Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalrında süre

Yanıt
Old 01-02-2012, 14:43   #1
limpid

 
Soru haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalrında süre

Sitede okumuş olduğum bir makalede aynen şöyle yazıyordu:
"Görüleceği üzere tazminat davalarına ilişkin zamanaşımı süreleri B.K m.60 da düzenlenmiştir. Yasada 3 tür zamanaşımı süresi vardır.Bu süreler 1 yıllık kısa süre, 10yıllık kesin süre ve eylemin suç niteliği sayılması durumunda uzamış(ceza ) zamanaşımı süreleridir.Yasanın 60.maddesinin 1.fıkrasına göre, haksız eylem nedeniyle tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.Öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımının işlemeye başlamasına sebep olmaz.Zarar ve sorumludan hangisi daha sonra öğrenilirse , zamanaşımı son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar."

1) Yazılanlardan anladığım kadarıyla kişinin sorumluyu ve zararı öğrenmesi gerekiyor. diyelimki siz sorumluyu dava açtıktan sonra öğrenebilecek durumdasınız. örnek vermek gerekirse: yol yapımı sırasında arazinizden izinsiz toprak alınıyor. bu işide bir sözleşme çerçevesinde belediye, valilik, karayolları, taşeron firma vs. kendi aralarında üslenmişler. hepsine birden dava açıyorsunuz. sorumlunun kim olduğuna mahkeme hükümle birlikte karar verecek. dolayısıyla mahkeme kararı ile beraber siz sorumluyu öğreneceksiniz. o halde hükümle beraber zamanaşımı süreniz yeniden mi başlayacak?

2) yine aynı makalede bulunan yargıtay kararı "13.HD 2.3.1998 gün 10172/1882 sayılı kararı
Bedensel bütünlüğün bozulmasına ilişkin dava konusu zarar, ADLİ TIP KURUMU kesin raporunun okunduğu oturum gününde öğrenilmiş olacağından , zamanaşımı süresi de bu tarihten başlayacaktır."


davanızı açtınız. keşif yapıldı, akabinde bilirkişiler rapor düzenledi ancak raporda tekrar keşifle bir hususun belirlenmesi gerektiği ve akabinde tekrar rapor hazırlayarak net rakamı bulabilecekleri belirtildi. diyelimki eksik hususlar giderildi aynı heyet raporunu hazırladı mahkemeye sundu. bu raporun tarihi mi zararınızı net olarak öğrendiğiniz tarih olacak ve dolayısıyla süre bu tarihten itibaren mi işleyecek? diyelim ki taraflardan birisi itiraz etti yeni raporda farklı rakam var. hangisi esas alınmalıdır?

3) "Yargıtay’ın yerleşik kararlarında belirtildiği ve öğretide de benimsendiği üzere, tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için, eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmış ya da hükümlülük kararı verilmiş bulunması gerekli olmayıp, yalnızca haksız eylemin suç niteliği taşıması yeterli görülmüştür." denmektedir yine makalede. o halde yukarıda vermiş olduğum örnekten hareketle, izinsiz arazinizden toprak alınması, arazinize zarar verilmesi hırsızlık, mala zarar verme vs. suçlarını oluşturur. o halde siz ceza davası açmasanız bile eylem suç niteliğinde olduğu ve ceza kanunları uyarınca 8 yıllık dava zamanaşımı sizin açacağınız tazminat davasınında mı zamanaşımı olacaktır? yani haksız fiili öğrendiğiniz tarihten itibaren 8 yıl içinde dava açma hakkınız mı olacak?

bu konuda fikirlerini paylaşacak herkese teşekkürler.



Old 06-02-2012, 11:14   #2
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

4.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/6514
Karar: 2011/8246
Karar Tarihi: 12.07.2011


TAZMİNAT DAVASI - MADDİ VE MANEVİ ZARARIN ÖDETİLMESİ - GAZ SIKIŞMASI NEDENİYLE OLUŞAN PATLAMADA DESTEĞİN ÖLÜMÜ - BİR YILLIK ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BAŞLAYABİLME ŞARTI - ZARAR VERENİN KİM OLDUĞUNUN DAVACILAR TARAFINDAN ÖĞRENİLDİĞİ GÜNÜN TESPİTİ

ÖZET: Dava, gaz sıkışması nedeniyle meydana gelen patlamada desteğin ölümünden dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık haksız eylem niteliğinde olup bir yıllık zamanaşımı süresi, zarara uğrayanın, zararın varlığını ve zarar vereni öğrendiği günden itibaren işlemeye başlar ve her durumda zarara yol açan eylemin gerçekleştiği günden itibaren on yıldır. Bir yıllık zamanaşımı süresinin başlayabilmesi için zararın varlığının öğrenilmesi yanında zarar verenin kim olduğunun da öğrenilmiş olması gerekir. Davacıların zarara uğramasına yol açan patlama 03.05.2004 günü meydana gelinip ve davacılar zararın varlığını o gün öğrenmiş iseler de zarar verenin kim olduğunun davacılar tarafından öğrenildiği güne ilişkin dosya arasında bir veri bulunmamaktadır. Davacılar, davalının zamanaşımı savunmasına karşı çıktıklarına göre davacı çalışanları hakkında açılan ceza davasına ilişkin dosya getirtilip davacıların o ceza davasına katılıp katılmadıkları (müdahil olup olmadıkları), davacılar ceza davasına katılmışlarsa (müdahil olmuşlarsa) o davada zarar verenin kim olduğunun belirlenmesine ilişkin raporu öğrendikleri tarih belirlenerek bir yıllık zamanaşımının geçip geçmediği değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.

(818 S. K. m. 41, 43, 60) (765 S. K. 382, 465)

Dava ve Karar: Davacı N. E. ve diğerleri vekili Avukat M. Y... ve Avukat H... T... tarafından, davalı Tüpraş aleyhine 19/01/2007 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle desteğin ölümünden dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesinin istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece zamanaşımı nedeniyle istemin reddine dair verilen 23/02/2011 günlü kararın Yargıtay`da durulmalı olarak incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 12/07/2011 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekilleri Avukat M. H. T... ve Avukat G. A... E... ile karşı taraftan davalı şirket vekili Avukat B... O... geldiler. Açık durulmaya baklandı. Süresinde olduğu anlatılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.

Dava, gaz sıkışması nedeniyle meydana gelen patlamada desteğin ölümünden dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş; karar, davacılar tarafından temyiz olunmuştur.

Davacılar, 03.05.2004 günü Batman Toptancılar Sitesi’nde meydana gelen patlamada, aynı yerde çay ocağı ipleten desteklerinin yaşamını yitirdiğini belirterek, davalının destekten yoksun kalma ve manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemişlerdir.

Davalı ise, zamanaşımı savunmasında bulunmuş istemin esas yönden de reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Yerel mahkemece, patlamanın meydana geldiği 03.05,2004 günü ile davanın açıldığı 19.01.2007 günü arasında 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği, davalının çalışanlarının 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 382. maddesi gereğince cezalandırılması amacıyla açılan kamu davasının beraet kararı verilerek sonuçlandığı, davalı Şirket yönünden aynı Yasa’nın 465. maddesi gereğince (uzamış) ceza zamanaşımının uygulanamayacağı gerekçesiyle istem reddedilmiştir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık haksız eylem niteliğinde olup Borçlar Yasası’nın 60/1. maddesinde öngörülen bir yıllık zamanaşımı süresi, zarara uğrayanın, zararın varlığını ve zarar vereni öğrendiği günden itibaren işlemeye başlar ve her durumda zarara yol açan eylemin gerçekleştiği günden itibaren on yıldır. Bir yıllık zamanaşımı süresinin başlayabilmesi için zararın varlığının öğrenilmesi yanında zarar verenin kim olduğunun da öğrenilmiş olması gerekir. Davacıların zarara uğramasına yol açan patlama 03.05.2004 günü meydana gelinip ve davacılar zararın varlığını o gün öğrenmiş iseler de zarar verenin kim olduğunun davacılar tarafından öğrenildiği güne ilişkin dosya arasında bir veri bulunmamaktadır.

Davacılar, davalının zamanaşımı savunmasına karşı çıktıklarına göre davacı çalışanları hakkında açılan ceza davasına ilişkin dosya getirtilip davacıların o ceza davasına katılıp katılmadıkları (müdahil olup olmadıkları), davacılar ceza davasına katılmışlarsa (müdahil olmuşlarsa) o davada zarar verenin kim olduğunun belirlenmesine ilişkin raporu öğrendikleri tarih belirlenerek bir yıllık zamanaşımının geçip geçmediği değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 06-02-2012, 11:17   #3
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

11.Hukuk Dairesi
Esas: 2001/4246
Karar: 2001/6861
Karar Tarihi: 17.09.2001


RÜCUAN TAZMİNAT DAVASI - İSTİHDAM EDENİN SORUMLULUĞU - ÇALIŞANIN TABİ OLDUĞU CEZA ZAMANAŞIMININ ÇALIŞTIRAN İÇİN DE UYGULANMASI GEREKTİĞİ - DAVANIN UZAMIŞ ZAMANAŞIMI SÜRESİ İÇERİSİNDE AÇILDIĞI - HÜKMÜN İSABETSİZLİĞİ

ÖZET: Çalışanın özensiz davranması nedeniyle meydana getirdiği zarardan dolayı çalışanın tabi olduğu ceza zamanaşımının çalıştıran için de uygulanması gerekir. Bu durumda, davacı sigortalısının karşılaştığı eylemde, zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu kabul edilmelidir. Öte yandan, uzamış ceza zamanaşımının uygulanması için, eylemin suç niteliğinde olması yeterli olup, ceza davası açılması zorunlu değildir. Ceza davası açılmamışsa, eylemin suç niteliğinde olup olmadığını hukuk hakimi takdir edecektir.

(6762 S. K. m. 1301) (818 S. K. m. 55, 60) (765 S. K. m. 102, 455, 459, 465)

Dava: Taraflar arasında görülen davada Çeşme Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 13.12.2000 tarih ve 2000/115-363 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Salih Çelik tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Karar: Davacı vekili, müvekkilinin Fransa'dan Türkiye'ye tur düzenleyen bir turizm şirketinin sigortacısı olduğunu, tura katılan bir çocuğun davalı otelin lobisinde garsonun servis ettiği sıvıyı <su> zannederek içmesi sonucu iç organlarının yandığını, tedavi masraflarını müvekkilinin ödediğini ileri sürerek, 1.506.257.80 Fransız frangının fiili ödeme günündeki kurun TL karşılığının tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın 1 yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığını savunarak, reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar doğrultusunda, açılmış bir ceza davasının bulunmadığı adam çalıştırılanlar hakkında uzamış ceza zamanaşımının uygulanamayacağı, BK.nun 60. maddesindeki 1 yıllık hukuk zamanaşımının dolduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Davacı, davalının çalıştırdığı kişinin özensiz davranışı sonucu sigortalısının zarar gördüğünü ileri sürerek, TTK. nun 1301. maddesi uyarınca rücu davası açmıştır.

