Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

İnsan Hakları Mahkemesi gelinen son durum Orman Hukuku , tazminatlarda zamanaşımı

Yanıt
Old 14-12-2015, 11:48   #61
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

K A R A R

Davacılar : 1- N.S. 2- T.S. 3- E.S. 4- M.S.
Vekili : Av. B.P.
Davalılar : 1- Orman Genel Müdürlüğüne izafeten Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü
Vekili : Av. Z.Ç.E.
2- Milli Emlak Daire Başkanlığı Vekili : Av. S.Ç.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde; “İstanbul İli, Çekmeköy İlçesi, Alemdağ-Merkez Mahallesinde bulunan f22cl6d4a pafta, 157 ada, 11 parsel numaralı ve 6831 Sayılı Orman Kanunun 2/B maddesi uyarınca Orman sınırı dışına çıkartılarak hükmen Hazine adına tescil edilen 3.001,45 m²si üzerinde ETRAFI ÇEVRİLİ BAHÇE’li taşınmaz, muris B.S. tarafından 29.01.1996 tarihinden beri hukuki ve fiili halefiyetle hak sahibi ve fiili kullanıcı olarak nizasız, fasılasız ve aralıksız kullanılmaktadır. (B.S. 25.01.2010 tarihinde Vefat etmiştir. Müvekkillerim; N.S., E.S., M.S. ve T.S., muris B.S.’ın mirasçılarıdır).
24.08.2010 tarihinde Çekmeköy Tapu Sicil Müdürlüğü’nde yaptığımız incelemede; muris B.S.’ın, hukuki ve fiili halefiyetle hak sahibi ve fiili kullanıcı olarak 29.01.1996 tarihinden beri kullandığı, İstanbul İli, Çekmeköy İlçesi, Alemdağ-Merkez Mahallesinde bulunan f22cl6d4a pafta, 157 ada, 11 parsel numaralı taşınmaz üzerindeki tasarruf/hak sahipliğinin sona erdirilmesine ilişkin Ümraniye Kadastro Müd.nün 08.03.2010 tarih 1058 sayılı yazıları ile muris B.S.’ın, 157 ada 11 parseldeki tapunun beyanlar hanesindeki hak sahipliği kaydının TERKİN edildiğini ve (11) parsel’in EYLEMLİ ORMAN alanı içinde kaldığından bahisle ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ lehine MİLLİ EMLAK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI’nca TAHSİS edildiğini aynı gün (24.08.2010) itibariyle ıttıla kesp etmiş bulunmaktayız.
Çekmeköy Tapu Sicil Müdürlüğünden 24.08.2010 tarihli dilekçemiz ekinde fotokopilerini aldığımız Ümraniye Kadastro Müd.nün 08.03.2010 tarih 1058 sayılı yazıları ve ekleri belgelerden;
Dava konusu taşınmazın da içinde bulunduğu muhtelif parsellerin, eylemli orman olduğunun tespit edildiği ve Orman Bakanlığınca tahsisinin talep edildiğinden bahisle MİLLİ EMLAK DAİRESİ BAŞKANLIĞI’nın 12.09.2002 tarihli OLUR’ları ile ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ lehine TAHSİS edildiğini,
Ümraniye Kadastro Müd.nün 08.12.2009 tarih 4579 sayılı yazılan ile; Çekmeköy İlçesi Alemdağ Merkez ve Alemdağ Çatalmeşe Mahallelindeki fiili kullanım durumlarına göre Maliye Hâzinesi adına tescili yapılmış 2/B alanlarının kullanıcı ve muhdesat bilgilerinin güncellendiğini, taşınmaz listeleri, ifraz beyannameleri ve eki belgelerin Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü’ne gönderildiğini,
Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü’nün 14.12.2009 tarihli emirleri doğrultusunda Orm.Yük.Müh. Ali DERE tarafından hazırlanan 04.01.2010 tarihli İNCELEME RAPORU'nda; Dava konusu taşınmazın da içinde bulunduğu muhtelif parsellerin her ne kadar 2/B olarak orman dışına çıkarılmışsa da sonradan müfettiş raporları ile EYLEMLİ ORMAN olduğunun tespit edilerek Milli Emlak Müdürlüğü’nden tekrar orman olarak yetiştirmek üzere tahsis edilerek teslim alınan yerlerden olduğu, bu parsellerin orman vasfında tapuya tescillerin yapılması gerekliliği, bu parsellerin tel örgüye alınarak orman ağaçları ile ağaçlandırıldığı şeklindeki hilafı hakikat beyanları, öğrenmiş bulunmaktayız.
DAVA KONUSU TAŞINMAZIN HUKUKİ VE FİİLİ DURUMU
İstanbul İli, Çekmeköy İlçesi, Alemdağ-Mefkez Mahallesinde bulunan f22cl6d4a pafta, 157 ada,
11 parsel numaralı ve 6831 Sayılı Orman Kanunun 2/B maddesi uyarınca Orman sınırı dışına çıkartılarak hükmen Hazine adına tescil edilen 3.001,45 m2’si üzerinde KONUT (157 Ada 2-3 Parsel üzerinde) - ETRAFI ÇEVRİLİ BAHÇE (157 Ada 11 Parsel)’li taşınmaz, bir bütün olarak (2,3 ve 11 parselin etrafı 29.01.1996 tarihinden beri beton duvarla çevrili olup, 2 ve 3 parsel üzerinde konut/bahçe, 11 parsel üzerinde ise evin ihtiyacı nispetinde Meyve ağaçları ve Sebze/tarım uygulamaları mevcuttur) nizasız, fasılasız ve aralıksız muris B.S. tarafından 29.01.1996 tarihinden beri hukuki ve fiili halefıyetle hak sahibi ve fiili kullanıcı sıfatıyla kullanılmaktadır.
Orman Bakanlığı Marmara Orman Bölge Müdürlüğüne bağlı ORKÖY Başmühendisliğince; 6831 Sayılı Yasanın 2/B maddesi uyarınca Orman Sınırları dışına çıkarılan yerlerin fiili kullanıcılarına satışı hususunda başlatılan çalışmalar neticesinde oluşturulan Alemdar Köyü Hak Sahipleri Tespit Komisyonunca yapılan tespit neticesinde işbu taşınmazın hak sahipliği tespiti, muris B.S. lehine yapılmıştır.
Dava konusu taşınmazın da içinde bulunduğu Alemdağ Beldesindeki 2/B arazilerinin satışı işlemleri bu şekilde başlatılmış, hatta Şile, Ömerli, Çekmeköy bölgelerinde tapulama çalışmaları sonuçlandırılmış iken, 4706 Sayılı “Hâzineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” un 3. Maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararı üzerine, Alemdağ Beldesindeki 2/B arazilerinin satışı işlemleri Bakanlıkça durdurulmuş, askıya alınmıştır.
DAVA KONUSU TAŞINMAZIN ORMAN VASFINA HAİZ OLAMAYACAĞINA DAİR KESİN HÜKÜM VARKEN İDARE’NİN (MİLLİ EMLAK MÜDÜRLÜĞÜ) SÖZKONUSU KESİN HÜKÜM SONRASINDA ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ LEHİNE TESİS ETTİĞİ TAHSİS İŞLEMİ USUL VE YASAYA AYKIRIDIR.
Orman Genel Müdürlüğü’nün, Üsküdar Kadastro Mahkemesi’nin 1998/118 E.sayılı dosyası tahtında Maliye Hazinesi aleyhine açtığı “Kadastro Tespitine İtiraz” davası neticesinde Bidayet Mahkemesi;
“Dava konusu taşınmazın (157 Ada 11 Parsel) 1943 yılında orman olarak sınırlandırıldığını, nitelik kaybı nedeniyle orman sınırları dışına çıkarıldığını, çıkarma işleminin 10.10.1989 tarihinde kesinleştiğini, harita ve koordinatların birbirine uygun bulunduğunu ve ölçüm hatası yapılmadığı” yönündeki tespitleri sonucunda;
“Alemdağ - 157 Ada, 11 Parsel no.lu taşınmazın tespit gibi Hazine adına tapuya tesciline”
1998/118 E., 2000/206 K., 19.09.2000 tarihli İlamı ile karar vermiş olup, işbu karar 05.02.2001 tarihi itibariyle kesinleşmiştir.
İşbu kararın kesinleşmesinden kısa bir süre sonra davalı İdare’nin (Hazine) diğer davalı idare (Orman Genel Müdürlüğü) lehine, dava konusu taşınmazın EYLEMLİ ORMAN alanı içinde kaldığı gerekçesi ile 12.09.2002 tarihinde gerçekleştirdiği TAHSİS işlemi; Üsküdar Kadastro Mahkemesi’nin 1998/118 E., 2000/206 K., 19.09.2000 tarihli İlamına, Usul ve yasaya aykırılık teşkil etmektedir.
EYLEMLİ ORMAN sahası; 2/B arazilerinin, yani orman vasfını kaybetmiş yerlerin kullanım yetersizliğinden dolayı ormanlaşma sürecine girmiş yerlerdir.
Üsküdar Kadastro Mahkemesi’nin 1998/118 E., 2000/206 K., 19.09.2000 tarihli İlamı ile 157 Ada 11 Parsel nolu taşınmazın Orman Vasfını tamamıyla kaybettiği tespitinden yaklaşık (1) yıl sonra taşınmazın kullanım yetersizliğinden dolayı Eylemli Orman Sahasına dönüşmesi fiilen ve fiziken mümkün değildir. Kaldı ki yukarıda da beyan ettiğimiz gibi 11 parsel no.lu taşınmaz 29.01.1996 tarihinden itibaren etrafı Beton duvarla çevrili olarak, parsel üzerinde meyve ağaçları ve sebze/tarım uygulamaları yapılarak fasılasız bir biçimde sürekli kullanılmış, parselde hiçbir zaman Orman Bitki örtüsü ile irtibatlandırılacak bir ağaçlandırmanın kendiliğinden oluştuğu gözlemlenmemiştir.
Ek:5 olarak sayın mahkemenize ibraz ettiğimiz 04.01.2010 tarihli İnceleme Raporunda beyan edilen:
“Dava konusu taşınmazın da içinde bulunduğu muhtelif parsellerin her ne kadar 2/B olarak orman dışına çıkarılmışsa da sonradan müfettiş raporları ile EYLEMLİ ORMAN olduğunun tespit edilerek Milli Emlak Müdürlüğünden tekrar orman olarak yetiştirmek üzere tahsis edilerek teslim alınan yerlerden olduğu, bu parsellerin orman vasfında tapuya tescillerin yapılması gerekliliği, bu parsellerin tel örgüye alınarak orman ağaçları ile ağaçlandırıldığı şeklindeki” hilafı hakikat beyanları gerçeği yansıtmamaktadır. 11 parsel ile ilgili olarak ne İdare (Orman Genel Müdürlüğü) tarafından orman ağaçları ile ağaçlandırma çalışması yapılmış, ne de 11 parsel üzerinde fiziken, kendiliğinden, orman ağacı olarak nitelendirebileceğimiz bir ağaçlanma oluşmamıştır.
Kaldı ki TAHSİS’in gerçekleştirildiği 12.09.2002 tarihinden bu güne değin, ne muris B.S. ve müvekkillerim mirasçıları, İdare/1er (Hazine/Orman Genel Müdürlüğü) tarafından TAHSİS konusunda bilgilendirilmemiş, ne de İdarelerin 11 Parsel üzerinde Tahsis konusu ile ilgili herhangi bir çalışması olmamıştır.
Yukarıda açıkladığımız sebeplere binaen ;
Dava konusu 157 Ada 11 Parsel no.lu taşınmaz ile ilgili, taşınmazın Orman Vasfına haiz olamayacağına dair Kesin Hüküm (Üsküdar Kadastro Mahkemesi’nin 1998/118 E., 2000/206 K,
19.09.2000 tarihli İlamı) bulunması,
İdarenin, dava konusu 157 Ada 11 Parsel no.lu taşınmazın EYLEMLİ ORMAN sahası içinde kaldığı yönündeki beyanlarının hilafı hakikat olması, sebeplerine binaen, Ümraniye Kadastro Müd. nün 08.03.2010 tarih 1058 sayılı yazıları ile muris B.S.’ın, 157 ada 11 parseldeki tapunun beyanlar hanesindeki hak sahipliğinin usul ve yasaya aykırı olarak iptal edildiğinden, hak/tasarruf sahipliğinin yeniden muris B.S./dolayısıyla müvekkillerim mirasçıları lehine, tesisine ilişkin, TAPU KÜTÜĞÜNÜN TASHİHİ/ DÜZELTİLMESİ’ni talep etme zarureti hasıl olmuştur.
Dava konusu 157 Ada, 11 Parsel no.lu taşınmazın Orman Sınırı dışına çıkartılan, hak sahipliği tespiti yapılan yerlerden olduğu ve bu yerin/taşınmazın fiili kullanıcısı olduğumuz sabit bulunduğundan, taşınmazın Orman Vasfına haiz olamayacağına dair Kesin Hüküm (Üsküdar Kadastro Mahkemesi’nin 1998/118 E., 2000/206 K., 19.09.2000 tarihli İlamı) bulunması, İdarenin, dava konusu 157 Ada 11 Parsel no.lu taşınmazın EYLEMLİ ORMAN sahası içinde kaldığı yönündeki beyanlarının hilafı hakikat olması, sebeplerine binaen, Ümraniye Kadastro Müd. nün 08.03.2010 tarih 1058 sayılı yazılan ile muris B.S.’ın, 157 ada 11 parseldeki tapunun beyanlar hanesindeki hak sahipliğinin usul ve yasaya aykırı olarak iptal edildiğinden hak/tasarruf sahipliğinin yeniden muris B.S./dolayısıyla müvekkillerim mirasçıları lehine, tesisine ilişkin, TAPU KÜTÜĞÜNÜN TASHİHİ/DÜZELTİLMESİ’ne karar verilmesi talep olunur.’’ demek suretiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Ümraniye 2.Asliye Hukuk Mahkemesi: 09.02.2012 gün ve E:2010/662, K:2012/59 sayılı kararı ile özetle; “…dava konusu taşınmazın eylemli orman olmadığı, taşınmazı çevreleyen komşu taşınmazların 2/B vasfında olduğu, komşu taşınmazların 2/B vasfında olması ve taşınmazın eylemli orman niteliğinde bulunmayıp meyve bahçesi niteliği taşıdığı, yapılan keşif ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından dava konusu taşınmazın da 2/B vasfında olduğu mahkememizce kabul edilmiştir. Taşınmazın evveliyatında 2/B arazisi olup B.S. mirasçılarının kullanımında olduğunun tespit edilmiş olması ve durumun halen mevcudiyetini koruması nazara alındığında davanın kabulü ile dava konusu taşınmazın kadastro tutanağındaki orman niteliğinin 2/B olarak tespiti ve tescili ile kullanıcısının davacılar olduğunun belirtilmesine karar verilmiştir.” demek suretiyle davanın kabulüne karar vermiştir.
İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 20.Hukuk Dairesi 01.10.2013 gün ve E:2013/6416, K:2013/8576 sayılı ilamı ile özetle hükmün esastan bozulmasına karar vermiş, davacılar vekilinin süresi içerisinde karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Yargıtay 20.Hukuk Dairesi
05.05.2014 gün ve E:2014/1065, K:2014/5137 sayılı ilamı ile özetle; davacılar vekilinin karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir.
İstanbul Anadolu 13.Asliye Hukuk Mahkemesi: Yargıtay’ın bozma ilamına uyduktan sonra 25.11.2014 gün ve E:2014/230, K:2014/491 sayılı kararı ile özetle; davada idari yargı yerinin görevli olduğunu belirterek davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.
İşbu kararın kesinleştiğine dair dosya kapsamında herhangi bir bilgi veya belge yer almamaktadır.
Davacılar vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.
İstanbul 3.İdare Mahkemesi: 17.12.2014 gün ve E:2014/2321 sayı ile özetle; “…tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan taşınmazlara ilişkin olarak açılan davalar sonucunda mahkemelerce kişiler adına olan tapuları iptal edilerek; orman vasfıyla tapuda Hazine adına tescil edilen ve daha sonra Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan veya doğrudan Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olduğu gerekçesiyle Hazine adına tapuya tescil edilenlerin yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde başvurulması şartıyla ilgililerine iade ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirlemelerinin terkin edileceği anlaşılmakta olup, yasa maddesinin “2/A veya 2/B belirtmelerinin terkini” şeklindeki başlığından anlaşılacağı üzere gerek anılan terkinlerin, gerekse yasa kapsamındaki taşınmazların ilgililere iadesinin sonuç itibariyle tapu kayıtlarında değişiklik gerektirdiği ve verilecek bir iptal kararının uygulanmasının bu sonucu doğuracağı, dolayısıyla dava konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargının değil, tapu kayıtlarında değişiklik meydana getirebilecek bir şekilde karar vermeye yetkili olan adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 2.3.2015 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, başvurunun reddi yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
(Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir.” hükme bağlanmış, aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Dosya kapsamında yapılan incelemede; İdare Mahkemesince, Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilen idari yargı dosyası içerisinde İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararı bulunmakta ise de, bu kararın kesinleşip kesinleşmediği dosya kapsamından anlaşılamadığından Başkanlığımızın 11.02.2015 günlü yazısı ile, İstanbul Anadolu 13.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.11.2014 gün ve E:2014/230, K:2014/491 sayılı görevsizlik kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneği istenilmiş; bunun üzerine anılan mahkemece, kararın henüz kesinleşmemiş olduğu belirtilmiştir.
Olayda, İstanbul 3.İdare Mahkemesince, görevli merciin belirlenmesi için 2247 sayılı Yasanın
19.maddesi kapsamında Mahkememize başvurulmuş olmasına karşın, İstanbul Anadolu 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararı henüz kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen “kesin ve kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine” koşulu geçekleşmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan İstanbul 3.İdare Mahkemesince yapılan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan İstanbul 3.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 2.3.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

