Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Beddua ile hakaret arasındaki fark...

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 25-01-2010, 03:22   #1
sincap

 
Mahçup Beddua ile hakaret arasındaki fark...

Merhaba,

Bela okumanın hakarete girmediği konusunda hemfikir olduğumuzu varsayarak şu şoruyu yölendirmek istiyorum (GS maçında Ahmet Arı'ya çıkan kırmızı kartın sorum ile bağlantısını inkar etmeden);

"Allah belanı versin" hakaret değil, peki; -oldukça yumuşatarak "ailendeki hatun kişilerin hepsini ulu orta sinkaf etsinler inşallah" hakarete girer mi? Buna da temenni deyip geçer miyiz yoksa açar mıyız TCK 125 uyarınca hakaretten dava?

Şimdiden teşekkürlerimle...
Old 25-01-2010, 09:05   #2
Av.Evren Akçay

 
Varsayılan

Bela okumanın hakaret olmadığı yargı kararlarında tartışılmış. Ama dediğiniz şekilde edilen beduanında bence 125. maddenin kapamına girdiği açık. çünkü küfür veya kötü söz kişiyi küçük düşürmeye yönelik bir harekettir. Bu şekilde küfürlü bir bedduanında küçük düşürücü olduğunu düşünüyorum. TCK Şerhi (Artuk- Gökçen- Yenidünya) de bazı yargıtay kararlarında " bir kimseye tükürmek", " avukata hitaben, avukat olmamıştır, yeniden hukuk tahsili yapması gerekir" demenin onur, şeref ve saygınlığı rencide edici olduğunu belirtmiştir.
Hakareti düzenleyen 125. madde çok geniş kapsamlı125. maddenin gerekçesinden alıntı;
Hakaret suçunun oluşabilmesi için, kişiye somut bir fiil veya olgu isnat edilmelidir. Örneğin, kamu görevlisinin bir kişiden bir iş karşılığında belli bir miktar rüşvet aldığı yönünde isnatta bulunulması durumunda hakaret söz konusudur. Kişiye isnat olunan somut fiilin gerçek olup olmamasının, hakaret suçunun oluşması bakımından bir önemi yoktur. Ancak, iddia olunan hususun gerçek olduğunun ispat edildiği durumlarda, fail cezalandırılmayacaktır.

Keza, kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırmadan, soyut olarak yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de, hakaret suçu oluşur. Kötü bir niteliği veya huyu ifade eden sözler, somut bir fiil veya olguyla irtibatlandırılmadıkları hâlde, yine de hakaret suçunu oluştururlar. Örneğin, bir kimseye “serseri”, “alçak”, “hayvan” denmesi hâlinde, somut fiil isnadı söz konusu değildir. Aynı şekilde kişiye soyut olarak “hırsız”, “rüşvetçi”, “sahtekâr” gibi yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de hakaret suçu oluşmaktadır. Kişinin bedenî arızasını ifade etmekle veya kişiye bir hastalık izafe etmekle de hakaret suçu işlenmiş olur. Örneğin, kişiye “kör”, “şaşı”, “topal”, “kambur”, “kel” vs. demekle; kişiye “psikopat”, “frengili” veya “AİDS’li” demekle, hakaret suçu işlenmiş olur.

Dikkat edilmelidir ki; davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Kişiye onu toplum nazarında küçük düşürmek amacına yönelik olarak belli bir siyasî kanaatin isnat edilmesi hâlinde de hakaret suçu oluşur. Örneğin, bir kişiye “faşist”, “komünist” veya “mürteci” demekle, hakaret suçu işlenmiş olur. Bir kişiye izafeten söylenen sözün veya bulunulan davranışın o kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığını tayin ederken, toplumda hâkim olan telâkkileri, örf ve âdetleri göz önünde bulundurmak gerekir.

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2001/9-132
Karar: 2001/155
Karar Tarihi: 03.07.2001

ÖZET : Bir eylemin hukuk düzeni tarafından cezalandırılması ancak onu hukuka uygun kılan diğer bir anlatımla hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayan bir nedenin bulunmasına bağlıdır. Bu bağlamda hakaret ve sövme suçlarında hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan ve düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün vasıtalarından olan eleştiri hakkı üzerinde durulmalıdır.

