Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk ve Felsefe Hukukun felsefi yönüne dair sohbetler. Hak, Hakkaniyet, Adalet, Eşitlik kavramlarına hukuk felsefesi gözüyle bakış

Çözümsüzlük

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 11-03-2007, 16:47   #1
SNOW

 
Varsayılan Çözümsüzlük

Sofistler felsefe tarinde ilkçağlarda neşet etmiş bir düşünce topluluğudur. İlk kez para karşılığı ders verenlerdir... Dünyada ne kadar insan varsa o kadar farklı görüş olduğu kanatini taşırlar. Siyasetle uğraşmışlar ve tartışma sanatını çok iyi oğrenmiş ve öğretmeye çalışmışlardır..

Bir kişi birgün bir Sofistten ders almak ister. Kendisine tartışma sanatını öğretip öğretmeyeceğini sorar. Sofist gerekli parayı verirse tabiki ders vereceğini söyler. Öğrenci çok parası olmadığını ders ücretinin yarısını şimdi vermek istediğini ve kalan yarısını ise bir topluluk önünde tartışma kazandığı ilk gün vereceğini söyler. Sofist kabuk eder.. Ders verir. öğrenci tüm dersleri takip eder ve öğrenebileceği herşeyi öğrenir. Sofist ders ücretinin kalan kısmı getirilmeyince öğrenciye dava açar...


Duruşmada hakim davacı sofiste söz verir.
- Sofist: efendim bu davanın haklı tarafı benim her türlü haklıyım davayı kazansam da ders ücretinin kalanını alırım kaybetsem de.
-Hakim: Nasıl?
-Sofist: Şimdi bu davayı ben kazanırsam, açtığım alacak davasını kazandığıma göre alacağım olan parayı alırım.
-Hakim: evet davayı kazanan hüküm kesinleştiğinde alacağa hükmedilmişse o alacağını alır.
-Sofist: Fark etmez eğer kaybedersem yine ben alacaklıyım: Zira sözleşmemize göre öğrencim topluluk önünde ilk tartışmasını kazandığında bana kalan borcunu ödeyecekti öyleyse davayı kazandığında topluluk önünde ilk tartışmasını kazanmış olacak bana yine kalan borcunu ödemesi gerekli...
-Hakim, düşünürken öğrenci söz ister...
-Öğrenci: Efendim, ben ise tam tersi davayı kazansam da kaybetsem de borçlu olmadığımı düşünüyorum...
-Hakim: Nasıl?
-Öğrenci: Efendim şimdi ben davayı kazansam dava kazandım demekki borçlu değilimki davayı kazandım o zaman borçlu değilim... Para ödemem.
-Hakim:evet!
-Öğrenci: Ya davayı kaybedersem, Yine para ödemem çünkü Sözleşmemize göre topluluk önünde tartışma kazanamadığım için kalan borcumu ödememem gerekli...
Hakim bir hayli zorlanır. Bunları dışarı atın der...

Öğrenmek istediğim acaba bizim için önemli olan bizim haklı çıkmamız mı? Yoksa doğruya ulaşmaya çalışmamız mı? Herkes Tabiki doğruya ulaşmamız diyecek ama bunu yapıyor muyuz?
Old 11-03-2007, 20:14   #2
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Alıntı:
Öğrenmek istediğim acaba bizim için önemli olan bizim haklı çıkmamız mı? Yoksa doğruya ulaşmaya çalışmamız mı? Herkes Tabiki doğruya ulaşmamız diyecek ama bunu yapıyor muyuz?

"Doğru" dediğiniz kime göre?

Doğru, tek mi ki?



Alıntı:
-Sofist: Şimdi bu davayı ben kazanırsam, açtığım alacak davasını kazandığıma göre alacağım olan parayı alırım..eğer kaybedersem yine ben alacaklıyım: Zira sözleşmemize göre öğrencim topluluk önünde ilk tartışmasını kazandığında bana kalan borcunu ödeyecekti öyleyse davayı kazandığında topluluk önünde ilk tartışmasını kazanmış olacak bana yine kalan borcunu ödemesi gerekli...


-Öğrenci: Efendim şimdi ben davayı kazansam dava kazandım demekki borçlu değilimki davayı kazandım o zaman borçlu değilim... Para ödemem. Davayı kaybedersem, Yine para ödemem çünkü Sözleşmemize göre topluluk önünde tartışma kazanamadığım için kalan borcumu ödememem gerekli...


Bu alıntının içinden iki ardışık (hukuk dışı, inanca dayalı olanlar-kişisel doğrular) cümleyi alırsanız, o zaman muhteşem "iddia ve savunma" zaten çöküyor:

Alıntı:
Sofist: ... eğer kaybedersem yine ben alacaklıyım: Zira sözleşmemize göre öğrencim topluluk önünde ilk tartışmasını kazandığında bana kalan borcunu ödeyecekti öyleyse davayı kazandığında topluluk önünde ilk tartışmasını kazanmış olacak

-Öğrenci: ... Davayı kaybedersem, Yine para ödemem çünkü Sözleşmemize göre topluluk önünde tartışma kazanamadığım için kalan borcumu ödememem gerekli

Her ikisi de yargılamanın sonucu menfaatlerine uygun düşmezse, kişisel doğrularına sarılıyor, kişisel doğrularından medet umuyor.