Somut olayda, davacının sigortalısına zarar verenin, davalı tarafından çalıştırılan konumunda bulunduğu tartışmasızdır. Böyle bir kişinin verdiği zarardan, zararı veren kişiyle birlikte onu çalıştıranın da hukuki sorumluluğu bulunacağı BK.nun 55. maddesinde ifade edilmiştir. Borçlar Kanunu'nun anılan maddesindeki genel düzenlemesi dışında, TCK'nun 465. maddesinde, bir kimsenin veya bir şirketin hizmetinde çalışanlar tarafında çalıştıkları sırada işlenen ve TCK. nun 455. ve 459.maddelerinde yazılı eylemlerden dolayı hükmedilecek tazminattan haksız eylem yapan kişi veya çalıştıranın da sorumlu olacağı ifade edilmiştir. Açıklanan bu yasal düzenlemeler itibariyle TCK'nun 465. maddesinin, Borçlar Kanunu'nun 55.maddesine göre daha özel nitelik taşıdığı ve çalıştıranın da hukuki sorumluluğunun TCK'ndaki 455. ve 459. maddelerindeki eylemlerle sınırlı tutulduğu anlaşılmaktadır.

Yasa koyucu böyle bir düzenlemeyi getirmiş olduğuna göre çalışanın özensiz davranması nedeniyle meydana getirdiği zarardan dolayı çalışanın tabi olduğu (ceza) zamanaşımının çalıştıran için de uygulanması gerektiği sonucuna varılmalıdır. Bu durumda, davacı sigortalısının karşılaştığı eylem, BK.nun 60. maddesi yollaması ile TCK'nun 102. maddesi gözetildiğinde zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu kabul edilmelidir. Öte yandan, uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanması için, eylemin suç niteliğinde olması yeterli olup, ceza davası açılması zorunlu değildir. Ceza davası açılmamışsa, eylemin suç niteliğinde olup olmadığını hukuk hakimi takdir edecektir. Dairemiz'in yerleşik uygulamaları da bu yöndedir.

Bu durumda, dava 16.4.1995 tarihinde açıldığına göre uzamış (ceza) zamanaşımı süresi içerisinde açılmış olup, ceza davasının açılması ve mağdurun ceza mahkemesine müdahil olması koşulları aranmaması gerektiğinden, mahkemece davalı vekilinin zamanaşımı def'inin öncelikle bu yönden değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle, davanın zamanaşımı nedeniyle reddi bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 17.09.2001 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 06-02-2012, 12:48   #4
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

Yukarda yer alan içtihatda da belirtildiği gibi "Uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanması için, eylemin suç niteliğinde olması yeterli olup, ceza davası açılması zorunlu değildir. Ceza davası açılmamışsa, eylemin suç niteliğinde olup olmadığını hukuk hakimi takdir edecektir." Diğer yandan zamanaşımı süresinin başlayabilmesi için zararın varlığının öğrenilmesi yanında zarar verenin kim olduğunun da öğrenilmiş olması gerekir. Ancak sizin olayınızın zamanaşımı ile ilgisi bulunmamaktadır. Şöyle ki; Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapılmakta olan yeni yol sebebiyle hafriyat firması olan Şirket tarafından malike ait taşınmazdan dolgu malzemesi (toprak) alındığı ve böylece Karayolları'nın taşınmaza el attığı anlaşılmaktadır. Bu durumda açacağınız dava kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davasıdır. Bu davadaki talebiniz taşınmaz bedelinin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine ilişkin olmalıdır. Keşifte yapılması gereken taşınmaz bedelinin tespiti olacaktır yoksa alınan toprak bedeli değil.
Zamanaşımı süresine gelince; 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesine göre; idarenin el koyma tarihinden itibaren 20 sene geçmekle taşınmaz malikinin her türlü dava hakkı düşer. Başka bir anlatımla, mülkiyet bu süre dolmakla el atan idareye geçer. Bu husus 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 705. maddesindeki "Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, Mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanun da öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır" hükmü ile açıklığa kavuşturulmuştur.
Diğer taraftan Anayasa Mahkemesince; 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesi iptal edilmiş olup, bu durumda kamulaştırmasız el atma nedeni ile açılacak tazmİnat davalarında zamanaşımı ya da hak düşürücü süre söz konusu değildir. KOLAY GELSİN
Old 06-02-2012, 16:04   #5
limpid

 
Varsayılan

cevabınız için teşekkür ederim ancak benim davam kamulaştırmasız el atma değil alınan toprak ve araziye verilen zarardan kaynaklı tazminat istemine ilişkindir. çünkü yol çalışmaları bitmiş arazinin yanından yol geçmektedir. olay zaten 2007 den 2009a kadar devam etmiştir. eğer bu davamda arziden yolun bir kısmının geçtiğini de tespit ettirebilirsem o kısım çin kamulaştırmasız el atma davası açacağım. benim burda öğrenmek istediğim benim için zamanaşımının ne zaman başladığı veya başlayacağı
Old 06-02-2012, 16:10   #6
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

5.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/4375
Karar: 2011/14734
Karar Tarihi: 26.09.2011


KAMULAŞTIRMASIZ EL ATILAN TAŞINMAZ BEDELİNİN TAHSİLİ DAVASI - TAŞINMAZ MALİKİNİN BEDEL ARTIRIM DAVASI DA AÇABİLECEĞİ - BİLİRKİŞİ İNCELEMESİNİN YAPILMASI - EMSAL KARŞILAŞTIRMASI YAPILARAK DEĞER BİÇİLMESİ

ÖZET: Taşınmaz maliki bedel artırım davası açabileceği gibi kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası da açabilir. Dosya kapsamına göre davanın kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan tazminat davası olarak nitelendirilmesi doğrudur. Mahkemece, bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Arsa niteliğindeki dava konusu taşınmaza, emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilip davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

(2942 S. K. m. 13, 25)

Dava: Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, davanın kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı idare vekili yönünden verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.

Karar: Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 25. maddesinde <Hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından, kamulaştırma işlemi mal sahibi için 13. madde uyarınca yapılan tebligatla başlar> hükmü yer almaktadır.

Davacılara, kamulaştırma işlemi usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş, dava konusu taşınmaza da davalı idarece fiilen el konulmuştur.

Bu durumda, taşınmaz maliki bedel artırım davası açabileceği gibi kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası da açabilir. Dosya kapsamına göre davanın kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan tazminat davası olarak nitelendirilmesi doğrudur.

Mahkemece, bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Arsa niteliğindeki dava konusu taşınmaza, emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilip davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Sonuç: Davalı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde olmadığından usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına, idare harçtan bağışık olduğundan harç alınmamasına, 26.09.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 06-02-2012, 16:14   #7
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2008/5-702
Karar: 2008/709
Karar Tarihi: 26.11.2008


KAMULAŞTIRMASIZ ELATILAN TAŞINMAZ BEDELİNİN TAHSİLİ DAVASI - KAMULAŞTIRMASIZ ELATMADAN ARTA KALAN BÖLÜMDE ELATMA NEDENİYLE DEĞER KAYBI OLDUĞU - KAMULAŞTIRMASIZ ELKOYMA NEDENİYLE ULAŞIM İMKANLARININ KISITLANDIĞI - YARI ORANDA DEĞER KAYBININ İSABETLİ OLDUĞU

ÖZET: Kamulaştırmasız el atmadan arta kalan bölümde, kamulaştırmasız el atma nedeniyle değer azalışı oluşmuştur. Ayrıca söz konusu kısmın yeri, konumu, geometrik şekli, alanı ve kamulaştırmasız el koyma nedeniyle ulaşım imkanlarının dahi kısıtlanmış olması karşısında yarı oranda değer azalışı takdiri ile kamulaştırmasız el koyma karşılığına ilave edilmiş olması isabetlidir.

(2942 S. K. m. 11) (YİBK. 16.05.1956 T. 1956/1 E. 1956/6 K.) (YHGK. 14.03.2007 T. 2007/5-113 E. 2007/143 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Denizli Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28/04/2006 gün ve 2004/658-2006/226 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 21.09.2006 gün ve 2006/7940-2006/9314 sayılı ilamı ile;

(...Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve el atılan kısmın bedelinin tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Ancak;

Dava konusu taşınmaz kadastro parseli olup, el atmadan arta kalan kısmı ileride komşu parsellerle şuyulandırılıp değerlendirileceğinden arta kalan bölümde değer düşüklüğü olamayacağı gözetilmeden değer düşüklüğünün kabulü ile fazla bedele hükmedilmesi,doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkilinin tapuda kayden malik bulunduğu 3080 m2 yüz ölçümündeki Denizli Yeşilköy köyü 5 pafta, 1101 parsel sayılı taşınmazın 2292 m2 lik bölümünün imar yolunda kalması nedeniyle davalı idarece yol yapılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığını, taşınmazın tapu kaydında <askeri güvenlik sahası içindedir> şerhi bulunduğundan, müvekkilinin yol dışında kalan kısımdan da yararlanma olanağının bulunmadığını ileri sürerek; 107.800.000.000 TL kamulaştırmasız el koyma karşılığının yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; dava konusu taşınmazın müvekkili idarece kamulaştırılmasına karar verilmiş olmasına karşın, kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmadığını ve Askeri güvenlik sahası içerisinde kalan arazi niteliğinde bulunan taşınmaz için talep edilen bedelin fahiş olduğunu savunarak, davanın reddine verilmesini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin; yargılama sırasında alınan bilirkişi kurulu raporunu benimsemek suretiyle ve <el atmadan arta kalan 575.01 m2'lik bölümün Askeri Güvenlik sahasında bulunması ve imar planında ağaçlandırma sahasında kalması nedeniyle davacının kalan kısımdan yararlanma olanağı bulunmadığı, bu itibarla arta kalan bölümde %50 değer azalışı kabul edilmesi gerektiği> gerekçesiyle <davanın kısmen kabulüne> dair verdiği karar. Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Tapuda davacı adına kayıtlı bulunan 3080 m2 yüz ölçümündeki 5 pafta, 1101 parsel sayılı taşınmazın 2291.99 m2 lik bölümüne, 30 metre genişliğindeki imar yolunda kalması nedeniyle davalı idarece yol yapılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığı, arta kalan ve bu davanın konusu olmayan 213 m2 lik bölümün dava dışı Tedaş Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığı, arta kalan ve eldeki davanın konusu olan 575,01 m2'lik bölümün ise, Askeri güvenlik sahasında ve imar planında ağaçlandırılacak alanda kaldığı keşfen tespit edilmiş olup, esasen bu konuda uyuşmazlık mevcut değildir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı idarece taşınmaza kısmen el konulması sebebiyle arta kalan 575,01 m2'lik bölümde değer azalışı meydana gelip gelmediği, bu bağlamda %50 değer azalışı bedelinin de hüküm altına alınmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

16.05.1956 gün, 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere, taşınmazına kamulaştırmasız el konulan kimse, değer karşılığının verilmesini isteyebileceği gibi, el atmanın önlenmesini de isteyebilir. Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat davalarında taşınmaza değer biçmede, kıyasen Kamulaştırma Kanunu hükümleri uygulanmaktadır.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 11. maddesinin (g) bendi uyarınca arsanın değerinin, kamulaştırma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre, satış bedelinin esas alınarak belirleneceği hükme bağlandıktan sonra; Kamulaştırma Kanunu'nun 12. maddesinde, taşınmaz malın kısmen kamulaştırılması halinde arta kalan kısımda hasıl olacak değişikliğin taşınmazın değerine etkisi düzenlenmiştir.

