Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Sulh hukuk Mahkemesince verilen kararda kesinleşme şekli - tefhim - tebliğ

Yanıt
Old 25-06-2007, 06:35   #1
av.sally

 
Varsayılan Sulh hukuk Mahkemesince verilen kararda kesinleşme şekli - tefhim - tebliğ

Sayın Meslektaşlarım

Kira alacağı ve tahliye istemi ile açılan icra takibine borçlu tarafından yapılan itiraz neticesinde duran takibe biz tarafından sulh hukuk mahkemesinde itirazın iptali davası açılmış ve karar lehimize çıkarak takibin devamı ile yerin tahliyesine karar verilmiştir.Ancak sorunumuz şu:Verilen bu karar aynı zamanda borçlunun yüzüne verilmiş olup kesinleşmesi için tebligatın yaılması şart mıdır?Kanımca değildir çünkü borçlunun kötü niyetli davranmasıyla tebligatı almaması halinde takip kesinleşmeyecek ve süreç uzayarak alacaklının aleyhine olarak zaman işleyecektir.
Ancak hakim beyle bu konuda görüş ayrılığı yaşamaktayız.O kesinleşmenin tebligatla olacağını söylemektedir.Sizlerden ricam bu konuya ilişkin fikir ve bu fikri destekleyen yargıtay kararıdır.

Şimdiden çok teşekkür ederim

Saygılarımla
Old 25-06-2007, 08:13   #2
Av. Nurten Kozan

 
Varsayılan

Sayın meslekdaşım;
Belirttiğiniz davada, temyiz süresi kararın Tebliğinden itibaren başlar. Yani kararın kesinleştirilmesi için tebliğ zorunludur. Ancak diğer kaygılarınız yersiz, çünkü kararın icraya konulabilmesi için kesinleşmesine gerek yoktur. Tahliye kararları kesinleşmeden icraya konulabilir, kararın icrası için kesinleşmesini beklemenize gerek yok. Ancak borçlu- kiracı Tehiri icra kararı alabilir.(i.i.k. 36 ya göre) Başarılar...
Old 25-06-2007, 08:22   #3
Av. Çetin

 
Varsayılan

Sulh Hukuk Mahkemelerinde eğer karar tarafların yüzüne karşı okunmuşsa temyiz süresi kararın okunması anından itibaren başlar. Eğer duruşmaya taraf katılmadan karar verilmişse, tebliğden itibaren başlar.
Old 25-06-2007, 09:05   #4
avmurat

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım, ben de sayın Kozan'ın cevabına katılıyorum.Kesinleşmeden takip konusu yapılabilen her durumda, itirazın iptali kararının ayrıca kesinleşmesine gerek yoktur.Tahliye ilamları da kesinleşmeden icraya konulabileceğinden sizin kararın da kesinleşmesine gerek yok.Kararı alıp icra dosyasına ibraz ederek tahliyeyi gerçekleştirebilirsiniz.TAhliyeyi durdurması gereken gereken kişi karşı taraf.Saygılarımla
Old 25-06-2007, 09:14   #5
av.sally

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avmurat
Sayın meslektaşım, ben de sayın Kozan'ın cevabına katılıyorum.Kesinleşmeden takip konusu yapılabilen her durumda, itirazın iptali kararının ayrıca kesinleşmesine gerek yoktur.Tahliye ilamları da kesinleşmeden icraya konulabileceğinden sizin kararın da kesinleşmesine gerek yok.Kararı alıp icra dosyasına ibraz ederek tahliyeyi gerçekleştirebilirsiniz.TAhliyeyi durdurması gereken gereken kişi karşı taraf.Saygılarımla

Sayın meslektaşım tamamiyle sizinle aynı fikiri paylaşıyorum.Ancak sayın hakim bu durumu kabullenmiyor sorun bu.O sebeple icra dairesi de tahliye için benimle hareket etmiyor.
Old 25-06-2007, 09:17   #6
av.sally

 
Varsayılan

Hakim illa derki:Tebliğ edilmeli karar.

Oysa karar zaten borçlunun yüzüne verildi.

Sorun bu sebepten yani.
Old 25-06-2007, 09:36   #7
Av.Yüksel Eren

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU

E. 1975/4
K. 1975/4
T. 21.4.1975

• TEMYİZ SÜRESİNİN BAŞLANGICI ( Yüze Karşı Verilen Sulh Mahkemesi Kararları )

• YÜZE KARŞI VERİLEN SULH HUKUK MAHKEMESİ KARARLARI ( Temyiz Süresinin Başlangıcı İçin Tebliğin Gerekmemesi )

• SÜRE BAŞLANGICI ( Temyiz - Yüze Karşı Verilen Sulh Mahkemesi Kararları )

• TEBLİĞİ GEREKMEYEN KARARLAR ( Yüze Karşı Verilen Sulh Mahkemesi Kararları - Temyiz )

• SULH HUKUK MAHKEMESİ KARARLARI ( Yüze Karşı Verilen - Temyiz Süresinin Başlangıcı İçin Tebliğin Gerekmemesi )

1086/m.176,437,490,507,511

ÖZET : Sulh hukuk mahkemelerinde sözlü yargılama yerine basit yargılama usulünün uygulanmasını öngören hüküm humk m. 490`a göre işlem yapılmasını ortadan kaldırmaz . Sulh hukuk mahkelerinde yüze karşı verilen hükümlerin taraflara ayrıca tebliği gerekmez.

DAVA : Yargıtay İkinci Hukuk Dairesinin, Sulh Hukuk Mahkemesinden yüze karşı verilen hükümlerin ayrıca taraflara tebliği gerektiğine ilişkin 3.7.1974 günlü ve 4733-4356 sayılı kararı ile, bu mahkemelerden yüze karşı verilen hükümlerin taraflara tebliği gerekmekdiğini öngören Üçünü Hukuk Dairesinin 18.2.1975 günlü, 977-1039 sayılı ve Altıncı Hukuk Dairesinin 10.12.1974 günlü ve 5543-5849 sayılı kararları arasındaki içtihat uyuşmazlığının, 16.5.1973 günlü ve 1730 sayılı Yargıtay Kanunu`nun 20. maddesinin 2. fıkrası uyarınca Başkanlık Divanınca saptanması ve görüşülmesinin istenilmesi üzerine, 21.4.1975 günlü toplanan İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunda, içtihat uyuşmazlığı bulunduğuna mevcudun oybirliğiyle karar verilerek işin esası görüşüldü:

KARAR : 1 ) 2, 3 ve 4 Temmuz 1927 günlü Resmi Gazetelerde yayımlanan, 04 Ekim 1927 günü yürürlüğe konulan 18.6.1927 günlü ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun bazı maddelerinin değiştirilmesi ve bu kanuna bazı maddeler eklenmesi hakkındaki 30.4.1973 günlü ve 1711 sayılı Kanun, 8 Mayıs 1973 günlü ve 14529 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmış, 4. maddesi uyarınca, 8.06.1973 günü yürürlüğe girmiştir.

