Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

muris muvazaası

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 04-07-2011, 14:19   #1
avrecepefe

 
Varsayılan muris muvazaası

Sevgili arkadaşlar öncelikle hepinize çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum. Bir konu hakkında fikirlerinize ve yorumlarınıza ihtiyacım var. Özetle konu şu;
Muris hayatta iken % 20 ortaklığı bulunan bir LTD. Şirket hissesini çocuklarından birisine aslında bağış yaptığı halde noterde satış yapmak suretiyle devrediyor. Malum olduğu üzere muvazaa nedenine dayalı iptal davalarında görünüşteki işlem ile gerçek irade beyanları uyuşmadığında (özellikle taşınmazlarda) iptal edilebilme imkanı var. Zira tarafların gerçek iradeleri ile senetteki iradeleri birleşmemektedir. Oysa tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar, menkuller, hak ve alacaklarda durum farklı. Örneğin menkullerin devri elden bağışlama ve elden teslim ile mümkün. Bir miktar para bağışlanması halinde muvazaa değil, tenkis hukuki sebebine dayanılabilir. ZİRA BU DURUMLARDA DEVRİN GERÇEKLEŞMESİ ÖZEL BİR ŞEKLE BAĞLI DEĞİLDİR. Oysa LTD. Şirket hisse devrine ilişkin TTK madde 520; "
Madde 520 - Bir payın devri,
şirket hakkında ancak şirkete bildirilmek ve pay defterine kaydedilmek şartiyle hüküm ifade eder.

Devir hususunun pay defterine kaydedilebilmesi için, ortaklardan en az dörtte üçünün devre muvafakat etmesi ve bunların esas sermayesinin en az dörtte üçüne sahip olması şarttır.

Ortağın koymayı taahhüt ettiği sermaye ayın ise, payını şirketin kuruluşunu takip eden üç yıl içinde başkasına devredemez.

Şirket mukavelesi payların devrini yasak edebileceği gibi yukarıki fıkralarda derpiş edilenlerden daha ağır şartlara da bağlı tutabilir.

Payın devri veya devir vadi hakkındaki mukavele yazılı şekilde yapılmış ve imzası noterce tasdik ettirilmiş olmadıkça ilgililer arasında dahi, hüküm ifade etmez."
hükmü gereğince tıpkı tapuda kayıtlı taşınmazların mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla devrinde olduğu gibi, LTD. Şirket hissesinin (devir için özel şekil şartı arandığından) devri halinde de muris muvazaası nedenine dayalı iptal davası açılabilir mi? Bu konuda yargıtay kararına ulaşabilir miyiz? Katkılarınız için şimdiden minnettarım.

Old 04-07-2011, 18:01   #2
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Katkı

Limited şirketlerde pay devri : Satış / Bağış
1.Şirkete bildirilmek ,
2.Pay defterine kaydedilmek şartıyla hüküm ifade eder.
3.Devir hususunun pay defterine kaydedilebilmesi için, ortaklardan en az dörtte üçünün devre muvafakat etmesi ve bunların esas sermayenin en az dörtte üçüne sahip olması şarttır.
4.Olayda hisse noter senedi ile devredilmiş ise de, maddede öngörülen koşulları yerine getirilmiş mi?
5.Gizli sözleşme (bağış) BK.m.213 hükmüne aykırı mı?
Old 04-07-2011, 18:06   #3
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Karar