Anılan 12. maddenin (b) bendine göre, kısmi kamulaştırma nedeniyle kalan kısmın kıymetinde eksilme meydana geldiği takdirde, bu eksilen değer miktarı kamulaştırma bedeline eklenir.

Bu noktada,arta kalan kısımda değer kaybı belirlenirken, değer kaybının kamulaştırmadan kaynaklanması ve taşınmaz malın kamulaştırmadan önceki ve sonraki durumlarının bilirkişilerce göz önünde tutulması ve kamulaştırmanın menfî etkisinin oranının açıklanması gerekir.

Gerçekten de, hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporlarında, taşınmaz mala el atılması sebebiyle oluşan menfi etkiler ve oranı açıklanmış; <kamulaştırmasız el koyma nedeniyle arta kalan kısmın Askeri güvenlik sahasında kaldığı ve imar planında da ağaçlandırma sahasında olduğu, bu nedenle artan kısmı taşınmaz mal sahibinin kullanması ve değerlendirmesinin olanak dışı kaldığı> belirtilerek, %50 değer azalışı kabul edilmiştir.

Diğer taraftan; Belediye Başkanlığı'nın 18.10.2006 tarihli yazısında, kamulaştırma işlemi yapılmadan el konulan kısımdan arta kalan 575.01 m2'lik alanın imar planında Askeri Güvenlik Sahası (ağaçlandırılacak alan) içinde bulunduğu, bu nedenle ileride komşu parsellerle şuyulandırılıp değerlendirilme imkanı olmadığı, imar planına göre zemin kotuna göre yaklaşık eksi -5 kotunda yol yapılıp beton duvarla örüldüğünden 575.01 m2 lik kısma bu yoldan ulaşılması mümkün olmadığı gibi mevcut kadastro yolunun da Tugay Komutanlığınca kapatılmış olduğundan bu Komutanlığın izni ile ulaşılması olanağının bulunduğu ifade edilmiştir.

Bu durum karşısında; kamulaştırmasız el atmadan arta kalan bölümün imar planında Askeri Güvenlik Sahası (ağaçlandırılacak alan) içinde bulunması nedeniyle imar uygulaması yapılması, diğer bir ifadeyle başka parsellerle şuyulandırılması olanağı bulunmadığı ve artan kısımdan taşınmaz mal sahibi davacının yararlanması kısıtlandığına göre, arta kalan kısımda değer azalışının kabul edilmesi gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 06.12.2006 gün E:2006/5-773 K:2006/774; 14.03.2007 gün E:2007/5-l 13 K:2007/143 sayılı kararlarında da aynı görüş benimsenmiştir.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, kamulaştırmasız el atmadan arta kalan 575.01 m2 lik bölümde, kamulaştırmasız el atma nedeniyle değer azalışı kabul edilmesi gerektiğine ilişkin olarak verilen direnme kararı yerinde olduğu gibi; arta kalan 575.01 metrekarelik kısmın yeri, konumu, geometrik şekli, alanı ve kamulaştırmasız el koyma nedeniyle ulaşım imkanlarının dahi kısıtlanmış olması karşısında %50 oranında değer azalışı takdiri ile kamulaştırmasız el koyma karşılığına ilave edilmiş olması doğrudur.

O halde, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı (2.037.10) YTL. bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 26.11.2008 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

(KAYNAK: Av. Talih UYAR)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 06-02-2012, 16:14   #8
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

5.Hukuk Dairesi
Esas: 2005/5755
Karar: 2005/7189
Karar Tarihi: 20.06.2005


KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMANIN ÖNLENMESİ VE TAZMİNAT DAVASI - DAVALI ŞİRKETİN YOL YAPIMINDA TAŞERON OLARAK ÇALIŞTIĞI - YOL İNŞAATININ KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE AİT OLDUĞUNDAN HUSUMETİN DOĞRU YÖNELTİLDİĞİNİN KABULÜ GEREĞİ

ÖZET: Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü ile diğer davalı şirket arasındaki sözleşme uyarınca davalı şirketin yol yapımında taşeron olarak çalıştığı, yolun inşaatının davalı Karayolları Genel Müdürlüğüne ait olduğu, bu nedenle davalı Karayolları Genel Müdürlüğüne karşı tevcih edilen husumetin doğru olduğu bu davalı hakkında davanın yürütülmesi gerekir.

(2942 S. K. m. 11) (1086 S. K. m. 73)

Dava: Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi ve tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Mahkemece davalı Karayolları Genel Müdürlüğü hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine, diğer davalı Kamas Nakliyat Taah. ve İnş.San.Tic.Ltd.Şirketi hakkında açılan davanın kısmen kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili yönünden verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Dava, kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi ve tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece davalı Karayolları Genel Müdürlüğü hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine, diğer davalı Kamas Nakliyat Taahhüt ve İnşaat Sanayi Tic.Lmt.Şirketi hakkında açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyanın incelenmesinde; Karayolları Bölge Müdürlüğü tarafından yapılmakta olan yeni yol sebebiyle hafriyat firması olan diğer davalı Kamas Nakliyat, Taahhüt ve İnşaat Sanayi Limited Şirketi tarafından davacıya ait taşınmazdan dolgu malzemesi alındığı ve böylece davacının taşınmazına el atıldığı anlaşılmıştır. Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü ile diğer davalı şirket arasındaki sözleşme uyarınca davalı şirketin yol yapımında taşeron olarak çalıştığı, yolun inşaatının davalı Karayolları Genel Müdürlüğüne ait olduğu, bu nedenle davalı Karayolları Genel Müdürlüğüne karşı tevcih edilen husumetin doğru olduğu bu davalı hakkında davanın yürütülmesi gerektiği düşünülmeden, gerekçede gösterilen aksi düşüncelerle Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yönünden ret edilerek diğer davalı Kamas Nakliyat Taah.İnş.San.Ltd.Şirketi hakkında davanın kısmen kabulüne karar verilmesi,

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K. nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine, 20.06.2005 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Davacı, 263 parsel sayılı taşınmazının 1500 m2'lik bölümünden toprak alındığından bahisle davalılar Karayolları Genel Müdürlüğü ile Kamas Nakliyat Taahhüt ve İnşaat Sanayi Ticaret Limited Şirketi hakkında el atmanın önlenmesi ve 511.875.000.-TL zararının tahsili için dava açmıştır.

Mahkemece, davalı Karayolları Genel Müdürlüğü hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine, diğer davalı Kamas Nakliyat Taahhüt ve inşaat Sanayi Ticaret Limited Şirketi hakkında açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Dairemizce hüküm, husumetin Karayolları Genel Müdürlüğüne tevcih edilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur.

Dosyanın incelenmesinde; davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün dava konusu taşınmaza fiili el atmasının mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü davaya cevap dilekçesinde, <İdaremiz toprak alınacak ve boşaltılacak yerleri yüklenici firmaya göstermiştir. Davaya konu taşınmaz bu yerlere dahil değildir. Bu nedenle yüklenicinin fiilinden dolayı müvekkil idareyi sorumlu tutmak yersizdir> şeklinde savunmada bulunmuştur.

Dairemizce; kamulaştırma yetkisine sahip idare ile yüklenici firma arasında sözleşme yapılmış ve taşınmaza davalı şirket bu sözleşmeye dayanarak el atmış ise idarenin sorumlu tutulacağına, aksi halde, yani sözleşme olmaksızın, müteahhit firmanın kendiliğinden el atması halinde ise idarenin sorumlu tutulmayıp müteahhit firmanın sorumlu tutulacağına ilişkin kararlar verilmekte olup uygulamalar bu yöndedir. (Dairemizin 16.12.2002 gün ve 14136/22362; 21.04.2004 gün ve 3323/4896 sayılı kararlarında olduğu gibi)

Açıklanan nedenle; öncelikle davalı Karayolları Genel Müdürlüğü ile müteahhit firma olan diğer davalı arasında bu hususta düzenlenmiş sözleşme bulunup bulunmadığının davalılardan sorulması, varsa getirtilerek, dava konusu taşınmaz, toprak alınacak arazilerden ise Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhinde hüküm kurulması, toprak alınacak arazilerden değilse, davalı müteahhit firma hakkında kabul kararı verilmesi gerektiği düşünülmeden, eksik inceleme ile Karayolları Genel Müdürlüğü hakkında açılan davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından, sayın çoğunluğun kesin bozma görüşlerine katılmıyorum. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 06-02-2012, 16:20   #9
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

Son karar sizin olayınıza çok uyuyor. Bu durumda zamanaşımı başlangıcı zarar verenin öğrenilmesi ile başlayacaktır. Öyle ise mahkemece davalı Karayolları Genel Müdürlüğü ile müteahhit firma olan diğer davalı arasında bu hususta düzenlenmiş sözleşme bulunup bulunmadığının araştırılacak varsa getirtilerek, dava konusu taşınmaz, toprak alınacak arazilerden ise Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhinde hüküm kurulması, toprak alınacak arazilerden değilse, davalı müteahhit firma hakkında kabul kararı verilmesi gerekecektir ki bu hususta Karayolları'na yazılacak müzekkere cevabından sonra zarar veren öğrenleceğinden zamanaşımı başlangıcı da bu tarih (müzekkere cevabının öğrenildiği tarih )olacaktır.
Old 06-02-2012, 16:21   #10
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

Ancak tekrar belirtmek isterim ki sizin davanız mülkiyet hakkına bağlı bir dava olduğu için zamanaşımı söz konusu değildir.
Old 06-02-2012, 16:27   #11
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

Arazden yol geçmesi gerekmediği düşüncesindeyim, toprak alınmış olmakla arazi yapısı bozulmuş, kulllanılamaz duruma gelmişse de kamulaştırmamız el atma nedeni ile tazminat davası açılabilir. Bu davada el atılan kısım dışında artan kısımdan taşınmaz mal sahibi davacının yararlanması kısıtlanmış ise , arta kalan kısımda değer azalışının kabul edilmesi gerektiği Yargıtay içtihatları ile de kabul edilmiştir. Olayınız belirttiğim şartlara uyuyor ise davanızı ıslah ederek kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davasına dönüştürmenizi öneririm. KOLAY GELSİN
Old 06-02-2012, 16:32   #12
limpid

