Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Haberleri Türk Hukuk Sitesi duyuru, ilan ve haberleri.

THS E-RÖPORTAJLARI (2)--Doç.Dr. Şükran ŞIPKA

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 31-05-2007, 16:39   #1
Jeanne D'arc

 
Varsayılan THS E-RÖPORTAJLARI (2)--Doç.Dr. Şükran ŞIPKA

THS'de sohbet odası aktiviteleri, sanal konferans, söyleşi ve röportajlar düzenlemek üzere kurulan THS Sohbet ve Toplantı Organizasyonu Grubu'nun (STOG) ilk röportajı, Sayın Admin tarafından Sayın Aydın Başar ile yapılmış ve üyelerimiz tarafından zevkle okunmuş idi.

İkinci e-röportajımızın konuğu ise; Doç.Dr. Sayın Şükran Şıpka.

Medeni Hukuk dalında yetkin bir akademisyen olan Doç. Dr. Şükran Şıpka, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden emekli olmuş, halen İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapmaktadır.

Sayın Şıpka, özellikle Aile Hukuku alanında değerli katkılarda bulunan bir THS üyesidir.


Röportaj teklifimizi kabul eden Sayın Doç.Dr.Şükran Şıpka'ya ve her ne kadar röportaj benim adımla yayınlansa da gerek soruların hazırlanması, gerek tasnif ve tashihi sırasında, gerekse rötuşlarda yardımlarını esirgemeyen başta Sayın Admin, Sayın Av.Can Doğanel olmak üzere tüm yönetim ekibine teşekkür ederim.

Saygılarımla.
Jeanne D'arc

DOÇ.DR. ŞÜKRAN ŞIPKA'NIN ÖZGEÇMİŞİ:

1959 doğumlu olan Şükran ŞIPKA,1978 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1982 yılında mezun olmuştur. Bir yıllık avukatlık stajının ardından, 1983 yılında aynı fakültenin Medeni Hukuk Anabilim dalında araştırma görevlisi olarak göreve başlamıştır. Yüksek Lisans ve Doktora derslerini yine bu fakülte bünyesinde bitirmiştir. 1990-91 yılları arasında Federal Almanya – Hamburg Max Planc Enstitüsü ve Bremen Hukuk Fakültesi’nde doktora tezi çalışmalarını yürütmüş ve ayrıca aynı fakültede Türk öğrencilerine yönelik olarak Medeni Hukuka Giriş dersi vermiştir.

1993 yılında “Kanuni Şuf’a (Yasal Önalım) Hakkı” adlı eseri ile doktor unvanı almıştır. Aynı yılın Kasım ayında Yardımcı Doçent olmuş, İstanbul Hukuk ve İktisat Fakülteleri’nde Medeni Hukuk ve Borçlar Hukuku dersleri vermiştir. Bu arada çeşitli hükümetler döneminde hazırlanan Medeni Kanun Tasarısı hazırlık çalışmalarına, fakültenin Medeni Hukuk komisyonlarındaki raporları, kişisel çalışmaları ve makaleleri ile katkıda bulunmuştur.

Yeni Medeni Kanun’un kabulü ile birlikte çeşitli illerde baroların ve kadın kuruluşlarının düzenlediği toplantılarda yeni Medeni Kanun hükümlerini tanıtmaya çalışmıştır.

2002 – 2003 Çağa Hukuk Vakfı Ödülü olarak kazanmış olduğu yurtdışı destek bursunu değerlendirmek üzere Kasım 2003–Şubat 2004 tarihleri arasında İsviçre-Bern Hukuk Fakültesi bünyesinde “Zivilistisches Seminare” Enstitüsü’nde, yeni yasal mal rejimine ilişkin çalışmalarda bulunmuştur.

3 Ekim 2003 tarihinde “doçent” unvanına hak kazanmıştır. Doçentlik takdim tezi olarak “Türk Medeni Kanunu’nda Aile Konutu İle İlgili İşlemlerde Diğer Eşin Rızası (TMK m.194)” adlı kitabı yayınlanmıştır.

Eylül 2004’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden emekli olan Şükran ŞIPKA, 1 Ekim 2004’den itibaren İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaya devam etmektedir.

Şükran ŞIPKA Kimdir? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

1959 yılı Temmuz ayında, Marmara adalarından, haritada bile yer almayan “Ekinlik adası”nda doğdum. (Bu ada son yıllarda başbakanın yaz tatiline gittiği yer olarak basında yer almıştır). Ancak kökenimiz, Kafkasya’dan Kırım’a yerleşen TAMANOĞLU sülalesine dayanıyor. (Bekarlık soyadım da Taman idi !)

