Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Serbest Meslekte Vergİ İncelemesi

Yanıt
Old 30-10-2006, 15:04   #1
ismailduygulu

 
Varsayılan Serbest Meslekte Vergİ İncelemesi

SERBEST MESLEKTE VERGİ İNCELEMESİ
Av. İsmail DUYGULU
I-Giriş:
1-Sosyal Devlet ve Verginin Yasallığı İlkesi:
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa’nın başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Demokratik sosyal hukuk devleti; insan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi ve mali tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin, adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirleri alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu, devam ettirmeğe kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı, kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimi uygulayan devlet demektir.
Demokratik hukuk devletlerinde, yasal yönetim ilkesi geçerlidir. Yönetimin eylem ve işlemlerini yasa çerçevesine bağlayan yasal yönetim ilkesi, yönetimin anayasaya uygun olması gereken yasalara bağlı kalmasını, yasaların tam ve doğru uygulanmasını sağlamaktadır. Vergiyi doğuran olayın yasada açık olarak düzenlenmesi zorunluluğu ve vergi hukukunda idarenin kural olarak bağlı yetkiye sahip olması, “yasal yönetim ilkesi”ni daha da sertleştirmektedir.
İnsanın yaşamına anlam verebilmesi, değerlerini gerçekleştirilebilmesi, her şeyden önce onun varlığının güvence altına alınmasına bağlıdır. Kişinin maddi ve manevi varlığını, öz melekelerini geliştirmek, yani maddi olanakların sunulması suretiyle bir yandan fiziksel bütünlüğünün korunmasını diğer yandan tinsel yönünün zenginleşmesinin sağlanmasını istemek onun en birincil hakkıdır. Nitekim 1982 Anayasasının 17’nci maddesi, “herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu” hükme bağlamış bulunmaktadır. İnsan ancak özgür karar ve davranışlarıyla içindeki değerlere uygun bir yaşama kavuşabilir ve ancak böyle yetkinleşip insan olma yolundaki istemini doyurabilir. Hukuk devleti ilkesi ile ağırlıklı olarak olumsuz statü hakları güvence altına alınırken, sosyal devlet ilkesi ile olumlu statü hakları gerçekleştirilir.
Anayasanın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırlama nedenlerini belirleyerek, yine kendi içinde sınırlama olanağı tanırken, bunun Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak yasayla yapılabileceği koşulunu getirmiş, ayrıca demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacaklarını ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacaklarını vurgulamıştır. Güdülen amaç ne olursa olsun, sınırlamalar özgürlüğün kullanılmasını tümüyle ortadan kaldıracak düzeyde ve ağırlıkta olamaz. Kamu yararı düşüncesine dayanan ceza yaptırımı bile Anayasayla belirlenen ayrık durumlar dışında bir hak ve özgürlükten tümüyle ve sonsuz yoksunluğu gerektirmez. Ancak belirli bir sınırlamayı getirebilir ki, bunun da koşulları Anayasanın 13. maddesinde temel nedenler olarak sayılmıştır. Hakkı ortadan kaldırıcı nitelikte aşırı, ölçüsüz sınırlama, Anayasaya aykırı ve geçersizdir.
Devlet, olumsuz davranarak yani kişiyi engellemeyerek ve onu koruyarak güvence altına almak; olumlu davranışlarda bulunarak onun çevresindeki engelleri kaldırarak, bireyin maddi ve manevi gelişimini sağlamak durumundadır. Devlet karşısında güçsüz konumda olan bireyler için hukuksal bir güvence olan verginin yasayla düzenlenmesi olgusu, içerik yönünden de “hukuka uygunluk” isteyecektir.
Vergi hukukuna ilişkin düzenlemeler, hemen hemen tüm hak ve özgürlükleri ilgilendirip etkileyen yasama işlemleridir. Devletin akçalı olanaklarının en önemli kaynağı olmak yönünden vergi, bu hak ve özgürlükleri kullanma ve bunlardan yararlanmayı, tümüyle ya da bir bölümüyle olanaklı ya da olanaksız kılar.
Vergi hukukunda, “vergilerin yasallığı ilkesi” geçerlidir. Bu ilke, vergilerin yasayla konulması, değiştirilmesi ve kaldırılmasının yanı sıra, kanunlara uygun ve doğru olarak alınmasını da içermektedir. 1982 Anayasası’nda verginin yasallığı ilkesi, “vergi ödevi” başlığını taşıyan 73. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu başlık “Temel Haklar ve Ödevler” kısmının, “Siyasi Haklar ve Ödevler” ile ilgili dördüncü bölümünde yer almaktadır. Buna göre, “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerinin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilebilir.” Yani, “Temsilsiz, yasasız vergi olmaz. Vergi belirgin ve açık olmalıdır.”
2-Serbest Meslek Kazancında Vergiyi Doğuran Olay:
Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır ve serbest meslek faaliyeti, “sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmıyan işlerin, bir işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında, kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.” Bu işi yapan kimselere serbest meslek erbabı denilir.
Gelir Vergisi Kanunumuza (GVK) göre, gelir vergisinin konusu gelirdir ve vergiyi doğuran olay, gelirin elde edilmesidir. Bu durumda gelir elde eden bir gerçek kişiden gelir vergisi talep edilebilir.
Serbest meslek erbabı bir avukatın serbest meslek kazancı, bir hesap dönemi içinde serbest meslek faaliyeti karşılığı olarak “tahsil edilen para ve ayınlar ve diğer suretlerle sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerden” bu faaliyet dolayısıyla yapılan giderler indirildikten sonra kalan farktır.
Serbest meslek erbabı, mesleki kazançlarını Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre tuttukları “Serbest meslek kazanç defteri”ne istinaden tespit ederler.
Aksine hüküm bulunmadıkça mükellefler ve dolayısıyla serbest meslek erbabları da gerçek usulde vergilendirilirler.
Gelir vergisi mükellefleri bir takvim yılı içinde elde ettikleri kazanç ve iratları için yıllık beyanname verirler ve mükelleflerin yabancı memleketlerde elde edilen kazanç ve iratları, üzerinde tasarruf edebildiği yılda elde edilmiş sayılır.
Serbest meslek mensubunun elde ettiği gelir nedeniyle serbest meslek makbuzu düzenlemesi gerekir. Serbest meslek erbabı, mesleki faaliyetlerine ilişkin her türlü tahsilatı için iki nüsha serbest meslek makbuzu tanzim etmek ve bir nüshasını müşteriye vermek, müşteri de bu makbuzu istemek ve almak mecburiyetindedir.
Serbest meslekte, vergiyi doğuran olay, Katma Değer Vergisi Kanunu m. 10/a’ya göre, “hizmetin ifası hallerinde, hizmetin yapılması anı” olarak kabul edilmiş ise de, GVK.’na göre, “gelir vergisinin konusu gelirdir ve vergiyi doğuran olay, gelirin elde edilmesidir.” GVK. m. 67/1’e göre, bir serbest meslek erbabının serbest meslek makbuzu düzenlemesi için, “tahsil” koşulu gerekir ve herhangi bir şekilde tahsilat yapılmaksızın serbest meslek makbuzu keşide edilmesi beklenemez. Vergi Usul Kanunu m.19’a göre de vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Yani tahakkuku tahsile bağlı olan bir vergide, tahsilat gerçekleşmeden serbest meslek makbuzunun keşide edilmesi söz konusu değildir.
Henüz serbest meslek erbabının müşterisi ya da müvekkilinden, bağımsız olarak tasarruf edebileceği, gelir niteliğinde herhangi bir ücret ya da kazanç tahsil etmeden, yani müşterisi ya da müvekkili bu nam ve ad altında bir ödeme yapmadan, vergiyi doğuran olay gerçekleşmemiş demektir ve serbest meslek erbabının da, herhangi bir şekilde serbest meslek makbuzu düzenlemesi gerekmez. Yani gelir vergisi açısından serbest meslek kazançlarında “elde etme” esastır.
Aksi halde, vergi idaresi tarafından, bir vergilendirme işlemi ile, serbest meslek erbabına, serbest meslek kazancı elde etmediği durumda, bu kazançtan dolayı gelir vergisi tarh olunması durumu, sebep yönünden hukuka aykırılık halidir. Bir başka anlatımla, tipiklik ilkesi gerçekleşmemiş sayılır.
Serbest meslek erbabı için;
1-Haberdar olmaları kaydıyla, namlarına, kamu müessesesine, icra dairesine, bankaya, notere veya postaya para yatırılması;
2-Serbest meslek kazancı olarak doğan alacağın başka şahsa temliki (temlikin ivazlı olup olmadığına bakılmaz. İvazlı temliklerde ivazın tahsil şartı aranmaz.) veya müşterisine olan borcu ile takası; tahsil hükmündedir.
Öte yandan, örneğin serbest meslek erbabı olan bir avukatın, müşterilerinden vergi, resim, harç, keşif, şahitlik, bilirkişilik ve ekspertiz gibi hususlara harcanmak üzere müşteri veya müvekkilden alınan ve tamamen bu hususlara sarf edilen para ve ayınlar kazanç sayılmaz. Müşteri veya müvekkilden, serbest meslek faaliyeti ile ilgili olmak üzere para ve ayın şeklinde alınan gider karşılıkları –ancak artar ise- kazanca ilave edilir.
Katma Değer Vergisi, mükelleflerin yazılı beyanları üzerine tarh olunur. Bu beyan ise vergi kesintisi yapmakla sorumlu tutulanlar tarafından yapılır.
3-Kazançtan İndirilebilecek Giderler ve KDV İndirimi:
Serbest meslek erbablarının mesleki giderleri GVK. m. 68’de sayılmıştır. Bunlar arasında, davaya konu edilen hizmetli ve işçilerin iş yerinde veya iş yerinin müştemilatındaki iaşe ve ibate giderleri , mesleki faaliyetin ifası için ödenen mal ve hizmet alım bedelleri ile mesleki faaliyetle ilgili seyahat ve ikamet giderleri kiralanan veya envantere dahil olan ve işte kullanılan taşıtların giderleri gider olarak kabul edilmiştir.
Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari bir vesika olup, serbest meslek erbabları da, yaptıkları giderler ile aldıkları hizmetler karşılığında tüccar kesiminden alacakları fatura ve diğer mükelleflerden alacakları fatura yerine geçen vesikalarını, muhasebe kayıtlarına işleyebilirler ve gider olarak indirim yapabilirler.
Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden (KDV), faaliyetlerine ilişkin olarak doğmuş olan, kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen KDV, ithal olunan mal ve hizmetler dolayısıyla ödenen KDV, götürü veya telafi edici usulde vergiye tabi mükelleflerden gerçek usulde vergilendirmeye geçenlerin, çıkarılan envantere göre hesap dönemi başındaki mallara ait fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen KDV’yi indirebilirler.
İndirim hakkı vergiyi doğuran olayın vukuu bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabilir. Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplama, mükellefin vergiye tabi işlemleri dolayısıyla hesaplan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez.
4-Hayat Standardı Uygulaması:
Türkiye’de 1982 yılından itibaren gelir vergisi mükellefleri için “Hayat Standardı Esası” uygulanmaya başlanmıştır. 4369 sayılı Kanunla 01.01.1999 tarihinden itibaren Hayat Standardı Esası yürürlükten kaldırılmış ise de, 4605 sayılı yasanın 5. maddesi ile değişik GVK Geçici 58. maddesi uyarınca 01.01.2000 ve 01.01.2001 tarihleri arasında, gelir vergisine tabi ticari kazanç ve serbest meslek erbabları, hayat standardı esasına tabi tutulmuşlar, hayat standardı temel gösterge tutarı ise 3.200.000.000.- TL. olarak belirlenmiştir. Buna göre zarar beyanları da dahil olmak üzere, bu faaliyetleri ile ilgili olarak beyan edecekleri kazançları, temel gösterge tutarlarına hayat standardı göstergelerine göre belirlenen ilavelerin yapılması suretiyle bulunacak tutardan düşük olduğu takdirde, temel gösterge tutarı, vergi tarhına esas gelirin hesaplanmasında ilgili kazanç tutarı olarak dikkate alınır.
Old 30-10-2006, 15:06   #2
ismailduygulu