 
Varsayılan

gönderdiğiniz kararlar ve cevaplar için teşekkür ederim. aslında dava bana sonradan intikal etti. davacı biziz davalı ise belediye ve taşeron firma. daha sonra davalıların istemi ile karayollarına dava ihbar ediliyor. karayolları ihbar edilen olarak davaya katılıyor. arada yapılmış bir protokol var. dolayısıyla davalılar bu protokole göre sorumluluğu birbirine atıyorlar. protokolde kamulaştırma işlemi belediyelerce yapılacak daha sonrada karayolları inşaata başlayacak deniliyor. bu nedenle belediye biz kamulaştırmaları yaptık yerleri gösterdik, ayrıca haksız fiil bizzat yapılabilir bir eylemdir, yapanda karayollarının taşeronudur, karayolları ve taşeron sorumlu diyor.karayolları da protokole göre belediyenin gösterdiği yer, mülkiyete ilişkin her türlü dava ve taleplere belediye bakacak diyor protokole göre diyor. anlayacağınız hakkaten protokole bakınca ben de kimin sorumlu olduğunu anlayamıyorum ancak keşif esnasında dahi taşeronun toprak aldığı ve attığı tespit edildi. son mesajınızda "Ancak tekrar belirtmek isterim ki sizin davanız mülkiyet hakkına bağlı bir dava olduğu için zamanaşımı söz konusu değildir." diyorsunuz. buna ilşkin yargıtay kararı var mı elinizde. malum hükümle beraber ben zarar verenin kim olduğunu ancak anlayabileceğim bu durumda.
Old 06-02-2012, 16:37   #14
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

6.Hukuk Dairesi
Esas: 2010/12982
Karar: 2011/5634
Karar Tarihi: 02.05.2011


ÇEYİZ VE ZİYNET EŞYALARININ AYNEN İADESİ İSTEMİ - DAVANIN İSTİHKAK DAVASI NİTELİĞİNDE OLDUĞU - BOŞANMANIN FERİSİ OLAN İSTEMİN ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BİR YIL OLARAK KABULÜNÜN İSABETSİZLİĞİ - HÜKMÜN BOZULMASI GEREĞİ

ÖZET: Dava, çeyiz ve ziynet eşyalarının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Olayda taraflar arasındaki boşanma davasının kesinleştiği ve davacı mevcut olan ziynetlerin zorla elinden alındığı hukuki sebebine dayanarak açtığı dava bir yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, davanın boşanmanın feri olarak nitelenmesi ve zamanaşımı süresinin bir yıl olarak kabulü doğru değildir. Zira bu tür davalar istihkak davası niteliğindedir. Mahkemece işin esasına girilerek, tarafların tüm delilleri toplanıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.

(818 S. K. m. 125, 132) (4721 S. K. m. 178)

Dava: Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı alacak davasına dair karar davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Dava, çeyiz ve ziynet eşyalarının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın zaman aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin ziynetlerinin zorla elinden alınarak annesi evinde bırakıldığını, sonra bu ziynetleri iade etmediğini belirterek ziynetlerin aynen iadesine olmadığı takdirde 16.430 TL bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tahsilini istemiştir. Davalı zamanaşımı definde bulunarak davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, 1 yıl içinde açılmayan davanın zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiştir.

Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik tasarruf özgürlüğüne yönelik saldırılara el atmanın önlenmesi davası ile karşı koyabileceği gibi istihkak davası ile de karşı koyabilir. Eşya davası bu anlamda bir istihkak davası olmakla istem dava konusu eşyaların; aynen iadesi, olmadığı takdirde dava tarihindeki bedelinin verilmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Dava konusu eşyaların mevcut olduğu tespit edilmiş ise uyuşmazlık mülkiyet hakkına dayandığından olayda zamanaşımı söz konusu olamaz. Dava konusu eşyaların var olduğu tespit edilemez ise istem tazminata ilişkin olduğundan Borçlar Kanununun 125. maddesinde belirlenen on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması ve karı koca arasındaki davalarda Borçlar Kanununun 132. maddesinin dikkate alınması gerekir.

Olayımıza gelince; taraflar arasındaki boşanma davasının 13.03.2007 tarihinde kesinleştiği ve davacı mevcut olan ziynetlerin zorla elinden alındığı hukuki sebebine dayanarak 25.03.2009 tarihinde açtığı dava 1 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, davanın Türk Medeni Kanunu'nun 178. maddesi gereğince boşanmanın feri olarak nitelenmesi ve zamanaşımı süresinin 1 yıl olarak kabulü doğru değildir. Zira bu tür davalar yukarıda açıklandığı üzere istihkak davası niteliğindedir. Mahkemece işin esasına girilerek, tarafların tüm delilleri toplanıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK. nun 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 02.05.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 06-02-2012, 16:39   #15
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

5.Hukuk Dairesi
Esas: 2005/10108
Karar: 2005/10599
Karar Tarihi: 10.10.2005


KAMULAŞTIRMASIZ EL ATILAN TAŞINMAZ BEDELİNİN TAHSİLİ DAVASI - KARAR DÜZELTME İSTEMİ - ANAYASA MAHKEMESİNCE İPTAL EDİLME VE DAVA TARİHİNE KADAR YİRMİ SENEDEN FAZLA SÜRE GEÇTİĞİ - HER TÜRLÜ DAVA HAKKININ DÜŞTÜĞÜ - HÜKMÜN BOZULMASI GEREĞİ

ÖZET: Dava konusu taşınmaza 1965 yılında el atılarak yol haline getirildiği ve el atma tarihinden itibaren, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının ilgili maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilme ve dava tarihine kadar yirmi seneden fazla süre geçtiğinden, taşınmaz maliki olan davacı tarafın her türlü dava hakkının düştüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi uyarınca, iptalden önceki kazanılmış haklara uygulanması imkanı da bulunmamaktadır. Hükmün bozulması gerekirken onandığı anlaşıldığından onama kararının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilmiştir.


(2709 S. K. m. 153) (2942 S. K. m. 38) (4721 S. K. m. 705) (1086 S. K. m. 440) (YHGK 25.05.2005 T. 2005/5-288 E. 2005/352 K.)

Dava: Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasının kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca onanması hakkında Daireden çıkan kararı kapsayan 31.03.2005 gün ve 2005/230 Esas, 2005/3599 Karar sayılı ilama karşı davalı idare vekili yönünden verilen dilekçe ile karar düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Dosyada bulunan delil ve belgelere, kararda gösterilen gerekçelere göre davalı idare vekilinin aşağıdaki bent haricinde kalan sair karar düzeltme istemleri HUMK'nun 440. maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından reddine,

Ancak;

Dava; kamulaştırmasız el atılarak yol haline dönüştürülen yer bedelinin tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, temyiz incelemesi üzerine mahkemece verilen karar Dairemizce onanmış olup davalı idare vekilince karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.

2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesinde; idare tarafından kamulaştırmasız el konulan taşınmazın, fiilen el koyma tarihinden itibaren 20 yıllık sürenin geçmesi halinde, taşınmazın malik, zilyet veya mirasçılarının her türlü dava haklarının düşeceği öngörülmüştür. Söz konusu Kamulaştırma Yasasının 38. maddesi hak düşürücü süreyi içermekte olup, bu husus kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenle, kamu düzenine ilişkin hususlar, tarafların talepleri olmasa bile mahkemece resen karara bağlanması zorunludur.

2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesine göre; idarenin el koyma tarihinden itibaren 20 sene geçmekle taşınmaz malikinin her türlü dava hakkı düşer. Başka bir anlatımla, mülkiyet bu süre dolmakla el atan idareye geçer. Bu husus 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 705. maddesindeki <Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, Mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanun da öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır> hükmü ile açıklığa kavuşturulmuştur.

Dosyada yapılan incelemede; dava konusu taşınmaza 1965 yılında el atılarak yol haline getirildiği ve el atma tarihinden itibaren, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilme ve dava tarihine kadar 20 seneden fazla süre geçtiğinden, taşınmaz maliki olan davacı tarafın her türlü dava hakkının düştüğü anlaşılmıştır.

Diğer taraftan Anayasa Mahkemesince; 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 38. maddesi iptal edilmiş ise de, Anayasanın 153/son maddesi uyarınca; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi uyarınca, Kamulaştırma Yasanının 38. maddesinin iptal edilmesinden önceki kazanılmış haklara uygulanması imkanı da bulunmamaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.05.2005 gün ve 2005/5-288 esas-2005/352 sayılı kararında da bu husus benimsenmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi doğru değildir.

Sonuç: Hükmün bu nedenle bozulması gerekirken onandığı, bu defa yapılan incelemede anlaşıldığından davalı idare vekilinin karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin 31.03.2005 gün ve 230-3599 sayılı Onama kararının kaldırılmasına ve hükmün yukarıda açıklanan nedenle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine 10.10.2005 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunun 38. maddesi, Anayasa Mahkemesince Anayasanın 2, 13, 35 ve 46. maddelerine aykırı bulunarak 04.11.2003 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 10.04.2003 tarih ve 2002/112 esas, 2003/33 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Anayasanın 35. maddesinde mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasanın 46. maddesinde belirtilen kamulaştırma, mülkiyet hakkına getirilen Anayasal bir sınırlamadır. İdare kamulaştırma yetkisini yasaya uygun olarak kullanmaksızın taşınmaza el atarak, Anayasada korunmayan bu davranış ile iptal edilen Kamulaştırma Kanunun 38. maddesine dayanarak 20 yıl geçmekle taşınmazın idare adına tapu kütüğüne tescilini sağlayacaktır. Ayrıca yirmi yıllık süre geçmesiyle taşınmaz malikinin her türlü dava hakkının düştüğü kabul edilmesi halinde taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi söz konusu olur. Bu durum mülkiyet hakkının özünü zedelemektedir. Kamulaştırmasız el koyma mülkiyet hakkına aykırıdır. (Anayasa Mahkemesi 10.04.2003 gün ve 2002/112-2003/33 sayılı kararının gerekçesi)

Avrupa İnsan Haklarının ve Temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşmenin ek protokol 1. maddesindeki kurala dayanarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kamulaştırmasız el koymayı mülkiyet hakkına aykırı bulmaktadır.

İdare; kamulaştırma yapmadan, kamulaştırmasız el atma yoluyla el atmadan itibaren 20 yıllık süre dolmakla taşınmaz malikinin mülkiyet hakkını sona erdiremez. İdarenin bu yetkisini yaratan 38. madde yürürlükte değildir. Bu maddeye dayanılarak taşınmaz malikin mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına devam edilemez. Mülkiyet hakkı (38. madde kalktığına göre) hukukumuzun genel prensipleri içerisinde zaman aşımına uğratılamaz. Kamulaştırma kanunun 38. maddesinin yürürlüğe girmesinden önce (08.11.1983’ten önce) taşınmazına kamulaştırmasız el konulan taşınmaz malikini dava hakkının sınırlandırılamayacağı 16.05.1956 gün ve 1956/1-6, 16.06.1956 gün ve 1954/1-1956/7 sayılı içtihadı birleştirme kararları ile belirtilmiştir. Şu anda 38. madde iptal edilmiş olduğuna göre iptal edilen maddedeki gerekçe kullanılarak mülkiyet hakkı kısıtlanamaz.