1711 sayılı Kanun, 1086 sayılı Usul Kanunu`nun 8, 9, 176, 288, 289, 290, 409, 438, 440 ve 507. maddeleri olmak üzere 11 madesini değiştirmiş, 2. maddesiyle usulün 113. maddesinden sonra gelen 113/A maddesini getirmiş, 3. maddesiyle de 6570 sayılı Kanunun 10. maddesinin yürürlükten kaldırmış, uygulama bakımından da bir geçici madde eklemiştir. Geçici maddedeki 113/A maddesinin Kanunun yürürlüğünden önce var olan dava ve işlerde de uygulanmasına ilişkin kuralın Anyasaya aykırı olduğu nedeniyle bu kuralı oluşturan ( bu kanunla eklenen 113/A maddesi ile ) deyimi Anayasa Mahkemesinin 29.5.1975 günlü ve 14899 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 26.4.1974 günlü ve 45-7 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.

Adli aravermede hangi dava ve işlerin görüleceğini düzenleyen değişik 176. maddenin 10. bendinde: ( Kanunların sulh mahkemesini veya hakimini görevlendirdiği dava ve işler ) de sayılmıştır. Değişik 507. maddede "Basit yargılama usulü, kanunlarda sayılanlardan başka aşağıdaki hallerde de uygulanır:

1 - 176. maddenin üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, ve onuncu bentlerinde yazılı dava ve işlerde,

2 - Tarafları dinlemek veya dosya üzerinde karar vermek hususunda kanunun mahkemeye takdir hakkı tanıdığı işlerde tarafların dinlenmesine karar verilmiş olması halinde; şu kadarki, kanunun başka bir yargılama usulü gösterdiği haller bunun dışındadır." denilmiştir. Usulün 511. maddesinde ise; "Basit usulü muhakameye tabi olan hallerde bu kanunun mevaddı sabıka ahkamına muhalif olmayan alelade usulü muhakeme kaideleride tatbik olunur" hükmü yer almıştır.

Konumuzu, değişik 176 ve 507. maddeler ile 511. madde yakından ilgilendirmektedir.

Sulh mahkemelerindeki dava ve işlerde sözlü yargılama usulü yerine, basit yargılama usulünün ( madde 507-511 ) getirilmiş olması bu mahkemelerden yüze karşı verilen kararların, asliye hukuk muhakemelerinden verilen kararlarda olduğu gibi ayrıca taraflara tebliği gerekip gerekmediğini, temyiz yoluna başvurmada bu kararların tebliğinden itibaren usulün 437. maddesindeki 8 günlük temyiz süresinin işlemeye başlayıp başlamayacağını incelemek gerekir.

30.4.1973 günlü ve 1711 sayılı Kanunun gerekçesinde "Uzun süreden beri uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu İsviçre`den alındığı 1927 yılından bu yana zaman zaman bazı değişikliklere uğramış olmasına rağmen, günün ihtiyaçlarını karşılamadığı görüş ve düşüncesinin yaygın hale gelmesi üzerine kısmi değiştirme çalışmalarının yanıbaşında 1948 yılından itibaren kanunun tüm olarak değiştirilmesi yolunda çalışmalar yapılmış...

"Bu defa, iktisadi ve sosyal şartlara ayak uydurmak amacıyla kanunun aşağıda belirtilen maddeleri üzerinde değişikliği öngören bu tasarının hazırlanması zorunlu görülmüştür." ... gibi dava ve işlerin sulh mahkemesine verilmiş bulunması, günün ihtiyaçlarını karşılama, çabukluğu ve ayni zamanda sulh ve asliye mahkemesi işleri arasındaki dengeyi de sağlamak amacını gütmektedir. ( Millet Meclisi Tutanak Dergisi 3. Dönem, 32. Cilt sıra sayısı 781, sahife: 1 ve 2 ).

Millet Meclisi Adalet Komisyonu raporunda: 1927 yılından beri uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun toplu bir ahenk içerisinde günün ihtiyaçlarını karşılayacak hale getirilmesi zorunluğu dikkate alınmakla beraber, halen uygulamada en çok aksayan ve yaygın şikayetlere sebebiyet veren hükümlerin en kısa zamanda değiştirilmesi amacı ve gerekçesi ile hazırlanmış bulunan tasarı ve kanun teklifleri, özellikle davaların çabuk sonuçlandırılması konusunda getirdiği değişik hükümler açısından komisyonumuzca olumlu karşılanmış..." ( Aynı tutanak dergisi, sahife: 10 ).

Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonu raporunda: "Dün olduğu gibi günümüzde de ( 1973 Türkiye`sinde de ) -Adaleticihazının ve yargılama müessesesinin- mahiyetine ve gereklerine uygun bir düzen ve sürat içinde işleyebilmesi, her zaman ve her vesile ile ileri sürülen bir -üstün görüş- olmak vasfını muhafaza etmektedir." ( Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi, 9. cilt, sıra sayısı: 220, sahife: 2 ).

II ) Zaman zaman üzerinde değişiklik yapılan 1086 sayılı Usul Kanunu`nun umumi hükümlere ilişkin 1. babı 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile yürürlükten kaldırılan ( 114-148. maddeler dahil ) 1. maddeden 177. maddeye kadar, sulh mahkemeleriyle mahkemeyi asliyede murafan usulünü kapsayan 2. babı ise 178. maddeden 426. maddeye, hükümlere karşı müracaat yollarını öngören 3. babı da 427. maddeden 459. maddeye kadar devam etmektedir. 4. bap ( madde 460-464 ) İcra ve İflas Kanunu ile yürürlükten kaldırılmış, muzahareti adliyeye ait 5. baptan ( madde 465-472 ) sonra sözlü yargılama usulüne ilişkin 6. bap ( madde 473-491 ) gelmektedir.

