Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Kadın Haberleri 2004

Yanıt
Old 07-06-2004, 19:00   #31
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Şizofrenik İkilem

MEHMET ALTAN

PRİZMA

Kadınlar cehennemi

Dünkü Radikal Gazetesi’nde, kırsal kesimde yaşayan kadınlarla ilgili Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yeni yayınladığı bir araştırmanın özeti vardı...

Kırsal kesimde yaşayan 2 milyon 620 bin kadının okuma-yazma bilmediğini, okur-yazar olup da ilkokulu bitirmeyen 531 bin kadın bulunduğunu, ilkokulu bitirenlerin sayısının 5 milyon 190 bin, orta dereceli okullardan mezun sayısının 975 bin, yüksek okul ya da üniversite mezunu olanlarında sadece 159 bin olduğunu bu araştırmadan öğreniyorduk...

Henüz kadınlarını eğitemeyen bir toplum olduğumuz gün gibi aşikar. İran’da bile kız çocuklarının okullaşma oranı Türkiye’den daha fazla...

* * *

Hafta içinde Sabah Gazetesi’ne manşet olan Af Örgütü Raporu, kadınlarımızı sadece eğitimsiz bırakmayıp bir de onlara akıl almaz ölçülerde eziyet ettiğimizi gösteriyordu.

Acil yardım hattını arayan kadınların yüzde 57’sini fiziksel şiddete, yüzde 46.9’unu cinsel şiddete, yüzde 14.6’sını enseste, yüzde 8.6’sını tecavüze maruz kalanlar oluşturuyormuş...

Bir de Acil Yardım Hattı’nı arayamayanları düşünün...

* * *

Üstelik kadına karşı şiddet her düzeyde kendini göstermekte...

Ankara’da gecekondularda yaşayan kadınların neredeyse tamamı kocalarının saldırısına uğruyormuş...

Aynı şiddeti orta ve yüksek gelir grubundaki kadınlar da görüyor...Oranı yüzde 71...

Doğu ve Güneydoğu’da kadınların neredeyse yarısının evlendirilirken rızası alınmıyormuş...

* * *

Şiddet dışında da akıl almaz bir eşitsizlik var...

Kadını okutmayınca, eşitlik imkanı elinden zaten alınmış oluyor... Erkekler kadınlardan daha fazla maaş alıyor...

Mal, mülk ve arazilerin yüzde 92’si erkeklerin egemenliğinde.

550 milletvekilli parlamentoda kadın sayısı sadece 24...

* * *

Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye Araştırmacısı Christina Curry raporda bu inanılmaz şiddeti şöyle yorumluyor:

“Gelenek, hemen her zaman hayatlarını nasıl sürdüreceklerine karar verme cüretinde bulunan kadınlara yönelik vahşetin bir bahanesi haline gelmektedir.

Şiddetin önde gelen nedeni, kadınların hayatın her alanında erkeklerle eşit olmasını yadsıyacak ayrımcılıktır.”

Rapor, “aile içinde barışı sağlamak” gerekçesiyle devletin kadın şikayetlerini de yeterince ciddiye almamasından yakınıyor...

* * *

Kadın kendi bireyselliğini savunduğu an dayaktan cinayete uzanan çok geniş bir çilenin kucağına atılmış oluyor...

Erkekler kendi aralarında eşitlik istiyor ama aynı talep kadınlardan gelince canavarlık artıyor...

Müthiş bir cehaletin girdabında ömür tüketen kadınların da bu eşitsizliği gidermesi, buna karşı örgütlenmesi kolay olmuyor...

* * *

Erkekler dünyasında güçlüler birbirini ezerken, güçsüz olan erkek bile kadını gözüne kestiriyor...

Neyse ki, küreselleşme ve AB süreci toplumların saydamlaşmasını
hızlandırmakta...

Eskiden bu durum raporlarla tespit edilmez, kadına karşı şiddet rezaleti aynalara yansımazdı...

Şimdi Türkiye kendi kendini tanıyor... Ne olup olmadığını görüyor...

* * *

Bu tablonun en garip yanlarından biri de erkeğin şizofrenik ikilemi...

Bir yandan erkekler için “kadınsız” yaşam büyük bir özleme ve acıya dönüyor, öte yandan “kadına” inanılmaz bir eziyet yapılıyor...

Bir tür “kadınlar cehennemi” olan ülkemizde kadına uygulanan şiddeti günlük hayatın içinde görürken, kadına duyulan özleme de şiirlerde rastlıyoruz.

“Zalim” erkekler aleminin bir yanının kadını nasıl özlediğini de Ziya Osman Saba kendine özgü naif sesiyle şöyle dile getiriyor:



“Beni hatırladıkça

Arasıra gönlümü al

Sokakta görünce, gülümse

Yanıma yaklaş,

Az elin elimde kal.

Evine misafir geleyim,

Kahvemi sen pişir.

Taze doldurulmuş sürahiden

Bir bardak su ver

Yetişir...”
Old 25-06-2004, 22:58   #32
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Ab Namus Cinayetlerini Tartışıyor

AB Namus Cinayetlerini Tartışıyor


Avrupalı polis yetkilileri, artan namus cinayetlerini bir olgu olarak kavrayıp önlemenin yollarını tartıştı. Toplantıyla, namus cinayetleriyle mücadele edecek Avrupa çapında bir polis birimi oluşturulması hedefleniyor.



--------------------------------------------------------------------------------
Radikal
23/06/2004
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (Lahey) - Avrupa, yaşlı kıtaya Müslüman göçmen nüfusuyla birlikte gelen namus cinayetlerini mercek altına aldı. Avrupalı polis yetkilileri, dün Hollanda'nın Lahey kentindeki toplantıda, yaşlı kıtada artan namus cinayetlerini bir olgu olarak kavrayıp önlemenin yollarını tartıştı.

Toplantıyı açan İsveçli temsilci, 2002'de İsveçli bir sevgilisi olan ve amcasının oğluyla evlenmeyi reddeden 26 yaşındaki Kürt kökenli Fadime Şahindal'ın babası tarafından ailesinin gözü önünde öldürülmesini gündeme getirdi. Fadime için yas tutan ve bayraklarını yarıya indiren İsveç, ailelerinden farklı duruşu olan ikinci kuşak göçmenlerin korunması için kolları sıvamıştı.

Avrupalı polis yetkilileri, toplantıda "namus cinayetleri" diye bir olgunun farkına yeni vardıklarını belirterek, aralarında Türklerin de bulunduğu Ortadoğu, Asya ve Doğu Avrupa kökenli ailelerin kadın üyelerinin öldürülmesiyle ilgili dosyaları yeniden açtı.

Vakalar gözden geçiriliyor

Avrupa'da namus cinayetlerinin sayısı kamuya yansıtılmadığı için net bilinmediği saptandı. İngiltere ve Galler polisi, 10 yıl önceye uzanan 117 cinayet dosyasını namus cinayeti olabileceği şüphesiyle yeniden incelediklerini belirtti.

Britanya'daki kurbanların çoğunluğunun Güney Asya kökenli kadınlar olduğu ve cinayetlerin ailelerin tuttuğu kiralık katiller tarafından işlendiği kaydedildi. Hatta ailelerinin hışmından kaçan kadınların izini süren "kafa avcıları" olduğu, bunlar arasında kadınların da bulunduğu gündeme getirildi. Toplantıda, namus cinayetleriyle mücadele edecek Avrupa çapında bir polis birimi oluşturulması hedefleniyor. (BB)
Old 02-07-2004, 20:35   #33
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Töre Cinayetine Müebbet

Töre Cinayetine Müebbet

Töre cinayetlerine ceza indiriminin kaldırılması için Meclis'te ilk adım atıldı. Adalet Komisyonu töre nedeniyle adam öldürenlere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini kabul etti...



--------------------------------------------------------------------------------
Radikal
02/07/2004
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (Ankara) - Töre cinayetlerine uygulanan ceza indirimi tarih olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu, töre nedeniyle adam öldürenlere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesine ilişkin düzenlemeyi kabul etti. İşkence cezasının alt sınırı beş yıldan üç yıla düştü.

TBMM Adalet Komisyonu dün TCK tasarısı üzerindeki görüşmelere devam etti. Tasarının "Hayata Karşı Suçlar" bölümünde yer alan "kasten adam öldürmeyle ilgili nitelikli haller" maddesi "töre ve namus cinayetleri" tartışmalarına neden oldu.

Komisyon üyesi olmamalarına karşın Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri Oya Araslı, Gaye Erbatur ve Sıdıka Karabekir de toplantıya katılarak, nitelikli adam öldürme suçunun kapsamına "töre saiki" ibaresinin eklenmesini istedi.

Yargıtay Temsilcisi Osman Şirin, "Bu arı kovanına çomak sokmak gibidir. İstanbul'a kaçan ve fuhuş yapan 18 yaşındaki bir kız, kardeşi tarafından öldürüldü. Bu bir töre cinayeti ama haksız tahrik var" dedi. Bu sözlere CHP'liler sert tepki gösterdi.

Tartışmaların ardından Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve CHP'lilerin ortak önergesiyle tasarıya "töre saiki ile" ibaresi eklendi. Buna göre, töre veya namus gerekçesiyle adam öldüren kişi de ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılacak.

Hücre cezası

Aynı maddeye göre ayrıca, kasten adam öldürme suçu, üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı işlenmesi halinde de kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılacak.

Tasarının idam cezaları yerine getirilen ağırlaştırılmış müebbet ile hücre cezasına ilişkin maddesine göre birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olan kişi altı aydan az iki yıl altı aydan fazla olmamak üzere hücre cezasıyla cezalandırılacak.

Bu durumda da töre ya da namus gerekçesiyle birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis alan kişi ayrıca "hücre" ile de cezalandırılabilecek.

İşkencede alt sınır üç yıl

Tasarının "İşkence ve Eziyet" başlıklı bölümünde de Avrupa Birliği'nin (AB) isteği doğrultusunda işkence cezasının alt sınırında indirim yapıldı.

Buna göre bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönde acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilecek. Bu cezanın alt sınırı beş yıl olarak düzenlenmişti.

AB uzmanları bu durumda basit hakaret suçlarına da beş yıl ceza verileceğini, bunun ise çok ağır olduğunu ifade etmişti.

Komisyon aynı maddeye işkencede kasıtlı ihmali bulunan kamu görevlisinin cezalandırılmasına ilişkin yeni bir fıkra da ekledi. İşkenceye bizzat katılmayan, emir vermeyen ancak haberi olmasına rağmen engellemeyen kişiler de üç-beş yıl hapis cezası alacak. (BB)
Old 02-07-2004, 20:36   #34
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

"Töre Cinayetleri de Namus Cinayetleridir"
Avukat Gülbahar, töre cinayetlerine "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezası getirilmesini, "dünya ülkeleri için örnek bir düzenleme" olarak nitelendirdi; "töre" kavramının tüm "namus" cinayetlerini kapsayacak şekilde yorumlanması gerektiğini vurguladı.



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
02/07/2004 Burçin BELGE burcin@bianet.org
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Mor Çatı gönüllüsü avukat Hülya Gülbahar, Türk Ceza Kanunu'nda "töre nedeniyle insan öldürenlere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini" öngören düzenlemeyi "Türkiye ve dünya için çok önemli bir adım" olarak değerlendirirken; yasada geçen "töre cinayeti" kavramının "namus cinayetlerini" de kapsaması gerektiğini vurguladı.

Dünyada ilk kez

Değişikliği "bütün dünya ülkeleri için örnek bir düzenleme" olarak nitelendiren Gülbahar, kadın hakları konusunda mücadele veren tüm kadınların bu konuda yıllardır uğraş verdiğine de dikkat çekti:

"Namus cinayetleri konusunda, bu kadar kararlı bir düzenleme dünya yüzünde ilk defa yapıldı. Türkiye, Birleşmiş Milletler'de (BM) de bütün dünya devletlerinin namus cinayetlerine dair çalışmasını sağlayan ülkelerin başına geliyordu. Pekin+5 belgelerine namus cinayetlerinin girmesini, BM çalışmalarının bu konuda yoğunlaşmasını sağlayan en önemli ülkelerdendi.

Kendi iç mevzuatında gerekli düzenlemeleri yapmadığı için, dünya gözünde traji komik bir pozisyonda kalıyordu. Bu değişiklikler nihayet yapıldığında, hem uluslar arası alanda söylediklerinin arkasında duran hem de namus cinayetleriyle ilgili en etkili cezayı getiren bir ülke olarak tarihe geçti."

"Töre ve namus cinayetleri"

TCK'daki değişiklikler için mücadele veren kadınların, büyük bir dirençle karşılaştığını anlatan Gülbahar, düzenlemenin "töre cinayetleri" kavramıyla sınırlandırılmasından endişeli.

Kadınların her yerde, her ekonomik ve sosyal statüden erkeklerce öldürüldüğüne dikkat çeken Gülbahar, "töre" ve "namus" kavramlarının birbirini besleyen kavramlar olduğunu vurguladı:

"Kadın hareketinin önerisi, yasada 'namus cinayeti' kavramının kullanılmasıydı. Ancak, tartışmalar sonucunda oluşan denge yüzünden 'töre cinayeti' denildi.

Son tahlilde, bunlar birbirlerinden doğan, birbirlerini besleyen kavramlar. İstanbul'da 14 yaşındaki Nuran'ı öldüren babası, kameraları gördüğünde, 'Töre cinayeti değil, namusumu temizledim' demişti. Bu, namus-töre içiçe geçmişliğinin tipik bir göstergesiydi.

Şimdi kafa karışıklığına son vermek için maddenin gerekçesinde töre cinayetlerinin, namus cinayetlerinin kadınlara ve kız çocuklarına karşı; onların hayatlarını töre, namus, cinsel kontrol, tutku, aşk ve benzeri nedenlerle kendi kontrolünde tutmak isteyen erkekler tarafından işlenen cinayetler olduğunu açıkça belirtilmesi gerekiyor."

"Şimdi sıra uygulamada"

Gülbahar, yasal düzenlemelerin tamamlanmasının kadınlara yönelik ayrımcılığın önlenmesine yetmeyeceğini, "kadına yönelik şiddetin ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için kararlı bir devlet politikasının yürürlüğe girmesi gerektiğini" de vurguladı.

"Yasalarla ilgili samimiyet ölçüsü, yasayı çıkartmak değil, uygulanması gereken önlemleri derhal ve etkin biçimde almaktır" diyen Gülbahar, şu örneği verdi:

"Bu samimiyet, kadına yönelik şiddetle ilgili bütçeden yeterli payın ayrılmasıyla; Adalet Bakanlığı'ndan Sağlık Bakanlığı'na, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan İçişleri Bakanlığı'na kadar ilgili bütün bakanlıkların bu konudaki çalışmalarıyla ölçülür."

"Birlikte yaşayanlar da koruma koşullarından faydalanmalı"

Türkiye'de "imam nikahı" uygulamasının yaygınlığına dikkat çeken Gülbahar'ın yasaya ilişkin bir başka çekincesi de, TCK'nın "fiili olarak evli gibi birlikte yaşayanların da TCK'daki koruma koşullarından yeterince yararlandırılmaması".

Gülbahar, "Birçok madde için fiili olarak evli gibi birlikte yaşayanların da TCK'daki koruma koşullarından yararlandırılması gerekiyor" dedi ve ekledi:

"TCK'nın tanımlar maddesine getirilecek bir ekle, 'evli gibi birlikte yaşayan eş' tanımının evlilik benzeri birlikte yaşayanların da eş tanımı içinde olduğu ve TCK'nın ilgili hükümlerinden yararlanacağı' vurgulanmalıdır."