* * *
Old 14-12-2015, 11:52   #62
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

K A R A R

Davacı : Başkent Üniversitesi Rektörlüğü Vekili : Av. S.Ö.
Davalı : Orman Genel Müdürlüğü Vekili : Av. Ü.Ö.

O L A Y: Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; Ankara İli, Kızılcahamam İlçesi, Soğuksu Milli Parkı dışında davalı idare tarafından yapımına başlanan natamam binanın içinde bulunduğu 14.000 m² alanı, bina için yapılan harcamaların ödenmesi kaydıyla, binanın tadilatı yapılarak Turizm ve Otelcilik Okulu olarak kullanılması için davalı idare tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na 26.03.1996 tarih ve 153 sayılı olurla 49 yıl süreli kesin izin verildiğini; Milli Eğitim Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi arasında tanzim edilen 16.04.1996 tarihli taahhüt senedi ile, davalı idare tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis olunan 14.000m² alanın Başkent Üniversitesi’ne tahsis olunduğunu; 07.08.1997 tarih ve 499 sayılı olur ile de 14.000m² lik alana bitişik 50.000 m² lik alanın ağaç kesilmemesi kaydıyla sportif tesisler ve koşu yolu yapılması için izin verildiğini; Başkent Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu tesisleri olarak tahsis edilen toplam 64.000 m² lik alan içinde, mevcut tesislere ek olarak bedelleri Başkent Üniversitesi tarafından ödenmek üzere 650 m² lik alanda 1.900 m² kapalı alana sahip fizik tedavi ve kür merkezi yapılması için 12.05.1999 tarih ve 205 sayılı olurla 26.03.1996 tarihinden itibaren 49 yıl süreli bedelli ek tesis yapım izni verildiğini; natamam bina olarak belirtilen ve davacı tarafa teslim edildiği tarihte harabe durumunda olan bina için 58.000.000.000 TL ödeme yapıldığını; bu ödemeyi takiben ek tesis yapılması konusunda davalı idare tarafından verilen izinle birlikte binanın yeniden, büyük maddi kaynaklar harcanarak, Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu olarak inşa edildiğini; binanın tamamlanmasını müteakip, davalı idarenin 24.12.1996 tarihli olurları ile uygulama otelinin işletmesinin Başkent Üniversitesi’ne ait bağlı ortaklık şeklindeki Patalya Turizm Otelcilik Ticaret A.Ş.’ne bırakıldığını; bu tarihten itibaren günümüze kadar, Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu öğrencilerinin eğitim ve öğretim gördüğü bir uygulama oteli olarak işletildiğini; Orman ve Su İşleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü’nün 06.12.2013 tarih ve 547940 sayılı yazısı ile, Ankara İli, Kızılcahamam İlçesi, Soğuksu Milli Parkı dışında davalı idare tarafından tahsis edilen arazilere ilişkin olarak “ tesisin gelir getirici faaliyette bulunması ve izin maksadı dışında kullanılması” iddiası ile 2008- 2009-2010- 2011-2012 ve 2013 yıllarına ait arazi izin bedellerinin ve bu bedellerin 06.12.2013 tarihi itibariyle gecikme faizi ile birlikte ödenmesinin istenildiğini; ancak dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu; davalı idarenin aynı gerekçe ile 2002 yılında tahsis izinlerinin iptali ve sonrasında 2002-2005 yıllarına ilişkin tahsis bedellerinin istenilmesi üzerine açılan davaların, gelir getirici bir faaliyet söz konusu olmadığı gerekçesiyle tahsis izinlerinin iptali ile tahsis bedeli istenilmesine ilişkin kararların idari mahkemelerince iptal edilerek ve kararların Danıştay tarafından onanarak kesinleştiğini; bu şekilde yeniden idari işlemin söz konusu edilmesinin mahkeme kararlarının etkisizleştirilmesi anlamına geldiğini; dava konusu işlemin dayandığı “tahsis amacı dışında tesisin otel olarak kullanılması ve gelir getirici faaliyette bulunması” iddiasının da gerçeği yansıtmadığı gibi dava konusu işlemin amacının kamu yararını yansıtmadığını; işlemin açıkça hukuka aykırı olması ve telafisi imkansız zararlar doğuracağı dikkate alınarak bir an önce savunma süreleri kısaltılarak yürütülmesinin durdurulmasına, dava konusu Orman ve Su İşleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü’nün 06.12.2013 tarih ve 547940 sayılı işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle 16.12.2013 tarihinde idari yargıda dava açmıştır. Davalı vekili; 16.01.2014 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; dava konusu idare işlemi izinirtifak hakkı tesisine binaen ve davacının izinli sahada usulsüz yapılaşması, tahsis bedeline ilişkin tesis değerini gerçeğe aykırı beyanı; iznin eğitim amaçlı verilmesine karşılık, söz konusu tesislerde gelir getirici faaliyetlerde bulunulması dolayısıyla ve aradaki sözleşme ilişkisi sebebiyle oluşan idare alacaklarının tahsil edilmesine yönelik olup söz konusu işlemin, İdare Mahkemesinin görev alanı ile ilgili olmadığı uyuşmazlığın çözüm yerinin adliye mahkemeleri olduğunu belirtilerek görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 11. İdare Mahkemesi 31.01.2014 gün ve E:2013/1853 sayılı kararı ile bakılan dava ile Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin E:2013/1672 esasına kayden açılan davalar arasında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle, 2577 sayılı Kanunun 38. ve 40. maddeleri uyarınca bağlantı hakkında karar verilmek üzere dosyanın Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermesi üzerine; Ankara Bölge İdare Mahkemesi 19.03.2014 gün ve E:2014/1658 K:2014/6304 sayılı kararı ile, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 2013/1853 esas sayısına kayıtlı dava ile Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin 2013/1672 esas sayısına kayıtlı dava arasında 2577 sayılı Yasanın 38. maddesinin 1. fıkrasında öngörülen anlamda bağlantının varlığına, davalara bakmak üzere Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin yetkili kılınmasına karar vermiştir.
ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİ: 10.04.2014 gün ve E:2013/1853 K:2014/404 sayılı kararı ile, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu’nun 19.03.2014 gün ve E:2014/1658, K:2014/6304 sayılı kararıyla davanın Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin E:2013/1672 sayılı dava dosyası ile bağlantılı olduğuna karar verilip davaya bakmakla Ankara 2. İdare Mahkemesi yetkili kılındığından, dosyanın esas kaydını kapatarak, dosyanın Ankara 2. İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.
Dosya kapsamında yapılan incelemede; eldeki dosya ile bağlantılı olduğuna karar verilen dosyanın da Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin E:2014/688 sayılı dosya ile bağlantılı olduğu ve yargılamanın Ankara 2. İdare Mahkemesi’nin E:2014/688 sayılı dava dosyası üzerinden yürütüldüğü anlaşılmıştır.
ANKARA 2. İDARE MAHKEMESİ : 25.04.2014 gün ve E:2014/688 sayılı kararında “…2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde; "İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayılmış; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğu kurala bağlanmıştır.
İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri olduğu idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.
İdare, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemler özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunmaktadır.
Olayda, Ankara İli, Kızılcahamam İlçesi, Soğuksu Milli Parkı dışında kalan 64.000 m2 ormanlık saha ve üzerinde yer alan natamam binanın Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu olarak kullanılması amacıyla idarece yapılan harcamalarında ödenmesi kaydıyla 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17. maddesi kapsamında verilen iznin Bakanlık Olur'u ile iptali üzerine, Bakanlık Olur'u ve Yönetmelik hükümleri doğrultusunda 2008-2009-2010-2011-2012-2013 yıllarına ilişkin arazi izin bedelleri ve bu bedellerin 6.12.2013 tarihi itibariyle gecikme faizi ile ödenmesi talebine ilişkin davalı idarenin 06.12.2013 tarih ve 547940 sayılı işlemin idari işlem niteliği taşıdığı açık olup, davanın görüm ve çözüm yerinin idari yargı mercileri olduğu…” gerekçesiyle görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Orman Genel Müdürlüğü vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine; dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI: “… Davacı Başkent Üniversitesi
Rektörlüğü'ne, Kızılcahamam ilçesinde Soğuksu milli parkı ormanlık alanda bulunan içinde natamam binanın da bulunduğu 14.000 m² alan içindeki bina bedeli ödenmek şartı ile 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17. Maddesine göre, Üniversite bünyesinde Turizm ve Otelcilik Meslek Yüksek Okulu olarak kullanım şartı ile, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 26/03/1996 tarih ve 153 sayılı oluru ile 49 yıllığına tahsis edilmiş, sonradan, 07/08/1997 tarih ve 499 sayılı ek izin ile 50.000 m² lik alan daha tahsis edilmiştir. Ancak, tahsis amacına uygun kullanılmadığının ve tesisin otel olarak kullanıldığının, 600 m² lik alanda 1900 m² lik kapalı alan yapılması izninin ise izne aykırı olarak 4263 m² inşaat yapılarak aşıldığının anlaşılması, tahsisi şartlarına uygun bedellerin eksik ödendiğinin tespiti ile, Başkent Üniversitesine yapılan tahsis, 21/10/2013 tarih ve 158 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığı oluru ile iptal edilmiştir.
Davacı Üniversiteye 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17. Maddesi kapsamında, yapılana tahsis ve arazi kullanım izni sonucunda taraflar arasında, 16/04/1996 tarihli, 650 m² alanının tahsisi ve ek fizik tedavi ve kür merkezi inşası için, Ankara Dokuzuncu Noterliğin 20489 yevmiye numarasında kayıtlı olan "Turizm Kesin İzin Taahhüt Senedi" başlığı altında 18 maddeden oluşan bir sözleşme yapıldığı anlaşılmaktadır. Sözleşmenin bedel tespitini, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini belirlediği, anlaşmazlık halinde ise yerelde genel mahkemeleri ve icra dairelerini yetkili kıldığı anlaşılmaktadır.
Davanın konusu, Orman Genel Müdürlüğü'nün 06/12/2013 gün ve 547940 sayılı yazısı ile, yukarıda sayılan nedenlerle arazi tahsis işleminin iptali sonucunda, 2008- 2013 yılları arasında ödenmediği iddia olunan arazi tahsis bedellerinin gecikme faizi ile birlikte ödenmesi talebinin iptali, diğer bir ifade ile borçlu olunmadığının tespiti olduğu anlaşılmaktadır.
Dava, konusu orman arazisinin, haksız işgal ya da izinsiz faaliyette bulunulması sonucu ortaya çıkan kullanımdan kaynaklanan ecrimisil talebinden kaynaklanmamakta, aksine, 6831 sayılı Yasanın 17. maddesi kapsamında verilen izin ve tahsis kapsamında taraflar arasında yapılan sözleşme hükümlerine uyulmadığı iddiasından kaynaklanmakta olup, bu aşamada ortaya çıkan uyuşmazlıklarında özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği düşünülmektedir…” şeklindeki gerekçe ile 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13 maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşünce istenilmiştir
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “… 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin (a) bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları, (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, (c) bendinde ise, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar idari dava türleri arasında sayılmıştır.
İdari işlemler hakkında yetki,şekil,sebep,konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının idari dava türlerinden biri olduğu idare hukukun bilinen ilkelerindendir.
Kamu kurum ve kuruluşlarının kendilerine ilgili mevzuatla verilen görevi yaparken, kamu kudretini kullanmak suretiyle tek yanlı olarak tesis ettikleri icrai işlemler veya eylemlerden doğan uyuşmazlıkların idari yargı merciince çözümlenmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki mevzuat hükümlerinin uyuşmazlık konusu olayla birlikte değerlendirilmesinden, her ne kadar kiralama işlemi 6831 sayılı yasa'nın 17. maddesi hükmü uyarınca yapılmış ise de; dava konusu işlemin idarenin kamu gücünü kullanarak tek yanlı olarak tesis ettiği işlem olup, anılan işleme karşı açılan davada da idari yargı yerinin görevli olduğu açıktır…” gerekçesiyle 2247 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı şeklinde düşünce bildirmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 02.03.2015 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.
maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Orman Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1 maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasın incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN’un adli yargının, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Ankara İli, Kızılcahamam İlçesi, Soğuksu Milli Parkı dışında kalan 64.000m2 ormanlık saha ve üzerinde yer alan tamamlanmamış binanın Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu olarak kullanılması amacıyla idarece yapılan harcamaların da ödenmesi kaydıyla 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesi kapsamında davacı Başkent Üniversitesi Rektörlüğü’ne 26.03.1996 tarih ve 153 sayılı Bakanlık Olur’u ile verilen iznin; arazinin tahsis amacı ve şartları dışında kullanıldığının tespit edilmesi nedeniyle iptal edilmesi üzerine; Bakanlık Olur’u ve yönetmelik hükümleri doğrultusunda 2008-2009-2010-20111-2012-2013 yıllarına ait arazi izin bedellerinin 06.12.2013 tarihi itibariyle gecikme faizi ile birlikte ödenmesi talebine ilişkin davalı idarenin 06.12.2013 tarih ve 547940 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın “Ormanların korunması ve geliştirilmesi” başlıklı 169. maddesinde “Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.
Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.” denilerek ormanlar hakkında ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere; devlet ormanları kanuna göre devletçe işletilecek ve mülkiyetleri devredilemeyecektir.
31.08.1956 sayılı 6831 sayılı Orman Kanunu’nun “Ormanların Muhafazası”na ilişkin bölümde yer alan 17. maddesinde; “orman içerisinde yer alacak bina ve tesislere hangi hallerde izin verileceğine” ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
31.08.1956 tarih ve 6831 sayılı Kanun’un ilk hali; “Ormanlarda umumi sıhhat ve emniyet ve menfaat icabı veya estetik ve turistik bakımdan yapılacak her nevi bina ve tesisat ile orman hasılatı işleyeceklerin ve kullanacakların yapacakları bina ve her nevi tesisat için Ziraat Vekaletinden izin alınır.”şeklinde düzenlenmiştir.
23.09.1983 tarih 2896 sayılı Kanun ile 6831 sayılı Kanun’un 17/3. fıkrası yürürlükten kaldırılarak 4. fıkra da eklenmek suretiyle yeni bir düzenlemeye gidilerek “Turizm bölge, alan ve merkezleri dışında kalan Devlet ormanlarında; kamu yararına olan her türlü bina ve tesisler ile orman ürünlerini işleyeceklerin yapacakları bina ve tesisler için gerçek ve tüzelkişilere Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Tarım ve Orman Bakanlığınca, intifa için kullanım bedeli karşılığında izin verilebilir. Bu izin üzerine tesis edilecek intifa hakkı süresi kırkdokuz yılı geçemez. Bu süre sonunda bütün bina ve tesisler bedelsiz ve eksiksiz olarak Hazineye devredilir. Ancak, işletmelerin başarılı olduğu, konusuyla ilgili bakanlıkça belgelenen hak sahiplerinin intifa hakkı Tarım ve Orman Bakanlığınca; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz seneye kadar uzatılabilir. Bu durumda Hazineye devir işlemi bu uzatma sonunda yapılır. Bu suretle yapılmasına izin verilen bina ve tesislerin amaç dışı kullanılması yasaktır.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen bina ve tesislerin, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlarda veya hususi ormanlarda yapılmak istenmesi halinde, Maliye Bakanlığının görüşü alınmaksızın Tarım ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Bu takdirde, kullanım bedeli, süresi, yapılan bina ve tesislerin devri gibi hususlar genel hükümlere uygun olarak taraflarca tespit olunur.” denilmiş,
22.05.1987 tarih ve 3373 sayılı Kanun ile 17. Maddenin 3. fıkrası yeniden düzenlenen “Turizm alan ve merkezleri dışında kalan Devlet ormanlarında kamu yararına olan her türlü bina ve tesisler için gerçek ve tüzelkişilere, Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığınca bedeli karşılığı izin verilebilir. Bu izin süresi kırkdokuz yılı geçemez. Devletçe yapılan tesisler dışında kalan her türlü bina ve tesisler izin süresi sonunda eksiksiz ve bedelsiz olarak Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçer. Ancak işletmenin maksadına uygun faaliyet gösterdiği Orman Genel Müdürlüğünce belgelenen hak sahiplerinin kullanma hakları yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz seneye kadar uzatılabilir. Bu durumda devir işlemleri bu uzatma sonunda yapılır. Turizm amaçlı tesisler için hak sahipleri adına tapuda irtifak hakkı tesis edilir. İzin ve irtifak hakları amaç dışı kullanılamaz.” madde metni 17.12.2002 tarih ve E:2000/75 K:2002/200 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile iptal edilmiştir.
Kanun koyucu söz konusu 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesinin 3.ve devam eden fıkralarında daha sonra da bir takım değişik ve düzenlemeler yapmıştır.
6831 sayılı Orman Kanunu’nun halen yürürlükte olan 17. maddesinin 3. ve ek fıkrasında;“(Değişik fıkra: 22/5/1987 - 3373/7 md.; İptal: Ana. Mah.nin 17/12/2002 tarihli ve E.:2000/75, K.:2002/200 sayılı Kararı ile; Yeniden düzenleme: 17/6/2004-5192/1 md.) (Değişik birinci cümle: 25/6/2010-6001/33 md.) Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin süresi kırkdokuz yılı geçemez. Bu alanlarda Devletçe yapılanların dışındaki her türlü bina ve tesisler iznin sona ermesi halinde eksiksiz ve bedelsiz olarak Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçer. Söz konusu tesisler Orman Genel Müdürlüğü veya Çevre ve Orman Bakanlığı ihtiyacında kullanılabilir veya kiraya verilmek suretiyle değerlendirilebilir. İzin amaç ve şartlarına uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin izin süreleri; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz yıla kadar uzatılabilir. Bu durumda devir işlemleri uzatma süresi sonunda yapılır. Verilen izinler amaç dışında kullanılamaz.
(Ek fıkra: 23/9/1983 - 2896/10 md.; İptal: Ana. Mah.nin 17/12/2002 tarihli ve E.:2000/75, K.:2002/200 sayılı Kararı ile; Yeniden düzenleme: 17/6/2004-5192/1 md.) Yukarıdaki fıkrada belirtilen bina ve tesislerin hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlarda veya hususi ormanlarda yapılmak istenmesi halinde de Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Bu takdirde kullanım bedeli, süresi, yapılan bina ve tesislerin devri gibi hususlar genel hükümlere uygun olarak taraflarca tespit edilir.” denilmektedir.
6183 sayılı Orman Kanunu’nun 17. Maddesine dayanılarak çıkarılan ve söz konusu işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 05.04.1995 tarih ve 22249 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Orman Arazilerinin Tahsisi Hakkında Yönetmeliğin 47. maddesinin 1. fıkrasında; “İzin; sürenin dolması, izin sahibinin vazgeçmesi, bu Yönetmelik ve taahhütname hükümlerine aykırı davranılması, Turizm Bakanlığınca verilen Turizm Yatırım Belgesi veya Turizm İşletme Belgesinin alınamaması, bu belgelerden iptal edilmiş olanların altı ay içinde yenilenmemiş olması, taahhütnamesinde belirtilen süreler içinde bu Yönetmeliğin 46 ncı maddesi hükümlerine aykırı devir işlemi yapılması hallerinde, Bakanlık onayı ile re'sen iptal edilerek sona erer . Varsa irtifak hakkı da kaldırılır. Taahhütnamesindeki hükümler gereğince işlem yapılır.” 49. maddesinin 1.fıkrasında; “ Kamu Kurum ve kuruluşlarına; kuruluş amaçlarına uygun ve kanunlarında belirtilen görevleriyle ilgili olarak ormanlarda yapılması zaruri tesis veya işletmeler için, bu Yönetmeliğin ilgili hükümlerine göre arazi tahsisi yapılabilir” 56. maddede; “ Kamu kurum ve kuruluşlarının kanunda belirtilen ve kamu yararı amacıyla kar gayesi gütmeyen görevleri ile ilgili işlemler için devlet ormanlarında yapacakları tesislerden bu yönetmeliğin 52. ve 53. maddelerindeki bedeller alınmaz. Bu kuruluşların kamu yararı olsa bile gelir sağlamaya yönelik olarak yapacakları veya yaptıracakları faaliyetlerden bu yönetmeliğin 52. ve 53. maddelerindeki bedeller alınır. 52. Maddenin 3. fıkrasında “ izin süresinde yapılan yatırım işletmeye geçtiği tarihten başlamak üzere, tahsis olunan arazi üzerinde kurulan işletmelere ait gayri safi yıllık gelirin %2si takip eden yılın Eylül ayı sonuna kadar izin sahibinden tahsil edilir., tesisin işletmeye açıldığı yıl ile takip eden birinci takvim yılı için muafiyet tanınır. Gayri safi gelire tahsis edilen arazi üzerinde kurulan işletmelere ait tahakkuk eden her türlü mal ve hizmet satış bedelleri faizler ile yapılan kiralamalar dahil edilir. Yıllık gayri safi geliri gösteren beyanname 01.06.1989 ve 3568 sayılı kanuna göre yetkili kılınan yeminli mali müşavirlere tasdik ettirilir” hükümleri düzenlenmiştir.
Anayasanın “Yükseköğretim Kurumları” başlıklı 130. maddesinin birinci fıkrasında, “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.”; 2. fıkrasında; “Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabilir.”; 10. fıkrasında; “Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tabidir.” hükmüne yer verilmiştir.
Davacı Başkent Üniversitesi de anılan mevzuat hükümleri çerçevesinde 23.08.1993 tarih 515 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile eklenen ve 13.01.1994 tarih 3961 sayılı Yasa ile değiştirilerek kabul edilen Ek 33. madde ile vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlere tabi olmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip olarak kurulmuştur.
Dosyanın incelenmesinden; Ankara İli, Kızılcahamam İlçesi, Soğuksu Milli Parkı dışında davalı idare tarafından yapımına başlanan natamam binanın içinde bulunduğu 14.000m2 alan, bina için yapılan harcamaların ödenmesi kaydıyla, binanın tadilatı yapılarak Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu olarak kullanılması için Onman Bakanlığı tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na 26.03.1996 tarih ve 153 sayılı olurla 49 yıl süreli izin kararı verildiği; Orman Bakanlığı tarafından 14.000 m2lik alana bitişik 50.000 m2lik alanın kullanımı için, sportif tesisler, koşu yolu, yürüyüş yolu yapılması ve ağaç kesilmemesi kaydıyla 07.08.1997 tarih ve 499 sayılı olurla ek izin verildiği; Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis olunan alanın, turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu Uygulama Oteli tesisleri inşa edilmek üzere Başkent Üniversitesi’ne tahsis olunmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi arasında 16.04.1996 tarihli taahhüt senedi tanzim edildiği ve Orman Bakanlığı oluru ile alan Başkent Üniversitesi’ne tahsis olunduğu; Başkent üniversitesi Turizm ve Otelcilik yüksek Okulu tesisleri olarak tahsis edilen toplam 64.000 m2lik alan içinde, mevcut tesislere ek olarak bedelleri Başkent Üniversitesi tarafından ödenmek üzere 650m2lik alanda
1.900 m2 kapalı alana sahip fizik tedavi ve kür merkezi yapılması için 12.05.1999 tarih ve 205 sayılı olurla
26.03.1996 tarihinden itibaren 49 yıl süreli bedelli ek tesis yapımı izni verildiği; natamam bina için başkent Üniversitesi tarafından 58.000.000.000 TL ödeme yapıldığı, bu ödemenin ardından ek tesis yapılması konusunda Orman Bakanlığı tarafından verilen izinle birlikte, bina yeniden, Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu( Uygulama Oteli Tesisler) olarak inşa edildiği; inşaatın tamamlanması üzerine, Orman Bakanlığı’nın 24.12.1996 tarihli olurları ile Uygulama Otelinin işletmesi Başkent Üniversitesine ait bağlı ortaklık şeklindeki Patalya Turizm Otelcilik Ticaret A.Ş.’ne bırakıldığı ve o tarihten itibaren otel olarak işletildiği; Orman Bakanlığı 26.03.1996 tarih ve 153 sayılı olurlarıyla verdiği izni “tesisin gelir getirici faaliyette bulunması ve izin maksadı dışında kullanılması” gerekçeleri ile 31.10.2013/158 sayılı oluru ile iptal ettiği ve bu nedenle 2008-2009-2010-2011-2012 ve 2013 yıllarına ait arazi izin bedellerinin ve bedellerin 06.12.2013 tarihi itibariyle gecikme faizleriyle ödenmesi istendiği; söz konusu işlemin sebep, konu ve amaç yönünden hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, Orman ve su İşleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü’nün 06.12.2013 tarih ve 547940 sayılı 2008-2009-2010-2011-2012 ve 2013 yıllarına ait arazi izin bedellerinin ödenmesi kararının iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.
2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanunu’nun “ idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı başlıklı 2. Maddesinde; “ (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:
a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar…” şeklindeki düzenleme ile idari dava türleri düzenlenmiştir.
Olayda, davalı idare, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesi ve bu madde kapsamında düzenlenen “ Orman Arazilerinin Tahsisi Hakkında Yönetmelik” kapsamında, Ankara İli, Kızılcahamam İlçesi, Soğuksu Milli Parkı dışında yer alan ormanlık alan ile içinde inşaatı bitmemiş binayı kamu yararı amacıyla kullanılmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip davacı Başkent Üniversitesi’ne vermiştir. Burada söz konusu olan ormanlık alan ve içindeki binanın kiralanması olmayıp izin ve taahhüt kapsamında kamu yararı amacıyla kullanımdır. Davacı Başkent Üniversitesi ile davalı Orman idaresi arasında 6831 sayılı Kanun’un 17. Maddesi kapsamında verilen izin kapsamında düzenlenen taahhüt senedi söz konusudur. Bu senedin özel hukuk anlamında sözleşme kapsamında kabulü mümkün değildir. Davalı idare 6831 sayılı Kanun çerçevesinde ormanların kullanımına verdiği iznin denetim görevi kapsamında tespit ettiği ihlal nedeni ile davacıya verdiği izni iptal ederek yine Bakanlık oluru ve yönetmelik hükümleri doğrultusunda 2008-2009-2010-2011-2012 ve 2013 yıllarına ilişkin arazi izin bedelleri ve gecikme faizi talep etmiştir.
Davalı idarenin tüm bu işlem ve düzenlemeleri kanunlar ve ilgili mevzuatın kendisine verdiği yetkiye dayalı olarak kamu gücü kullanmak sureti ile ve tek taraflı irade beyanı ile gerçekleştirdiği kuşkusuzdur.
Bu duruma göre, idare tarafından tesis edilen işlemin, anılan yasal düzenlemelere uygunluğunun denetlenmesi gerektiğinden, davanın görüm ve çözümünde 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesi gereğince idari yargı yerleri görevli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 02.03.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
Old 14-12-2015, 11:53   #63
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