Usulün 1. babının 11. faslında her alan ve sürelerle ilgili bulunan 160. maddesinde: "müddetler iki tarafa tefhim ve lazım ise usulen tebliğ tarihinden itibaren başlar." hükmü öngörülmüş, 2. babın mahkeme-i asliye tarafından verilen hükümlere ilişkin 10. faslının 1. kısmına ( madde 382-393 ) dahil, 393. maddesinde de "müddetler ilamın iki tarafın herbirine verildiği tarihten başlar." denilmiştir.

Usulün 431. maddesinde, "temyizi dava arzuhal ile yapılır. İşbu arzuhale mümeyyizünaleyhlerin adedine göre suret dahi raptolunmak lazımdır." denildikten sonra 432. maddenin 1. fıkrasında temyiz süresinin 15 gün olduğu, 433. maddenin 2. fıkrasında da temyiz dilekçesinin hükmü veren mahkeme kalemi vasıtasıyla aleyhine temyiz edilmiş olan karşı tarafa tebliğ olunacağı, 433. maddenin 3. fıkrasında ise, aleyhine temyiz olunan karşı tarafın cevabının tebliğ tarihinden itibaren 10 gün içinde hükmü veren mahkemeye veya bulunduğu mahal mahkemesine verileceği öngörülmüştür.

Sulh hukuk mahkemelerinden verilen hükümlerin ne suretle temyiz edileceğini düzenleyen 437. maddenin 1. fıkrasında: "Sulh mahkemeleri hükümlerine karşı temyiz müddeti 8 gündür. Mahkümüaleyh bu müddet zarfında esbabı mucibeli bir temyiz arzuhali verebileceği gibi şifahen de mahkemeye bu talebi beyan edebilir. Bu takdirde mahkümünaleyhin hükmü kabul etmemek için serdettiği esbabı mucibe ile birlikte talebini mutazammın bir zabıt tanzim ve kendisine kıraat olunarak ziri imza veya diğer bir işareti mahsusa ile tasdik ettirilir." hükmüne yer verilmiştir.

473. maddenin 1. fıkrasında: "Şifahi usulü muhakeme sulh mahkemelerinde caridir. Kanunun tasrih eylediği hallerde mahakimi asliyede dahi cereyan eder." 2. fıkrasında: "Bu kanunun ikinci babında mezkur olan kaideler ayrıca sarahat olmayan hallerde şifahi usulü muhakemede dahi tatbik olunur.", 474. maddenin 2. fıkrasında da: "Yazı bilmedikleri halde hakim iki tarafın müddeiyat ve müdafaatını ve esbap ve delailinin neden ibaret olduğunu katibe yazdırır. İki taraf gelmişlerse davete lüzum yoktur.", 490. maddenin 1. fıkrasında: "Karar, hakim ve zabıt katibi tarafından imza olunur. Karara karşı kanuni yola müracaat müddeti, vicahen verilmiş ise tefhim tarihinden ve gıyaben verilmiş ise gaip olan taraf hakkında 407. madde mucibince, hüküm hülasasının tebliği tarihinden başlar." 2. fıkrasında da, "388, 391, 420, 421 ve 422 nci madde hükümleri sulh mahkemelerinde de caridir." denilmiştir. 407. maddenin 1. fıkrası uyarınca gıyaben verilen hüküm neticesi mahkeme başkatibi tarafından gaibe ihbar olunur. İhbarın tebliği tarihi hükmün tarihi tebliği addolunur.

III ) Bazı kanunlarda, yargılama usulü, uyuşmazlığın çözümleneceği görevli mahkeme ve verilen kararlara karşı kanun yollarına başvurma işlemleri gösterilmiştir:

a ) 4.4.1929 günlü ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu`nun 33. maddesi uyarınca "alakadar tarafın yüzüne karşı ittihaz edilen kararlar kendisine tefhim olunur..."

b ) İcra ve İflas Kanunu`nun 18. maddesinde icra tetkik merciinde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 363. maddesinde de tetkik mercii kararlarından hangilerinin tefhim veya tebliğden itibaren 10 günlük süre içerisinde temyiz edilebileceği belirtilmiştir.

c ) 15.12.1934 günlü ve 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahrir Kanunu`na göre görülen davalarda, bu kanunun 29. maddesinin 1. fıkrasında sözlü yargılama usulü uygulanacağı öngörüldüğü halde, 5572 sayılı Kanunun 2. maddesiyle kadastro mahkemeleri kaldırılmış, kadastro işleri asliye mahkemelerine devredilmiştir. Halen kadastro işlerine asliye hukuk mahkemelerinde bakılmaktadır.

d ) 25.6.1973 günlü ve 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu`nun 235. maddesiyle ek ve tadilleri ile birlikte yürürlükten kaldırılan 11.6.1945 günlü ve 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu`nun 27. maddesinin 1. fıkrasında: "Bu kanunun uygulanması ile ilgili olup görülmesi sulh ve asliye hukuk mahkemelerine ait dava ve işleri yerinde görmek üzere asliye mahkemesi yetkisinde, gerektiği kadar gezici mahkemeler kurulur. Bu mahkemelerde şifahi usul uygulanır." denilmiş, 5572 sayılı Kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasında ise, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile kurulan gezici mahkemelerin kaldırıldığı, bu kanunun uygulanması ile ilgili dava ve işlerin genel mahkemelerde 4753 sayılı kanuna göre sözlü yargılama usulüne tabi tutularak görüleceği hükme bağlanmıştır. 5613 sayılı Kanunun 6. maddesi de iskan mevzuatının uygulanması konusunda sözlü yargılama usulünü getirmiştir.

e ) 30.1.1950 günlü ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 7. maddesi uyarınca, iş mahkemelerinde, sözlü yargılama usulü uygulanır. 8. maddesi uyarınca da nihai kararlar tefhim tarihinden itibaren 8 gün içinde temyiz olunabilir.

f ) 31.8.1956 günlü ve 6830 sayılı İstimlak Kanunu`nun 14. maddesi gereğince takdir edilen bedel ile maddi hatalara karşı taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesinde dava açılabilir. Kamulaştırma davaları diğer davalara tercihen basit yargılama usulü ile görülür.