"TCK'daki diğer düzenlemeler"

Gülbahar, TCK Yasa Tasarısı'na ilişkin görüşmelerin Meclis Adalet Komisyonu'nda bugün (Cuma) da devam edeceğini hatırlattı; bekaret kontrolü, ayrımcılık ve müstehcenlik maddelerine ilişkin çekince ve önerilerini de sıraladı:

* Ayrımcılık, yasada çok dar tanımlanmış. Cinsiyet, cinsel yönelim ve benzeri nedenlerle insanlar arasında ekonomik, sosyal ve kültürel ayrımcılık yapılmayacağının maddede açıkça düzenlenmesi gerekiyor.

BM Ayrımcılığa Karşı Sözleşme, kalın bir kitapçık halindedir. Her bir maddesi, bütün dünya için emsal oluşturacak şekilde hem genel çerçeve koyar hem de örnek verir.

TCK'da ayrımcılığın "lokantada yemek yemek", "gayrimenkul satın almak" gibi üç dört maddeyle sınırlandırılmış olması, dünya hukuk tarihinde ilk kez rastlanan bir olay. Büyük bir hukuki rezalet.

* Bekaret kontrolü maddesinde, genital organ muayenesinin yanı sıra bekaret kontrolü ibaresinin de kullanılması gerekir. Ayrıca, öngörülen ceza çok düşük.

Eylemin kadınların intiharına ve öldürülmesine neden olacak ağır sonuçlar doğuran bir hukuk dışı uygulama olduğu göz önüne alınarak, cezanın ağırlaştırılması gerekir. Sadece kişiyi bekaret kontrolüne götürenin değil, yapılmasını isteyenin ve muayeneyi gerçekleştirenlerin de ceza alması önemli.

* Müstehcenlik maddesine ilişkin en önemli itiraz, "doğal olmayan ilişki" ifadesine yönelik. Bu tanım, insanların hayatlarında çok geniş bir alanda müdahale hakkı doğuruyor. (BB/YS)
Old 02-07-2004, 20:39   #35
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

"Düzenleme Önemli, Sırada Uygulama Var"


İKKB'den Moroğlu, Uçan Süpürge'den Güner, Ka-Mer'den Kardaş ve KADMER'den Başboğa, "töre cinayetlerinin ağırlaştırılmış hapisle cezalandırılmasını" olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor; "Önemli olan uygulama" diyor ve aksaklıklara dikkat çekiyorlar.



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
02/07/2004 Burçin BELGE burcin@bianet.org
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - "Tasarı çok olumlu; ancak 'töre' yerine 'namus' kavramı kullanılmalıydı. Şimdi yasanın uygulamaya geçirilmesi önemli."

İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı Nazan Moroğlu, Mor Çatı Koordinatörü Halime Güner, Diyarbakır Kadın Merkezi (Ka-Mer) kurucularından Naime Kardaş ve Mardin - Kızıltepe Kadın Danışma Merkezi (KADMER) sorumlusu Aycan Başboğa'nın tasarıya ilişkin ortak görüşleri böyle.

Moroğlu, "Düzenleme, namus cinayetlerinin önlenmesinde etkili olabilir. Şimdi önemli olan, görülmekte olan davaların yasanın yeni düzenlemesi gözönüne alınarak hükme bağlanması" diyor.

Güner, sonuçta, kadın kuruluşları arasındaki işbirliğinin ve dayanışmanın etkili olduğuna dikkat çekiyor.

Türkiye'deki pek çok kadının nüfus cüzdanı bile bulunmadığına, imam nikahının yaygınlığına dikkat çeken Kardaş, TCK'daki hükümlerin genellikle "evli" kadınları kapsadığına dikkat çekiyor.

Başboğa ise, "töre cinayetleri" kavramını eleştiriyor ve ekliyor: "Kadınları sadece geri kalmış, feodal ilişkilerin yaygın olduğu bölgelerde, eğitimsiz erkekler öldürmüyor. Töre cinayetleri, bu çağrışımları yaratan bir ifade."

Moroğlu, Güner, Başboğa ve Kardaş'ın görüşleri şöyle:

Moroğlu: Görülmekte olan davalar, yeni haliyle hükme bağlanmalı

* TCK tasarısında yapılan düzenlemeyle töre kastıyla işlenmiş adam öldürmelerin ağırlaştırılmış ceza alması, çok önemli.

* Yasada yer alacak böyle bir kuralın, töre cinayetlerinin caydırıcı olmasında yani sosyal değişme sağlanmasında önemli rol oynayacağına inanıyorum. Yasanın töre cinayetlerini adeta teşvik eden, destek veren ve bugün yürürlükte olan maddesi, ne yazık ki kadınların mağdur olmasına yol açıyor.

* Yeni TCK'nın bu mağduriyetin önleyecek nitelikte olmasına, başta kadın kuruluşları ve kadın hukukçular destek verdi.

* Şimdi önemli olan, kanun çıktığında halen görülmekte olan bu konudaki davaların da yeni ağırlaştırılmış şekilde hükme bağlanması.

Güner: Topluma değil kadına yönelik işlenen suçlar

* Düzenleme çok önemli, çok olumlu. Bu sonucu, Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından küçük fakat önemli bir adım olarak görüyorum.

* Tasarının bu hale gelmesinde, kadın kuruluşlarının birbirleriyle ve kanun yapıcılarla sıkı ilişki içine girmesi; birikimlerini, deneyimlerini kanun yapıcılara aktarmaları, hızlı bilgi akışı etkili oldu.

* TCK Tasarısı'nın hazırlık aşamasında, çok ciddi, düzenli, disiplinli çalışan kadın grupları oluştu. Bu gruplar, yoğun bir lobicilik faaliyeti gerçekleştirdiler. Kadın kuruluşları, kendi aralarında kurdukları iletişim ağı ile güçlerini fark ettiler ve bu gücü milletvekillerine de hissettirdiler.
* Sayıları az da olsa, duyarlı kadın milletvekilleri de bu sonucun mimarlarından. Özellikle Gaye Erbatur ve Oya Araslı'nın çabaları çok etkili oldu.

* Uçan Süpürge'nin, Birleşmiş Milletler'in (BM) hazırladığı, "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İhtiyari Protokol / Milletvekilleri İçin El Kitabı"nı Türkçeleştirip milletvekillerine dağıtması da önemliydi.

* Bu kitapçık, "toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve korumak için, önyargılar bir kenara bırakılarak nasıl yasa düzenlenir" sorusuna yanıt veriyordu. Kitapta, namus cinayetleri de dahil pek çok konuda detaylı bilgiler yer alıyordu.

* Ancak TCK'ya ilişkin temel problem, cinsel suçlara ilişkin bakış açısı. Milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu, "cinsel suçları" bireyin bedensel bütünlüğüne değil, topluma yönelik suçlar olarak değerlendiriyor. Oysa kadınlar, "bedenimiz bizimdir" diyor ve cinsel suçların bireye yönelik suçlar kapsamında değerlendirilmesini istiyor.

* "Töre cinayetleri" de aslında sorunlu bir kavram. Yasada "namus cinayetleri" kavramının kullanılması daha doğru olurdu. Töre cinayetleri kadınlara yönelik suçları belli bir bölgeyle, dinle, geleneklerle, sosyal statüyle ilişkilendiriyor. Oysa kadınlar dünyanın her yerinde, her kesimden, her sosyal ve ekonomik statüdeki erkekler tarafından öldürülüyor. Gerekçe bazen aşk, bazen tutku, bazen itaatsizlik oluyor...

Kardaş: Yasa uygulayıcılar eğitilmeli

* Kadın kuruluşlarının yoğun çabasıyla atılmış, çok önemli bir adım. Ancak tasarıda kabul gören kavramın "töre" değil "namus" olmasını tercih ederdik.

* Şimdi önemli olan, yasanın uygulanabilmesi. Yasa uygulayıcılarının zihniyetlerinin değişmesi için çalışmamız gerekiyor. Hakim, savcı ve polislerin kadın ve erkek eşitliğini gözden kaçırmaması çok önemli. Bunun için kurum içi eğitim verilmesi etkili olabilir.

* Bir başka önemli sorun, TCK'daki koruyucu hükümlerin genellikle "evli" kadınları kapsaması. Bölgemizde pek çok kadının nüfus cüzdanı bile yok; imam nikahı çok yaygın.

Başboğa: Nüfus cüzdanı olmayan kadınlar ne olacak?

* Düzenleme çok iyi. Cezanın ağırlaştırılması caydırıcı olabilir. Ancak kadınları sadece geri kalmış, feodal ilişkilerin yaygın olduğu bölgelerde, eğitimsiz erkekler öldürmüyor. Töre cinayetleri, bu çağrışımları yaratan bir ifade.

* Kadınlar, sinemaya gittikleri, şarkı söyledikleri, sokağa çıktıkları için dünyanın her yerinde öldürülüyor. "Namus" cinayetleri daha kapsayıcı bir kavram.

* Şimdi yasanın uygulanabilmesi için çalışmalıyız. En ağır sorunumuz, pek çok kadının nüfus cüzdanının bile bulunmaması. Sabahtan beri, Mardin dışından gelen bir kadını Sosyal Hizmetler'e bağlı Kadın Konukevi'ne yerleştirmek için uğraşıyorum.

* 20'li yaşlarında bir kadın, kocasından ve kocasının ailesinin uyguladığı şiddetten kaçıp bebeğiyle bize başvurdu. Ancak nüfus cüzdanı yok ve konuk evinde yer bulduğumuz halde yerleştiremiyoruz. (BB/YS)
.....
.....
Old 09-07-2004, 15:38   #36
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Mahkeme Aynı Kararlar Farklı

Mahkeme Aynı Kararlar Farklı

Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 3 hafta arayla verdiği iki karar: Eşini ihanet gerekçesiyle öldüren erkeğin cezası 24 yıldan altı yıla indirildi; sürekli dayak atan eşini öldüren kadın ise 24 yıl ceza aldı.



--------------------------------------------------------------------------
Radikal
05/07/2004 Ahmet ŞIK
--------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Bir mahkeme, iki karar... Madalyonun bir yüzündeki Rabia Yoldaş (Aksın) 14 yaşında tecavüzsüyle evlendirilip 16'sında anne oldu. 12 yıl dayak yiyen Rabia Aksın, evini terk edip ölümle, geneleve satılmakla tehdit
edildiği 26 yaşında, artık bir katildi.

Avukatları, Rabia Yoldaş'a "ağır tahrik" indirimi yapılmasını istedi. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi ise önce ömür boyu hapis cezası verdi, ardından kocanın cinayetten önce ve cinayet günü eşine müessir fiilde bulunması, küfür etmiş olmasını "hafif tahrik" nedeni sayarak bu cezayı 24 yıl ağır hapse çevirdi. Çocuklarının velayeti de elinden alınan Rabia, Yargıtay'ın kararını
bekliyor.

Rabia'yı 14'ünde tecavüz mağduru, 15'inde öksüz, 26'sında katil yapan olaylar 1990'da başladı. Yaşadıkları Adana'da ailesiyle gittiği bir yemekte, lokantanın işletmecisi Yoldaş ailesi ile tanıştılar. Bir süre sonra Yoldaş ailesi oğulları Murat için Rabia'ya talip oldu. Baba Veysel Aksın müstakbel damadı araştırdı, hırsızlıktan, adam yaralamaya kadar sabıkalarla karşılaşınca,
kızının 17 yaş büyük biriyle evlenemeyeceğini söyleyip reddetti.

Kızının kaçırılmasından korkan baba, anne Sabiha Aksın'dan kızlarını okula kendisinin götürüp getirmesini istedi. Birkaç gün böyle geçti. 10 Eylül 1990'da annesi, Rabia'yı okula yalnız gönderdi. Ancak okul çıkışı Murat Yoldaş, Rabia'yı
iki arkadaşıyla kaçırıp tecavüz etti. "Kirlenen namusun temizlenmesi" gerekiyordu. Ailesi ona sormadı bile, Rabia tecavüzcüsüyle evlendirildi.

Anne intihar etti

Evlilikten ötürü yasaların ceza vermediği tecavüzcü damat, hapisten kurtulmuştu. Rabia Yoldaş'ın evliliği ilk aylar kötü gitmedi. Ama üç ay sonunda hâlâ hamile kalamaması üzerine eziyet başladı. Rabia'nın kafasında bira
şişeleri, sırtında sopalar kırılıyordu. Kızının yaşadıklarından kendini sorumlu tutan annesi, bir gün kendini asarak yaşamına son verdi. Rabia, annesinin yasını tutarken hamile olduğunu öğrendi. Bir yıl arayla iki çocukları oldu. Büyüğüne Pekcan, küçüğüne Mertcan adını verdiler. Ancak çocukları da dayakları durduramadı. Rabia, dayakları cezaevinden yazdığı mektubunda şöyle anlatıyordu:

"Yemek olmadığı için de döverdi, çocuklar hasta olduğu için de. Bir gün, onun için ayırdığım yemeği acıkan çocuklarıma yedirdim diye dayak yedim. Kafamı
kırdı duvara vurarak. Bütün duvar kan oldu. Sonra kardeşim geldi, duvarı boyadık birlikte. Bu kez de, kanı temizledim diye dayak yedim. Yumruklardan burnum, vurduğu demir borudan ayağım kırıldı. Bir kâse yoğurt döküldü diye bacağımı
çatalla delik deşik etti bir gün. Kahvaltı geç hazırlandığı için kaynar suyu üzerime döküp, kırdığı çay bardağıyla kolumu kesti. Hangisini anlatayım. Sustuğumda sessiz olduğum için, konuştuğumda cevap veriyorsun diye dayak atışını mı? Keserle başımı yarıp ölümden dönmemi mi? Bu yaraların izini hâlâ bedenimde
taşıyorum ama ruhumda açılan yaranın acısı hiç geçmiyor."

Kurtuluş için baba evine dönen Rabia Yoldaş, bir de babasından dayak yiyip evine gönderildi. Yine ağır bir dayağın ertesinde, çocuklarını alıp evini terk etti. Ucuz bir otele yerleşti. Aynı gün savcılığa dilekçe verip kocasından
şikâyetçi oldu. Ama ertesi gün babası onu kaldığı otelde bulup, döve döve eve bıraktı:
"Artık iyice sahipsiz olduğumu gören kocam, bana daha kötü davranıyordu. Şimdi cezaevindeyim ama, benim özgürlüğüm zaten daha 14 yaşındayken elimden alınmıştı."

Dayaklara bir süre daha dayanan Rabia, Haziran 2003'te bir daha dönmemek üzere terk etti evini.

Kardeşlerinin ikna ettiği babasının evine dönmüştü nihayet. Muayene olup darp raporu alan Rabia Aksın, boşanmak için müracaatta bulundu. Bu kez de
telefonla, geneleve satılmak ve ölüm tehditleri almaya başladı. Ev telefonunu savcılık kanalıyla dinlettirdi. 31 Ağustos 2003'te telefon yine çaldı. Kocası çok sevecen konuşuyor, barışmak istiyordu. Geleceğini söyleyip telefonu kapattığında, Rabia olası bir kavgaya tanık olmasınlar diye çocuklarını
teyzelerine gönderdi:

"Bulaşık yıkarken tıkırtı duydum. Yatak odasında Murat'ı gördüm. Vurmaya, küfür etmeye başladı. Beni geneleve satacağını söylüyordu. Kendi sabıkası nedeniyle benim üzerime çıkarttığı silah vardı evde. Bir ara elinden kurtuldum ve silahı aldım. Silahı doğrultup gitmesini söyledim. Üzerime geldi. Önce bir el
boşa sıktım. Güldü. Bunun üzerine gözlerimi kapadım ve arka arkaya tetiğe
bastım."