Sarfedilen "Allah belasını versin" sözleri tanrısal ceza dileme, beddua anlamında olup, tahkir ve tezyif içerdiğinden sözedilemez.

Demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek kaynağını Anayasadan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur; Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de kurumlar eleştirilirken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalı, başka bir anlatımla onların saygınlığını zedeleyici veya yok edici, varlık nedenini tartışılır hale getiren hareketlerden kaçınılmalıdır.


(765 S. K. m. 158, 159, 480, 482) (647 S. K. m. 4)

Dava: Sanık Mustafa Özbek'in TBMM.nin manevi kişiliğini alenen tahkir ve tezyif etmek suçundan TCY.nın 159/1 ve 59. maddeleri ile 10 ay ağır hapis, Cumhurbaşkanına yokluğunda hakaret suçundan TCY.nın 158/2, 59 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca 912.600.000 TL. ağır para cezasıyla cezalandırılmasına, her iki suçtan verilen cezaların ertelenmesine ilişkin Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 8.12.2000 gün ve 143-243 sayılı hüküm sanık vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen 9.Ceza Dairesince 7.5.2001 gün ve 1282-1521 sayı ile;

"... 30.1.2000 tarihinde, Başkanı bulunduğu Türk-Metal İş Sendikasının yapılmakta olan genel kurulunda; 7 yıllık görev süresini tamamlamak üzere bulunan dönemin Cumhurbaşkanının yeniden seçilmesi veya görev süresinin uzatılması için yapılan girişimler konusunda görüşlerini açıklayan sanığın, Cumhurbaşkanını hedef alarak sarfettiği sözlerin, ağır eleştiri niteliğinde olup, gerek Cumhurbaşkanına ve gerekse TBMM.nin manevi şahsiyetine vaki tahkir ve tezyifi içermediği, tanrısal ceza dileme şeklinde tarifini bulan şartlı beddua mahiyetinde bulunduğu, esasen şartında tahakkuk etmediği gözetilmeden, sanığın unsurları itibariyle oluşmayan müsnet suçlardan beraati yerine, değerlendirmede yanılgıya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi..." isabetsizliğinden Cumhurbaşkanına hakaret suçundan oyçokluğuyla, diğer suçtan oybirliği ile bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 8.6.2001 gün ve 29809 sayı ile;

TCK.nun 158. maddesinde korunmak istenen, başkalarına gösterilmesi gereken saygının dayandığı özlük değer, onur ve insanın şeref varlığıdır, onur ihlalinden ve dolayısıyla hakaret veya sövme suçundan söz edilebilmesi için, öncelikle bir kimseye o kimsenin sosyal değeri ile ilgili olarak kendisinin veya toplumun sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı eylem ve sıfatların isnad veya izafe edilmesi gerekir.

Ne tür eylem ve sıfatların onur ve saygınlığı ihlal edici olduğunu belirlemede ölçüt, toplumda yer, zaman ve boyut itibariyle örf ve adet ile özellikle pozitif hukuk kaideleridir.

Sanık, "... Hala çıkıp toplumun karşısına konuşabiliyorsun. Hala o insanlar da seni alkışlayabiliyorlarsa bizim diyeceğimiz hiçbirşey yok. Seni de Cumhurbaşkanı seçerlerse o parlamentonun Allah belasını versin, ne diyeyim" şeklindeki söyleminde, kurnazca, imalı ve edebiyatta telmih sanatını da kullanarak Cumhurbaşkanına hakarette bulunmuştur.