Anayasanın 152. maddesinin 3. fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesinin kararı, mahalli mahkemenin esas hakkındaki kararı kesinleşinceye kadar verilirse, mahkeme Anayasa Mahkemesi kararına uymak zorundadır. Bir yasa kuralının Anayasaya aykırılığı iddiası ile itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesince verilecek karara uymak zorundadırlar.

Bu durumda, iptal davası ya da itiraz üzerine bir yasa kuralının iptali sonucu, mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözümlemekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı kuralı gereğidir.

Anayasanın 153. maddesine göre <iptal kararları geriye yürümez> ilkesi kesinleşmiş yargı kararları için geçerlidir. 10.03.1969 gün 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında açıklandığı gibi henüz çözümlenmemiş kesin hüküm halini almamış uyuşmazlık konusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararı uygulanacaktır. İptal kararından önce verilmiş ve kesinleşmiş yargı kararları bakımından iptal kararı geriye yürümez.

Bu duruma göre taraflar arasındaki uyuşmazlık henüz kesinleşmediğinden Kamulaştırma Kanunun 38. maddesinin iptal edildiği göz özüne alınarak; taşınmaz malikinin her türlü dava hakkını 20 yılla sınırlayan yasal engel ortadan kalktığı gibi, kamulaştırma yetkisine sahip idarenin 20 yıllık süreye dayanarak kamulaştırmasız el attığı taşınmaz bedelini ödemeden mülkiyetini tapu iptal ve tescil yoluyla kazanması imkanı da ortadan kalkmıştır.

Diğer taraftan Medeni Kanunun 705. maddesinde taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi mülkiyetin tapu siciline tescil edilmiş olmasına bağlıdır ilkesi getirilmiştir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 04.12.1998 gün ve 1996/4 Esas, 1998/3 karar sayılı kararına göre kazandırıcı zaman aşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin Türk Medeni Kanunun 639/1 maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdasi, yapıcı, kurucu,yenilik doğrucu nitelikli kararlarıdır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır. Öyle ise tescil kararı açıklayıcı bir karar değildir. Tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazın mülkiyetinin ancak tescil kararı ile kazanılabileceğine ilişkin bu İçtihadı Birleştirme Kararı ve M.K. nun 705. maddesindeki ilke göz önüne alındığında, 2942 sayılı Kanunun 38. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptalinden önce kamulaştırmasız el atma tarihinden, dava gününe kadar 20 yıllık hak düşürücü süre geçtiği takdirde, tapuda kayıtlı taşımazın mülkiyetinin idareye kendiliğinden geçtiği de kabul edilemez.

Malikin; kamulaştırmasız el atılan taşınmazdaki mülkiyet hakkının, el atma tarihinden dava tarihine kadar (Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce) 20 yıllık süre geçmesi nedeni ile idareye geçtiği kabul edilemez. Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunun 38. maddesine dayanılarak hüküm kurulması artık mümkün değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, taşınmaz malikinin; meni müdahale/kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davalarının süreye bakılmaksızın işin esasına girilerek sonuçlandırılması gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Anayasanın 35. maddesinde temel haklardan olan mülkiyet hakkı güvence altına alınırken 46. maddesinde de kamulaştırma nedeniyle bu hakka sınırlandırma getirilmiştir. Diğer bir deyiş ile bedeli nakit ve peşin ödenmeden taşınmaza ait mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı olmaksızın kullanılmasına kimse engel olamayacaktır.

Buna rağmen idare, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu veya özel kanunlardaki hükümlere göre kamulaştırma işlemi yapmadan veya bu işlemleri tamamlamadan özel mülkiyette bulunan bir taşınmaza el koyarsa, burada kamulaştırmasız el koymadan söz edilecektir.

Kamulaştırmasız el koyma kavramı, 6830 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 09 Ekim 1956 tarihinden sonraki olaylar için söz konusudur. Bu tarihten önceki el koymalar 221 sayılı Kanun ile kamulaştırılmış sayıldığından, burada 38. madde uygulaması yapılmayacaktır. Bu noktada 221 sayılı Kanunun yürürlükte olup olmadığı sorusu akla gelebilir. Ancak 2942 sayılı Kanunun geçici 4. maddesinde bu Kanunla ilgili düzenleme yapıldığından, 221 sayılı Kanunun ortadan kaldırılmadığı sonucuna ulaşmak zor olmayacaktır.

Öte yandan kamulaştırmasız el koyma davalarının kaynağı 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olup bu karar göre mal sahibi, kamulaştırmasız el koyan idare aleyhine müdahalenin önlenmesi davası açabileceği gibi, bu fiili duruma razı olduğu takdirde yer bedelini içeren tazminat davası da açabilir. Bu davaların açılması için zaman bakımından bir sınırlandırma getirilmemiştir ki doğrusu da budur.

Daha sonra 08.11.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kanunun 38. maddesi ile mal sahibi yönünden dava açma hususunda sınırlandırma getirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu maddenin iptali ile ilgili 10.04.2003 tarih ve 2002/112 Esas, 2003/33 sayılı kararının gerekçesinde de belirtildiği gibi kamulaştırmasız el koymanın anayasal bir dayanağı yoktur ve (Yirmi yıllık hak düşürücü sürenin geçmesiyle taşınmaz malikinin her türlü dava açma hakkının engellenmesi ve taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi mülkiyet hakkının sınırlanmasına aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur.)

Burada hemen belirtelim ki Anayasanın 153/son maddesinde Anayasa Mahkemesi kararlarının herkesi bağlayacağı hüküm altına alınmış olup, bu bağlayıcılık sadece hüküm fıkrası ile değil kararın gerekçesini de içerir.

Yine Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında belirtildiği gibi (Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının <zaman ötesi> niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu tarafından bir taşınmazın malik, zilyet veya mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini gösterse bile, o taşınmazla aralarındaki ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez) diğer bir deyişle Mal sahibinin taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkı sona ermez ve kendiliğinden idareye geçmez.

Öte yandan Avrupa İnsan Haklarının Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek Protokolün 1. maddesinde;

<Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve Yasada öngörülen koşullara ve uluslar arası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkten yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.> denilmektedir. İşte bu kural uyarınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne değişik ülkelerden gelen davalarda kamulaştırmasız el koymayı mülkiyet hakkına aykırı bulmuştur.

Bu nedenle YHGK nun 2005/5-288-352 sayılı kararındaki (2942 sayılı Kamulaştırma Kanunun 38. maddesi hükmünün koşulları gerçekleştiğinde mülkiyet hakkı artık idarenindir. Tapudaki tescil işlemi, kazandırıcı değil açıklayıcı işlemdir.) gerekçeye katılmak mümkün değildir. Bu gerekçe Anayasa Mahkemesinin gerekçesi ile taban tabana zıttır ve Anayasa Mahkemesi kararlarına tümüyle uyma zorunluluğu bulunduğuna göre YHGK. nun bu kararı emsal olarak alınamaz.

Kaldı ki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 04.12.1998 gün ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı kararında da kazandırıcı zaman aşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1 maddesine göre verilen tescil kararlarının inşa-i ihdasi (YAPICI-KURUCU-YENİLİK DOĞURUCU) kararlar olduğu ve mülkiyet hakkının bu kararların kesinleştiği anda kazanılacağı belirtilmektedir. O halde Mahkeme kararı olmadan taşınmaza ait mülkiyet hakkının kendiliğinden idareye geçmesi söz konusu olmaz. Yirmi yıllık sürenin geçmesi, sadece mal sahibinin idare aleyhine her türlü dava açma hakkını ortadan kaldırmıştır. İşte bu nedenledir ki; Dairemiz, kararlarında kamulaştırmasız el koyma tarihinden itibaren 20 yıldan fazla süre geçse bile idarenin kendiliğinden mülkiyet hakkını elde ettiğini kabul etmeyerek, mal sahibinin taşınmaza yeni yapılan kadastro, imar düzenlemesi veya mahkeme kararı ile sahip olduğu tarihi, 20 yıllık hak düşürücü süre için başlangıç tarihi kabul etmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile bu kısıtlama ortadan kalktığına göre artık mal sahibi kamulaştırmasız el koyan idare aleyhine süresiz olarak dava açma hakkını yeniden elde etmiştir.

Dava tarihi nazara alınarak 10.04.2003 tarihinde verilen ve Resmi Gazetede 04.11.2003 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geriye yürüyerek bu davada uygulanması gerekip gerekmediği tesbit edilmelidir. Meselenin en önemli bölümü budur.

Anayasanın 153/5. maddesine göre Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümez. Bu bir ilkedir. Diğer bir deyişle iptal kararından önce yapılmış tamamlanmış işlemler geçerliliğini koruyacaktır. Aksi halde iptal edilen maddeye dayanılarak yapılan ve tamamlanan işlemler geçersiz sayılırsa hukuk düzeninin istikrarı bozulacak ve kamuda hukuka güven duygusu tamamen ortadan kalkacaktır.

Ancak; geriye yürümezlik ilkesi mutlak kabul edilerek harfiyen uygulanmalı mıdır$ Kanaatimizce katı bir uygulama bazı sakıncalı durumların ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Konuya ilişkin Anayasanın 152. maddesinin ilk fıkrası şöyledir:

<Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır>

Maddenin üçüncü fıkrasında ise <... Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak zorundadır> hükmü yer almıştır.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Mahkemelerin, itiraz yolu ile yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararına uymak zorunda oldukları sonucuna ulaşılmak kaçınılmazdır. Bu durum 152. maddenin amir hükmüdür. Bir kere iptal kararı geriye yürümeyecekse dava mahkemelerinin aykırılık itirazlarını Anayasa Mahkemesine iletmelerinin bir anlamı olmayacaktır. İtirazın bir anlam ifade edebilmesi için en azından durdurulan dava açısından iptal kararının geriye yürümesi gerekmektedir. (Türk Anayasa Yargısında İtiraz Yolu Sh: 72 Erzincan 1992 Prof. Dr. Hasan Tunç) Aksi taktirde Anayasa aykırılığı def'i olarak ileri süren taraf da kendisi hakkında uygulanmayacak olan iptal kararı için boşu boşuna uğraşmış olacaktır.

Konu ya değişik bir açı ahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir.

İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa'nın, <Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.> Yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur.

Öte yandan Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, yasa, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazete' de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Yukarıda gösterilen ve iptal kararlarının bağlayıcılığını ortaya koyan kuralla bu kuralın birlikte değerlendirilmesi durumunda, iptal kararlarının ileriye yönelik <derhal> etkisi tartışmasız biçimde ortaya çıkar.