K A R A R

Davacı : İ.Y.
Vekili : Av. B.G.
Davalı : Orman Genel Müdürlüğüne İzafeten Yalova Orman İşletme Müdürlüğü
Vekili
: Av. N.S.T.
O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, Yalova İli, Çınarcık İlçesi, Esenköy
Mahallesi, Çınarlı mevkii, 164 ada, 39 ve 40 parselde bulunan gayrimenkullerin 31.8.1989 dan beri maliki olduğunu, Yalova Orman İşletme Müdürlüğünün müvekkiline ait gayrimenkuller üzerinde usulüne uygun bir kamulaştırma kararı almadan 16.1.1995 tarihinden itibaren taşınmazların tel örgülerle çevirdiğini, taşınmazlara fiilen el koyduğunu, ve el koyma neticesinde müvekkilinin maliki olduğu taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkından kaynaklanan tasarruf imkanının kesintiye uğradığını ileri sürerek, müvekkile ait gayrimenkullerin Orman Genel Müdürlüğüne izafeten Yalova Orman İşletme Müdürlüğü tarafından yapılan kamulaştırmasız el atma neticesinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin kamulaştırmasız el atma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili süresi içerisinde verdiği dilekçe ile taşınmazın bulunduğu yerde 1945 yılında orman kadastrosu yapıldığı ve taşınmazın bu çalışmalarda orman sınırı dahilinde kaldığı halde, yolsuz olarak tapu kaydı oluşturulduğu ve taşınmazın satış yolu ile davacıya geçtiğini; 6831 sayılı Yasanın herhangi bir kamulaştırma usulü öngörmediğini ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
YALOVA 2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 27.3.2014 gün ve E:2013/608, K:2014/187 sayı ile, 11.6.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın 21.maddesi ile Kamulaştırma Kanununun geçici 6.maddesinde yapılan değişiklik ile; “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir.Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır” hükmünün getirildiğini, öte yandan Anayasa Mahkemesinin 25.9.2013 gün, 2013/93 Esas, 2013/101 Karar sayılı ilamında da; “Kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerektiğini; imar kısıtlamalarında taşınmazın zilyetliğinin malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin tasarruf yetkisinin, ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kaldığını, bu nedenle imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılabileceği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.
BURSA 2.İDARE MAHKEMESİ: 4.9.2014 gün ve E:2014/645, K:2014/918 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14.maddesinin 3.bendinde, dava dilekçelerinin görev ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet, 3. ve 5.maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceğini; aynı Kanunun 15.maddesinin 1/a bendinde ise; adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların görev yönünden reddine karar verileceğinin belirtildiğini, uyuşmazlığa konu olayda, davacıya ait söz konusu taşınmazın meri imar planında konut alanında kaldığı ancak davalı idare tarafından herhangi bir kamulaştırma işlemi olmaksızın 1995 tarihinden beri tel örgülerle çevrilerek fiilen davacının tasarruf hakkının engellendiğini, uyuşmazlığın hukuki el atmadan değil, haksız fiil niteliğindeki fiili el atma nedeniyle oluşan zararın tazminine ilişkin olduğu ve uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerinde olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 2.3.2015 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup
BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların taşınmazına idarece tel örgü çekilmek suretiyle fiilen müdahalede bulunulduğu; ancak bu güne kadar herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmadığı gibi bir bedel de ödenmediğinden bahisle ve taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle; taşınmazın bedelinin, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10,000.00 TL.sinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, Yalova İli, Çınarcık İlçesi, Esenköy Mahallesi, Çınarlı mevkii, 164 ada, 39 ve 40 parsel sayılı, mülkiyeti davacıya ait taşınmazların tel örgü çekilmek suretiyle fiilen tasarruf hakkının elinden alındığından bahisle uğranıldığı ileri sürülen 10.000,00 TL zararın fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kamulaştırmasız el atma tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı, Yalova 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.12.2013 günlü Çınarcık Belediye Başkanlığı’na yazdığı yazı ile, dava konusu taşınmazlara fiilen el atma tarihi olan 16.1.1995 tarihindeki imar durumunun çıkarılarak mahkemelerine gönderilmesi rica edilmiş; Esenköy Belediye Başkanlığı imar işleminin 18.12.2014 gün ve 177 sayılı cevabi yazısında taşınmazların, 16.1.1995 tarihi itibariyle o tarihteki uygulama planında Konut Alanında Ön Bahçeli Ayrık Nizam 4 Kat Taks: 0.30 Kaks:1.20 olacak imarlı bulunduğu bildirilmiştir.
Diğer yandan, davacı vekilince, dava dilekçesinde taşınmazlara tel örgülerle çevrilmek suretiyle fiilen el atıldığı; bu el koyma neticesinde müvekkilinin maliki olduğu taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkından kaynaklanan tasarruf imkanının kesintiye uğradığı belirtilmekle buna mukabil davalı idare vekilinin cevap dilekçesinde taşınmazın bulunduğu yerde, 1945 yılında yapılan orman kadastrosunda taşınmazın orman sınırı dahilinde kaldığı halde tapu kaydı oluşturularak satış yolu ile de davacıya geçtiği; hatalı tapu kaydı oluşturulmasında idarelerin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı ve kamulaştırma yükümlülüğünün olmadığı da savunulmak suretiyle, “taşınmazlara tel örgü çekilmesi” fiilinin gerçekleştirildiğinin zımnen de olsa kabul edildiği anlamı taşıdığı sonucuna varılmış, zira davalı idarece taşınmazlara tel örgü çekilmediği şeklinde bir savunmada bulunulmamıştır.
İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.
Bu durumda, dava konusu taşınmazın imar planında konut alanı olarak düzenlendiği, buna karşılık, davacı vekili tarafından ısrarlı bir biçimde, davalı Orman Genel Müdürlüğü tarafından, taşınmaza tel örgü çekilmek suretiyle fiilen el konulduğunun iddia edildiği; bu bağlamda, taşınmaz üzerindeki mülkiyete ilişkin sorun çözülmeden taşınmaza el atılması nedeniyle, taşınmazın bedelinin tazmini istemiyle dava açıldığı ve bu iddianın aksinin de ispat edilmediği gözetildiğinde; davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünün, adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan, davalılardan Orman Genel Müdürlüğünün savunma dilekçesinde, taşınmazın orman sınırları içerisinde olduğu, bu alanda imar planı yapılamayacağı, açılan davanın, orman kadastrosuna itiraz süresini kaçıran davacıya maddi anlamda yeni bir hak tanımayacağı ifade edilmekte ise de, bakılan davanın, söz konusu işlem ya da işlemlere karşı açılmadığı esasen bir başka davanın konusunu oluşturabileceği açık olduğundan; bu hususun, mevcut uyuşmazlığa ilişkin yargı yolunu değiştirici bir etkisinin bulunmayacağı kanaatine varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Adli Yargı yerinin görevli olduğu ve Yalova 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yalova 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 27.3.2014 gün ve E:2013/608, K:2014/187 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.3.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
Old 14-12-2015, 12:06   #64
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

K A R A R

Davacı : H.K.
Vekilleri : Av. M.G., Av. M.K.
Davalılar : 1- Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (Adli ve İdari Yargıda)
Hukuk Müşaviri A.R.A.,
Hukuk Müşaviri M.T.
2- Maliye Hazinesi (Adli ve İdari Yargıda)
Av. D.K. (Adli Yargıda)
Av. O.D. (İdari Yargıda)
3- Orman Genel Müdürlüğü (İdari Yargıda) Av. G.K., Av. H.K.G.
4- A.S. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili, müvekkilinin Gebze, Muallim Köyü, 49 pafta 1411 parsel sayılı 362 m²lik taşınmazın maliki olduğunu, bu yeri 16.11.1987 tarihinde davalı Abdülfettah Savaşkan’dan satın aldığını, taşınmazın 12.06.1956 tarihinde ‘’tapulamada’’ tarla vasfı ile tespit gördüğünü, davalı Hazine vekilliği tarafından satış sonrasında açılan davada, Gebze 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2005/22, K:2005/367 sayılı kararı ile yerin 280,00 m2lik kısmının orman alanı içinde kalması nedeniyle davacı adına kayıtlı tapunun iptali ile davalı Maliye Hazinesi adına tesciline karar verildiğini, kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiğini, davacının taşınmazı tapu kaydına güvenerek satın aldığını, satın aldığı tarihten bu güne kadar da tüm vergilerini ve resmi borçlarını ödediğini, taşınmazı satın aldığında tapu kaydında herhangi bir şerhin olmadığını, müvekkilinin taşınmazı satın almasından sonra 20 yıla yakın süre geçtikten sonra dava açıldığını, tescilde yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi sonucu, sicile güven ilkesi uyarınca satın alınması nedeniyle müvekkilinin zarara uğradığını, uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gerektiğini belirterek, fazlaya dair dava ve talep hakları saklı kalmak üzere tapuya güvenerek satın aldığı taşınmazın 280 m²lik kısmının tapusunun iptali sebebi ile uğradığı maddi zararlara karşılık toplam 62.000,00TL maddi tazminatın iptal kararının kesinleştiği günden bu yana kanuni gecikme bedeli ile birlikte, müvekkilinin uğradığı manevi zarara karşılık olmak üzere de 8.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren hesap edilecek kanuni gecikme bedeli ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle 04.07.2007 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
Gebze 3.Asliye Hukuk Mahkemesi: 22.01.2010 gün ve E:2007/277, K:2010/18 sayı ile; davaya konu tazminat isteğinin orman kadastrosu esas alınmadan yapılan aynı yerdeki mükerrer arazi kadastrosundan kaynaklandığını, bu sırada hazinenin askıya çıkan tutanaklara o bölgenin orman kadastro sınırları içerisinde olduğu yolunda itiraz etmesi gerektiği halde itirazını yapmadığı, böylece davacıya kadar oluşan silsilede asıl kadastro sırasında yapması gereken görevini yapmayarak ihmali bir eylem ile idari işlem tesis edip tam yargı davası ile bu kusuru sonucu davacının zararına neden olacak şekilde ihmali hareket ile idari işlem yapmış olduğunu belirterek, davanın idari yargıda görülmesi gerekeceğinden davacının dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle bu kez, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi’ni davalı göstererek idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı olarak belirlenen Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nce, birinci savunma dilekçesinde, davada adli yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
Kocaeli 2.İdare Mahkemesi: 07.10.2010 gün ve E:2010/623 sayı ile davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İdarenin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yönündeki dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; Davacının tapu siciline güvenerek satın aldığı taşınmazın 2-B kapsamında orman sınırları içinde bulunması nedeniyle tapunun bir kısmının iptaline karar verilmesi ve temyiz incelemesi sonucunda anılan kararın kesinleşmesi üzerine uğradığı zararın tapu iptal kararının kesinleşme tarihinden itibaren faiziyle birlikte tazmin edilmesi talebiyle davalı idare aleyhine idari yargı yerinde açtığı iptal davasında, davalı idarenin görev itirazında bulunduğunun görüldüğü; dava konusu olayda, davacı tarafından tapuda adına kayıtlı taşınmazın "2-B kapsamında orman sınırları içinde bulunması" nedeniyle tapunun iptaline karar verilmesi sonucu mülkiyetinden çıkmasında sorumluluğun devlete ait olduğu belirtilerek, uğranılan zararın devletçe karşılanması gerektiğinin ileri sürüldüğü; Mevzuatımızda bazı durumlarda yargısal işlemlere yardımcı kimi idari faaliyetlerden dolayı Devletin sorumluluğunu öngören istisnai düzenlemelerin bulunduğu; yargılama sürecine katkıda bulunan işlemler nedeniyle Devletin sorumluluğunun kabul edildiği durumlarda, bu sorumluluğun denetiminin de aynı yargı düzeni içinde yapılmasının gözetildiği; nitekim, Medeni Kanun'un 1007. maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür." hükmünün yer aldığı; dava konusu olayda, davacı tarafından taşınmazın kesinleşmiş orman sınırları içinde bulunması nedeniyle tapunun kısmen iptaline karar verilmesi ve mülkiyetinden çıkmasının sorumluluğunun devlete ait olduğu, bu nedenle uğranılan zararın devletçe karşılanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, taşınmazın mahkeme kararı üzerine tescilinin iptal edildiği, bu kararın ise yargısal bir nitelik taşıdığı için idari bir işlem veya eylem olarak kabul edilemeyeceği, öte yandan davalı idarenin taşınmazın tescilinin iptaline ilişkin herhangi bir işleminin de bulunmadığının görüldüğü; belirtilen duruma göre, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ilamı sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada; tapu sicilinin tutulmasından doğan zarar nedeniyle devletin özel hukuk ilkeleri gereğince sorumluluğunu düzenleyen Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
Bu aşamadan sonra Uyuşmazlık Mahkemesi 09.04.2012 gün, E:2012/25, K:2012/75 sayılı kararı ile; ‘’ 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan Yasa hükmü ile, belirtilen yargı mercilerinden birinde açılmış olan bir davanın görülmesi sırasında yapılan görev itirazının reddi üzerine, ilgili Başsavcı tarafından, görevli bulunduğu kendi yargı düzeninin görev alanına vaki müdahalenin önlenebilmesini sağlamak için konunun Uyuşmazlık Mahkemesi’ne götürülmesi suretiyle davanın henüz başlangıç safhasında iken görev sorununun çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır.
Nitekim, 2247 sayılı Yasa’nın 10. madde gerekçesinde, “Uyuşmazlık çıkarma, yürürlükte bulunan kanunun getirdiği bir yeniliktir. Görülmekte olan bir davanın görev uyuşmazlığını, bu safhada halletmek imkânını verir. Bu madde ile uyuşmazlık çıkarma adli, idari ve askeri yargıya teşmil edilmiştir.
Bu yetki, yargı merciince görev itirazının reddi üzerine, kanun yararına olarak, uyuşmazlığın konusuna göre ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından kullanılacaktır. Bu suretle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kabul ettiği adli, idari ve askeri yargı mercilerinin ayrılığı prensibinin ihlâli ve ayrı tanzimlere tabi tutulan adli, idari ve askeri yargı mercilerinin yekdiğerinin görev hudutlarına tecavüzleri önlenmiş olacaktır” denilmiştir.
Buna göre, ortada henüz açılmış bir dava ve bu davada bir yargı merciince verilmiş görevlilik kararı bulunması; diğer bir ifadeyle, yararına görev itirazında bulunulan yargı merciince aynı davada görevsizlik kararı verilmemiş olması gerekeceği açıktır.
Olayda, uyuşmazlığa konu edilen Kocaeli 2. İdare Mahkemesinin görevlilik kararından önce, Gebze 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararının bulunması karşısında, idari yargı yerince adli yargının görev alanına müdahalede bulunulduğundan söz etmek olanaksızdır.
Öte yandan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen olumsuz görev uyuşmazlığının oluşabilmesi için tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz görerek verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması; 17. maddesinde öngörülen olumlu görev uyuşmazlığının doğabilmesi için ise, yine tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevli sayan kararlar verilmesi; 19. maddeye göre yargı mercilerince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulabilmesi için de, daha önce diğer yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine aynı davada kendisinin de görevsiz bulunduğu ve görevsizlik kararı veren yargı merciinin görevli olduğu kanısına varılması; 20. madde uyarınca görev uyuşmazlığı çıkarılmasında, temyiz incelemesi yapan yüksek mahkeme tarafından Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekmekte olup, incelemeye konu olan adli yargı yerinin görevsizlik kararı üzerine idari yargı yerince aynı davada verilen görevlilik kararı nedeniyle, anılan maddelerde düzenlenen görev uyuşmazlığı türlerinden biri de oluşmamıştır.’’ demek suretiyle başvurunun reddine karar vermiştir.
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin başvurunun reddine ilişkin kararından sonra yapılan yargılamada, Kocaeli 2. İdare Mahkemesi 30.04.2014 gün, E:2010/623, K:2014/518 sayılı kararı ile davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiş olup, bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay 10. Daire 22.09.2014 gün, E:2014/3188, K:2014/5380 sayılı kararı ile özetle; uyuşmazlığın esasının tapu sicilinin tutulmasından doğan zararın tazminine ilişkin oluşu ve bu zararlardan dolayı açılacak davaların tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülecek olması nedeniyle uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna ulaşıldığını belirterek, hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Kocaeli 2. İdare Mahkemesi: 27.01.2015 gün, E:2015/70 sayılı kararı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, 2247 sayılı Kanun’un 19.maddesi gereğince görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 6.4.2015 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEMEosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli yargı yeri ile idari yargı yeri arasında 2247 sayılı Kanunun 19.maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı tarafından, 16.11.1987 tarihinde satın alınan Kocaeli İli, Gebze İlçesi, Muallim Köyünde yer alan tapunun 49 pafta 1411 parsel sayısında kayıtlı 362 m2 lik taşınmazın 280 m2 lik alanının ormandan çıkma yer olduğu ve ancak hazine adına tescil edilebileceğinden bahisle söz konusu alana isabet eden tapusunun iptali istemiyle hazine tarafından açılan dava neticesinde Gebze 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.10.2005 gün, E:2005/22, K:2005/367 sayılı kararı ile davacı adına kayıtlı olan taşınmazın 280 m2 lik kısmının tapusunun iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmesi ve bu kararın Yargıtay’ca onanarak kesinleşmesi üzerine uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle uyuşmazlığa konu dava açılmıştır.
Türk Medeni Kanun'un 1007. maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür." hükmü yer almaktadır. Dava konusu olayda, davacı tarafından taşınmazın kesinleşmiş orman sınırları içinde bulunması nedeniyle tapunun kısmen iptaline karar verilmesi ve mülkiyetinden çıkmasının sorumluluğunun devlete ait olduğu, bu nedenle uğranılan zararın devletçe karşılanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, taşınmazın davacı adına olan tescilinin 280 m2 lik kısmına ilişkin olarak mahkeme kararı ile tescilin iptali ve Hazine adına tesciline karar verildiği sabit olmakla, mahkeme kararı yargısal nitelik taşıdığı için idari bir işlem olarak nitelendirilmesi mümkün olmayıp, ayrıca davalı idarenin taşınmazın tescilinin iptaline ilişkin herhangi bir işleminin de bulunmadığı anlaşılmakla, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ilamı sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada tapu sicilinin tutulmasından doğan zarar nedeniyle devletin özel hukuk ilkeleri gereğince sorumluluğunu düzenleyen Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan Kocaeli 2. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Gebze 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kocaeli 2.İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Gebze 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 22.01.2010 gün ve E:2007/277, K:2010/18 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
6.4.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
Old 14-12-2015, 12:34   #65
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Karar Tarihi: 14/10/2015