Doğruların sübjektifliği, göreceliliği, işe geldiği takdirde kullanılırlığı nedeniyle "hukuk" var. Yazılı kurallara göre dağıtılan adalet ise "tektir".

Binlerce farklı kişisel doğru tanımının/iddiasının yaşadığı yeryüzünde, kişisel doğrulara ulaşmak değil, adalete ulaşmak önemlidir. Adaletin doğrusuna yaklaşabilmek de, binlerce kişisel doğrunun çarpıştığı yeryüzünde, yazılı kuralların varlığını zorunlu kılmıştır.

Hukukta beşerin izafi (zaman ve mekanda kendi içinde bile çelişebilen) doğruları değil, beşerin beşeri kurallar içerisinde doğruluğu esastır.

Hukuk tam da sofistle öğrencisinin inatlaşmaları benzeri örnekler için zorunludur. Kişisel ve kaygan doğruların tespit ve teslimi için değil; kurala uygun davrananı tespitle, hakkını teslim edebilmek için.

Saygılarımla...
Old 12-03-2007, 11:55   #3
SNOW

 
Varsayılan

Sayın Demirel, güzel bir açılım. Anlattığımız hikayenin hukuken tabiki çözümü var. Farklı bir bakış açısıyla olayı değerlendirmişsiniz...

Sofist de öğrencisi de hangi durumda para ödenmesi gerektiğini adları gibi bilmekteler bana göre. Ama adil olanın hangisi olduğunu bildikleri halde ki vicdan da içte hep adil olmayanı ileri sürdüğümüzde sinyal verir ve bizi rahatsız eder... Neyin adil olduğunu bildikleri halde neden kendilerini haklı çıkarmak için insanlar bir sürü mantık oyunu ve safsataya giriyorlar... Haklıysan haklıyım haksızsan hakszım dersin olur biter diye düşünüyorum ama %99.9 böyle olmuyor neden acaba?????

Saygılarımla...
Old 12-03-2007, 12:00   #4
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sayın Snow,

Gen bencildir.

Ve insan, egosunu kırabildiği ölçüde insanlaşır.


Saygılarımla...
Old 12-03-2007, 14:02   #5
SNOW

 
Varsayılan

Ne geni diyelim buna sayın Demirel?

Kötülük, bencillik ya da Çıkar geni...

Bir insan çıkarı için birini öldürebilir ya da kendini çıkarı için öldürmeye çalışana karşı kendini korurken onu öldüren olabilir. Haklı çıkamadığı için başkasını öldüren var. Örneğin trafikte sen yanlış yaptın ben yanlış yaptım tartışmasından dolayı...
Çıkar için savaş yapıp diğer ülkeyi yok etmek isteyen bir başka ülke var...
Acaba Tüm polis teşkilatı, Asker teşkilatı ve Adalet teşkilatı Vb. bu gen sebebiylemi kurulmuş ve tüm kurallar bu gen yüzünden mi geliştirilmiş???

Saygılarımla...
Old 12-03-2007, 14:08   #6
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Alıntı:
Haklıysan haklıyım haksızsan hakszım dersin olur biter

Sn.Snow,

Mesajınızda yer alan hikaye, tam da bunun böyle olmayacağını anlatıyor. Haklılık ve haksızlık her olayın kendi biricikliği ile değerlendirilmeli, demeye getiriliyor. Bazen olaylar "bu kadar basit" diyemeyeceğimiz kadar karmaşıklaşabiliyor. Bazen her iki taraf da gerçekten "mantıken" haklı ya da haksız olabiliyor.

Vicdan, mutlak haklıyı bulamazsa ne yapar? ( Sanırım Sn.Demirel de doğru tek midir, derken biraz da bunun altındakini vurguluyor. ) Vicdan, pürüzsüz bir haklı bulamazsa çok büyük ihtimalle haklıya en yakın olduğuna inandığını haklı sayar. Bunu dahi beceremezse, hikayenizdeki yargıç gibi, çözümsüzlüğü halının altına süpürüp olmamış gibi yapıp rahatlamaya çalışır.

Burada vicdan sözcüğünü özellikle bireysel vicdan olarak kullanıyorum, zira hukuk sitemlerinde yargıçların "ihkakı haktan imtina etme" lüksleri bulunmamaktadır. Hukuk sistemlerini çözümsüzlüğün nihai çözümü görmemizin sebebi de budur. Şeriatın ( kuralların) kestiği parmak acımaz inancının ya da ön kabulünün bireylerce kabul edilmesinin altındaki zorunluluk budur. Kötü de olsa sonuç, sonuçtur. Çözümsüzlük, kötü ama kabullenilmiş bir sonuçtan daha büyük bir bela sayıldığından çözüm, adaletsiz de olsa ( ki hikayenizde kime , ne şekilde hak verirsek verelim , adalet duygumuzun ciddi olarak zedeleneceği biraz şüphelidir.) rahatlatıcıdır.