Böylece, Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen bir yasanın geleceğe yönelik tüm etkilerinin kaldırılması ve iptal kararına uyulması tüm devlet kuruluşlarınca kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Sonuç olarak, iptal kararlarının kimi durumda geçmişi, fakat her durumda geleceği etkilemesi asıldır.

Bu durumda, Anayasa'nın 153. maddesinde yer alan <İptal kararları geriye yürümez.> kuralının anlamı ne olmak gerekir. Bu sorunun yanıtı da sistemin içerisinden çıkmaktadır.

Anayasa'da iptal kararları idarî davalarda olduğu gibi düşünülmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Türk Anayasal sisteminde, <Devlete güven> ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.

Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (subjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez.

Anayasa'nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa'nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa'ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler.

Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve <İptal kararları geriye yürümez.> kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır.

Bütün bu görüşler birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara varmak kaçınılmaz olmaktadır.

a) Anayasanın 152. maddesine göre itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorundadırlar.

b) İtiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce açılan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecektir. Bu halde iptal kararı eldeki dava bakımından geriye yürümüş olacaktır.

c) İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmü, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uymak zorundadırlar ve iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremezler.

d) Hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş sonuçları doğurmuş, kesin hüküm halini almış, adli ve idari yargı kararları ile netleşmiş, yargılama konusu oluşturmayan ve oluşturmayacak olan durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümez.

e) İptal kararlarının Anayasanın 153/5. maddesi uyarınca geriye yürümeyeceği hallerde kesinleşmiş Yargı kararları Yargılamanın iadesine konu teşkil etmezler ve bu yolla ortadan kaldırılamazlar.

Ayrıca; Şereflikoçhisar, Ürgüp, Siirt, İskenderun Asliye Hukuk Mahkemeleri, davacıların gayrimenkullerine yapılan tecavüzün önlenmesi için açtıkları davalarda, 2942 sayılı Yasa'nın 38. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı savının ciddi olduğu kanısına vararak iptali için Anayasa mahkemesine başvurmuşlar ve yapılan yargı denetimi sonunda itiraz konusu kural Anayasa'ya aykırı bulunarak mahkemenin 10.04.2003 tarih ve 2002/112 Esas - 2003/33 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararının öncelikle itiraz yoluna başvuran yukarıda adları yazılı yerel mahkemeler uymak zorundadır.

Öte yandan Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yayımlandığı 04.11.2003 tarihine kadar iptal edilen 38. maddedeki 20 yıllık hak düşürücü süre dolmamışsa zaten mesele yoktur. 38. madde uygulanmayacaktır. Ancak bu tarihe kadar 20 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması halinde açılmış olan veya açılacak olan davalar benzer nitelikteki davalar olduğundan eldeki veya bu nedenle açılacak olan davalarda dahi Anayasa Mahkemesinin iptal kararına Mahkemeler uymak zorundadırlar.

Bu nedenle görülmekte olan davada hak düşürücü süreden bahsetmek mümkün olmadığından Sayın çoğunluğun hak düşürücü sürenin geçtiği, bu itibarla davacı tarafın her türlü dava hakkının sona erdiği ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geriye yürümeyeceği yönündeki görüşlerine iştirak edemiyorum. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 06-02-2012, 16:39   #16
limpid

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Şenel DELİGÖZ
Arazden yol geçmesi gerekmediği düşüncesindeyim, toprak alınmış olmakla arazi yapısı bozulmuş, kulllanılamaz duruma gelmişse de kamulaştırmamız el atma nedeni ile tazminat davası açılabilir. Bu davada el atılan kısım dışında artan kısımdan taşınmaz mal sahibi davacının yararlanması kısıtlanmış ise , arta kalan kısımda değer azalışının kabul edilmesi gerektiği Yargıtay içtihatları ile de kabul edilmiştir. Olayınız belirttiğim şartlara uyuyor ise davanızı ıslah ederek kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davasına dönüştürmenizi öneririm. KOLAY GELSİN

mesajınızı şimdi gördüm. haklısınız belki bu şekilde de dava açılabilirdi. ancak benim bildiğim yanlışsam lütfen düzeltin kamulaştırmasız el atma davası sonucunda el atılan yerin mülkiyetinin davalıya geçmesine karar veriliyor ve bu el atmanın sürekli ve kalıcı olması gerekiyor. bahsettiğim arazi müvekkilin hiçbir şekilde mülkiyetini devretmek istemediği türden. ancak yola taşma vs. varsa o kısım için kamulaştırmasız el atma açabilirim diye düşünüyorum.
Old 06-02-2012, 16:46   #17
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Sayın limpid,

Alıntı:
Yazan limpid
...yol yapımı sırasında arazinizden izinsiz toprak alınıyor. bu işide bir sözleşme çerçevesinde belediye, valilik, karayolları, taşeron firma vs. kendi aralarında üslenmişler. hepsine birden dava açıyorsunuz. sorumlunun kim olduğuna mahkeme hükümle birlikte karar verecek. dolayısıyla mahkeme kararı ile beraber siz sorumluyu öğreneceksiniz. o halde hükümle beraber zamanaşımı süreniz yeniden mi başlayacak?...
İnceleyiniz:
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=53558
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=54110

Saygılar...
Old 06-02-2012, 17:00   #18
limpid

 
Varsayılan

teşekkür ederim. karayolları ve belediyenin iddiasına göre taşeron firma haksız fiili gerçekleştiriyor. söylediğim gibi keşiftede taşeron firmanın toprak aldığı görülüp zapta geçiriliyor. benim de şahsi kanaatim taşeron firma sorumlu tutulacak. aslında benim burada esas öğrenmek istediğim bu tür bir davada yani haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında zamanaşımı uygulaması nasıl olacak. yukarıda gönderdiğiniz kararlarda da mülkiyetre dayalı olması durumunda zamanaşımı mefhumu yok doğrudur ancak benm bildiğim bu kamulaştırmasız el atmalarda uygulanıyor. benim davamda borçlar kanunundaki zamanaşımı uygulanacak ancak ne zaman bvaşlayacak onu belirleyemiyorum. bu sorunu çözersem çok rahatlayacağım.
Old 28-11-2014, 08:56   #19
av.mkaya84

 
Varsayılan

Merhaba arkadaşlar, benim de benzer muhtevalı, müteahhit şirkete karşı açtığım dava var. Karşı taraf 1 yıllık zaman aşımının dolduğu iddiası ile davanın reddini talep ediyor. Buna karşı ne yapabiliriz. Yardımlarınız için teşekkürler.
Old 29-12-2014, 11:46   #20
limpid

 
Varsayılan

merhaba

eylem aynı zamanda suç oluşturuyorsa 1 yıllık zamanaşımı dinlenmez. Tam olarak dava konusunu yazmamışsınız ancak yukarıdan anlaşıldığı kadarıyla izinsiz araziden kum alma, araziyi tahrip etme vs. varsa aşağıdaki kararlara göz atın derim.
T.C.
YARGITAY
Dördüncü Hukuk Dairesi
E:2004/10274
K: 2005/4340
T: 25.4.2005

• HAKSIZ EYLEM NEDENİYLE TAZMİNAT
• DAVA ZAMANAŞIMI SÜRESİ
ÖZET: Haksız eylem aynı zamanda suç oluşturuyorsa da¬va zamanaşımı için ceza zamanaşımı uygulanır. Bunun için bir kamu davasının bulunması koşul değildir.
(818 s. BK. m. 60/2)
Davacı Gül vekili tarafından, davalı Yalçın ve Hasan aleyhine 6.2.2004 gününde verilen dilekçe ile yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; zamanaşımı nedeniyle davanın reddine dair verilen 14.4.2004 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik hakkına saldırı nedeniyle manevi tazminat is¬temine ilişkindir. Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, dava konusu yayında yer alan sözcükler nedeniyle davalıların cezai sorumlulukları da bulunduğunu belirterek yayının aynı zamanda suç oluşturduğunu dava dilekçesinde açıklamıştır. Dava haksız eyleme dayan¬maktadır. Haksız eylemin aynı zamanda suç oluşturması durumunda BK.nun 60/2. maddesi gereğince ceza zamanaşımının uygulanması gerekir. Dava konusu yayının 29.10.2002 tarihinde yapıldığı, eldeki davanın ise 6.2.2004 tarihinde açıldığı gözetildiğinde ceza zamanaşımının dolmadığı be¬lirgindir. Ceza zamanaşımının uygulanması için bir kamu davasının bulun¬ması koşul değildir. Haksız eylemin aynı zamanda suç oluşturması yeterlidir. Davacı, davalıların eyleminin suç oluşturduğunu belirterek tazminat istediği¬ne göre somut olayda ceza zamanaşımı süresinin gözetilmesi gerekir. Şu durum karşısında zamanaşımı savunmasının reddedilerek işin esasının ince¬lenmesi gerekirken, mahkemece bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği ge¬rekçe gösterilerek davanın reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle (BOZUL¬MASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 25.4.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
Esas : 2005/2924
Karar : 2006/2596
Tarih : 13.03.2006
ÖZET : Somut olayda görüldüğü gibi davanın cezayı gerektiren bir fiilden doğmuş olması ve Ceza Yasasının bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunması halinde, bu sürenin maddi tazminat talepleri için de geçerli olacağına dair hükümü uyarınca, davalı trafik sigortacısı hakkında ceza zaman aşımı süresinin uygulanması gerekir. Öte yandan, 765 s. Türk Ceza Yasası 'na göre kamu davasının düşmesi, cürümden zarar gören şahsın davadan vazgeçmiş olmasından Heri gelmiş ve vazgeçtiği sırada davacı hukuk-u şahsiyesini ayrıca muhafaza eylememiş ise artık hukuk mahkemesinde dahi dava edemez, hükmünü içermekte olup, zarar görenin hukuk davası dışında vazgeçmesinin hukuki sonuç doğurabilmesi için hem vazgeçme kamu davası açıldıktan sonra hakim önünde gerçekleşmeli ve hem de bu vazgeçme ile kamu davası düşmelidir.
(2918 sayılı Trafik K. m. 109) (765 sayılı TCK. m. 111) (5237 sayılı TCK. m. 73)
KARAR METNİ :
Taraflar arasında görülen davada K. Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 18.11.2004 gün ve 2004/215-2004/572 s. kararın Yargıtay'ca tetkiki davacılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içerisinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi M. L. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve bütün belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalının trafik sigortacısı olduğu aracın müvekkillerinden U.'ün eşi diğerlerinin ise babası olan V.'a çarparak ölümüne neden olduğunu, müvekkillerinin destekten yoksun kaldığını ileri sürerek, toplam 8.300.000.000.TL.nin temerrüt faizi ile davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın yetki, zaman aşımı ve esas yönünden reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan kanıtlar doğrultusunda, davacılardan Ü.'ün ceza davasında şikayetçi olmadığı, sair davacıların ise kişisel hak talebinde bulunmadıkları, ceza davasındaki zaman aşımı süresinden yaralanamayacakları, davanın 2918 s. KTK.nun 109 uncu maddesi hükmünce iki senelik süre içinde açılması gerektiği, davacıların 08.03.2002 günlü ibraname ile davalıyı ibra ettikleri, böylece zararı ve faili öğrendikleri, bu tarihten itibaren iki senelik zaman aşımı süresi içinde dava açmadıkları gerekçesiyle, zaman aşımı sebebi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Dava, davalı sigorta şirketinin trafik sigortacısı olduğu aracın davacıların murisinin ölümüne neden olmasından kaynaklanan maddi (destek) tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, yazılı gerekçelerle davalı trafik sigorta şirketi yönünden uzamış ceza zaman aşımı süresinin uygulamayacağı sonucuna varılarak, davanın zaman aşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Oysa, 2918 s. KTK.nun 109/2 nci maddesindeki, davanın cezayı gerektiren bir fiilden doğmuş olması ve Ceza Yasasının bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunması halinde, bu sürenin maddi tazminat talepleri için de geçerli olacağına dair hükümü uyarınca, davalı trafik sigortacısı hakkında ceza zaman aşımı süresinin uygulanması gerekir. Kaldı ki; KTK.nun 109 uncu madde hükmüne Trafik Sigortası Genel Şartları'nın 17 nci maddesinde aynen yer verilmiş bulunmaktadır. Öte yandan, 765 s. Türk Ceza Kanunu'nun 111 nci maddesi, kamu davasının düşmesi, cürümden zarar gören şahsın davadan vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada davacı hukuk-u şahsiyesini ayrıca muhafaza eylememiş ise artık hukuk mahkemesinde dahi dava edemez, hükmünü içermekte olup, zarar görenin hukuk davası dışında vazgeçmesinin hukuki sonuç doğurabilmesi için hem "vazgeçme kamu davası açıldıktan sonra hakim önünde gerçekleşmeli" ve hem de "bu vazgeçme ile kamu davası düşmeli"dir. Somut olayda, davacılardan sadece U.'un müşteki olarak davet edildiği ceza mahkemesinde, bu davacının şikayetçi olmaması sonucu sanık hakkında açılan kamu davasının düşmesine ait verilmiş bir karar dahi bulunmamaktadır.
Bu durumda, mahkemece, yukarda yapılan açıklamalar çerçevesinde, davalı sigorta yönünden davanın esasına girilmek gerekirken yerinde olmayan gerekçelerle yazılı biçimde hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.
3- Bozma neden ve şekline göre, davacılar vekilinin ibraya ait temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı, bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacılar yararına BOZULMASINA, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, ibraya ait temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 13.03.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak : Corpus Arşiv