"... Seni de Cumhurbaşkanı seçerlerse o parlamentonun Allah belasını versin, ne diyeyim..." şeklindeki konuşmasında, Süleyman Demirel aleyhine oy kullanan milletvekillerini kast etmediği yeniden seçilmesi doğrultusunda oy kullanan milletvekillerine yönelik olduğu, ya da "Allah belasını versin" tarzındaki sözlerin, her şeye rağmen parlamentoda çoğunluğun Demirel'i tekrar Cumhurbaşkanı seçerse "Allah onlara müstahak oldukları cezayı versin" anlamında "beddua" olarak da düşünülemez. Eylem TBMM.sinin bütününü içermektedir. Sarfedilen sözlerin ağır eleştiri kapsamını aştığı açıktır." gerekçesiyle her iki suç yönünden itiraz yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılarak, Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesini istemiştir.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Sanığın TBMM.nin manevi kişiliğini alenen tahkir ve tezyif etmek Cumhurbaşkanına yokluğunda hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık atılı suçların unsurları itibariyle oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

TCY.nın 159/1. maddesinde, "Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin manevi şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin askeri veya emniyet muhafaza kuvvetlerini veya Adliyenin manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif edenler... cezalandırırlar" hükmü yer almaktadır.

Bu hükümle, Devletin siyasal ve hukuki varlığının ve aynı doğrultudaki çıkarlarının korunmaya çalışıldığında kuşku yoktur. Devlet kavramını, diğer bir anlatımla Devletin varlığını oluşturan ve bir sentezin ayrılmaz unsurları sayılan müesseselerin madde metninde ayrı ayrı sayılması ve bunlara yönelen hareketlerin yaptırım altına alınmasıyla güdülen amaç temelde Devletin tüzel kişiliğinin, saygınlığının ve hukuki yararının korunmasıdır. Ancak bu hüküm ile Devlet kavramı ve Devletin varlığını oluşturan ve maddede sayılan kurumlar korunmuş olup bu kurumlarda yer alan kişi veya kişilerin ya da grupların korunması amaçlanmamıştır.

Suçun maddi öğesi, maddede belirtilen kavramların varsayılan tüzelkişiliklerine yönelik, onları aşağılayan, hor gören, küçük düşüren, onurlarını zedeleyici hareketler olup, ne tür fiil ve sıfatların tahkir ve tezyif edici olduğu toplumda hakim olan ortalama anlayış, örf ve adetlere göre belirlenir.

Manevi öğesi ise tahkir ve tezyif kastıyla, başka bir deyişle yasanın bu kurumlara sağlamak istediği saygıyla çelişen, alçaltıcı bir duruma sokmak amacıyla hareket edilmesidir.

Diğer yönden, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek kaynağını Anayasadan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur; Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de kurumlar eleştirilirken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalı, başka bir anlatımla onların saygınlığını zedeleyici veya yok edici, varlık nedenini tartışılır hale getiren hareketlerden kaçınılmalıdır.

İnceleme konusu somut olayda; Türk Metal İş Sendikası Genel Başkanı olan sanık 30.1.2000 tarihli genel kurul toplantısında, ülkenin gündemiyle ilgili çeşitli konularda görüşlerini açıklamış, hizbullah olaylarında yetkililerin aczini kast ederek, "Ben bir Türk vatandaşı olarak bu ülkeyi yönetenlere soruyorum, bu kadar insan kesilip yere gömülüyor, sizin istihbaratınız MİT'iniz nerede? şeklinde yönetenlere tepki göstermiş, akabinde ülkenin bu zor durumda olmasının tek nedeninin ülkeyi uzun yıllar Başbakan olarak yöneten ve halen de Cumhurbaşkanı olan S. Demirel olduğunu öne sürerek, parlamentonun onun görev süresinin uzatılması veya ikinci kez seçilmesini sağlamak yönünde Anayasa da değişiklik yapılmasına yönelik çalışmalarına tepki olarak; "hala çıkıp toplumun karşısına konuşabiliyorsan, hala o insanlarda seni alkışlayabiliyorsa bizim diyeceğimiz bir şey yok, seni de Cumhurbaşkanı seçerlerse o parlamentonun Allah belasını versin ne diyeyim." şeklindeki sözleri sarfetmiştir. Sarfedilen "Allah belasını versin" sözleri tanrısal ceza dileme, beddua anlamında olup, tahkir ve tezyif içerdiğinden sözedilemez.

Bu itibarla Parlamentonun tüzel kişiliğini tahkir ve tezyif suçu unsurları itibariyle oluşmadığından Yargıtay C.Başsavcılığının bu suça yönelik itirazının reddine karar verilmelidir.

