tarafımdan alınmıştır.)
Old 05-12-2010, 22:45   #24
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Bir şey araştırırken okuduğum alttaki yazı bu forumu aklıma getirdi; eklemek istedim

"...Fransız Yargıtayının bir kararında bu durum açıkça görülmektedir. Olayda (A), ameliyat olmak üzere hem (B) hastanesi ile hem de (C) adındaki operatörle iki ayrı akit yapmıştı. (B), (A) nın ameliyatı sırasında ve ameliyattan sonra bakımını sağlayacak; (C) ise (B) nin hazırlayacağı tıbbi vasıtaları kullanarak (A) yı ameliyat edecektir. (B) ile (C) arasında hiçbir akit yoktur. Ameliyat alet ve cihazlarının (B) tarafından iyi hazırlanmaması, (C) nin de ameliyat sırasında bu aletleri kontrol etmemesi yüzünden (A), bedeni bir sakatlığa uğramıştır. Bu olayda, Fransız Yargıtayının da içtihat ettiği gibi (A), zararının tamamen tazminini (B) ve (C) nin her birinden isteyebilir. Burada (B) nin ve (C) nin sorumlulukları ayrı akitlerden, sonuç olarak da ayrı sebeplerden doğduğu için hukukumuz açısından bir eksik teselsül hali bahis konusudur..." (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, sf.325, dipnot 51)

Saygılar...
Old 06-12-2010, 10:18   #25
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Ameliyat alet ve cihazlarının (B) tarafından iyi hazırlanmaması, (C) nin de ameliyat sırasında bu aletleri kontrol etmemesi yüzünden
Sayın Av.Nevra Öksüz

Öncelikle fikri takip başarınızı kutlarız. Sonrasında edindiklerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz.

Kararın konusu olan olayda hastanenin sorumluluğunu doğuran bir neden bulunmaktadır. Bu yüzden karar bence doğrudur. Bizim sorumuzda ise sorumluluk doğuran bir neden bulunmamakta.
Old 06-12-2010, 12:21   #26
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Armağan Konyalı
Sayın Av.Nevra Öksüz

Öncelikle fikri takip başarınızı kutlarız. Sonrasında edindiklerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz.

Kararın konusu olan olayda hastanenin sorumluluğunu doğuran bir neden bulunmaktadır. Bu yüzden karar bence doğrudur. Bizim sorumuzda ise sorumluluk doğuran bir neden bulunmamakta.

Est. üstadım

Uygulamanın farklılığından kaynaklı bir gelişme olmuştur belki dosyada ve araştırma yaparken forum konusunu okuyanlar da faydalanmak isteyebilir (diye düşündüm )

ve önemli (diye düşünüyorum ):
Alıntı:
...Burada (B) nin ve (C) nin sorumlulukları ayrı akitlerden...

Saygılar...
Old 12-06-2012, 10:55   #27
sedephecelen

 
Varsayılan

Ameliyatı yapan doktorların davalı hastanede çalışmadıkları, ancak anlaşma yaparak hastalarını anılan hastaneye yatırarak ameliyat ettikleri, böylece doktorlar ile hastane arasında BK. m.55 anlamında bir ilişki bulunmadığı sabit olmasına göre, davalı şirketin, davalı doktorların kusurlu davranışlarından tutulmalarına olanak bulunmamaktadır. BK. 55 maddesine göre davalı şirketin istihdam eden sıfatıyla sorumlu tutulabilmesi için, emretme. talimat verme ve denetleme yetkisi bulunması gerekir. Oysa davalı şirket ile doktorlar arasında böyle bir ilişkinin varlığından söz edilemez” denilmiştir. (13.HD.22.02.1999, 384-1128)
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İkinci En Yüksek Peyi Süren Kişi İhalenin Feshinden Sorumlu mudur? Av.İpek Meslektaşların Soruları 17 09-02-2020 10:23
Özel Hastane-Hekim Hatası Tazminat av.m.a.g Meslektaşların Soruları 10 21-11-2012 14:09
Limited şirket hisse devir borcundan şirket sorumlumudur? Av. Mehmet Demirezen Meslektaşların Soruları 1 05-05-2009 12:46
Sahte İmza Ile Kredi Kullandıran Bankanın Sorumluluğu nemesis34 Meslektaşların Soruları 2 29-04-2009 17:32


THS Sunucusu bu sayfayı 0,11382890 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.