g ) 28.6.1966 günlü ve 766 sayılı Tapulama Kanunu`nun 58. maddesinde, bu kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmayan hallerde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı, 65. maddesinde de, tapulama mahkemesi ilamlarının, asliye mahkemesindeki usule göre düzenleneceği ve re`sen taraflara tebliğ edileceği, kanun yollarına müracaatı düzenleyen 66. maddenin 1. fıkrasında ise, tapulama mahkemesinin kararlarına karşı kanun yoluna başvurmada asliye mahkemelerindeki usulün uygulanacağı belirtilmiştir.

h ) 25.6.1973 günlü ve 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu`nun 126. maddesinin 2. fıkrasında uyuşmazlıkların çözülmesinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı, görevli mahkemeye ilişkin 164. maddenin 1. fıkrasında Toprak ve Tarım Reformu Bölgelerinde, bu kanunun ve ilgili diğer kanunların uygulanmasından doğan adli ve idari yargıya ilişkin her türlü uyuşmazlıkların o bölgede faaliyette bulunan tapulama mahkemelerinde bu kanun hükümlerine göre çözüleceği, son fıkrasında da gerektiğinde Toprak ve Reformu Bölgelerinde il veya ilçe asliye hukuk mahkemesine bu görevin verileceği hükme bağlanmış, 172. maddesinde de "görevli mahkemenin ilamları, asliye mahkemelerindeki usule göre düzenlenir ve harca tabi olmayanlar re`sen taraflara tebliğ edilir" hükmüne yer verilmiş, 173. maddenin 2. fıkrasında ise, "taşınmaz mallar ve değeri 2.000 lirayı geçen taşınır mallar ile ilgili davalara ait kararlar aleyhine kanun yollarına başvurmada davaya bakan görevli mahkemenin tabi olduğu usul uygulanır." denilmiştir.

IV ) Gerekçe: A ) 1086 sayılı Usul Kanunu, yukarıda açıklandığı gibi, asliye ve sulh hukuk mahkemelerinin görevlerini, bu mahkemelerde uygulanacak yargılama usulünü, hükümlerin tebliği ve kanun yollarının başvurma bakımından gerekli hükümleri açık bir şekilde getirmiştir. Zaman zaman uygulamadaki aksama ve gecikmeleri ortadan kaldırmak amacıyla değişiklik yoluna gidilmiştir. Sözü edilen usul ve işlemler kamu düzenine ilişkin bulunmaktadır. Kanun hükmünün çizdiği sınır dışında bir uygulama söz konusu olamaz. Ancak, açıklık olmayan hallerde kanunun uygulanması ile güdülen amacın ne olduğu üzerinde durmak gerekir.

Usul Kanunu`nun 160, 393, 431, 433, 437, 511 ve değişik 507 ve 176. maddeleri bir yorumu gerektirmeden, açık bir şekilde, asliye ve sulh hukuk mahkemelerinde süreler, yargılama usulü, hükümlerin tefhim ve tebliği ve temyiz yoluna başvurma konusunda hükümler getirmiştir. Usul Kanunu`nun uygulanmasında yargılama safhası ile hükümlerin tefhim ve tebliği ve temyiz yoluna başvurma safhasını birbirinden ayırmak gerekir. 160. maddede müddetlerin iki tarafa tefhimi "ve lazım ise" usulen tebliğ tarihinden itibaren asliye hukuk mahkemesinden verilen hükümlerin tebliği ile ilgili bulunan 393. maddede ise, müddetlerin ilamın iki taraftan her birine verildiği tarihten başlayacağı öngörülmüştür. Asliye mahkemesi ilamının taraflardan herbirine verilmesi işleminin, ilan taraflara tebliğ edilmesi ile tamamlanacağı 27.2.1929 günlü ve 4-8 sayılı içtihadı birleştirme kararının bir gereğidir. Bu uygulama halen devam etmektedir. 1711 sayılı Kanunla, değişik 507. maddenin getirdiği basit yargılama usulünün adli aravermede görülecek işleri belirleyen değişik 176. maddenin 10. bendinde yer alan, sulh mahkemesinin bakmakta olduğu dava ve işlerde de, uygulanması öngörüldüğü halde, sözlü usule ilişkin 6. babın 473-491. maddelerinde ve bu arada hükmün yüze karşı tefhim veya gıyapta verilmesi halinde uygulanacak usulü düzenleyen 490. maddede bir değişiklik yapılmamıştır. 490. maddenin 2. fıkrasında sulh mahkemelerinde asliye mahkemesi hükümlerine ait bulunan 388, 391. maddelerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece, sözü edilmeyen 393. maddenin sadece asliye mahkemesi hükümlerinde uygulanması gerektiği, sulh hukuk mahkemesinden yüze karşı verilen hükümlerin ise tebliğine gerek bulunmadığı açıklığa kavuşmuş olmaktadır. Bu itibarla, sulh mahkemesinin uygulanmakla yükümlü bulunduğu 490. maddenin uygulama olanağı bulunmadığı düşünülemez. Kaldı ki, 1711 sayılı Kanunla değiştirilmesi yoluna giilmeyen, basit usulü muhakemeye tabi olan hallerde bu kanunun mevadı sabıka ahkamına muhalif olmayan alelade usulü muhakeme kaidelerinin de tatbik olunacağını ) öngören 511. maddenin sözlü yargılamayı kapsayan ( 473-491 ) maddelerin uygulanmasını, sulh mahkemeleri ile mahkemeyi asliyede mürafaa usulü başlığını taşıyan 2. baba dahil ( 178-426 ) maddelerin uygulanmasını amaçladığı da öne sürülemez.