T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
Esas : 2002/4156
Karar : 2003/4477
Tarih : 05.05.2003
ÖZET : 1- 01.07.1994 gün ve 3/3 S. İBK, 506 S. Kanun´un 26 ncı maddesine dayalı rücu davalarının, SSK´nun sigortalısına yaptığı ödeme gününden itibaren başlayan 10 senelik akdi zaman aşımı süresi içerisinde açılabileceğine ait olup somut dava, aynı Kanun´un 3 ncü kişilerin sorumluluğuna ait olan 39 ncu maddesine dayalı olduğundan, 2918 S. KTK´nun 109 ncu maddesi, zaman aşımı bakımından uygulama yeri bulacaktır.
2- 2918 S. KTK´nun 109/2 nci fıkrasında ön görülen (uzamış) ceza zaman aşımı süresinin uygulanabilmesi için, fail hakkında ceza davası açılmış olması koşul olmayıp, haksız eylemin ceza hukuku bakımından suç oluşturması yeterlidir. Ancak, Öte yandan, ceza davasında kişisel hak istenmiş olup ta zaman aşımı sebebiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilirse, hukuk mahkemesinde açılacak tazminat davası, (uzamış) ceza zaman aşımı süresine değil, 2918 S. KTK´nun 109/1 nci maddesindeki 2 senelik hukuk zaman aşımı süresine tabidir.
3- Somut dava, Türk Ticaret Yasası 1301 nci maddesine dayalı bir rücu davası olmadığından, açılacak hukuk davasının zaman aşımı süresinin başlangıcı olan (eylemi ve sorumluyu öğrenme tarihi olan ) olay tarihinin, davacı SSK için uygulanması sözkonusu değildir. Zira, davacı SSK, temelinde bir dönme hakkının varlığını gerektiren ve kaynağını B.K´nun 50, 51 ve 147 nci maddelerinden alan kendine özgü halefiyete göre hak sahibi olup,alacaklısı olan sigortalısını tatmin ettiği anda yeni bir hak kazanır, dolaysıyla onun haklarını olduğu gibi devralmaz.
(2918 sayılı Trafik K. m. 99, 109) (818 sayılı BK. m. 50, 51, 60/2, 147) (506 sayılı SSK. m. 26, 39) (765 sayılı TCK. m. 102, 105, 565) (6762 sayılı TTK. m. 1301)
KARAR METNİ :
Taraflar arasında görülen davada Suruç Asliye Mahkemesi´nce verilen 24.4.2002 gün ve 2001/112 - 2002/92 s. kararın Yargıtay´ca tetkiki davalı H.... Sigorta A.Ş. vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içerisinde verildiği anlaşılmış olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti. Bu noksanlıkların giderilerek dosyanın gönderildiği anlaşılmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Salih Çelik tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve bütün belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, asıl davada davalıların sürücüsü ve ihtiyari mali sorumluluk sigortacısı, birleşen davada davalının trafik sigortacısı oldukları aracın içerisinde müvekkili kurum işyeri sigortalılarından yolcu olarak bulunan Talat´ın tek taraflı kaza sonucu yaralandığını, sürücü davalılardan Osman´ın tam kusurlu olduğunu, müvekkilince sigortalısına 02.06.1999 gününde 32.418.750 TL. geçici işgörmemezlik ödendiğini, 07.04.1999 gününde sona eren tedavi sebebiyle 45.318.000 TL. tedavi gider harcandığını, davalıların kurum zararından 506 S. Yasa´nın 39 ncu maddesi gereğince sorumluluklarının bulunduğunu ileri sürerek, 45.318.000 lira´nın 07.04.1999, 32.418.750 lira´nın 01.06.1999 gününden itibaren temerrüt faiziyle birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı H.... Sigorta A.Ş. vekil, 2918 S. KTK´nn 109 ncu maddesi gereğince 2 senelik zaman aşımı süresinin dolduğunu savunarak, birleşen davanın reddini istemiştir.
Diğer davalı sigorta, asıl davanın reddini istemiştir.
Diğer davalı Osman, asıl davaya yanıt vermemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar ve benimsenen adli tıp raporu doğrultusunda, davalılardan Osman´ın tam kusurlu olduğu, davanın B.K´nun 60/2 nci ve 2918 S. KTK´nun 109/2 nci maddeleri karşısında 5 senelik ceza zaman aşımı içerisinde açıldığı, ceza davasının hiç açılmamış olması veya mahkumiyet kararı verilmemiş olmasının işbu hukuk davasını etkilemeyeceği gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı, birleşen davada davalı olan H.... Sigorta A.Ş. vekili temyiz etmiştir.
1-Dava dosyası içindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmamasına göre, birleşen davada davalı H.... Sigorta A.Ş. vekilinin aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava, 506 S. Kanun´ un 39 ncu maddesine dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Çekişme, davanın 2918 S. KTK´nun 109 ncu maddesindeki hukuk veya ceza zaman aşımı sürelerinden hangisine tabi olduğu noktasında toplanmaktadır. Mümeyyiz davalı sigorta vekili, bu maddedeki 2 senelik hukuk zaman aşımı süresinin dolduğunu savunmuş ise de mahkemece, iddia doğrultusunda 5 senelik zaman aşımı süresi uygulanarak, esasa girilmiştir.
Öncellikle belirtmek gerekir ki, 01.07.1994 gün ve 3/3 S. İBK, 506 S. Kanun´un 26 ncı maddesine dayalı rücu davalarının, SSK´nun sigortalısına yaptığı ödeme gününden itibaren başlayan 10 senelik akdi zaman aşımı süresi içerisinde açılabileceğine ait olup, bu İBK´nın, işbu davada uygulanması mümkün değildir. Zira, işbu dava, aynı Kanun´un 3 ncü kişilerin sorumluluğuna ait olan 39 ncu maddesine dayalı olduğundan, 2918 S. KTK´nun 109 ncu maddesi, zaman aşımı bakımından uygulama yeri bulacaktır.
Bilindiği üzere, 2918 S. KTK´nun 109/2 nci fıkrasında ön görülen (uzamış) ceza zaman aşımı süresinin uygulanabilmesi için, fail hakkında ceza davası açılmış olması koşul olmayıp, haksız eylemin ceza hukuku bakımından suç oluşturması yeterlidir. Bu bakımdan, takibi şikayete bağlı suçlarda, şikayet süresinin geçirilmiş olması sebebiyle ceza davasının açılamaması veya bir ceza davası açılmış olup ta, bu davanın şikayet süresinin geçirilmiş olması sebebi ile ortadan kaldırılmasına karar verilmiş olması bu suça ilişkin ceza zamanaşımının tazminat davasında uygulanmasına engel değildir. Öte yandan, ceza davasında kişisel hak istenmiş olup ta zaman aşımı sebebiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilirse, hukuk mahkemesinde açılacak tazminat davası, (uzamış) ceza zaman aşımı süresine değil, 2918 S. KTK´nun 109/1 nci maddesindeki 2 senelik hukuk zaman aşımı süresine tabidir.
Somut olayda,davalılardan sürücü Osman, Suruç Asliye Ceza Mahkemesi´nde yargılanmış olup, kişisel hak istemine bulunmayan müşteki Talat´ın şikayetçi olmadığını bildirmesi ve buna bağlı olarak eylemin TCK´nun 565 nci maddesi kapsamına girmesi sebebiyle ceza davasının, TCK´nun 102/6, 105/1-2 maddeleri gereğince 1 senelik zaman aşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.
Talat, ceza davasında kişisel hak isteminde bulunmadığından ve şikayetçi olmadığını bildirdiğinden, işbu davada zarar sorumluları bakımından ceza zaman aşımı uygulanamaz ise de, asgari süreden 2 senelik hukuk zaman aşımı süresi içerisinde bu dava açılmalıdır. Bu dava, TTK´nun 1301 nci maddesine dayalı bir rücu davası olmadığından, Talat´ın açacağı bir hukuk davasının zaman aşımı süresinin başlangıcı olan (eylemi ve sorumluyu öğrenme tarihi olan ) olay tarihinin, davacı SSK için uygulanması sözkonusu değildir. Zira, davacı SSK, temelinde bir dönme hakkının varlığını gerektiren ve kaynağını B.K´nun 50, 51 ve 147 nci maddelerinden alan kendine özgü halefiyete göre hak sahibi olup,alacaklısı olan sigortalısını tatmin ettiği anda yeni bir hak kazanır, dolaysıyla onun haklarını olduğu gibi devralmaz. Esasen, tüzel kişilerde dava açmaya yetkili organın, eylemi ve zarar sorumlusunu öğrenmesinden itibaren,zamanaşımı süresi işlemeye başlar. Davacı SSK´nun, yetkili organının bu öğrenme tarihi ise dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.
Bu durumda, bu açıklamalara göre, 2 senelik hukuk zamanaşımının başlangıcı tespit edilmek gerekirken, yazılı gerekçelerle 5 senelik ceza zaman aşımı süresinin uygulanması doğru olmamıştır.
3- Birleşen davadan önce davalılardan H.... Sigorta A.Ş´nin temerrüde düşürüldüğü iddia ve ispat edilmediğine göre, 2918 S. KTK´nun 99 ncu maddesi uyarınca birleşen dava gününden itibaren bu davalı sigorta bakımından temerrüt faizi uygulanması gerekirken yazılı tarihlerden itibaren temerrüt faizi yürütülmesi de kabul şekli bakımından doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarda (1) no.lu bentte açıklanan nedenle, birleşen davada davalı H.... Sigorta A.Ş´nin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) no.lu bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile birleşen davada verilen hükmün bu davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 05.05.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak : Corpus