İnsanlar, her zaman neyin adil olduğuna kolayca karar veremezler. Hele ki, alıştıklarının dışında bir konu varsa ve bu konu o günkü öğrenmelerine, bellemelerine tersse şaşakalırlar. Mesele, adalet duygusundan önce, alışkanlıklara ve ezberlere sığınmakta, sanırım. Bir konu çözümsüzse, ve bizim çözmemiz bekleniyorsa, kişisel olarak ilk refleksimiz adil olanın dengesini değil, kendi dengemizi sağlamak oluyor genellikle. Haklı çıktığımızı düşündüğümüzde de Sn.Demirel'in bence çok isabetle ifade ettiği "ego"muz rahatlıyor ve kaybettiği dengesini kazanıveriyor.

Gerçek/doğru ama önce Hakikat'i arıyorsak kendi haklılık saplantımızı kendimiz nakavt edebilmeliyiz.

Soru sormalı, hep soru sormalı...

Saygılar.
Old 12-03-2007, 14:15   #7
Av. Dr. V. SEVEN

 
Varsayılan

“…Öğrenci çok parası olmadığını ders ücretinin yarısını şimdi vermek istediğini ve kalan yarısını ise bir topluluk önünde tartışma kazandığı ilk gün vereceğini söyler. Sofist kabuk (L) eder…”

Dikkat edilirse borcun miktarı konusunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilaf ödeme zamanındadır. Borcun kalan yarısının ödeme zamanı (Şart) borçlunun (Öğrenci) bir topluluk önünde tartışma kazandığı ilk gün’dür.

Şart gerçekleşmeden alacak talep edilemez. Bu nedenle alacaklı şartın gerçekleşmesini bekleyecektir. Sorun borçlu öğrenciyle ilgilidir.

Borçlu öğrencinin elinde iki imkan vardır.

1. Şartın gerçekleşmediğini ileri sürerek davayı kazanacak, ancak davayı kazanması ile birlikte şart da gerçekleşmiş olacağından kalan kısmı ödemek durumunda kalacaktır (Bu davayı kazanması borçlu olmadığının tespiti sonucunu doğurmaz). Başka bir ifade ile davayı kazanacak müddeabihi ise kaybedecektir.
2. İkinci ihtimalde ise şartın gerçekleşmediğini ileri sürmeyerek davayı esastan kaybedecek ve hüküm gereği borcu ödemek durumunda kalacaktır.

Dolayısıyla her iki halde de Sofist kazanacaktır. Öğrencinin kazanma şansı yoktur. Bu da öğrencinin daha öğrenmesi gerekenler olduğu gerçeğini ortaya çıkarır..
Old 12-03-2007, 23:22   #8
calikusu_kamuran

 
Acil Subjektİf ÇelİŞkİ De Subjektİf Adaletsİzlİktİr

Syn. Av. Dr. V. SEVEN" e son haddine kadar katılmakla beraber, ADALET KAVRAMINA BİR AÇILIM GETİRMEK İSTİYORUM.

Şimdi somut olaydaki sayın öğrencimiz bir başka kişiyle aynen hocasıyla yapmış olduğu gibi bir sözleşme yapsın ve bu sefer hocasının sıfatı yerine o geçsin ve böylece iki olay arasında ADALET yeniden tartışma konusu edilsin bakalım sonuç ne olacak.Ki böylece BENZER OLAYLAR İÇİN GEÇERLİ OLACAK KARAR ORTAYA ÇIKMIŞ OLSUN. Yani syn öğrencimiz kendi doğruları içinde bir çelişkiye düşmekte midir yoksa değil midir görülsün.

Syn. Av. Dr. V. SEVEN" in tüm anlatımlarına katılmakla beraber ve ayrıca olayda şu durumunda tesbitinin gerekliliğini düşünüyorum: Somut olayda tek bir olay vardır:
-Sofist: Şimdi bu davayı ben kazanırsam, açtığım alacak davasını kazandığıma göre alacağım olan parayı alırım.
-Sofist: Fark etmez eğer kaybedersem yine ben alacaklıyım: Zira sözleşmemize göre öğrencim topluluk önünde ilk tartışmasını kazandığında bana kalan borcunu ödeyecekti öyleyse davayı kazandığında topluluk önünde ilk tartışmasını kazanmış olacak bana yine kalan borcunu ödemesi gerekli...