 
Varsayılan Serbest Meslekte Vergİ İncelemesİ Yazisinin Devami

II-Vergi İncelemesi:
1-İnceleme yöntemi:
Kanun koyucu, vergilerin, hem ekonomik ve hem de toplumsal hayatımız bakımından öneminin bir sonucu olarak, beyan edilmesi gereken gelirlerin tam ve doğru olarak beyanını sağlamak üzere, sisteme çeşitli vergi oto kontrol müesseseleri dahil etmiş; bununla da yetinmemiş, beyan edilen gelirlerin, gerçekte beyan edilmesi gereken gelir olup olmadığının, daha sonra, vergi incelemeleri ile araştırılıp tespit edilmesini de hükme bağlamıştır. Şüphesiz ki vergi incelemeleri, gerçek gelirlerin beyan edilip edilmediğinin idarece kontrolünü sağlamanın yanı sıra, gelirin tam olarak beyan edilmesi konusunda caydırıcı fonksiyona sahip önemli bir enstrümandır.
Vergilendirme sistemimiz için işte bu önemi dolayısıyla, vergi incelemeleri, vergileme ile ilgili usul hükümlerinin yer aldığı Vergi Usul Kanunu’nda, oldukça ayrıntılı biçimde kurallara bağlanmıştır. Kanun koyucu, verginin Devlet ile vatandaşları arasında bir borç-alacak ilişkisi doğuruyor olmasını dikkate alarak, hem mükelleflere ve hem de inceleme ile yetkili olanlara çeşitli sorumluluklar yüklemiş, haklar tanımıştır.
Vergi incelemelerinin usulünün böylesine ayrıntılı kurallarla belirlenmiş olmasının mükellefler açısından gereği, verginin zora dayanan bir yükümlülük olması; inceleme elemanları bakımından gereği ise, incelemenin bir hukuki işlem olması ve işlemin de, vergi gibi, Devletle vatandaşları arasında bir borç-alacak ilişkisini içermesidir. Böyle bir işlemde, keyfiliğe hiçbir şekilde yer yoktur. Hem mükelleflerin ve hem de inceleme ile yetkili olanların, kendilerine tanınan hakları kullanırken, yüklenen sorumluluklara da tam olarak uymaları gerekmektedir.
Bu sorumluluklara uyulmaması, inceleme sonucunda tarh edilen verginin yargı organlarınca iptaline sebep olabileceği gibi, bu güne kadar pek işletilmese de, inceleme elemanları hakkında kişisel davalar açılmasını da gündeme getirebilecektir. Çünkü, inceleme elemanları da, diğer kamu görevlileri gibi, görevleri sırasında kişilere verdikleri maddi ve manevi zararları tazmin etmekle yükümlü bulunmaktadırlar.
Örneğin, mükellefler, vergilemeye ilişkin kayıtlarını tuttukları defterler ile bu kayıtlara dayanak teşkil eden belgelerini, inceleme ile yetkili olanların usulüne uygun ve yazılı talepleri üzerine, verilen süre içinde ibraz etmekle yükümlü tutulurken; inceleme elemanları da, incelemeyi -iş yerinin müsait olmaması, ölüm, işin daha önce terkedilmiş olması gibi zorunlu sebepler veya mükellefin işyerinde yapılmamasını talep etmesi hali dışında-, mükellefin işyerinde yapmakla sorumlu tutulmuşlardır. Yine, mükellefler, incelemenin işyerinde yapıldığı durumlarda, inceleme elemanına, inceleme için elverişli -incelemenin gerektirdiği asgari çalışma koşullarına uygun- bir çalışma alanı göstermekle yükümlü tutulurken; inceleme elemanlarının da, çalışmalarını -mükellefin rızası olmadıkça-, resmi çalışma saatleri ile sınırlı tutmaları hükme bağlanmıştır.
a)Vergi incelemesinin yapılacağı yer:
Vergi incelemeleri, esas itibariyle incelemeye tabi olanın iş yerinde yapılır. İş yerinin müsait olmaması, ölüm, işin terk edilmesi gibi zaruri sebeplerle incelemenin yerinde yapılması imkânsız olur veya mükellef ve vergi sorumluları isterlerse inceleme dairede yapılabilir. Bu takdirde incelemeye tabi olanın lüzumlu defter ve vesikalarını daireye getirmesi kendisinden yazılı olarak istenilir. İncelemenin dairede yapılması halinde istenilen defter veya vesikaları belli edilen zamanda mazeretsiz olarak getirmeyenler, bunları ibraz etmemiş sayılırlar. Haklı bir mazeret gösterenlere, defter ve vesikalarını daireye getirmesi için münasip bir mühlet verilir.
Bunda güdülen amaç ise, inceleme elemanının işletmeyi gezip görmesi, işin türü, niteliği ve genişliği hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamaktır. İncelemenin işyerinde yapılmasının pratik yararları yanında, işletmenin işleriyle yakından ilgili olmak ve mükellefle idare arasındaki ilişkilerin karşılıklı iş birliği ve anlayış içerisinde geçmesini sağlamak da, beklenilen yararlardandır.
İnceleme elemanlarının -yukarıda açıklanan yasanın emredici hükmüne uymadan-, defter ve belgelerin yazı veya telefonla idareye getirilmesini istemesi ve vergi incelemesini vergi yönetimine ait binada, kendilerine tahsis edilmiş bulunan bürosunda yapması hukuken mümkün değildir.
Ancak, iş yerinin inceleme yapılmasına elverişli olmaması, ölüm ve işi terk gibi nedenlere bağlı olarak işyerinde fiilen çalışma olanağının kalmaması veya mükellefin yazı ile talep etmesi veya talep ettiğinin inceleme elemanının düzenleyeceği bir tutanak ile tespit edilmesi halinde vergi incelemesi inceleme elemanlarının bürosunda yapılabilir.
İnceleme elemanlarının, yukarıda belirtilen istisnai durumlar söz konusu olmaksızın, defter ve belgelerin doğrudan doğruya vergi incelemesi yapılmak üzere idareye ibrazını istemeleri yasal değildir. Bu gibi durumlarda, mükellefin defter ve belgeleri ibraz etmemesi üzerine, mükellef aleyhine herhangi bir işlem yapılamaz ve re’sen takdir yoluyla vergi de salınamaz.
Bu konuda Danıştay ve Yargıtay görüş birliği içindedir.
b)İncelemenin Hukuki Yönü:
Vergi incelemesi, vergi yükümlüleri ve sorumluları; defter, kayıt ve belgelerin doğruluğu karinesine dayandıkları sürece, bunlar çerçevesinde, vergi mevzuatına uygunluk denetimi faaliyeti ile çeşitli teknik ve yöntemlerle yapılan muhasebe denetimi faaliyeti; eğer vergi yönetimi tarafından belirtilen karine çürütülürse, artık defter, kayıt ve belgelerle bağlı kalmaksızın, işletme içinde veya dışında toplanan bilgiler ve ekonomik yaklaşımla delil serbestliği ilkesine göre her türlü delilden ve bazı karinelerden yararlanılarak yapılan araştırma faaliyetleridir.
Ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmaya, tespit etmeye ve sağlamaya yönelik olarak, vergi yönetimi tarafından yapılan incelemelere vergi incelemesi denilir. Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır.
Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 148. maddesine göre, kamu idare ve müesseseleri, mükellefler veya mükelleflerle muamelede bulunan gerçek veya tüzel kişiler vergi incelemesine yetkili olanların inceleme kapsamı ile ilgili istedikleri tüm bilgi ve belgeleri vermek zorundadırlar.
Vergi incelemesine yetkili olanlar gerçek veya tüzel kişilerden bilgi isteme suretiyle bilgi alabilecekleri gibi karşıt inceleme yöntemiyle de tespit yapabilirler. Ayrıca değişik kaynaklardan alınabilecek bilgi ve belgelerde vergi incelemesi sırasında değerlendirmeye tabi tutulur.
Vergi incelemesi sırasında değerlendirilebilecek bilgi ve belgelere örnek olarak aşağıdaki hususlar sayılabilir;
1-Vergi dairesindeki kayıtlardan çıkarılacak bilgiler,
2-İstihbarat arşivindeki bilgiler
3-Mükellefle irtibatlı olan alıcı veya satıcılardan alınan bilgiler
4-Tanık ifadeleri
5-Resmi daireler, bankalar, sigorta şirketleri, tapu daireleri, noterler, mahkemeler gibi iz bırakacak nitelikteki işlemler açısından alınacak bilgi ve belgeler
6-Nakliye şirketlerinden alınacak bilgiler,
7-Fiili envanter yapılması,
8-Mükellefin özel giderleri, servet durumu, kendisi eşi ve çocuklarının yaşam seviyesi gibi.
Vergi inceleme elemanları gerekli gördükleri hallerde gerekçe belirtmek suretiyle arama kararı vermeye yetkili sulh yargıcından yazılı olarak izin talep etmesi ve sulh yargıcının istenilen yerde arama yapılmasına izin vermesi halinde, VUK’nun 142-147. maddeleri uyarınca aramalı vergi incelemesi yapmaya da yetkilidirler. Yine inceleme elemanlarının 6183 sayılı kanunun 9 ve 13. maddelerinde belirtilen şartların oluşması halinde vergi incelemesi tamamlanmadan yapılacak ilk hesaplamalara göre belirlenen bir tutar üzerinden mükellefin sahip olduğu menkul ve gayrimenkul mallara (banka hesapları dahil) ihtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk uygulatmaya da yetkilidirler.
İnceleme sonucunda vergilendirme ile ilgili olaylar ve hesap durumları tutanakla tespit edilir. Mükellef ve ilgililerin vergi incelemesine itirazları varsa bu itirazlar da tutanağa geçirilmelidir.
Danıştay’a göre, “yeterli bir vergi incelemesinin yapılmış olduğundan söz edebilmek için, vergileme ile ilgili olaylarla hesap durumlarının ve bu arada ilgililerin tutanağa geçirilen itiraz veya mülahazalarının inandırıcı biçimde araştırılması, eleştirilecek hususlarla ilgili saptamaların sağlıklı yapılması ve saptanan hususların isabetli bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir.”
İtirazi kayıt konulmadan imzalanmış bir tutanağın ve bu tutanakta yer alan mükellef beyanı yeterli olmayıp, iddiaların incelenmesi ve kesin olarak kanıtlanması gerekir. Somut olayımızda ve vergi denetmeninin inceleme raporunda böyle bir incelemenin halin icaplarına uygun bir araştırma yapıldığının en ufak bir kanıt yoktur.
Vergi incelemesi ile ödenmesi gereken bir vergi tespiti yapmak ve bunun ödenmesinin sağlamak gerekir. Ancak ödenmesi gereken bir vergi yokken, böyle bir yola başvurulması ise hukuki değildir. Her inceleme sonucu tarhiyat ya da ceza ile sonuçlanacak diye bir kural yoktur. Yani inceleme yapılırken ille de vergi yükümlüsünü haksız çıkarmaya yönelik “kriminalistik” bir soruşturma niteliği kazanmaması gerektiği, şayet bu husus amaçlanırsa, vergi ahlakı için bir tehlike oluşturacağı, yükümlülerin beyanlarının doğruluğunun araştırılması ve incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Gerçekten de vergi incelemesi ile beyan esasına dayanan vergi sisteminde, beyanları güvenilir hale getirmek, doğru beyanı sağlamak amaçlanmalı, bunun dışında ise ille de yükümlülere ceza sonuçlu işlem yapılmak amaçlanmamalıdır.
Usule ilişkin olduğu gerekçesi ile pek fazla üzerinde durulmasa da, Danıştay’ın, inceleme yerinin tespiti konusunda inceleme elemanı tarafından gösterilmesi gereken tavrın gösterilmediği gerekçesi ile, tarhiyatı iptal ettiği kararları mevcuttur. Örneğin, bunlardan birinde, özetle, ‘’ ... 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 30/3 üncü maddesince bu Kanuna göre tutulması mecburi olan defterlerin madde hükmünde sayılan diğer hallerin yanı sıra vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmemesi hali de re’sen takdir nedeni olarak belirtilmiş ise de, aynı Kanunun 139 uncu maddesinde, vergi incelemelerinin esas itibarıyla incelemeye tabi olanın işyerinde yapılacağı, işyerinin müsait olmaması, ölüm, işin terk edilmesi gibi zaruri durumlarda incelemenin dairede yapılabileceği, bu takdirde incelemeye tabi olanın lüzümlu defter ve vesikalarını daireye getirmesinin kendisinden yazılı olarak isteneceği hükme bağlanmış olduğundan, bu hükmün gereğine uyulmadan doğrudan yazı yazılarak incelenmek üzere istenilen defter ve belgelerin ibraz edilmediği gerekçesiyle re’sen takdir sebebinin varlığından söz edilmesi mümkün değildir...’’ denilmiştir.
Yine aynı konuda, Danıştay Üçüncü Dairesince verilen bir başka kararda da, işyerinin vergi incelemesi yapmaya elverişli olmadığı veya ölüm, işin terki gibi nedenlerle incelemenin dairede yapılması gerektiği kanıtlanmadan, dairede inceleme yapılmak üzere istenilen defter ve belgelerin ibraz edilmediğini gerekçe göstererek, re’sen tarhiyat yapılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Benzer bir durum, defter ve belgelerin inceleme amacıyla istenmesi ile ilgilidir.
Danıştay Dördüncü Dairesinin bir kararında, incelemenin inceleme elemanının çalışma yerinde yapıldığı bir olayda, defter ve belgelerin istenmesine ilişkin yazının mükellefe tebliğinin usulüne uygun yapılmadığı gerekçesiyle (Vergi Usul Kanunu ve Tebligat Kanunu hükümlerine aykırı), bu inceleme sonucu yapılan tarhiyatın iptaline karar verilmiştir. Ancak, vergi incelemeleri sırasında uyulması gereken kurallar, sadece, Vergi Usul Kanunu’nda yer alan ve yukarıda açıklamaya çalıştığımız usule ilişkin olanlardan ibaret değildir. Şüphesiz ki, vergi incelemesi yoluyla re’sen vergi tarhedebilmenin esasına ilişkin önemli kuralları da vardır.
c)İncelemenin Sosyal Yönü:
Hemen tüm vergi mükellefleri bakımından, vergilemeye ilişkin hesap ve işlemlerinin incelemeye alınması, hiç te arzu edilmeyen bir durumdur. Bunun temelinde, zannedildiği gibi, beyan edilmesi gereken gelirlerin beyan edilmemiş olmasının yarattığı korkulardan çok, vergi incelemesinin, toplumumuzda, adeta bir cezalandırma aracı olarak görülmesi yatmaktadır. Tabii, incelenen mükellefin sosyal statüsünün, incelemeye muhatap olmasından dolayı zarar göreceğine ilişkin düşünceler de bunda önemli derecede etkendir. Vergi ödemeyi toplumsal etik bir görev sayan mükelleflerin de, inceleme ile kendilerinden şüphe içinde olunmasından dolayı duyulan rahatsızlık söz konusudur.
Gerçekten de, hakkında vergi incelemesi başlatılan bir mükellef, kayıtları, belgeleri ne kadar doğru, beyanları ne kadar gerçek olursa olsun, bir tedirginlik yaşar. Bunda, bizim, hem idare ve hem de mükellefler olarak vergi incelemelerine bakış açımızın büyük payı vardır. Daha açık bir ifade ile, yakın çevremizde daha önce yaşanılan, bilinen, duyulan, görülen çeşitli olaylar nedeniyle, vergi incelemelerinin adeta bir cezalandırma aracı olduğu konusunda neredeyse tüm topluma yayılmış bir kanaat bulunmaktadır.
Oysa, vergi incelemesi, bir cezalandırma aracı değil; ödenmesi gereken verginin doğruluğunu araştırma, tespit etme ve sağlamaya yönelik olarak yapılan bir idari işlem olarak cereyan etmeli ve vergi yükümlüsü üzerinde bir korku ve tehdit unsuru olmamalıdır. Bilindiği gibi, vergi incelemesi yapılmasındaki ilk amaç, mükellefin ödediği verginin doğruluğunun araştırılmasıdır. Bu araştırma, hem mükellefin defter ve belgeleri üzerinden ve hem de gerekli olduğu durumlarda bunlar dışındaki unsurlar üzerinden yapılabilmektedir. Bu incelemenin hukukiliği bu manada daha da önem arzetmektedir.
2-Vergi Hukukunda İspat ve Delil Sistemi:
Kanunda aksi belirtilmedikçe vergi mevzuatındaki hükümlerin mükellef lehine yorumlanması gerekir.
Vergi Usul Kanunu (VUK) hükümleri dahilinde, vergi kanunlarının uygulanması ve iddiaların ispatlanmasında ortaya konulan temel kurallar vardır. Buna göre, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.
Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti -yemin hariç- her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.
Vergi hukukunda, tanık beyanı HUMK., CMK. ve İYUK’da olduğu gibi takdiri bir delil olarak kabul edilmekte ise de, tanık beyanının delil olarak gösterilebilmesi, tanığın edindiği bilgiyi her türlü bozucu tesirden uzak olarak tam ve dürüst bir şekilde alma kabiliyetine ve gerçeği olduğu gibi söyleme niyet ve iradesine bağlıdır. Tanık delili, hukuken zayıf, çürük bir delildir. Tanığın bir vakıayı tamamen hatırında tutması ve gerçeği olduğu gibi anlatması zor olduğu gibi, ahlak, din, şeref, namus gibi medeni yönleri zayıf olan kişilerin, bilerek, gerçeğe aykırı tanıklık yapmaları da mümkündür.
Vergi incelemesinde alınan, yükümlü ile aralarında çekişme olan müşteri beyanlarının vergi hukukunda yükümlü aleyhine kanıt değeri olmayacaktır. Bu durum İYUK. ile bazı kurallarına atıf yapılan HUMK. Uygulamasında da yerleşmiştir. Kaldı ki, bir belge ya da kayda dayanmayan alıcı ifadelerine itibar edilerek matrah farkı hesaplanamaz. Şu halde tanık ile vergi yükümlüsü arasında çekişme olduğu ve bu nedenle objektif beyan verilmediği sabit olursa, delil serbestliği ilkesinin müstakar yargı kararlarıyla oluşan bir istisnası kapsamına girdiğinden, bu şekildeki tanık beyanlarının geçerli bir delil olarak kabul edilmemesi gerekmektedir.
Tanık delili olarak değerlendirilmesi mümkün bulunmayan –sonuçları kendi yararına olabilecek bir incelemede tanıklığı geçersiz kabul edilecek-, yazılı bir belge ile kanıtlanmamış ücret tahsilatı iddiası karşısında serbest meslek makbuzu keşide edilmediği iddiası ve gider kayıtlarında bulunan benzin ve gıda harcamasına ilişkin olarak herhangi bir teknik ve somut araştırma ve inceleme yapılmaksızın salt iddia üzerine gider indirimi yapılmak suretiyle vergi tarhiyatı ve ceza kesilmesine dayanak bir incelemede, beyanname, defter ve belge düzenine uymuş olduğu açıkça belli ve istenilen kayıtları da inceleme elemanına sunmuş yükümlünün, bunların doğruluğu karinesinden yararlandırılması gerekir.
İncelemelerde alıcılardan sadece bir kişinin tek başına delil olarak kabul edilmesi söz konusu olamaz. Bu şekilde alınmış olan ifadenin delil olabilmesi için ya başka yan delillerle desteklenmesi ya da en az yedi, sekiz kişinin daha ifadesinin aynı yönde olması gerekir. Olaya taraf olmayan kişilerin, harici ve görgüye dayalı olmayan, duyduklarına dair ileri sürdükleri ifadeleri de vergi hukuku açısından delil kabul edilemez.
İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir. Vergi incelemesinde, mükellef ifadesi tek başına ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz. Türk Vergi Sisteminde, mücerret -anlaşılması, kavranılması güç- ifade dışında olayla ilgili başkaca kanıtlar bulunmadan, varsayıma dayalı olarak tarhiyat yapılması mümkün değildir. Matrah takdiri sırasında mükellefin kabule veya inkara yönelik beyanı yerine, ilgili kuruluş tarafından bildirilen bilgilerin dikkate alınması gerekir.
Özellikle incelemenin, mükellefin işyerinde yapılması gerektiği, buna uyulmadan, mükellefin vergi dairesine çağrılmakla, oradaki ifadesi sırasında, sorulan sorulara elinde yeterli kayıt bulunmayacağı için, yeterli ve doğru yanıtlar veremeyeceği gözetilerek, vergi yönetiminde bulunan inceleme elemanının bürosunda verdiği ifadesine itibar etmemek gerekir. Bu gibi hallerde, kesin, somut bir şekilde belirlenebilir bir beyanı içermediği takdirde mükellef beyanı, kendi aleyhine olsa dahi, ayrıca karineye dayanıyor olması halinde, karineden yararlanacağından, bu tür –çürük- deliller idare yararına sonuç değiştirici şekilde kullanılamaz.
Vergi inceleme elemanı kolay yolu seçerek, durumu, “iktisadi, ticari, teknik icaplara uymuyor” veya “normal değildir” ya da “dikkat çekici gider” gibi bildik soyut gerekçeleri yazarak, gerçeklere uygun olmayan ticari, teknik ve iktisadi durum analizi yapıp olayın özelliğine göre normal ve mutadın ne olduğunu raporunda ortaya koymadan cezalı tarhiyat yapmaktadırlar. Raporlarda kopyalanmış şekilde yer alan, “Defter kayıtları ve bunlarla ilgili belgelerinin, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tespitine imkan vermeyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısıyla ihticaca salih bulunmaması VUK’nun 30/4 maddesi uyarınca re’sen takdir nedeni olarak da sayıldığından VUK’nun 352. maddenin giriş bendi uyarınca cezanın iki kat olarak kesilmesi ancak ceza uygulamasında aynı kanunun 336’ıncı maddesi hükmünün göz önünde bulundurulması gerekmektedir.” görüşlerinin bulunması bunun bir ifadesidir. Çoğu zaman bu görüşü destekleyen ne bir tespit, ne de hukuken geçerli bir delil bulunmamaktadır.
VUK.’nun 2365 sayılı Kanun ile değişik 3. maddesinin B/son fıkrasında; “İktisadi, Ticari ve Teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun, iddia olunması halinde, ispat külfeti, bunu iddia eden tarafa aittir.” denilmektedir. Yasa hükmüne geçmiş olan bu husus, aslında yasal bir adi karine niteliğindedir. İnceleme sırasında mükellefin gider faturalarında yazılı olan bedelin gerçek bedel olmadığının kanıtlanması idareye düşer. Danıştay, mükellefin beyanının bir bütün halinde değerlendirilmesini, ifadenin bir kısmının görmezden gelinerek hükme varılmasının doğru olmadığını ifade eden kararlar vermiştir.
Vergi hukukunda uygulanan karinelerden, mükellefler yararlanır. Mükelleflerin beyanı ile defter ve belgelerin doğru sayılması karinesi olarak ifade edebileceğimiz karineye göre, yükümlü, beyanname, defter ve belge düzenine uyarsa, bunların doğruluğu hakkındaki ilk görünüş karinesinden yararlanabilir. Usulüne uygun olarak tutulmuş, vergiyi doğuran olayla ilgili tüm işlemleri bütünüyle yansıtan defter ve belgelere itibar edilmesi gerekir. Bildirimin doğruluğu karinesi sayesinde, yükümlü ne bildirimin doğruluğunu, ne de defter ve belge düzenine uyduğu gibi, bir başka olgunun ispat yükü altında bulunmaktadır. Gerçekten de vergi yükümlüsü, ilk görünüş karinesini oluşturan defter, belge ve beyanlarına dayandığı sürece, bu karine nedeniyle, bunların doğruluğunu ayrıca ispat yükü altında kabul edilemez. Yükümlünün beyan, defter, kayıt ve belgelerin doğruluğu karinesinden yararlanması için, defter kayıtlarının dayanağı olan belgelerin mevcut olması ve deftere kaydedilmiş olması gerekir.
Vergi yükümlüsünün vergi yönetiminin gücü karşısında korunması, vergi incelemesinin başlangıcında, yükümlünün beyanname, defter ve belge düzenine uymuş olduğu belli olunca, bunların doğruluğunun karine kabul edilmesi ile sağlanmaktadır. Davacının muhasebe kayıt ve defterlerine normal ve mutat olarak, mükellefiyetiyle ilgili olarak yapılan tüm hasılat ve giderlerinin VUK’ nda ve bu kanunun vermiş olduğu yetkiye dayanılarak, yapılan düzenlemelerde öngörülen vesikalarla gider ve gelirlerini belgelendirerek, kurallara ve alışılmışa uygun bir şekilde gerçekleştirdiği muameleyle, hukuk düzeni sınırları içinde ve uygun hareket etmesi karşısında , kayıtlarda görünen faturalarının gerçeği yansıtmadığı ya da bunların işyeri ile ilgili olmadığına dair iddiya karşı kanıt getirmek, vergi yönetimine düşer.
Vergi inceleme elemanı, -incelemesini öncelikle hakkında inceleme yapılan mükellefin işyerinde yapması kaydı ile- defter ve belgeleri ister; ibraz edilirse, bunları inceler, defter ve belgeler ile kanuni ölçüler dışında bir re’sen tarh nedeninin olup olmadığını da araştırır. Yükümlü hakkında re’sen tarh işlemi yapılmasını gerektiren bir neden bulunamazsa, inceleme elemanı defter, kayıt ve belgeler ile kanuni ölçülerin sınırları içinde inceleme yapmak zorunda kalacaktır. Bunların dışındaki bulgularla matrahın re’sen takdiri ve re’sen tarhı işlemleri yapılamayacaktır. “Yükümlünün defter ve belgesinin doğruluğu karinesi”nin öncelikle korunması, dolayısıyla vergi yönetiminin “keyfi idare” denilen şekilde işlem yapmaması hususunun, ancak, geniş imkanları ve yasal yetkileri ile somut tespitlerle takdir nedeni bulunması ve bundan sonra içerik bakımından değerlendirilmesi yolunun izlenmesi zorunluluğu ile sağlanması amaçlanmaktadır.