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 1998/9242
K. 1999/4123
T. 18.5.1999
ÖZET : Taraflar arasındaki üzeri muvazaa ile örtülü gizli sözleşme ilke olarak ve özü itibariyle geçerlidir. Gizli sözleşmenin geçersiz olması, ancak hukuka, ahlaka aykırı olması veya yerine getirilmesi imkansız olması ve nihayet gizli sözleşmenin oluşumu şekle bağlanmış ise, o şekle uyulmamış olması durumlarına münhasırdır. Tereke lehine açılan davada medeni kanunun 581. Maddesi hükmü dikkate alınarak taraf teşkili yapılması gerekirken bu hususun dikkate alınmamış olması hatalıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki Aydın Asliye 2. Hukuk Mahkemesince görülerek verilen 14.7.1998 tarih ve 1994/907-1998/400 sayılı kararın Yargıtay incelemesi duruşmalı olarak davalılar vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 11.5.1999 günde davacı avukatı R. U. ile davalılar avukatı R. Ü. gelip diğer davalı ve avukatı tebligata rağmen gelmediğinden temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, 5.3.1986 tarihinde vefat eden müvekkilinin babası muris M. U.'nın dava dışı "K.T. A.Ş."nin %25 hisse sahibi ve kurucu ortağı olduğunu, ancak görünürde bu hissenin yarısının müvekkilinin kardeşi olan davalı H. F. U. adına keydettirildiğini, o tarihlerde 20 yaşlarında olan davalının bu kadar büyük bir tesisin kurucu ortağı olmasının mümkün olmadığını, olayda muvazaa olup gerçek pay sahibinin muris Mustafa olduğunu, muris Mustafa'nın ölümden 10 gün öncesi bir tarih olan 25.2.1986 tarihinde kardeş olan diğer davalı İbrahim'e devrettiğinden bahisle davacıya hiçbir payının olmadığının kendisine bildirildiğini oysa, bu davalı İbrahim'in de o tarihte kendisine bildirildiğini oysa, bu davalı İbrahim'in de o tarihte henüz 16 yaşında olup, maddi ve hukuki olarak böyle bir devrin söz konusu olamayacağını devir öncesi şirket sermayesinin arttırılmış olup, böyle bir devir için neden bulunmadığını, devir hususunda anasözleşme gereği bir karar alınmadığı gibi, ticaret siciline de bildirilmediğini, devir işlemlerinin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, davalılar adına gözüken %25 pay hissesinin iptali ile muris adına tescilini talep ve dava etmiş olup, birleşen davada da, asıl dava konusu hisse senetlerinden %24 lük kısmının 7 Nisan 1994 tarihinde davalı Durmuş Ç.'a devir gösterilmiş ise de, bu işlemin de muvazaalı olduğunu, taraflar arasında akrabalık bağı bulunduğunu, davalı Durmuş'un pay devri alacak mali gücü olmadığı gibi, pay devrine de bir neden bulunmadığını ileri sürerek, hisse devrinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar H. F. ve İ. U. vekili cevabında, davanın hukuki sebebinin belli olmadığını, zamanaşımı olduğunu, murisin ölümünden sonra miras taksim sözleşmesi yapılarak uygulandığını, murisin %12,5 hissesini ivaz mukabili İbrahim'e, o'nun da 19.12.1998 tarihinde diğer davalı H. F.'ye devir ve teslim ettiğini, bu hisselerin %24'lük kısmının da 7 Nisan 1994 günü devrin teslim ile gerçekleştiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Diğer davalı Durmuş Ç. vekili de cevabında, payların hamiline olup, zilyetliğin devri ile mülkiyetin geçtiğini, müvekkilinin yasal hamil olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia ve savunmaya, toplanan delillere, bilirkişi raporu ve tanık anlatımlarına nazaran, şirketin kuruluşunda 18-19 yaşlarında olan ve henüz okula giden davalı H. F.'nin %12,5 hisse ile kurucu ortak olmasının ve yine babasının ölümünde 11-12 yaşlarında olan İbrahim'in şirketin mevcut mali yapısı ve değeri itibariyle %12,5 hissesinin devralmasının mümkün olmadığı ve hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, yine lokantacılık yapan diğer davalı Durmuş'un dahi mali gücüne nazaran diğer davalıdan %24 hisse almasının mümkün olmadığı, Durmuş'un H. F.'nin aile dostu olduğu gerekçesi ile, davanın kabulüne, davalılar adına kayıtlı Kale Topsan A.Ş.%25 hissesinin iptali ile bu hissenin muris M. U. adına tesciline karar verilmiştir.

Karar, davalılar vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere dava, muris muvazaası hukuki sebebine dayalı olarak açılmış olup, istek davalılar ellerindeki hisselerin iptali ile muris ( tereke ) adına dava dışı anonim şirkette tesciline ilişkin bulunmamaktadır.
Mahkemece de davalıların satın alma güçleri bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile muris tarafından gerçekleştirilen paydaş yapma ve pay devri işlemlerinin iptaline karar verilmiştir.

BK.nun 18 nci maddesinde ilke bazında düzenlenen muvazaa, genellikle tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve fakat gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç getirmeyen bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanmaktadır. Muris muvazaasında ise, yine genellikle, muris gerçekte mamelekinden bir bölümünü ve tamamını, mirasçılarından bir kısmını veya tamamını miras haklarından yoksun kalma amacıyla gerçekte bağış amacıyla devretmekte ve fakat bu işlemi gizlemek için muris ile devir alan arasında satış işlemi gerçekleştirilmektedir. İşte bu gibi durumlarda açılan muvazaaya dayalı davalarda, murisin dava konusu işlemi muvazaa amacıyla yaptığı ispatlanabilirse bu hukuki işlem veya sözleşme tarafların gerçek iradelerini aksettirmedikleri için geçersiz olup, taraflar arasında hiç bir sonuç doğurmazlar. Ne varki, taraflar arasındaki üzeri muvazaa ile örtülü alt-gizli sözleşme ilke olarak ve özü itibariyle geçerlidir. Zira, onun muvazaalı bir sözleşme altına gizlenmiş olması geçerliliğine zarar veremez. Aksi halde, Borçlar Kanunu'muz da yer alan sözleşme serbestisi ana ilkesi bertaraf edilmiş olur.