Şimdi alıntıda yer almış hali ile sofistin ilk cümlesinde yer alan HÜKÜM zaten ikinci cümlede yer alan davaya ilişkin olacaktır. Yani görülmekte olan somut olay ikinci kısımda söylenen olaydır ki HAKİM bu somut olaya ilişkin olarak karar verdiğine göre sofist alacak isteminden davayı kaybedecektir. KEŞKE HOCA DAVAYI YALNIZCA TESBİT DAVASI OLARAK AÇSA İDİ. O tesbit davası ise sözleşmenin var olup olmadığı ve vadesinin gelip gelmediği konusunu içerir, yani alacağa hükmetme durumu şu an hakim için mevcut değildir, ki Syn. Av. Dr. V. SEVEN" in söylemlerini ben böyle algılamaktayım. Vade şartı henüz gerçekleşmemiş olduğuna göre hakimin gelmemiş vade için eğer VADENİN GELMEDİĞİNE İLİŞKİN DEFİ VAR İSE alacaklı lehine alacağın ödenmesine hükmetmesi olamaz VE BU yüzden alacağa hükmetmesi sözkonusu olamaz, alacak isteminden davayı reddeder ama kanaatimce dava BİR TESBİT DAVASI OLARAK GÖRÜLMEYİLDİ. Aynı durum öğrencinin beyanları için de geçerlidir. Sonuçta TESBİT DAVASI OLARAK GÖRÜLMEKTE OLSA İDİ, TESBİT DAVASINI syn üstad(hoca) kazanacağına göre, ve fakat sonuçta bu sefer vade gelmemiş olacağından alacak hukuken istenebilir duruma gelmezdi. Sonuç olarak TESBİT DAVASI İÇİN ne yaparsak yapalım, boynuz kulağı henüz geçmemiş denebilirdi. FAKAT SOMUT OLAYDA VAR OLAN DAVA BİR ALACAK İSTEMİ DAVASI OLDUĞUNA GÖRE BOYNUZ KULAĞI MAALESEF GEÇMİŞTİR VE HOCA DAVAYI KAYBETMİŞTİR. FAKAT ÜZÜLMESİN Kİ HEMEN ARDINDAN AÇACAĞI ALACAK DAVASINI KESİNLİKLE KAZANACAKTIR Kİ ARTIK VADE GELMİŞ OLACAKTIR. AMA BU SEFER TOPLUMSAL İTİBAR KISA SÜRELİĞİNE DE OLSA BİTECEKTİR. Halihazır davamızdaki masrafları ben hocaya yüklüyorum ve vekalet ücretini de kendisine yüklüyorum, sonraki dava için ise hocayı haklı bulurum. Ama bir tesbit davası olsa idi, bu sefer hoca kazanacak idİ ve fakat henüz bu sefer alacağına kavuşamayacaktı çünkü vade gelmemiş olacaktı ki ÖĞRENCİ BİR TOPLULUK ÖNÜNDE ÜN VE PARA ELDE EDEMEYECEKTİ YANİ.

sonuç olarak HATİCE" YE DEĞİL NETİCEYE BAKAR İSEK, SALT BU OLAYIN ALACAĞI MUACCELİYETİ İÇİN BOYNUZ KULAĞI HENÜZ GEÇEMEMİŞTİR VE BU DAVAYI KAYBETMEKLE HOCA SOFİST ALACAĞININ MUACCELİYETİNİ SAĞLAMIŞ OLACAKTIR. FAKAT diğer yandan hocanın öğrencisi yanındaki bu durumu artık SOSYAL İTİBARINI kaybettirmiş olacağından, toplumdaki kişiler artık işleri için ÖĞRENCİYE KOŞACAĞINDAN esas sorun olarak bir süre SOFİST BİLGİSİNİ SATAMAYACAKTIR YANİ. SOFİSTİN YERİNDE BEN OLAYIM SÖZLEŞMEYE " Birbaşkasına karşı tartışmalarında kazanması durumunu ilave ederdim veya davada bu şartın var olup olmadığının araştırılmasını isterdim"

SONUÇ OLARAK, sofist hoca, borç ilişkisinin varlığına dair tesbit davası açıp ilişkiyi tesbit ettirmeli idi ve böylece parasal getiri olacak TOPLUMSAL İTİBARI kaybetmemiş olurdu.

hayatın devamındaki toplumsal itibarı ile elde edeceği kazançları düşünüp bu davayı açmamalı idi SYN SOFİST ama açmış ne olacak şimdi? Gel davandan vazgeç SYN SOFİST derim ben. BULGURA GİDERKEN ELDEKİ PİRİNCİ(toplumu) KAYBEDECEKSİN.

FAKAT SYN. SNOW" un asıl meselesi;

Asıl mesele şu ki, öğrenciyi benzer bir sözleşme için alacaklı durumuna getirip bu sefer HOCASININ YERİNDEN olaya bakışını sağlayalım ve ÖĞRENCİNİN SUBJEKTİF ESAS ADALET ANLAYIŞINI GÖRELİM, yoksa aynı iki durum arasında çelişki var ise bu sefer SUBJEKTİF ADALETTEN DE BAHSEDİLEMEZ ÇÜNKÜ ADALET BENZER OLAYLAR İÇİN BENZER İLİŞKİLER KURMA İŞİDİR. Yani subjektif tutarlılıklar aranmalıdır, yoksa hiçbir zaman hiç bir yerde tutarsızlıklara subjektif bile olsa ADALET DENİLMEZ keyfilik denir. İnsan beyni öncelikle kendiyle tutarlı olmalıdır. ÖYLEYSE SONUÇTA ADALET, TUTARLILIKTIR, YOKSA ÇELİŞKİ DEĞİL.