Savcı: Ağır tahrik var

Murat Yoldaş, dört mermiyle olay yerinde ölmüştü. Raiba hakkında, TCK'nın kasten adam öldürmek suçunu düzenleyen 449. maddesinden dava açıldı. Adana Barosu Kadın Hakları Komisyonu üyesi avukatları, aile içi şiddete ilişkin çok
sayıda tanık olduğunu, sanık tarafından açılan davalar ve darp raporları bulunduğunu belirtti ve "ağır tahrik" indirimi istedi. Savcı da mütalaasında, maktulle sanık arasında uzun süreli bir geçimsizlik olduğunu, maktulün darp, hakaret ve tehditlerde bulunduğunun anlaşıldığını belirterek, 'ağır tahrik' nedeniyle TCK'nın 51. maddesi uygulanarak ceza indirimin talep etti.

Ancak 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 20 Şubat 2004'te oybirliğiyle verdiği kararda, yaşananların, sanık lehine "hafif haksız tahrik" olarak değerlendirilmesi gerektiği, öldürmeyi gerektirecek ağır tahrik boyutuna ulaşmadığını belirterek, önce ömür boyu, sonra da indirim yapılarak 24 yıl ağır hapis cezası verdi.

Üç hafta önce farklı karar

Rabia Yoldaş'a "ağır tahrik" uygulamayan Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, bu karardan üç hafta önce, ayrıldığı karısını 'kendisini aldattığı için' öldüren Halil Bakıcı'yı 'ağır tahrik' indiriminden yararlandırdı.

Halil Bakıcı, kendisinden ayrı yaşayan 10 yıllık imam nikâhlı eş Nilüfer İstifçi'yi, başkalarıyla birlikte olduğu gerekçesiyle 8 Ağustos 2003 günü sokakta sekiz yerinden bıçaklayarak öldürdü. "Kasten adam öldürmek" suçundan yargılanan Bakıcı'nın avukatı müvekkilinin ağır tahrik altında kalarak cinayeti işlediğini savundu.

29 Ocak 2004 günü görülen karar duruşmasında Bakıcı, öldürdüğü eşiyle geçimsizlik yüzünden ayrı yaşamaya başladıklarını belirterek, "Çocuklarımı görmeye gittiğim bir gün evde karımın başka erkeklerle çekilmiş fotoğraflarını
buldum. Çocuklarımı yanıma aldım. Bir gün çocukları görmek istediğini söyledi. Buluşacağımız yere lüks bir aracın içinden inip geldi. Tartışmaya başladık, ben de sinirlenip bıçakladım" diyerek pişman olduğunu söyledi.

Bakıcı evde bulduğunu söylediği fotoğrafları da delil olarak mahkemeye sundu. Mahkeme, fotoğrafları ağır tahrik indirime gerekçe sayıp, 24 yılla yargılanan Bakıcı'yı sekiz yıl hapse mahkûm etti. Bu ceza da iyi halden dolayı
altı yıl 8 aya düşürüldü. (AŞ/YS)
Old 13-07-2004, 19:34   #37
Merhaba

 
Varsayılan Özgür Kadın

Bekir COŞKUN

Özgür kadın...



GERİCİ, özgür kadını istemez.

Çünkü özgür kadın onun sonudur.

Özgür kadın kültür demektir.

Özgür kadın; sanat, resim, edebiyat, kitap, dergi, gazete, heykel, sinema, tiyatro, müzik demektir.

*

Özgür kadın; akıl demektir...

Öyle şeyh-meyh uçmaz...

Özgür kadın dürüsttür.

Şeyh uçmadığı zaman zaten ‘Hani uçmadı... Niye uçtu diyecek mişim?...’ der özgür kadın.

*

Özgür kadın; modern yaşamdır.

Çatal-bıçak demektir.

Çağdaş kadın için; insanın karnında zikir edecek diye her gün bulgur yenilmez.

Ne de sadece erkeğin canının istediği bir cuma gecesi sevişmenin kerameti vardır.

*

Özgür kadın temizdir.

Öyle kirli çorapları, kokan ayakları, tıraşsız yüzü, gülyağından parfümü olan erkeği sokmaz yatağına.

*

Özgür kadın demokrasidir.

Köle olmaz.

Mirasını ister, birey olarak tanınmak ister, söz hakkı ister, eşitlik ister.

Dayak yiyip, aşağılanıp, itilip-kakılmak istemez.

*

Özgür kadın çağdaşlıktır.

Çünkü özgür kadının doğurup büyüttüğü çocuklar gericiye asla ümmet olmazlar.

Ne dergahlara müşteri çıkar özgür kadının yetiştirdiği çocuklardan, ne tarikatlara mürit, ne de gericiye oy verecek saflar...

*

Bu yüzden; gerici özgür kadını sevmez.

Kadın özgür olsun istemez.

Ve onu örtmek, kapatmak, susturmak, bastırmak için çarşafa-türbana sarmak ister.

‘Türban’ diye tutturmaları bu yüzdendir.

Gericinin sonudur özgür kadın...

Bekir Coşkun
Hürriyet
13 Temmuz 2004
Old 15-07-2004, 22:55   #38
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Başlık Parası-aile İçi Şiddet İlişkisi

Başlık parası-aile içi şiddet ilişkisi

Devlet İstatistik Enstitüsü Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi yayınları arasında yer alan “Türk Aile Yapısı İçerisinde Başlık Parası Uygulaması” başlıklı makalede, Türkiye’de ve dünyada “başlık parası” konusu ele alındı. Deniz Uyanık ve Zehra Karakaya tarafından hazırlanan makalede, başlık parası, “dünyanın birçok ülkesinde görülen evlenme ile ilgili en yaygın kültür kalıplarından biri” olarak tanımlandı. Gelişmiş ülkelerin kırsal bölgelerinde bile, evlenme nedeniyle kız tarafına başlık parasının verildiği görülüyor. Makaleye göre; Türkiye’de başlığın uygulanış şekli farklılık gösteriyor. Başlık parası ile ya da ‘berdel’ türünde evlenme geleneksel ataerkil anlayışın bir uygulanışı şeklinde ortaya çıkıyor. Türkiye’de başlık parası, geleneksel oluşu, bekaretin korunması, kızın giderlerinin karşılanması, velayet hakkının devri, işgücü kaybının telafisi gibi benzer nedenlerle alınıyor. Bazı antropologlar, başlık parasının, “evlilikle istikrarı sağladığını, mevcut toplumsal tabakalaşma sistemini koruduğunu, kadına güvence sağladığını, sıkıntılı zamanlarda aileyi kurtardığını, çok eşliliği önlediğini” düşünüyor. Makalede, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün Sağlık Bakanlığı ve Macro International INC’nin 15-49 yaş grubunda en az bir kez evlenmiş 6 bin 519 kadın nüfusun verileri kullanılarak ortaklaşa yaptığı çalışma sonuçlarına da yer verildi. Çalışma sonuçları, kırsal kökenli kadınların yaklaşık yüzde 78’ine evlenmek için başlık parası ödendiğini ortaya koyuyor. Tarıma dayalı kırsal kesimde, kadın emeği önemli bir üretim aracı olma durumunu korurken kadının işgücünden dolaylı maddi gelir anlamında başlık parası varlığını koruyor. Batıda başlık parası uygulaması yüzde 15 iken, doğuda yüzde 60 oranına yükseliyor. Başlık parası verilmeyen kadınların yüzde 43’ü “kadın hakkettiyse kocası dövebilir” derken, başlık parası verilen kadınların yüzde 67’si “dövebilir” diye düşünüyor. (Kaynak: sansursuz.com, 6 Temmuz 2004)
Old 18-07-2004, 12:15   #39
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Kadına Yönelik Şiddet Nasıl Önlenir?

Kadın örgütleri, "Kadına yönelik şiddet nasıl önlenir?" sorusuna cevap arıyor. Konuyla ilgili çalışmalar yürüten örgütler, kadına yönelik şiddetin, okul, hastane, emniyet ve benzeri yerlerde yapılacak düzenlemelerle önlenebileceği noktasında birleşti. Hükümetin, kadına yönelik sorunların çözümünde etkin olmadığını kaydeden kadın örgütleri, yasaların uygulamada yetersiz kaldığını belirterek tüm sivil toplum örgütlerinin koordineli birimler halinde çalışması gerektiği vurgulandı.



İstanbul’da Valiliğin başkanlığında, Emniyet, Jandarma, Savcılık, İnsan Hakları İl Masası ile 31 kadın kuruluşu ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin oluşturduğu komisyon, "Kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerini önleme konusunda önerileri almak ve tartışmak" amacıyla ilk toplantısını yaptı. Toplantıda konuşan Mor Çatı Kadın Sığınma Evi temsilcisi Avukat Canan Arın, Hükümetin, kadına yönelik sorunlarda etkin olmadığını ifade ederek, "4320 sayılı kanunla ilgili sorunlar var. Kanun yapmak önemli değil, uygulamak önemli" dedi. Bütün hizmet birimlerinde (okullarda, hastanelerde vs.) iç eğitim seminerleri düzenlenmesi gerektiğini kaydeden Arın, kadın sığınaklarının yetersiz olduğunu belirtti. Arın, "Polis, kocalarla değil, sığınakla işbirliği yapmalı" diyerek polisin arabuluculuk yapmaması gerektiğini söyledi.

TCK Kadın Grubu Temsilcisi Avukat Hülya Gülbahar ise, şiddetin, bir anlık öfke, alkol ve bir eğitimsizlik sorunu değil, erkeğin üstünlüğünden ve egemenliğinden kaynaklanan bir sorun olduğunu belirtti. Önce bu erkek egemen zihniyetin değişmesi gerektiğini kaydeden Gülbahar, polislerin, şiddette uğrayan kadınları korumaları konusunda eğitilmesi gerektiğini vurguladı.

Avukat Gülbahar, bu tür toplantıların koordineli birimler halinde çalışması gerektiğini de kaydetti. Mimar Sinan Üniversitesi’nden Prof. Dr. Esin Küntay ise, sorunun en önemli çözüm yolunun, ders kitaplarında bu konuya yönelik imajların değiştirilmesi olduğunu ifade ederken Psikolog Feride Yıldırım, "Şiddet dendiğinde sadece fiziksel şiddetten bahsediyoruz; oysa kadınlar, duygusal, ekonomik, cinsel, kadının soyutlanması, maddi-manevi bağlarını güçlendirmekten yoksun bırakılması gibi şiddetlere maruz bırakılıyor. Bu konuları da ele almamız gerek" diye konuştu. Şiddetin toplumsal kabulünün reddedilmesi gerektiğini belirten İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Pskiyatri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ufuk Sezgin ise, Diyanet İşleri Bakanlığına da çok fazla iş düştüğünü kaydederek "Müftülükler, cami yetkilileri kadına bakış açısını değiştirmek için çalışmalı. Tabii, bunu bilinçli insanlar yapmalı" dedi.


Kaynak : UcanSupurge.org
Old 18-07-2004, 12:23   #40
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Karısının Makyajına Karışan Adama Ceza

İtalyanın Trieste kentinde karısının makyaj yapmasına karşı çıkan,giydiği kıyafetlere karışan D.C. isimli italyan"kadına kötü muamele" suçundan mahkum edildi.

2001 yılında eşi tarafından dava edilen İtalyan koca eşinin makyaj ve kıyafetlerinin annesini rahatsız ettiğini,bu duruma son vermek için kendisinin müdahale etmek zorunda kaldığını savunmuştu.Yargıtay tarafından haksız bulunan D.C. Yargıtayın onama kararıyla 500 euro para cezasına çarptırıldı.

Yargıtay kararında,makyaj yapıp ruj sürmenin,mini etek dahil dilediği kıyafeti giymenin "kadının keni kadınlığını yaşayabilmesinin ifade biçimleri" olduğu yönünde kanaat bildirdi.

Roma(a.a) 18 Temmuz 2004 Hürriyet Gazetesi
Old 18-07-2004, 19:30   #41
devran

 
Varsayılan Kadina yönelik şiddet İnsanlık Suçudur ...

Şiddet ; genel anlamda,ilk şiddet eylemi,insanoğlunun doğaya karşı eyleminde ortaya çıkmıştır.Daha sonra özellik sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla birlik,şiddet insanın insan tarafında insana uygulanmasıyla başlayarak devam etmektedir.Şiddet insanlık tarihi kadar eskidir desek yanılmış sayılmayız.
Kadına yönelik şiddet de bu tarih kadar eskidir.İlkel komunal toplumun bir aşaması olan anaerkil toplumda kadına yönelik şiddetin boyutu belki bugünkü kadar kapsamlı olmasada şiddetin başka biçimlerde uygulanmş olabileceği ihtimalinide gözden uzak tutmamak gerekir.Kadına yönelik şiddet eylemi ilkel toplum dağılmasıyla birlikte yoğunlaşarak ve katmerleşerek günümüze kadar süre gelmiştir.İlkel komunal (anaerkil) toplumdan ataerkil toplumlara geçişle birlikte erkek eğemenlik sistemi binlerce yıllık süren hükümranlığını devam ettirmek ve devam etmesi içinde hertürlü yöntemi uygulamaktan geri kalmamaktadır.Toplumların dönüşmesi,teknoloji,iletişim,eğitimsistemleri,aile ,dinsel faktörler,feodal düşünceler,gerici ahlaksal kültür vs…Bunların hiçbiri tek başına erkek eğemenlik sistemi parçalayamamıştır.Burada Kadına Yönelik Şiddetin ortadan kaldırılması ve parçalanması mücadelesi,nasıl erkek eğemenlik sistemin binlerce yıllık direncine karşı, binlerce yıllık bir karşı direnişin her alanda mücadelesini örgütlemekten geçer.Bu direniş bir anlamda binlerce yılldır devam etmektedir.Özgür kadın,özgür toplumların yaratır.Kadının özgür olmadıgı bir toplumunda özğür olmasından bahsetmek olanaksızdır.Bu sadece geri kalmış,ülkelerde değil kapitalizmin en gelişmiş toplumlarında da böyledir.Toplumsal hayatın bütün alanlarında kadının hakim olduğu tek bir alan bile göstermek mümkün değildir.Kadının analık hakkı bile erkek tarafından tayin edildiği bir dünya düzeni hakimiyeti altındadır.Savaşlar erkek egemen sistemlerin ürünüdür.Anaerkil toplumlarda savaşa ve savaşlara raslamak mümkün değildir.Siz hiç barışı,özgürlüğü ve adaleti temsil eden bir heykel veya resimde erkek figürünün kullanıldığını gördünüzmü ?Veya tam tersi şiddeti ve kaba güçü temsil eden bir edebi yapıtda kadının kullanıldığı pek çok az örnek verebilirsiniz.Bu basit bir örnek bile ataerkil toplumların ve sistemlerin şiddetin hertürlüsünün kaynağıdır.Kadına yönelik şiddetin ortadan kalkmasının tek yolu erkek egemen sistemlerin ortadan kalmasıyla birlikte ortadan kalkacağına inaniyorum.Ama bu şu demek değil,o zaman ne yapalım kader boyun egemek anlamınada gelmemelidir.Binlerce yılldır erkek egemen sistemine karşı devam eden mücadeleyi daha da yogunlaştırarak devam ettirmek gerekir.Kadına yönelik şiddet,insanın insan tarafından insana uygulanan en aşağılık şiddet biçimidir.Bu bir işkencedir ve insanlık işkenceyi lanetlemiştir.Erkeğin fiziksel yapısında kaynakla ve fiziksel gücü kullanarak kadına yönelik uygulanan hertürlü şiddetide lanetlemek insan olmanın vazgeçilmez ilkesidir.Kadına yönelik şiddetin bugünde yarına ortadan kalkması mümkün değildir.Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede,bugünden yarına erteleneck bir mücadele olmadıgına olan inancımla başta bu alanda onurlu bir mücadeleyi başlatan ve sürdüren gerek kadınlara ve erkeklere inanıyorum ki, bu mücadale özgür toplumların harcını birlikte döküyorlar.