Re’sen takdir nedeni bulunacak ve defter, belgelerin doğruluğu karinesi çürütülecek olursa, o zaman vergi incelemesi defter, kayıt ve belge dışında sürdürülebilecek ve bulunabilecek matrah farklarına dayalı verginin defter ve belge dışındaki tespitlere dayanması halinde, vergi incelemesinin sonucunda yapılacak tarhiyatın geçerli bir hukuksal nedeni olduğu için tarhiyat ayakta kalabilecektir. Ancak geçerli bir hukuksal nedenin bulunması, re’sen tarhiyatın hukuksal dayanaklarının sağlam olması için yeterli olmaz. Takdir nedeninin yanında yükümlünün ilgili dönemde faaliyetinin ve bu faaliyeti ile illiyet bağı olan gelirinin bulunması, içerik ve öz bakımından da matrah farkının tutarlı delillerle, karşıt karinelerle ortaya konması gereklidir.
Nitekim Danıştay, geçerli bir re’sen takdir nedeni bulunmadan tarhiyat yapılamayacağına dair bir çok karar vermiştir. Bir başka kararda da, re’sen tarha ilişkin koşulların gerçekleşmesi halinde dahi, idareye matrah takdir etme yetkisinin verilmesi keyfi bir şekilde bir tarhiyat yapmayı değil, daha fazla gelir elde edildiğinin kanıtlanması ile mümkün olabileceğini ifade etmiştir.
Deftere kayda esas alınan belgeler, vergi hukukunda belli öneme sahiptir. VUK. m. 227, “İspat Edici Kağıtlar” başlığı altında düzenlenmiştir. Maddede, “Bu kanunda aksine hüküm olmadıkça, bu kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir..” denilmek suretiyle, üçüncü kişilerle olan ilişkiler ve muamelelere ait olan kayıtların belgelendirilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir.
Bilindiği gibi fatura, bu belgeler arasında en önemli yere sahip bir belgedir. Fatura, VUK. m.229’da, “Fatura; satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.” denilmek suretiyle tanımlanmıştır. Fatura düzenlenmesi gereken hallerde fatura düzenlenmiş ve bu belge kullanılmışsa, veren ve kullanan yönünden isbat edici bir belge olarak kabul edilecektir. Fatura eğer usulüne uygun olarak düzenlenmişse, içerik itibariyle gerçek dışı olduğunun kabul edilebilmesi için, düzenleme tarihinden önceki alım-satım aşamalarındaki tüm işlemlerin incelenmesi gereklidir. Bu yapılmadan faturanın gerçeği yansıtmadığından söz edilemez. Danıştay bir başka kararında da, fatura düzenleyen kişinin, gerçek usulde yükümlülük kaydı varsa, yasal defterlerini süresinde tasdik ettirmişse, fatura konusu iş için gerekli iş yeri ve deposu varsa, faturanın doğruluğu aleyhine delil yok ise, bir kısım mal alım ve satımlarını yasal defterlere kaydetmemiş, beyanname vermemiş veya vergisini ödememiş olmasından hareketle, düzenlediği faturaların sahte (naylon) olduğunun kabul edilemeyeceğine karar vermiştir. Buna göre faturaların belge düzeninin doğruluğu karinesinden yararlanması gerekecek, ancak somut olarak bu belgenin gerçeği yansıtmadığına ilişkin delil gösterilmesi halinde aksi kanıtlanmış olacaktır.
Belgelendirme kuralının istisnaları, 228. maddede; belgeler ise, takip eden maddelerde yer almaktadır. 213 Sayılı VUK. m. 231/5. bendinde, “Fatura, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içinde düzenlenir. Bu süre içerisinde düzenlenmeyen faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır.” hükmü bulunmaktadır. Yükümlüler tarafından belgeye bağlanması gereken vergisel olgu, eylem ve işlemler, yükümlüler tarafından ancak belirtilen belgelere dayanılarak kanıtlanabilir. Yükümlünün kanunen tutmak zorunda olduğu defter kayıtları ile saklamak zorunda olduğu belgelerin yükümlü lehine delil olabilmeleri, kanuni şekil ve muhteva şartlarını taşımalarına bağlıdır. Yükümlülerce düzenlenen belgeler, gerçeği yansıttığı oranda geçerli sayılmalıdır. Yükümlünün belgeleri, karşıt incelemeye de olanak veriyorsa, belge düzenine uyan yükümlüye de doğruluk karinesinden yararlanması olanağı tanınmaktadır. 336 sıra numaralı VUK Genel tebliği ile eczaneler tarafından kamu kuruluşlarına düzenlenecek faturaların yedi –daha önce on- günlük sürede düzenlenmesinin sıkıntılar yarattığı göz önüne alınarak bu teslimlere ilişkin faturaların ay sonunda topluca düzenlenmesine imkan tanınmıştır. +
Danıştay 11. Hukuk Dairesi bir kararında, “213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 30. maddesinde, resen takdir sebeplerine yer verildiği, bir olayda, sadece resen takdir yoluna başvurulması için gerekli koşulların gerçekleşmiş olmasının, takdir olunan matrahın hukuka uygunluğunun kabulü için yeterli olmadığı, 213 sayılı Yasanın 31. maddesinin 8. bendinde, takdirin dayanakları ve yapılan takdir hakkındaki açıklamaların takdir komisyonu kararlarında yer almasının öngörüldüğü, aynı yasanın 74 ve 75. maddelerinde, matrah takdiri yapmakla görevli takdir komisyonlarına bu görevleri dolayısıyla anılan yasada yazılı vergi inceleme yetkisi tanındığı, 213 sayılı Yasanın 134. maddesinde vergi incelemesinden maksadın belirtildiği, 141. maddesinde de, inceleme tutanakları ile ilgili düzenlemeye yer verildiği, bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, yeterli bir vergi incelemesinin yapılmış olduğundan söz edilebilmesi için vergi inceleme ile ilgili olaylar ve hesap durumlarının inandırıcı biçimde araştırılması, eleştirilecek hususlarla ilgili saptamaların, isabetli bir biçimde değerlendirilmesi gerektiği, takdir komisyonunca veya inceleme elemanınca belirlenen matrah veya matrah farkı ile ilgili tespitlerin, takdir komisyonu kararlarında veya inceleme raporlarında açıkça belirtilmesiyle vergi yükümlüsünün hangi nedenle resen vergi tarhına muhatap tutulduğunu bilmesine olanak sağlamış olacağı, dosyanın incelenmesinden, takdir komisyonunca hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadan, genel ifadelerle … lira matrah takdir edildiği, tarhiyatın bu matrah üzerinden yapıldığı, olayda, 213 sayılı Yasanın yukarıda anılan maddeleri ile idareye tanınana geniş yetkiler kullanılmadan, yükümlünün defter ve belgeleri incelenmeden, alım satıma taraf olan kişilerin ifadelerine başvurulmadan düzenlenen faturaların gerçeği yansıtıp yansıtmadığının tespit edilmesine olanak bulunmadığı, takdir komisyonu kararında da yükümlünün içeriği itibarıyla yanıltıcı belge kullanıldığı ve tarhiyatın indirimi kabul edilmeyen katma değer vergisi ile ilgili olduğunun belirtilmediği, yükümlü adına düzenlenen ve içeriği itibarıyla yanıltıcı belge kabul edilen faturaların tutarı ile takdir komisyonunca takdir edilen matrahın miktarı arasındaki çelişkinin de tarhiyatın yeterli ve inandırıcı bir araştırma ve incelemeye dayanmadan uygulandığını gösterdiği, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29 ve 34. maddelerine göre indirilecek katma değer vergisinin ve varsa ödenecek verginin ilgili dönem defter ve belgelerinin incelenmesi ile tespit edilebileceği, bu durumda, yükümlünün içeriği itibarıyla yanıltıcı, belge kullandığı konusunda takdir komisyonunca yeterli araştırma ve tespit yapılmadan yükümlünün defter ve belgeleri incelenmeden, takdirin amacı belirtilmeden genel ve soyut ifadelere dayanılarak belirlenen takdir matrahı üzerinden yapılan cezalı tarhiyatın kaldırılması gerekirken bozulmasına..” karar vermiştir. Buna karşı direnen yerel Vergi Mahkemesi’nin kararına karşı Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu, bozma kararını yerinde bulmuştur.
Belirsizlik durumunda, yani kesin ve somut olarak mevcut bir delil yokluğu halinde, davacı mükellefe vergi tarhiyatı ve ceza kesilmesi hukuki değildir.
3-Re’sen Tarhiyat ve Ceza Kesilmesi:
Verginin idarece tarhı, mükelleflerin verginin tarhı için vergi kanunları ile muayyen zamanlarda müracaat etmemeleri veya aynı kanunlarla kendilerine tahmil edilen mecburiyetleri yerine getirmemeleri sebebiyle zamanında tarh edilemeyen verginin kanunen belli matrahlar üzerinden idarece tarh edilmesidir. Re’sen takdir olunan matrah, mükellef tarafından bildirilen matrahtan az ise, re’sen vergi tarh edilmez; fazla ise sadece aradaki fark üzerinden vergi tarh olunur.
Vergi hukukunda kıyas yoluyla yorum yapılması, hukuk devletinin hukuki güvenlik ilkesine ve vergilerin yasallığı ilkesine aykırıdır.
Vergi ancak yasanın vergilendirdiği kişilerden ve konulardan alındığına göre, amaca bakılarak kıyasen ve “evveliyetle” yargısı ile yasada düzenlenmemiş kişiler ve konular vergi kapsamına alınamaz. Vergi yasalarında açıkça gösterilmedikçe, benzer vergi konularının yasa kapsamına alınması uygun değildir. “Vergi konularının kıyasen genişletilmesi ve yasada açık hüküm yok ise, kıyas yoluyla istisna hükümlerinin genişletilmesi” Anayasanın 73. maddesindeki “verginin yasallığı” ilkesini zedeler. Aynı zamanda “genişletici” bir yorum da bu ilkeyi zedeler.
Daha açık bir ifade ile Vergi Usul Kanunu’nun 30 uncu maddesinde, re’sen tarhiyat tanımlandıktan sonra, bu tür tarhiyatın yapılabileceği durumlar, (8) bent halinde sayılmıştır. Matrah veya matrah kısmının re’sen takdir edilebilmesi için VUK.’nun 30’ncu maddesinde belirtilmiş olan re’sen takdir sebeplerinden birinin bulunması gerekir. Aksi halde matrah veya matrah farkı re’sen takdir edilemez. Bu gerekçelerden birinin varlığı, re’sen tarhiyat türünün kullanılmasını sağlamaktadır. Ancak, bu, tarhedilecek verginin tutarının inceleme elemanı tarafından serbestçe belirlenmesi anlamına gelmemektedir. Daha açık bir ifade ile bir incelemede, re’sen tarhiyat gerekçelerinden birinin varlığı, o tarhiyatın inceleme elemanı tarafından serbestçe yapılabilmesini mümkün kılmamaktadır. Örneğin, bu gerekçelerden biri olan ve anılan maddenin 4 numaralı bendinde yer alan, ‘’ defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikaların, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tespitine imkan vermeyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısıyla ihticaca salih bulunmaması ‘’ halinin tespitinde, hangi hallerde, defter kayıtları ve belgelerin, vergi matrahının doğru olarak tespitine imkan vermediğinin çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Yapılacak değerlendirme hataları, tarhiyat türünün yanlış belirlenmesine ve sonuçta da tarhiyatın iptaline yol açabilecek önemdedir. Çünkü “defter ve kayıtları ve bunlarla ilgili belgelerin, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tespitine imkan vermeyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısıyla ihticaca salih bulunmamış olması” hali tam olarak açıklığa kavuşturulmalıdır.
“Re'sen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanunî ölçülere dayanılarak tespitine imkân bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı re'sen takdir olunmuş sayılır."
Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.
1. (4008 sayılı Kanunun 2'nci maddesiyle değişen bent) Vergi beyannamesi kanunî süresi geçtiği halde verilmemişse,
2. Vergi beyannamesi kanuni veya ek süreler içinde verilmekle beraber beyannamede vergi matrahına ilişkin bilgiler gösterilmemiş bulunursa,
3. Bu kanuna göre tutulması mecburi olan defterlerin hepsi veya bir kısmı tutulmamış veya tasdik ettirilmemiş olursa veya vergi incelenmesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmezse,
4. Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihticaca salih bulunmazsa,
5. (4369 sayılı Kanunun 82/1-a maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır),
6. (2365 sayılı Kanunun 4'üncü maddesiyle eklenen bent) Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa.
7. (4783 sayılı Kanunun 9 uncu maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır Yürürlük; 01.01.2003 tarihinden geçerli olmak üzere 09.01.2003)
8. (4008 sayılı Kanunun 2'nci maddesiyle eklenen bent) Bu Kanunun mükerrer 227'nci maddesi uyarınca 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış meslek mensuplarına imzalattırma mecburiyeti getirilen beyanname ve ekleri imzalattırılmazsa veya tasdik kapsamına alınan konularda yeminli malî müşavir tasdik raporu zamanında ibraz edilmezse,
9. (4369 sayılı Kanunun 82/1-a maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.)
Yukarıdaki 2'nci bentde yazılı halin vukuunda mükellefe Takdir Komisyonu tarafından 15 günden az olmamak üzere bir mühlet verilerek vergi matrahına ilişkin bilgileri vermeye ve kanuni defterlerini ibraz etmeye davet olunur. Bu davet üzerine mükellef istenilen bilgileri verir ve kanuni defterlerini ibraz ederse, defter ve vesikalar ihticaca salih bulunmak şartiyle, mükellefe takdir olunacak matrah defter ve vesikaları kayıtlarına göre tesbit olunacak miktardan fazla olamaz.
(4008 sayılı Kanunun 2'nci maddesiyle değişen fıkra) Vergi beyannamesini kanunî süresi geçtikten sonra vermiş olanlara bu beyannamede gösterdikleri matrah üzerinden re'sen gerekli tarhiyat yapılır ve bu beyannameler re'sen takdir için takdir komisyonuna sevk edilmez. Ancak, vergi incelemesine başlanılmasından veya takdir komisyonuna sevk edilmesinden sonra kendiliğinden verilen beyannameler için bu hüküm uygulanmaz.
(485 sayılı Kanunun 2'nci maddesiyle eklenen fıkra) Yukarıdaki bentlerin hükümlerine göre re'sen vergi tarhını gerektiren bir sebep yanında ikmalen vergi tarhını da lüzumlu kılan bir durum mevcut ise re'sen takdir sonucu beklenmeksizin gerekli ikmal tarhiyatı yapılır. Re'sen takdir sırasında ikmal tarhiyatına mesnet olan matrah farkı nazara alınmışsa vergi tarhı sırasında evvelce tarh edilmiş olan vergi indirilir.
VUK’nun 30/4 maddesi uyarınca kastedilen, “ Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihticaca salih bulunmazsa” hükmüne uyan somut durumların tespiti gerekir.
Her şeyden önce noksan, usulsüz ve karışık kavramlarının Türkçe sözlük anlamları bilinmektedir. “Defter kayıtları ve bunlarla ilgili belgelerinin, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tespitine imkan vermeyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısıyla ihticaca salih bulunmadığı” savının da gerekçelendirilmeden, böyle bir savın dayanakları açıkça ortaya konulmadan, hukuki dayanak ve tespitleri yapılmadan “alıntı olarak” yazılmış raporlara dayanılarak yapılan tarhiyat ve ceza kesilmesi sonrasında bir çok ihtilaf gündeme gelmektedir.
Her şeyden önce “ihticaca salih ” kavramı, “belge olarak kullanmaya elverişli olup olmamakla ilgili” demektir. Bu kavram çoğu yerde gelişi güzel kullanılmaktadır.
Defter kayıtları ve bunlarla ilgili belgelerin, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tespitine imkan vermeyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısıyla ihticaca salih bulanmaması demek, kasa giriş ve çıkışlarının sıhhatli olmadığının tespiti, çift defter kullanmak, sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı vesikalar tanzim etmek veya bunları kullanmak, vesikaları ya da defterleri tahrif etmek, yok etmek, yerine başka sayfalar koymak, naylon fatura denilen fatura almak ve bunu kullanmak, faturaların hangi şahıstan alındığının belli olmaması, defter kayıtlarının tevsik edilmemesi, hasılat, gider veya emtia alış faturalarının deftere kaydedilmemesi gibi somutlanabilecek objektif durumlardır.
VUK. m.30/4’de aranılan koşulların birlikte mevcut olmaması halinde, “ihticaca salih olmama durumu”nun gerçekleşmeyeceği açıktır. Yükümlünün defter ve belgeleri incelemeye elverişli ise, re’sen takdir edilmesi gerektiği sonucuna varılamaz. Vergi denetmeni, VUK. m.30/4. bend yerine, VUK. m.30/6. bend de yer alan, “Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa” hükmünü kastedmiş ise ya da bu bendi gerekçe göstermiş olsaydı, buna dair de açık bir delil bulunması gerekir.
Mükellefin defter ve belgelerin mevcut, usulüne ve amacına göre tutulmuş, tasdik ettirilmiş, ibraz edilmiş, beyannamelerin süresinde verilmiş olduğu hallerde, vergi yönetimi bu karineyi ancak VUK. m.30/2-IV ve VI. bendlerine göre bir takdir nedeninin varlığını kanıtlayarak çürütebilir. Vergi yönetimi, vergiyi doğuran olay, hukuki işlem, mükellef ve mükellefiyetle ilgili işlem ve konular hakkında bilgi toplamak ve toplanan bu bilgileri değerlendirmek zorundadır. Öncelikle defter, kayıt ve belgeler çerçevesinde yürütülen vergi incelemesinin amaçlarına uygun olarak yapılmasına, yükümlülerin aleyhine olan tespitler yanında, lehlerine olan tespitlerin de yapılmasına özen gösterilmelidir. Defter, kayıt ve belgeler çerçevesinde yapılan inceleme sırasında objektif olarak bu amaç doğrultusunda çalışılırken, bunların “ihticaca salih” olup olmadıkları yönünde de incelemelerin yapılması gerekmektedir. Vergiyi doğuran olayla ilgisi doğal ve açık bulunmayan ve tarafsız olmayan tanık beyanlarından yararlanılamayacağından, bunlara dayanılarak beyan, defter ve belgelerin doğruluğu karinesi çürütülemeyecektir. Yani usul açısından geçerli bir takdir nedeninin varlığının, yükümlünün kanuni defter, kayıt ve belgelerine itibar edilmeden, diğer delillerle usul açısından da geçerli bir ek tarhiyat yapılabilmesi için, bir re’sen takdir nedeninin bulunması ve “defter, kayıt ve belgelerin doğruluğu karinesi”nin çürütülebilmiş olmasına dair ön koşul mevcut olmadan, tarhiyat yapılamaz. +
Örneğin, Danıştay Dördüncü Dairesinin konuyla ilgili bir başka kararında, özetle, ‘’ ... Bu hükümler uyarınca re’sen vergi tarhı yoluna gidilebilmesi için öncelikle yasada öngörülen şartların mevcut olduğunun açık ve somut biçimde ortaya konulması zorunludur. Ancak, bu şartların mevcudiyetinin varlığı, tahmin veya kanaatle değil, inandırıcı ve hukuken geçerli delillerle ortaya konulduktan sonra, matrahın gerçek veya gerçeğe en yakın biçimde tespit edilmesi yoluna gidilmesi gerekir ki, yasanın re’sen tarh usulünden amaçladığı da budur. Yoksa tahmin ve kanaatle yapılan hesaplamalarla varılan sonuçlardan hareketle, olayda re’sen takdir nedenlerinin bulunduğunun kabulü mümkün değildir.
Uyuşmazlık konusu olayda da, yükümlünün satın aldığı canlı büyükbaş hayvanların alımı için düzenlenmiş belgelerde, alımı yapılan hayvanların adet olarak gösterilip, kg. olarak ağırlıklarının belirtilmemiş olduğundan hareketle yapılan randıman incelemesiyle ulaşılan sonuçların, defter ve belgelerin ihticaca salih olmadığını gösterdiği kabul edilemez. ...’’ denilmiştir.
Gerçekten de, bir kimse için vergi borcundan söz edebilmek, ancak o kişinin, kanunların vergi doğuran olay olarak tanımladıkları bir işleme ve olaya taraf olması halinde mümkündür. Üstelik bu durumun da, maddi kanıtlarla, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, açık ve kesin olarak ortaya konulması icap etmektedir. İnceleme elemanlarının kişisel görüş ve düşüncelerinin, bu noktada bir önemi bulunmamaktadır.
Kanun koyucu, vergi kanunlarına koyduğu hükümlerle, yorum veya kıyasa dayalı bir vergi tarhiyatını da hiçbir şekilde onaylamamıştır. Bu, aynı zamanda, vergilerin kanuniliği ilkesinin de bir gereğidir. İnceleme elemanlarının görüş ve düşüncelerine dayanılarak tarh edilen vergiler, daha sonra yargı organlarınca iptal edilmekte, inceleme için harcanan emek ve zaman israf edilirken; mükellefte, bu süre zarfında ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadır.
Bu söylediklerimize bir örnek verelim; örneğin, bir mükellefin iade edilecek katma değer vergisinin tespiti ile ilgili bir incelemede, inceleme elemanı, mükellefin harcama belgesi olarak kayıtlarında yer verdiği faturaların doğruluğunu, o faturaları düzenleyenler nezdinde kontrol etmekte; bu kontroller sırasında, faturaları düzenleyenlere çeşitli sebeplerle ulaşılamamaktadır. Veya ulaşılanlar da, inceleme konusu faturaları defterlere kaydetmemiş oldukları yada kaydedilmiş olsa bile beyan dışı bırakıldığı görülebilmektedir. Aksi pek çok incelemede görülebilse de tüm bu haller tek başına, o faturanın sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğunu göstermeye yeterli değildir. Öte yandan, faturayı düzenleyenlerin inceleme elemanının talebine kötü niyetle cevap vermemesi hali de durumu değiştirmemektedir. Çünkü, incelenen ve araştırılan şey, söz konusu faturanın gerçek bir mal teslimi veya hizmet ifasını temsil edip etmediğidir. Faturayı düzenleyenlerin, defter ve belgelerini ibraz etmeyerek yada kendilerinden istenen bilgileri vermeyerek mükellefiyetle ilgili ödevlerini yerine getirmemeleri, onlar bakımından ayrı bir incelemeyi gerektirse de; bu durum, daha önce düzenlenmiş olan ve incelemeye konu edilen faturanın niteliğini değiştirmemektedir. Faturayı düzenleyenlerin davranışlarının, faturayı kayıtlarına alıp almamalarının yada beyannameye dahil edip etmemelerinin o faturanın geçerli bir belge olması üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, eğer öyle bir iddia varsa, inceleme konusu faturanın sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge olduğunun, başkaca somut delillerle ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması gerekir. Verginin tahsilinin güvenliğini sağlamak amacıyla bile olsa, bir belgeyi düzenleyenlere ulaşılamaması veya bu belgenin kayıtlara alınmamış yada beyan edilmemiş olmasını, tek başına, o belgenin sahteliğinin kanıtı olarak göstermek kesinlikle hukuki bir yaklaşım değildir. İnceleme elemanının kişisel düşüncelerinin ve kanaatinin, incelemeye konu edilen faturanın sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğu şeklinde olması da, durumu değiştirmeyecektir. Çünkü vergi inceleme raporu, bir kanaat raporu değil, hukuki durumu tespit eden bir rapordur.
Son olarak teslim edelim ki, özellikle vergi mahkemelerine yansıyan vergi denetmeni inceleme raporlarının, “kompleks” ve “kriminalistik” bir yöntemle inceleme yapıldığı; “hazineci” yaklaşımın etkisini görmekteyiz.
Old 10-12-2006, 17:35   #3
A.Turan