1086 sayılı Usul Kanunu`nun mehazı ( kaynağı ) olan İsviçre`nin Nöşatel Kantonunun 1925 tarihli Medeni Usul Kanunu`nun 462. maddesi, 511. maddeye tekabül etmektedir. 462. maddedeki "Proc‚dure ordinaire" deyimi 178. madde ile başlayan 2. baba alınmamıştır. Alelade kelimesi Türkçe Sözlükte "olağan", "sıradan" anlamına gelmektedir. Nöşatel Usul Kanunu`nun, Usul Kanunumuzun 178- 426. maddelerini kapsayan 2. babına tekabül eden 151-374. maddelerinin başlığındaki "Proc‚dure ordinaire" anlamına gelen "alelade", "adi" usul deyimi yerine sulh ve asliye mahkemelerinde "mürafaa usulü" başlığının konulmuş olması Usul Kanunu`nun 2. babı içerisinde bulunan 178-426. maddelerin sulh ve asliye hukuk mahkemeleri için de düzenlendiğini göstermektedir. Böyle olunca, usulün, basit yargılama usulü faslında yer alan 511. maddenin, sulh hukuk mahkemelerinin karar ve işlemlerine ilişkin, 490. maddenin uygulanmasına engel olmadığını ve hatta kamu düzeniyle sıkı sıkıya ilgili bulunması itibariyle gözönünde tutulmasının zorunlu bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu durumda, yorum kuralına başvurulması dahi gerekmektedir.

B ) 1711 sayılı Kanunun gerekçesinden, Millet Meclisi Adalet, Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonları raporlarından bu kanunun işlerin çabuklaştırılması sürüncemede bırakılması ve ihtiyacı karşılayan bir uygulamanın sağlanması amacıyla getirildiği anlaşılmaktadır. O halde, değişik 427. maddedeki davada haklı çıkmış olan tarafın da hukuki yararı bulunmak şartıyla mahkemece verilen hükmü temyiz edebilme kuralı, sulh mahkemelerinden yüze karşı verilen hükümlerin de asliye mahkemelerinde olduğu gibi tebliği için bir neden olamaz. Sulh mahkemesinden yüze karşı ve bir tarafın yararına verilen hükümdeki gerekçeyi, ilgili tarafın her zaman bilemeyeceği, bazan kararların geç yazılmasının telafisi mümkün olmayan durumlar yaratabileceği, görüşü benimsenemez. Zira, usulün 435. maddesi de bununla ilgili 23.2.1955 günlü ve 1-24 sayılı içtihadı birleştirme kararı temyiz hakkının ve süresinin korunmasını sağlamaktadır. Taraflar sulh mahkemesince yüze karşı verilen kararlara karşı temyiz hakkını ve süreyi koruyan dilekçe verebilirler. Temyiz sebeplerini taşımayan bu dilekçe dahi temyiz incelemesi yapılmasını gerektirir. Görülüyor ki, hakların kaybolması söz konusu değildir. Öte yandan, sulh hukuk mahkemesince, usulün 489. maddesine göre yargılamanın bitimi bildirilerek, kararın gerektirici nedenler ile yazılıp tefhim edilmesi, mümkün olmazsa yazılacak kararın tefhimi için başka bir gün tayin edilmesi ilkesi, asliye mahkemesi hükümlerine ilişkin ve sulh mahkemesinde de uygulanması gerekli 389 ve 391. maddelerle birlikte bir sakıncanın doğmasını önlemektedir.

Mahkemelerin çalışmaları ve denetimi 9 Temmuz 1960 günlü ve 344 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve diğer kanunlarla düzenlenmiş bulunmaktadır. Bundan başka, kamu düzenini ilgilendiren; görevle sınırlı işlemlerin, kanun hükmü dışında, yorum yoluyla düzenlenmesi de söz konusu olamaz.

1711 sayılı Kanunun, yürürlüğe girdiği 8.6.1973 gününe kadar 45 yılı geçen bir uygulamayı gördüğü işlerin ivediliği kabul edilen sulh hukuk mahkemelerinden kaldırmak istediği yolunda bir sonuca varmak da kanunun belirlenen amacına da aykırı düşer. Bu mahkemelerde basit yargılama usulünün uygulanmasını öngören kanun değişikliğinin işleri çabuklaştırmak amacıyla "yargılama ve delil toplama safhasına" yönelik olduğu bir gerçektir.

Kanunun yorumunda, sözden çıkan anlam kanun hükümlerinin tümünden çıkan anlamla çatışma halinde olmadığı takdirde, bu anamı esas almak, böyle bir çatışma bulunması halinde ise, kanunun tümünden çıkan anlamı diğer bir ifade ile kanunun ruhundan çıkan sonucu esas tutmak Medeni Kanunun 1. maddesi hükmü gereğidir. Diğer bir kural da, yorum yapılırken tutulacak yolun işleri zorluklara sürükleyecek bir şekil almamasıdır.

Demek oluyor ki, kanun hükümlerinin konuluş amaçları gözönünde tutulmalı ve kanunun yalnız sözüne değer verilerek, konuluş amacına aykırı yorumların gerçekleşmesine meydan verilmemelidir. Bu kurala uymayan bir yorum biçimiyle mahkemelerin görevleri ve yapacakları işlemler genişletilemez.

C ) Mahkemelerde uygulanmakta olan sözlü veya basit yargılama usulü, asliye ve sulh mahkemelerinin yapacakları işlemler bakımından yeterli bir ölçü olamaz. Belli bir yargılama usulünün uygulanacağını öngören özel kanunlarda işe bakacak mahkeme açıkça gösterilmiş olduğu halde, hükümlerin tefhim veya tebliği, kanun yoluna başvurma gibi işlemler konusunda açıklık bulunmadığı takdirde işlemi yapan mahkeme için usul kanunu ile belli edilen prosedür uygulanır. Kanun değişikliği yapılmadan sulh hukuk mahkemeleri kararlarının tefhim ve tebliği ile ilgili kuralların uygulanmasından vazgeçilemez. Halen usul kanununda, asliye mahkemelerinden verilen hükümlerin tebliği ve kanun yollarına başvurmada uygulanan kuralların, sulh mahkemelerinde de uygulanmasının istenilmesi kamu düzenini ilgilendiren emredici hükümlere ve işlerin çabuklaştırılması ilkesine aykırı düşer. Sonuç:

1086 sayılı Usul Kanunu`nun, 8.6.1973 günü yürürlüğe giren 30.4.1973 günlü ve 1711 sayılı Kanunla değiştirilen sulh hukuk mahkemelerinde sözlü yargılama yerine basit yargılama usulünün uygulanmasını öngören 507 ve 176/10. maddelerinin bu mahkemelerce 490. maddeye göre işlem yapılmasını ortadan kaldırmadığına, bu mahkemelerden yüze karşı verilen hükümlerin, taraflara ayrıca tebliği gerekmediğine, usulün 437. maddesindeki 8 günlük temyiz süresinin yüze karşı verilen hükmün tefhimini izleyen günden başlayacağına, Üçüncü Hukuk Dairesi`nin 18.2.1975 günlü ve 977-1039 ve Altıncı Hukuk Dairesi`nin 10.12.1974 günlü ve 5543-5849 sayılı kararlarının isabetli olduğuna, 21.4.1975 günü üçte ikiyi aşan oyçokluğuyla karar verildi.