Bu adada çok mutlu bir çocukluk dönemi geçirdim. Deniz, doğa, bağ ve bahçeler içinde, adaya adını veren EKİN ve harman zamanını hala rüyalarımda yeniden yaşarım. 6 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuyum. Aslında istenmeyen “tekne kazıntısı” olduğum, rahmetli annem tarafından sık sık anlatılırdı. Adada kürtaj mümkün olamayacağından, annem 9 doğum yapmış, 3’ü sonradan çeşitli hastalıklardan ölmüş. Dedem, babam ve amcamlar deniz ticareti ile uğraştıklarından, 6 yaşından sonra İstanbul’a göç ettik.

İstanbul’a gelince, ağabey ve ablalarımın maalesef bulamadığı eğitim olanaklarını, ben sonuna kadar zorladım ve her zaman çok başarılı bir öğrenci oldum.

Ortaokula kaydolduğumda, küçük ağabeyim de aynı okulun lise son sınıfındaydı ve “almanca” dilinde okuyordu. Ben de “İngilizce” sınıfında yer olmadığından, büyüklerin kararı ile “almanca” sınıfına kaydoldum. Ve sanırım, benim Medeni Hukuk kariyerim de işte o zaman, henüz 11 yaşındayken başlamıştı.. Bunun nedenini aşağıda anlatacağım.

1977 yılında liseden mezun olduğumda en büyük idealim doktor olmaktı (lisenin fen kolundan başarı ile mezun olmuştum). Ancak üniversite giriş sınavlarında iki yıl denememe rağmen olmayınca, ikinci yıl tercihlerim arasına İstanbul Hukuk Fakültesini de (sadece devam zorunluluğu olmadığı için) eklemiştim. Bunun nedeni de babamın beni, siyasi olayların yoğunluğu nedeniyle üniversiteye göndermek istememesi idi.

Sonuçta, 1978’de İstanbul Hukuk Fakültesini yüksek bir puanla kazandım.İlk iki yıl, anarşi ve siyasi olaylar nedeniyle, derslere devam edemedim, sadece sınavlara girdim. 1980 ihtilalinin benim için tek olumlu yönü, derslere güvenli bir şekilde devam edebilmem oldu ve bu sayede hukuk derslerini büyük bir zevkle izledim, fakülte hocalarım ile iyi bir ilişkim oldu.

1982 Haziran’ında mezun olduğumda, avukatlık stajı için baroya başvurdum. Ne olacağıma henüz karar veremediğim bu dönemde Av. Kazım KOLCUOĞLU’nun (şu andaki İstanbul Barosu başkanı) bürosunda staja başladım. O esnada İstanbul Üniversitesinde Yüksek Lisans sınavı açıldığını öğrenince, biz aynı sınıftan 15-20 arkadaş bu sınava katıldık ve kazandık. Bunun üzerine 1982 Ekim’den itibaren bir yandan YL.derslerine , bir yandan da avukatlık stajına devam ettim. Derslerimize dönemin en iyi hocaları, Prof. Zahit İMRE, Prof. Kemal OĞUZMAN, Prof. Rabi KORAL, Prof.Necip KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Prof. Aytekin ATAAY, Prof. Ünal TEKİNALP, Prof. İlhan ULUSAN, Prof. Gülören TEKİNALP geliyordu. Bu dönem hukuk eğitimimim en verimli dönemi oldu ve akademisyen olmaya o zaman karar verdim.

YÖK’ün torba kadro dağıttığı 1983 yılının Nisan ayında biz tüm arkadaşlar Araştırma Görevlisi olmak üzere başvurduk. Ben öncelikle ailemizin mesleği nedeniyle, Deniz Ticareti kürsüsüne dilekçemi sundum. Ancak bu kürsüde özellikle iyi derecede “İngilizce” dili arandığını öğrenince, dilekçemi çekip, rahmetli Hoca’m Zahit İMRE’nin talebi ve yönlendirmesi üzerine, “almanca dili” tercih edilen “Medeni Hukuk” için dilekçe verdim. 1983 Eylül’ünde Araştırma Görevlisi olarak atandım. İşte ortaokula kaydolurken, hiç istemeyerek verildiğim “almanca” branşı, beni bu şekilde “Medeni Hukukçu” yapmıştır. Bundan sonrası yukarıda özgeçmişimde özetlenmiştir. Ben bugünkü kariyerimin nedeninin, biraz benim başarılarım, ama büyük oranda kaderim olduğuna inanıyorum.