Gizli sözleşmenin geçersiz olması, ancak onun hukuka, ahlaka aykırı olması veya yerine getirilmesi imkansız olması ve nihayet gizli sözleşmenin oluşumu bir şekle bağlanmış ise, o şekle uyulmamış olması halerine münhasırdır.

Yukarıda, anılan ilkeler ışığında dava konusu olay irdelenecek olursa, davacı, murisin mirasçısı olup, davalılar Fehmi ve İbrahim'de aynı şekilde mirasçıdır. İlk muvazaa işleminin muris tarafından bu mirasçılar lehine gerçekleştirildiği iddia olunduğuna göre, öncelikle bu hukuki işlemler üzerinde durulmalıdır. Davalılardan Fehmi muris Mustafa'nın büyük oğlu olup, bu kişiye karşı murisin bir satış işlemi gerçekleştirdiği ileri sürülmemiştir.

Dava dışı anonim şirketin kuruluşunda murisin, bu davalının kurucu pay sahibi olması aşamasında pay bedellerinin gerçekte muris tarafından karşılandığı ileri sürülmektedir. Bir başka ifade ile bu davalının pay sahibi olabilmesi için gerekli paranın bağış olarak muris tarafından karşılandığı iddia edilmektedir. Bu ilişkide, davalı İbrahim'in şirket ortağı olması muris ile bu davalı arasındaki bir sözleşmeye dayalı olmadığından bir başka deyişle görünürdeki ortaklık sözleşmesi muris ile bu davalı arasında olmadığından taraflar arasında nisbi ( mevsuf ) bir muvazaadan söz edilemez. Bir an için aksi kabul edilse bile, sorunun çözülmesi, asıl amaç olan bağışlamanın geçerli olup olmadığında toplanmaktadır.

Davalı Fehmi'ye yapılan bağış ister para olarak teslimi kabul edilsin, ister pay teslimi şeklinde kabul edilsin şirket ana sözleşmenin usulüne uygun bir şekilde gerçekleştirilip, bu davalının da paydaş olarak tescil ve ilanı yapılmış bulunmaktadır. Bu şekilde paydaşlık şekil şartı gerçekleştiği gibi, paranın bağışlanmış olması halinde BK.nun 237 nci maddesi hükmü uyarınca geçerlidir ve bir şekle bağlı değildir. O halde, bu davalının, dava dışı Anonim şirketteki paydaşlığının muvazaa sebebiyle iptali mümkün değildir.

Diğer davalı İbrahim'in durumuna gelince; murisin bir trafik kazası sebebiyle ani ölümünden kısa bir süre önce, dava dışı anonim şirketteki %12,5 payını bu davalıya satış yolu ile devretmiş bulunmaktadır. Mahkemenin bu kabul şekli doğru olsa bile, yukarıda değinildiği gibi, görünürdeki sözleşmenin geçersizliği gizli ( alt ) sözleşmenin geçersizliğini kendiliğinden doğurmaz. Gizli sözleşmenin de geçersizliğinin ispatı gerekir.
Dava dışı K. A.Ş.nin dava dosyası içerisinde bulunan ana sözleşme metni ve tadillerinde şirket paylarının hamiline olarak düzenleneceği belirlenmiştir. Ayrıca, payın devrinin herhangi bir şekle tabi olacağı da ana sözleşme de kararlaştırılmış değildir. Bu durumda davalıların elinde hamiline yazılı pay senetleride bulunduğuna göre ve bunların iptalleri sağlanmadıkça geçerli olacaklarının da kabulü gerektiğinden, bu senetlerin bağış yolu ile bu davalıya intikal ettirilmesi BK.nun 237 nci maddesine geçerli bir işlemdir. O halde, bu davalının da dava konusu payları muvazaa yolu ile aldığı gerekçesiyle geçersiz sayılması doğru görülmemiştir. Kaldı ki, murisin ölümü müteakip, tüm mirasçıların iştiraki ile 5.12.1986 tarihinde miras taksim sözleşmesi yapıldıktan sonra, davacının davalı kardeşlerinin dava dışı şirkette ortaklıklarını bildiği halde, buna 8 yıl ses çıkarmadıktan sonra işbu davayı açması da MK.nun 2 nci maddesinde düzenlenmiş bulunan hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurur ki bu davranışın hukuken korunması da mümkün değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalılar Fehmi ve İbrahim'e ilişkin işlemlerin hukuken geçerli olması karşısında davacının bu hukuki işlemler sebebiyle miras hakkından mahrum kılındığını ancak MK.nun 507 nci maddesi koşulları çerçevesinde ileri sürmesi mümkündür.