AYKIRI GÖRÜŞLER

Cevdet Menteş, E. Şener, O. Tokcan, F. Uluç, H.Z. Ekmekçioğlu, İ. Doğanay, F. Çilingiroğlu, Z. Evirgen, Ş. İyiol, M. Çuhruk, M. Tekinöz, İ. Yanıkömeroğlu, E. Yurdakoş, T. Uygur, A.R. Düzceer:

Tebliği gerekir.

AYKIRI GÖRÜŞ

Esat Şener ( 2. HD. Bşk. ):

Hukuk Yargılamaları Usulü Kanunu`nun 1711 sayılı Kanunla değişen 507. maddesinin 1. bendi delaletiyle yine ayni kanunla değişen 176. maddesinin 10. bendi gereğince sulh mahkemelerinde, sözlü yargılama usulü ( HUMK. 473-491 ) yerine basit yargılama usulünün uygulanması ( HUMK. 507-511 ) öngörülmüştür.

Sözlü yargılama sonucu verilen kararlara karşı kanun yoluna başvurma süresi karar tefhim edilmiş ise bu tarihten, gıyapta verilmiş ise tebliğ edildiği günden başlar ( HUMK. 490 ).

8.6.1973 gününde yürürlüğe giren usul değişikliği karşısında artık sulh mahkemesinde basit yargılama usulü uygulanmakta olup, bu usulde temyiz süresinin başlangıcı bakımından kanunda bir açıklık olmadığı için adi yargılama usulü çerçevesinde işlem yapılması gerekir. ( HUMK. 511 ) Adi yargılamada ise, kanun yoluna başvurma süresi ilamın tebliğ olunduğu günden işler. ( HUMK. 393 ) Onun için, Sulh mahkemelerinden verilen hükümler tefhim edilmiş olsa bile temyiz süresi bakımından tebliğ zorunluğu vardır. ( Prof. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü 974, sh. 951, Prof. Baki Kuru, Prof. Mahmut Koloğlu`ya Armağan, 1975, Sh. 725-739 ).

Usulün 490. maddesinin kaldırılmamış olması, temyiz süresinin tefhimden başlamasını gerektirmez. Çünkü sözü geçen madde, çoğunlukla görüşünü savunanların belirttiği gibi, sulh mahkemelerinde görülen davalarla ilgili olmayıp şifahi yargılama usulü için öngörülmştür. 1711 sayılı kanun, sözlü yargılama usulünü kaldırmamıştır. Bu bakımdan sözlü yargılama usulünün uygulanması gereken hallerde, elbette 490. madde uygulanacaktır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 7. maddesine göre İş Mahkemelerinde, 766 sayılı Tapulama Kanunu`nun 58. maddesi uyarınca Tapulama Mahkemelerinde, 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu`nun 126. maddesi gereğince Toprak Mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Görülüyor ki, usulün 490. maddesinin 1711 sayılı Kanunla kaldırılmış olmamasının amacı başkadır. Bu bakımdan sözlü yargılama usulü ile sulh mahkemelerinin birbirine karıştırılmaması gerekir.

Evvelce sadece aleyhinde karar verilen kişilere temyiz hakkı tanınmış iken 1711 sayılı Kanunla usulün 427. maddesinde değişiklik yapılmış, hukuki yararı olmak şartıyla lehine hüküm verilen tarafın bile hükmü temyiz etmesi mümkün kılınmış, bu suretle kararların gerekçeleri bakımından temyiz imkanı tanınmıştır. Böylece taraf, kararı görüp okuyacak, lüzum gördüğü takdirde gerekçesini bile temyiz edecektir. İşte bu sebepledir ki, temyiz süresinin tefhimden başlatılması kanun koyucunun takip ettiği gayeye aykırı düşer.

Sözlü yargılama usulünün, uyuşmazlıkların çabuklukla çözülmesi amacına yönelik olduğu bir gerçek olmakla beraber, temyiz yönünden özel bir titizlik gösterildiği de inkar olunamaz. Nitekim 766 sayılı Tapulama Kanunu`nun 65 ve 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu`nun 172. maddelerinde temyiz süresinin tebliğ tarihinden başlayacağı öngörülmüştür. Görülüyor ki kanun koyucu sözlü yargılama usulünün uygulanmasını gerekli bulduğu hallerde bile, hak sahiplerinin mahkeme kararlarını gerekçeleriyle birlikte ve özellikle ilam şeklinde inceleyip temyiz haklarını kullanmaları ilkesine özen göstermiştir.

Usulün 490. maddesine yorum yolu ile verilen anlam, hükmün amacına da ters düşer. Çünkü; anılan maddeye göre, karar usulün 388 ve 389. maddelere uygun şekilde yazılı hakim ve katip tarafından imza edilmedikçe tefhim zaten söz konusu olamaz. Öyle ise tutanağa yazdırılan sözler kanunun öngördüğü anlamda bir karar niteliği taşımadığı için, bunun tefhim olarak kabulü mümkün değildir. Buna rağmen içtihadı birleştirme yolu ile, hem de uyuşmazlık konusu da olmadığı ve tartışılması da yapılamadığı halde, 490. maddesinin tadili ( değiştirilmesi ) imkanı yoktur.