 
Varsayılan

Güzel bir yazı elinize sağlık.
Old 18-01-2007, 07:17   #4
YALÇIN ÖNDER

 
Varsayılan

SERBEST MESLEK KAZANCINDA KDV

Değerli Serbest Meslek Sahipleri,

Özellikle son birkaç aydan beri serbest meslek mensupları arasında çeşitli ortamlarda yeniden alevlenen bir tartışma yaşanmaktadır.

Tartışmanın nedeni, yerleşik içtihadın aksine, Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun serbest meslek faaliyetlerinde KDV’ni doğuran olayın hizmetin verildiği an olduğu şeklindeki 14.4.2006 tarih ve E:2006/19, K:2006/92 sayılı son kararıdır.

Yasal dayanak ise, KDVK’nun 10. maddesinin c fıkrası hükmüdür;

” Vergiyi Doğuran Olayın Meydana Gelmesi
Madde No 10

Vergiyi Doğuran Olay:
a) Mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde, malın teslimi veya hizmetin yapılması,
b) Malın tesliminden veya hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgeler verilmesi hallerinde, bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin düzenlenmesi,
c) Kısım kısım mal teslimi veya hizmet yapılması mutad olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde, her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması,
………
Anında meydana gelir.“

Soru şöyledir: Alamadığımız paraların makbuzunu kesmek zorunda mıyız? KDV’sini nasıl ödeye(meye)ceğiz? Malum bugünlerde yılsonu nedeniyle, son makbuzlar kesilip, yılın son KDV Beyannameleri beyan edilmektedir.

Mesleki açıdan işlerin iyi gitmemesi (kan kaybının yaşanması), ekonomik durumun hiç de çizildiği gibi, pembeleşememesi veya pembenin bizim yüzümüze yansımaması, aksine karamsarlığın artması ve yüzümüzün de giderek kararması, meslektaşlarımızın artık defter tutmaktan vazgeçip denetime yönelmesi vaazları gibi, tartışmalara veya bazılarının konuyu suiistimal etmelerinin nedenlerine şimdilik girmeyeceğiz.

Her ne kadar, meslek odalarımızın yöneticileri Maliye Bakanlığından GVK ile, KDVK arasındaki bu çelişkiyi giderecekleri “sözünü” almış olsalar bile, pek çok “söz” gibi, bu sözlerin de gerçekleşmediğini görüyoruz. Tam tersine, bazı vergi inceleme elemanlarının bu karara dayanarak, bazı meslektaşlarımızdan geriye dönük pişmanlıkla KDV beyannamesi vermelerini önerdiklerini öğreniyoruz.

Şu andaki somut durumda, ne yapılacağını soran pek çok telefon aldığımızdan, verdiğimiz kısa yanıtların hukuksal kaynaklarını burada topluca açıklamak meslektaşlarımızı biraz daha aydınlatabilir.

Her şeyden önce, Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun kararlarının taraflar dışındakileri hukuksal olarak bağlamayacağını bilmemiz gerekir. Hatta aşağıda da belirteceğimiz üzere, aynı konuda tam da aksi yönde, Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun başka (1.) kararının da olduğunu da bilmeliyiz.

Hukukun, dolayısıyla Vergi Hukukunun kaynakları arasında Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun kararları sayılmamıştır. Danıştayın İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararları sayılmıştır.

Bu durumu değerlendiren iki önemli metni paylaşmayı önemli görüyoruz.

İlki vergi hukukçusu bir meslektaşımız Dr. A. Bumin Doğrusöz ‘ün http://www.turmob.org.tr/adresindeki basın arşıvinden makalesi, ikincisi ise, http://www.ankara.ymmo.org.tr/Mevzua...RARI-69-10.doc Ankara YMMMO adres çubuğundaki, 04.12.2006 tarih ve 69/10 sayılı Mevzuat İzleme Ve Değerlendirme Komisyonu Kararıdır.
Ayrıca, http://www.bdodenet.com.tr/mehmet_mac.asp adres çubuğundan Mehmet Maçın kitabının 10. maddesiyle ilgili kısmının, 4.5. bölümünü de inceleyebilirsiniz.

