Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Aldatılan eşin 3. Kişiden manevi tazminat hakkı son durum

Yanıt
Old 15-09-2017, 16:32   #1
tegese

 
Varsayılan Aldatılan eşin 3. Kişiden manevi tazminat hakkı son durum

Sayın meslektaşlarım

Aldatılan esin, 3. Kişiden tazminat kazanıp kazanamayacagi hakkında Yargıtay' in son görüşü nedir?

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/1334 Esas, 2017/545 Karar

....Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur....

Seklindeki 2017 tarihli görüşte değişiklik oldu mu?
Old 15-09-2017, 16:44   #2
emi_shn

 
Varsayılan

Şu kararı bir inceleyin

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2017/4-1482
Karar: 2017/556
Karar Tarihi: 29.03.2017


MANEVİ TAZMİNAT DAVASI - HAKSIZ EYLEM NEDENİYLE KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRIDAN KAYNAKLANAN MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ - MÜTESELSİL BORÇLULUK - KONUSUZ KALAN DAVA HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA KARAR VERİLMESİ GEREĞİ

ÖZET: Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Eldeki davada mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumlu olduğunun kabulünde bir isabetsizlik yok ise de; dava tarihinden sonraki bir tarihte davacı ve eşi arasındaki boşanma davasında verilen karar ile eşinin davacıya dava konusu haksız eylem nedeniyle … TL manevi tazminat ödediği hususunun hüküm altına alındığı anlaşıldığına göre, davalı ile dava dışı eşin birlikte sebep oldukları zarar nedeni ile müteselsilen sorumlu oldukları, borcun müteselsil borçlulardan dava dışı eş tarafından ödenmesinin davalının sorumluluğunu ortadan kaldırdığı, bu durumda davanın konusunun kalmadığı dikkate alınıp Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Ne var ki Özel Dairenin bozma ilamında “davanın konusu kalmadığından reddine karar verilmesi gerektiği” belirtilmiş ise de dava konusu borç eldeki davanın açıldığı tarihten sonra ödenmek suretiyle sona ermiş ve bu nedenle dava konusuz kalmış olduğundan mahkemece konusuz kalan davanın reddine değil, konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.

(6098 S. K. m. 49, 58, 61, 62, 162, 166) (4721 S. K. m. 166, 174, 175, 185) (6100 S. K. m. 123) (YHGK 24.03.2010 T. 2010/4-129 E. 2010/173 K.)

Dava: Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eskişehir 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 04.03.2014 gün ve 2013/78 E. 2014/147 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 07.05.2015 gün ve 2014/7892 E. 2015/5847 K. sayılı kararı ile;

"...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile manevi tazminat ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, resmi nikahlı eşinin davalı ile kendisini aldattığını, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde eşi ile ilişkiye girmesinin ve yaşadıkları çevrede eşi ile el ele gezmesinin kendisini toplum içinde küçük duruma düşürdüğünü, kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu iddia ederek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı, davacının iddialarının asılsız olduğunu, davacının eşinden geçimsizlikleri nedeni ile ayrıldığını, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, dosya arasındaki delillerden davacının eşi ile davalı arasında işçi işveren ilişkisi sınırlarını aşan şekilde bir ilişki olduğu anlaşılmakta olup alışveriş merkezinde el ele dolaşırken görüldükleri de anlaşıldığından davalının eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi nedeni ile istemin kısmen kabulü ile 20.000,00 TL manevi tazminat ödetilmesine karar verilmiştir.

Dosya arasındaki bilgi ve belgelerden, davacı ile dava dışı eşinin Eskişehir 2. Aile Mahkemesinin 2013/81-2013/356 esas karar sayılı dosyasında anlaşmalı olarak boşanmalarına, davalı kocanın davacı eşe 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat ödemesine karar tarihinden önce ödenmesi nedeni ile bu konularda karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği görülmüştür.

Davalının, davacının resmi nikahlı eşi ile evli olduğu süre içinde birliktelik kurduğu, eşin davacıya karşı sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği, davalının da eşin eylemine bilerek iştirak ederek davacının zarar görmesine neden olduğu anlaşılmaktadır.

TBK'nun 61. maddesinde haksız eylemin ve bunun sonucunda doğan zararın birden fazla kişi tarafından meydana getirilmesi durumunda haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanacağı düzenleme altına alınmıştır. Müteselsil sorumlulukta ise zarar gören, dilediği takdirde eyleme katılanların birisinden, birkaçından veyahut tamamından zincirleme olarak sorumlu tutulmalarını isteme hakkına sahiptir.

Davacının eşinden boşanmasına karar verilen mahkeme ilamı ile eşinin kendisine 50.000,00 TL manevi tazminatı ödediği 23/05/2013 günlü karar ile hüküm altına alınmıştır.

Şu durumda, davalı ile dava dışı eşin birlikte neden oldukları zarar nedeni ile davacı yararına 50.000,00 TL manevi tazminat ödetilmesine karar verilmiş ve ödenmiş bulunmasına göre 07/02/2013 gününde açılan eldeki davanın konusu kalmamıştır. Mahkemece, davalının dava dışı eş ile birlikte neden olduğu zararın 23/05/2013 günlü boşanma ilamına göre tazmin edilmiş bulunması nedeni ile eldeki bu davanın konusu kalmadığından reddine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden istemin kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir..."

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkili ile eşi C. arasında, eşinin davalıyla aldatması nedeniyle devam eden boşanma davası bulunduğunu, 28 yıllık evliliğin davalının dava dışı eş ile gayri ahlaki ilişki yaşamaları nedeniyle sona erdiğini, davalının dava dışı eşin evli olduğunu bilerek birliktelik yaşadığını, müvekkilinin birçok kez davalı ile eşini aynı yatakta gördüğünü, çok sayıda telefon görüşmelerini ve mesajlarını yakaladığını, alışveriş merkezlerinde el ele gezerken görenlerin olduğunu, bu nedenlerle müvekkilinin çevresinde aldatılan kadın olarak küçük düşürüldüğünü, kanser hastalığına yakalandığını, sonuç olarak kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 40.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davacının evliliğinin sona ermesine kendisinin sebep olmadığını, dava dışı eş C. ile aralarında özel bir yakınlığının bulunmadığını, davacının eşinin yönetim kurulu başkanı olduğu şirkette çalıştığını, sadece işvereni olduğunu, davacının boşanma süreci ve nedenleri ile herhangi bir ilgisinin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davalı ile davacının eşi arasındaki telefon görüşmelerinin sayısı, telefon görüşmelerinin yapıldığı saatler, görüşmelerin süreleri nazara alındığında, davacının eşi ile davalı arasında işçi-işveren ilişkisi sınırlarını aşan bir ilişkinin bulunduğu, davalı ile dava dışı eşin el ele dolaştıkları, aralarındaki ilişkinin davacının kişilik haklarını ihlal edecek derecede olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 20.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir.

Mahkemece davalının eyleminin dava dışı eşin eyleminden bağımsız nitelikte olduğu, dava dışı eş hakkında manevi tazminata hükmolunmuş olmasının davalının haksız fiilden kaynaklanan sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacıya karşı sadakat yükümlülüğünü ihlal eden dava dışı eşin haksız fiiline bilerek iştirak eden davalının, TBK’nun 61. maddesi gereğince dava dışı eş ile birlikte müteselsil olarak sorumlu olup olmadığı, davacı ile dava dışı eşi arasındaki anlaşmalı boşanma davasında verilen karar ile hükmedilen 50.000,00 TL manevi tazminatın dava dışı eş tarafından davacıya karar tarihinden önce ödenmiş olmasının davalının sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı ve bu nedenle eldeki davanın konusuz kalıp kalmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, hukukumuzda yer alan sorumluluk kaynaklarının ve buna bağlı olarak da taraflar arasındaki hukuki bağın niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda, “Borç İlişkisinin Kaynakları” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md.1-48) ile haksız fiilden doğan borçlar (md.49-76) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak sebepsiz zenginleşmeye (md.77-82) yer verilmiştir.

Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.

Sözleşme tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması gerekir.

Borçlar Kanununda sorumluluğun diğer bir genel kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.

Kanundan doğan borçlarda da borç kaynağını kanundan almakta ve sorumluluk buna göre belirlenmektedir.

Borçlar Kanununda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.

Haksız fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı; bu fiili işleyenin kusurlu olmalı; kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez.

Eldeki dava, açıklanan bu sorumluluk kaynaklarından haksız eyleme dayalıdır.

Dava konusu haksız eylemin gerçekleştiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 49. maddesinde “Sorumluluk” başlığı altında:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

hükmü yer almakta;

Aynı Kanunun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde ise;

“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”

düzenlemesine yer verilmektedir.

Yine aynı Kanunun “Müteselsil Sorumluluk”a ilişkin hükümlerinden “Dış İlişkide” başlıklı 61. maddesinde: “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.”

“İç İlişkide” başlıklı 62. maddesinde de: “Tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur.
Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olur.”
şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 174. maddesi; “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.

Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”
hükmünü içermektedir.

185. maddesi ise; "..evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."

şeklindedir.

Görüldüğü üzere, haksız eylem nedeniyle sorumluluk hallerinden birisi ahlaka aykırı bir fiil ile bilerek başka bir kimsenin zarara uğramasına neden olmaktır.

Yine, müteselsil sorumluluğa ilişkin düzenlemeler ile haksız eylemi birlikte gerçekleştirenler birbirinden ayırt edilmeksizin, zarar görene karşı müteselsilen sorumlu olurlar.

Öte yandan, evlilik birliğinde eşlerin zorunlulukları yasal düzenleme altına alınmış ve sadakat borcu da bunlar arasında sayılmıştır.

Hemen belirtmekte yarar vardır ki, gerek Anayasada, gerekse Türk Medeni Kanununda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ve aileyi koruyan hükümlere yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil toplum için de önemlidir ve hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir. Bu nedenledir ki ailenin korunmasına yönelik düzenlemeler sadece aileyi değil, tüm toplumu ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının birbirlerine karşı yükümlülüklerinin ihlali çoğu zaman toplum düzenini de etkilemekte, yasalar nezdinde koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.

Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup erkekle, evli olduğunu bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin aile kurumuna vereceği zarar kaçınılmazdır ve davalının bunu öngörmemiş olması düşünülemez.

Bu nedenledir ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla da koruma altına alınmak istenmiştir. Bu tür eylemlerin daha sonraki yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması, bu eylemin ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine engel teşkil etmemektedir.

Diğer taraftan, eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler. Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı kadın da, evli olduğunu bilerek davacının eşiyle gayrıresmi ilişkiye girmek ve ondan çocuk sahibi olmak suretiyle, gerek yasalarca gerek örf ve adet hukukunca korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Bu davranış da açıkça haksız eylem niteliğindedir.

Eş söyleyişle, esasen dava dışı eşin, evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğü bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla ilişkiye giren davalı kadının da dava dışı kocanın sadakatsizlik eylemine katıldığında ve her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.

O halde olayda, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 61. maddesinde düzenlenen birden çok kişinin birlikte bir zarara sebebiyet vermeleri, diğer bir deyimle teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan, davacının eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Müteselsilen sorumluluğun bulunduğu durumda da 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 162 ve devamı maddeleri gereğince davacı, alacağını sorumluların tamamından isteyebileceği gibi bunlardan biri veya birkaçından da isteyebilir. Bunlardan birisinin ölmüş olması diğerini sorumluluktan kurtarmaz. Zarar gören dilerse davasını bu kişiye yöneltebilir.

Şu durumda; sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi, teselsül ilişkide bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını ortadan kaldırmaz.

Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.

Nitekim aynı ilke Hukuk Genel Kurulunun 24.03.2010 gün ve 2010/4-129 E.-173 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Sonuç itibariyle davalının, davacının resmi nikahlı eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen “haksız fiil”den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır.

Türk Medeni Kanununun 185. maddesinde yer alan "evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar." biçimindeki düzenleme gereğince, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur. Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup olmaları da önem taşımaz.

Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay irdelendiğinde:


Davacı eldeki davada, davalı ile dava dışı eşinin birlikteliği nedeniyle 28 yıllık evliliğinin sona erdiğini, davalının dava dışı eşin evli olduğunu bilerek birliktelik yaşadığını, bu nedenlerle çevresinde aldatılan kadın olarak küçük düştüğünü ve kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek manevi tazminat talep etmektedir. Davalı ise savunma olarak davacının evliliğinin sona ermesine kendisinin sebep olmadığını, aralarında özel bir yakınlık bulunmadığını, davacının eşinin sadece işvereni olduğunu dile getirmektedir. Davacı tanıklarının beyanlarından, davacının eşinin alışveriş merkezinde davalı ile el ele dolaştıkları, davacının eşinin arabası ile davalının arabasının aynı apartmanın önünde park halinde bulunduğu, davacının kız kardeşi ile birlikte söz konusu apartmana giderek C.'un oturduğu daireyi sordukları, üçüncü katta olduğunu öğrenmeleri üzerine kapısını çaldıklarında davalı ile davacının eşinin içeride olduklarını gördükleri anlaşılmaktadır.

Davacının dava dışı eşine karşı açmış olduğu mal rejiminden kaynaklanan katkı payı ve katılma alacağı davasında, Eskişehir 1. Aile Mahkemesinin 26.04.2013 tarih ve 2013/102 E., 2013/357 K. sayılı kararıyla davacının davasını HMK’nın 123. maddesi gereğince geri almış ve davalı taraf buna rıza gösterdiğinden dava konusu hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

Davacının dava dışı eşine karşı açmış olduğu sadakat yükümlülüğünün ihlalinden dolayı evlilik birliğinin temelden sarsılması nedenine dayalı boşanma davasında ise, boşanmanın yanı sıra 3.000,00 TL nafaka, 150.000,00 TL maddi ve 150.000,00 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Ancak, yargılamanın devamı sırasında davacı ve eşi anlaşmalı olarak boşanmayı kabul etmişlerdir. Aralarında düzenledikleri anlaşmalı boşanma protokolü ile davalı C.’un davacı S.’a 50.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 100.000,00 TL tazminat ile aylık 2.000,00 TL nafaka ödeyeceği kararlaştırılmış, ayrıca taşınır ve taşınmaz mallar, ev eşyaları, şirket hisseleri, katkı payı ve katılma alacağı ve vekalet ücreti gibi hususlarda da taraflarca anlaşmaya varılmıştır. Davacı ve eşi duruşmadaki beyanlarında protokol hükümlerini kabul etmişler, davacı eşinden 50.0000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminat aldığını, bu nedenle maddi ve manevi tazminat hakkında karar verilmesi talebinin olmadığını beyan etmiştir. Bunun üzerine Eskişehir 2. Aile Mahkemesinin 09.05.2013 tarih ve 2013/81 E., 2013/356 K. sayılı kararı ile, tarafların 14/09/1984 tarihinde evlendikleri, müşterek yaşları reşit iki çocuklarının olduğu, tarafların boşanma ve boşanmanın ferileri hususunda anlaştıkları, boşanma iradelerini yargılama sırasında serbestçe açıkladıkları ve taraflarca yapılan anlaşmanın mahkemece uygun bulunduğu, bu nedenle taraflar arasındaki evlilik birliğinin TMK’nın 166/3 maddesi gereğince temelinden sarsıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, TMK’nın 175 maddesi gereğince 2.000,00 TL yoksulluk nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine, protokolün 3-5-6-7 ve 8. maddeleri taraflarca yerine getirilmiş olmakla konusuz kalmış olduğundan bu hususta karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, tarafların kararı temyizden feragat etmeleri üzerine 28.05.2013 tarihinde kesinleşmiştir.