R.G. Tarih - Sayı: 3/12/2015-29551


BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR



Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
:
Serruh KALELİ


Nuri NECİPOĞLU


Hicabi DURSUN


Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
:
Hikmet Murat AKKAYA
Başvurucu
:
Ayşe ZENGİN
Vekili
:
Av. Cemil DOĞRU


I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, zilyet olunan ve tarımsal amaçla kullanılan taşınmazın rayiç bedelinin tespit edilmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/8/2014 tarihinde İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/6/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A.Olaylar

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu, 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun kapsamında zilyetliğinde bulundurduğu İzmir ili Torbalı ilçesinde bulunan taşınmazı satın almak amacıyla ilgili idarelere başvurmuş; İzmir Valiliği Defterdarlık Millî Emlak Dairesi Başkanlığınca kanuni indirimler sonrasında taşınmazın satış bedelinin 269.016,90 TL olduğu kendisine bildirilmiştir.

6. Başvurucu, söz konusu bedele itiraz anlamında olmamak üzere güncel rayiç bedelin daha az olduğunu belirterek bilgi bakımından ve kanaat oluşturması açısından ilgili idarelerce durumun yeniden gözden geçirilmesi ve taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesi amacıyla 29/7/2013 tarihinde Torbalı 1.Asliye Hukuk Mahkemesine delil tespiti istemiyle başvuru yapmıştır.

7. Torbalı 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 30/7/2013 tarihli ve E.2013/165 Değişik İş sayılı kararla başvurucunun istemini reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

"Dosya kapsamı ve yasal düzenleme dikkate alındığında; HMK'nun 400. maddesi gereğince delil tespiti istenebilmesi için, görülmekte olan bir dava bulunması ve henüz inceleme sırası gelmemiş bir vakıanın olması ya da ileride açılacak davada ileri sürülecek bir vakıanın olması gerekir. Delil tespiti dilekçesinden, görülmekte olan bir dava olmadığı gibi, idarece belirlenen bedelin yeniden değerlendirmesi aşamasında idarenin kanaatini değiştirmek amacıyla delil tespiti talebinde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle talebin delil tespiti istenebilecek haller arasında sayılmadığı, ayrıca delilin hemen tespit edilmesinde hukuki yararda bulunmadığı, zira delilin kaybolma ihtimali bulunmadığı, yine dava açılacak olsa dahi esas hakkındaki davaya bakacak mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olmadığı sonuç ve kanaatine varılmakla, tespit talebinin reddine karar verilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-Delil tespiti talebinin REDDİNE,

2-..

3-..,

Dair, tarafların yokluğunda, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük süre içerisinde Yargıtay Başkanlığına hitaben yazılacak ve mahkememize sunulacak bir dilekçe ile temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi."

8. Başvurucu anılan karara karşı süresi içerisinde temyiz yoluna başvurmuş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihli ve E.2014/512,K.2014/1613 sayılı kararla başvurucunun temyiz dilekçesinin reddine karar vermiştir. Söz konusu ilamın gerekçesi şu şekildedir:

".

Yukarıdaki yasal düzenleme ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 'temyiz edilebilen kararlar' başlıklı 427. maddesi ve 'temyiz edilemeyen kararlar' başlıklı 428/4. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde; çekişmesiz yargı niteliğinde olan delil tespiti istemi aynı zamanda nihai karar niteliğinde de olmadığından temyiz edilebilen kararlardan değildir. Şu halde, davacının temyiz dilekçesinin reddine.."

9. Karar düzeltme talebi hakkındaki istem aynı Dairenin 29/5/2014 tarihli E.2014/5677, K.2014/9000 sayılı kararı ile reddedilmiş, anılan karar 9/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir: ".Delil tespiti davaları; temyizi mümkün olmayan, HMK'nın 403. maddesi uyarınca ancak itiraz yolu açık çekişmesiz yargı davalarındandır. Temyizi mümkün olmayan bir karara karşı karar düzeltme yolunu da gidilemez. Bu nedenle karar düzeltme istemine ilişkin dilekçenin reddine."

10. Başvurucu 5/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B.İlgili Hukuk

11. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 31/3/2011 tarihli ve 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile değiştirilen geçici 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmi Gazete'de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."

12. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla hükmü temyiz edebilir."

13. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 26/9/2004 tarihli 5236 sayılı Kanun'un 16. maddesi ile değiştirilen "Temyiz Edilemeyen Kararlar" başlıklı 428. maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendi şöyledir:

"Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna gidilemez:

.

4. Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlar."

14. 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi şöyledir:

"Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihine kadar, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."

15. 26.4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Kanun'un 6. maddesinin sekizinci ve dokuzuncu fıkraları şöyledir:

"Satış bedeli peşin veya taksitle ödenebilir. Satış bedelinin tamamının peşin ödenmesi hâlinde yüzde yirmi, en az yarısının ödenmesi hâlinde yüzde on oranında indirim uygulanır ve bu bedeller idarece yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde ödenir. Tebliğ edilen satış bedeline itiraz edilemez ve dava açılamaz."

"Peşin satışlarda satış bedelinin tamamını, taksitli satışlarda ise peşinatı veya taksitleri vadesinde ödememek suretiyle yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin doğrudan satın alma hakları düşer.."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 14/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/8/2014 tarihli ve 2014/13014 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu,

i. İlk Derece Mahkemesince delil tespiti isteminin reddine karar verilirken itiraz yolu yerine temyiz yolu açık olmak üzere karar verildiğini ve bu belirlemeye göre temyiz isteminde bulunulduğunu, Yargıtay tarafından temyiz talebinin kabul edilmemesinin Anayasa'nın 36., 39. ve 40. maddelerini ihlal ettiğini,

ii. 6292 sayılı Kanun'da süresi içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenlerce hak sahibi olunması öngörüldüğü için dava açma yoluna gitmeden delil tespiti istediğini, satış bedelinin aslında olması gereken miktardan daha fazla belirlendiğini, delil tespiti istenerek dava açılmaksızın Maliye Bakanlığı ve Başbakanlığa durumu aksettirme imkânının da elinden alındığını, bu kapsamda Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu yargılamanın yenilenmesini ve dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

18. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.."

19. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, §§ 18, 19).

20. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).

21. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel başvurunun; başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde yorumlanması, birtakım başvurular açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (Taner Kurban, § 20).

22. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmeyen durumlarda ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmekle birlikte başvuru süresinin başlangıç tarihinin belirlenmesi noktasında, başvurucunun ihlal oluşturan işlem, eylem veya kararla ilgili yeterince bilgi sahibi olması aranacaktır. Bu kapsamda, ilgili nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hâllerde tebliğ tarihinin, tebliğ öngörülmeyen hâllerde ise başvurucunun kararın içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (Taner Kurban, § 21).

23. Başvurucunun delil tespiti istemine ilişkin talebi İlk Derece Mahkemesince reddedilirken "temyiz yolu açık olmak üzere" şeklinde hüküm kurulmuştur. Başvurucunun temyiz dilekçesi ise Yargıtay 4. Hukuk Dairesince delil tespiti isteminin çekişmesiz yargı niteliğinde olması ve aynı zamanda nihai bir kararın bulunmamasından dolayı reddedilmiştir.

24. Delil tespiti isteminin reddine ilişkin kararda yukarıda belirtilen şekilde (bkz. § 7) hüküm kurulmuş olması Yargıtayın yapacağı incelemeye engel teşkil etmemekte, bir kararın temyiz edilip edilemeyeceği meselesi aynı şekilde 1086 sayılı Kanun kapsamında çözümlenmektedir. Bu yüzden Mahkemenin temyiz edilemeyecek olan bir kararın temyiz edilebileceğini kararında göstermesi o hükmün temyiz incelemesinin yapılmasını otomatik olarak sağlamayacaktır.

25. Somut olayda temyiz istemi sonucunda verilen kararın önceden öngörülmesi başvurucudan beklenilmemekle birlikte, başvurucunun en geç temyiz isteminin reddine ilişkin kararın tebliğinden sonraki otuz günlük süre içerisinde bireysel başvuru yapması gerekmekteydi. Nitekim Yargıtayın temyiz dilekçesinin reddine ilişkin gerekçesi incelendiğinde karar düzeltme yolu ile bir sonuç alınamayacağının açık olduğu anlaşılmaktadır. Temyiz talebinin reddi kararından sonra karar düzeltme yoluna gidilmesi, delil tespiti talebine ilişkin etkili ve çözüm üretebilecek bir yola başvurulduğu anlamına gelmemektedir.

26. Bu nedenle bireysel başvuru incelemesinde, temyiz dilekçesinin reddine ilişkin kararın tebliğ edildiği tarihin kabul edilebilirlik yönünden esas alınması gerekmektedir. Dosya kapsamından anlaşıldığı üzere başvurucuya 12/3/2014 tarihinde temyiz dilekçesinin reddine ilişkin karar tebliğ edilmiştir. Başvurucunun bu kapsamda en geç 11/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunması gerekirken bireysel başvuru tarihinin 5/8/2014 olduğu gözetildiğinde bireysel başvuru için öngörülen otuz günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır.

27. Açıklanan nedenlerle, iddia edilen ihlalin başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten otuz gün geçtikten sonra yapılan başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına

14/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.



Başkan
Burhan ÜSTÜN
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Nuri NECİPOĞLU






Üye
Hicabi DURSUN
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
Old 14-12-2015, 12:41   #66
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ



BİRİNCİ BÖLÜM



KARAR





AHMET EROĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/9418)



Karar Tarihi: 9/9/2015


BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR



Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
:
Nuri NECİPOĞLU


Hicabi DURSUN


Kadir ÖZKAYA


Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
:
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
Başvurucular
:
1. Ahmet EROĞLU


2. Şerife ULAĞ


3. Necati EROĞLU


4. Nedim Mahmut EROĞLU


5. Fatma ŞAHİNER


6. Emine EROĞLU


7. Fatma ŞAHİNER


8. Mahmut ERGÜN


9. İsa EROĞLU


10. Hatice PEHLİVAN


11. Ahmet Bayram EROĞLU


12. Cemil EROĞLU


13. Ayşe ERGÜN


14. Ayşe ÖZTOSUN


15. Kafiye YAMAN


16. Süleyman EROĞLU


17. Teslime ARSLAN


18. Aydın TAŞKIN


19. Hacer ŞENER


20. Ayşegül Şener DEMİR


21. Bayram ŞAHİNER


22. Hacer ŞEN


23. Ayşe YÜCESAN EROĞLU


24. Ayşe KURNAZ


25. Hamide KORKMAZ


26. Gül Emine ŞENER EROĞLU


27. Emine YAŞAR


28. Esat ŞAHİNER


29. Mehmet Ali EROĞLU


30. Medine ÇELİK


31. Hacer YILMAZ


32. Emine ARSLAN


33. Erdoğan TÜRKMEN


34. Fatma EROĞLU


35. Hacer ATİK


36. Hamide HASANOĞLU


37. Mehmet HASANOĞLU


38. Mustafa Kemal EROĞLU


39. Zeynep VURAL


40. Necip ŞAHİNER


41. Zeynep YILDIRIM


42. Ayşe ARSLAN


43. Veli AYDIN


44. Medine EROĞLU


45. Selma TAŞKIN


46. Kafiye ŞEN


47. Cemile ÖZDEK


48. Hanife SÖZEN


Teslime SÖZEN mirasçıları


49. Tahir SÖZEN


50. Bayram SÖZEN


51. Dursun Hatun SÖZEN


52. Birol SÖZEN


53. Yaşar SÖZEN


54. Serpil SÖZEN


55. Aydın SÖZEN


56. Fatma SÖZEN


Mustafa ŞAHİNER mirasçıları


57. Zeynep ŞAHİNER


58. Zeki ŞAHİNER


59. Seçkin ŞAHİNER


60. Murat ŞAHİNER


61. Ali ŞAHİNER


62. Muhammet ŞAHİNER


Ahmet YILMAZ mirasçıları


63. Fadime YILMAZ


64. Yaşar YILMAZ
Vekilleri
:
Av. Erhan BORA


I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 11/4/1986 tarihinde açılan tapu iptali ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmaması ve uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde ihtiyati tedbir bulunması nedeniyle, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 20/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.