SAYGI VE SEVGİLERİMLE
Old 13-03-2007, 20:47   #9
SNOW

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan calikusu_kamuran

FAKAT SYN. SNOW" un asıl meselesi;

Asıl mesele şu ki, öğrenciyi benzer bir sözleşme için alacaklı durumuna getirip bu sefer HOCASININ YERİNDEN olaya bakışını sağlayalım ve ÖĞRENCİNİN SUBJEKTİF ESAS ADALET ANLAYIŞINI GÖRELİM, yoksa aynı iki durum arasında çelişki var ise bu sefer SUBJEKTİF ADALETTEN DE BAHSEDİLEMEZ ÇÜNKÜ ADALET BENZER OLAYLAR İÇİN BENZER İLİŞKİLER KURMA İŞİDİR. Yani subjektif tutarlılıklar aranmalıdır, yoksa hiçbir zaman hiç bir yerde tutarsızlıklara subjektif bile olsa ADALET DENİLMEZ keyfilik denir. İnsan beyni öncelikle kendiyle tutarlı olmalıdır. ÖYLEYSE SONUÇTA ADALET, TUTARLILIKTIR, YOKSA ÇELİŞKİ DEĞİL.

SAYGI VE SEVGİLERİMLE


Evet sayın Çalıkuşu teşekkür ederim beni anlıyorsunuz. Benim aradığım cevap bu olayın hukuki çözümüyle ilgili değil. Sayın Av.Dr. V.Seven'e olayın hukuki çözümü hususundaki görşlerinden dolayı teşekkür ederim.

Olayın içindeki insan adalet istemiyor. Haklı çıkmak istiyor. Verilen karar adil olsun kaybetsem de olur demiyor. Ben kazanayım Adil olsa da olur olmasa da olur diyor. İnsan neden bunu istiyor? Bu uzun vadede aleyhine işleyecek bir durum; Ama o an kendisi kazansın istiyor. Onu buna iten ne? Kendi çıkarlarının adalet ve hak kavramlarına göre daha işine yarar olduğunu zannetmesi mi acaba?

Saygılarımla...
Old 14-03-2007, 00:02   #10
calikusu_kamuran

 
Varsayılan

Alıntı:
İnsanlar ve toplumlar geliştikleri seviyenin fevkinde kurallar oluşturamazlar. Çünkü birşey barındırdığından daha yüksek çıkarımlar yapamaz. Otomobil üreteceksen o seviyeye gelir de üretirsin. Yani toplumun gelişmesi hukuk kurallarını doğurur.


yukardaki mesaj Size ait olup, şu yerden alınmıştır.
http://www.turkhukuksitesi.com/showt...?t=5049&page=2

Belki de insan daha çocukluktan beri öğrenimlerini bütünsel öğrenmiyor ve önemlisi devlet denilen bütün yeterince adalete yetişemiyor YANİ ÖĞRENİMLER VE ADALETİN ZAMANINDA YETİŞMESİ gerek denebilir. Bir olay anlatılır bilmiyorum ne derece doğru, KORE SAVAŞINDA ESİR DÜŞENLER İÇİNDE EN AZ ZAİYAT TÜRK ASKERLERİ İÇİNDE OLMUŞ, ONLAR ESİR DÜŞMELERİNE RAĞMEN AST-ÜST İLİŞKİLERİNDE DEVAM EDİP, PAYLAŞIMI HALA SÜRDÜRMÜŞLER, YANİ ÖĞRENMENİN SAĞLAM OLUŞU İLE VE İLERİYİ GÖRMEKLE İLGİLİ BİR MESELEDİR GİBİ. Çok ünlü beyinler, örneğin Anştaynlar bu tip sorunlar yaşamışlar mı acaba, bakmak lazım.
saygılarımla
Old 15-03-2007, 12:09   #11
Av.Mehmet Yılmaz

 
Varsayılan

İbn-i Arabiden:
Hikaye o ki;
Çok eskiden adamın biri bir köye gelir, ahaliyi toplar der ki: "ben peygamberim". buna gülerler, hadi ordan derler. Adam devam eder, bana inamıyorsunuz ama ben gerçekten peygamberim. Peki derler bize bir muzice göster de inanalım senin peygamber olduğuna. Adam etrafına bakar, bir duvar vardır.Der ki ey ahali, bu duvar konuşsa dile gelse benim peygamber olduğuma inanır mısınız? İnsanlar birbilerine bakarlar, tartışırlar sonra derler ki evet derler duvarın konuşmasını sağlarsan, duvar konuşursa senin peygamber olduğuna inanırız. Çünkü duvarın konuşması mümkün değildir, aksi mucizedir.
Adam duvara döner ve bağırarak "dile gel ey duvar "der. Meraklı kalabalığın önünde duvar dile gelir. Derki: "sakın inanmayın bu adam peygamber değildir."
Şimdi peygamberliğin ispatı duvarın konuşmasıysa; duvar konuşmuştur. O halde adam peygamberdir? Ama konuşan duvar adamın peygamber olmadığını söylemektedir. Deme ki adam peygamber değildir?
Doğru her zaman için ve herkes için doğru olmayabilir.Bunun da objektif olmadığını söyleyemeyiz.
O halde önemli olan "hak"ın tespiti midir? Yanlış olan bir şey haklı olabilir yada doğru olan bir şey de haksız olabilir mi?
Örnek verelim, Medeni Kanuna göre; çocuklar mirastan eşit pay alacaklardır. Bu doğrudur ama hakkaniyet gerçekleş midir?
Adamın iki çocuğu olduğunu düşünelim.Adam ziraatle uğraşıyor. Bir kızı ve bir oğlu var. Kızı 17 yaşında evlenmiş, sadece günü birlik bayramlarda ziyarete gelebilmiş.Oğlu ise babasıyla tarlada çalışmış, pazara gidip ürünleri satmış, anasının babasının her türlü bakımını sağlamış, mal varlığının artmasına katkıda bulunmuş ama babası sağ olduğu için ve birlikte yaşadıkları için herşey babasına ait. Bu durum 30 yıl devam etmiş, baba hakkın rahmetine kavuşmuş. Miras paylaşılacak. Kızının ve oğlunun mirastan eşit pay alması doğrudur ve kanun gereğidir. Peki, eşit pay almaları hakkaniyete uyacak mıdır?(Sair bir hukuk sistemini savunduğum anlamı anlaşılmasın kesinlikle)
Sadece düşünüyorum.
Bazen neyin mutlak doğru , neyin hakkaniyete uygun olduğunu söylemek; doğru ve hakkaniyete uygun olmayabilir.
Old 15-03-2007, 13:55   #12
calikusu_kamuran