Yukarıda açıklanan bütün bu nedenlerle eldeki davada mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumlu olduğunun kabulünde bir isabetsizlik yok ise de; dava tarihinden sonraki bir tarihte davacı ve eşi arasındaki boşanma davasında verilen karar ile eşinin davacıya dava konusu haksız eylem nedeniyle 50.000,00 TL manevi tazminat ödediği hususunun hüküm altına alındığı anlaşıldığına göre, davalı ile dava dışı eşin birlikte sebep oldukları zarar nedeni ile müteselsilen sorumlu oldukları, borcun müteselsil borçlulardan dava dışı eş tarafından ödenmesinin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 166. maddesi gereğince davalının sorumluluğunu ortadan kaldırdığı, bu durumda davanın konusunun kalmadığı dikkate alınıp Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Ne var ki Özel Dairenin bozma ilamında “davanın konusu kalmadığından reddine karar verilmesi gerektiği” belirtilmiş ise de dava konusu borç eldeki davanın açıldığı tarihten sonra ödenmek suretiyle sona ermiş ve bu nedenle dava konusuz kalmış olduğundan mahkemece konusuz kalan davanın reddine değil, konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Türk Medeni Kanununun 185. maddesinde düzenlenen sadakat yükümlülüğünün eşler arasında olduğu, bu yükümlülüğün ihlalinin boşanma sebebi olup eşlerin birbirinden bu nedenle manevi tazminat talep edebileceği, davacının sadakat hakkının mutlak değil nispi bir hak olduğu ve herkese karşı ileri sürülemeyeceği, davalının davacıya karşı sadakat yükümlülüğü bulunmadığı gibi eyleminin açık ve emredici bir kanun hükmüne aykırı olmadığı, davalının doğrudan doğruya davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiili bulunmadığı, davacıya zarar verme kastı ile hareket etmiş olmadığı, ahlaka aykırılık unsurunun gerçekleşebilmesi için objektif ahlaka aykırılık olması gerektiği, olayda müstakilen ve asli olarak işlenebilen bir eylem olmadığından iştirak halinin de söz konusu olamayacağı, davalının eyleminin davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bulunmadığı, bu nedenle Borçlar Kanunu hükümlerine göre tazminatla sorumlu tutulamayacağı, Yasada olmayan bir sorumluluğun ihdas edilmesinin doğru olmadığı, bu nedenlerle mahkemece davanın reddine karar verilmesinin yerinde olacağı kanaatiyle direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca direnme kararı bu nedenlerle bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.03.2017 gününde yapılan ikinci oylamada oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 15-09-2017, 19:06   #3
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

Aldatılan eşin partnerinin tazminat ile sorumlu olup olmadığı konusunda Yargıtay HGK ile 4.HD.sinin görüşleri arasında farklılık bulunmaktadır. Yargıtay, 22/3/2017 T. 2017/1334 E, 2017/545 K. sayılı HGK. kararında aldatılan eşin, üçüncü kişiye manevi tazminat davası açabileceğini belirtmektedir. HGK.nun , 24.03.2010 T. 2010/4 – 129 E. 2010/173 K. Sayılı kararı ile önceki cevapta geçen HGK.kararı da aynı doğrultudadır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ise bu konuda aksi yönde kararlar vermektedir. Dairenin görüşüne göre aldatılan eş üçüncü kişiden tazminat isteyemeyecektir.Nitekim dairenin bu görüşü HGK kararında 4.HD.nin temsilcisi tarafından karşı oy olarak ifade edilmiştir.

HGK.nun 22.03.2017 tarihli kararı yakınlarda bu forumda yayınlanmış idi. 4.HD.kararlarından bir örneği de aşağıda yayınlıyorum.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nun , içtihatların birleştirilmesine ve içtihadı birleştirme raportörü olarak da Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur GENÇCAN’ın görevlendirilmesine karar verdiğini biliyoruz. Fakat bu aşamada içtihatı birleştirme kararının çıktığı hakkında şahsen bir bilgiye ulaşmış değilim.

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/9551
K. 2017/1358
T. 6.3.2017


818/m.49,50
6098/m.58
ÖZET : Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte olduğunu, davalının eylemlerinin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Somut olaya gelince, davalının ve dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir. Davacının dava dışı eşinin TMK'nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Kanunu'nun 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istenmesi halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK'daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve Kanun'un kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir. Davalının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Kanun'da yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir. Davalı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine Kanun hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir. Açıklanan nedenlerle, BK'nın 49. ( TBK.58 ) maddesine göre, davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Davacı ... vekili tarafından, davalı ... aleyhine 12/09/2013 gününde verilen dilekçeyle tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen 24/11/2015 tarihli kararın Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı ... vekili, duruşmasız olarak incelenmesi de davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 14/02/2017 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davalı vekili ile karşı taraftan davacı vekili geldi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : 1- )Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının temyiz itirazları reddedilmelidir.

2- )Davalının temyiz itirazlarına gelince;
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istem kısmen kabul edilmiş, karar taraflar vekillerince temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte olduğunu, davalının eylemlerinin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı, davacının iddialarını kabul etmediğini belirterek, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere göre davalının, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulüyle davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiştir.

TMK'nın 185. maddesine göre, “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Aynı Kanun'un 174. maddesine göre de, “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”
Evlenmeyle eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunu'ndaki sonuçları, boşanma ve boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebileceğidir.

BK'nın 41 ( TBK 49 ) maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Yine BK'nın 49. ( TBK.58 ) maddesinde "Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir." Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için, hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik bağı bulunması gerekir.

Somut olaya gelince, davalının ve dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir.

Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacının dava dışı eşinin TMK'nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Kanunu'nun 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istenmesi halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK'daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve Kanun'un kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir.

Davalının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Kanun'da yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.

Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 Sayılı BK'nın müteselsil sorumluluğa dair hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, söz konusu Kanun'un 50. maddesinde haksız fiil sebebiyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine Kanun hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.