Saygılarımla
Old 19-07-2004, 22:14   #42
devran

 
Varsayılan Isvicre yasalarla siddete dur diyecek...

Isvicre yasalarla siddete dur diyecek


Son yillarda kadina uygulanan degisik boyutlardaki siddetin artis gostermesi ve bu yonlu gerekli onlemlerin alinmamasi Isvicreli sivil toplum ve kadin orgutlerini haraketlendirdi. Kanton hukumetleri ve Federal hukumet nezdinde girisimlerde bulunan sozkonusu orgutler, siddete karsi yeni onlemlerin yasallastirilmasini sagladilar. Getirilen yeni onlemlerin kadina ve cocuga karsi uygulanan fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik siddetin buyuk olcude caydirici tedbirler icerdigini belirten kadin kuruluslari, yasalarin etkinlestirilmesi icin mutlak anlamda kadin egitiminin vazgecilmez oldugunu vurguluyor.

Yuvarlak masa kuruldu

Kadina karsi uygulanan siddetin onlenmesi icin cikarilan yasalara bagli olarak her kantonda bir yuvarlak masa kuruldugunu ve bu masanin koordineli bir sekilde isleyecegi de aciklandi. Soz konusu masa etrafinda siddete ilk etapta mudahale edecek olan Kanton, yabancilar polisi, savcilik, yabancilar danisman merkezi, multeciler icin danisman merkezi ve kadin siginma evinden birer temsilcinin yani sira avukat, psikolog ve bir kadin/cocuk doktoru yer alacak. Siddete maruz kalan kadin veya cocuk icin soz konusu koordine ivedilikle toplanarak olaya mudahale edecek ve takibat baslatacak. Yeni yasalar siddet uygulayanlarin canini yakacak. Cikarilan yeni yasalarin maddeler halindeki ozeti ise soyle siralandi:

1- Esiniz size gelirini beyan etmek zorundadir. Kendi paranizi kullanma hakkiniz vardir.

2- "Siddete ugradim" diyen kadin icin delil ve kanit aranmadan olaya mudahale edilecek ve bu beyan "siddet goruyor" olarak kabul edilecek.

3- Siddete tanik olanlarin ihbarina hemen mudahale edilecek, magdur derhal esinden uzaklastirilarak soz konusu koordineye getirilecek ve ihbar karsilikli olarak degerlendirilecek.

4- Esinden dolayi oturum alan kadin siddet gordugunu belirtirse oturum hakki hemen geri alinmayacak ve kendisine gecici yeni kimlik verilecek.

5- Hayatin her alaninda cocuklara karsi kullanilan her turden siddetin ihbar edilmesi veya gorulmesi halinde hemen mudahale edilecek ve anne-baba gozetim altinda tutularak cocuk psikologa sevk edilecek.

6- Siddet salt fiziksel tahribat olarak algilanmayacak. Psikolojik, sosyal ve ekonomik baski ve yontemler de soz konusu siddet kategorisinde yer alacak ve ayni yaptirimlar uygulanacaktir.

7- Tum bunlarla beraber kadin hak ve ozgurluklerine iliskin egitimlere hiz verilecek ve bu yonlu projeler desteklenecek

ALI ONGAN/BASEL
Old 21-07-2004, 11:55   #43
devran

 
Varsayılan Eşinin üzerine mazot dökerek diri diri yaktı

Van'ın Özalp İlçesi'ne bağlı Y. Yorganlı Köyü'nde oturan Ferzender Alır (30), eşi Necmiye Alır'ı (25) diri diri yakarak öldürdü.

OKTAY CANDEMİR/DİHA/VAN

Edinilen bilgilere göre, Y. Yorganlı Köyü'nde oturan Ferzender Alır (30), 2 yıldır ayrı yaşadığı, ancak yanındaki çocuklarını görmeye gelen eşi Necmiye Alır'ı, 17 Temmuz günü İran sınırında bulunan Yavuzlar ile Y. Balçıklı Köyü arasında yer alan bir bölgeye götürdü. Burada eşinin üzerine mazot döken Alır, eşini diri diri yaktı.

Olay yerinden kaçan ve İstanbul'a giden Ferzender Alır'ın köy muhtarı Salih Agun'u telefonla arayarak, eşini öldürdüğünü ve cenazesini almalarını söyledi. Bunun üzerine köylülerle olay yerine giden Agun, Necmiye Alır'ın yanmış cesediyle karşılaştı. Muhtar ve köylüler Necmiye Alır'ın cenazesini Özalp Devlet Hastanesi'ne kaldırdı. Cenaze Cumhuriyet Savcılığı'nca yapılan otopsi ardından köy mezarlığında toprağa verildi. Olay yerinde de yapılan inceleme sonucu oluşturulan savcılık raporunda cinayetin mazot dökülerek yakma şeklinde meydana geldiği belirlendi.

Köylüler, Necmiye Alır'ın kocası tarafından sık sık dövüldüğü için 2 yıldır Çaldıran'daki ailesinin yanına sığındığını, son günlerde ise eşinin yanında bulunan 2 çocuğunu görmeye geldiğini söyledi.

'Karakolun haberi vardı'

Yakma olayı ile ilgili DİHA'ya bilgi veren Necmiye Alır'ın yengesi Nazmiye Ceylan da Necmiye'nin 13 yaşında iken evlendirildiğini kaydederek, "Necmiye 12 yılık evliydi. 2 tane çocuğu vardı. Kocası tarafından sürekli işkence ve dayağa maruz kalıyordu. Birkaç yıl önce de Necmiye evini terk edip baba evine geldi. 3 yıl kaldıktan sonra tekrar kocası geldi götürdü" diye konuştu. Dövülme olayından Güzeldere Karakolu'nun haberdar olduğunu da iddia eden Ceylan, şöyle konuştu: "Necmiye kocası tarafından çok dövüldüğü için Güzeldere Karakol Komutanı'na durumu anlattı. Karakol Komutanı da kocasını çağırıp bir daha Necmiye'yi dövmemesi için uyardı. Necmiye'nin çocuklarının yanında kalmak istediği söylemesi üzerine Necmiye kendi evinde kaldı. Ancak dayak olayının bitmemesi üzerine Necmiye 2 yıl önce yeniden babasının evine geldi. En son geçtiğimiz günlerde çocuklarını görmek için eski eşinin köyüne gitmişti. Bu yakma olayı hepimizi dehşete düşürdü. Ben hayatımda ilk kez böyle bir ölümle karşılaştım. Çok üzgünüz. Biz Ferzender Alır'dan davacıyız. Bu adamın bir an önce yakalanmasını istiyoruz lazım."

Van Kadın Derneği'nden tepki

Necmiye Alır'ın yakılmasına tepki gösteren Van Kadın Derneği (VAKAD) Başkanı Zozan Özgökçe, olayın bir töre cinayeti olduğunu söyledi. Durumu tek kelime ile "vahşet" olarak değerlendirilebileceğini belirten Özgökçe, önemli olanın bu tür cinayetlerin gerekçelerinin ortadan kaldırılması olduğunu ifade etti. Özgökçe, "Alır'ın diri diri yakılması bir vahşettir, daha önce de kadınlar bazı metotlarla öldürüldü. Her ne kadar değişik yöntemler uygulandıysa da hepsinin sonu aynı ölüm oldu. Bu tamamen sosyolojik bir vakadır. Namus anlayışı kadını kendi malı olarak görmesidir. Bunun sonunda da kadınların ne tür cinayetlerle karşı karşıya kaldıklarını görüyoruz. Önemli olan toplum olarak bu ölümlerin gerekçelerini ortadan kaldıracak bir kültür yapısına varabilmektir" diye konuştu.

'Babasına da dışkı yedirdi'

Öte yandan Ferzender Alır'ın 16 Temmuz günü de öğrenilemeyen bir nedenle tartıştığı babası Çavuş Alır'a hayvan dışkısı yedirdiği de iddia edildi
Old 24-07-2004, 23:14   #44
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Kadınlarla Dayanışma Vakfı'nın Avrupa Birliği tarafından desteklenen "Kadının İnsan Hakları Projesi" kapsamında yapılan araştırma, Türkiye'deki kadınların sadece yüzde 3'ünün eşinden şiddet görmediğini ortaya çıkardı.

Şiddet eylemlerinin en belirgin nedenini ise toplumda kabul gören "genel ahlak ve namus anlayışı" oluşturuyor. Araştırmaya göre, şiddetin en çok yaşandığı mekanlar evler. Çekirdek ailelerde yaşayan kadınlar daha çok şiddet eylemlerine maruz kalırken, saldırgan büyük bir olasılıkla koca ya da kadınların yakın duygusal ilişkiye girdiği erkekler oluyor. Türkiye'de kadınlara yönelik şiddet, ancak kadın ölürse görünür hale geliyor. Kadının öldürülmesi, namus kavramı ile gerekçelendirilerek haklılaştırılan bir şiddet biçimi olarak ortaya çıkıyor. Kadınlara yönelik şiddet eylemlerinde daha çok ateşli silahlar ve kesici aletler kullanılıyor. Şiddetin nedenini, toplumda kabul gören "genel ahlak ve namus anlayışı" oluşturuyor. Kadınlar bu anlayışa uymadıklarında şiddetle cezalandırılıyor. Şiddet eylemleri daha çok gece gerçekleştiriliyor. Erkek, şiddet eylemleri içinde dayak ve tecavüzü kişiselleştirerek kadına hiçbir nedene dayanmadan dayak atmayı kendi hakkı görüyor ve tecavüz etmeyi erkeklik kimliğinin bir uzantısı olarak kabul ediyor. Yaralama ve öldürme gibi ağır şiddet eylemlerini toplumsallaştırıyor, geleneksel ahlak ve namus anlayışı ile konumunu haklılaştırıyor. Şiddete maruz kalan kadın için evi terk etmek, "gidecek yerim yok" gerekçesiyle kolay olmuyor ve kadın şiddeti içselleştiriyor. Şiddete maruz kalan kadınlar, erkekten kaynaklanan şiddetin nasıl önlenebileceği konusunda, "erkeğin eğitilmesi" ile "kadın haklarının öğretilmesi" önerisinde bulunuyor. Yapılan araştırmalar saldırgan erkeğin ruhsal durumunda bir anormalliğin söz konusu olmadığını ortaya koyuyor.
Şiddete maruz kalan kadınların yüzde 80'i gördükleri şiddet karşısında yapılacak bir şey olmadığına inanıyor.

Kadınların;
% 41'i kocası tarafından küçük görülüyor.
% 41'inin kocası duygularını önemsemiyor.
% 21'inin kocası kadını istemediği biçimde cinsel ilişkiye zorluyor.
% 62'sinin kocası, kadın onun düşüncesine katılmazsa kızıyor.
% 43'ünün kocası emirler yağdırıyor.
% 42'sinin kocası ev işleri zamanında yapılmadığında sinirleniyor.
% 74'ünün kocası kadına bağırıp azarlıyor.
% 35'inin kocası kadını başkalarının önünde azarlayıp hakaret ediyor.

Kaynak : UcanSupurge
Old 25-07-2004, 14:53   #45
devran

 
Varsayılan Dakikada 1 kadın ölüyor ...

Dakikada 1 kadın ölüyor
Uluslararası alanda nüfus planlaması üzerine çalışma yürüten Alman Dünya Nüfus Vakfı (DSW), her yıl 100 binin üzerinde kadının doğumdan kaynaklı nedenlerle öldüğünü açıkladı.

MHA/FRANKFURT

DSW, her yıl 100 binin üzerinde kadının doğumdan kaynaklı nedenlerle öldüğünü açıkladı. Dünyada dakikada 1 kadının öldüğüne dikkat çeken DSW, en fazla ölümün ise Asya ve Afrika kıtasında gerçekleştiğini bildirdi. Dünya'da her yıl 14 milyon çocuğun sakat olarak doğduğunu belirten DSW, 15-24 yaş arasında başta AIDS olmak üzere, doğum öncesi ve sonrasında kadınların büyük risk altında olduğunu vurguladı. Son 5 yılda yaklaşık 733 bin kadının hamilelik sırasında ya da doğum esnasında yaşamını yitirdiğine dikkat çeken DSW, bu sayının özellikle Afrika ve Asya kıtalarında çok daha yüksek bir seviyede olduğunu belirtti. Ölümlerin önüne geçilmesi için ise kamuoyunda duyarlılığın arttırılması ve bilgilendirilme yapılmasına dikkat çeken DSW, dünya çapında 200 milyondan fazla kadının bilgilendirmeden mahrum kaldığını vurguladı.

Şimdiye kadar bu alanda yapılan çalışmaların yetersiz olduğunun altını çizen DSW, kadın ve çocukların bulunduğu koşulları görmezlikten gelen çevreleri de kınadı.

Uluslararası çalışmalar yapılacak

Doğumdan kaynaklı ölümlerin önüne geçmek için alınacak önlemler uluslararası alanda yapılacak çalışmalarla uzmanlar tarafından tartışılacak. Enternasyonal Yuvarlak Masa adı altında düzenlenecek ve yaklaşık 500 uzmanın katılacağı etkinlik, 31 Ağustos-2 Eylül 2004 tarihleri arasında İngiltere'nin başkenti Londra'da gerçekleştirilecek.
Old 28-07-2004, 18:20   #46
devran

 
Varsayılan AB ülkelerinde şiddet artıyor....

AB ülkelerinde şiddet artıyor

Avrupa'da kadına şiddet oranında artış görülüyor. Her yıl dünyada 55 bin kadın eşi ya da yakını erkeklerin uyguladığı şiddetle yaşamını kaybederken, Almanya'da 40 bin kadın şiddet nedeniyle yardım talebinde bulunuyor ya da sığınma evinde kalmak için başvuruyor.

ÇİĞDEM ÖZTÜRK

Bu yıl İspanya'nın Vigo kentinde yirmi bin kadının katılımıyla düzenlenen Dünya Kadın Yürüyüşü geçtiğimiz yıllara oranla büyük artış gösteren kadın cinayetlerine karşı gerçekleştirildi. İspanya'nın ve Avrupa'nın karşı karşıya olduğu en büyük sorunlardan biri, dış basına çok fazla yansımasa da geçen yıllara oranla çoğalan aile içi şiddet vakaları ve kadınların ölümüyle sonuçlanan olaylar. Bu cinayetler her ülkede farklı bir ad alıyor. Bu bir ülkede işlenen kadın cinayetini diğerinden "daha medeni" kılmıyor elbette. Örneğin İspanya'da bir kadının eski eşi, eski sevgilisi ya da ayrılmak üzere olduğu eşi tarafından öldürüldüğü haberinin gazetede yer almadığı bir hafta olmuyor. Bu cinayetler ne yaş tanıyor ne de sınıf. Ev içi şiddet İspanya'da çok yaygın. İspanya'daki feminist gruplar ev içi şiddete maruz kalan kadınların sayısının 2 milyona yakın olduğunu söylüyor.

Fakat gün ışığına çıkabilen vakalar bu rakamın sadece yüzde 10 ila 15'ini oluşturuyor. Şiddete maruz kalan kadınları korumak üzere yapılan yasa değişikliğinden sonra resmi rakamlara göre koruma talebinde bulunan 7882 başvuru olmuş, fakat yargıçlar bu başvuruların yüzde 24'ünü önemsememiş.

Olayın bir diğer yönü de içinde bulunduğumuz 2004 yılında vakaların artmış olması. Madridli yargıçlar, bu yılın ilk beş ayında geçen yıla oranla yüzde 35 daha fazla tebliğ almışlar. Barselona'da da durum farksız. Başvurular geçen yıla oranla üç kat artmış. Şikayetlerin yanısıra öldürülen kadınların sayısının da artmış olması yasal korumanın yetersizliğini ortaya koyuyor.