Sulh mahkemelerinde dava olunan şeyin değeri ( müddeabih ) 5.000 liraya yükseltilmekle yarar çatışması büyümüştür. Bu değişiklik sanıldığı gibi sırf paranın değerinin zamanla yitirilmesinden doğmamış, kanunun sevk gerekçesinde de belirtildiği gibi, sulh ve asliye mahkemelerindeki dava dosyası dengesinin sağlanması amacı ile gerekli bulunmuştur. Hal böyle olunan sulh mahkemelerindeki davaların, önemsiz dava olduğu düşünülemez. Öte andan, 1711 sayılı Kanunla değiştirilen usulün 8. maddesi gereğince her çeşit veraset uyuşmazlığını, nesebi sahih olmayan çocukların velayet anlaşmazlığını, evlat edinmeye ve evlenmeye izin isteklerini ve değeri ne olursa olsun taşınır ve taşınmaz mallarda zilyetliğin korunması davalarını inceleme görevi sulh mahkemelerine verilmiştir. Görülüyor ki görev alanı böylesine genişletilip önem kazanan davalarda temyiz süresinin tefhim gününden başlaması gerçekten zararlı sonuçlar doğurur. Hatta kanun koyucu bu amaçla sulh mahkemelerinde sözlü usulün kaldırılmasını öngörmüştür. Usulün 178-426. maddelerinin kaynağı olan İsviçre Nöşatel Kantonu Usul Kanunu`nun 151-374. maddelerini kapsayan 2. babın başlığı ( matlabı ) "Proc‚dure Ordinaire"dir. Ayni deyim 511. maddenin karşılığı olan 462. maddede de yer almıştır. "Proc‚dure Ordinaire" adi yargılama demektir. ( Türk Hukuk Lügatı, 1944, Sh. 132 ) İşte 511. maddede alelade usulü muhakeme olarak tercüme edilen deyimin karşılığı usulün 178-426. maddelerde yer alan hükümlerdir. Ancak çeviri sırasında bir yanlışlık sonucu 2. babın matlabındaki Proc‚dure Ordinaire ibaresi alınmamıştır. Mevzuatımızda çeviri yanlışlığı bundan ibaret eğildir. Özellikle Medeni Kanunun 65, 85, 182/2, 522, 923. maddelerinde yapılmıştır. Uygulamada bu yüzden çeşitli görüşler belirmiş ve nihayet 20.9.1950 günlü, 4/10 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile "tereddüt halinde kaynak kanunun gözönünde bulundurulması" gereğine açıkça işaret edilmiştir. Öyle ise olayda bu ilkenin uygulanması zorunludur.

İçtihadı birleştirme kararı ile kanun koyucunun amacı dışına çıkılmıştır. Şöyle ki: Usulün 1086 sayılı Usul Kanunu yürürlüğe girdiği tarihteki 490. maddede temyiz süresinin tefhim gününden başlayacağına dair bir hüküm mevcut olmayıp Nöşatel Kanunu`nun 438. maddesinin karşılığı olan Usul Kanunu`nun 490. maddesi aynen şöyle idi: "Karar münhasıran vakıayı ispat delillerini ve esbabı mucibeyi muhtevi olarak zapta derç ve ziri hakim ve katip tarafından imza olunur. Başkatip talep eden tarafa imzası ile karar suretini verir. Suret harcı mesarifi muhakeme meyanına kaydolunur. Bundan başka sulh mahkemeleri kararlarında 394, 395, 396, 421, 422. maddeler tatbik olunur..." ( Resmi Gazete`nin 2, 3, 4 Temmuz 1927 tarihli sayıları ve 3. tertip düstur, Cilt 8, Sh. 1559 ) Görülüyor ki, metinde temyiz süresi yönünden bir hüküm bulunmadığı için 511. madde ile 490. maddeye değil 393. maddeye atıf yapıldığı aşikardır. Az önce açıklandığı gibi, başlangıçta sözlü yargılama usulünde bile tefhim gününden itibaren temyiz süresinin başlayacağına dair bir kural yok iken 1934 yılında 2606 sayılı Kanunda 490. madde bugünkü haline dönüştürülmüştür. O halde çoğunlukça zannedildiği gibi, 511. madde temyiz süresi yönünden asla tefhimi gözetmemiş, aksine kaynak kanunun atıfta bulunduğu 393. madde gözönünde tutulmuştur. O halde çoğunluğun yorumu bu yönden de doğru değildir.

Öte yandan, usulün 473/2. maddesinde ( Bu kanunun 2. babında mezkur olan kaideler ayrıca sarahat olmayan hallerde şifahi usulü muhakemede dahi tatbik olunur ) denildiğine göre, 178. madde ile başlayan 2. babın başlığındaki "Sulh mahkemeleriyle mahkeme-i asliyede mürafaa usulü" cümlesinin ( Sulh mahkemeleri ) ibaresinin haşivden ibaret olduğu, yani sonucu düşünülmeden metne eklendiği anlaşılmaktadır. Çünkü: İsviçre metninde sulh mahkemeleri deyimi yoktur. Hal böyle olunca 490. maddeyi 511. maddenin kapsamı içinde saymakta isabet düşünülemez.

O halde temyiz bakımından usulün 490. maddesine atıf yapılabilmesi mümkün iken adi yargılama usulüne yer verilmiş olması ( HUMK. 511 ) anlamsız değildir. Bu suretle, hakların korunmasına özen gösterilmiştir. Hükümler yorumlanırken kanun koyucunun amacının gözden uzak tutulmaması gerekir. Bir yerde açıklık var ise, zaten yorum söz konusu olmaz. Usulün 511. maddesinin bu açık hükmü karşısında sebep ne olursa olsun yorum yolu ile maddeyi hedefinden saptırmak doğru olmaz.

Yukarıda açıklandığı gibi, ancak sözlü yargılama usulünün uygunlanmakta olduğu davalarda temyiz süresi tefhimden başlar. Basit yargılama usulünde tebliğ zorunludur. ( Prof. Baki Kuru, Age. Sh. 506, 508, 707 ).