/////////////////////////////////////////////////

Dünya.06.11.2006, Pazartesi Serbest meslek erbabınca tahsil edilmeyen bedele KDV

Dr. A. Bumin Doğrusöz
Serbest meslek kazancı, serbest meslek faaliyetlerinden elde olunan kazançtır. Serbest meslek faaliyeti ise, sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır (GVK. md. 65). Bu faaliyet, vekâlet, eser veya danışmanlık sözleşmesine yahut elverişli bir sözleşmeye (ki bu sözleşme karma veya atipik bir sözleşme de olabilir) dayalı olarak, belli bir edim şeklinde yapılabileceği gibi, süreklilik de arz edebilir. Serbest çalışan bir cerrahın bir ameliyatı üstlenmesi, bir mimarın bir proje çizme taahhüdü, bir avukatın bir davayı üstlenmesi veya bir serbest yahut yeminli mali müşavirin bir şirketin sermayesinin ödendiğinin tespitine ilişkin rapor hazırlamayı üstlenmesi birinci türe örnektir. Buna karşılık bir müşteriye süreli veya süresiz olarak mali danışmanlık veya hukuk danışmanlığı verilmesinde, faaliyetin sürekliliği söz konusudur.
Bilindiği gibi serbest meslek hizmetinin verilmesi karşılığında elde edilen kazanç Gelir Vergisi Kanunu'na tabi olmaktan başka, bu hizmet karşılığında alınan bedeller de Katma Değer Vergisi Kanunu'na tabidir. Gelir Vergisi Kanunu kazancın vergilendirilmesini "elde edilmiş olma" koşuluna bağlamıştır. Buna karşılık Katma Değer Vergisi Kanunu serbest meslek için özel bir düzenleme öngörmeksizin hizmet sunumlarında verginin doğumu, hizmetin ifa edilmiş olmasına bağlanmıştır.
İki kanunun vergiyi doğuran olayı, aynı hizmette aynı kişi için farklı esaslara bağlaması uygulamada zaman zaman duraksamalara ve ihtilaflara yol açmaktadır. Şöyle ki; özellikle yıllık sözleşme ile defter tutmayı ve mali tablolar ile döneme ait beyannameleri hazırlamayı belli bir bedelle (aylık taksitler halinde on iki taksitte) üstlenen serbest meslek erbabının bazı aylar ücretini tahsil edememesine rağmen, o aylarda da hizmetin verildiği gerekçesi ile KDV ödemeleri istenilmekte, ödemeyenler hakkında da cezalı tarhiyatlar yapılmaktadır.
Bugünkü yazımızda bu konuyu kısaca irdelemek istiyoruz. Bir başka deyişle konumuz, hizmet ifa edilmiş olmasına rağmen, hizmet bedeli tahsil edilmemişse, katma değer vergisinin yine doğup doğmayacağıdır.
İki kanun arasında elde etme noktasında farklılık bulunduğuna göre, bu uyumsuzluğu giderecek hareket noktasının, kanunlardan birine gör belirlenmesi gerekir. Bizce burada hareket noktasının Gelir Vergisi Kanunu olması gerekir. Zira Katma Değer Vergisi Kanunu serbest meslek hizmetinin ifasını konusuna almakla birlikte, serbest mesleğin, serbest meslek erbabının ve serbest meslek hizmetinin tanımını yapmamış, bu konularda gelir vergisine atıf yapmıştır. Dolayısıyla hareket noktasının gelir vergisi olması gerekir.
Öte yandan Katma Değer Vergisi Kanunu, öz ve ekonomik gerçeklik kadar, şekle de önem veren bir kanundur. Nitekim üstlenilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılması sağlıklı belgede gösterilmesi (hatta bu da yeterli değildir. Belgenin de deftere kaydedilmiş olması gerekir) koşuluna bağlanmıştır (KDV Kanunu md. 29, 34). Katma değer vergisinin hesaplanması da, belgenin varlığına bağlıdır (KDV Kanunu md. 8/2, 57/2). Zaten belge yoksa veya bir hukuki ilişkinin tarafları arasında belge düzeni kurulmamışsa, katma değer vergisinin yayılılık özelliği ve indirim mekanizması çalışmaz.
O halde serbest meslek erbabında KDV hesaplanabilmesi, buna karşılık müşterisinde de bu verginin indirim mekanizması içerisinde değerlendirilebilmesi, belgenin düzenlenmiş olması veya düzenleme gereğinin ortaya çıkmış olması gerekir. Bu durumda cevabı aranması gereken soru, serbest meslek erbabının ifa ettiği hizmet için ne zaman belge düzenleme zorunluluğunda olduğudur.
Serbest meslek erbabının belgesi, serbest meslek makbuzudur. Bu belge, tahakkuk ilkesinin bir eseri olan faturadan farklı bir niteliğe sahiptir ve adı gibi sadece bir makbuzdur. Makbuz ise, bedel tahsil edildiğinde düzenlenir. Bir başka anlatımla serbest meslek erbabı, bu makbuzu, gelir vergisi açısından vergiyi doğuran olay gerçekleştiğinde, tahsil esasında geliri elde ettiğinde düzenlemek durumundadır. Dolayısıyla serbest meslek erbabı, hizmetini ifa etmiş olmasına rağmen, gelirini (hizmetinin bedelini) elde etmedi ise, makbuz düzenlemek zorunluluğu yoktur.
Netice olarak, serbest meslek makbuzunun yokluğu ve düzenleme zorunluluğunun bulunmadığı hallerde, katma değer vergisi de doğmaz.
Nitekim geçmişte Danıştay 11. Dairesinde yerleşik içtihadında soruna görüşümüze paralel yönde yaklaşmış ve serbest meslek erbabınca hizmetin bedeli tahsil edilmedikçe katma değer vergisinin doğmayacağına karar vermiştir. [Bu konudaki örnek kararlar için bkz. Dayanışma Dergisi (İzmir SMMMO yayını) s: 92 (Ağustos 2006) sf: 124-127].
Bu görüş, sağlıklı bir belge düzeninin kurulması açısından da yerindedir. Zira bedel tahsil edilmeden KDV'nin doğacağı kabul edilirse, KDV belgesiz beyan edilecek, ancak müşteri tarafından indirim konusu yapılamayacaktır. Bu noktada serbest meslek erbabı belge düzenleyip müşterisinin defterine de işleyemez. Çünkü böyle bir durumda alacağı için icrai takip ve tahsil yeteneğini kaybeder. İleride tahsilat yapıldığında belgenin KDV'siz düzenleneceği görüşü de savunulamaz. Çünkü bu durumda da müşteri söz konusu vergiyi indirim konusu yapamaz. Bu nedenle Daire'nin yerleşik içtihadına konu görüşümüzün, belge düzeninin ve indirim mekanizmasının işleyebilmesini sağlaması yönünden de doğru olduğu inancındayız.
Buna karşılık geçtiğimiz günlerde Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu'nda, hem de oy birliği ile verilen bir kararla (E.2006/19 K.2006/92 T.14.4.2006) aksi görüş benimsenmiştir [Karar için bkz. Mali Pusula Dergisi s: 23 (Kasım 2006) sf: 150-152]. Yine görüşümüz doğrultusundaki bir yerel mahkeme kararını bozan genel kurul, bozma gerekçesinde özetle; "KDV Kanunu'nda hizmetin ifası vergiyi doğuran olay olarak belirlenmiş olup, serbest meslekle ilgili özel bir düzenleme yer almamıştır. Gelir Vergisi Kanunu'nda serbest meslek gelirinin tahsil esasına bağlanması, bu hukuki durumu değiştirmez. KDV açısından vergiyi doğuran olay, hizmetin yapılması ile oluşur. Bu nedenle mahkemece, serbest muhasebecilik faaliyetinde hizmetin yapıldığı tarihin araştırılması ve vergiyi doğuran olayın hizmetin yapıldığı tarihte -bedel tahsil edilmese de- meydana geldiği nazara alınmalıdır" demiştir.
Danıştay'ın bir Daire'sinin yerleşik içtihadının tamamen zıddı olan, bu görüşü dahi hiç tartışmayarak ve görüş değişikliğinin gerekçesini de içermeyerek verilen bu karara katılma olanağı bulamamaktayız.
Daha önce de defalarca dile getirdiğimiz ve en az 10 yıldır pek çok ihtilafa yol açan, ancak meslek odalarınca da pek sahiplenilmese de belki binlerce serbest meslek erbabını ilgilendiren bu konunun, artık kanuna eklenecek bir cümle ile çözülmesi zorunludur.

/////////////////////////////////////

ANKARA YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI
MEVZUAT İZLEME VE DEĞERLENDİRME KOMİSYONU KARARI

Karar Tarihi : 04.12.2006
Karar No : 69/10

I- KONU:

Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun serbest meslek faaliyetlerinde KDV’ni doğuran olayın hizmetin verildiği an olduğu şeklindeki 14.4.2006 tarih ve E:2006/19, K:2006/92 sayılı kararı karşısında komisyonumuz görüşünün belirlenmesi amacıyla konu ile ilgili olarak aşağıdaki karar alınmıştır.

II- YAPILAN İNCELEME

A- KATMA DEĞER VERGİSİNDE VERGİYİ DOĞURAN OLAY VE SERBEST MESLEK FAALİYETİ ÇERÇEVESİNDE VERİLEN HİZMETLERİN DURUMU

1- Yasa Hükümleri

Anayasa’nın 73’üncü maddesinin birinci fıkrası hükmü şöyledir:

“Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.”

KDV Yasası’nın 1’inci maddesinin birinci fıkrasının ve bu fıkranın 1 numaralı bendi şöyledir:

“Türkiye’de yapılan aşağıdaki işlemler katma değer vergisine tabidir:

1- Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,”

Gelir Vergisi Yasası’nın 65’inci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır.

Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.”

Gelir Vergisi Yasasının 67’nci maddesinin birinci fıkrası ise şöyledir:

“Serbest meslek kazancı bir hesap dönemi içinde serbest meslek faaliyeti karşılığı olarak tahsil edilen para ve ayınlar ve diğer suretlerle sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerden bu faaliyet dolayısıyla yapılan giderler indirildikten sonra kalan farktır.”

Serbest meslek faaliyetinde gelirin elde edilmesi tahsil esasına bağlı olduğu gibi gider yönünden de ödeme esası kabul edilmiştir. Ödenmeyen giderler kazancın tespitinde gider olarak kabul edilmemektedir.

KDV Yasası’nın 10’uncu maddesinde vergiyi doğuran olaylar sayılırken (a) bendinde; “mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde, malın teslimi ve hizmetin yapılması,” sayılmıştır.

2- Yargı Kararları

a- Verginin Doğmasını Gelir Vergisi İle Paralel Gören Kararlar

(i) Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 19.02.1998 tarih E:1997/402, K:1998/651 sayılı kararının gerekçesi şöyledir:

“3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1. maddesinin 1. bendi ve aynı yasanın 10. maddesinin (c) bendinde açıklanan hükümler göz önüne alınarak dosya incelendiğinde, serbest muhasebecilik ve mali müşavirlik faaliyetiyle uğraşan davanın 1994 yılında elde ettiği serbest meslek kazancına ait beyannamelerini Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, kasım dönemlerinde matrahsız olarak vermesi, tamamını ise aynı yılın Aralık ayında beyan etmesi nedeniyle takdir komisyonu kararına dayanılarak yıl içinde elde edilen hasılatın 12 aya bölünmesi suretiyle belirlenen matrah üzerinden uyuşmazlık konusu tarhiyatın yapıldığı görülmüş ise de, davacının müşterilerden tahsil ettiği ücretin aylık yada üçer aylık olarak tahsil edildiğine ilişkin herhangi bir somut saptama yapılmadığı gibi ücret gelirlerinin de ... tarihinde tahsil edildiği anlaşıldığından yapılan tarhiyatta isabet bulunmadığı…”

(ii) Danıştay 11’inci Dairesi 8.1.1997 tarih, E: 1995/5209, K:1997/61 sayılı kararıyla onadığı kararın gerekçesi şöyledir:

“Davacının müşterilerine muhasebecilik hizmeti sunduğu, bu hizmetin sözleşme hükümlerine göre yürütüldüğü, sözleşmede ücretin aylık olarak ödenmesi koşulu getirildiği halde tahsilatın yapılmasıyla birlikte serbest meslek makbuzunun düzenlen¬diği dönemde katma değer vergisinin beyan edildiği, bu suretle vergi kaybı¬na yol açıldığından bahisle cezalı tarhiyat yapılmış ise de, ancak ücretin elde edildiği anda serbest meslek makbuzu düzenlenebilmesi ve ilgili dö¬nemde beyan edilmesi zorunluluğu karşısında vergi kaybından söz edileme¬yeceği gerekçesiyle cezalı tarhiyatın terkinine…”

(iii) Yine 11’inci Daire 17.2.1999 tarih ve E:1997/4149, K:1999/707 sayılı kararıyla onadığı vergi mahkemesi kararının gerekçesi şöyledir:

“3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 10. maddesi hükmü ile hiz¬met if asında vergiyi doğuran olay hizmetin veya kısmi hizmetin yapılması¬na bağlanmakla birlikte, muhasebecilik ve mali müşavirlik hizmetinin belli bir zaman dilimi içinde süreklilik göstermesi ve her evresinin birbirine bağlı hizmet olması itibarıyla kısmi hizmetin ne zaman yapıldığını tespit etmenin mümkün olmadığı, dolayısıyla bu tür hizmetlerde ücret ödemesi¬nin yapıldığı zamanı vergiyi doğuran olayın meydana geldiği an olarak ka¬bul etmek gerektiği, olayda söz konusu hizmete ait sözleşmenin yıllık ola¬rak yapılmasının hizmetin kesintisiz bir yıl boyunca devam ettiğini göster¬diği, diğer taraftan 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 67. maddesinde de, serbest meslek kazancının tespitinde tahsil esasının cari olduğu kabul edil¬diğinden, yükümlü tarafından serbest meslek ücreti tahsil edilmeden ser¬best meslek makbuzu düzenlenmesi ve dolayısıyla katma değer vergisi tah¬sil ve tahakkukunun söz konusu olamayacağı, bu durumda süreklilik göste¬ren hizmetlerde serbest meslek ücret ödemesi olmadığı halde her ay hizmet yapıldığı kabul edilemeyeceğinden tarh edilen cezalı vergide yasaya uyarlık bulunmadığı…”

(iv) Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 22.11.1996 tarih ve E:1996/102, K:400 sayılı kararının gerekçesi şöyledir:

“3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1 inci maddesinin ilk fıkrasının (1) işaretli bendinde, serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler, bu verginin konusunu teşkil eden işlemler arasına alınmış ve 10 uncu maddesinin (a), (b) ve (c) bentlerinde, kısım kısım mal veya hizmet tesliminde mutabık kalınmadıkça veya fatura ve benzeri belgeler malın teslimi yada hizmetin ifasından önce verilmedikçe vergiyi doğuran olay, malın teslimi ve hizmetin ifasına bağlanmıştır. Bu düzenleme karşısında (b) ve (c) bentlerindeki koşullar gerçekleşmedikçe davacı yönünden katma değer vergisini doğuran olay, işlemleri izlenen müşteriler tarafından gerekli ödemenin kısmen veya tamamen yerine getirilmesi ile tamamlanacaktır. Esasen bu durum, serbest meslek faaliyeti ve kazancına ilişkin Gelir Vergisi Kanununun 67 nci maddesinde ve serbest meslek makbuzunun düzenlenmesiyle ilgili Vergi Usul Kanununun 236 ve 237 nci maddelerinde yer alan kuralların da gereğidir.

Serbest meslek faaliyeti yürüten yükümlünün, bu faaliyeti nedeniyle kendisine yapılan ödemeler için serbest meslek makbuzu düzenleyerek, katma değer vergisini bu makbuzda göstermesi ve tahsilat dönemine ilişkin beyanına dahil etmesinin zorunlu olduğu, yükümlünün işlemlerini bu gerekliliğe uyarak yürüttüğü anlaşıldığından, verginin zaman yönünden geç tahakkukuna yol açtığından söz edilemeyeceğinden, adına kesilen cezanın kusura çevrilmesi yolundaki ısrar kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”

b- Verginin Doğmasını Gelir Vergisinden Ve Vergi Usul Yasasından Koparan Kararlar

(i) Danıştay Yedinci Dairesinin 31.3.2004 tarih, E:2001/765, K:2004/791 sayılı kararının gerekçesi şöyledir:

”3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun "Vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi" başlıklı 10'uncu maddesinin (a) fıkrasında, mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde, malın teslimi veya hizmetin yapılması; (b) fıkrasında da, malın tesliminden veya hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgelerin verilmesi hallerinde, bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin düzenlenmesi; (c) fıkrasında ise, kısım kısım mal teslimi veya hizmet yapılması mutad olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde, her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması anında vergiyi doğuran olayın meydana geleceği hükme bağlanmıştır.

Bu yasal düzenlemelere göre; katma değer vergisi açısından vergiyi doğuran olay, malın teslimi veya hizmetin yapılması anında meydana gelmekte olup, bu hususta ticari, sınai, zirai veya serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler yönünden farklı bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Serbest meslek kazancının tespitinde, gelir vergisi açısından, tahsilat esasının getirilmiş olması da, yukarıda anılan hukuki durumu değiştirmez.

Bu bakımdan; dava hakkında, serbest muhasebecilik faaliyetinde verilen hizmet tanımlandıktan sonra, hizmetin yapıldığı tarihin araştırılması ve vergiyi doğuran olayın, hizmetin yapıldığı tarihte meydana geldiği hususunun gözetilmesi suretiyle yapılacak yargılamayla ulaşılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden, aksi yoldaki temyize konu mahkeme kararında isabet görülmemiştir.”

(ii) Aynı Dairenin 30.6.2004 tarih, E:2000/8579, K:2004/2120 sayılı kararının gerekçesi de şöyledir:

“3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun "Vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi" başlıklı 10'uncu maddesinin (a) fıkrasında, mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde, malın teslimi veya hizmetin yapılması; (b) fıkrasında da, malın tesliminden veya hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgelerin verilmesi hallerinde, bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin düzenlenmesi; (c) fıkrasında ise, kısım kısım mal teslimi veya hizmet yapılması mutad olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde, her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması anında vergiyi doğuran olayın meydana geleceği hükme bağlanmıştır.

Bu yasal düzenlemelere göre; katma değer vergisi açısından vergiyi doğuran olay, malın teslimi veya hizmetin yapılması anında meydana gelmekte olup, bu hususta ticari, sınai, zirai veya serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler yönünden farklı bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Kazancın tespitinde, gelir vergisi açısından, tahsilat esasının getirilmiş olması da, yukarıda anılan hukuki durumu değiştirmez.”