AB ülkelerinin bazılarında durum

* Almanya'da sığınma evlerinin sayısındaki artış ev içi şiddet vakalarının da artışına işaret ediyor. Aile, kadın, emekli ve gençlik bakanlığı her yıl 40 bin kadının gördüğü şiddet yüzünden yardım talebinde bulunduğunu ya da sığınma evlerinde kalmak için yer beklediğini söylüyor. Ev içi şiddet Almanya'da suç sayılıyor.

* Fransa'da beş yüz bine yakın kadının ev içi şiddete maruz kaldığı, fakat şiddet gören her 100 kadının 69'unun bu konuyu dile getirmediğini söylüyor araştırmalar. En tanınmış vaka Noir Desire'in, 8 yıl hapis cezasına çarptırılan solisti, Bertrand Cantat'ın sevgilisi, aktris Maria Trintignant'ı döverek öldürmesi.

* İngiltere'de ev içi şiddet her yıl ortalama 150 kadının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanıyor. Araştırmaya göre her dört kadından biri hayatında en az bir kez şiddete maruz kalmış. Polis gün içinde dakika başı bir suç duyurusu alıyor. Bu ihbarların yarısı İngiltere'de yaşayan Hintli, Pakistanlı ve Bangledeşli, zorla evlendirilmiş göçmen kadınlar tarafından yapılıyor.

* İsveç'te özellikle 1987 yılından başlayarak en azından her hafta bir kadın birlikte olduğu ya da ayrılmak üzere olduğu erkek tarafından öldürülmüş. Ülkede yürütülen çeşitli kampanyalarla bu sayı düşürülmeye çalışılmış. 1997'de ev içi şiddet uygulayan erkeğe ağır cezalar getiren bir yasa yürürlüğe girdi. Aynı zamanda yurttaşlar da başka bir yasa uyarınca herhangi bir ev içi şiddet olayına ya da cinayete dair şüphe duyduklarında ihbarda bulunmak zorundalar. Bütün bu önlemlere rağmen geçen yıl İsveç'te kayıtlara geçtiği kadarıyla otuz vaka meydana gelmiş.

Her yıl 55 kadın katlediliyor

Reina Sofia şiddetle İlgili Çalışmalar Merkezi'nin yaptığı bu araştırmaya göre dünyada her yıl 55 bin kadın erkeklerin uyguladığı şiddet yüzünden hayatını kaybediyor. AB ülkelerindeki yasal koruma veya benzeri arayışlar bu cinayetleri engellemiyor. İspanya'da kadın cinayetlerinin istatistiklerindeki artışın, olayların basına yansımsından kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair bir soru takılıyor akla. 14 Mart seçimleriyle yönetime gelen Sosyalist İşçi Partisi'nin (PSOE) parti programında birinciliği cinsiyetçi şiddetin sonlandırılması alıyordu. Yarısı kadınlardan oluşan bakanlar kurulunun kurulmasının ardından girişilen ilk işlerden biri de cinsiyetçi şiddete karşı önlemleri artıracak ve koruma talebinde bulunan kadınlara daha hızlı yanıt verecek bir yasanın meclisten geçirilmesi oldu. Bu söz konusu yasanın meclisten geçmesi İspanya'daki feministlerin en önemli kazanımlardan biri. Bunun bir nedeni de seçimlerden hemen sonra, Sosyalist İşçi Partisi daha işbaşı yapmadan önce koruma talebinde bulunan, fakat sistemin etkin olmaması nedeniyle hayatını kaybeden kadınlar oldu. Bazı ölüm haberleriyse kimseye ulaşmıyor, söz konusu rakamlar basında, polis araştırmalarında ve hukuki raporlarda yer alan cinayetler için ortaya konmuş. Bunların yanısıra İspanya'da cinsiyetçi şiddete karşı çalışmalar yürüten Boşanmış ve Eşlerinden Ayrı Kadınlar Federasyonu (la Federacion de Mujures Separadas y Divorciadas), Cinsiyetçi Şiddete Karşı Feminist Örgütler Ağı (la Red de Organizaciones Feministas contra la Violencia de Genero) ve Kadın Vakfı (La Fundacion Mujeres) da basına yansımayan birtakım kayıtlara sahip.

Kaynaklar: El Pais

(www.elpais.es)

EL ABC (www.abc.es)

Feminist Gazete

(www.mujeresenred.net)

*Aylık kadın dergisi Pazartesi'den alınmıştır.
Old 30-07-2004, 13:08   #47
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Morçatı raporu

Türkiye'de şiddete maruz kalan kadınlarla ilgili istatistikler Mor Çatı tarafından yayınlandı. Tükiye'deki şiddet tablosuna açıklık getiren unsurlar, bu yazıda tek tek ele alınacaktır. Ayrıca şiddetin türleri; yani fiziksel, cinsel, sözel, duygusal ve ekonomik şiddet de incelenecektir.

Şiddette Maruz Kalan Kadınların Özellikleri

Fiziksel şiddete uğrayan kadınların özellikleri şöyledir:

Evli, ortalama 30 yaşlarında, iki çocuklu, bir bölümü evlenmek uğruna eğitimini ve mesleki kariyerini bırakmış, çalıştığı işten ayrılmış, eğitim düzeyi üniversite ile okur-yazarlık arasında olan, büyük bölümünün mesleklerini "ev kadını" olarak tanımladığı ve sosyal güvencesi olmayan.

Yukarıda bahsedilen özelliklerden ortaya çıkan kritik sonuçlar ise :

Evliliğin şiddete açık bir kapı olduğu. Şiddetin yalnızca alt eğitim
düzeyindeki kadınlara uygulandığına dair toplumdaki yaygın inancın doğru olmadığı.

Şidette Hoşgörü

Şiddet içeren ilk davranış genellikle evliliğin ilk günlerinde
başlıyor. Ancak evlilik öncesinde, sevgililik ya da nişanlılık döneminde şiddete uğrayanlar da var. Kadınlar, bu davranışları, nişanlının ya da sevgilinin açıklamasına dayanarak "çok sevmesine ve sevdiği için kıskanmasına" bağlamışlar, erkeğin, şiddet içeren tutumunu yinelemeyeceğini ummuş
ve hoş görmüşler. "Bir daha olmaz" sözüne inanarak, şiddetin
belirtilerini tanıyacak bilince erişmediklerinden şiddet uygulayan erkekle evlenmişler. Eşin her şiddet davranışından sonra "değişme sözü" vermesi, şiddet ilişkisinin sürmesinin nedenlerinden biri olarak görülebilir.

Fiziksel Şiddet

Mor Çatı'ya başvuran kadınların büyük bir çoğunluğu fiziksel şiddete maruz kalıyor. Fiziksel şiddete sözel, duygusal ve cinsel şiddet de eşlik ediyor.

1. Fiziksel Şiddet Yöntemleri ve Kullanılan Aletler

Kadınlara yönelik şiddet, yaygın olarak sanıldığı gibi, yalnızca tokat, itme ve el kol bükme hareketleriyle uygulanmıyor. Kullandıkları alete bakıp da erkeklerin bu konudaki "yaratıcılıklarına" şaşırmamak elde
değil. Erkekler, şiddet uygularken, başlıca iki yöntem kullanıyorlar; kendi bedenlerini ve aletler.

Kendi Bedeniyle - Bunlar hangi şiddet içeren davranışları kapsamakta?
Yumruk, tekme, tokat, iterek yere düşürdükten sonra tekmelemek, kafa atma, boğazını sıkarak nefessiz bırakma, el kol bükme, yere ya da duvara fırlatma, kadınların kafasının duvara çarptırılması, bedeninde sigara söndürmek, saç çekme, yolma ya da saçından tutup yerlerde sürükleme, ısırma ve tükürme.

Alet Kullanarak - Şiddete uğrayan her iki kadından biri bir alet
kullanılarak dövülüyor. Kullanılan aletler nelerdir? Sopa, demir, değnek, odun, oklava, çubuk, zincir, soba maşası, çekiç, kemer, hortum, elektrik kablosu, ip, urgan, kırbaç, kızdırılmış aletler (soba maşası, demir parçası, ütü), kaynar su, "eline ne geçirirse" (ağır olan her türlü meyve, sebze, ev eşyası gibi), kadınları bağlayarak dövme, dayaktan sonra kadınları bir yere kitleyip günlerce aç, susuz bırakma, bıçak, silah, keser, balta, makas, jilet, kırık şişe ve çatal.

2. Bedendeki İzler

Şişmiş yüz, kapanmış gözler, bedenlerinde ameliyat gerektirecek
derinlikte yaralar, çok sayıda kesik ve çürük, söndürülmüş sigara, kızgın ütü ve maşa izleri, ısırıklar ve kafa travması Mor Çatı'ya başvuran kadınlarda görülmüştür.

Cinsel Şiddet

Fiziksel şiddete uğrayan kadınların büyük bölümü cinsel şiddete de uğruyor. Kadınların çoğu dayaktan sonra zorla cinsel ilişki ve ters ilişki kurmaya zorlanıyor, itiraz ettiklerinde ise, tecavüz ediliyorlar.

Herhangi bir cisimle, kadının cinsel organına saldırıda bulunmak da
kadına yönelik cinsel şiddet türlerinden. Şiddet uygulayan bazı erkekler süpürge sapı, mısır, salatalık, şişe vb. cisimleri vajinaya sokmak yoluyla kadına işkence yapıyorlar.

Evlilikte Tecavüz - Dayaktan sonra her üç kadından ikisine koca
tarafından tecavüz ediliyor, her altı kadından biriyle zorla (anal ilişki) ters ilişkide bulunuluyor. Kadınlar, kocanın ters ilişki teklifini kabul etmediklerinde, çok yoğun bir biçimde şiddete uğruyorlar.

Fuhuşa Zorlamak - Kocaların kendi seçtikleri başka erkeklerle
karılarının cinsel ilişkiye girme talebi ve talepleri kabul edilmediğinde, dayaktan sonra erkeklerin tecavüzüne uğraması da sanıldığı kadar nadir rastlanan durum değildir.

Tecavüz Sonucu Evlilikler - Kaçırılarak tecavüze uğrayan ve ailesinin zoruyla evlendirilen kadınlar da var. Bu da kısacası ömür boyu cinsel tacize yol açmaktadır. Aileler, "bekareti bozulan", başkasına "satamayacaklarını" düşündükleri kızlarını zorla, hatta döverek, eve kilitleyerek tecavüzcü ile evlenmeye zorluyorlar. Tecavüzün travmasıyla cinsel isteksizlik duyan eşine, fiziksel şiddet uygulayarak tecavüz etmeye devam ediyor. Tecavüzcü erkek, cezalandırılmak yerine, ailenin zoruyla mağdur
durumdaki kızla evlendirilerek ödüllendiriliyor ve bu kadına ömür boyu, dayakla tecavüz etme hakkını elde ediyor.

Sözel Şiddet

Sözel şiddet, her şeyden önce kadınların, özgüvenlerini yok etmeyi amaçlayan çok etkin bir saldırı yöntemi. Şiddet uygulayan erkekler, bu silahı iyi tanıyor ve çok iyi kullanıyorlar. Sözel şiddet, aşağılama, küfür ve hakaretin yanı sıra, bazen kadına takılan aşağılayıcı bir isimle, bazen de kadının önem verdiği şeylerle, kadının bedeniyle, dış görünüşüyle alay edilerek sürdürülüyor.

Duygusal Şiddet

Erkek egemenliğinin sürdürülmesinin temel aracı olarak duygusal şiddet tüm kadınların farklı derecelerde maruz kaldığı bir şiddet türüdür.
Küçümseme, korkutma, isim takma, hayati bir önem taşıdığını sezdikleri nesne veya kişiyi uzaklaştırma/zarar vermekle kadını tehdit etme, duygusal şiddetin alanına giren yöntemlerdir.

Ekonomik Şiddet

Şiddete uğrayan her üç kadından ikisine, aynı zamanda ekonomik şiddet de uygulanıyor. Kadının çalışmasına izin vermeyip veya maddi imkanı daha geniş olduğu halde, kadına çok kısıtlı para vererek ondan evin geçiminde mucizeler beklemek, gerçekleştiremeyince de bunu başarısızlık olarak
adlandırmak fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin hemen hemen tümünün başvurduğu yöntemlerden biri.

Çalışan kadının kazandığı paranın tümünü elinden alan erkekler
çoğunlukta. Ayrıca, evin ve kadının gelirini yalnızca kendisi için harcayan (özellikle kumar oynayanlar), evle ilgili tüm maddi bilgileri eşinden saklayan, mal ve mülklerin sadece kendi üzerinde olmasını sağlayan, eşlerini çocuklarıyla sık sık evde terkeden ve evin giderleriyle hiçbir sorumluluk almayan erkekler de böylece ekonomik şiddet uygulamış oluyorlar.

Şiddete Uğrayan Kadınların Ruhsal Durumları

Had safhada korku.
Ürkeklik, sessizlik ve çekingenlik.
Eşinden korktuğunda başlayan titreme krizi.
Uykusuzluk.
Bitkinlik, halsizlik, seslere karşı aşırı tepki.
Baş dönmesi, ayakta duramama.
Unutkanlık.
İrkilme, çarpıntı, öfke patlamaları.
Aşırı yorgunluk.
Umutsuzluk.
Sık sık çarpıntı hissi.
Kendini suçlama.
Perdeleri açma korkusu.
Yalnız sokağa çıkamama.
Geleceğe yönelik plan yapamama.
Güvensizlik, düzgün cümleler kurmakta zorlanma.
Yalnızlık hissine kapılma.
Konuşurken gözle iletişim kuramama.
Solgunluk, bezginlik.
Sık sık ağlama krizleri.
Hayata karşı ümitsizlik.

Şiddet Uygulayanlar Nasıl Erkekler

Şiddet uygulayan erkeklerin, yalnızca, "hasta ruhlu ve alkolik"
olduğunu düşünenler büyük hata yapmış olurlar. Hepsi normal, bildik, tanıdık biçimde davranan erkekler. Çoğunlukla kadınlar şiddet uygulayan kocalarını "dışarıda melek" olarak tanımlıyorlar. Hatta bazıları, bu nedenle ailesine ve dostlarına, şiddete uğradığını söyleyemediğini, kendisine
inanmayacaklarından emin olduğunu ifade ederler.

Alkol kullanımı şiddeti iki yönlü etkiliyor. Alkollü olduklarında
erkekler, daha "rahat ve fütursuzca" şiddet uygulayabiliyorlar ve şiddeti alkolün arkasına sığınarak açıklayabiliyorlar. Ancak, alkol şiddetin kaynağı değil erkeklerin kullandığı bir araçtır.

Şiddet uygulayan erkeklerin yaşları, 16-78 arasında değişiyor.

Bu tarz erkeklerin büyük bölümünün gelir getiren bir işi var. Gelir
getiren faaliyetleri olanların büyük bir grup oluşturması, toplumun şiddet uygulayanların "işşiz, bir baltaya sap olamamış" erkekler olduğuna dair ön yargısını geçersiz kılıyor.

Şiddet uygulayanlar mühendis, doktor, mali müşavir ve sanatçılar; döviz bürosundan lokantaya, pazarcılıktan market işletmeciliğine,
tesisatçılıktan marangozluğa, küçük imalatçıya kadar çok değişik işte çalışan, esnaflar, polis, bekçi, zabıta gibi kamu kesiminde çalışanlar, büro elemanları, inşaatçılar, muhasebeciler; her meslek grubundan ve her kesimden erkekler.


Kaynak :MOR ÇATI KADIN SIĞINAĞI VAKFI
Old 28-08-2004, 09:37   #48
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Tecavüz,Bekarete Değil Kadının Vücut Bütünlüğüne Ve Cinsel Özgürlüğüne Saldırıdır.