Sanığın yine aynı toplantıda ve aynı koşullarda; dönemin Cumhurbaşkanına yönelik, "Ne diyeyim öyle toplum gel, bir eline pengirşeh şapkayı alıp fötr şapkayı milli manevi değerlere bağlı bilmem ne falan bir gel o şapkayı alıp kafana nasıl geçiriyoruz" sözlerinin Cumhurbaşkanına gıyabında hakaret suçunu oluşturduğuna ilişkin ikinci itiraz nedenine gelince;

TCY.nın 158. maddesinde "Reisicumhura muvacehesinde hakaret ve sövme fiillerini işleyenler ... cezalandırılır.

Hakaret ve sövme Reisicumhurun gıyabında vaki olmuş ise faili, bir seneden üç seneye kadar hapis olunur. Reisicumhurun ismi sarahaten zikredilmeyerek ima veya telmih suretiyle vaki olsa bile mahiyeti itibariyle Reisicumhura matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa tecavüz sarahaten vuku bulmuş addolunur." hükmü getirilmiştir.

Maddedeki suçun maddi unsuru, "hakaret ve sövme" teşkil edecek herhangi bir harekettir. Söz konusu hareketler söz, yazı, resim, işaret veya benzeri vasıtalarla gerçekleştirebilir, ancak; hakaret ve sövme içeren bu eylemlerin Cumhurbaşkanına matufiyeti şarttır. Maddedeki hakaret ve sövme terimleri TCY.nın 480 ve 482. maddelerine göre belirlenecektir.

Bu suçla Cumhurbaşkanlığının fonksiyonları değil Cumhurbaşkanının şeref varlığı korunmaktadır. Genel hakaret ve sövme suçlarında olduğu gibi Cumhurbaşkanına hakaret ve sövme suçunun oluşması için; onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe edilmelidir. Ne tür hareketlerin şeref ve itibarı ihlal edici olduğu, toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenmelidir, bunu tayinde ölçü bireyin özel duyarlılığı değildir, bu itibarla basit bir saygısızlık hakaret ve sövme olarak nitelendirilemez. (Erman S.Hakaret ve Sövme Suçları, S.80 vd.)

Suçun işlenmesi için genel kast yeterlidir, failde siyasi veya Devlet Başkanlığı sıfat ve görevi ile ilgili saik aranmasına, bir başka deyişle özel kast aranmasına gerek bulunmamaktadır.

Bir eylemin hukuk düzeni tarafından cezalandırılması ancak onu hukuka uygun kılan diğer bir anlatımla hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayan bir nedenin bulunmasına bağlıdır. Bu bağlamda hakaret ve sövme suçlarında hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan ve düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün vasıtalarından olan eleştiri hakkı üzerinde durulmalıdır. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzenin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır.

Devletin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamı da özgürlükçü parlamenter rejimlerde diğer anayasal ve yasal kurumların konumu gibi eleştiriye açıktır.

Bu açıklamalar ışığında sanığın Cumhurbaşkanına yönelik olarak söylediği, "bir gel o şapkanı alıp kafana nasıl geçiriyoruz" sözü konuşmanın bütünlüğü nazara alındığında; Cumhurbaşkanının şeref ve haysiyetini incitici nitelikte olmayıp, tekrar seçilmesinin uygun olmayacağını vurgulamak için kullanılmıştır. Kaldı ki belli kamusal görevlere aday olanların, tüm yönleriyle değerlendirilmesi, eleştirilmesi demokratik toplum düzeninin gereklerindendir, hatta böyle bir eleştiri ve değerlendirme de kamu yararı bulunmaktadır.

Bu nedenle somut olayda Cumhurbaşkanına yönelik sözler hakaret ve sövme oluşturmayıp, ağır eleştiri niteliğinde bulunduğundan Yargıtay C. Başsavcılığının bu suça yönelik itirazının da reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım kurul üyeleri, dönemin Cumhurbaşkanına karşı sarf edilen sözlerin küçük düşürücü değer yargısı taşıdığı gerekçesiyle bu suça yönelik itirazın kabulü yönünde oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığının her iki suça yönelik itirazının REDDİNE, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, TBMM.nin manevi kişiliğini tahkir ve tezyif etmek suçundan 26.6.2001 günü yapılan müzakerede oybirliği ile , Cumhurbaşkanına hakaret suçundan ise 3.7.2001 günü oyçokluğuyla karar verildi.(¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 25-01-2010, 17:55   #3
Av. Erdem Akçay

 
Varsayılan

Sayın Av.Evren Akçay'ın belirttiklerine katılıyorum.