Açıklanan nedenlerle, BK'nın 49. ( TBK.58 ) maddesine göre, davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda ( 2 ) sayılı bentte gösterilen sebeplerle davalı yararına BOZULMASINA, davacının temyiz itirazlarının ise ilk bentte gösterilen sebeplerle reddine ve davalı yararına takdir olunan 1.480,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine, davalıdan peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 06.03.2017 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :
Dava, davalının davacının dava dışı eşi ile birlikteliğinden kaynaklanan haksız saldırı sebebiyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık evlilik dışı birlikteliğin haksız fiil olarak kabul edilip edilemeyeceği dolayısıyla davalının bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine karşı sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler. Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı da evli olduğunu bilerek davacının eşiyle gayri resmi ilişkiye girmek suretiyle, gerek yasalarca, gerek örf ve adet hukuku tarafından korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Davalının bu davranışı da açıkça haksız eylem niteliğindedir.
Eş söyleşiyle, esasen dava dışı eşin evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümü bulunmakla birlikte, onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen ilişkiye giren davalının da eşin sadakatsizlik eylemine katıldığında, her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku yoktur. Türk Borçlar Kanunu'nun 61. ( Borçlar Kanunu'nun 50. md. ) maddesinde düzenlenen birden fazla şahsın müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer bir deyimle tam teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan davacının eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur. ( HGK. 2010/4-129 E-173 K )
Müteselsil sorumluluğun bulunduğu durumlarda davacı alacağını sorumluların tamamından isteyebileceği gibi, bunlardan biri veya birkaçından da isteyebilir. ( HGK. 12/11/2003 gün ve 2003/9-685 E, 690 K )
Mahkemece, davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek davacı eş yararına manevi tazminata karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan davalı yönünden hükmedilen manevi tazminat miktarı hakkındaki görüşümüz saklı kalmak üzere Dairemizin sayın çoğunluğunun davalı hakkındaki davanın reddedilmesi gerektiğine dair bozma kararına katılmıyoruz.(KAZANCI)
Old 03-10-2017, 11:50   #4
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan ANKARA BAROSU KADIN HAKLARI MERKEZİ'nin GÖRÜŞÜ

ALDATILAN EŞ TARAFINDAN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE KARŞI AÇILAN MANEVİ TAZMİNAT DAVASININ DEĞERLENDİRİLMESİ

TMK’nın 185. maddesi uyarınca eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar. Sadakat yükümlülüğünün cinsel sadakati de içerdiği kuşkusuzdur. Cinsel sadakatsizliğin fiili birleşme haline dönüşmesi, özel boşanma sebebi olarak TMK 161. maddesinde zina başlığı altında düzenlenmiştir. Maddeye göre eşlerden biri zina ederse diğer eş boşanma davası açabilir.

TMK 174/2 maddesinde ise “Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebileceği düzenlenmiştir.” Zina fiilinin ispatlanması halinde boşanmaya karar verileceği ve kusurlu eş aleyhine TMK 174 maddesi kapsamında manevi tazminat takdir edileceği izahtan varestedir. Ayrıca TMK 236/2 maddesi uyarınca zina halinde hakim kusurlu eşin artık değerdeki pay oranını hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilecektir. Bunun yanında aldatılan eşin TMK 510/2. maddesine dayanarak ölüme bağlı tasarrufla aldatan eşini mirasçılıktan çıkarabilme olanağı da vardır. Aldatma fiili açığa çıkmasının ardından çoğu zaman cinsel veya psikolojik şiddet barındırabileceğinden aldatılan eş 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında bu kanunda düzenlenen korumadan da yararlanılabilecektir.

Buna karşın TMK’nın evlenme ve boşanma konularının yer aldığı maddelerinde 3. kişilerin sorumluluğuna ilişkin bir düzenleme yoktur. Dolayısıyla dar anlamda Türk Medeni Kanunu kapsamında 3. kişinin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir. Ancak TMK’nın mütemmim cüzü olan Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi uyarınca kişilik haklarının zedelenmesi halinde manevi tazminat adı altında bir miktar para talep edebilir. Fakat üçüncü kişinin fiilinin TBK 58. maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği günümüz hukuk uygulamasının çetrefil sorunlarından birisidir.

Nitekim aldatan eşin zina fiilini gerçekleştirdiği üçüncü kişiye karşı manevi tazminat davası açması Yargıtay’ın değişik tarihlerde verdiği birbirine taban tabana zıt kararları nedeniyle bir hayli kafaları karıştırmış ve neticede bu konuda içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmiştir. Örneğin; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 24.03.2010 tarih 2010/4-129 E. 2010/173 K. sayılı kararında; “ evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliğinin, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu ve bu eyleme evliliği bilerek katılan 3. kişinin, diğer eşin uğradığı zarardan sorumlu olduğu”, dolayısıyla aldatılan eşin 3. kişiden de tazminat isteyebileceği kabul edilmiştir.

Ancak bu kararın ardından Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 11.06.2015 tarih 2014/8510 E, 2015/7762 K. sayılı kararında, yukarıdaki YHGK kararının aksine “aldatılan eşin 3. kişiden tazminat isteyemeyeceği” yönünde bir karar vermiştir. Bu kararın gerekçesinde ise; “Davalı 3. kişinin zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamayacağı; yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak halinin söz konusu olmadığı, zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerektiği, ayrıca haksız fiil sorumluluğunu geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmenin, bu sorumluluğu belirsiz hale getireceği” ifade edilmiştir.

Buna karşın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.03.2017 tarih, 2017/1334 E. 2017/545 K. sayılı kararında ise; “Ailenin sadece mensubu olan kişiler için değil, toplum içinde önemli olduğu ve eşlerin evlilik birliğini kurmakla birbirlerine karşı sadakat borcu altına girdikleri; 3. kişinin aldatan eşle evli olduğunu bilerek ilişkiye girmesinin aldatan eşin haksız fiili niteliğinde olduğu, dolayısıyla aldatılan eşin, uğradığı zarardan her ikisinin de( aldatan eş ve 3. kişi) müteselsilen sorumlu oldukları “ belirtilmiştir.

Görüldüğü üzere Yargıtay’ın bu konudaki kararlarının birbirinin aksi yönde olması ve karışıklık yaratması nedeniyle, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, içtihatların birleştirilmesine ve içtihadı birleştirme raportörü olarak da Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan’ın görevlendirmesine karar vermiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/4-1334 Esas 2017/545 Karar numaralı 22.03.2017 tarihli içtihadında haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemi, davalı üçüncü kişinin aldatan eşle gerçekleştirdiği eylemden sorumluluğu kabul edilerek davacı eş yararına kabul edilmiştir. Türk Hukukunda TMK 185/3 maddesi kapsamındaki sadakat yükümlülüğü evli kişiler içindir. Yukarıda da değinildiği üzere bu yükümlülüğün bir çok boyutu vardır, ancak konumuz açısından cinsel sadakat yönüyle ele alınacaktır. Cinsel sadakat, eşlerin başka kişilerle bilerek ve isteyerek cinsel ilişki kurmamalarını gerektirir ki ihlali halinde aldatılan eşin kişilik haklarının saldırıya uğradığı kuşkusuzdur.