Yargıtay İtirafa Rağmen Bekaret Testi İstiyor

Yargıtay, 15 yaşından küçük 12 kıza tecavüz edip 3 kıza da tecavüze teşebbüste bulunduğu gerekçesiyle 36 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Yaman Özçelik hakkındaki kararı bozdu. Özçelik'in itirafını yeterli bulmayan Yargıtay, bekaret testi istedi.



--------------------------------------------------------------------------------
Hürriyet
23/08/2004 Mutlu KOSER
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Yargıtay Ceza Dairesi, yaşı küçük kızlardan F.P. ve N.B'nin kızlık zarlarının bozulduğu yönünde Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınmamasına rağmen, Yaman Özçelik'in suçunun yarı yarıya artırılmasının yasaya aykırı olduğunu belirtti.

N.B ile F.P.'nin, "Ümraniye Sapığı"nın ırzlarına geçtiğini söylemesi ve Yaman Özçelik'in suçunu itiraf etmesine rağmen, Yargıtay iki küçük kızın Adli Tıp Kurumu'na sevkedilerek kızlık zarlarının bozulup bozulmadığını tespit edilmesi gerektiğini belirtti.

Mahkeme, Yargıtay'ın kararına uyarsa olayın şokunu unutmaya çalışan iki küçük kız bekaret kontrolü için Adli Tıp Kurumu'na sevkedilecek.

Adli Tıp raporu yok

Yargıtay Ceza Dairesi, F.P. ile N.B.'nin kızlık zarlarının bozulduğuna dair Adli Tıp raporu olmadığı halde Yaman Özçelik'e verilen cezanın yarı oranında artırılmasının yasaya uygun olmadığını söyleyerek yerel mahkemenin verdiği kararı bozdu.

F.P., mahkemedeki ifadesinde Yaman Özçelik'in kendisini, "Baban sana 80 milyon verecek" diyerek bir inşaata getirdiğini, ağzını kapatarak, "Ses çıkarma yoksa seni bıçaklarım" diyerek bir kez tecavüz ettiğini anlatmıştı.

N.B. ise mahkemedeki ifadesinde, Özçelik'in, "Babana olan 80 milyon lira borcumu vereceğim" diyerek kendisini minibüse bindirdiğini, emniyet kemeriyle kendisini bağlayan Yaman Özçelik'in Şile'nin Kirazlı Köyü yakınlarındaki ormanlık alanda zorla ırzına geçtiğini söylemişti. Yaman Özçelik de küçük kızların ırzına geçtiğini itiraf etmişti.

Özçelik, F.P. ve N.B.'yi alıkoyup ırzlarına geçtiği için 10'ar yıl hapse çarptırıldı. Özçelik'e verilen ceza küçük kızların bekáretini bozduğu gerekçesiyle TCK 418/2 maddesine göre yarı oranında artırılarak 15'er yıl hapis cezasına çevrildi. (MK/BB)
.....
.....
Old 28-08-2004, 09:42   #49
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Tecavüz: Bekarete Değil Kadına Saldırı
Avukat Gülbahar, "Cinsel saldırılar kişinin cinsel özgürlüğüne ve vücut bütünlüğüne yöneliktir. Bekaret zarı üzerinden tanımlanması tecavüzün kapsamını daraltır" diyor; yeni TCK tasarısının da eskisi gibi bekaret kontrollerine imkan tanıdığını vurguluyor



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
23/08/2004 Burçin BELGE burcin@bianet.org
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Mor Çatı Gönüllüsü Avukat Hülya Gülbahar, 15 yaşından küçük 12 kıza tecavüz edip 3 kıza da tecavüz girişiminde bulunan Yaman Özçelik hakkındaki cezayı, "iki kız çocuğunun bekaretinin bozulduğu belgelenmediği için" bozan Yargıtay kararını "Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) bekarete endeksli namus anlayışının göstergesi" olarak nitelendiriyor.

"Cinsel saldırılar, kişinin cinsel hak ve özgürlüklerine, onuruna, beden bütünlüğüne yönelik en ağır saldırılardandır. Bu saldırının 'bekaret zarı' üzerinden tanımlanması, çağdışı bir anlayıştır" diyen Gülbahar, yeni TCK tasarısında da bekaret kontrollerine ilişkin açık ve net düzenlemeler getirilmemesini eleştiriyor.

Gülbahar, "Mahkemelerin ya da ailelerin zoruyla yapılan bekaret kontrolleri, kadınların intihar etmesine ya da öldürülmesine neden olabilecek kadar tehlikeli uygulamalardır" diyor; Yargıtay kararıyla bekaret kontrolüne gönderilen iki kız çocuğunun yeni bir travmaya maruz bırakıldığını da belirtiyor.

Hamile ama bakire mi?

Yürürlükteki TCK'nın cinsel saldırıya uğrayan kadınlar arasında bakire, evli, ev kadını ya da seks işçisi olan - olmayan ayrımı yaptığını anlatan Gülbahar, sözlerini şöyle sürdürüyor:

* TCK'ya göre, cinsel saldırılarda kadının bakire olup olmaması, cezanın tayininde en önemli etkenlerden.

* Geçtiğimiz aylarda, tecavüz sonucu hamile kalan bir kadınla ilgili davayı, Ceza Mahkemesi, kadının doğum yapmasını beklemek üzere ertelemişti. Çünkü kadın bakireydi. Eğer sezaryenle doğum yapıp bekaret zarı kalırsa, saldırgan daha düşük bir ceza alacaktı. Kadın normal doğum yapar ve bekaret zarı yırtılırsa, saldırganın cezası artacaktı.

Kadına mı kocasına mı saldırı?

Gülbahar, yürürlükteki TCK'da, evli kadına cinsel saldırının cezasının daha ağır olduğunu hatırlatıyor; "Çünkü, hukuk sistemi saldırıyı aynı zamanda o kadının kocasına yönelik addediyor," diye açıklıyor.

"Evli olmayan bir kadın cinsel saldırıya uğradığında, ailesi, sevenleri, arkadaşları üzülmüyor mu?" diye soruyor Gülbahar ve ekliyor; "Neyse ki bu ayrım, yeni TCK tasarısında kaldırıldı".

Ancak bu ayrım kaldırılmakla birlikte, "bekaret kontrolü", yeni TCK'da da varlığını sürdürüyor.

Bekarete değil, vücut bütünlüğüne saldırı

Gülbahar, "tecavüz"ün her şeyden önce kadının vücut bütünlüğüne ve cinsel özgürlüğüne saldırı olarak algılanması gerektiğine dikkat çekiyor.

"Bir tek zara indirgenmesi, tecavüz kapsamının daraltılmasıdır" diyor Gülbahar ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

* Eski TCK'da, tecavüz sadece vajinal yoldan organ girişine indirgeniyordu ve geleneksel bakış açısıyla cinsel saldırı sonrasında ilk ve tek yapılan şey, "zar ne alemde" sorusunun yanıtını aramaktı.

* Yeni TCK'da düzenlendiği gibi, tecavüz, ister evli kişiler arasında ister evli olmayanlar arasında gerçekleşsin; ister anal, oral yollardan yapılsın; ister organ ister herhangi bir nesne kullanılsın, tecavüzdür.

* Cinsel saldırıların ardından yapılması gereken bekaret kontrolü değil, tüm vücudun muayene edilmesi, vücuttaki darp izlerinin, tırnak içlerinin, tüy-kıl kalıntılarının araştırılmasıdır. Tecavüz, bunların tamamını kapsar. (BB)
.....
.....
Old 02-09-2004, 21:57   #50
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Seni Aldattım Sözü Tahrik Sayılmadı

Yargıtay 1.Ceza Dairesi: Seni aldattım sözü tahrik sayılmaz

--------------------------------------------------------------------------
------

Seni aldattım sözü tahrik sayılmadı

Adana’da 3 yıl önce sevgilisi Dürdane Küreksiz’i (24), kafasına piknik tüpü ile vurup kalbine bıçak saplayarak öldüren Fatih Özdemir (30), cinayeti ‘hafif tahrik’ altında işlediği gerekçesiyle 15 yıl ağır hapis cezasına mahkum edildi.

Dürdane Küreksiz’in yakınlarının Özdemir’e az ceza verildiği iddiasıyla temyize gittiği Yargıtay 1. Ceza Dairesi ise maktulün söylediği ‘Seni aldattım’ sözünün sanığa hafif tahrik nedeniyle ceza indirimi sağlamayacağını karara bağladı. Mahkeme heyeti, Özdemir’e Yargıtay’ın bozma kararına uyarak daha önce verdiği 15 yıl ağır hapis cezasını 5 yıl arttırıp 20 yıl ağır hapis cezası verdi.

kaynak: hürriyet
Tarih: 2004-07-12
Old 03-09-2004, 08:40   #51
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Kadın Affeder

Kadındır affeder


Doğu’da kocasını aldatmaya kalkan kadınların yüzde 66’sı bu durumun ölümle sonuçlanacağından emin. Ancak aynı kadın aldatıldığında ‘boşarım’ bile diyemiyor



Ö. DEMİRCİOĞLU / O. ALTUĞ



Magazin dünyasında aldatan ve aldatılan kadın ve erkeklerle ilgili haberlerin çok fazla oluşu, Türkiye’nin her yerinde insanların birbirlerini kolayca aldattığını göstermiyor. Hele de kadınların. Kadının İnsan Hakları Projesi (KİHP) tarafından Doğu ve Güneydoğu’da yapılan bir araştırma kadınların kendilerini aldatan kocasını affetmeye meyilli olduğunu gösteriyor. Ancak araştırmanın öteki ayağı, yanı kadının aldatması hâlâ düşünülecek en kötü durumla sonuçlanıyor. 19 yerleşim yerinde yaşları 14-75 arasında değişen 599 kadın arasında yapılan araştırma sonuçlarına göre, kadınların yüzde 66.6’sı zina yaptıkları takdirde kocaları tarafından öldürüleceğini düşünüyor. Araştırma, aynı kadınların, kocaları kendilerini aldattığında son derece affedici olduklarını da gösterdi. Buna göre, aldatılan kadınların yüzde 66’sı kocasını boşamaktan yana değil.
> Evlilik ve cinsellik
> KİHP Koordinatörü Pınar İlkkaracan tarafından İngilizce olarak hazırlanan “Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik" adlı araştırma kitabı, Müslüman toplumlarda tabu sayılan cinsellik konusuna ışık tutma iddiasını taşıyor. Pınar İlkkaracan, kitabının “Bekaret, Evlilik ve Kadın Cinselliği" adını taşıyan bölümünde KİHP’nin araştırmalarına yer verdi. Yapılan araştırmanın sonuçlarını değerlendiren İlkkaracan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kadınlar üzerindeki ölüm tehdidinin en az namus cinayetleri kadar vahim olduğunu söyledi.
> Öldüren zina
> Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, kadınların yüzde 66.6’sı zina yapmaları halinde, kocalarının kendilerini öldüreceğini düşünüyor. Pınar İlkkaracan’a göre, bu durum, bölgedeki yerel kuralların geçerliliğinin ve kadınların nasıl bir psikolojik baskı altında yaşadığının en önemli göstergesi. Zina yaparsa öldürüleceğine inananların oranı, az yada hiç eğitim almamış, sadece dini nikah yapmış ve kırsal alanda yaşayan kadınlar arasında yüzde 74.3’e kadar çıkıyor.
> Eğitim seviyesi yükseldikçe kadınlar arasındaki “ölüm korkusu" da bir nebze azalıyor. Ortaokul ve üstü eğitim alan kadınlarda zina yaparsa sonunun ölüm olacağını düşünenlerin oranı yüzde 46.9’a kadar düşüyor.
> Erkektir yapar
> Araştırmaya katılan kadınların büyük bir çoğunluğu, zina yaptıkları takdirde öldürüleceklerini düşünürken, kocalarının zina yapmasına ise oldukça hoşgörülü yaklaşıyorlar. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da eğitim düzeyi ilkokulun altında olan kadınların yüzde 74.9’u zina yapması durumumda kocasını boşamayacağını açıklıyor. Kadınlarda eğitim düzeyi yükseldikçe de kocasını zina yapması durumunda boşayacağını belirten kadınların sayısında artış gözleniyor. Ortaokulu bitirmiş kadınların yüzde 68.5’i zina yapan kocasını boşayacağını belirtiyor. Ancak kadınların tümünün verdiği yanıtlar değerlendirildiği zaman zina yapan kocasını boşamaktan yana olmayan kadınların oranının yüzde 66 gibi yüksek bir düzeyde olduğu görülüyor. Araştırmacı Pınar İlkkaracan, bu sonuçları, “Görünen o ki, yöredeki kadınlar için zina, törelere göre onların ölümüyle sonuçlanacak bir suçken, erkeğe verilen tek ceza boşanmadır. Kadının evlilik dışı bir ilişkide bulunması törelere göre suç teşkil ederken, erkeğin evlilik dışı ilişkisi meşru görülüyor." diye yorumladı.
> Tabular yıkılmalı
> “Dünya tartışsın" diye kitabını İngilizce olarak hazırlayan psikoterapist İlkkaracan, “Kadının siyasi hayata katılması, kadın erkek eşitliği, zorla evlendirme sürekli gündemimizde yer alan, rahatça konuşup tartıştığımız konular fakat cinsellik, namus, ve bekaret gibi kavramlar toplumumuzda çok fazla yer almıyor. Müslüman toplumlarda kadına baskı aracı olarak kullanılan bu kavramların artık konuşulması ve çözümlenmesi gerekir" dedi. Batıda gelişen kadın hareketlerinin cinselliği ilk konu olarak ele aldığını belirten İlkkaracan, sıranın Müslüman toplumlarda olduğunu ve bu tabuların artık yıkılması gerektiğini vurguladı.
> Hazırlık aşaması beş yıl süren kitap, İslamda cinsellik ve cinsel politikalar, Zevk, arzu ve aşk, Bekaret, evlilik ve kadın cinselliğinin kontrolü, Kadınlararası aşk ve cinsellik, cinsel taciz ve tecavüz ve son olarak da çeşitli uygulamalar ve stratejiler adı altındaki altı bölümden oluşuyor. Diğer Müslüman ülkelerde kadına yönelik kapsamlı istatistiki çalışmalar olmadığı için, kitaptaki verilerin çoğu Türkiye’de yapılan sosyal araştırmalara dayanıyor. Kitabın her bölümünde Müslüman toplumlardaki kadınların yazdıkları makaleler ve araştırmalar yer alıyor. Mısır’dan Meryat F.Hatem, Pakistan’dan Rubina Saigol, İran’dan Shahla Haeri, Türkiye’den Gülşah Seral, Filiz Koçali, İpek İlkkaracan kitapta makaleleri yer alan kadınlardan bazıları.
Old 03-09-2004, 11:33   #52
Av.M.Aydın Bilen

 
Varsayılan

Sn.hykayar,
Dosyayı bilmeden yorum yapmak doğru sayılmazsa da sadece gazete haberi verilerine göre olaya bakılırsa yargıtayın kararını doğru bulmuyorum.Ancak yine özellikle vurgulamak isterim ki dosyayı ve olayı incelemek gerekir.
Selam ve saygılarımla...
Av.M.Aydın Bilen
Old 06-09-2004, 19:04   #53
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

İkinci kez boşandığı eşini öldürdü...