“Akademik kariyere hiç başlamasaydım keşke" dediğiniz hiç oldu mu? Bir şans daha verilse tercihiniz yine aynı mı olurdu? Kariyer olarak akademisyenliği hedefleyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Evet, oldu. Yüksek Lisans tezimi sunma aşamasında evlendim. Doktora sözlü yeterlilik sınavı esnasında ise(1986 Temmuz), ilk çocuğum doğmuştu. Onu bebekken kayınvalideme bırakıp, sabahlara kadar ders çalışıyor ve bir yandan da üniversitede dersler, sınav görevleri, binlerce sınav kağıdı okuyor, listelere geçiriyordum. ( O tarihlerde her dönemde iki vize, sınavlar, bütünlemeler ve öğrenci afları çok sık idi. Sürekli sınav yapıp kağıt okurduk). Ayrıca çok sevdiğim Zahit İMRE Hoca emekli olmuştu ve onun yerine simdi adını vermek istemediğim, insan ilişkileri zayıf ve anlayışsız bir Hoca’yı asiste ediyordum. O dönemde istifa etmeyi düşündüm, ama eşim, mesleğimi ne kadar sevdiğimi bildiğinden beni vazgeçirdi.

Doktora tez çalışmaları için Almanya’ya giderken, o tarihte 3,5 yaşında olan oğlumdan ayrılamayacağımı anlayınca, onu da götürmüştüm. Ancak eşim mühendisti ve bizimle gelememişti. Oğlum, baba özleminden sürekli hasta oluyordu. Benim çalışma verimim de düşmüştü. O tarihte yeniden istifa etmeyi düşündüm. Bu defa eşim (halen sakladığım) uzun bir mektup yazarak, beni bu düşüncemden vazgeçirdi ve hemen 15 gün için yanımıza geldi.

Evet, tüm zorluklarına rağmen bir şans daha verilse ve yine aynı kişi ile evli olursam, yeniden akademisyen olurdum. Özellikle araştırmacılık insana yeni ufuklar açıyor, kısır kalmıyorsunuz. Öğrencilik hayatınız hiç bitmiyor. En güzel yanı da bilgilerinizi öğrencilerinize aktarmaktır. Ben aynı zamanda iyi bir öğretici olduğuma inanıyorum. Derslerimde öğrencilerimin gözlerinden bunu anlayabiliyorum, halen her dersimin sonunda büyük bir mutluluk ve iç huzuru duyarım.

Akademisyen olmak isteyen genci ben –deyim yerindeyse- gözünden anlarım. 15 dakika sohbet ile, kimin kariyer yapabileceğini ve başarıp başaramayacağını artık değerlendirebiliyorum. Özellikle okumayı ve araştırmayı çok seven, saatlerce sıkılmadan kütüphanede kalabilen, yeni yeni kaynaklar keşfeden ve bunları özümseyebilen gençlere akademisyenliği hararetle tavsiye ederim. Ancak bayanlara tavsiyem hep şu olmuştur: Evlenin ama doktora tezinizi bitirinceye kadar çocuk sahibi olmayın! Bayan asistanlarımdan bazıları bu öğüdümü ciddiye almış ve anne olmayı sonraya ertelediklerini söylemişlerdir. İyi mi yaptım bilmiyorum? Son olarak, akademisyen eşi olmak da büyük bir sabır ve özveri gerektirir, bu da unutulmamalıdır.

Mal rejimlerine dair kanuni düzenlemeyi genel hatlarıyla değerlendirir misiniz? Aile hukukuna özgü bir konu olan mal rejimlerinin bu kadar karmaşık düzenlenmesi sizce doğru mudur? Mal rejiminin tasfiyesine dair davalarda kanunda öngörülen hesaplamaları yapacak yeterli alt yapı ve uzman bulunmakta mıdır? Bu hususta düzenlenecek raporlar adil ve güvenilir midir?

İsviçre’den aynen alınan bu sistemin her ne kadar çok adil bir sistem olduğuna inanmaktaysam da, şu an itibariyle Mahkemelerimizde İsviçre ile aynı uygulama kabiliyeti bulamayacağı kanaatindeyim. Kaynak aldığımız ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı, nüfus yoğunluğu ve dava sayısı, kayıtlı ekonomi, taşınmaz değerlerinin tapuda da değişmezliği, muvazaalı devirlere itibar etmemeleri, uzman aile hukukçularının bulunması, aile mediasyonu ve danışmanlığının yaygın olması, vb. daha bir çok nedenden dolayı aynı uygulama sözkonusu olamayacaktır. Ancak, aile hakimlerimizin ve Yargıtay’ın konuya duyarlı yaklaşımı ile, bize özgü bir uygulama alanı kazanılacağına inanıyorum.