 
Acil

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Yılmaz
İbn-i Arabiden:
Hikaye o ki;
Çok eskiden adamın biri bir köye gelir, ahaliyi toplar der ki: "ben peygamberim". buna gülerler, hadi ordan derler. Adam devam eder, bana inamıyorsunuz ama ben gerçekten peygamberim. Peki derler bize bir muzice göster de inanalım senin peygamber olduğuna. Adam etrafına bakar, bir duvar vardır.Der ki ey ahali, bu duvar konuşsa dile gelse benim peygamber olduğuma inanır mısınız? İnsanlar birbilerine bakarlar, tartışırlar sonra derler ki evet derler duvarın konuşmasını sağlarsan, duvar konuşursa senin peygamber olduğuna inanırız. Çünkü duvarın konuşması mümkün değildir, aksi mucizedir.
Adam duvara döner ve bağırarak "dile gel ey duvar "der. Meraklı kalabalığın önünde duvar dile gelir. Derki: "sakın inanmayın bu adam peygamber değildir."
Şimdi peygamberliğin ispatı duvarın konuşmasıysa; duvar konuşmuştur. O halde adam peygamberdir? Ama konuşan duvar adamın peygamber olmadığını söylemektedir. Deme ki adam peygamber değildir?
Doğru her zaman için ve herkes için doğru olmayabilir.Bunun da objektif olmadığını söyleyemeyiz.
O halde önemli olan "hak"ın tespiti midir? Yanlış olan bir şey haklı olabilir yada doğru olan bir şey de haksız olabilir mi?
Örnek verelim, Medeni Kanuna göre; çocuklar mirastan eşit pay alacaklardır. Bu doğrudur ama hakkaniyet gerçekleş midir?
Adamın iki çocuğu olduğunu düşünelim.Adam ziraatle uğraşıyor. Bir kızı ve bir oğlu var. Kızı 17 yaşında evlenmiş, sadece günü birlik bayramlarda ziyarete gelebilmiş.Oğlu ise babasıyla tarlada çalışmış, pazara gidip ürünleri satmış, anasının babasının her türlü bakımını sağlamış, mal varlığının artmasına katkıda bulunmuş ama babası sağ olduğu için ve birlikte yaşadıkları için herşey babasına ait. Bu durum 30 yıl devam etmiş, baba hakkın rahmetine kavuşmuş. Miras paylaşılacak. Kızının ve oğlunun mirastan eşit pay alması doğrudur ve kanun gereğidir. Peki, eşit pay almaları hakkaniyete uyacak mıdır?(Sair bir hukuk sistemini savunduğum anlamı anlaşılmasın kesinlikle)
Sadece düşünüyorum.
Bazen neyin mutlak doğru , neyin hakkaniyete uygun olduğunu söylemek; doğru ve hakkaniyete uygun olmayabilir.

Güzel bir hikaye, ama şu var ki, mirasçı erkek çocuğun mirasçı kız karşısında elbette ki öyle bir haksızlığa düşmesi durumu vardır, ama fakat kız çocuğun erkek hegemenyosı altından kurtulmasını ve bilge bayanlar olmasını istiyoruz diyelim, bunun başka bir yolu nedir ki? Ayrıca kızı ev işlerine sevk edip erken yaşta evlenmesine sebebiyet veren ve aile ekonomisine katkısı olmayan zihniyet yine aynı ve önemlisi EVLADIN KAZANIMLARINI KENDİ KAZANIMLARI İMİŞÇESİNE HARCAYAN BABANIN KEYFİ OTORİTESİNİ KİMLER SAĞLADI, BEN BİZZAT KENDİMLE ÖRNEKLER VEREYİM, BUGÜNÜN BABALARI AİLENİN TÜM FERTLERİNE HİZMET EDEN DOĞRULARI DEĞİL, KENDİ İTİBARLARI VE ZEVKLERİNE HİZMET EDEN DOĞRULARI ÇOCUKLARINA DAHA KÜÇÜCÜK YAŞTAN BERİ AŞILAMAKTA VE BÜYÜYEN ÇOCUKLARININ ÇALIŞMASI İLE ZEVK VE SEFALAR SÜREBİLMEKTEDİRLER. BU ZİHNİYETLERİ BU TOPLUMLARDA KİMLER YARATTI. BEN ÇOK İYİ BİLİYORUM Kİ BABAN ANNEN NE OLURSA NE YAPARSA YAPSIN ONA HİZMET EVLADIN GÖREVİDİR......HAYIR ORDA DURUN DERİM BEN.....EVLADIN HAKLARINI HİÇE SAYAN VE VE HATTA HİÇ BİR YERDE DİLE GETİRMEYEN ZİHNİYET BENİM ZİHNİYETİM OLAMAZ.......GÜN OLUR BİR BABA OLARAK HAKSIZLIĞIMA RAĞMEN BANA TABİ OLAN EVLADIM EMİN OLUN BİR BAŞKASININ HER TÜRLÜ HAKSIZLIKLARINA RAHATLIKLA TABİ OLABİLMEKTEDİR...BU İŞ BABA HAKSIZLIKLARINA TABİYETLE BAŞLAR VE BU ÇEKİRDEK UYGULAMA TÜM GENEL UYGULAMALARI KAPSAYACAK ŞEKİLDE YAYILIR.........evlatlarımızın haklarını kendi haklarımızdan üstün tutmamız dileğimle, (ayrıca TMK" da çocuğun kendi çalışması ile murisin malvarlığına katkısı var ise bunu isteme hakkı vardır)