DHA
GEBZE'nin Darıca Beldesi'nde 23 yaşındaki Murat Polat, 1 yıl önce boşanıp, yeniden evlendikten sonra ikinci kez boşanan eşine yeniden evlenme teklif eden 23 yaşındaki Murat Polat, kendisine olumsuz yanıt veren 21 yaşındaki Sevda Karakoç'u 11 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Genç kadının daha önce "Beni öldürecek'' diyerek eski eşini savcılığa şikayet ettiği ortaya çıktı.
Gebze'nin Sıraselvciler Sokak 1612'nci Sokak'ta oturan Sevda Karakoç, kendisini sürekli dövdüğü ileri sürülen Murat Polat ile 2.5 yıl önce evlendi. Çiftin bu evlilikten şu anda 1.5 yaşında olan bir çocukları dünyaya geldi. Ancak, aşırı derecede kıskanç olduğu belirtilen ve bu nedenle eşine sürekli baskı yapan Murat Polat ile Sevda Karakoç boşandı. Yakınları, çiftin çocuklarının dünyaya geldiğini göz önüne alarak araya girince Murat Polat eşi Sevda ile barıştı. Çift, ikinci kez nikah masasına oturdu. Ancak, şiddetli geçimsizlik sürünce 6 ay kadar önce tekrar boşandı.
Bir mobilya mağazasında çalışan Sevda Karakoç'u sürekli rahatsız eden ve `Seni kimselere yar etmem' diyen Murat Polat, önceki akşam saatlerinde Sırasöğütler Mahallesi 1612'nci Sokak'ta bulunan evine giderek konuşmak istediğini bildirdi. Sevda ve Murat daha sonra Darıca Beldesi'ne geldiler.
Kazım Karabekir Mahallesi Atatürk Caddesi üzerindeki Huzur Sokak'ta konuşurken, iddialara göre Murat, "Seni kimseye y^ar etmem. Yeniden evleneceğiz'' dedi. Ancak Sevda Karakoç, "Daha önce boşanıp bir kez daha evlendik. Sen de gördün anlaşamıyoruz'' diyerek bunu reddedince aralarında tartışma çıktı. Bir anda kendisini kaybeden Murat Polat, üzerinde taşıdığı bıçağı talihsiz kadına rastgele sapladı. 11 bıçak darbesi alan Sevda Karakoç olay yerinde öldü.
Cinayeti çevreden görenlerin polise haber vermesi üzeruine, ekipler Murat Polat'ı kısa sürede yakaladı. Murat Polat polise verdiği ilk ifadesinde, boşandığı eşini çok sevdiğini belirterek, "Onunla yeniden evlenmek istiyordum. Kabul etmedi. Onu çok seviyordum. Öldürmek istemezdim. Bir anda kendimi kaybettim'' dedi.
Bu arada Sevda Karakoç'un cuma günü Gebze Cumhuriyet Savcılığı'na verdiği dilekçede eski eşi Murat Polat'ın kendisini sürekli rahatsız ederek ölümle tehdit edildiğini bildirerek, can güvenliğinin sağlanmasını istediği ancak, bu başvuru ardından herhangi bir önlem alınmadığı ifade edildi.


Milliyet, 06.09.2004
Old 06-09-2004, 19:05   #54
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Bir erkekle aşk yaşadığını iddia ettiği ablasını öldürdü...


DHA
GAZİANTEP'te 40 yaşındaki Abdurrahman Karaaslan, bir erkekle aşk yaşadığını iddia ettiği ablası 45 yaşındaki Selma Karaaslan'ı pompalı tüfekle öldürdü.
Zeytinli Mahallesi'nde oturan Abdurrahman Karaaslan, eşinden ayrıldıktan sonra kendisiyle birlikte yaşayan ablası Selma Karaaslan'ın sevgilisi olduğunu duyunca çılgına döndü. Gece eve gelen Abdurrahman Karaaslan, uyuyan ablasını uyandırarak bu konuda hesap sordu. İki kardeş arasında tartışma çıktı. Abdurrahman Karaaslan, kendisine hesap soramayacağını söyleyen ablasını ruhsatsız av tüfeğiyle vurdu. Abla Karaaslan olay yerinde ölürken katil zanlısı kardeş cinayetten sonra polise teslim oldu. Karaaslan'ın ilk ifadesinde, ablasının bir erkekle aşk yaşadığını duyduğunu belirterek, "Namusumu temizledim'' dediği belirtildi.



06.09.2004, Milliyet
Old 21-09-2004, 21:49   #55
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Anadolu Kadını "Avrupa'nın Öteki"si Değil!

Anadolu Kadını "Avrupa'nın Öteki"si Değil!


Türkiye'de yaşayan ve çeşitli sorunlarla karşı karşıya olan kadınların ikircikli bir konumu var. Çünkü bir yandan, laik bir ülkenin yurttaşları olarak çok önemli kazanımlar elde etmiş durumdayız, öte yandan önümüzde hâlâ aşmamız gereken ciddi engeller duruyor.

Bu engelleri aşmak için uzun süredir sarf ettiğimiz çabaların ise, ne yurt içinde ne de dışında yeterince değerlendirildiği söylenemez. Dolayısıyla, Türkiye'de kadının konumunu, sınırlı da olsa karşılaştırmalı bir çerçeve içinde ele alarak bütünsel bir tablo çizmeye yönelen bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşündük.

"Kadının konumu", Türk modernleşmesinin başından itibaren yurt içinde ve dışında önemli bir ilgi ve tartışma odağı oldu. Bu tartışmalar, bir yandan İslamcı köktenciliğin yükselişi, diğer yandan da Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinin gündemde olması nedeniyle son yıllarda yeniden hız kazandı.

Köktendincilik salt İslam'a özgü bir olgu değil; Batı'da da, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) Protestan köktendinci Ahlaki Çoğunluk (Moral Majority} hareketi örneğinin gösterdiği gibi, yer yer saldırgan bir yükseliş içinde.

Her türlü köktendinciliğin merkezinde ise, kadının konumu ve onun toplumsal denetimi sorunu var, çünkü kadınlar topluluğun saflığını ve sınırlarını belirleyen simgeler olarak kullanılıyorlar. Böyle olduğu halde, Batı merkezci ve Şarkiyatçı yaklaşımlar bu gerçeği görmezden gelerek "kadının toplumsal denetimi" olgusunun salt İslam'a ve Müslüman kültürlere özgü olduğu yanılsamasına kapılıyor ve üstelik bunu, kültürler arasında mutlak, değişmez farklılıklar ve duvarlar inşa etmek için kullanıyorlar.

Böylelikle, Müslüman toplumlarda yaşayan kadınlar "geri", "pasif", "itaatkar" olarak kurgulanarak Batılı "ileri", "özgür" ve "mücadeleci" kadının "öteki"si konumuna indirgeniyor.

Acıdır ki, bu indirgemeci tutuma, farklılıklara karşı duyarlı olma iddiasında bulunan ve Batı merkezli modernleşme yaklaşımının bütüncül ve eril söylemini yıllardır eleştirmiş olan bazı feminist kesimler de kapılabiliyor.

Örneğin AFEM (Association deş Femmes de l'Europe Meridi-onale) Türkiye'nin AB üyeliğine kabulüne karşı çıkarken, Türkiye'de kadın haklarının "geriliği"ni, "namus" cinayetlerinin vb. varlığını ve İslamcı yükselişi gerekçe olarak kullanıyor.(1)

Ancak daha çarpıcı olanı, Elisabeth Badinter gibi önemli bir feminist tarihçinin tutumu. Badinter de Türkiye'de kadınların konumunun "geriliği"nden ve Fransa'daki [Müslüman] azınlıkların durumundan yakınarak "Batılı değerlere sırtını dönen kendi banliyölerimizde kadın-erkek eşitliğini kabul ettiremiyorsak, Anadolu kadınlarını özgürleştirebileceğimizi nasıl düşünebiliriz?" diye soruyor.(2)

Bu soruyu, kadınları tarihe kazandırmak ve onların birer özne olarak tarihin şekillendirilmesine nasıl katkıda bulunduklarını gün ışığına çıkarabilmek için onca çaba harcamış olan bir feminist tarihçinin sorduğuna inanmak kolay değil. Bu sözler, "öteki kadın"ın (bu bağlamda "Anadolu kadını") bir "özgürleştirilme" problemi olduğunu iddia ediyor ve bunu yapacak olanın da (doğal olarak!) "biz", yani "Avrupalılar" olduğunu varsayıyor.

Anadolu kadınının, "özgürleştirilme" değilse bile bir "özgürleşme" problemi gerçekten var ve bu problemi dünyadaki başka kadınlarla paylaşıyor ve gene onlar gibi uzun süredir konumunu değiştirmek için mücadele ediyor.

Kadınların özgürleşme problemi, derecesi ve biçimleri toplumlara göre farklılık göstermekle birlikte dünyanın her yerinde devam ediyor. Eğer öyle olmasaydı ne Birleşmiş Milletler'in (BM) ne de AB'nin eşitlik konusunda ya da kadına uygulanan şiddete karşı bunca uyarı yapması ve hem yasal hem de pratik önlemler alması gerekli olmazdı.

Örneğin kadın-erkek eşitliği açısından dünyanın en ileri ülkelerinden olan İsveç Parlamentosu'nun 1998'de kabul ettiği "Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası"nın gerekçesinde şu sözler yer almazdı:

"[İsveç'teki] bütün kazanmalara rağmen, birçok alanda kadınlar ve erkekler arasında önemli bir güç eşitsizliği mevcuttur. Bu eşitsizliğin en çarpıcı örneği ise, erkeklerin kadına yönelttiği şiddettir. Alınan çok sayıda önleme karşın, özellikle son yıllarda, İsveç'te binlerce kadın şiddete maruz kalmaktadır." (3)

İsveç bir İslam toplumu değildir, ama yukarıda vurgulandığı gibi henüz kadın ile erkek arasındaki güç dengesizliğinin sürdüğü bir toplumdur ve bu dengesizliğin en açık ifadesi de kadına uygulanan şiddettir. Bu şiddetin biçimi kültürlere göre çeşitlilik gösterebilir; örneğin Türkiye'de "namus cinayeti", Afrika'nın bazı yerlerinde "kadın sünneti", İsveç ya da Fransa'da "erkeklerin kadın partnerlerini öldürmeleri" biçimini alabilir, ama olgunun niteliği aynı kalır.

Bu açıdan, kadınların özgürleşme mücadelesi bütün dünyada devam etmektedir. Bu mücadelenin kazanılması ise, her yerde kadınların kendi çabalarına ve hem evrensel hem de yerel düzeyde aralarında kurabildikleri dayanışmaya bağlıdır.

Kadınların "geriliği"ni, ya da "namus cinayeti", "kadın sünneti" gibi olguları azınlık gruplarıyla, Orta Doğu ülkeleriyle, İslam'la vb. özdeşleştirmek, bu grupların ya da kültürlerin "problemli" olarak damgalanması anlamına gelir.

Buysa, kültürü homojen bir olgu olarak kabul eder; yani belirli bir grubun değişmeyen yekpare (monolitik) bir kültüre sahip olduğunu ve bu kültürün de bir bütün olarak bu tür pratikleri onayladığını varsayar. Böylece grubun üyeleri arasındaki görüş ve tutum ayrılıklarını görmezden gelerek onları homojenleştirir ve söz konusu grup/kültür ile onun "dışındakiler" arasında aşılmaz bir duvar inşa eder. Üstelik her nasılsa "dışarıdakiler", o grubu yargılama yetisine ve hakkına sahip oldukları vehmine kapılarak kendilerine göre "problemli" olan grubu/kültürü kendi (geri) "öteki"leri ilan ederler.

Bütün bir kültürü/grubu/dini problemli olarak nitelendirdiğinizde içsel muhalefetin ve mücadelenin varlığını görmek elbette mümkün olmaz ve dolayısıyla benzer değerleri paylaşan özneler arasında yapıcı ittifaklar ve dayanışma da kurulamaz.

Sonuçta bu yaklaşım, kültürel değer ve tutumları mutlak değişmezler olarak kabul eden muhafazakar ittifakların elini güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Dolayısıyla, kültürel farklılıkların mutlaklaştırılmasına dayanan aşılmaz duvarlar inşa etmek yerine, "öteki gruplar" hakkında bilgi edinerek köprüler kurmaya çalışmak, başka kültürleri anlamanın önündeki engelleri aşmayı sağlayabilir.

Bu gerçek, köprünün her iki yanındakiler için de geçerlidir, çünkü köprüyü bir kez inşa ettiniz mi iki tarafa da geçiş olanağı tanımış olursunuz.

(...)

Kadınların konumunun değişmesi ve eşitlik bağlamındaki politika ve önlemlerin geliştirilmesi için belirleyici olan, hiç kuşkusuz, Türkiye'de kadınların kendi adlarına kendi verdikleri mücadeledir. Ne var ki, uluslararası dayanışma, tarihsel olarak, kadınların eşitlik mücadelesinde her zaman önemli olmuştur ve bugün de önemini korumaktadır.

Türkiye'de kadınlar bunun öneminin farkındadırlar ; (4) Avrupa'da da bu ihtiyacın farkında olan ve dayanışmanın gereklerini yerine getiren çok sayıda kadın örgütünün ve ağının bulunması sevindiricidir.

Avrupa Kadın Lobisi (EWL), AB'nin genişleme sürecinden korku duyan muhafazakar tutumlara karşı sesini yükselterek bu genişlemeyi sevinçle karşıladığını duyuruyor: "Genişlemiş bir AB, toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlendirilmesi açısından yeni ve heyecan verici olanaklar ve meydan okumalar sunuyor."

EWL, haklı olarak, "genişlemiş bir Avrupa'da güçlü bir kadın hareketinin AB düzeyinde gelecekteki politikaların şekillendirilmesi için anahtar rolü oynayacağını ve bu politikaların giderek daha fazla kadınların eşitlik, toplumsal gelişme, dayanışma ve adalet yaklaşımlarım yansıtması gerektiğini" ifade ediyor.

Türkiye sekretaryasını "Türkiye'de ve Avrupa Birliği'nde (AB) Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar" başlıklı kitabı yayınlayan Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği'nin (Ka-Der) yaptığı, Avrupa Kadın Lobisi'nin çağrısı bugün her zamankinden daha anlamlı:

"Dileğimiz, kadın haklarının eksiksiz gerçekleştiği ve kadınlar ile erkeklerin güç ve kaynakları eşit biçimde paylaştıkları bir Avrupa yaratılması için kadın hareketlerinin birlikte çalışmasıdır. Dolayısıyla, kadınlar ve erkekler arasında tam eşitliğin sağlanması amacımıza ulaşmak için hem AB içindeki, hem de aday ülkelerdeki kadın örgütleriyle daha da sıkı bir işbirliği için çağrıda bulunuyoruz." (5) (BB)

* Prof. Dr. Fatmagül Berktay; İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Başkanı

* Bu yazı, Fatmagül Berktay, İnci Özcan Kerestecioğlu, Sevgi Uçan Çubukçu, Özlem Terzi ve Zeynep Kıvılcım Forsman'ın yaptığı; editörlüğünü Fatmagül Berktay'ın üstlendiği; Ka-Der'in yayınladığı "Türkiye'de ve AB'de Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar" başlıklı kitaptan özetlenerek alıntılandı.

Dipnot

(1)Position de I'AFEM sur l'opportunite d'ouvrir en decembre 2004 deş negociations en vue de l'adhesion de la Turqui a l'Union europeenne (21 Nisan 2004).

(2) E. Badinter, 17 Mayıs 2004 tarihli l'Express dergisi; akt. Zeynep Göğüs, Hürriyet gazetesi, 17 Temmuz, 2004; abç. Badinter'in l'Un Est l'Autre adlı kitabı Türkçeye de çevrilmiş ve geniş yankı yapmıştır (Biri Ötekidir, Afa Yayınları, 1992).

(3) Şiddete karşı yasaya ilişkin bilgilendirme belgesi: Swedish Government Offices Fact Sheet on Violence Against Women, 1999.