Bu konuda son olarak verilen 2017 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararın karşı oy yazısında ise özetle, davalı üçüncü kişinin doğrudan davalı aldatılan eşe yönelik hukuka aykırı bir eyleminin bulunmadığı, yasada sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmediğini, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin olaya uygulanmasının mümkün olmayacağı ve eylemin davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturmayacağı düşünülerek, talebin reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Öte yandan doktrinde de kabul edildiği üzere, cinsel sadakat yükümlülüğünün ihlali mutlak bir hakkın çiğnendiği anlamına gelmez. Oysa mutlak haklar dışında kalan diğer menfaatlerin ihlalinin hukuka aykırı olarak kabul edilebilmesi, objektif hukuka aykırılık teorisine göre bir özel koruma normunun varlığına ve bu norm ile ihlal edilen menfaat arasında ayrıca hukuka aykırılık bağının bulunmasına bağlıdır. Medeni Kanunda ve Borçlar Kanununda bu konuda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple cinsel sadakat yükümlülüğünün tarafı olmayan kişi açısından diğer eşe karşı TBK 58 maddesi kapsamındaki hak ihlalinden söz edilmesi maddenin oldukça zorlanması ya da hukukun esnetilmesi anlamına gelecektir. Çünkü kişilik hakları, kişilerin maddi/cismani, manevi, iktisadi bütünlükleri ile sır çevresi ve özel hayata alanı gibi çeşitli alanların tamamı üzerindeki mutlak surette korunan, şahsa sıkı sıkıya bağlı, devredilemeyen/vazgeçilemeyen/miras yoluyla intikal etmeyen şahısvarlığı değerleridir. Bu yazıda ele alınan üçüncü kişiye yönelik tazminat talepleri ile ilgili olarak ise, bir eşin kişilik hakkını ihlal eden davranışa diğer eşin katılımının olduğu noktada, üçüncü kişinin davranışı, aldatılan eşe karşı artık hukuka aykırı niteliğini kaybederek hukuka uygun hale gelir. Artık bu noktada ortada hukuken korunmayı gerektirecek gerçek bir ilişki yoktur. Nitekim öğretide de bu görüş baskındır: ‘Sırf sadakati koruma uğruna , bireyin başkalarıyla kişisel ilişki kurma özgürlüğü Anayasa ve ölçülülük ilkesi ötesinde sınırlandırılamaz. İster bekar olsun ister evli, bireyin özel olarak bir suç oluşturmadığı sürece dilediği kişiyle dilediği kişisel ilişkiyi ve bu arada cinsel ilişkiyi kurma konusunda Anayasaca korunmuş eksiksiz bir özgürlüğü vardır. Böyle bir ilişkiden doğabilecek etik sorumluluk ayrıdır, saklıdır; ama hukukun konusu değildir.’

İhlal fiili kendilerine yönelmiş olmamakla birlikte bu ihlalden zarar gören diğer kişilerin hukuk nazarında korunup korunmayacağı bir hukuk politikası sorunu meselesi olmakla birlikte kanunlarımızda aldatan eşin fiilini birlikte gerçekleştirdiği üçüncü kişiyle müteselsil sorumluluğu düzenlenmediği için bu yönde aldatılan eş tarafından dile getirilen tazminat talepleri hukuki dayanaktan yoksun kalacaktır. Bu sebeple, diğer eşin, üçüncü kişinin fiili yüzünden apaçık bir manevi zarara uğradığı kabul edilse dahi, bu zararların giderilmesi ancak bu yönde açık bir düzenlemenin varlığı halinde kabul edilmelidir. Bu kapsamda Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11.06.2015 tarihli kararında isabetle işaret edilen ‘doğrudanlık’ unsuru, ortaya koyduğumuz bu ifadeler dahilinde de göz önünde bulundurulması gereken bir unsurdur.

Ülkede bir içtihat birliği sağlamakla görevli Yargıtay’ın üzerinde durması gereken diğer bir konu da üçüncü kişiye yöneltilen tazminat talebinin sosyolojik olarak hangi gerçeklerden beslendiğidir. Aldatılan eşin, üçüncü kişiye yönelttiği tazminat talepleri yaygın bir biçimde ‘öteki kadın tazminatı’ olarak adlandırılmakta, sadece kadınlar ve onların ‘namusu’ üzerinden idare edilen bir sistem yaratılmaktadır. Zira aldatan eş hep erkek olarak düşünülmekte, üçüncü kişi ise hep kadınmış gibi kabul edilerek cinsiyetçi bir yaklaşım sergilenmektedir. Nitekim üçüncü kişi olarak erkek aleyhine açılmış bir dava kamuoyunda tek örnek dışından gündeme gelmemiştir ancak bu erkeklerin üçüncü kişi konumda olmadığı anlamına gelmez. Verilen kararlarda kadın bir diğer kadından tazminat istemektedir. Erkeğin bir erkekten tazminat istemesi ise toplumda pek normal karşılanmadığı gibi, üstelik abesle iştigal bir durum olarak da görülmektedir. Çünkü toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden yaratılan algı neticesinde, erkek ancak namusunu temizler. Üstelik toplum tarafından bu hak erkeğe verilmiştir. Hatta yargı tarafından örf, adet ve namus indirimleriyle bu durum desteklenir de!
Bu husus dahi konunun cinsiyetçi boyutunu göstermekte olup namus telakkisinin kadınların sırtında olduğunun da kanıtıdır. O halde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Mart 2017 tarihli aldatılan eşe, üçüncü kişinin tazminat ödemesi kararlarının temelinde, açıkça dile getirilmese bile, yine namusun kadınların sırtına yüklenen bir değer yargısı olduğu gerçeği bulunmaktadır. Oysa bu sonuç CEDAW’ın ruhuna ve İstanbul Sözleşmesinin 1(b) maddesinde kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması şeklinde ifade edilen sözleşmenin amacına da aykırıdır. İşin özünde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun değişik tarihlerde verdiği; aldatan eşle birlikte olan 3. kişinin tazminat ödeme sorumluluğu ile ilgili kararları da, topluma hâkim olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştirerek, kadın ve namus kavramlarının birbirleriyle daha da bütünleşmesini sağlayacak niteliktedir.

Tüm bu açıklamalar ışığında içtihatların birleştirilmesi kararı neticesinde, 3 kişinin tazminat sorumluluğunun bulunduğu kararı verilmesi halinde ise; toplum da evli de olsa bekar da olsa hem kendi namusunu hem de toplumun temeli olan ailelerin namusunu korumakla mükellef olanın her hâlükârda sadece kadın olduğunun, çünkü biyolojik determinizm gereğince erkeğin bu konuda (karşı cins konusunda) güçlü bir iradesinin olmadığının bir kez daha altı çizilecek, böylece toplumsal cinsiyet rolleri daha da pekiştirilerek, topluma hakim olan erkek egemen zihniyet kendini daha da meşrulaştırmış olacaktır.

Aslında bu tarz kararlar, söylemler ve toplumda yaratılan algı, bir yandan kadına ve erkeğe biçilen görevlerin “tanrı vergisi” olarak görülmesini sağlayarak erkek egemenliğinin kendini meşrulaştırmasına neden olmakta, bir yandan da toplumda var olan cinsiyetçi rollerin sürdürülmesine katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla toplumu verdiği kararlarla şekillendirme konusunda önemli bir misyona sahip olan Yargıtay’a, artık bir kanun hükmünde olacak söz konusu içtihadıyla, kadın erkek eşitsizliğini pekiştirecek uygulamalardan kaçınma konusundan önemli bir görev düştüğü açıktır.