O halde, davalılar Fehmi ve İbrahim haklarındaki muvazaaya dayalı bu davanın reddi gerekeceğinden, bu payların büyük bir bölümünü devir alan Durmuş hakkındaki davanın da reddi gerekecektir. Bütün bu hususlar dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

2- Kaldı ki, dava yukarıda değinildiği gibi davacı tarafından, davalılar elinde bulunan hisse senetlerinin iptali ile muris ( tereke ) adına şirkete kayıt ve tescil edilmesini talep ettiğine göre, tereke lehine açılan bu davada MK.nun 581 nci maddesi hükmü dikkate alınarak taraf teşkili yapılması gerekirken, bu hususun dikkate alınmamış olsa da kabul şekli bakımından doğru görülmemiştir.

3- Yukarıda açıklanan bozma sebep ve şekillerine göre, davalılar vekillerinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 ve 2 numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma sebep ve şekline göre davalılar vekillerinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek bulunmadığına, 30.000.000 lira duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harçların istekleri halinde temyiz eden davalılara iadesine, 18.5.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 06-07-2011, 10:11   #4
avrecepefe

 
Varsayılan

sevgili meslektaşım, öncelikle engin fikirlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Ancak verdiğiniz Yargıtay kararındaki örnek A.Ş lere ilişkin. Malum olduğu üzere genellikle bu tür şirketlerde hisse devri pay senedinin elden teslimi suretiyle gerçekleşir ve bu biçimdeki devir geçerlidir. Yani muvazaa iddiası dinlenemez. Benim sorum LTD. Şirketlerdeki devrin geçerli olabilmesi için TTK. 520 deki şartlara uygun yapılmış olması hali içindi. Örneğimizde LTD. ŞTİ hisse devri her ne kadar görünüşteki şekil şartına uygun olarak yapılmış olsa bile gerçek irade noter senedine yansıtılmadığı, senetteki irade satış olduğu için muvazaalı bir işleme örnek olup olamayacağına dairdi. Örneğin her ne kadar trafik siciline kayıtlı araçlar taşınır mal olsalar da bunların devri için özel bir şekil şartı öngörüldüğünden(noterde yapılabilir)bu şekle uygun olsa bile gerçek irade bağış olduğunda muvazaaya konu olabiliyor. Bu manada A.Ş lere ilişkin pay devri ile ilgili Yargıtay kararı sanıyorum konuyu tam karşılamıyor.
Old 07-07-2011, 07:43   #5
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Görüş

Görünen işlem (payın devri) satış akdidir: BK.m.18

Örtülen sözleşme(pay bedeli) bağış akdidir: BK.m.234,237

“…bağış ister para olarak teslimi kabul edilsin, ister pay teslimi şeklinde kabul edilsin şirket ana sözleşmenin usulüne uygun bir şekilde gerçekleştirilip,...davalının ...paydaş olarak tescil ve ilanı yapılmış bulunmaktadır.
Bu şekilde paydaşlık şekil şartı gerçekleştiği gibi, paranın bağışlanmış olması halinde BK.nun 237 nci maddesi hükmü uyarınca geçerlidir ve bir şekle bağlı değildir. …”

Tenkis hükümleri...
Old 07-07-2011, 18:48   #6
avrecepefe

 
Varsayılan

Sevgili meslektaşım sanıyorum ben konuyu iyice izah edemedim. Tekrarlamak zaruretinden mütevellit özetliyorum.

GÖRÜNÜŞTEKİ İŞLEM: LTD. ŞTİ. hissesinin satışı(a.ş değil)
GİZLİ SÖZLEŞME : LTD. ŞTİ. hissesinin bağışı (para bağışı değil)
Konuyu bir de bu açıdan değerlendirirsek sevinirim. Saygılarımla
Old 11-07-2011, 09:12   #7
avrecepefe

 
Varsayılan

Sayın Metin,
Taşınır mal, hak ve alacaklarda gizli işlemin geçerliliği şekle tabi ise ve bu şekle aykırı yapılmış ise yine muvazaa sebebine dayanılabiliyor. Örneğin, taşınır mal olan ancak trafik siciline kayıtlı bir aracın esasında bağışlanması ama satış gösterilmek suretiyle devredilmesi halinde görünüşteki işlem iradeleri yansıtmadığı ve gizli işlem ise şekil kurallarına uygun yapılmadığı için iptal edilebiliyor.Örnek vermiş olduğunuz Yargıtay kararında bir anonim şirket var ve bu şirkette baba parasını vermek suretiyle oğlunun şirket ortağı olmasını sağlıyor, yani payın kendisini değil bedelini oğluna bağışlıyor. Para bağışlarının ise şekle tabi olmadan geçerli olduğu malumunuzdur. Alıntı yapmış olduğunuz Yargıtay kararında da geçtiği üzere olayda adı geçen A.Ş hisseleri hamiline olarak düzenlenmiştir ve TTK madde 415 hükmü gereği hamile yazılı pay senetlerinin devri için sadece teslim yeterli olup, bundan başka ciro veya benzeri başka bir işlem şartı gerekmez. Mülkiyet karşı tarafa geçer. Oysa LTD. şirketlerde pay devri için TTK 520 deki şartlara uyulması gerekmektedir. Bu çerçevede soruyu size ve diğer meslektaşlarımıza tekrar yöneltiyor ve düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum. KİŞİ ORTAK OLDUĞU LİMİTED ŞİRKETTEKİ PAYINI ÇOCUKLARINDAN BİRİSİNE ASLINDA BAĞIŞLADIĞI HALDE SATIŞ YAPMIŞ GİBİ GÖSTERİP DEVREDERSE BU İŞLEM MUVAZAA HUKUKSAL SEBEBİNE DAYANILARAK İPTAL ETİRİLEBİLİR Mİ?
Old 11-07-2011, 09:25   #8
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Görüş