(4) AB için Türkiye Kadın inisiyatifi, Türk Parlamenterler Birliği çatısı altında kurulan ve parlamento dışı STK temsilcilerini de bünyesinde toplayan Kadın-Erkek Eşitliği Danışma Komisyonu ve Mart 2004'de Türkiye'den çok sayıda kadın örgütünün bir araya gelmesiyle Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Ulusal Koordinasyonu'nun kurulması bu farkındalığın yakın tarihli somut örnekleridir.

Kaynak: 13 Eylül 2004, BİA
Old 22-09-2004, 19:49   #56
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Katil töre işbaşında

Ceylanpınar'da beş aylık hamile Gülseren Artuk 'töre' kurbanı. Cinayeti lise öğrencisi yeğen üstlenirken, Artuk'un üç ağabeyi de gözaltına alındı

22/09/2004 Radikal

MEHMET HARBURCU, VEDAT ÇUBUK
ŞANLIURFA - Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bir genç kız daha töre cinayetine kurban gitti. Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde yaşayan 22 yaşındaki Gülseren Artuk, kimliğini açıklamadığı bir kişiden hamile kaldığı için, aile meclisinin aldığı kararla öldürüldü. Kızını kurtarmak için araya giren anne Nure Artuk da elinden yaralandı.
Olay, önceki akşam saat 20.00 sıralarında Bahçelievler Mahallesi Urfakapı mevkisindeki tarlada meydana geldi. Annesi Nure Artuk'la birlikte tarlada çalışan Gülseren Artuk, başına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Kızını kurtarmak için araya giren anne Nure Artuk da, seken kurşunla parmağından yaralandı.

Beş aylık hamileydi
Cinayeti işlediğini öne süren Gülseren Artuk'un 16 yaşındaki yeğeni, Ceylanpınar Lisesi ikinci sınıf öğrencisi B.A., polise teslim olarak, halasını kendisinin öldürdüğünü söyledi. Olayla ilgili soruşturma başlatılırken, yapılan otopside Artuk'un beş aylık hamile olduğu ortaya çıktı.
Gülseren Artuk'un yaşadığı gayrimeşru bir ilişki sonucu hamile kaldığı ve bu nedenle aile meclisinin aldığı karar üzerine talihsiz kızın öldürüldüğü öne sürüldü. Genç kız Artuk'un ağabeyleri Mustafa, Hüseyin ve Abdullatif Artuk da, yeğen B.A. ile birlikte gözaltına alındı.
Parmağından yaralanan anne Nure Artuk, Urfa Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alınırken, haklarında cinayete karıştıkları iddiasıyla yasal işlem yapılan üç ağabey ile lise öğrencisi yeğen B.A., adliyeye sevk edildi. Cinayeti, Artuk'un büyük ağabeyi 30 yaşındaki Mustafa Artuk'un işlemiş olabileceği ileri sürüldü.

Sakine, Güldünya, Atmaca, Şemsiye...

· Adana'da sık sık akrabalarına gittiği için hakkında 'kötü yola düştüğü' dedikoduları çıkan Sakine Demir'i, 11 Temmuz 2004'te oğlu öldürdü.

· İstanbul Avcılar'da yaşayan N.H. sevdiğiyle kaçtıktan kısa bir süre sonra evine döndü. Ama aile meclisi hakkında ölüm kararı vermişti. 5 Nisan 2004 günü N.H.'yi babası boğarak öldürdü.

· Güldünya Tören, Bitlis'te kuzeninin kocasından hamile kalınca İstanbul'da yakınlarına bırakıldı. Çocuğunu doğurduktan sonra iki kardeşi Güldünya'yı sokak ortasında vurdu. 22 yaşındaki kadın ölmedi. Ama kardeşleri hastaneye de geldi ve 25 Şubat 2004'de Güldünya'yı öldürdü.

· Yanmış halde cesedi bulunan Naciye Atmaca, 25 Ocak 2004'te yasak aşk yaşadığı iddiasıyla üç erkek kardeşi tarafından vurularak öldürüldü.

· Mardin'de Şemsiye Allak, Halil Açil'le imam nikâhı kıydı. Aile, Açil ve Allak'ı öldürme kararı aldı. Çift, 21 Kasım 2002'de kaçmaya çalışırken pusuya yatan aile tarafından taşlanarak öldürüldü.
Old 23-09-2004, 16:41   #57
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Motorize ahlak Timi

Motorize 'ahlak' timi

Samsun'da zabıta, "ahlak devriyesi"ne çıktı. Sahil ve parklarda gezen
gençleri "yakalayan" ekipler, "Düzgün oturun. Yanlış anlaşılır" diyor

ŞENOL ÇAKIR Samsun DHA

Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin 9 kişilik motorize zabıta ekibi, deniz
kenarında birbirlerine sarılarak sohbet eden sevgilileri, "uygun"
davranmaları için uyarıyor. Görevliler, çimlere uzanan ya da ağaç altında
sohbet edenlerin de yanlış anlaşılabileceği gerekçesiyle bankta oturmalarını
istiyor.
Sahil Yolu'nda, bankta birbirlerine sarılan, ellerini omuzlarına atan
sevgilileri görünce hemen yanlarına giden zabıtalar, çevredekilerin rahatsız
olduğunu öne sürerek, "düzgün oturun" uyarısında bulunuyor. Zabıta Güvenlik
Amiri Arif Yalçın Kaya, uygulamaya okulların açılmasıyla birlikte ağırlık
verildiğini, bazen kötü durumda yakalanan gençlerin tepkisiyle
karşılaştıklarını, ancak bunu onların iyiliği için yaptıklarını söyledi.
Kaya, "Bir anne baba, çocuğunun okuldan çıktıktan sonra evine gelmesini
ister; 12 - 13 yaşındaki bu çocukların, kendisinden 5 - 10 yaş büyüklerle
gezmesini istemez. Bu eksikliği kapattığımıza inanıyoruz. Bunda yanlış bir
şey yok" dedi.
Okuldan kaçan kızların erkek arkadaşlarıyla dolaşmasını engellediklerini
söyleyen Zabıta Başkomiseri Cemil Taflan ise "Önce okula gitmelerini
sağlıyoruz. Okul kıyafetiyle sahilde dolaşmamalarını istiyoruz.
'Ailelerinize şikâyet ederiz' diyerek uzaklaştırıyoruz" diye konuştu.
Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Kenan Şara, "Kamu ahlakına uygun
olmayan, içki içen, insanları rahatsız edenleri sadece ikaz ediyoruz"
demekle yetindi.

CHP: Uygulama çağdışı
Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, 28 Mart seçimleri
öncesi ANAP'tan AKP'ye geçerek yeniden başkan seçilmişti. Uygulamanın
çağdışı olduğunu kaydeden CHP Samsun Milletvekili İlyas Sezai Önder,
"Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'ye geçtikten sonra acaba anlayışı mı
değişti? Türkiye'nin gündemini gereksiz yere zina tartışmaları işgal ediyor.
Acaba ondan esinlenerek mi bunları yapıyorlar? Anlaşılan AKP'li Belediye
Başkanı fikir değiştirmiş" şeklinde konuştu.

Belediye ve valilik: Talimat vermedik

ANKARA Milliyet
SAMSUN'daki skandal üzerine İçişleri Bakanlığı bürokratları, Samsun Valiliği
ve belediye başkanlığı yetkilileriyle görüştü. Ancak bakanlığa, böyle bir
talimat ve uygulamanın olmadığı söylendi. Bakanlık yetkilileri, gelen bu
yanıt nedeniyle, şimdilik idari ve adli bir uygulamanın söz konusu
olmadığını belirtti.

Hukukçular: Suç varsa müdahale edilebilir

SAMSUN'da zabıtaların müdahalesini doğru bulmayan hukukçular, konuyla ilgili
şunları söyledi: "El ele tutuşmak, birbirine sarılmak, hayâsızca hareket
sayılmaz. Müdahale doğru değildir. Kamu düzenini bozucu hareketler
bakımından zabıta müdahale edebilir, ancak suç unsuru taşıyan olaylarda asıl
yetki polis ve jandarmadadır."
Old 23-09-2004, 17:18   #58
ragıp

 
Varsayılan

MERAK ETMEYİN, YAKINDA aTATÜRK HEYKELİ DE KALKAR. kİM SE DE SAHİPLENMEZ
Old 23-09-2004, 19:29   #59
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Böyle Bir Hayatı İstiyormuyuz,istemiyormuyuz?

Türkiye'nin Anayasası Anayasa Değil mi?
Öncelikli sorun, AB'ye girip girmemek değil, kendi değer ve kriterlerimize
sahip çıkmak. "AB içişlerimize karışamaz"; "AİHS'nin özel yaşamın gizliliği
ile ilgili 8. maddesinin ahlak ve sağlık konusunda istisnaları olabilir"
deniliyor. Peki ya Anayasa?



--------------------------------------------------------------------------
------
BİA Haber Merkezi
22/09/2004 Av.Hülya GÜLBAHAR
--------------------------------------------------------------------------
------
BİA (İstanbul) - Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği tartışmalarına
girmeden önce, Türkiye'de bugünkü (22.09.2004) haberlerden sadece ikisine
bakalım.

İlk haber Şanlıurfa'dan: 18 yaşındaki Gülseren Artuk, "gayrımeşru" ilişki
sonucu hamile kaldığı gerekçesiyle aile meclisi kararıyla katledildi.
Gülseren 5 aylık hamileydi. Bir "töre/namus" ya da biraz daha daraltılmış
tanımıyla "zina" cinayeti daha...

İkinci haber Samsun'dan: Sabahleyin CNN Türk'te görüntülü bir haberde,
genç bir çift, oturdukları parktan kendilerine "ahlak polisi" edası vermiş
görevlilerce çıkartılıyor. Çift uzaklaşıyor... Ama tatmin olmuyor görevliler
daha da uzağa gönderiyorlar...

Toplum olarak günlerdir Türk Ceza Kanunu'nu (TCK) tartışıyoruz. Zina yoğun
bir biçimde tartışılırken, en az onun kadar önemli ve tehlikeli bir maddeden
çok az sözediliyor: 15-18 yaş arası gençlerin rızaya dayalı cinsel
ilişkilerine getirilen hapis cezası...

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) amacına ulaşırsa zina hapis cezalık bir
suç olarak düzenlenecek, zina yapan eşini/kardeşini öldüren erkeklere haksız
tahrik maddesiyle indirimli tarifeden cezalar verilerek "teşvik" uygulanacak
ve 15-18 yaş arası cinsel ilişkiye giren herkes cezaevlerine gönderilecek.
Bunlar devletin yapacakları....

Her iki olayda da görüldüğü gibi, "devlet vur deyince, vatandaş öldürmeye
devam edecek"... Samsun'daki genç çiftin başına gelenlerin hepimizin başına
geleceğini kestirmek için müneccim olmak gerekmiyor. Başta kadınlar olmak
üzere, genç-yaşlı herkesin hayatı kendini ahlak bekçisi atayanların
kontrolünde geçecek. Sokaklarda, parklarda, okullarda, işyerlerinde birileri
tarafından "gayrımeşru" ilişkiye girip girmediğimiz hakkında sorgulanacağız.
Kimlik kontrollerinden, bekaret kontrollerinden geçeceğiz. Aramızdan
birileri öldürülmeye devam edecek.

İşte bugün tartıştığımız konu budur. Biz böyle bir hayatı istiyor muyuz,
istemiyor muyuz? Toplumun ezici bir çoğunluğu açık, net ve kararlı bir
biçimde istemediğini söylüyor. Binnaz Toprak ve Ali Çarkoğlu'nun 1999'da
yaptığı araştırma, zinaya hapis cezası verilmesini isteyenlerin oranının
yüzde 16-18 arasında olduğunu gösteriyor. Bundan daha açık bir veri olabilir
mi?

Buna rağmen bu yüzde 16-18'lik kesimin, kendi kafasındaki bu ilkel ahlak
anlayışını bütün bir topluma dayatmaya çalışması hiçbir biçimde kabul
edilemez.

Bence öncelikli sorun, AB'ye girip girmemekten önce bizim yaşam
biçimimize, kendi değer ve kriterlerimize sahip çıkma sorunu...

Sürekli olarak "AB bizim içişlerimize karışamaz", deniliyor. "Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) özel yaşamın gizliliği ile ilgili 8.
maddesinin ahlak ve sağlık konusunda istisnaları olabilir", deniliyor.
Bunlara verilecek yanıt çok... Ama önce asıl sorumuzu soralım:

Peki bizim Anayasamız, Anayasa değil mi?

Bizim anayasamızdaki "kişi dokunulmazlığı, herkesin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı" ile ilgili 17. Madde orada süs olsun
diye mi duruyor? Ya da kişi hürriyeti ve güvenliği (madde 19), özel hayatın
gizliliği (madde 20), konut dokunulmazlığı (madde 21)...

Bu en temel hakları, zinaydı, evlilik öncesi ya da evlilik dışı cinsel
ilişkiydi vb. konularda saçma sapan gerekçelerle kullanılmaz hale getirme
çabası; Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesini askıya almaya
çalışmaktan başka olabilir?

İster Türkiye'de yürürlükteki hukuksal mevzuatta yer alsın, ister
uluslararası sözleşmelerde belirtilsin, temel hak ve özgürlükleri ancak
başkalarının temel hak ve özgürlüklerine zarar verdiği ya da tehlikeye
attığı zaman kısıtlayabilirsiniz. İki yetişkin insanın, kendi tercih ve
seçimine bağlı olan, tamamen gönüllülük üzerine kurulu ilişkilerine kim, ne
hakla karışabilir? Kimin, hangi temel hakkı, bundan ne zarar görebilir?

Ayrıca, eğer uluslar arası sözleşmeleri, anlaşmaları, kriterleri kendi iç
işlerimize müdahale sayacaksak, Anayasanın 90. maddesini neden değiştirdik?
Neden uluslar arası sözleşmeleri iç hukukun da üstünde birer hukuk normu
haline getirdik? Şık duruyor diye herhalde!

Bugüne dek öne sürdükleri "Anadolu kadınları istiyor" benzeri tüm
iddialar, daha ağızlarından çıkar çıkmaz çürütüldüğü için ellerinde kala
kala bu iki argüman kaldı: İç işlerimize karıştırmayız ve sizin AİHS'niz
bile, zina gibi durumlarda özel yaşamın dokunulmazlığını sınırlamaya izin
veriyor argümanları...

Her iki argüman da, birer büyük hukuksal gaf bence... Ne yazık ki, koskoca
Başbakan, gidip Brüksel'de aynı gafları tekrar ederek AB'yi ikna edeceğini
düşünebiliyor.
Old 24-09-2004, 12:17   #60
haticek

 
Varsayılan

Merhaba...
Sözkonusu haberi atv'de izledim. Olay; vurgulanması gerekli yönleriyle televizyon kanalı ve sizler tarafından ele alındı. Ama benim aklıma başka bir şey takıldı.
Bu gençlerin tamamına yakını öğrenciydi ve formalıydı. Bu çocukların televizyonda görüntülerinin yayınlanması da en az uygulama kadar vahimdir bence.
Samsun küçük bir yer. Bu çocukların öğretmenleri, aileleri, her şeye karışan aile büyükleri çok masum bir buluşmayı (hele ki televizyona yansımışsa) büyütebilir ve çocuklara zarar verebilirler.
Televizyon kanallarının da bu konuda daha dikkatli olması gerektiğini, hatta uyarılmaları gerektiğini düşünüyorum.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Kadın Haberleri 2005 Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 30 19-11-2006 16:22
2004 Baro Pulu 1.800.00 Tl Av. Bülent Sabri Akpunar Hukuk Haberleri 0 02-01-2004 18:25
Kadın Haberleri 2003 Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 61 29-12-2003 22:55
Kadın Haberleri 2002 Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 11 11-12-2002 22:46


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10983610 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.