(iii) Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 14.4.2006 tarih ve E:2006/19, K:2006/92 sayılı kararının gerekçesi aşağıdaki gibidir:
“213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Vergiyi do¬ğuran olay" başlıklı 19'uncu maddesinde, vergi alacağının, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğacağı belirtilmiştir.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun "Vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi" başlıklı 10'uncu maddesinin (a) fıkrasında, mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde, malın teslimi veya hizmetin yapılması; (b) fıkrasında da, malın tesliminden veya hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgelerin verilmesi halle¬rinde, bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin dü¬zenlenmesi; (c) fıkrasında ise, kısım kısım mal teslimi veya hizmet yapılması mutad olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde, her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması anında vergiyi doğuran olayın meydana gelece¬ği hükme bağlanmıştır.

1998 yılı işlemleri incelenen yükümlü nezdin¬de düzenlenen tutanakla, 46 mükellefe hizmet verdiği, 1998 yılında tahsil edilen ve 1998'de tahsil edilmeyip, 1999 yılına devreden ücretler olduğu belirtilmiş, bunları gösterir liste inceleme elemanına ibraz edilmiştir. 1998 yılından 1999 yılına katma değer vergisi dahil 6.454.455.000 lira alacak devrettiği tespit edilmiş, Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 10'uncu maddesinde yer alan vergiyi doğuran olayın, malın teslimi veya hizmetin ifası hallerinde, malın teslimi veya hiz¬metin yapılması anında meydana geleceği yo¬lundaki düzenleme uyarınca ilgili yılda verilen hizmetin en son 31.12.1998 tarihi itibarıyla ger¬çekleştiği kabul edilerek, tutanakla belirlenen tutardan katma değer vergisi tenzil edilerek Ara¬lık 1998 dönemi katma değer vergisi matrahına dahil edilmiştir.

Katma değer vergisi açısından vergiyi doğuran olay malın teslimi veya hizmetin yapılması anın¬da meydana gelmekte olup, ticari, sınai, zırai veya serbest meslek faaliyeti çerçevesinde, ya¬pılan teslim veya hizmetler yönünden farklı bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Serbest meslek kazancının tespitinde, gelir vergisi açısından tahsilat esasının getirilmiş olmasının da belirti¬len hukuki durumu değiştirmeyeceği açıktır.
Bu bakımdan, dava hakkında serbest muhase¬becilik faaliyetinde verilen hizmetin yapıldığı tarihin araştırılması ve vergiyi doğuran olayın, hizmetin yapıldığı tarihte meydana geldiği hu¬susunun gözetilmesi suretiyle yapılacak yargılamayla ulaşılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden, aksi yoldaki temyize konu ısrar kararında isabet görülmemiştir.”

3- Yargı Kararlarının Değerlendirilmesi

a- Ödeme Gücü Açısından

Bir kişiyi bir vergiyi ödemeye yükümlü kılmak için onun atfedilen vergiyi ödeme gücünün olması gerekir. Bu kural Anayasa’nın 73’üncü maddesi ile konulmuştur. Yasalar Anayasaya uygun olmak zorunda olduğundan, bu kuralı yasalar yorumlanırken de dikkate almak zorunludur. Yasanın sözel anlamı bu kurala aykırı ise bu kural dikkate alınarak nasıl uygulanabileceğine bakılmalıdır.

Gelir Vergisi Yasasında serbest meslek kazancı için elde etmede tahsil esasının benimsenmiş olması, bu faaliyet türünde ödeme gücünün tahsilatla doğacağı gerçeğine dayanır. Vergi Usul Yasasında ticari kazanç ve zirai kazanç için şüpheli alacak karşılığı, değersiz alacak ve reeskont müesseselerinin kabul edilmiş olması bu faaliyet türlerinde elde etmede tahakkuk esasının kabul edilmiş olmasına bağlıdır. Bu müesseseler tahakkuk esasını tahsil esasına yakınlaştırmaktadır. Serbest meslek faaliyetinde şüpheli alacak, değersiz alacak ve reeskont müesseselerinin kabul edilmemiş olması tahsil esasının kabul edilmiş olmasının sonucudur. Tahsilat yapılmadan vergiyi doğuran olayın meydana geldiğinin kabul edilmesi, tahsilatın yapılmaması durumunda ödenen verginin telafi edilmesi önlemlerinin alınmasını gerektirir. Ticari ve zirai kazançta tahakkuk esasının kabul edilmiş olması nedeniyle tahsil edilemeyen alacakların bu müesseseler yardımı ile gider yazılması sağlanmıştır. Serbest meslek faaliyetinde ise bu tahsilat olmadan hiçbir şekilde vergi de ödenmeyeceği için bu müesseseler kabul edilmemiştir.

Dolayısıyla tahsil edilmeyen vergiyi ödemesi istenen mükellefe tahsil edilememe durumunda telafi olanağının sağlanması gerekir.

b- KDV’nin İndirimi Açısından

Vergi Usul Yasasının 236’ncı maddesi hükmü şöyledir:

“Serbest meslek erbabı, mesleki faaliyetlerine ilişkin her türlü tahsilatı için iki nüsha serbest meslek makbuzu tanzim etmek ve bir nüshasını müşteriye vermek, müşteri de bu makbuzu istemek ve almak mecburiyetindedir.”

KDV Yasası’nın 34’üncü maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“1. Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanunî defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir.”

Anılan hükümlere göre KDV’nin indirim konusu yapılabilmesi için alış belgelerinde gösterilmesi ve defterlere ayrıca kaydedilmesi gerekir. Serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan hizmetler için düzenlenecek belge serbest meslek makbuzudur ve bu makbuz para tahsil edildiğinde düzenlenir.

KDV’nin tahsilata bakılmaksızın hizmet verilirken veya hizmetin tamamlandığı dönemde beyan edileceği kabul edilirse bu dönemde makbuz düzenlenmesi söz konusu olmaz. Müşteri de bu KDV’yi indirim konusu yapamaz. Daha sonra tahsilat yapıldığı dönemde makbuz düzenlendiğinde ise bu vergi önceki dönemlere ait bir vergi olması nedeniyle indirim konusu yapılamaz. Dolayısıyla hizmet verildiği dönemde tahsilat yapılmadan beyan edilen KDV hiçbir zaman indirim konusu yapılamayacaktır. Bu da KDV’nin indirim mekanizmasının tekniğine ve mantığına terstir.

4- Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 14.4.2006 Tarihli Kararından Sonra Ne Yapılmalıdır?

Serbest meslek mensupları tarafından Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu kararları yol gösterir nitelikte kararlar olduğundan Kurulun 1996 tarihli kararı yönünde işlem yapılmasının doğru olacağı düşünülmüş ve bu yönde işlem yapılmıştı. 14.4.2006 tarihli karardan sonra ise bu yönde işlem yapan mükellefler Danıştay kararına uydukları için cezalı tarhiyata muhatap olacaklardır. Son kararla tahsilat yapamayan serbest meslek erbabı ödeme gücü olmamasına karşın vergi borcu altına girecek ve bu borçları ödeyemeyeceği için vergi dairesinin borçlusu olarak güç duruma düşeceklerdir. Danıştay’ın mevzuat değişmeden değişen içtihadı nedeniyle serbest meslek faaliyeti de sermayeye dayanan bir faaliyet durumuna gelecektir.

Örneğin, mesleğini icra etmeye yeni başlamış bir avukat kazandığı dava sonucunda para alamasa da dahi hemen KDV ödemesi gerekecek, ödeyemeyeceği için de vergi dairesi tarafından takip edilen borçlu durumuna düşecektir. KDV’yi müşterisinden istese ve alsa bile bunun için serbest meslek makbuzu düzenlemek zorunda kalacak, bu defa da almadığı paranın makbuzunu düzenleyerek bu tutarı gelir yazmak zorunda kalacak ve muhtemelen de tahsilat sıkıntısı çekecektir.

Muhasebe mesleği ile uğraşanlar tahsilat yapmasalar dahi KDV öderlerse, en son Aralık ayında KDV ödemeleri gerekecek, oysa hizmet gelir veya kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi ile tamamlanacaktır. Yeminli mali müşavirler denetim yaptıkları gelir veya kurumlar vergisi beyannameleri için dönem içinde para alsalar da almasalar da KDV ödeyeceklerdir. Oysaki hizmeti yıl içinde vermekten çok, beyanname verildikten sonraki ikinci ayda raporlarını yazdıkları zaman vermiş olacaklardır.

Sonuç itibariyle Dava Daireleri Genel Kurulu’nun son kararı serbest meslek faaliyeti için bir kaos yaratmıştır. Bu yönde uygulama yapılması serbest meslek faaliyetlerini sermayeye dayanan bir faaliyet durumuna sokacaktır. Bu ise hiçbir yasanın öngörmediği bir sonuçtur. Buna karşın yargı kararının idari işlemle ortadan kaldırılmasının mümkün olmaması, Dava Daireleri Kurulunun kararlarının da vergi mahkemelerini yönlendirici nitelikte kararlar olması nedeniyle doğacak kaosun önlenmesi, ancak KDV Yasasında yapılacak bir değişiklikle mümkündür.

III- SONUÇ

Komisyonumuz Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun en son kararının; Anayasamızın vergide ödeme gücü ilkesine, 20 yıllık yerleşik uygulamaya ve Kurulun geçmişteki kendi kararına, serbest meslek kazancının tahsil esasına tabi olması ilkesine aykırı olduğu, ayrıca, Kararda Katma Değer Vergisi Kanunu’nun Gelir Vergisi ve Vergi Usul Kanunu ile olan ilişkisinin dikkate alınmaması ve serbest meslek faaliyetinin niteliğinden kaynaklanan hizmetin sürekliliği ilkesini gözetmediği için hukuka uygun olmadığı görüşüne varmıştır.

Serbest meslek erbabını söz konusu sıkıntıdan kurtarabilmek için, KDV Yasasının 10’uncu maddesinin (a) bendine parantez içinde “serbest meslek faaliyetinde bedelin tahsil edilmesi” hükmünün eklenmesi sağlanmalıdır. Sorunun önerilen yasa değişikliği ile çözümü için; tüm meslek mensuplarına, başta TÜRMOB olmak üzere meslek odalarına, bu arada konuyla ilgisi yönünden Barolar ve Barolar Birliğine görev düşmektedir.


İRFAN ERMİN ABDULVAHAP ŞENYURT

SAKIP ŞEKER ASLAN KAYA

BÜNYAMİN ÖZTÜRK KAZIM YILMAZ


////////////////////////////////

01. Eski karar,

Dairesi Karar Yılı Karar No Esas Yılı Esas No Karar Tarihi
VERGİ DAVA DAİRELERİ 1996 400 1996 102 22/11/1996

KARAR METNİ

SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK YAPAN VE MÜŞTERİLERİNDEN BU FAALİYETİNDEN DOLAYI TAHSİL ETTİĞİ ÜCRETLERİ TAHSİLAT DÖNEMİNDE BEYAN EDEN YÜKÜMLÜNÜN VERGİ KAYBINA YOL AÇTIĞINDAN SÖZ EDİLEMEYECEĞİ HK.<

Müşterilerine muhasebecilik ve müşavirlik hizmeti sunan yükümlünün 1991 yılına ilişkin işlemlerinin incelenmesi sonucunda, bu faaliyetinden elde ettiği gelirini geç beyan ederek vergi kaybına sebebiyet verdiği sonucuna varılmış, uygulanacak tarhiyatta katma değer vergisinin aranmaması, ancak, yükümlü adına kaçakçılık cezası kesilmesi önerildiği halde, vergi dairesi müdürlüğünce, inceleme elemanının vergi aslına ilişkin önerisi dikkate alınmadan kaçakçılık cezalı katma değer vergisi salınmıştır.

Tarhiyata karşı açılan davayı inceleyen Eskişehir 2.Vergi Mahkemesi 23.12.1993 günlü ve 1993/372 sayılı kararıyla; 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin (c) bendinde, kısım kısım mal teslimi veya hizmet yapılması mutad olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde, her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması anında vergiyi doğuran olayın meydana geleceğinin hüküm altına alındığı, olayda, yükümlünün 1991 yılında müşterileriyle yapmış olduğu birer yıllık sözleşme uyarınca her ay müşterilerine mesleki hizmet sunduğu ve sözleşmede yazılı aylık ücrete hak kazandığı halde, katma değer vergisi beyannamelerine sadece o ayda tahsil ettiği ücretleri dahil ettiği, dolayısıyla, bazı aylarda vergiyi eksik beyan ve
tahakkuk ettirdiği, oysa yükümlünün, o ay içinde yaptığı hizmetlerin tamamını katma değer vergisi beyannamesine dahil etmesi ücretin tahsil edilmesini beklememesi gerektiği, ancak, inceleme raporunda tarh edilecek katma değer vergisinin tahsil edilmemesi önerildiğinden, tahsil edilemeyecek verginin tarh edilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle vergi aslını kaldırmış, kaçakçılık cezasını ise, olayın özelliği ve matrah farkının bulunuş biçimini dikkate alarak kusur cezasına çevirmiştir.

Tarafların temyiz istemini inceleyen Danıştay 11.Dairesi 18.4.1995 günlü ve 1995/1176 sayılı Kararıyla; vergi dairesi müdürlüğünün temyiz isteminin reddine, yükümlü temyiz isteminin ise, inceleme raporunda yükümlünün ilgili dönemde beyan dışında bıraktığı bir hizmet tesliminin varlığı yolunda yapılmış herhangi bir somut saptama bulunmadığı, dolayısıyla, verginin geç beyan edildiği ve vergi kaybına neden olunduğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle kabulü ile cezanın kaldırılması gerektiği sonucuna ulaşarak vergi mahkemesi kararını yükümlü lehine bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Eskişehir 2.Vergi Mahkemesi, 15.9.1995 günlü ve 1995/268 sayılı kararıyla ilk kararındaki gerekçeye ek olarak, gerek bu olayda gerekse mahkemelerine bu konuda intikal eden uyuşmazlıklarda mükelleflerin söz konusu kazançlarını dönemler itibarıyla verilmesi gereken beyannamelerde değil, yılsonu beyannamelerinde beyan etmek suretiyle vergi kaybına yol açtıklarını belirterek ilk kararında direnmiştir.

Karar, yükümlü tarafından temyiz edilmiş ve olayda vergi ziyaının bulunmadığı ileri sürülerek direnme kararının bozulması istenmiştir.

Serbest muhasebeci mali müşavirlik yapan ve işlemlerini izlediği müşterilerince ödenen ücretleri, ödendikleri dönemin beyannamesine dahil ederek beyan eden davacı adına salınan katma değer vergisini kaldıran ancak, kesilen cezayı, verginin aylık dönemlerde değil de, ücretin tahsil edildiği dönemde tahakkuk ettirilmesi nedeniyle doğan vergi kaybının varlığını göz önüne alarak kusura çeviren vergi mahkemesi direnme kararı yükümlü tarafından temyiz edilmiştir.

Israr hükmü sadece cezaya ilişkin olduğundan temyiz isteminin, olayda vergi kaybına yol açılıp açılmadığı saptanarak sonuçlandırılması gerekmektedir.

Vergi ziyaının tanımı, Vergi Usul Kanununun 341 inci maddesinde yapılmış; mükellef veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesi veya eksik tahakkuk ettirilmesi olduğu, verginin sonradan tahakkuk ettirilmesi veya tamamlanmasının, ceza uygulanmasına engel oluşturmayacağı kurala bağlanmıştır. Dosyadaki belgelerin incelenmesinden, yükümlünün müşterileriyle yazılı sözleşme yapmadığı, inceleme raporuna ek tutanakta ise incelemenin yükümlü tarafından tutulan müşteri bilgi formlarından yararlanılarak yapıldığı, yükümlünün müşterileriyle yıllık, altı aylık, iki aylık gibi değişken süreli iş anlaşmaları yaptığı anlaşılmaktadır. Yükümlünün yıllık olarak göz önüne alındığında beyan dışında bıraktığı herhangi bir matrah farkı bulunmadığı inceleme elemanınca da kabul edilmiştir. Bu nedenle tartışma, sadece aylık dönemler itibarıyla zaman yönünden geç tahakkukun bulunup bulunmadığı noktasındadır.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1 inci maddesinin ilk fıkrasının (1) işaretli bendinde, serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler, bu verginin konusunu teşkil eden işlemler arasına alınmış ve 10 uncu maddesinin (a), (b) ve (c) bentlerinde, kısım kısım mal veya hizmet tesliminde mutabık kalınmadıkça veya fatura ve benzeri belgeler malın teslimi yada hizmetin ifasından önce verilmedikçe vergiyi doğuran olay, malın teslimi ve hizmetin ifasına bağlanmıştır. Bu düzenleme karşısında (b) ve (c) bentlerindeki koşullar gerçekleşmedikçe davacı yönünden katma değer vergisini doğuran olay, işlemleri izlenen müşteriler tarafından gerekli ödemenin kısmen veya tamamen yerine getirilmesi ile tamamlanacaktır. Esasen bu durum, serbest meslek faaliyeti ve kazancına ilişkin Gelir Vergisi Kanununun 67 nci maddesinde ve serbest meslek makbuzunun düzenlenmesiyle ilgili Vergi Usul Kanununun 236 ve 237 nci maddelerinde yer alan kuralların da gereğidir.