Değerlendirme ve Sonuç

1. Zina fiiline iştirak eden üçüncü kişinin Borçlar Kanunu 58 anlamında hukuka aykırılık şartının gerçekleştiği hususunun kişilik haklarından çıkarılması mümkün olmadığından, aldatılan eşin bu kişiye yönelttiği tazminat talebi hukuki dayanaktan yoksun kalacaktır.
2. Sadakat yükümlülüğü kapsamında bir değerlendirme yapıldığında, TMK 185/3 kapsamında tanımlanan bu yükümlülük sadece evlilik birliğinin tarafı olan eşlere tanındığı için yine bu durumda da üçüncü kişiye yöneltilecek tazminat talebi haksız olacaktır.
3. Kişilik hakları, kişilerin maddi/cismani, manevi, iktisadi bütünlükleri ile sır çevresi ve özel hayata alanı gibi çeşitli alanların tamamı üzerindeki mutlak surette korunan, şahsa sıkı sıkıya bağlı, devredilemeyen/vazgeçilemeyen/miras yoluyla intikal etmeyen şahısvarlığı değerleridir.mutlak haklar dışında kalan diğer menfaatlerin ihlalinin hukuka aykırı olarak kabul edilebilmesi, bir özel koruma normunun varlığına ve bu norm ile ihlal edilen menfaat arasında ayrıca hukuka aykırılık bağının bulunmasına bağlıdır. Medeni Kanunda ve Borçlar Kanununda bu konuda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple cinsel sadakat yükümlülüğünün tarafı olmayan kişi açısından diğer eşe karşı TBK 58 maddesi kapsamındaki hak ihlalinden söz edilmesi maddenin oldukça zorlanması ya da hukukun esnetilmesi anlamına gelecektir.
4. Serozan’ın veciz olarak ifade ettiği gibi ‘Sırf sadakati koruma uğruna , bireyin başkalarıyla kişisel ilişki kurma özgürlüğü Anayasa ve ölçülülük ilkesi ötesinde sınırlandırılamaz. İster bekar olsun ister evli, bireyin özel olarak bir suç oluşturmadığı sürece dilediği kişiyle dilediği kişisel ilişkiyi ve bu arada cinsel ilişkiyi kurma konusunda Anayasaca korunmuş eksiksiz bir özgürlüğü vardır. Böyle bir ilişkiden doğabilecek etik sorumluluk ayrıdır, saklıdır; ama hukukun konusu değildir.’
5. İçtihatların birleştirilmesi kararı neticesinde, aldatılan eşe karşı üçüncü kişinin tazminat sorumluluğunun olduğu kararı verilmesi halinde toplumsal cinsiyet rolleri daha da pekiştirilerek, topluma hakim olan erkek egemen zihniyet kendini daha da meşrulaştırmış olacaktır.
Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak “aldatan eş tarafından 3. kişiye karşı açılan manevi tazminat davası” konusundaki görüşlerimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.

EKLENEN NOT (Eray KARINCA, Av.Ankara Barosu, Emekli Ankara Aile Mahkemesi Hakimi ,facebook sh.deki yazısı ve eki http://eraykarinca.av.tr/aldatilan-e...rlendirilmesi/)
Old 04-10-2017, 06:58   #5
tegese

 
Varsayılan

Sayın meslektaşlarım
İçtihadı birleştirme kararı sizce ne zaman neticelenir? Müvekkil bu davayı açmam konusunda beni çok sıkıştırıyor.
Old 20-11-2017, 12:55   #6
Av.Nazife Eytemiş BAŞAR

 
Varsayılan

YHGK Esas : 2017/1334 Karar : 2017/545 Tarih : 22.03.2017
EVLİ ERKEK İLE İLİŞKİYE GİREN KADININ SORUMLULUĞU
MANEVİ TAZMİNAT ( Evli Erkek ile İlişkiye Girmek )
HAKSIZ EYLEM ( Evli Erkek ile İlişkiye Girmek )
EŞLERİN SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ ( 3. Kişinin Müteselsil Sorumluluğu )
MÜTESELSİL SORUMLULUK ( Evli Eşlerin Sadakat Yükümlülüğü )

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık,
Davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının bu eyleminin,
davacının ve çocuklarının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının hukuki sorumluluğunu gerektirip gerektirmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Dava dışı eşin, evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğü bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla ilişkiye giren davalı kadının da dava dışı kocanın sadakatsizlik eylemine katıldığında ve her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.

Türk Medeni Kanunu`nun 185. maddesinde yer alan,
"evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar." biçimindeki düzenleme gereğince:
Evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur. Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup olmaları da önem taşımaz.

Bu nedenlerle somut olayda mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek davacı eş yararına tazminata hükmedilmesi yerindedir.

ANCAK:
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde düzenlenen sorumluluğu genişletmek olanaksız olduğu gibi, çocukları bu kapsamda değerlendirmek söz konusu değildir. Yansıma yoluyla da manevi tazminat istenilemeyeceğinden çocuklar yönünden Özel Daire bozma kararına uyularak davanın reddine karar vermek gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.fk TMK.174, 185
eBK.41, 49, 50
TBK.49, 58

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:


Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda,

Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.11.2013 gün ve 2012/178 E. 2013/448 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 07.05.2015 gün ve 2014/6538 E., 2015/5839 K. sayılı kararı ile,

"...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte olduğunu, eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı, davacının iddialarını kabul etmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, toplanan delillere göre davalının, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulü ile davacı eş yararına manevi tazminata hükmedilmiştir.

TMK.nun 185. maddesine göre,
“ Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.”

Aynı Yasanın 174. maddesine göre de,
“Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”

Evlenmeyle eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunundaki sonuçları, boşanma ve boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebileceğidir.

BK. 41 (TBK 49). maddesine göre,
kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Yine BK. 49 (TBK.58) maddesinde
"Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir."

Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için, hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik bağı bulunması gerekir.

Somut olaya gelince, davalının ve dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir.

Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacının dava dışı eşinin TMK.nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Yasanın 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK. daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir.

Davalının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.

Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK.nun müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, sözkonusu Yasanın 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.

Açıklanan nedenlerle, BK.49 (TBK.58) maddesine göre, davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez.

Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir..."
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin eşi S. ile 2006 yılında evlendiklerini, müşterek iki çocukları olduğunu, müvekkilinin eşi S.`ın uzun süreden beri davalı ile ilişkisi olduğunu, bu ilişkiden rahatsızlık duyunca ve evde huzursuzluk oluşunca eşi S.`ın evi terk ederek davalı ile birlikte yaşamaya başladığını,
bu gayrimeşru ilişkinin aile bütünlüğüne haksız bir saldırı niteliğinde olup müvekkili ve çocuklarının aile düzeninin bozulduğunu, her türlü uyarı ve ikazlara rağmen davalının, eşi ile gayrimeşru ilişkisini devam ettirdiğini ileri sürerek F. için 20.000,00 TL ve her bir çocuk için 5.000,00`er TL olmak üzere toplam 30.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı davacının eşi S.`ı kendisinin alıkoymadığını, bir yıl önce Adana`da tanıştıklarını, eşinden soğuduğunu söylediğini, iki çocuk babası olan S.`ın iki çocuğunu da bırakacak kadar mutsuz olduğunu, beraberliklerinden dolayı hakaretlere uğradıklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının eşi S.`ın rızası ile de olsa davalı ile birlikte yaşadıkları, bu durumun davacıda üzüntü ve psikolojik rahatsızlık oluşturduğu, kendisinin ve aile yaşamının bu durumda olumsuz etkilendiği, davalının davacının resmi nikâhlı eşi ile birlikte yaşaması eyleminin davacının aile bütünlüğüne haksız bir saldırı oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacı F.için 5.000,00 TL, her bir çocuk için 2.000,00’er TL olmak üzere toplam 9.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki karardaki gerekçelerle ve karşı oy görüşü benimsenerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının bu eyleminin, davacının ve çocuklarının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının hukuki sorumluluğunu gerektirip gerektirmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, hukukumuzda yer alan sorumluluk kaynaklarının ve buna bağlı olarak da taraflar arasındaki hukuki bağın niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md.1–40) ile
haksız fiilden doğan borçlar (md.41–60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisaba (md.61–66) yer verilmiştir.

Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir eyleme dayanan, kanundan doğan borçlar bulunmaktadır.

Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.

Sözleşme, tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması gerekir.
Borçlar Kanunu’nda sorumluluğun diğer bir genel kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.

Kanundan doğan borçlarda da, borç kaynağını kanundan almakta ve sorumluluk buna göre belirlenmektedir.

Borçlar Kanunu’nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.