3. 6/5/2014, 14/5/2014 ve 1/10/2014 tarihlerinde, aralarında konu bakımından hukuki bağlantı bulunan 2013/9419, 9420, 9421, 9423, 9426, 9427, 9429, 9431, 9586, 9587, 9588, 9590, 9591, 9592, 9593, 9594, 9595, 9596, 9624, 9625,9626, 9627, 9628, 9629, 9630, 9631, 9632, 9633, 9634, 9677, 9678, 9679, 9680, 9681, 9682, 9683, 9684, 9685, 9686 ve 2014/4171, 4173, 4174, 4177, 4180, 4182, 4442, 4443, 4444, 4446, 4447 ve 4448 numaralı bireysel başvuru dosyalarının, 2013/9418 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemeye 2013/9418 numaralı başvuru dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir.

4. Komisyon tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir

6. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 14/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Bakanlık ayrıca başvuruculardan Teslime Sözen'in 25/12/2013 tarihinde, Mustafa Şahiner'in 19/5/2014 tarihinde, Ahmet Yılmaz'ın 29/5/2014 tarihinde vefat ettiklerinin tespit edildiğini bildirmiştir.

7. Vefat eden başvurucuların mirasçıları Anayasa Mahkemesine sundukları 8/4/2015 ve 10/4/2015 tarihli dilekçeleri ile murisleri tarafından yapılmış olan bireysel başvuruları devam ettirdiklerini, başvuru dosyasındaki ihlal iddialarına katıldıklarını beyan etmişlerdir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucuların murisleri ve diğer bir kısım davacılar tarafından Maliye Hazinesi aleyhine 1951 yılında Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde muarazanın ve müdahalenin meni davası açılmıştır.

10. Taşınmazların bulunduğu yerde kadastro çalışmalarının başlaması üzerine dava dosyası Bafra Tapulama Mahkemesine gönderilmiştir.

11. Anılan Mahkemece 26/3/1971 tarihli ve E.1966/361, K.1971/118 sayılı kararla kadastro tutanaklarının doldurulması için dosyanın Bafra Tapulama Müdürlüğüne gönderilmesine karar verilmiştir.

12. Kadastro çalışmalarının tamamlanıp kesinleşmesinden sonra taşınmazlar başvurucuların murisleri ve arkadaşları adlarına tespit ve tapuya tescil edilmiştir.

13. Yapılan tescil üzerine Maliye Hazinesi, 11/4/1986 tarihinde başvurucuların murisleri ve diğer bir kısım davacılar aleyhine Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmış, tescili yapılan taşınmazların evveliyatının orman, çalılık olduğunu, bu gibi yerlerin Tapulama Kanunu gereğince zilyetlikle iktisaba konu olamayacağını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile taşınmazların Maliye Hazinesi adına tescil edilmesini ve dava sonuçlanıncaya kadar tapu kayıtları üzerine ihtiyati tedbir konulmasını talep etmiştir.

14. Bafra ilçesinde iki ayrı Asliye Hukuk Mahkemesi kurulması üzerine yargılamaya Bafra 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir.

15. Bir süre Bafra 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava, Ondokuz Mayıs ilçesinde adliye teşkilatının kurulması üzerine, 1993 yılında Ondokuz Mayıs Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiştir.

16. Ondokuz Mayıs Asliye Hukuk Mahkemesi, 15/4/2010 tarihli ve E.2003/72, K.2010/57 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir.

17. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 8/3/2013 tarihli E.2012/9582, K.2013/2445 sayılı ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.

18. Onama kararı, taraflara tebliğ aşamasında olup karar henüz kesinleşmemiştir.

B. İlgili Hukuk

19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 30. maddesi, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 716. maddesi

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 9/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 20/12/2013 tarihli ve 2013/9418 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

21. Başvurucular, 11/4/1986 tarihinde Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde murisleri aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbirin devam ettiğini, uzun süren dava nedeniyle taşınmazları üzerindeki tasarruf yetkilerinin kısıtlandığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

22. Başvuruculardan Nedim Mahmut Eroğlu tarafından yapılan 2013/9686 numaralı ve 2014/4448 numaralı başvurular, 2013/9418 numaralı bireysel başvuru dosyasında birleştirilmiştir (bkz. § 3). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede her iki başvuru dosyasının, başvuru konusu olaylar ve ihlal iddiaları kapsamında da aynı içerikte oldukları, dolayısıyla 2014/4448 numaralı başvurunun mükerrer olduğu anlaşılmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu'nun 2014/4448 Numaralı Bireysel Başvuru Dosyası Dışındaki Diğer Bireysel Başvuru Dosyalarındaki İhlal İddiaları

23. Başvuru formları ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu'nun 2014/4448 Numaralı Bireysel Başvuru Dosyasındaki İhlal İddiaları
24. Başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu, 11/4/1986 tarihinde Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde murisi aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbirin devam ettiğini, uzun süren dava nedeniyle taşınmazı üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlandığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede başvurucuları aynı olan 27/12/2013 tarihli ve 2013/9686 numaralı başvuru ile 1/3/2014 tarihli ve 2014/4448 numaralı başvurunun, başvuru konusu olaylar ve ihlal iddiaları yönünden aynı oldukları tespit edilmiştir (bkz. § 22). Dolayısıyla tarih itibarıyla daha sonra yapılan 2014/4448 numaralı başvurunun mükerrer olduğu anlaşılmıştır.

26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Başvuru hakkının kötüye kullanılması" kenar başlıklı 51. maddesi şöyledir:

"Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir."

27. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Bireysel başvuru formu ve ekleri" başlıklı 59. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

".

(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:

.
ı) Başvurucunun Mahkeme önünde devam eden bir başka başvurusu varsa numarası.
.

Başvurucuların, adreslerinde veya başvuruyla ilgili koşullarda herhangi bir değişiklik meydana geldiğinde bunu Mahkemeye bildirmeleri zorunludur."

28. İçtüzük'ün "Başvuru hakkının kötüye kullanılması" kenar başlıklı 83. maddesi şöyledir:

"Başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında, ilgilinin ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir."

29. İlgili düzenleme vasıtasıyla, genel hukuk teorisinde bir kamu düzeni kuralı olarak ele alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının, bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı görülmektedir. Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Mahkemenin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların, başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (Mehmet Güven Ulusoy, [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015, § 31; S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28).

30. Bu kapsamda özellikle, Mahkemeyi yanıltmak amacıyla kasten gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında Mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (Mehmet Güven Ulusoy, § 32; S.Ö., § 29).

31. Somut olayda 2013/9418 numaralı bireysel başvuru dosyasında birleştirilen 2013/9686 ve 2014/4448 numaralı bireysel başvuru dosyalarının, aynı başvurucu (Nedim Mahmut Eroğlu) tarafından sunulduğu ve anılan dosyalarda yer verilen başvuru konusu olaylar ile ihlal iddialarının da aynı olduğu tespit edilmiştir (bkz. § 25). Dolayısıyla başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu, hukuki sebepleri ve maddi olayları aynı olan bir konuda hem 27/12/2013 tarihinde hem de 1/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş ancak bireysel başvuru formunda "IV-A-Başvurucunun Anayasa Mahkemesi önünde devam eden bir başka başvurusu varsa numarası:" ifadesi yer aldığı hâlde bu kısımda herhangi bir açıklama ya da bildirime yer vermemiş, söz konusu başvurular yapıldıktan sonra da mükerrer tazminat ödenmesine yol açabilecek bu hususa ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgilendirmede bulunmamıştır.

32. Açıklanan nedenle başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu tarafından yapılan 2014/4448 numaralı bireysel başvurunun mükerrer olduğu; başvurucunun, İçtüzük'ün 59. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ı) bendi ile (5) numaralı fıkrasında belirtilen yükümlülüğüne açıkça aykırı olarak mükerrer tazminat ödenmesine yol açabilecek bu hususta Anayasa Mahkemesine herhangi bir bildirimde bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun, "başvuru hakkının kötüye kullanımı" nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.

33. Başvurucu aleyhine, başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük'ün 83. maddesi uyarınca takdiren 500,00 TL disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

34. Başvurucular, 11/4/1986 tarihinde murisleri aleyhine Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını ve bu sürede taşınmazı kullanamadığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

35. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38 ve 39).

36. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun, davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

37. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan tapu iptali ve tescil davasının söz konusu olduğu görülmekle, 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğu hususunda kuşku yoktur (Güher Ergun ve diğerleri, § 49).

38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı, kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup somut başvuru açısından bu tarih 11/4/1986'dır.

39. Başvuruya konu tapu iptali ve tescil davası; başvurucuların, miras bırakanlarından intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçıların yargılamaya katıldığı an değil, somut olayda murisler açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (Gülseren Gürdal ve diğerleri, B. No: 2013/1115, 5/12/2013, § 51).

40. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların, yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52).

41. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başvurucuların murislerine ait taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile Maliye Hazinesi adına tapuya tescili istemi olduğu, Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın yargılama sürecinde dava dosyasının önce Bafra 2. Asliye Hukuk Mahkemesine, ardından Ondokuz Mayıs Asliye Hukuk Mahkemesine devredildiği, Ondokuz Mayıs Asliye Hukuk Mahkemesinin 15/4/2010 tarihli kararı ile davanın reddine hükmedildiği, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin, 8/3/2013 tarihli ilamı ile Mahkeme kararının onandığı, onama ilamının taraflara tebliğ aşamasının devam ettiği, ilk derece mahkemesi kararının henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır.

42. 6100 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların, makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 34-64).

43. Başvuruya konu tapu iptali ve tescil davasının incelenmesinde; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, yargılamanın niteliği, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller gibi kriterler dikkate alındığında başvuruya konu yargılamanın karmaşık nitelikte olduğu anlaşılmışsa da somut başvuru açısından, daha önce verilen kararlar dışında farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yirmi dokuz yılı aşkın bir süredir devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

44. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

45. Başvurucular ayrıca, uzun süren yargılama ve ihtiyati tedbir nedeniyle taşınmazlarını kullanamadıklarını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerse de başvurucuların, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönünde yukarıda yer verilen tespitler ışığında ve taşınmazın mülkiyetine yönelik davanın devam ettiği dikkate alındığında mülkiyet haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının bu aşamada ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

46. Başvurucular, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğinin tespitini ve her bir başvurucu için 40.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

47. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

48. Başvurucuların tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yirmi dokuz yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Teslime Sözen'in mirasçıları Tahir Sözen, Bayram Sözen, Dursun Hatun Sözen, Birol Sözen, Yaşar Sözen, Serpil Sözen, Aydın Sözen, Fatma Sözen'e ayrı ayrı net 500,00 TL; başvurucu Mustafa Şahiner'in mirasçıları Zeynep Şahiner, Zeki Şahiner, Seçkin Şahiner, Murat Şahiner, Ali Şahiner, Muhammet Şahiner'e ayrı ayrı net 600,00 TL; başvurucular Ahmet Eroğlu, Necati Eroğlu, Nedim Mahmut Eroğlu, Emine Eroğlu, İsa Eroğlu, Ahmet Bayram Eroğlu, Cemil Eroğlu, Süleyman Eroğlu, Ayşe Yücesan Eroğlu, Gül Emine Şener Eroğlu, Mehmet Ali Eroğlu, Mustafa Kemal Eroğlu, Kafiye Şen'e ayrı ayrı net 1.550,00 TL; başvurucular Hatice Pehlivan, Ayşe Ergün, Medine Çelik, Hacer Atik'e ayrı ayrı net 1.700,00 TL; başvurucu Mahmut Ergün'e net 1.850,00 TL; başvurucular Fatma Şahiner, Ayşe Öztosun, Ayşe Arslan'a ayrı ayrı net 2.500,00 TL; başvurucular Emine Yaşar, Erdoğan Türkmen, Fatma Eroğlu, Zeynep Yıldırım, Cemile Özdek'e ayrı ayrı net 2.850,00 TL; başvurucular Kafiye Yaman, Aydın Taşkın, Hacer Şener, Bayram Şahiner, Esat Şahiner, Hacer Yılmaz, Zeynep Vural, Necip Şahiner, Veli Aydın, Medine Eroğlu, Selma Taşkın'a ayrı ayrı net 3.350,00 TL; başvurucular Emine Arslan, Hamide Hasanoğlu, Mehmet Hasanoğlu'na ayrı ayrı net 4.000,00 TL; başvurucu Ahmet Yılmaz mirasçıları Fadime Yılmaz ve Yaşar Yılmaz'a ayrı ayrı net 10.000,00 TL; başvurucular Şerife Ulağ, Fatma Şahiner, Teslime Arslan, Ayşegül Şener Demir, Hacer Şen, Ayşe Kurnaz, Hamide Korkmaz, Hanife Sözen'e ayrı ayrı net 19.950,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

49. Başvurucular; Hanife Sözen, Zeynep Yıldırım, Cemile Özdek, Ayşe Arslan, Medine Eroğlu, Medine Çelik, Hacer Şen, Kafiye Yaman, Veli Aydın, Hacer Yılmaz, Selma Taşkın tarafından ayrı ayrı yapılan ve dosyalardaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL ve diğer başvurucular tarafından ayrı ayrı yapılan ve dosyalardaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine ve tüm başvuruculara 1.500,00 TL vekâlet ücretinin müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

50. Başvuruya konu yargılamanın yirmi dokuz yılı aşkın süredir devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu'nun 2014/4448 numaralı mükerrer bireysel başvurusunun "başvuru hakkının kötüye kullanılması" nedeniyle REDDİNE,