Bu bakımdan bundan böyle sulh hukuk mahkemelerinden verilen kararlara karşı temyiz süresinin tebliğ gününden başlaması zorunlu olup, çoğunluğun aksine beliren görüş ve düşüncesine katılmıyorum.
Old 25-06-2007, 10:13   #8
gencerx07

 
Varsayılan

burada her nekadar kararrın kesınleşmesı beklenmesede gerekcelı kararı beklemek zorundasınız..bence gerekcelı kararı dosyaya sunarak ıslemınızı yapabılırsınız...
Old 25-06-2007, 13:47   #9
av_zeynep

 
Varsayılan

Sulh Hukuk mahkemelerinde temyiz süresi tefhimle değil tebliğle başlar
Old 25-06-2007, 14:51   #10
av.sally

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av_zeynep
Sulh Hukuk mahkemelerinde temyiz süresi tefhimle değil tebliğle başlar

Sayın Av.zeynep sanırım yalnış anlaşılan birşey var temyizin hangi halde başladığı bizim açımızdan önem teşkil etmiyor.Çünkü borçlunun temyiz hakkını kullanması icra işlemlerini durdurmaz.Ben mi yanılıyorum yoksa?
Old 25-06-2007, 15:36   #11
av. adacan

 
Varsayılan

Eğer mahkeme tebliği istiyor ve icra daireside kesinleşme olmadan işlem yapmaktan kaçınıyorsa yerinizde olsam gerekçeli kararı alır icra dosyasına sunar ve icra dairesinden işlem yapması konusunda talepte bulunurum. Ve talep red edildiği taktirde şikayet yoluna gitmek suretiyle sorunu böyle aşmaya çalışırım. Böylece tetkik merciinin verceği karar önünüzü açacaktır.
Old 25-06-2007, 18:22   #12
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

1. HUMK. Madde-437 ( Değişik 16.07.1981 T. 2494 sayılı Kanunla )
" Sulh mahkemesi kararlarına karışı temyiz süresi sekiz gündür. Bu süre ilamın usulen taraflardan herbirine tebliği ile işlemeye başlar. 433 madde , sulh mahkemesi kararlarının temyizi halinde de uygulanır "

Maddenin açık hükmüne göre ; Sulh Hukuk Mahkemesi kararları taraflara usulen tebliğ edilmeden , tefhime bakılarak kesinleşme şerhi verilmesi imkanı bulunmamaktadır.

2. Yargıtay İç.B.G.Kurulu tahliyeye ait kararların kesinleşmeden de icraya konulabileceğini kabul etmiştir.

Saygılarımla.
T.C.

YARGITAY

İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU

E. 1937/11

K. 1938/7

T. 23.2.1938

• İCRANIN GERİ BIRAKILAMAYACAĞI ( Tahliye Hükmünün Temyiz Edilmiş Olması )

• TAHLİYE HÜKMÜNÜN TEMYİZİ ( İcranın Geri Bırakılamayacağı )

• KİRALANAN TAŞINMAZIN TAHLİYESİ İLE İLGİLİ KARARIN TEMYİZİ ( İcranın Geri Bırakılamayacağı )

• TEMYİZİN İCRAYI GERİ BIRAKAMAMASI ( Kiralanan Taşınmazın Tahliyesi İle İlgili Karar )

1086/m.443

2004/m.33

ÖZET : Kiralanmış taşınmazın boşaltılması konusundaki dava, taşınmaz malın aynına ve ayni haklara ilişkin olmadığından, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası`nın 443`üncü maddesi, tahliye kararlarında uygulanmaz. Bu nedenle de, kiralanan taşınmazın tahliyesi ile ilgili kararın temyiz edilmiş olması icrayı geri bırakmaz.
DAVA VE KARAR : Mecurun tahliyesine mütadir olan hükümlerin mücerret temyiz edilmesi, icrayı tehir edip etmeyeceği hususunda Temyiz Mahkemesi Ticaret Dairesi`nin 8.2.1937 tarih ve 935/2932 numaralı kararıyla İcra ve İflas Dairesi`nin 25.12.1936 tarih ve 6041/6565 numaralı kararı arasında çıkan içtihat ihtilafının tevhidi için 23.2.1938 tarihinde toplanmak üzere, bu hususta karar suretleri, Heyeti Umumiye`ye tevzi edilmişti.
Tayin olunan günde Birinci Reis İhsan Ezgü`nün riyaseti altında toplanan Heyeti Umumiye`ye kırk yedi zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten sonra, hadise bir kere daha riyaset makamı tarafından izah edildikten sonra söz alan Kazım; "Biz tahliye davalarını, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 13`üncü maddesine istinaden, gayri menkulün zilyetliğine taalluk ettiği cihetle katileşmedikçe icra olunamaz, diyoruz."
Fuat Hulusi ; "13`üncü madde, mahalli selahiyeti tayin eden bir maddedir. Hadise, gayri menkulün aynine veya ayni haklarına taalluku olmayıp, aktin feshinden mütevellit bir davadır. 443`üncü maddenin son fıkrası sarihtir."
Kazım : "Usulün 13 ve 443`üncü maddelerinin çerçevesinden çıkamayız" demeleriyle, müzakerenin kifayeti kabul edilmekle veya vaz`edilerek neticede :
SONUÇ : Kiralanmış gayri menkulün tahliyesi hakkındaki dava, gayri menkulün aynına ve buna müteallik ayni haklara taalluk etmediği cihetle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 443`üncü maddesinin son fıkrası, tahliye kararlarında kabili tatbik olmamakla, mücerret temyizi dava, icrayı tehir etmeyeceğine ekseriyetle karar verildi.
AYKIRI GÖRÜŞ
Kiracı da gayri menkulün fer`i zilyedi sayılır. Medeni Kanun`un 888`inci maddesi, bunu pek açık olarak göstermektedir. Usul`ün 13`üncü maddesi, gayri menkule müteallik davaları tarif ve tadat etmiş ve bu meyanda gayri menkule müteallik davlaraı tarif ve tadat etmiş ve bu meyanda gayri menkul üzerinde bir hakka veya muvakkat olsa bile onun zilyetliğine müteallik davaları da göstermiştir. Usulün 443`üncü maddesi, bu tarifi değiştirecek hükmü havi değildir. Bu sebeplerden dolayı, verilen karara muhalifim.
Kazım Berker
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Kamulaştırma davasında verilen kararın icraya konulması için Kesinleşme Şartı var mı? akgnc Meslektaşların Soruları 7 29-04-2016 08:24
Kesin Olarak Verilen Kararda Maddi Hata! muratozsa Meslektaşların Soruları 10 04-01-2014 14:06
Samsun Sulh Hukuk OLCAYK Şehirlerarası Nöbetçi Avukat 1 02-07-2007 19:29
Sakarya 2. Sulh Hukuk Mahkemesi dosyası Av.ZAFER İŞERİ Şehirlerarası Nöbetçi Avukat 2 23-04-2007 08:51
Yargılamanın Yenilenmesi Sonucu Verilen Kararda Vekalet Ücreti sdazk Meslektaşların Soruları 1 05-04-2007 13:27


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07700992 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.