Haksız fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı; bu fiili işleyenin kusurlu olmalı; kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez.

Eldeki dava, açıklanan bu sorumluluk kaynaklarından haksız eyleme dayalıdır.

Dava konusu haksız eylemin gerçekleştiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde “Mesuliyet Şartı” başlığı altında:

“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”
Hükmü yer almakta;

Aynı Kanunun “Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” Düzenlemesine yer verilmektedir.

Yine aynı Kanunun “Müteselsil Mesuliyet”e ilişkin hükümlerinden “Haksız Fiil Halinde” başlıklı 50. maddesinde de:
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer`an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesini tayin eyler.
Yataklık eden kimse, vaki olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz.”
Şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

Dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da haksız eylem sorumluluğu, benzer nitelikteki hükümler ile düzenlenmiştir.

Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu`nun 185. maddesinde;
"..evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."
Denilmektedir.

Görüldüğü üzere, haksız eylem nedeniyle sorumluluk hallerinden birisi ahlaka aykırı bir fiil ile bilerek başka bir kimsenin zarara uğramasına neden olmaktır.

Yine, müteselsil sorumluluğa ilişkin düzenlemeler ile haksız eylemi birlikte gerçekleştirenler birbirinden ayırt edilmeksizin, zarar görene karşı müteselsilen sorumlu olurlar.

Öte yandan, evlilik birliğinde eşlerin zorunlulukları yasal düzenleme altına alınmış ve sadakat borcu da bunlar arasında sayılmıştır.
Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay irdelendiğinde:

Davacı, eşi S. ile davalı arasında uzun süredir devam eden duygusal ve cinsel ilişki bulunması, eşinin evini terk ederek davalının yaşadığı Adana iline gidip onunla birlikte yaşamaya başlaması, bu gayrimeşru ilişkinin aile bütünlüğüne haksız bir saldırı niteliğinde olup aile düzeninin bozulması nedeniyle kendisi ve çocukları için manevi tazminat talep etmektedir.

Davalının ise, davacının eşiyle evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği yönünde açık kabulü bulunduğu, savunma olarak da iki çocuk babası olan S.`ın iki çocuğunu da bırakacak kadar mutsuz olduğunu dile getirdiği görülmektedir.
S.’ın annesi ve babası olan davacı tanıklarının beyanlarından, davacının eşinin Adana`da davalı ile birlikte yaşadığı, iki kez kendi isteği ile gelerek pişman olduğunu bir daha gitmeyeceğini söylemesine rağmen tekrar kaçıp gittiği, davacının bu olaydan dolayı çok üzüntü hissettiği, manen yıprandığı ve çevrenin psikolojik baskısına maruz kaldığı anlaşılmaktadır.
Dava dışı eşin açtığı boşanma davası ise, taraflarca takip edilmemiş ve davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Hemen belirtmekte yarar vardır ki, gerek Anayasada, gerek Türk Medeni Kanununda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ve aileyi koruyan hükümlere yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil toplum için de önemlidir ve hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir. Bu nedenledir ki, ailenin korunmasına yönelik düzenlemeler sadece aileyi değil, tüm toplumu ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının birbirlerine karşı yükümlülüklerinin ihlali çoğu zaman toplum düzenini de etkilemekte, yasalar nezdinde koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.

Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup erkekle, evli olduğunu bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin aile kurumuna vereceği zarar kaçınılmazdır ve davalının bunu öngörmemiş olması düşünülemez.

Bu nedenledir ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla da koruma altına alınmak istenmiştir. Bu tür eylemlerin daha sonraki yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması, bu eylemin ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine engel teşkil etmemektedir.

Diğer taraftan, eşler evlilik birliğini kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler. Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı kadın da, evli olduğunu bilerek davacının eşiyle gayrıresmi ilişkiye girmek ve ondan çocuk sahibi olmak suretiyle, gerek yasalarca gerek örf ve adet hukukunca korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Bu davranış da açıkça haksız eylem niteliğindedir.

Eş söyleyişle, esasen dava dışı eşin, evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğü bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla ilişkiye giren davalı kadının da dava dışı kocanın sadakatsizlik eylemine katıldığında ve her ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.

O halde olayda, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde düzenlenen birden fazla şahsın müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer bir deyimle tam teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan, davacının eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Müteselsilen sorumluluğun bulunduğu durumda da davacı, alacağını sorumluların tamamından isteyebileceği gibi bunlardan biri veya birkaçından da isteyebilir. Bunlardan birisinin ölmüş olması diğerini sorumluluktan kurtarmaz. Zarar gören dilerse davasını bu kişiye yöneltebilir.

Şu durumda; sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi, teselsül ilişkinde bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını ortadan kaldırmaz.

Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.

Nitekim aynı ilke Hukuk Genel Kurulu’nun 24.03.2010 gün ve 2010/4-129 E.-173 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Sonuç itibariyle, davalının davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen “haksız fiil”den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır.

Türk Medeni Kanunu`nun 185. maddesinde yer alan
"evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar." biçimindeki düzenleme gereğince,
evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur. Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup olmaları da önem taşımaz.

Bu nedenlerle somut olayda mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek davacı eş yararına tazminata hükmedilmesi yerindedir.

Ne varki davacının kendi adına asaleten ve yaşı küçük çocuklarına velayeten açmış olduğu davada,
Mahkemece:
“ eşe karşı yapılan haksız fiilden dolayı verilecek olan tazminatın aile kurumunun ayrılmaz bir parçası olan çocukları kapsaması gerektiği, aksi düşüncenin aile kurumunun bütünlüğü ile bağdaşmayacağı, aile kurumunun dağılmasının eşlere vereceği zararın çocuklara da yansıyacağı, çocukların yaşları dikkate alındığında davalının eyleminin çocukların kişilik haklarına da haksız saldırı niteliğinde olduğu ” gerekçesiyle,
her iki çocuk lehine de manevi tazminata hükmedilmiş ise de;
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde düzenlenen sorumluluğu genişletmek olanaksız olduğu gibi, çocukları bu kapsamda değerlendirmek söz konusu değildir. Yansıma yoluyla da manevi tazminat istenilemeyeceğinden çocuklar yönünden Özel Daire bozma kararına uyularak davanın reddine karar vermek gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinde düzenlenen sadakat yükümlülüğünün eşler arasında olduğu, bu yükümlülüğün ihlalinin boşanma sebebi olup eşlerin birbirinden bu nedenle manevi tazminat talep edebileceği,
davacının sadakat hakkının mutlak değil nispi bir hak olduğu ve herkese karşı ileri sürülemeyeceği,
davalının davacıya karşı sadakat yükümlülüğü bulunmadığı gibi eyleminin açık ve emredici bir kanun hükmüne aykırı olmadığı, davalının doğrudan doğruya davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiili bulunmadığı,
davacıya zarar verme kastı ile hareket etmiş olmadığı, ahlaka aykırılık unsurunun gerçekleşebilmesi için objektif ahlaka aykırılık olması gerektiği, olayda müstakilen ve asli olarak işlenebilen bir eylem olmadığından iştirak halinin de söz konusu olamayacağı, davalının eyleminin davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte olmadığı, bu nedenle Borçlar Kanunu hükümlerine göre tazminatla sorumlu tutulamayacağı,
Yasada olmayan bir sorumluluğun ihdas edilmesinin doğru olmadığı kanaatiyle direnme kararının davacı eş yönünden de bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca direnme kararı bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 22.03.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


KARŞI OY

Dava; Haksız eylem nedeniyle, kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı, dava dışı koca ile halen evli olduklarını, bu evliliklerinden 2 çocukları olduğunu, kocasının evi terkettiğini ve davalı kadın ile bir süreden beri birlikte yaşadıklarını, cinsel ve duygusal birlikteliklerinin olduğunu, bu nedenle aile bütünlüğünün bozulduğunu, davalının bu şekildeki tutumlarının kendisine ve çocuklarına yönelik haksız eylem oluşturduğunu iddia ederek, kendisi ve iki çocuk için manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece, iddia olunan olaylar sabit görülerek, bu durumun davacıda üzüntü ve psikolojik rahatsızlık yarattığı, kendisine ve aile bütünlüğüne haksız bir saldırı oluşturduğu kabul edilerek, davanın kısmen kabulü ile davacı için 5.000TL, her bir çocuk için ayrı ayrı 2.000`er TL manevi tazminata hükmedilmiştir.