B. Başvurucuların, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Başvurucuların, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucu Teslime Sözen'in mirasçıları Tahir Sözen, Bayram Sözen, Dursun Hatun Sözen, Birol Sözen, Yaşar Sözen, Serpil Sözen, Aydın Sözen, Fatma Sözen'e ayrı ayrı net 500,00 TL; başvurucu Mustafa Şahiner'in mirasçıları Zeynep Şahiner, Zeki Şahiner, Seçkin Şahiner, Murat Şahiner, Ali Şahiner, Muhammet Şahiner'e ayrı ayrı net 600,00 TL; başvurucular Ahmet Eroğlu, Necati Eroğlu, Nedim Mahmut Eroğlu, Emine Eroğlu, İsa Eroğlu, Ahmet Bayram Eroğlu, Cemil Eroğlu, Süleyman Eroğlu, Ayşe Yücesan Eroğlu, Gül Emine Şener Eroğlu, Mehmet Ali Eroğlu, Mustafa Kemal Eroğlu, Kafiye Şen'e ayrı ayrı net 1.550,00 TL; başvurucular Hatice Pehlivan, Ayşe Ergün, Medine Çelik, Hacer Atik'e ayrı ayrı net 1.700,00 TL; başvurucu Mahmut Ergün'e net 1.850,00 TL; başvurucular Fatma Şahiner, Ayşe Öztosun, Ayşe Arslan'a ayrı ayrı net 2.500,00 TL; başvurucular Emine Yaşar, Erdoğan Türkmen, Fatma Eroğlu, Zeynep Yıldırım, Cemile Özdek'e ayrı ayrı net 2.850,00 TL; başvurucular Kafiye Yaman, Aydın Taşkın, Hacer Şener, Bayram Şahiner, Esat Şahiner, Hacer Yılmaz, Zeynep Vural, Necip Şahiner, Veli Aydın, Medine Eroğlu, Selma Taşkın'a ayrı ayrı net 3.350,00 TL; başvurucular Emine Arslan, Hamide Hasanoğlu, Mehmet Hasanoğlu'na ayrı ayrı net 4.000,00 TL; başvurucu Ahmet Yılmaz mirasçıları Fadime Yılmaz ve Yaşar Yılmaz'a ayrı ayrı net 10.000,00 TL; başvurucular Şerife Ulağ, Fatma Şahiner, Teslime Arslan, Ayşegül Şener Demir, Hacer Şen, Ayşe Kurnaz, Hamide Korkmaz, Hanife Sözen'e ayrı ayrı net 19.950,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,



E. Başvurucular Hanife Sözen, Zeynep Yıldırım, Cemile Özdek, Ayşe Arslan, Medine Eroğlu, Medine Çelik, Hacer Şen, Kafiye Yaman, Veli Aydın, Hacer Yılmaz ve Selma Taşkın tarafından ayrı ayrı yapılan ve dosyalardaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin AYRI AYRI BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Başvurucular Ahmet Eroğlu, Necati Eroğlu, Nedim Mahmut Eroğlu, Emine Eroğlu, İsa Eroğlu, Ahmet Bayram Eroğlu, Cemil Eroğlu, Süleyman Eroğlu, Ayşe Yücesan Eroğlu, Gül Emine Şener Eroğlu, Mehmet Ali Eroğlu, Mustafa Kemal Eroğlu, Kafiye Şen, Hatice Pehlivan, Ayşe Ergün, Hacer Atik, Mahmut Ergün, Fatma Şahiner, Ayşe Öztosun, Emine Yaşar, Erdoğan Türkmen, Fatma Eroğlu, Aydın Taşkın, Hacer Şener, Bayram Şahiner, Esat Şahiner, Zeynep Vural, Necip Şahiner, Emine Arslan, Hamide Hasanoğlu, Mehmet Hasanoğlu, Şerife Ulağ, Fatma Şahiner, Teslime Arslan, Ayşegül Şener Demir, Ayşe Kurnaz ve Hamide Korkmaz tarafından ayrı ayrı yapılan ve dosyalardaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

G. Başvurucu vefat eden Teslime Sözen tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin mirasçıları Tahir Sözen, Bayram Sözen, Dursun Hatun Sözen, Birol Sözen, Yaşar Sözen, Serpil Sözen, Aydın Sözen, Fatma Sözen'e; başvurucu vefat eden Mustafa Şahiner tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin mirasçıları Zeynep Şahiner, Zeki Şahiner, Seçkin Şahiner, Murat Şahiner, Ali Şahiner, Muhammet Şahiner'e; başvurucu vefat eden Ahmet Yılmaz tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin mirasçıları Fadime Yılmaz ve Yaşar Yılmaz'a MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

H. Başvurucuların vekille temsil edildikleri dikkate alınarak 1.500,00 TL vekâlet ücretinin başvurucuların tamamına MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

İ. 2014/4448 sayılı bireysel başvuru dosyası açısından başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu tarafından yapılan 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

J. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca başvurucu Nedim Mahmut Eroğlu'ndan 500,00 TL disiplin para cezasının tahsiline,

K. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemelerde gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

L. Kararın bir örneğinin Ondokuz Mayıs Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine,

9/9/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.


Başkan
Burhan ÜSTÜN
Üye
Nuri NECİPOĞLU
Üye
Hicabi DURSUN






Üye
Kadir ÖZKAYA
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
Old 19-12-2015, 18:48   #67
eser_29

 
Varsayılan

Sn. Mustafa ÖZTOK Beyfendi'ye;

Önce olayı maddeler halinde özetlemeye çalışacağım ardından da sorularım olacak.
Konu çok uzun, umarım anlaşılabilir yazmış olurum.

Veya sadece soruları okuyup sorularıma cevap bulabileceğim, konuya dair okuma yapabileceğim kaynaklar hakkında tarafıma bilgi verirseniz memnun olurum.


1. XXX Noterliği 1991 tarih ve 1 yevmiye numaralı "Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi" ile Müvekkil (A)'ye 3.KİŞİ ve arkadaşları satış vaadinde bulunuyorlar.

2. XXX 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1995/ E. 1995/ K. nolu ilamı ile davacısı Müvekkil (A), davalıları taşınmaz sahipleri olan "Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesine dayalı Tapu Tescil/İptal Davası" kabul edilmiştir.

3. XXX 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1996/724E. 1998/131K. nolu ilamı ile davacısı Müvekkil (A), davalısı HAZİNE olan " Kamulaştırmasız Elatmaya Dayalı Bedel İstemli" dava kabul edilmiştir.

4. Davalı İdarenin temyiz talebi doğrultusunda Yargıtay Hukuk Dairesinin 1998 gün ve 1998/E. ve 1998/K. sayılı ilamıyla "Dava konusu taşınmaz C. ve diğer paydaşlar adına kayıtlı iken kamulaştırılmış, kamulaştırma işlemi 1977 yılında maliklere tebliğ edilmiştir. Bu tebligattan sonra paydaşlar tarafından bedel arttırma davası da açılmış, bu dava dahi sonuçlanmıştır. Kamulaştırma işlemi tebliğden itibaren yasal süre içerisinde idare mahkemesine başvurulmadığından kesinleşmiş ve davaya konu teşkil eden taşınmazın mülkiyeti tescilsiz olarak TMK' nin 633. maddesi uyarınca idareye geçmiştir. Taşınmazların kamulaştırma işleminin tebliğinden sonraki satışları Kamulaştırma Kanununun 31/b maddesi uyarınca geçerli değildir. Davaya konu teşkil eden taşınmazların tapu kaydının eski malikleri üzerinde kalmış olması, taşınmazın satışına diğer bir deyişle başka şahıslar tarafından yeniden iktisabına imkan vermez. Bu konuda açılan davanın davacılarının lehlerine tescil kararı almaları suretiyle sonuçlanması da idareyi bağlamaz. Açıklanan nedenlerle kamulaştırmasız el atmaya dayanan bedele ilişkin davanın reddine. Milli Savunma Bakanlığı tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulüne, karar verilmesi gerektiği düşünülmeden aksine karar verilmesi doğru görülmemiştir." gerekçesiyle yerel mahkemenin verdiği hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

7. Mahkemece Yargıtay bozma ilamına uyulmuş ve bozma sonrası verilen XXX 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 1998/ E. - 1998/ K. sayılı kararla müvekkil tarafından açılan "Kamulaştırmasız Elatmaya Dayalı Bedel İstemli" davanın Reddine, Bakanlık tarafından açılan "Tapu Kütüğü Tashihi" ;
a) XXX 1.Asl. Hk. 1996/ E., 1996/ K. sayılı Kamulaştırma Kn. md.17 gereği davalılar adına kayıtlı 19/120 hissenin iptali, Hazine adına tescili
b) XXX 1.Asl. Hk. 1996/ E., 1997/ K. sayılı Kamulaştırma Kn. md.17 gereği davalılar adına kayıtlı 1/120 hissenin iptali, Hazine adına tesciline karar vermiştir.

8. İnşaat Emlak Müdürlüğü'nün 1977 tarih sayılı arazi istimlak kararı ile kamulaştırmanın 53.200 m2 olarak düzenlendiği, Taşınmazın Başbakanlık Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün 1996 tarihli düzeltme raporu ile yüz ölçümünün 55.560,68m2 olarak düzeltildiği, buna rağmen anılan hükümle adına kayıtlı tüm hissenin iptali ile hazine adına tesciline karar verildiği, Kamulaştırma işlemi ile hazine adına tesciline karar verilen taşınmazın tamamına (55.560,68 m2) değil 53.200m2'sine ilişkin olduğu yönünde (Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nün 10/03/2011 tarihli yazısı ile) yeni delil olarak belgelendiği belirtilerek HUMK 445/1. maddesi gereğince kamulaştırma dışında hazine adına tescil edilen 2.360,68m2'lik taşınmazının tapusunun iptali ile tescili istenmiş.
Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda "Yargıtay 5. Hukuk Dairesi'nin bozma gerekçesi ve bozmaya uyularak mahkemece verilen kararın gerekçesine göre HUMK' mm 445. maddesinde yer alan yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden hiçbirine uymadığı ve dava konusu somut olayda, yargılamanın yenilenmesi koşullarının gerçekleşmediği" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş.

9. Karar yasal süresi içerisinde davacı asil tarafından temyiz edilmiş "Yargılamanın Yenilenmesi istemi"ne ilişkin müvekkil talebi de XXX 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011E., 2011K. sayılı ilamı ile "Mahkememizin kesinleşen 1998esas, 1998/karar sayılı dava dosyasında, dava konusu B Köyü 7 parsel sayılı taşınmazın yüzölçümü Kadastro Yasası'nın 41, maddesi uyarınca 53200,00 m2 iken 55560,68 m2 olarak düzeltilmiş, yüzölçümü tashihine ilişkin belge ve kayıtlar dosyaya sunulmuş, davacı tarafından yargılamanın iadesi sebebi olarak ileri sürülen nedenler kesinleşen dava dosyasında gerek ilk derece mahkemesinde, gerekse temyiz ve karar düzeltme yasa yollarına başvurularda, davacı vekilince ileri sürülmüş, iddialar ilk derece mahkemesi ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesi'nce değerlendirilmiştir." gerekçesi ile reddedilmiştir.
Bu karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 2011/ E. 2012/K. nolu Yargıtay İlamı ile onanmış ve iç hukuk yolları tüketilmiştir.

10. Bunun üzerine Müvekkil (A) adına AİHM'e 2012 tarihinde başvuru yapılmış, kabul şartları bulunmadığı gerekçesi ile bu başvuru reddedilmiştir.

11. Müvekkilin malik olduğu 9 No'lu parsel ile ilgili davalı idarece yapılan kamulaştırmada müvekkile hiçbir bedel ödenmemiştir. Ayrıca müvekkil mülkiyetinde bulunan 5 nolu parselde dosya içinde bulunan ilgili belgelerden anlaşılacağı üzere 53.200m2'si hazine ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından kamulaştırılmış, parselde kamulaştırma dışında kalan 2.360m2'si için davalı idarece hiçbir kamulaştırma işlemi yapılmamıştır. Bu miktar için müvekkile hiçbir kamulaştırma ücreti ödenmemiştir.
Müvekkil mülkiyetinde bulunan Bü Köyü'nde kâin 5 parselde kısmi kamulaştırma yapılmış, bu kısmi kamulaştırmaya müvekkilimin hiçbir itirazı olmamıştır. İtirazımız fazladan el konulan 2.360m2 içindir. Ancak müvekkile ait taşınmazlar hazine adına tescil edilmiş ve davacı müvekkile ödeme yapılmamıştır.

12. Dosyada mevcut Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nün 2011 gün ve sayılı yazısında: "Müvekkil (A) tarafından Bakanlığımıza verilen 2010 tarihli dilekçede: XXX İli, Merkez İlçe, B Köyünde bulunan 5 parsel nolu 55.560,68ın.2 yüzölçümlü taşınmazın 53.200,00ın.2 sinin kamulaştırıldığı, kalan 2.360m.2 sinin sehven Hazine adına tescil edildiği belirtilerek bu konudaki mağduriyetinin giderilmesi talep edilmiştir. Konu hakkında Milli Emlak Kontrolörü G tarafından düzenlenen 2011 tarihli ve 01 sayılı Basit Raporda: "Taşınmazın 1975 tarihinde 53.200.00 m2 olarak şahıslar adına kayıtlı olduğu ve 53.200.00 m2 üzerinden kamulaştırma bedelinin belirlendiği, Milli Savunma Bakanlığı tarafından 1977 tarihinde kamulaştırma bedeli Merice* Bankası hesabına yatırılıp bloke edilerek kamulaştırma işleminin gerçekleştirildiği; İlk etapta 53.200,00 m2 yüzölçümlü olarak 770/1600 hissesinin 1996 tarihinde Hazine adına tescil edildiği; daha sonra 1996 tarihinde Kadastro Müdürlüğü' nce tanzim edilen düzeltme raporu ile taşınmazın 55.560.68m2 olarak ölçüldüğü anlaşıldığı ve 1996 tarihinde Hâzinenin de hissedar bulunduğu şekliyle düzeltme işleminin gerçekleştirildiği. Tapu Müdürlüğünde rızaen ferağ vermemeleri nedeni ile diğer şahıslara ait hisselerin de hükmen Hazine adına tesciline karar verildiği ve taşınmazın tamamının 2007 tarihinde Hazine adına tescil edilerek Defterdarlık Makamının 2007 tarihli ve 0 sayılı onayı ile Milli Savunma Bakanlığına tahsis edildiği; Söz konusu yerin halen Milli Savunma Bakanlığı XXX Komutanlığınca kullanıldığı düzeltme işleminden sonra belirlenen 2.360.68m2 lik fazlanın Milli Savunma Bakanlığı'nca kamulaştırılmasının yapıldığına dair dosyalarda bir bilgi bulunmadığı; sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir." denmektedir.

13. Dava dosyasında evvelce mevcut olmayan ve sonradan müvekkil tarafından yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen bu yazıya göre dava konusu 735 parsel sayılı taşınmazın gerçek yüz ölçümünün 55.560,68 m2 olduğu, buna rağmen önceki yargılamalarda Yargıtay aşaması dahil tüm değerlendirmelerin 53.200.00m2 üzerinden yapıldığı, duruşma esnasında mahkemeye sunulan tapu kayıtlarında da görüleceği gibi parselin tamamının kamulaştırılmadığı, müvekkile satılan verin kamulaştırma alanı dışında kalan ve hükmen tescil kararıyla tapusunu aldığı 60/1600 ( 2.360,68 nı2 lik) hissenin kamulaştırma kararına dahil olmadığı halde bedelsiz olarak Hazine adına tescillendiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

14. Kamulaştırma sonucunda Hazine ve Milli Savunma Bakanlığı adına tescil edilen 739 ve 735 nolu parsellerdeki müvekkil hisseleri (2.175m2 - 2360m2) kamulaştırma amacı dışında ilgili kurumlarca ticari amaçla satılmış ve bu kurumlara haksız zenginleşme sağlamıştır.

15. Müvekkil, kamulaştırılan 9 nolu parseli T.C. tapu kütüklerine inanarak güvenerek satın almıştır. Bu satın alma karşılığında para ödemiştir. Müvekkil 9 nolu parseli alırken satışa engel herhangi bir şerh bulunmadığı için satın almıştır. Yerel mahkeme kararlarında Müvekkilin satın alma işlemi gözetilmemiş ve müvekkile hiçbir bedel ödenmemiştir.