Şu an itibariyle mal rejiminin tasfiyesini yapabilecek -benim tanıdığım- uzman bilirkişi sayısının tüm Türkiye’de birkaç kişi olduğunu biliyorum. Bana taşradan, başka şehirlerden adıma talimatla dosyalar gelmektedir. Ben kendi adıma yanımda genç avukatları bu konuda yetiştiriyorum. Ancak bu alanda avukat ya da bilirkişi olarak, halen sistemin özünün henüz kavranamadığı kanaatindeyim. Bir an önce baroların bu konuda eğitim vermesi gerekir.

Yeni MK'nın Aile ve Miras Hukuku alanlarına içten içe nüfuz etmiş feminist yaklaşım, adaleti sağlama amacına ne kadar imkan tanımaktadır? (Yani feminist örgütlerin yoğun kulis çalışması neticesinde, yeni TMK'nın Aile ve Miras Hukuku alanlarında yapılan düzenlemeler, eşler arasında ve özellikle kadın bakımından adaleti sağlama amacına ulaşmış mıdır?)

Türkiye’de kadın hareketleri özellikle 90’lı yıllardan sonra çok etkili olmuştur. Ben bunu feminist bir yaklaşım olarak algılamıyorum. Meclisin yıllardır yapamadığını, sivil kadın örgütlerinin baskısı ile yapmak zorunda kalmasıdır bu durum. Çok da etkili ve iyi olmuştur. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kadının- ve çocuğun- insan haklarına bakış açısını değiştirmeye yönelik çalışmalardır bunlar. Türkiye’nin imzaladığı ve yürürlüğe koyduğu bir çok önemli uluslar arası sözleşmelerin de gereğidir. Yasal mal rejiminin de –uygulama zorluğuna rağmen- meslek sahibi olmayan, olup da evde çalışan evli kadınlarımızın garantisi olacağına inanıyorum.

Boşanmaya ilişkin hukuki düzenleme hakkındaki düşünceniz nedir? Boşanmanın idari işlem haline getirilmesi hakkında ne düşünürsünüz? Mesala noter veya idari bir memur huzurunda, taraf ortak iradelerinin açıklanmasıyla boşanmaya karar verilebilmeli midir? Yarar ve sakıncaları neler olabilir? Boşanma ile ilgili hukuki prosedür sizce nasıl olmalıdır?

Boşanmaya ilişkin hukuki düzenlemenin yakın zamanda değiştirilmesi gerektiğini savunuyorum. Ancak bu görüşüm, boşanmanın idari işlem haline getirilmesi, noter veya idari bir memur huzurunda, taraf ortak iradelerinin açıklanmasıyla boşanmaya karar verilebilmesi şekli için değildir ve bana göre bu durum henüz sakıncalıdır. Halen en demokratik ülkelerde bile böyle bir sistem yoktur. Sadece bazı İslam ülkelerine mahsus bir boşanma sistemidir.

Avrupa Birliği içinde aile ve boşanma hukuku alanında bazı çalışmalar var. Çeşitli ülkelerden akademik kadroların oluşturduğu ve 2002 yılında faaliyete geçen AB aile hukuku çalışma komisyonunun (CEFL) iki yılda bir yapılan toplantılarında, tüm AB ülkelerinde uygulanmak üzere bazı prensip kararları alınmaktadır. (bkz. www. 2.law.uu.nl/priv/cefl/Reports/Principles%20-%20English.pdf ).

Bu prensip kararlarında öne çıkan hususlar, her ülkede aynı boşanma nedenlerinin yer alması, kusur ilkesinin kaldırılması, fiili ayrılık sürelerinin kısaltılması, anlaşmalı boşanmada düşünme süresi tanınması, aile mediasyonunun zorunlu tutulması, tarafların ve çocukların hakim tarafından dinlenmesi zorunluluğu, boşanma sonrası nafakanın ihtiyaca ve hakkaniyete göre düzenlenmesi, ve nihayet, Avrupa Birliği’nde Aile Hukuku kurallarının uyumlaştırılması ile birlikte, eşlerin farklı devletlerde birbirinden farklı boşanma sonuçları elde etme çabalarının engellenmesi, yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizine gerek kalmadan her ülkede uygulanabilmesidir.