Sayın meslektaşım,
Koşullara uyulmuş olması koşuyla...
Cevabın Hayır... olduğu görüşündeyim:
1)Görünüşteki işlem(Şirket hissesinin satışı)geçerlidir
2)Saklanan işlem(bağış)geçerlidir.
3)Tenkis hükümleri...Düşünülmelidir

Kolay gelsin
Old 11-07-2011, 09:31   #9
haydar_gokpinar

 
Varsayılan

arkadaşlar selam..
aslında burada da muvazaa vardır. çünkü noter satışlarında geçen ibarede, "satış bedelini aldım" şeklinde bir ibare geçer. bu durumda işle bağışlama olmasına rağmen,işlemde muvazaa yapılarak satış gösterilmiştir. bu sebeple bence muvazaa sebebiyle iptali mümkün olan bir işlem. ancak meseleye ispat açısından da yaklaşmak gerekir. çünkü oğulun babaya devir bedelini verdiğini, yazılı belge ile ispat mecburiyeti yok. tanık da dinletebilir.
Old 11-07-2011, 09:58   #10
avrecepefe

 
Varsayılan

Sevgili Hulusi Bey,
Elbetteki görüşümde ısrarcı değilim. Ancak trafik siciline kayıtlı araçlarla ilgili örneğe baktığımızda aslında bağışlanmış olmasına rağmen satış gösterilmesi halinde işlem muvazaa nedenine dayalı olarak iptal edilebiliyor da geçerlik koşulu için TTK 520 deki şartın gerçekleşmesi gerektiği LTD. Şirket hisse devrinde neden muvazaa değil de tenkis olabileceğini ileri sürmenizi yani gizli işlemin neden geçerli olduğunu düşündüğünüzü bilmek isterim.ekte sunduğum Yargıtay kararında bu görüş ileri sürülmüş. Bu karardan hareketle fikrinizi değiştirebilir miyim bilemiyorum. Saygılarımla.
Old 11-07-2011, 09:59   #11
avrecepefe

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2008/1-711
Karar: 2008/725
Karar Tarihi: 03.12.2008


TAPU VE TRAFİK KAYDININ İPTALİ VE TESCİL DAVASI - MURİS MUVAZAASI - MUVAZAALI İŞLEMLERİN BAĞLAYICI BİR HUKUK SONUÇ DOĞURMAYACAĞI - DAVACILARIN DAVA KONUSU TRAKTÖRÜN MUVAZAA NEDENİYLE SİCİL KAYDININ İPTAL VE TESCİLİ TALEBİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ GEREĞİ

ÖZET: Muvazaalı işlemlerin bağlayıcı bir hukuk sonuç doğurmayacağı genel bir ilke olarak düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Hal böyle olunca; Yerel Mahkemenin, davacıların dava konusu traktörün muvazaa nedeniyle sicil kaydının iptal ve tesciline yönelik talebinin değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

(4721 S. K. m. 763) (743 S. K. m. 687) (818 S. K. m. 11, 18, 237) (2918 S. K. m. 20) (YİBK. 07.10.1953 T. 1953/8 E. 1953/7 K.) (YİBK. 01.04.1974 T. 1974/1 E. 1974/2 K.) (YHGK. 12.05.1999 T. 1999/4-286 E. 1999/293 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <tapu ve trafik kaydının iptali-tescil> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gerze Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 03.07.2007 gün ve 2003/51 E. 2007/85 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 01.04.2008 gün ve 2008/205-4162 sayılı ilamı ile;

(... Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden tarafların ortak miras bırakanları Mustafa'nın çekişmeli 83 parsel sayılı taşınmazı 12.05.1999 tarihinde, 57 .. 102 plaka sayılı traktörü de 10.9.1996 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu 83 parsel sayılı taşınmazın 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı gözetilerek davalıya temlikinin mirasçılardan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğu saptanmak ve bu olgu benimsenmek suretiyle iptal tescil isteğinin kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.

Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.

Traktörle ilgili davalının temyizine gelince;

Bilindiği üzere, taşınır malların mülkiyetinin nasıl intikal edeceği Medeni Kanunu’nun 763. (Eski Medeni Yasanın 687) maddesinde düzenlenmiştir. Taşınırların elden bağışlanması şekle bağlı olmayıp, bağışlayanın bu şeyi bağışlanana teslim etmesiyle vücut bulacağından (Borçlar Kanunu’nun 723. maddesi) mülkiyet alıcıya geçer. Tarafların, belli bir sözleşme yapmak istedikleri halde gerçek sözleşmeyi saklamak üzere diğer bir sözleşme yapmaları halinde görünürdeki sözleşme hükümsüz olduğu halde gerçek sözleşme geçerlidir. Bunun istisnası gerçek sözleşmenin geçerliliğinin şekle bağlı olması halidir.

Somut olayda ise, miras bırakan ile davalı arasındaki gizli sözleşme menkul malın (traktörün) bağışlanmasına ilişkindir. Bu gibi sözleşmeler şekil şartına bağlı olmadığından mal elden bağışlanmakla mülkiyet bağışlanana geçtiğinden bu tür temliklerde Borçlar Kanununun 18. maddesi ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur.

Hal böyle olunca, dava konusu traktörün sicil kaydına yönelik isteğin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile buna yönelik isteğinde kabul edilmiş olması doğru değildir. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı, tapu ve trafik kaydının iptali ile tescil istemine ilişkindir.

Davacılar vekili, tarafların ortak miras bırakanı Mustafa İstanbullu’nun maliki bulunduğu 87 ada 83 parsel sayılı taşınmaz ile 57 ... 102 plaka sayılı traktörü mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğlu Tevfik İstanbullu’ya satış göstermek suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek; dava konusu 87 ada, 83 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı ile 57 ... 102 plaka sayılı traktörün trafik kaydının davacıların payları oranında iptali ile tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, muris tarafından müvekkiline yapılan satış işlemlerinin muvazaalı olmadığını, menkul mal niteliğindeki traktör yönünden de muvazaa iddiasının dinlenemeyeceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin, <dava konusu taşınmaz ve traktörün muris tarafından davalıya temlikinin bedelsiz, muvazaalı ve mirastan mal kaçırma amaçlı olduğunun belirlendiği> gerekçesiyle <davanın kabulü ile, dava konusu 87 ada, 83 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının ve 57 .. 102 plaka sayılı traktörün trafik kaydının davacıların payları oranında iptal ve tesciline> dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, <menkul mallarda muvazaalı satışın olamayacağı yerleşik Yargıtay içtihatları ile kabul edilmekle birlikte, Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesi göz önünde bulundurulduğunda araç alım satımlarının bu durumun istisnalarından biri olarak kabul edilmesi gerektiği, zira Karayolları Trafik Kanununun 20/d maddesinde tescile tabi olan araçlar için getirilen Noterden devir zorunluluğunun ispat şartı olmayıp sıhhat şartı olduğu, trafiğe kayıtlı araçlar yönünden muris muvazaası hususu kabul edilmese dahi Borçlar Kanunun 18. maddesi doğrultusunda muvazaa olup olmadığının ispat edilebileceği> gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı ile muris arasındaki dava konusu traktörün bağışlanmasına ilişkin temlikde, Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yerinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, muvazaa kavramı ve hukuki niteliği üzerinde durulmasında yarar vardır.

İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, <bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır> hükmüne yer verilmiştir.

O halde muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın kendisine yapıldığı kişi, irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görüşünü yaratmayı istemişlerse, muvazaadan söz edilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Şu halde, özellikle mevsuf (nispi) muvazaada ilke olarak görünüşteki işlemin altına saklanan ve tarafların içerik ve sonuçlarıyla birlikte gerçekleştirmek istedikleri işlem (gizli sözleşme) geçerlidir. Bu geçerliliğin, tarafların gerçek ve uygun iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklandığı ve onun, muvazaalı hukuki işlemin altına gizlenmiş olmasının, ilke olarak geçerliliğini etkilemediği her türlü duraksamadan uzaktır.

Ne var ki; muvazaada, gizli işlem şekle bağlıysa ve bu gizli işleme ilişkin irade açıklamaları şekle uygun yapılmamışsa, görünüşteki işlem yapılırken yasaların öngördüğü şekle uyulmuş olması, gizli işlemdeki şekle aykırılığı gidermez. Bu durumda, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından her hangi bir sonuç doğurmadığı gibi, gizli işlem dahi şekle aykırılıktan dolayı geçersizdir.