SAYGI VE SEVGİLERİMLE
Old 15-03-2007, 21:01   #13
SNOW

 
Varsayılan

Sayın YILMAZ,

Tüm hukuk kurallarının doğruluğunu savumamaktayım. Anlattığınız hikayede de hakkaniyete uygun olanı seçsin kız çocuk. Ama bunu yapmıyor genelde insan çıkarına yöneliyor. Bazı insanlar belki haksız olduklarını bilmedikleri için çıkarlarına yönelmiş olabilirler. Açıkça haksız olduğunu bilen insanların çoğu da haksızlığa yöneliyor. Bu insanların böyle yapıyor olmaları da belki bize bugünkü kanunları ve adlet sistemini kurmak zorunda biraktı.
Old 17-03-2007, 21:55   #14
calikusu_kamuran

 
Acil

Alıntı:
Yazan ISIL YILMAZ
Sn.Snow,


Soru sormalı, hep soru sormalı...

Saygılar.

Hayat karşısındaki mükemmel usul işte budur,

SAYGILARIMLA
Old 17-03-2007, 22:01   #15
calikusu_kamuran

 
Acil

Alıntı:
Yazan SNOW
Açıkça haksız olduğunu bilen insanların çoğu da haksızlığa yöneliyor. Bu insanların böyle yapıyor olmaları da belki bize bugünkü kanunları ve adlet sistemini kurmak zorunda biraktı.

Syn. Snow, Üstadım, bu meselenin altından ancak psikoloji bilimi çıkabilir bence, hadi hayırlısı.

SAYGILARIMLA
Old 18-03-2007, 01:29   #16
mutlakadalet

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan SNOW
Olayın içindeki insan adalet istemiyor. Haklı çıkmak istiyor. Verilen karar adil olsun kaybetsem de olur demiyor. Ben kazanayım Adil olsa da olur olmasa da olur diyor. İnsan neden bunu istiyor? Bu uzun vadede aleyhine işleyecek bir durum; Ama o an kendisi kazansın istiyor. Onu buna iten ne? Kendi çıkarlarının adalet ve hak kavramlarına göre daha işine yarar olduğunu zannetmesi mi acaba?


Çoğumuzun karşılaştığı, gördüğü, işittiği vakidir ki; belirli durumlarda, insanlar adalet istediklerini dile getirir. İnsanlar, bu isteklerini dile getirirken, bir şeyi de talep ederler. Kendilerine ya da bir başkasına, bir şeyin verilmesi gerektiğini, o anda sahip olmadıkları ama ister ait olsun ister olmasın, kendilerine ait olduğunu düşündükleri bir şeyin onlara verilmesi gerektiğini kastediyorlar, adalet özlemlerini dile getirirken.
Peki, insanlar kendilerine borçlu olunanı isterken neye dayanıyorlar?

İnsanların dayandıkları bu şeyi –bazı insanlar müstesna– ego olarak tanımlayabiliriz. Önce ego’yu biraz tanıyalım mı?

Ego, gerçek dünya ile benliğimiz arasında aracı işlevini gören, gerçekçi, mantıklı bir dostumuzdur. Bu dostumuzun bünyesel özelliklerinden kaynaklanan bazı kusurları vardır. Dostumuz miyoptur. Miyop olduğundan, uzağı göremez, uzağı göremediğinden de neticeyi hemen almak ister. Alınan bu netice, kısa vadede mutluluğa benzeyen bir haz yaşatsa da, uzun vadede, özümüze uzaklaşmamıza ve olgunluk denen erdeme kavuşmamamıza sebep olur. Ego isimli dostumuz cömerttir de. Her defasında kendimizi haklı gösterebilecek bahaneleri hiç düşünmeden, cömertçe sunar önümüze. Bu dostumuz aynı zamanda bir set işlevi de görür; kendimize yakıştırdığımız kimliğin ötesine geçmememize sebep olan bir set.

Peki, ego yanımızda da adalet nerede?