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
Esas : 1999/1163
Karar : 1999/3022
Tarih : 08.04.1999
ÖZET : Haksız eylemden kaynaklanan tazminat davaları bir senelik zamanaşımına tabi olmakla birlikte, haksız eylemin suç teşkil etmesi ve bu suçun daha uzun bir zamanaşımına tabi olması halinde, hukuk davasındaki istemler hakkında dahi o suç için ön görülen ceza zaman aşımı uygulanır. Trafik kazasından doğan tazminat istemlerinde bu kural hem sürücü ve hem de işleten için geçerlidir.
(818 sayılı BK. m. 60) (765 sayılı TCK. m. 102) (2918 sayılı Trafik K. m. 109)
KARAR METNİ :
Taraflar arasındaki trafik kazasından doğan tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı sebeplerden dolayı davanın zaman aşımı sebebiyle reddine ait hükmün süresi içerisinde davacılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
Davacılar, davalının trafik kazası sonucu desteklerinin ölümüne neden olduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Mahkemece, davanın zamanaşımına uğradığı gerekçe gösterilerek istemin reddine karar verilmiştir. Karar, davacılar tarafından temyiz edilmiştir. 1209
Dosyadaki kanıt ve belgelere göre davalının 23/07/1991 gününde yönetimindeki araçla zararlandırıcı eylemin meydana gelmesine neden olduğu ve bu eylem sonunda davacıların desteğinin öldüğü, İsmail adlı kişinin de 25 tarih iş ve gücünden kalacak derecede yaralandığı anlaşılmaktadır. Yine davalının bu eylemi sebebiyle hakkında kamu davası açıldığı, sonuçta davalının Türk Ceza Yasasının 455/2. maddesi uyarınca hükümlülüğüne karar verildiği, kararın kesinleştiği görülmüştür. Belirtilen kanun maddesine aykırı davrananların on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilecekleri öngörülmüştür. Kamu davasının zaman aşımı süresini düzenleyen aynı Kanunun 102. maddesinin 3 no.lu bendinde, Kanunun 455/2. maddesinde ön görülen ceza miktarına göre, kamu davasının on senede zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. Borçlar Yasasının 60. maddesinde ise, haksız eylemden doğan tazminat istemine ait davaların bir senelik zamanaşımına tabi olduğu, ancak haksız eylemin suç teşkil etmesi durumunda, o suç için ön görülen ceza zamanaşımının, hukuk davasındaki istemler içerisinde uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. 2918 s. Karayolları Trafik Yasasının 109. maddesinde de Borçlar Yasasının 60. maddesindeki genel kural olan bir senelik süreden farklı iki senelik zaman aşımı süresinin esas alındığı, ancak, eylemin cezayı gerektirmesi durumunda da ceza zamanaşımının uygulanacağını belirterek sonuçta, Borçlar Kanunundaki genel düzenleme ile paralellik sağlanmıştır. Yine aynı madde de bu sürelerin yalnızca sürücü hakkında geçerli olabileceği açıkça belirtilmediği gibi tazminatın sorumlulardan isteneceği belirtilerek işleteninde aynı kurala tabi olduğu kabul edilmiştir. Yargıtayın yerleşmiş kararları da bu yöndedir.
Davaya konu olan olay, suç teşkil edip 23/07/1991 tarihinde meydana gelmiştir. Eldeki dava ise 28/08/1997 tarihinde açılmıştır. Yukarda belirtilen kanuni düzenlemeler itibariyle, tazminat isteminin ceza zamanaşımına tabi olduğu, bu sürenin de somut olay itibariyle on senelik süreye tabi bulunduğu açıktır. Olayın meydana geldiği gün ile davanın açıldığı tarih gözetildiğinde aradan on senelik sürenin geçmediği görülecektir. Davacıların ceza davasına katılmaları veya katılmamaları, ceza davasının sona ermesinden sonra iki yıl içerisinde açılmasını gerekli kılmaz. Burada ön görülen husus, zarar görenin zararı öğrenmesi değil, bu durumda, kişisel hakkın ceza zaman aşımı süresine tabi olmasıdır. Zarar gören, ceza davası süresince davaya katılıp tazminat isteyebileceği gibi, o davada tazminat istemeden davaya katılabilir ve ceza davası somut olayda olduğu gibi on senelik süre geçmeden sonuçlanmış olsa dahi, olay gününden itibaren on yıl içerisinde kişisel haklarını isteyebilir.
Açıklanan bu kanuni düzenlemeler ve hukukun genel ilkeleri gözetilerek, davacıların tazminat istemleri incelenmeli ve varılacak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Bu yönün gözetilmemiş olması, usul ve kanuna aykırı olup kararın bozulması gerekmiştir.
Sonuç : Temyiz edilen kararın belirtilen sebeple (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istem halinde geri verilmesine, 08/04/1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak : YKD. Eylül-1999 s: 1208

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
Esas : 1975/4858
Karar : 1976/74
Tarih : 06.01.1976
ÖZET : Borçlar kanununun salt kuralına göre, suç niteliği taşıyan bir haksız eylemden ötürü açılacak tazminat davasının zamanaşımı; eylem için ceza davası açılmış olup olmaması araştırılmaksızın ceza zamanaşımıdır. Bu sebeple kişisel ceza davasına C. savcısının katılmamış olması hukuk davasının zaman aşımı süresini değiştirmez.
(818 sayılı BK. m. 60/2) (1412 sayılı CMUK. m. 344, 347)
KARAR METNİ :
Davacı avukatı; davalıların müvekkilini dövüp yaraladıklarını ileri sürerek 35000 TL. maddi ve manevi tazminatın alınmasını istemiştir.
Yapılan yargılama sonunda; zamanaşımı yönünden davanın reddine karar verildiğine ilişkindir.
Temyiz eden: Davacı avukatı.
Temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu:
Suç sayılan bir haksız eylemi işleyen kişiye karşı açılan tazminat davasına uygulanacak zamanaşımı Borçlar Kanununun 60. maddesinin ikinci fıkrasında açıklandığı üzere ceza zamanaşımıdır. Bu nitelikteki eylemlere o maddenin 1. fıkrasında yazılı 1 senelik zaman aşımı uygulanmaz. Bu ana kuralın uygulanması için haksız eylemden sonra ceza davasının açılmış olup olmaması araştırılmaz. Kanunun bu kuralı salttır. Aynı zamanda işlenmiş olan bu haksız eylemden ötürü Cumhuriyet Savcılığınca açılması gerekli ceza davasına katılınmadığı bildirilerek karar verilmiş olması bu sonucu değiştirmez. Çünkü, cezayı gerektiren haksız eylemden ötürü Kamu davası için hiç bir işlem yapılmaması dahi aynı sonucu doğurur. O durumda bu haksız eylemin, adiyen ve Türk Ceza Kanununun 456/4. maddesinde açıklanıp kovuşturması şikayete bağlı eylemden ötürü bir yıl geçtikten sonra 04/09/1973 tarihinde dava açılınca suçun bağlı olduğu zaman aşımı süresinde davanın ileri sürüldüğü düşünülmelidir. Mahkemece bu yön gözetilmeden ve Savcılıkça verilen takipsizlik kararının nitelikçe suçun işlenmediğinden değil, işlenmiş olan suça göre açılacak davaya katılınmadığı ilkesine dayanıldığı gözetilmeden zamanaşımından davanın reddi bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple BOZULMASINA ve peşin harcın istem halinde geri verilmesine 06/01/1976 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak : YKD. Şubat-1977 s: 190
Borçlar Kanunu 60/II maddesinde “Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” düzenlemesi mevcuttur. Karayolları Trafik kanunun 109/II maddesi de “Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” şeklinde düzenleme ile Borçlar Yasasındaki düzenlemeye koşut ve uyumlu bir hüküm bulunmaktadır. Gerek Yargıtay İnançlarında gerekse öğretide tazminat davalarında daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için haksız fiilin suç niteliği taşıması yeterli görülmekte, fiili işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılması ve mahkumiyet kararı verilmiş olması koşulu aranmamaktadır. Zira Borçlar Yasası 53.madde uyarınca hukuk hakimi kendiliğinden haksız eylemin suç niteliğini araştıracaktır.
Yargıtay 4.H.D.si 25.01.1990 gün ve 1989/6101 E ve 1990/285 K sayılı içtihatında “ Ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için haksız eylemin sadece suç niteliğinde bulunması yeterlidir. Eylemi işleyen hakkında kamu davasının açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli olmadığı gibi, sanığın mahkumiyet kararından sonra ölmüş olması hali de buna engel değildir” denilmektedir. Aynı doğrultuda 4.H.D.sinin 20.09.1979 gün ve 4725-9975 sayılı kararında “BK 60/2 maddesinde öngörülen uzamış ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, eylemi işleyen hakkında ceza davası açılmış olması şart olmayıp, sadece haksız eylemin ceza hukuku bakımından suç olması yeterlidir” vurgulaması yapılmıştır.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Haksız fiilden doğan davalarda yetki Arif Aydın Meslektaşların Soruları 2 27-01-2012 13:20
haksız fiilden kaynaklanan rücu davasında zamanaşımı Av.Ademx Meslektaşların Soruları 3 06-07-2011 12:01
Haksız fiilden sorumluluk , manevi tazminat miktarı hakikiavukat Meslektaşların Soruları 2 18-02-2011 10:12
haksız fiilden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat yeditepelişehir Meslektaşların Soruları 3 14-01-2011 16:14
haksız fiilden doğan tazminat hakkındadır. Av.SUDENAZ Meslektaşların Soruları 8 23-12-2009 19:03


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08554196 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.