Nitekim bu ilke, 07.10.1953 gün ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında çok açık bir şekilde dile getirilmiş; tapuda kayıtlı taşınmaz malın muvazaalı satış işlemiyle miras hakkından yoksun edilen kimselerin dava hakkına ilişkin uyuşmazlığın irdelendiği 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da, tüm mirasçıların görünüşteki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri sonucuna varılmıştır.

Hemen belirtilmelidir ki; taşınmaz mallar dışındaki değerlerde, eş söyleyişle taşınır mal, alacak ve haklarda, zilyetliğin geçişi yollarından olan kısa elden teslim, zilyetliğin havalesi ve hükmen teslim ile bağışlama yapılabileceği, burada özel olarak bir biçim öngörülmediği kuşkusuzdur. Nitekim Borçlar Kanunu’nun 237/1. maddesi, <Elden bağışlama, bağışlayanın bir şeyi bağışlanana teslim etmesiyle vücut bulur.> Hükmünü amirdir.

Şu durumda, taşınmazların şekil şartına bağlı olmaksızın elden bağışlanabilme olanağı bulunmadığı halde; taşınır mallar ve alacakların zilyetliğinin devri konusunda bir geçerlik şekli öngörülmediğinden, dava konusu otomobil ve para da olduğu gibi hukuken taşınır eşya niteliğinde sayılan değerlerin bağışlanması ya da bağış amacıyla bedelsiz olarak devredilmesi işlemi hukuken geçerlidir. O halde; taşınır mal, alacak ve haklarda muvazaa iddiasının dinlenmesi olanaklı değildir.

Bu noktada uyuşmazlığın çözümü; somut olayda olduğu gibi, yapısı itibariyle bir taşınır mal olmasına karşın, trafikte kayıtlı bir aracın (traktörün) mülkiyetinin devrinin bir taşınır, hatta taşınmaz maldan daha farklı bir düzenlemeye tabi tutulmuş olmasının; traktörle ilgili temlikde Borçlar Kanununun 18. maddesi ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanmasını gerektirip gerektirmediği sorusuna doğru cevabın verilmesiyle mümkündür.

Bu sorunun cevaplanabilmesi ise, trafikte kayıtlı olan bir aracın mülkiyetinin kazanılmasının nedene dayanıp dayanmadığı sorusunun cevaplanmasını gerektirmektedir.

Davaya konu edilen traktör, trafikte miras bırakan adına kayıtlı iken, davalı ile miras bırakan arasında Noterde yapılan 10.09.1996 tarihli sözleşme ile davalıya satılıp, trafik kaydında davalı adına tescil edilmiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 20/d maddesinde, tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin noterlerce ya da trafik şubeleri ve bürolarındaki yetkililerce yapılacağı belirtilmiştir. Şu düzenlemeye göre aracın satış yoluyla mülkiyetinin geçmesi için noterlerce ve trafik bürolarınca bir sözleşmenin yapılması gerektiği öngörülmüştür.

Bu açık hüküm karşısında, böyle bir sözleşmenin geçerli olmasının resmi biçim koşuluna bağlı olduğu kuşkusuzdur. Yasa koyucu bir aracın mülkiyetinin geçişi için noterde resmi bir sözleşme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Demek oluyor ki, böyle bir devir işleminin hukuki sonuç doğurması için, o sözleşmenin resmi biçimde yapılması bir geçerlilik koşuludur. Diğer bir anlatımla, alıcı ve satıcının iradelerinin hukuki sonuç doğurabilmesi için, BK. 11/2 maddesindeki düzenleme nedeniyle ve 2918 sayılı Kanunun 20/d maddesi gereğince resmi biçimde yapılması gerekmektedir. Ancak bu halde yanların iradelerine hukuki sonuç bağlanabilecektir.

Burada; Yasa koyucunun, iradelerin ancak yasada öngörüldüğü biçimde birleşmeleri durumunda bir değer ifade edebileceğini, aksi halde sonuç doğurmayacağını ve geçersiz olduğunu düzenleme altına almak istediği açıktır.

Görüldüğü gibi trafikte kayıtlı araçlar, yapıları itibariyle taşınır mal da olsalar mülkiyetlerinin geçişi taşınır ve taşınmazlardan farklı olarak, özel ve kendine özgü bir düzenleme koşuluna bağlanmıştır. Bunun sonucu olarak, alıcı ancak satış senedinde belirtilen hukuki neden gereğince aracın mülkiyetini kazanabilecektir. O nedenle satış ise satış, bağış ise bağış gereğince gerçekleşebilecektir. Eğer bu konuda yanlar arasında bir danışıklık varsa, gerçekten bağış satış gibi gösterilmişse, gerçek iradeleri resmi senette birleşmemiş olması nedeniyle mülkiyette geçmeyecektir. Yanların gerçek iradeleri ile senede yansıyan iradeleri birleşmediğinden, geçerli hukuki bir sonuç ortaya çıkmış sayılmayacak delillerin imkân vermesi koşulu ile danışıklı bir işlemin varlığının kabul edilmesi gündeme gelecektir. Bu sonuçta işlemin iptaline neden olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