Adaletin nerede olduğunu, adaletin hikâyesi ile anlatayım size:

Eski zamanlarda, çok eski zamanlarda, adalet isimli bir dostumuz vardı. Dobra dobra bir dostumuzdu. Bizi çok sever, bizim erdemli bir zat olabilmemiz için çırpınır dururdu. Çevredekiler, adaleti gıpta ile izler, içten içe bizi kıskanırlardı...

Bir gün, çevre sakinlerinden “ego” adaletin kapısını çaldı:
A: Kim o?
E: Ben’im.
A: Sen kimsin?
E: Ben
A: Tamam da senin kim olduğunu öğrenmem lazım. Kimsin sen?
E: Ben, ben’im. Kaç kere daha demem gerekiyor?
A: Öyleyse sana kapıyı açamam.
E: Ne olur aç kapıyı, benim de dostum ol. Senin gibi bir dostu kim istemez?
A: Hayır, hayır! Biz dost olamayız. Anla işte. Sen varsan ben yokum. Nasıl dost olabiliriz?
E: Yapma adalet. Ne olur!
A: Hayır dedim. Bir daha rahatsız etme!
E: Tamam! Ama unutma ki; bunu yaptığına pişman olacaksın.

Derken, günler günleri, aylar ayları kovalar. Adalet ile olan dostluğumuz bize çok şey kazandırmıştır. Bu arada, ego diye de bir arkadaşımız olmuştur. Yalnız bu arkadaşımız bize çok tatlı çok sevecen gelmiştir. Her zaman iyi hallerimizi söyleyen bu arkadaşımız, adalet gibi kusurlarımızı söylememektedir de.

Bir gün, dostumuz adaletin olmadığı sırada, ego yanımıza gelir:
E: Merhaba.
İ: Oo merhaba ego, hoş geldin.
E: Hoş bulduk. Adalet yok mu?
İ: Hayır, burada değil şu an.
(Aradığı fırsatı yakalayan ego, adaletten intikamını almak için planını devreye sokar. Bu plan öyle bir plandır ki; ego bir taşla iki kuş vurmayı düşünmektedir. Hazırladığı özel iksirden içmemizi sağlayarak, hem adaleti özümüze gönderecek hem de adaletin yerine dostumuz olacaktır.)
E: Sen de içer misin?
İ: İçerim ama o nedir?
E: Kusursuzluk suyu.
İ: Tamam bana da ver ego. Hem böylece, kusurumu söylemek zorunda kalmayacak olan adalet beni daha çok sever.

Böylece adalet, özümüzde, derine çok derine gönderilir. Ego ise, her zaman iyi hallerimizi söyleyerek gözümüzü boyadığından, adaleti unutmamıza ve kendini dost bellememize neden olur. İşte, iyiliğimizi düşünen bu dostun gerçekte bize dost olamayacağını öğrenene kadar, adaleti bulup çıkaramayız. Dost bellediğimiz ego, yalnızca iyi hallerimizi söyler. Kötü hallerimizi söyleyip bizi kırmak istemez. Hâlbuki bilmez ki; zamanında kırmaktan çekinip kötü halini söylemediği dostu ileride, uçurumun eşiğine gelecektir. Ama bu dostumuz o kadar masum değildir. İleride uçuruma gideceğimizi bile bile kötü hallerimizi görmezden gelir ve bizim de görmezden gelmemiz için bin bir türlü bahane uydurur.

Gerçek dostumuzun kıymetini bilip, onu saklı olduğu mahzenden çıkarabilmemiz umuduyla...

Saygılarımla.
Old 19-03-2007, 18:25   #17
Av.Deniz Kasakolu

 
Varsayılan Haklı olmak ve Adalet

Yanlış bir gözlem olmayacaksa,bu başlık altındaki yazılarda genel olarak konuya dışardan bakmışız gibi gördüm. Yani etrafta bir sürü iğne görmüş olmama karşın bir tane parıldayan çuvaldız göremedim.

Özeleştiri: Somut bir davada adaletin yerini bulması düşüncesi değil de Müvekkilimin haklı çıkmasını ( en azından daha fazla haksız çıkmamasını )sağlama eylemi,başarım oranında göğsümü kabartacak ve geçimimi sağlamamı kolaylaştıracak bir olgu olsa da,kişiliğimdeki etik yön açısından kan kaybımı arttıran bir darbe gücündedir.

Çözümü Psikolojide değil de inisiyatif kullanabilme cesaretimizi geri kazanmada aramamız gerekiyor.Çoğunlukla psikoloji harabeler üzerinde çalışan yıkım işçileri gibi çalışır. Kaldırmaya çalıştığı her bir tuğla,oynayan her bir tuğla bir daha asla eski yerine oturmaz.

Zamanı ve geçen günlerimizi yaratıcı eylemlik ve evrimleşen bir kişilik ile geçirdiysek ne ala,aksi takdirde bu konuda prensipler edinmeden tamamiyle anlık olaylara verdiğimiz yüzeysel tepkimelerle yaşayacaksak,avukat olarak değil,öncelikle insan olarak bir yanımızın cesetleştiğini kabul etmemiz gerekecektir.

SEVGİ ve IŞIKla kalın
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06909204 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.