Ben de bu Haziran ayında Norveç-Oslo’da yapılacak olan komisyonun üçüncü toplantısına dinleyici olarak katılacağım. Türkiye’den ilk başvuran ben olmuşum, onun için çok ilgilendiler ve gelecek toplantıda tebliğ sunmamı istediler.

Sonuç olarak, her ne kadar aile hukuku en “milli hukuk dalı” olarak tanımlansa ve bir ülkenin sosyal yapısını, kültürünü, geleneğini yansıtsa da, aile hukukumuzun da artık uluslar arası hukuk ile uyum sağlaması gerektiğine inanıyor ve bu AB – CEFL toplantısını önemsiyorum. Özellikle sınır ötesi evliliklerin artması, boşanma yargılamasının özelliği, boşanma öncesi eşlerin mediasyona tabi tutulması, çatışmalı boşanmaların mümkün oldukça anlaşmalı boşanmaya dönüştürülmesi süreçlerinin bizi de AB aile hukuku prensiplerine yaklaştıracağı inancındayım.

Tüm bu nedenlerle, ülkemizde de boşanma nedenlerinin “kusur ilkesi”nden bağımsız olarak sadece “fiili ayrılık” ve “anlaşmalı boşanma” nedenleri ile sınırlandırılması gerektiği kanaatindeyim. Bu yasal değişikliğin bir an önce yapılması gerekir. Buna karşılık mali sonuçlarda evliliğin süresi, tarafların kusur durumu, eşlerin geliri ve mağduriyeti kriterlerine dayalı, belirli süreli yeni bir nafaka sistemi oluşturulmalıdır. Aile Mahkemelerinin kurulması ise bu süreçte çok isabetli olmuştur.

Aile hukuku alanında gerçekleştirmek istediğiniz bir proje, yayınlamak istediğiniz çalışmalar var mı?

Ben kendimi artık bir aile hukukçusu olarak görmeye başladığımdan beri (Ocak 2002’den itibaren) tüm çalışmalarımı ve halen görevli olduğum üniversitedeki derslerimi bu yapı üzerine oluşturdum. Önce yeni Medeni Kanunu tanıtmak üzere bir çok baronun davetini kabul ettim , toplantılara katıldım. İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi ve Komisyonu ile ortak çalışmalar, toplantılar yaptım. Yazılı ve görsel medyada yeni aile hukuku hükümlerini tanıtmaya çalıştım. Üniversitede İstanbul Barosu ile ortak “Uygulamalı Aile Hukuku Sertifika Programları” yaptım. Bu programlarıma, aile hakimleri, avukatlar, akademisyenler, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi üyeleri ve Almanya’dan birçok avukat ilgi gösterdi. Bu çalışmaları iki kitap haline getirdim.

Mal rejimi konusunda halen eğitimler veriyorum, bilirkişilik yapıyorum.

İstanbul Bakırköy’de yeni adliye civarında “Aile Sorunları Merkezi” açtım. (http://www.sipkasipka.com.

Şu sıralar -en büyük idealim olan- “Aile Hukuku Derneği”ni kurmak üzereyiz. Prof.Dr. Aysel ÇELİKEL ile birlikte yürüttüğüm bu dernek çalışmasına, aile hakimlerimiz, bazı akademisyenler, medeni hukuk hocaları da katılacaktır. Bu dernek çatısı altında öncelikle sürekli bir yayın olarak “aile hukuku dergisi” çıkarmak ve tüm Türkiye’deki aile hakimlerini İstanbul’da yapacağımız “Aile Kurultayı” na davet etmek istiyorum.

Yapmak isteyip de yapamadığım şeyler ise; yarım kalan aile hukuku kitabımı ve 2003 Kasım ayında İsviçre’de yazmaya başladığım mal rejimi şerhimi tamamlayamadım. Akademik kariyere benimle başlayan arkadaşlarım yıllar önce profesör oldular, ben olamadım ama o esnada bir çocuk sahibi daha oldum. Şu anda 10 yaşında olan dünya güzeli bir kızım var. Oğlum doktora, kızım ise doçentlik kariyerimin en güzel eserleridir, onları da ülkeye, dünyaya hayırlı evlatlar olarak yetiştirmeye çalıştım. Vakit bulur da kitaplarımı tamamlayabilirsem, seneye profesörlük ünvanını da almayı düşünüyorum. Benim için önemli olan profesör olmak değil, bu dünyaya yararlı eserler, güzel ve temiz bir isim bırakabilmektir. Tüm çalışmalarım da bu arzumun yansımalarıdır zaten.