Bence bedduayı hakaretten ayırmak için, 2 noktaya bakmak gerekli:

1- "Tanrısal" istek olmalıdır. Tabii burada "tanrı" yerine, belli bir yönelim olmasa da beddua olacaktır. Örneğin, "inşallah" demek yerine, "umarım" denilirse de, bedduadır. İstenen eylemi, var olmayanın, ne olduğu bilinmeyenin ya da tanrının yapması istenmelidir.

Eğer olması ya da olmaması istenen, düşünebilen dünyevi bir varlık tarafından sağlanabilecekse(her hangi bir insan, hakim, vb), bu takdirde hakaret kapsamına girecektir çünkü suçlayıcıdır. Örneğin, "umarım hırsızlıktan hakim sana ceza verir", "inşallah Kemal seni, şerefsiz olduğunu düşünüp döver", "umarım hakim senin belanı verir".

2- Olması ya da olmaması istenen eylemin, kişiyi toplum önünde küçük düşürücü ya da eksiklik oluşturan niteliği olmalı ve suçlayıcı olmalıdır.

Dolayısıyla, "Allah belanı versin" beddua iken, "Diğer tarafta hırsızlıktan ceza alırsın inşallah" hakarettir. Yine, "ailendeki hatun kişilerin hepsini ulu orta sinkaf etsinler inşallah" dileği de, kişiyi toplum önünde küçük düşürmek amaçlandığı için hakarettir.
Old 07-09-2019, 22:06   #4
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Allah belanı versin sözünün beddua olduğu ancak hakaret teşkil etmediğine dair ceza genel kurulu 2014/328 esas 2014/386 karar nolu kararı da mevcuttur...

Tutuklanmasına karar veren hakime Allah belanı versin diyen şüphelinin hakaret suçundan cezalandırılamayacağına karar verilmiştir.
Old 09-09-2019, 17:28   #5
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

KAMU GÖREVLİSİNE GÖREVDEN DOLAYI HAKARET
HAKİME ALLAH BELANI VERSİN DEMEK
SÖVME SUÇUNUN UNSURLARI
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 53
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 58
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 125
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 131

"İçtihat Metni"
Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan sanık S.. K..'nın 5237 sayılı TCK'nun 125/3-a, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, Küçükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 19.12.2006 gün ve 573-656 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 20.02.2013 gün ve 24950-3378 sayı ile;
“Mahkemece; sanığın duruşmada müştekiye yönelik olarak söylediği kabul edilen 'Allah belanı versin' sözünün beddua niteliğinde olup hakaret olarak nitelendirilmeyeceği gözetilmeden unsurları oluşmayan suçtan sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.



Yerel mahkeme ise 01.10.2013 gün ve 456-946 sayı ile;
“...Yargılamaya konu somut olayda; sanığın sarf ettiği sözlerin şahıslar arasında gerçekleşen bir tartışma veya uyuşmazlık sırasında sarf edilmesi halinde beddua olarak nitelendirilebileceği, ancak mağdurun suç tarihinde nöbetçi sulh ceza hakimi olarak görev yaptığı, hırsızlık suçlaması ile sorguya sevk edilen sanık hakkında soruşturma dosyasındaki deliller ve vicdani kanısı doğrultusunda sanığın tutuklanmasına yönelik yargısal bir karar verdiği, sanık müdafiinin ve sanığın bu yargısal karara karşı üst dereceli mahkemede itiraz yoluna başvurmak suretiyle hukuki ve yasal yollara başvurabilme hakkı varken kendisi aleyhine verilen yargı kararına karşı 'Allah belanı versin, sen ne biçim hakimsin' şeklinde bağırmak suretiyle mağdur olan hakimin onur, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunduğu, suçun işleniş şekli, işlendiği yer ve zaman, failin güttüğü amaç ve saik dikkate alındığında sanığın sarf ettiği sözlerin beddua kastıyla sarf edilmediği, sanığın hakaret kastıyla hareket ettiğinin kabulünün gerektiği, aksinin kabulü halinde aleyhine verilen kararları kabullenemeyen bütün şahısların yasal yolları kullanmak yerine beddua ve kaba eleştiri adı altında yargısal faaliyette bulunan tüm hakim ve savcıların onur, şeref ve saygınlığı rencide etme yoluna gidebileceği, bu haliyle Yargıtay 2. Ceza Dairesi kararının yerinde olmadığı...” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar vermiştir.



Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 13.05.2014 gün ve 25007 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
06.03.2006 tarihinde düzenlenen tutanağa göre; hırsızlık suçundan tutuklanması talebiyle hakim önüne çıkarılan sanığın, sorgusu yapıldıktan sonra şikâyetçi Hâkim Z.. Ö.. tarafından tutuklanmasına karar verilmesi üzerine, kararın tefhiminin ardından duruşma salonundan ayrılmak üzere olan müştekiye yüksek sesle “Allah belanı versin” diye söylediği,
Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 12.10.2006 gün ve 8150-2046 sayılı iddianamesi ile; "Allah belanı versin" şeklinde söz söylemek suretiyle kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu işlediği iddiasıyla sanık hakkında kamu davası açıldığı,
Anlaşılmaktadır.
Şikâyetçi Z.. Ö..; Küçükçekmece l. Aile Mahkemesinde hakim olarak görevli olduğunu, olay tarihinde nöbetçi hakim olması nedeniyle tutuklanması talep edilen sanığın sorgusunu yaptığını, tutuklama kararını bildirdikten sonra odasına geçeceği sırada sanığın kendisine hitaben “Allah belanı versin” dediğini belirtmiş,
Suç tarihinde tutanak katibi olarak görev yapan tanık S.. K..ve polis memuru olan tanık A.. I.. olay tutanağı ile aynı doğrultuda olacak şekilde; sanığın sorgusu yapıldıktan sonra görevli hakime "Allah belanı versin" dediğini beyan etmişler,



Polis memuru olarak görev yapan tanık U..Ş.. ise soruşturma aşamasındaki ifadesinde; sanığın görevli hakime "Sen nasıl hakimsin, Allah belanı versin" dediğini, kovuşturma aşamasında da bu ifadeden kısmen farklı olacak şekilde "Allah belanı versin, ne biçim hakimsin" dediğini açıklamış,
Sanık aşamalarda; tutuklama kararından etkilenerek sorguyu yapan hakime "Allah belanı versin" dediğini kabul etmiş, temyiz dilekçesinde ise bu sözü görevli hakime değil, diğer şüpheli arkadaşına söylediğini savunmuştur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Hakaret” başlıklı 125. maddesinin ilk üç fıkrası;
“1- Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.
2- Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
3- Hakaret suçunun;
b)Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,



İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz...” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'ndan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir. (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.430)
5237 sayılı TCK'nun "Soruşturma ve kovuşturma koşulu"başlıklı 131. maddesinin birinci fıkrasında ise; “Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, TCK'nun 125. maddesinin birinci fıkrasında hakaret suçunun temel şekli, üçüncü fıkrasında ise nitelikli halleri düzenlenmiş, aynı kanunun 131/1. maddesinde kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret dışında kalan hakaret suçlarının şikâyete tâbi olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.