Somut olayda muris ve davalı arasında yapılan görünürdeki sözleşmenin traktörün satışına ilişkin olduğu, ancak kanıtlanan olgulara göre gizli sözleşmenin traktörün bağışlanmasına ilişkin bulunduğu çekişmesizdir. Davacılar, bundan dolayı traktörün sicil kaydının iptali ile tescil talep etmişlerdir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, böyle bir uyuşmazlığın çözümüne, taşınmazlarla ilgili olan ve kendi alanı ile sınırlı bulunan 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanması olanaklı değildir.

Ancak; muvazaalı işlemlerin bağlayıcı bir hukuk sonuç doğurmayacağı, yukarıda ayrıntısıyla ifade edilen Borçlar Kanununun 18. maddesinde genel bir ilke olarak düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Bundan dolayı, somut olaydaki uyuşmazlığın Borçlar Kanununun 18. maddesi kapsamında değerlendirilip çözümlenmesi kaçınılmazdır.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.05.1999 gün ve E:1999/4-286 K:1999/293 sayılı kararında da aynı görüş benimsenmiştir.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemenin, davacıların dava konusu traktörün muvazaa nedeniyle sicil kaydının iptal ve tesciline yönelik talebini Borçlar Kanununun 18. maddesi kapsamında değerlendirmesi ve anılan Kanun maddesine dayanması doğrudur.

Ne var ki, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 03.12.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
Old 11-07-2011, 10:08   #12
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Görüş

Sayın meslektaşım,
TTK 520 deki şartların,sırasıyla,gerçekleşmesi yasal zorunluluk...
Bu konuda tartışmıyoruz.

Görünüşteki işlem böylece gerçekleşmiş ise... Örtülü işlem zaten geçerlidir.

Görüşüm bu...
Old 11-07-2011, 14:24   #13
Av.Evran KIRMIZI

 
Varsayılan

Sayın avrecepefe, Yargıtay önceleri muris muvazaasından kaynaklanan iptal davalarını sadace taşınmazalrın tapu iptal davalarına özgülemiş iken sonradan devrin şekle tabi olduğu tüm olaylara uygulamıştır. Sizin sunduğunuz karar da bunu göstermektedir. Bu arada söyleyeyim bu kararın aksi yönde karar da vardır. Ancak artık Yargıtay gerçek sözleşmenin resmi şekle tabi olduğu tüm olaylarda muris muvazaasını kabul etmektedir. Örn.muvazaalı ölünceye kadar bakma sözl. Sonuç olarak sizin davanızı kazanma ihtimalinizi yüksek görüyorum. Kolay gelsin.
Old 12-07-2011, 09:48   #14
avrecepefe

 
Varsayılan

Sayın Kırmızı,
Öncelikle fikirlerinizi paylaşmanızdan mütevellit şükranlarımı sunuyorum. Ben de sizin gibi düşünüyor ve özellikle devri ttk 520 deki koşullara bağlı bir limited şirket hissesinin aslında bağışlanmış olmasına rağmen satış gibi gösterilip devredilmesi halinde muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak iptal edilebileceğini düşünüyorum. Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların devri veya bir miktar paranın bağışlanması hallerinde devir için bir şekil şartı aranmadığı için devirlerin geçerli olduğu, ancak taşınır mal olmasına rağmen örneğin trafiğe kayıtlı araçların devrinin de özel şekle tabi olması nedeniyle bu şekle aykırılık halinde işlemin muvazaa sebebine dayalı olarak iptal edilebilmesi mümkün. Bu konularla ilgili elimde Yargıtay Kararları olmasına rağmen LTD. ŞTİ. gibi pay devrinin ttk 520 ye göre şekle tabi olduğu ortaklık paylarının aslında bağışlandığı halde satış gibi gösterilmesi durumlarında muvazaa sebebiyle iptal edilebilirliğine dair Yargıtay Kararı bulamadım. Bu konudaki varsa elinizdeki kararları paylaşırsanız minnettar olacağım. Saygılarımla.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
muris muvazaası av.alevctn Meslektaşların Soruları 1 20-03-2011 19:46
muris muvazaası aysegul erol Meslektaşların Soruları 4 26-01-2011 14:46
muris muvazaası msahinparlak Meslektaşların Soruları 3 23-04-2010 13:59
muris muvazaası taylan Meslektaşların Soruları 2 24-09-2009 16:49
muris muvazaası idris sağlam Meslektaşların Soruları 1 20-02-2009 18:59


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07124305 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.