Bu röportaj benim için hayatıma yeniden bir bakıştı. Hiç de kolay olmamış kariyerim. Ancak hayatımı sizlerle paylaştığım ve yaptıklarımdan keyif aldığım için çok mutluyum.
Ş.ŞIPKA
Old 01-06-2007, 16:23   #2
muratsadioğlu

 
Varsayılan Çok yararlı bir çalışma..

Alıntı:
Yazan Doç.Dr.Ş.Şıpka
Türkiye’de kadın hareketleri özellikle 90’lı yıllardan sonra çok etkili olmuştur. Ben bunu feminist bir yaklaşım olarak algılamıyorum. Meclisin yıllardır yapamadığını, sivil kadın örgütlerinin baskısı ile yapmak zorunda kalmasıdır bu durum. Çok da etkili ve iyi olmuştur. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kadının- ve çocuğun- insan haklarına bakış açısını değiştirmeye yönelik çalışmalardır bunlar.

Jeanne D'arc Arkadaşım,

Usta bir Gazeteci olgunluğu var röportajınızda.
Doç.Dr.Sayın Şıpka,aile hukukumuzda,özellikle mal rejimi ve boşanma konusunda yeni açılımlar önermektedirler.Kadın hareketine getirdiği yorum da çok umut verici..
Aklımın almadığı,sizin 'Noter veya Resmi Memur huzurunda boşanma olanağı''na ilişkin sorunuz..Doğrusu çok ilginç.Bence de güvenli bir yöntem
değil. Ülkemizde böyle bir boşanma yöntemi yürürlük kazanırsa adı,J.D'arc Usulü Boşanma olmalı.
Elinize sağlık.
Old 01-06-2007, 17:19   #3
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın muratsadioğlu,

Hatırlarsanız; röportaj girişinde,

Alıntı:
Yazan Ben
... her ne kadar röportaj benim adımla yayınlansa da gerek soruların hazırlanması, gerek tasnif ve tashihi sırasında, gerekse rötuşlarda yardımlarını esirgemeyen başta Sayın Admin, Sayın Av.Can Doğanel olmak üzere tüm yönetim ekibine teşekkür ederim.

demiştim, eksik kalmış. Sayenizde tamamlama fırsatı oldu, sağ olunuz. Katkı sağlayan tüm THS üyelerine de teşekkür ederim. Yani röportajın benim adımla yayınlanması sizi yanıltmasın; temelinde bir çok kişinin emeği olan bir çalışmadır.

Sizde tereddütlere yol açan sorunun kaynağına baktığımda; sohbet odası müdavimlerince sorulan bir soru olduğunu gördüm. Net kaynak veremesem de sorunun orijini sohbet odasıdır.

Saygılarımla.


Ps."Jeanne D'arc" ismi aklıma hep ateşi, yangını getiriyor nedense!? İşbu halde tüm boşanmalar biraz "yana yakıla" yani biraz "Jeanne D'arc usulü" değil midir zaten? Ayrı bir tür olarak kabulde ısrarlı iseniz; anlaşmalı boşanmaya rakip olabilir mi dersiniz?
Old 01-06-2007, 19:01   #4
muratsadioğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Jeanne D'arc

Yer: İSTANBUL
Mesajlar: 1,168
Teşekkür: 458
Saygılarımla.
Jeanne D'arc

Sayın Jeanne D'arc,

Zevkle okuduğum röportajın etiketi yukarıda..
Görüldüğü gibi röportaj yasal olarak sizin eseriniz.Düşünsel hakları size ait olduğu gibi;bir suç işlenmişse sorumluluğu da.
Bir süre,naçizane,Yayın Yönetmenliği yaptığım için,halka sunuluncaya kadar her eserin mutfaktan geçtiğini bilirim.
Bu nedenle de eser sahibinin teşekkürü gelenekseldir.Diyeceğim:sizinki profesyonelce bir davranış.Bunun için de ayrıca kutlarım.
Saygılarımla.
Old 02-06-2007, 10:43   #5
Kemal Yıldırım

 
Varsayılan

Sayın Dar'c ve Sayın Hocamız ŞIPKA'ya röportaj için teşekkürler...

Saygılar...
Old 05-06-2007, 16:17   #6
persona

 
Varsayılan

harika bir roportaj olmus, emegi gecen herkese cok tesekkurler.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06339598 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.