Öte yandan, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde beddua; "Birinin kötü duruma düşmesini gönülden isteme, bir kimse için kötü dilekte bulunma, kötü dua, ilenme, ilenç", "belâ" ise; "İçinden çıkılması güç sakıncalı durum, büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse, hak edilen ceza" şeklinde tanımlanmıştır.
Bir kimsenin zarar ve sıkıntıya düşmesini yaratıcıdan dileme mahiyetindeki sözlerin açıkça, kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını içermediği veya sövmek fiilini oluşturmadığı takdirde hakaret olarak kabulü mümkün bulunmamaktadır.
Bu kapsamda, sadece "Allah belanı versin" cümlesi ile ortaya konulan bir beddua ifadesi, rahatsız edici olmakla birlikte onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil isnadı veya sövme olmaması nedeniyle TCK'nun 125. maddesi anlamında suç olarak kabul edilemeyecektir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 03.07.2001 gün ve 132-155 sayılı kararında da; "Allah belasını versin" sözünün Tanrısal ceza dileme ve beddua anlamında olup tahkir ve tezyif içerdiğinden söz edilemeyeceğine işaret edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Hırsızlık suçundan hakkında soruşturma başlatılan ve tutuklanması talebiyle hakim önüne çıkartılan sanığın, kendisinin haksız bir şekilde tutuklanmasına karar verildiğini düşünerek bunun sorumlusu olarak gördüğü sorguyu yapan hakime yönelttiği “Allah belanı versin” şeklindeki ifade, beddua niteliğinde, nezaket dışı, kaba ve rahatsız edici bir söz ise de, şikâyetçi hâkimin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.



Bu nedenle, yerel mahkemece sanığın beraatine hükmolunması gerektiği gözetilmeden, unsurları oluşmayan suçtan mahkûmiyet kararı verilmesi isabetsizdir.
Bu itibarla; yerel mahkeme direnme hükmünün, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi O. K..; "Sanık tutuklanmasının akabinde tutuklayan hakime görevlilerin yanında 'Allah belanı versin' diyerek salonu terk etmiştir. Çoğunluk bu sözü beddua olarak kabul ederek suç olmadığına hükmetmiştir. Temelde bu söz beddua ise de oluşa ve söylenen kişiye göre sövme olarak vasıflandırılabilir. Hakimin gıyabında bir makalede veya bir televizyon söyleşisinde kullanılsa oluşa göre suç olmayabilir. Ancak; hakimin görevi sırasında kamu otoritesini, makam sahibinin prestijini sarsacak veya saygınlığını rencide edecek şekilde söylenirse sövme suçunu oluşturur.
5237 sayılı Yasa'nın 125. maddesinde saygınlığı rencide edebilecek veya saygınlığa saldırı bu suçun unsurları arasında sayılmış olup bir hakime başkalarının bulunduğu bir ortamda 'Allah belanı versin' demek hem kişinin hem de mahkemenin saygınlığına saldırıdır.
Görevli polislerin önünde sanığın hakime karşı 'Allah belanı versin' demesi o kişinin ve mahkemenin prestijini ve hakimin otoritesini sarsar. Prestijin Türkçe karşılığı itibardır. İtibarı sarsan bir sözcük de sövme suçunu oluşturur. Bu söz kavga esnasında bir şahsa söylense veya bir siyasiye söylense beddua ya da ağır eleştiri olarak görülebilir. Ancak bir makam sahibine söylendiğinde, hele hele bir hakime söylendiğinde durum farlılık arzeder. Suç olmadığı kabul edilirse bütün sanıklar hakime 'Allah belanı versin' diyerek salonu terk eder. Bu da kamu otoritesinin sarsılmasına neden olur. Nitekim Anayasanın 26/2. fıkra son cümlesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğü başlığıyla düzenlenen 10/2. fıkrada yargılama görevi yapanlar ve yargı gücü otoritesi yönünden ifade özgürlüğü yönünden bir ayrıcalık öngörmüştür.
İzah edilen nedenlerle hükmün onanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum" düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer altı Genel Kurul Üyesi de; "suçun unsurlarının oluşması nedeniyle direnme hükmünün onanması gerektiği" şeklindeki benzer düşünceyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Küçükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.10.2013 gün ve 456-946 sayılı direnme hükmünün, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.09.2014 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Tck 188 ile 191 arasındaki fark cesur_yürek Meslektaşların Soruları 9 04-11-2009 22:19
Marka ve Tasarım Arasındaki Fark AdaletTR Fikri Haklar ve Bilişim Hukuku Çalışma Grubu 10 13-11-2008 10:15
paylı mülkiyet ve edinilmş mal arasındaki fark burcu nas Hukuk Soruları 3 23-06-2007 12:00


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04446292 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.