Hükmün davalı tarafça temyizi üzerine özel Dairece, sadakat yükümlülüğünün dava dışı eşe ait olduğu, davalının doğrudan davacının bedensel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir eyleminin bulunmadığı, yasada sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmediği, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin olaya uygulanmasının mümkün olamayacağı, dava dışı kocanın eylemine iştirak halinin de sözkonusu olamayacağı ve eylemin davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturmayacağı düşünülerek, talebin tümden reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmuştur.

Mahkemece, Önceki kararın gerekçesi genişletilerek ve karşı oy görüşü kısmen benimsenerek, direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı temyiz etmiştir.

Somut olayda, dava dışı kocanın davalı kadın ile duygusal ve cinsel birliktelik yaşadığı ve eş aldatması olarak tanımlanan eyleminin sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu hususu tartışmasızdır.

Davaya konu eylemin tamamlandığı ve davanın açıldığı tarih itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlüktedir.

Sadakat yükümlülüğünün tanımı yasada yapılmamakla birlikte, TMK.185/3 maddesinde, eşlerin birbirlerine sadık kalmak zorunda oldukları düzenlenmiştir.Bu yükümlülük öncelikle eşler arasındaki cinsel sadakati kapsamakla birlikte sadece bundan ibaret değildir. Eşlerin birbirlerine dürüst davranmaları, birbirlerinden gizli işler yapmamaları, sır saklama, yalan söylememe, gerçekleri gizlememe gibi yükümlülükleri de kapsamaktadır.
Eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranması durumunda, diğer eş dilerse TMK.174/2 maddesi hükmü gereğince şartları varsa boşanma sonucunda manevi tazminat talep edebileceği gibi, BK. 49 .(TBK.58) maddesine dayanılarak, müstakil bir dava açmak suretiyle de kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddiasıyla diğer eşe karşı manevi tazminat talep edebilir.Bu hususlarda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

Ancak, Somut olayda olduğu gibi, dava dışı kocanın cinsel sadakatsizlik eylemi sırasında birlikte olduğu davalı kadın yönünden haksız eylemin varlığı veya kocanın haksız eylemine katıldığı kabul edilerek tazmini sorumluluğuna gidilebilirmi?

Bunun için öncelikle sadakat yükümlülüğünün hukuki niteliğinin doğru şekilde tesbiti gerekir. Bu yükümlük TMK.185/3 maddesinde açıkça düzenlendiği şekilde, evlilik sözleşmesinden kaynaklanan bir yükümlülük olup, yalnızca sözleşmenin tarafları yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Evlilik sadece iki kişi arasında haklar ve yükümlülükler doğuran bir sözleşmedir. Bu nedenle davacı eş davalı 3.kişi konumundaki kadına karşı kişilik hakkının ihlal edildiği iddiasını ileri süremez.

Davacı, 818 sayılı BK.nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 41/1 (TBK.49/1) ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin 49 (TBK58.)maddesine de dayanamaz. Çünkü; sözkonusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için diğer şartların yani fiil, kusur, zarar, illiyet bağı yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Yukarıda da belirtildiği üzere, sadakat yükümlülüğü sadece eşler arasında hüküm ve sonuç doğuracağından ve sadece eşlerce ihlal edilebilecek bir nisbi hakka dayandığından, TMK.185.maddesindeki emredicilik, sadece eşler açısından hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmesini sağlamaya uygundur. Yani olayımızda, eş olmayan davalı 3.kişi yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.

Yine, somut olayda, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, BK.50, 51 (TBK.61)maddesinde Birden fazla kişinin birlikte bir zarara yol açmaları veya aynı zarardan çeşitli sebeplerle sorumlu olmaları durumunda müteselsil sorumluluğun sözkonusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, 3.kişi konumundaki davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalı kadının dava dışı koca ile birlikteliği şeklindeki davranışı davacı yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden, müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.

Yine, olayda iştirak hali de sözkonusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca, Haksız fiil sorumluluğunu geniş ve yasada tanımı yapılmamış olan sadakat yükümlülüğüne iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecek, yasada yeri olmayan bir sorumluluk ihdas edilmiş olacaktır. Örneğin, kazandığı paranın tamamını kumara, içkiye veya benzeri alışkanlıklarına harcayan ve bu nedenle evin giderlerine katılmayan eşin bu sadakatsiz davranışlarına muhatap olan ve evli olduğunu bilen herkesin, bu eşin sadakatsizlik eylemine iştirak ettiği kabul edilerek, sorumlu tutulması gerekecektir. Bunun hukuken kabulü mümkün değildir.

Mahkeme kararının gerekçesinde yer almamakla birlikte; BK.41/2 (TBK.49/2) maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, öncelikle subjektif değil, objektif ahlaka aykırılığın sözkonusu olması ve ayrıca failin zarar görene zarar verme kastıyla adeta öç alma duygusuyla hareket etmiş olması gerekir. Olayımızda, davalı davacıyı hiç tanımamakta ve böyle bir amaçla hareket ettiği iddia dahi edilmemiştir. Ayrıca, davacı kadın, sadakatsiz davranan dava dışı koca aleyhinde boşanma yada tazminat talebiyle herhangi bir dava açmamıştır. Kocanın açtığı boşanma davası ise takipsiz bırakılmıştır. Davacının bu şekildeki tutumu hakaniyet duygusuyla da bağdaşmamaktadır.
Belirtilen nedenlerle, Yüksek Özel Daire bozma kararının yerinde olduğunu, mahkeme kararının tümden bozulması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, çoğunluk görüşüne katılmıyorum.


Mustafa ÇAKMAK
4.Hukuk Dairesi Üyesi



YHGK 22.03.2017 - K.2017/545
Old 06-07-2018, 10:34   #7
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

Ömer Uğur Gençcan (2.HD.Başkanı Facebook sh.den alıntı)
16 dk. ·
Bugün (6.7.2018) aldığımız YİB BÜYÜK GENEL KURULU KARARI

- Evlilik birliği "DEVAM" ederken
- Eşlerden biri ile
- Evli olduğunu "BİLEREK"
- "BİRLİKTE OLAN" üçüncü kişiden
- DİĞER EŞ
- MANEVİ TAZMİNAT isteyemez!!!!
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Aldatılan eşin diğer eş ve sevgilisinden tazminat talebi AV.AYŞE GÜL Meslektaşların Soruları 21 05-11-2016 13:03
Aldatılan Eşin Tazminat Talebi Konuk Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) 1 02-10-2010 10:50
Alman Hukukunda Aldatılan Eşin Tazminat Hakkı Gemici Yabancı Hukuk Sistemleri 0 30-08-2009 01:10


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05802202 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.