Serbest meslek faaliyeti yürüten yükümlünün, bu faaliyeti nedeniyle kendisine yapılan ödemeler için serbest meslek makbuzu düzenleyerek, katma değer vergisini bu makbuzda göstermesi ve tahsilat dönemine ilişkin beyanına dahil etmesinin zorunlu olduğu, yükümlünün işlemlerini bu gerekliliğe uyarak yürüttüğü anlaşıldığından, verginin zaman yönünden geç tahakkukuna yol açtığından söz edilemeyeceğinden,
adına kesilen cezanın kusura çevrilmesi yolundaki ısrar kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle Eskişehir 2. Vergi Mahkemesinin 15.9.1995 günlü ve 1995/268 sayılı direnme kararının bozulmasına karar verildi. (MT/ES)

Not : Alt çizgiler tarafımıza aittir.
Old 18-01-2007, 10:57   #5
nfb

 
Varsayılan

Tahsil etmediğim,edemediğim,edemeyeceğim avukatlık ücretlerim için eğer bana bir KDV tahakkuk ettirilecekse bu vergi borcunu, alamadığım avukatlık ücretimi vergi dairesine temlik ederek ödemem mümkün olabilecekse ben razıyım. Müvekkil bizden korkmaz ama belki vergi dairesinden korkabilir.
Old 06-01-2008, 01:51   #6
ismailduygulu

 
Varsayılan Serbest Meslekte Tahsİlat

Bu yazıya dayalı olarak açılmış bulunan birden fazla davanın,
Avukatın müvekkili tarafından, avukata ödendiği ileri sürülen ve karşılığında avukatın makbuz vermediği iddiasını içeren bir şikayeti karşısında, vergi dairesinin yaptığı gelir vergisi, KDV ve usulsüzlük cezalarına dair tahakkuk işlemi, vergi mahkemesi tarafından iptal edilmiş ve bu karar kesinleşmiştir.

Buna göre, ücrete dair herhangi bir ödeme yaptığını ileri süren müvekkilin, bunu yazılı olarak kanıtlaması gerekir.

Ayrıca, tahsilat yapılmadığı sürece, serbest meslek makbuzu kesilmesi gerekmemektedir.
Old 21-02-2008, 18:10   #7
Av.Mesut AVCI

 
Varsayılan

KARADENİZ BAROLARI TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRGESİNDEN...

TAKİPÇİSİ OLALIM.
AVUKATLARIN MESLEK VE VERGİ SORUNLARI, ÖNERİLER

Dava ehliyetine sahip her kişi adli ve idari yargıdaki her türlü davasını ancak baroya kayıtlı bir avukat aracılığıyla açabilmeli, açılmış davayı bir avukat aracılığıyla takip edebilmeli ve her türlü hukuki sonuç doğuran işlemlerin avukat eliyle gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.Avukatlık Kanunun 2. maddesinde düzenlenen “avukatın belge inceleme ve örnek alma hakkı” ile ilgili konularda bu madde hükmüne aykırı davranan kişi ve kurum sorumluları hakkında yaptırımlar uygulanmalıdır. Avukatlık Kanununda “Zorunlu Mesleki Sorumluluk Sigortası”na ilişkin düzenleme yapılmalıdır. Savunmanın bağımsızlığı açısından avukatların her türlü disiplin ve adli soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde Adalet Bakanlığının vesayeti kaldırılmalıdır. Avukatların emekli olduklarında kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmeleri için emekli maaşları hakim ve savcılara verilen emekli maaşı emsal alınarak belirlenmelidir.Adliyelerin işleyişinde yargının kurucu unsuru olan barolara yargının diğer unsurları ile eşit oranda katılma olanağı tanınmalıdır. Meslek içi eğitime Avukatlık Kanununda yer verilerek, zorunlu hale getirilmelidir. Gelir Vergisi Yasasının 67. maddesi ile KDV Yasasının 10. maddesi arasındaki çelişki giderilmeli, serbest meslek geliri için tahsilat ön koşul olduğuna göre, KDV Yasasının 10. maddesinde vergiyi doğuran olaylar arasına serbest meslek faaliyetinde bedelin tahsil edilmesi hükmü eklenmelidir. 356 sıra nolu Vergi Usul Kanunun Genel Tebliğinde Avukatın borçlu adına serbest meslek makbuzu düzenlemesi öngörülmüş ise de, kendisinden avukat ücreti alınmasına karar verilen borçlu avukatın müşterisi olmadığına göre bu düzenleme Vergi Usul Kanunun 236. maddesine aykırı olması nedeniyle yürürlükten kaldırılmalıdır. Kamu Hizmeti olan avukatlık hizmetinden %18 gibi yüksek bir oranda KDV alınması, üstelik aynı KDV oranının CMK gereği yapılan ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin çok altında olan ücretlerde de aynı şekilde uygulanması hakkaniyete aykırıdır. Avukatlık hizmetindeki KDV oranı düşürülmeli, CMK ve Adli Yardım görevlendirilmelerindeki avukatlık ücretlerinden KDV tamamen kaldırılmalıdır. Kamuoyuna saygı ile duyururuz.
Old 02-03-2008, 22:51   #8
osmancora

 
Varsayılan

elinize sağlık işime yaradı yararlandım yazıdan saolun
Old 05-03-2008, 17:02   #9
filorinalı 1

 
Varsayılan Uyari Mi, Tehdİt Mİ?

Değerli Arkadaşlar; Bugün Gelir İdaresi Başkanlığı antetli kağıt ile Vergi Dairesi Müdürü imzalı ve bir çok meslektaşıma gelen bir evrak var.
İçeriği 2006 takvim yılına ilişkin olarak; mevduat hesabına nakit yatan, çek-senet suretiyle tahsil olunan ve hesaba gelen havale tutarları ile 2006 beyannamemiz arasındaki fark olması, ayrıca 2007 yılı KDV beyannamelerimizde yer alan toplam ile 2007 yılı banka bilgilerimiz arasında aşırı fark olduğu biçiminde bir yazı.
Ancak yazının sonuç bölümünde 2008 yılı mart ayında vereceğiniz 2007 yılı gelir vergisi beyannamenizi vermeden bir kez daha değerlendirme yaparak; mükelleflerin gönüllü uyumu projemiz kapsamında davranmanız halinde, beyanname verme döneminden sonra Başkanlığımızca gerçekleştirilecek izleme, inceleme ve denetim de dikkate alınacağı da belirtilmiş.
Şimdi tahsil ettiğimiz tüm çek ve senet bedellerinin hepsi avukatın mı zannediliyor? Ya da müvekkile ait olan ve adımıza havale ile gönderilen paralar banka hesabımıza girip-çıktı diye mi vergi dairesi bu nazik yazıları gönderiyor.
Old 05-03-2008, 21:57   #10
YALÇIN ÖNDER

 
Varsayılan

Öncelikle, aynı içerikte yazılar, merkezi VEDOP soruşturması ile ülke çapında ve EKRANDA" kazanç beyanında "eksiklik olabileceği işareti taşıyanlara" tüm avukatlara ve benzer yazılar benzer durumda olan diğer mükelleflere de yağmur gibi yağmaktadır.

Burada, özellikle GVK'nun 67. maddesine göre durumu değerlendirmek gerekmektedir.


"Serbest meslek kazancı bir hesap dönemi içinde serbest meslek faaliyeti karşılığı olarak tahsil edilen para ve ayınlar ve diğer suretlerle sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerden bu faaliyet dolayısıyle yapılan giderler indirildikten sonra kalan farktır.

Müşteri veya müvekkilinden, serbest meslek faaliyeti ile ilgili olmak üzere para ve ayın şeklinde alınan gider karşılıkları kazanca ilave edilir.
(2361 sayılı Kanunun 46'ncı maddesiyle eklenen fıkra) Amortismana tabi iktisadi kıymetlerin elden çıkarılması halinde Vergi Usul Kanunu'nun 328'inci maddesine göre hesaplanan müspet fark kazanca eklenir.
Vergi, resim, harç, keşif, şahitlik, bilirkişilik ve ekspertiz gibi hususlara harcanmak üzere müşteri veya müvekkilden alınan ve tamamen bu hususlara sarf edilen para ve ayınlar kazanç sayılmaz.
(202 sayılı Kanunun 32. maddesiyle değişen fıkra) Serbest meslek erbabı, mesleki kazançlarını Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre tuttukları "Serbest meslek kazanç defteri"ne istinaden tespit ederler (4369 sayılı Kanunun 82/3-u maddesiyle yürürlükten kaldırılan parantez içi hüküm Yürürlük; 1.1.1999)(*)
65'inci maddenin son fıkrasında yazılı şirketler de mesleki kazançlarını "Serbest meslek kazanç defteri" üzerinden tespit ederler. Bu şirketlerin bilanço esasına göre tuttukları defterler serbest meslek kazancı defteri yerine geçer.
Serbest meslek erbabı için,
1. Ittıla hasıl etmeleri kaydiyle, namlarına kamu müessesesine, icra dairesine, bankaya, notere veya postaya para yatırılması;
2. Serbest meslek kazancı olarak doğan alacağın başka bir şahsa temliki (Temlikin ivazlı olup olmadığına bakılmaz. İvazlı temliklerde ivazın tahsil şartı aranmaz.) veya müşterisine olan borcu ile takası;
Tahsil hükmündedir. "

Daha önceden de çokça tartışıldığı üzere, tahsil edilmemiş gelirin vergilendirilmesi girişiminin idarece başlanabileceğinin işaretidir.

Sonuç bu tür yazılar olarak çok da hafife alınmamalı ama, çok da abratılmamalıdır.
Old 07-03-2008, 15:46   #11
YALÇIN ÖNDER

 
Varsayılan

Doktor ve Avukatlara Maliye Takibi
Maliye, avukat ve doktorların gelir beyanları ile banka hesaplarını, aldıkları ev ve arabaları karşılaştırdı, 40 bin kişiye "takiptesiniz" uyarısı gönderdi
Gelir İdaresi Başkanlığı, 2007 yılında KDV beyannamelerinde bildirdiği hasılat tutarı, aynı yıl içinde banka hesaplarına yatan paralar ile aldıkları araba ve gayrimenkullerin en az 100 bin YTL altında olan 40 bin serbest meslek erbabına tek tek uyarı mektubu göndermeye başladı.
Gelir İdaresi Başkanlığı, büyük bölümünü doktor ve avukatların oluşturduğu serbest meslek erbabına yönelik genel bir tarama çalışması gerçekleştirdi.
Bu çalışmada, önce Türkiye çapında faaliyet gösteren bütün serbest meslek erbabının 2007 yılı için beyan ettiği hasılat tutarları listelendi. Daha sonra da bankalardan, bu kişilerin banka hesaplarına yine geçen yıl yatan paraların dökümü istendi. Vergi İstihbarat Merkezinden de aynı kişilerin 2007 yılı içinde satın aldıkları gayrimenkul ve arabalara ait listeler çıkarıldı.
Veri toplama çalışmasının ardından, doktor, avukat ve diğer serbest meslek erbabının 2007 yılı için beyan ettiği hasılat ile banka hesaplarına yatan paralar, edinilen gayrimenkul ve arabalar karşılaştırmaya alındı.
Hasılat ile bu değerler her bir serbest meslek erbabı için tek tek kontrol edildi. Bu çalışmada, hasılat ile söz konusu değerler arasında en az 100 bin YTL'lik fark dikkate alındı. Ancak, daha detaylı bilgi edinilmesi için en az 100 bin YTL'lik fark olanlar, 250 bin YTL ve üzerinde fark olanlar ile 500 bin YTL ve üzerinde fark olanlar şeklinde bir listeleme yapıldı.
Bu arada çalışma sırasında bu kişilerin 2006 gelir beyanları ile bu yılda banka hesaplarına yatan para ve harcamalarına da ayrıca bakıldı.
-40 BİN KİŞİ DÜŞÜK HASILAT BİLDİRDİ-
Çalışmada, hasılatı ile değerler arasında en az 100 bin YTL fark bulunan 40 bin kişi tespit edildi ve bunlar riskli mükellefler listesine dahil edildi.
40 bin kişiye ilişkin listeler de "Mükelleflere uyarı mektubu talimatı" ile birlikte her mükellefin kayıtlı olduğu ilin Vergi Dairesi Başkanlığı ya da İl Defterdarlığına gönderilmeye başlandı.
Vergi Dairesi Başkanlıkları ve Defterdarlıklar da talimat çerçevesinde, listede ismi bulunan mükellefleri mektupla uyarma işlemini başlattı.
Mektupta, mükellef odaklılık, katılımcılık, verimlilik ve etkililik temel ilkelerini esas alarak, gelir politikasını adalet ve tarafsızlık içinde uygulamanın, vergiye gönüllü uyumu sağlamanın, yüksek kalitede hizmet sunmanın ve mükellefin yükümlülüklerine yerine getirmesi için gerekli tedbirleri almanın Gelir İdaresi Başkanlığının en önemli görevleri arasında bulunduğu belirtildi.
Başkanlığın, periyotlar halinde ve sektörel bazda, mükellefleri vergi mevzuatından doğan hakları ve ödevleri konusunda bilgilendirmek, uyum bozukluklarını tespit ve analiz ederek, çözümler üretmek suretiyle mükelleflerin vergi kanunlarına gönüllü uyumunu temin etmek ve bu şekilde devletimizin temel ve vazgeçilmez gelir kaynağı olan vergilerin tahsilini sağlamak yönünde çalışmalar yaptığına da vurgu yapılan mektupta, mükellefin çek-senet tahsilatları dahil, mevduat hesaplarına yatan para ile beyan ve KDV beyanlarıyla bildirilen hasılat tutarları arasındaki farka dikkat çekildi.
Bu çerçevede, mükelleflerin 2007 yılına ait gelir vergisi beyannamesini vermeden önce vergilemeye esas teşkil edecek hususları bir kez daha gözden geçirmesi ve doğabilecek uyumsuzluğun en aza indirilmesi yönünde azami özen göstermesi de istendi.
Uyarı mektubunun son bölümünde, bu ay içinde verilecek gelir vergisi beyanname bilgilerinin, beyan döneminden sonra Gelir İdaresi Başkanlığınca gerçekleştirilecek izleme, denetim ve inceleme çalışmalarına veri teşkil edeceği ve mükelleflerin gerekirse incelemeye alınacağı da belirtildi.
-ULUSOY'DAN İNCELEME SİNYALİ-
Gelir İdaresi Başkanı Mehmet Akif Ulusoy da A.A muhabirine yaptığı açıklamada, serbest meslek erbabına dönük bu çalışma ve gönderilen mektuplar ile söz konusu kişilere "Kendinize çeki düzen verin. Dikkat edin. Sizi takip ediyoruz" mesajı verildiğini bildirdi.
Ulusoy, yapılan tespitlerin ardından 40 bin mükellefin 2007 yılına ilişkin olarak bu ay verecekleri gelir vergisi beyannamelerine bakılacağını ve duruma göre incelemeye alınacağını da belirtti.
Ulusoy, bu ve benzer uygulamaların bundan sonra da devam edeceğini sözlerine ekledi.
Öte yandan Gelir İdaresi Başkanlığından bir başka yetkili de banka hesabına yatan para ile gayrimenkul ve araba harcaması, beyan ettiği hasılatın en az 100 bin YTL üzerinde olan mükelleflere dönük bir çalışma yapıldığına işaret ederek, "Bu rakamın altında fark bulunanları da dikkate alsak, gerçek dışı beyanda bulunan serbest meslek erbabı sayısının çok daha fazla olduğu ortaya çıkar" değerlendirmesinde bulundu.
Ankara Vergi Dairesi Başkanı Şinasi Candan da Gelir İdaresi Başkanlığının 40 bin serbest meslek erbabına ilişkin listeleri, illere göndermeye devam ettiğini bildirdi.
Başkanlığın şu ana kadar kendilerine bin 923 mükellefin yer aldığı bir liste ilettiğini belirten Candan, "Biz de listedeki serbest meslek erbabına hemen uyarı mektuplarımızı yolladık. Ancak, yeni gelecek liste ya da listeler ile birlikte başkentte bu gruba dahil mükellef sayısının daha da artacağını söyleyebilirim" dedi. 07.03.2008 11:29:15 - Anadolu Ajansı

Old 13-03-2008, 21:01   #12
YALÇIN ÖNDER

 
Varsayılan

Haber » Güncel
Son Güncelleme: 13.03.2008 19:42:18
Etkinlik Tarihi: 10.03.2008

VERGİ YAZILARINA TEPKİ


[FONT='Arial','sans-serif']İstanbul Barosu tarafından Türkiye’deki tüm serbest meslek mensuplarına gönderilen “uyarı yazısı” na tepki verildi.[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']Öncelikle Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına yazı yazılarak, meslektaşlarımız arasında tepkiye neden olan bu yazıların içerik ve uslup açısından kabul edilemeyecek nitelikler taşıdığı belirtilmek suretiyle, banka hesaplarının incelenmesinin yasal koşulları taşımadığı da vurgulanarak, yazıdaki yaklaşım yanlışlarının yanıtlanması gerektiği bildirildi.[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']Sözkonusu yazıya ek olarak, İstanbul Barosunun Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğüne hitaben düzenlediği yazı da gönderilmek suretiyle, gerektiğinde diğer meslek odaları ile de temasa geçerek ortak bir platform oluşturulması ve Bankalar Birliğine yazı yazılmak suretiyle, hesapların incelenmesine olanak veren nedenlerin sorulması istendi.[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']İstanbul Barosu tarafından Gelir İdaresi Başkanlığına hitaben düzenlenen ve TBB’ye de gönderilen yazıda, Başkanlığın ciddi bir yaklaşım yanlışlığı içinde olduğu bildirildi. Bu yazı ile vergi gelirlerinin arttırılmasının olası bulunmadığına dikkat çekilerek, şu görüşlere yer verildi:[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
  • <LI class=MsoNormal style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt">[FONT='Arial','sans-serif']Avukatların hesaplarına intikal eden her tutarın, mutlaka “gelir” olmadığı tarafınızca da bilinmektedir. Müvekkiller adına tahsil edilen ve daha sonra müvekkile intikal ettirilen tutarlar, gelir ve harcama olarak nitelenemez.[/font] <LI class=MsoNormal style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt">[FONT='Arial','sans-serif']Keza, avukatlık ücretinden ayrı olarak müvekkiller adına masraf yatırmak üzere tahsil edilen tutarlar da “gelir” olarak nitelendirilemez. [/font]<LI class=MsoNormal style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt">[FONT='Arial','sans-serif']Gayrimenkul ve/veya araç alımlarına ilişkin işlemlerin kredili işlemler olması karşısında, soyut olarak “tedarik edilmesinden” kaynaklanan bir “nakit veya peşin” alışverişten sözedilmesi olası değildir. Bu kredi ilişkisinin ödeme taksitlerinin, harcama olarak nitelendirilmesi de yanlıştır.[/font]
  • [FONT='Arial','sans-serif']Birden fazla hesabı olan meslektaşlarımızın hesapları arasındaki virmanların bir kazanç unsuru olarak görülmesi de sözkonusu olamaz.[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']Diğer yandan, uygulamanın yanlışlığına da değinilen yazıda, bu yanlışlıklar şöyle dile getirildi;[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']“Bilindiği üzere, servet ve harcamalardan hareketle vergi matrahına ulaşılmasına imkan veren VUK 30/7. fıkrası hükmü, 4783 Sayılı Yasanın 9. maddesi ile 01.01.2003 tarihinden geçerli olmak üzere kaldırılmıştır. Dolayısıyla bu veriler dikkate alınarak vergi tarhiyatı olası değildir.[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']Kaldı ki, Başkanlığınızın “tüm avukatların” banka hesaplarını izlemesi de kabul edilemez. Ancak, bir soruşturmanın sözkonusu olması halinde ve mutlaka yasal mercilerden alınacak izinle “münferit” olarak gerçekleştirilebilmesine olanak veren bir yasa düzenlemesini, öyle bir soruşturma da olmaksızın doğrudan Bakanlığın tasarrufu ile yerine getirmek, hukuken kabul edilemez.”[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']Bu uygulamanın vergi gelirlerini arttıramayacağını, kayıtdışı işlemlerin çoğalması endişelerinin doğumuna yol açacağını bildiren yazıda, avukatların banka hesaplarını boşaltmak gibi eylemlerin konuşulmasına neden olduğu bildirildi.[/font]
[FONT='Arial','sans-serif'][/font]
[FONT='Arial','sans-serif']Devletin daha “özenli” davranış isteyebileceği, ancak bunun yerine “korkutma” yolunu tercih etmemesi gerektiği bildirilen yazıda, bunun verginin kutsiyeti ile bağdaşmadığı ifade edilerek, sözkonusu yaklaşımların yeniden değerlendirilmesi gerektiği vurgulandı. [/font]

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Det...atID=1&ID=3296
Old 25-01-2009, 05:30   #13
Muhsin KOÇAK

 
Varsayılan

KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNUNUN SERBEST MESLEK KAZANÇLARINA İLİŞKİN DÜZENLEMESİ HUKUKA AYKIRIDIR.

Muhsin KOÇAK

Hukukçu Mali Müşavir

GİRİŞ

Kanunların Anayasa’ya aykırılık teşkil edecek bir şekilde düzenlenmesi düşünülemez, zira devletler, yasama erkini kullanırken Anayasal haklara, uluslar arası sözleşmelere, insan haklarına aykırılık teşkil edecek bir hükme yer veremezler, yapılan kanun düzenlemelerinde Anayasal düzenleme ile garanti altına alınan eşitlik, hak ve özgürlüklere aykırı düzenlemeler ilk aşamada Anayasa hükümlerine aykırı olacaktır. Yasama erkinin yapmış olduğu kanun düzenlemeleri arasında çelişki oluşmaması, eşitlik ilkesini zedeler nitelikte olmaması durumlarının göz önünde bulundurularak yapılması gerekmektedir.



02.11.1984 tarih ve 18563 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve bu güne değin çeşitli değişikliklere uğramakla birlikte yürürlük kazanmış olan 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu düzenlemesinde aşağıda yapılacak açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Anayasanın ilgili hükümleri ile diğer vergi kanunları arasında yer alan eşitlik ilkelerine de açıkça aykırıdır.

I- ANAYASA HÜKÜMLERİNE AYKIRILIK

Anayasamızın 2’nci maddesine göre “ Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen 5’inci maddesi”….., kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” Şeklindeki Anayasa hükmü karşısında, kişilerin huzuru ve güvenini sarsacak, mutluluğunu , temek hak ve hürriyetlerini tehdit edecek her türlü girişim düzenleme ve fiilleri engellemek, kaldırmak görevini yüklemiştir. Yasama erkine sahip kanun koyucunun Anayasanın bu hükümlerini açık bir şekilde ihlal edecek bir düzenleme yapması düşünülemez, zira vergi kanunlarının da bu hükümlere aykırı düzenlenmesi düşünülemez.

Tahsil etmediği bir mali yükümlülükten sorumlu tutulması halinde kişinin huzuru bozulacaktır, yapılacak bir vergi incelemesinde bu nedenle yapılacak tarhiyatla ekonomik bir zorlukla karşılaşacağı gibi vergi ziyaı cezası ile cezalandırılacaktır, bu şekilde karşılaşılan müeyyide hukuka aykırıdır. Hak ve adaleti sağlamakla görevlendirilen devlet, hak ve adaleti zedeleyici uygulamanın muhatabı olacaktır.

Herkesin Kanun önünde eşit olduğunu düzenleyen 10’uncu maddesi “ … Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” Hükmü ile herkesin kanun önünde hiçbir ayırım yapılmaksızın eşit olduğuna ilişkin tam güvence vermiştir.

Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı başlığı ile 17 maddesinde ”Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir…..” verilen güvence ile kişinin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine izin verilemez.

Yapılacak kanun düzenlemeleri ile kişinin maddi ve manevi varlığını tehdit edecek bir uygulamaya yer verilmesi anılan hükmün açık şekilde ihlali olacaktır.

Vergi kanunları uygulaması bakımından 3065 sayılı kanun, serbest meslek faaliyetinde bulunan serbest meslek erbabının maddi ve manevi varlığını tehdit eder derecededir, zira aşağıda da açıklanacağı üzere, kanunun konuluş amacı ve hedef kitlesi nihai tüketici olmakla birlikte bu vergiyi tahsil edecek olan ve vergi dairesine karşı asıl itibari ile sorumlu olmakla birlikte mükellef olarak değerlendirilen kişi devlet ile tüketici arasında bir köprü görevi görmekle birlikte tahsil etmemiş olduğu bir verginin yüklenilmesi durumunda maddi ve manevi bütünlüğü itibari ile tehdit edilmektedir.

Temel hak ve hürriyetlerin niteliğini açık bir şekilde düzenleyen Anayasamızın 12’nci maddesinde “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” Şeklindeki düzenleme ile kişinin hak ve hürriyetleri Anayasamızın bu hükmü ile garanti edilmiştir. Kişinin hak ve hürriyetini engelleyecek veya zedeleyecek ya da zayıflatacak uygulamaların ve bu uygulamaların da kanunla ve Devlet erki tarafından getirilmesi elbette Anayasanın anılı hükümlerine aykırılık teşkil edecektir.

Devletler, Hükümranlık sahaları içerisinde cereyan eden / edecek iş ve işlemlerden egemenlik hakları ile Anayasalarınca tanınan hak ve yetkilerini kullanmak üzere katlanılması gereken ekonomik bedeli karşılamak üzere yapacakları kanunlarla kişi veya kurum ve kuruluşlardan para toplamak durumundadırlar, bu kişi, kurum ve kuruluşların katlanmaları gereken para ise vergidir.

Vergi ancak kanunlarla konulur, kaldırılır veya değiştirilir, bu bakımdan Trkiye Cumhuriyeti Anayasasının 73 üncü maddesinde vergi ödevi başlığı ile “ Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.

Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir.” Şeklinde yapılan anayasal düzenleme ile verginin nasıl tahsil edileceğine ilişkin düzenlemelere aykırılık teşkil edecek bir düzenleme yukarıda açıklanan Anayasal hak ve düzenlemeleri açıkça ihlal edecektir zira, Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesini düzenleyen 11’inci maddesi“ Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. “ kuralı karşısında yapılacak kanun düzenlemelerinin uyulması gereken sınırlarını çizmiş bulunaktadır.

II- 193 SAYILI GELİR VERGİSİ KANUNU HÜKÜMLERİNE AYKIRILIK

3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun birinci maddesinde verginin konusunu oluşturacak işlemler “Ticarî, sınaî, ziraî faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,”

10/a maddesinde vergiyi doğuran olay “ Mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde, malın teslimi veya hizmetin yapılması, “ na bağlanmıştır.

Yine 3065 sayılı Katma değer Vergisi Kanunun 1’inci maddesinde düzenlenen ve verinin konusunu oluşturan işlemler “Ticari, sınaî, ziraî faaliyet ile serbest meslek faaliyetinin devamlılığı, kapsamı ve niteliği Gelir Vergisi Kanunu hükümlerine göre; Gelir Vergisi Kanununda açıklık bulunmadığı hallerde, Türk Ticaret Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre tayin ve tespit edilir.” Şeklinde 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununa atıfta bulunulmuştur.

Dolayısıyla 193 sayılı Gelir vergisi kanununda verginin konusunu oluşturan gelir unsurları 3065 sayılı kanunun da konusunu oluşturacağı öngörülmüştür. Anılan gelir unsurları 193 sayılı GVK 2 nci maddesinde 7 bent halinde sayılmış olup bu gelir unsurlarının elde edilme şartları ise kanunda sayılmamış olmakla birlikte dört ana unsurla tespit edilebilmektedir. Bu unsurlar; 1- Tahakkuk Esası,2- Ekonomik tasarruf Esası 3- Hukuki Tasarruf Esası 4- Fiili tahsil esası

193 sayılı Gelir Vergisi kanunun Ticari ve zirai kazançları kanunun 37 ve devamı maddelerinde açık bir şekilde tahakkuk esasına dayandığını, serbest meslek kazançlarının ise yine anılı kanun 65-68 maddelerinde tahsil esasına dayandığını öngörmüştür.

193 sayılı GVK 65 maddesinde “Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır.

Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmıyan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır. “ şeklindeki düzenleme ile kanunun 66 maddesinde tarif edilen serbest meslek erbabının özelliklerini çizmiştir. Kanunun 66 maddesinde “ Serbest meslek faaliyetini mutad meslek halinde ifa edenler, serbest meslek erbabıdır.” Şeklinde düzenleme ile serbest meslek erbabı, serbest meslek erbabının elde edeceği kazancın niteliklerini düzenlemiş olmakla birlikte bu kazancın nasıl ve hangi şartlarda elde edildiği ya da elde edilmiş sayılacağını ve dolayısıyla verginin konusunu nasıl teşkil edeceğini ise 67 nci maddesinde “Serbest meslek kazancı bir hesap dönemi içinde serbest meslek faaliyeti karşılığı olarak tahsil edilen para ve ayınlar ve diğer suretlerle sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerden bu faaliyet dolayısıyla yapılan giderler indirildikten sonra kalan fark…“ açık bir şekilde tahsil esasına bağlamıştır.

III- 213 SAYILI VERGİ USUL KANUN HÜKÜMLERİNE AYKIRILIK

213 sayılı vergi usul kanunu 8 inci maddesinde mükellef ve vergi sorumlusu “Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzelkişidir. Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi... “ olarak tanımlanmış, 11’inci maddesinde vergi kesenlerin sorumluluğu , 19’uncu maddesinde ise vergiyi doğuran olay “Vergi alacağı vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğacağı” , 3 /A maddesinde “Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade edeceği, Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönünde tutularak uygulanacağı,” 3 / B maddesinde “Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esas...” alınacağı Şeklinde yapılan düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere;

3065 sayılı Kanun bakımından,Birincisi verginin esas mükellefi tüketici olup serbest meslek erbabı ise verginin sorumlusu konumundadır, devlet adına tahsil selahiyeti yüklenilen kişidir, dolayısyla tahsil etmesi halinde yüklenmiş olduğu vergiyi yüklenici sıfatıyla idareye ödemekle sorumluluğu söz konusu olacaktır, tahsil etmemiş olduğu bir ücret üzerinden verginin hesaplanarak alınması da söz konusu olmayacaktır.

İkinci unsur olarak 193 sayılı GVK nunun bu kazancı tahsil esasına dayandırmasının bir başka kıstası da bu kazancı Ticari kazançtan ayıran özelliği itibari ile tahsili serbest meslek makbuzuna bağlanmıştır, zira Ticari, sınai kazancın tespitinde geçerli olan tahakkuk esası Fatura ve benzeri belgelerle yapılmakta olup gerek , tahsili ise makbuza dayanmaktadır, fatura ile serbest meslek makbuzuna ilişkin 213 sayılı vergi usul kanununda yapılan düzenlemelerden de açıkça anlaşılacağı üzere, elde etme şartı fiili tahsile bağlanmış ve tahsil edilmemiş bir ücrete ilişkin makbuz düzenlenemeyeceğine göre vergiden de bahsedilmesi düşünülemez.

Bu nedenle tahsil edilmemiş olan bir verginin sorumluya yüklenilmesi onu cezalandırmaktan başka bir tanımlama olmayacağı gibi hukuka ve anayasanın yukarıda sayılan hükümlerine de aykırıdır.

3065 sayılı Katma Değer vergisi kanunun 1 ve 10 maddelerindeki hükümler gerek anayasa gerek hukuk ve gerekse 213 sayılı VUK ile 193 sayılı GVK hükümlerine açık bir şekilde aykırıdır.

Ancak, konuya hassasiyetimden yapmış olduğum araştırma sonucu yukarıda aktarmaya çalıştığım aykırılığın giderilmesine yönelik kanun değişiklik teklifi 26.10.2007 tarih 2/41 Esas kayıt numarası ile Başbakanlık kayıtlarına ve 05/11/2007 tarihinde de Plan ve Bütçe Komisyonuna görüşülmek üzere gönderilmiş olmakla henüz Komisyondan çıkmadığı anlaşılmıştır.

SONUÇ:

Yukarıda ana hatları ile anlatıldığı üzere 3065 sayılı kanunun 1 ve 10 maddelerinde serbest meslek kazancına ilişkin düzenleme hukuka, Anayasaya aykırıdır, bu aykırılığın giderilmesi gerekmekle birlikte yie yukarıda aktarmış olduğum kanun değişiklik teklifinin bir an önce komisyondan geçerek TBMM ne görüşülmek üzere gönderilmesi gerekmektedir. Zira Vergi idaresinin özellikle bazı bölgelerde başlatmış olduğu incelemelerle, özellikle hukuk camiasını hedef almış olması sonucu bir çok meslektaşlarımız hak etmediği bir uygulama ve sonuç itibari ile yargıya intikal edecek davalara sebebiyet verecektir.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Avukatın Mahkeme Esas Defterini İncelemesi - Hakimin Talebi Reddi Av. Adil Giray ÇELİK Hukuk Sohbetleri 95 07-07-2011 23:01
sakal yok bıyık serbest mi? İzzet Hamle Konumuz : Hukukçular 6 20-10-2006 17:48
Serbest Bölge ve tevkifat Burhan Sezer Mali Hukuk Çalışma Grubu 0 24-09-2006 13:35
Vekaletnamede Serbest Satış Yetkisi Nur Hukuk Soruları Arşivi 5 12-04-2003 10:05


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07894611 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.