16. Davalı idarece kamulaştırılan XXX Merkez Beldesindeki 5 parseldeki 53.200m2 lik kısmına yargılama aşamasında müvekkilin itirazı olmamıştır. Müvekkilin itirazı fazladan kamulaştırılan ve müvekkilin mağduriyetine neden olan 2.360m2 lik kısma ilişkindir. Tüm yerel mahkeme dosyalarında bilirkişi raporlarında kamulaştırılan alanın 53.200m2 olduğu sabittir. Yani hazine adına kamulaştırılan miktar kısmidir (53.200 m2'dir, parselin tümü değildir), İnşaat Emlak Müdürlüğü - adlı belgeden de anlaşılacağı gibi Milli Savunma Bakanlığının kamulaştırdığı alan 53.200 m2'dir.

17. Ayrıca XXX 2. Asliye Hukuk mahkemesi 1996/ E. nolu dosyasına bilirkişiler tarafından sunulan değer takdiri raporunda da kamulaştırılan 5 nolu parselin alanının 53.200m2 olduğu görülecektir.






SORULARIM;

1. Kamulaştırmaya dair beyan/şerh "tapuya güven ilkesi"nin istisnasını oluşturur mu?

2. Tapuyu müvekkile devreden şahıslara karşı tazminat/bedel iadesi davası açılabilir mi? Zamanaşımı? Satışa engel bir kaydın bulunmaması sebebi ile bu satıştan ötürü Kamuya yönelebilir mi?

3. Bakiye 2.300 küsur m2'lik yer için müstakil olarak ne yapılabilir?

4. Sonradan yapılan m2 tashihinin geçerliliği var mı Kamu adına?

5. Kamulaştırma gerekçesi sonradan fiili durumla değiştiğinden bu Kamulaştırma işleminin iptali istenebilir mi? İstenebilirse kamulaştırma kararı bizim müvekkilden evvelki maliklerin mülkiyeti zamanında olduğundan "husumet" sıkıntısı olur mu?

6. Bir yerde duymuştum ama detayına vakıf değilim; AİHM'de Fransa'nın tarafı olduğu meşhur bir kararda; "Kamunun/Devletin kamulaştırma yolu ile zenginleşemeyeceği, kamulaştırma yapıp daha sonra amacından farklı kullanamayacağı, arsa toplama gibi hareket edemeyeceği" gibi bir ifade varmış. Bu kararın, yukarıda anlattığım olayla beraber düşündüğünüzde ne olabileceği hakkında fikriniz var mı ?
Old 12-01-2016, 10:44   #68
Mustafa Öztok

 
Varsayılan İnsan Hakları mahkemesi kararları üzerine yargılamanın iadesi hakkının kullanımı için

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ



BİRİNCİ BÖLÜM



KARAR



MEHMET ALİ AYHAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7336)



Karar Tarihi: 18/11/2015


BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR



Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
:
Serruh KALELİ


Nuri NECİPOĞLU


Hasan Tahsin GÖKCAN


Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
:
Okan TAŞDELEN
Başvurucu
:
Mehmet Ali AYHAN


I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) verdiği ihlal kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 19/9/2013 tarihinde Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuruya Konu Olaylar

5. Başvurucu, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin E.1993/251 ve K.2004/34 sayılı dosyasında anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.

6. Başvurucu, belirtilen yargılamaya konu olaylara ilişkin olarak AİHM'e başvurmuştur. AİHM 3/11/2009 tarihli ve 20406/05 numaralı kararı ile gözaltında avukat yardımından faydalandırılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

7. Başvurucu, AİHM'in söz konusu ihlal kararına dayanarak yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.

8. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi ile görevli) 29/9/2011 tarihli ek kararı ile başvurucunun talebi temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir.

9. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 20/3/2013 tarihli ve E.2012/3962, K.2013/4304 sayılı ilamı ile verilen kararın bir hüküm olmadığını ve talebin esassız olması nedeniyle reddi mahiyetinde olduğunu belirterek itiraz incelemesi yapılmak üzere dosyayı iade etmiştir.

10. Başvurucunun itirazını inceleyen İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 9/7/2013 tarihli ve 2013/333 Değişik İş sayılı kararıyla yeniden yargılama talebinin itiraz yoluna tabi olacak biçimde reddi kararını kaldırmıştır. Mahkeme, Yargıtay denetimine izin verecek bir hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle dosyayı İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir.

11. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı, duruşma günüyle birlikte başvurucuya 22/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

12. Başvurucu 19/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Sonrası Gelişmeler

13. Başvurunun yapılmasından sonra gerçekleşen işlemlere ilişkin başvurucu tarafından herhangi bir bilgi sunulmamış olmakla birlikte UYAP üzerinden aşağıdaki bilgilere ulaşılmıştır:

14. İtiraz üzerine verilen karar sonrasında başvurucunun yeniden yargılama talebi İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/94 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkeme 10/10/2013 ile 28/1/2014 tarihleri arasında üç duruşma yapmıştır.

15. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması üzerine İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihinde dosyanın görevli Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

16. Dosya, İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiş ve 2014/173 esas numarası almıştır. Mahkemenin 15/7/2014 tarihinde duruşma yapılmasına karar verdiği fakat dosyanın sonraki bir tarihte başka bir mahkemeye devredildiği anlaşılmaktadır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/9/2013 tarihli ve 2013/7336 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, AİHM'in kararına uyulmasının zorunluluk olduğunu, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin verdiği kararlar sonucunda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılama yolunun açılmasını talep etmiştir.

B. Değerlendirme

19. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

20. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

21. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20).

22. Başvurucu, AİHM tarafından verilmiş ihlal kararına dayanarak yaptığı yeniden yargılama talebinin Mahkemelerce kabul edilmemesinin adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu iddia etmektedir. Somut olayda başvurucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin yeniden yargılama talebinin reddi kararını, itiraz üzerine kaldırmasının ardından ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin davayı ele almaya başlamasının öncesinde bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. §§ 9-13). Mahkeme, itiraz Mahkemesinin kararının ardından duruşma açmış; yetkisinin kaldırılmasının ardından ise davayı görevli Mahkemeye devretmiştir. Dolayısıyla başvurucunun yeniden yargılama talebi nihai olarak karara bağlanmış değildir.

23. Kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuru bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına

18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


Başkan
Burhan ÜSTÜN
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Nuri NECİPOĞLU






Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
Old 12-01-2016, 10:47   #69
Mustafa Öztok

 
Varsayılan Yargılamanın iadesine yönelik hakların kullanımı Anayasa Mahkemesi K.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ



BİRİNCİ BÖLÜM



KARAR



NEJDET SAKAOĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/9404)


Karar Tarihi: 18/11/2015

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR



Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
:
Serruh KALELİ


Nuri NECİPOĞLU


Hasan Tahsin GÖKCAN


Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
:
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
Başvurucular
:
1. Nejdet SAKAOĞLU


2. Servet SAKAOĞLU


3. Nevzat SAKAOĞLU


4. Nejmi SAKAOĞLU


5. Nahide SAKAOĞLU


6. Sabahat TOVAÇ


7. Hüseyin Fazıl TOVAÇ


8. Adnan Remzi TOVAÇ


9. Ahmet Hilmi TOVAÇ


10. Hayri TOVAÇ


11. Murat TOVAÇ


12. Saim AYDOĞAN


13. Osman Naim AYDOĞAN


14. Zehra TATLAR


15. Fatma Sevgi BALTAN
Vekilleri
:
Av. Mehmet Rıfat İNAL


Av. Hayrettin KAYA
I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamulaştırmasız el atma ve haksız işgal tazminatı davalarında hükmedilen tazminat bedellerinin ödenmemesi ve Mahkeme kararlarının kesinleşme tarihinden itibaren hükmedilen tazminatlara kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 12/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 22/6/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

5. Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucular, 9/9/2009 tarihinde Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde Ankara Valiliği aleyhine açtıkları kamulaştırmasız el atma tazminatı davasında Ankara ili Çankaya ilçesi Topraklık mevkiinde bulunan ve kendilerine miras yolu ile intikal eden taşınmazları üzerine davalı idare tarafından ilköğretim okulu yapıldığını belirterek taşınmazlarının idare adına tesciline karar verilmesini ve dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte lehlerine toplam 75.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. Başvurucuların bir kısmı davanın ilerleyen aşamalarında istem miktarlarını yükselterek ıslah talebinde bulunmuştur.

7. Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi 8/2/2011 tarihli ve E.2009/303, K.2011/39 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, söz konusu taşınmazın idare adına tapuya tesciline, toplam 128.539,92 TL'nin dava tarihinden itibaren değişik oranlarda yasal faiz uygulanmak suretiyle davalı idareden tahsil edilerek başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir.

8. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 2/4/2012 tarihli ve E.2012/1528, K.2012/6514 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararı onanmış ve karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşmiştir.

9. Başvurucular, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi kararına dayanarak 27/6/2012 tarihinde Ankara 17. İcra Müdürlüğü nezdinde icra takibi başlatmış; borçlu idareye 6/7/2012 tarihinde icra emri tebliğ edilmiş ve icra takibi kesinleşmiştir.

10. Borçlu idare Ankara 17. İcra Müdürlüğüne gönderdiği 3/12/2013 tarihli yazı ile kamulaştırma faslında yeterli ödenek bulunmadığından yeterli ödenek temin edildiğinde ilgili dosyaya ödemenin yapılacağını bildirmiştir.

11. Başvurucular ayrıca 9/9/2009 tarihinde Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinde aynı taşınmaz ile ilgili olarak açtıkları haksız işgal tazminatı davasında söz konusu taşınmazları üzerinde yirmi yıldır ilköğretim okulu bulunduğunu, tüm başvurularına rağmen taşınmazın kamulaştırılmadığını ayrıca kendilerine herhangi bir kira da ödenmediğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 7.500 TL haksız işgal tazminatına el atma tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte hükmedilmesini istemişlerdir.

12. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/10/2011 tarihli ve E.2009/317, K.2011/321 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, başvuruculara toplam 4.442,62 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmetmiştir.

13. Başvurucular, Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi kararına dayanarak 27/12/2011 tarihinde Ankara 3. İcra Müdürlüğü nezdinde icra takibi başlatmış; borçlu idareye 29/12/2011 tarihinde icra emri tebliğ edilmiş ve icra takibi kesinleşmiştir.

14. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 11/6/2012 tarihli ve E.2012/10123, K.2012/14694 sayılı ilamı ile karar onanmış ve karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşmiştir.

15. Borçlu idare Ankara 3. İcra Müdürlüğüne gönderdiği 6/12/2013 tarihli yazı ile kamulaştırma faslında yeterli ödenek bulunmadığından ödenek temin edildiğinde ilgili dosyaya ödemenin yapılacağını bildirmiştir.

16. Başvurucular ayrıca 19/7/2012 tarihinde Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları haksız işgal tazminatı davasında aynı taşınmaz için Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/317 sayılı dosyasında geriye dönük beş yıllık süre için haksız işgal tazminatı davası açtıklarını, bu davanın kabulüne karar verildiğini belirterek söz konusu dava tarihinden sonraki otuz iki aylık dönem için 2.799,20 TL haksız işgal tazminatına hükmedilmesini talep etmişlerdir.

17. Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/3/2013 tarihli ve E.2012/420, K.2013/81 sayılı kararı ile davanın kabulüne, başvuruculara toplam 2.799,20 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmetmiştir.

18. Başvurucular, Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi kararına dayanarak 29/4/2013 tarihinde Ankara 8. İcra Müdürlüğü nezdinde icra takibi başlatmış; borçlu idareye 30/4/2013 tarihinde icra emri tebliğ edilmiş ve icra takibi kesinleşmiştir.

19. Borçlu idare Ankara 8. İcra Müdürlüğüne gönderdiği 7/6/2013 tarihli yazı ile kamulaştırma faslında yeterli ödenek bulunmadığından ödenek temin edildiğinde ilgili dosyaya ödemenin yapılacağını bildirmiştir.

20. Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16/12/2013 tarihli ve E.2013/15359, K.2013/18097 sayılı ilamı ile karar onanmış ve karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşmiştir.

21. Başvurucular hâlen söz konusu tazminatların ödenmediğini bildirerek 20/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

22. Başvurucular 6/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sundukları dilekçeyle Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi ile Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesince lehlerine hükmedilen tazminatların 20/1/2014 tarihinde yapılan ödemeler ile Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesince hükmedilen tazminatın ise 24/9/2014 tarihinde yapılan ödeme ile tahsil edildiğini ancak alacaklarının ödenmesindeki gecikmeler nedeniyle mağduriyetlerinin söz konusu olduğunu ifade etmişlerdir.

B. İlgili Hukuk

23. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6. maddesinin 1., 8., 11. ve Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, 2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmeden önceki 13. fıkraları şöyledir:

"Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.
.
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
.
Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.
.
4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır."
24. 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun "Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar" kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.

Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir."
25. 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
"Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir."
26. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 15/11/2011 tarihli ve E.2011/5396, K.2011/22096 sayılı kararında şöyle denilmektedir:

". Kamulaştırmasız el atma davaları uygulamada sıklıkla karşılaşılan davalardan olmakla birlikte, yasa ile düzenlenmiş değildir. Bu konuya ilişkin tek yasal düzenleme olan 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 38. maddesi de 10.04.2003 tarih ve 2002/112 E. 2003/33 K. sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir. Uygulamada kamulaştırmasız el atma davaları; İBK, HGK ve Hukuk Dairelerinin içtihatlarıyla yön bulmaktadır. Konunun Dairemizi ilgilendiren yönü ise, bu nevi davalarda hükmedilen tazminatların zamanında ödenmemesi halinde uygulanacak faizin ne tür ve oranda olması gerektiği noktasındadır. Zira kamulaştırma yasası gecikme faizini öngörmemektedir. Bu cümleden olmak üzere, HGK kararları ve Dairemizin istikrar bulmuş içtihatlarında; "Kamulaştırma bedelinin arttırılması ilamlarında uygulanan T.C Anayasasının 4709 Sayılı Yasanın 18.maddesi ile değişik 46/son maddesinde yer alan kamulaştırma bedelleri ile mahkemece kesin hükme bağlanan arttırma bedellerine, son fıkraya göre kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanacağı" hükmünden farklı olarak, "Kamulaştırmasız el atmanın hukuksal niteliği itibariyle bir haksız eylem olduğu, haksız eylemden doğan borçların, tazmini nitelikte olmaları nedeniyle uygulanacak faizin 3095 Sayılı Yasada belirlenen yasal faiz olduğu belirtilerek, uygulama bu güne kadar yasal faizin uygulanması şeklinde sürdürüle gelmiştir. Ancak, Anayasa'nın 35. maddesi ile koruma altına alınmış olan mülkiyet hakkının, hak sahibinin rızasına bakılmaksızın kamulaştırmasız el atma nedeniyle ihlali halinde, toplumun genel menfaatleri ile bireyin temel haklarının korunması arasında adil bir denge gözetilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle, mülkün gerçek değeriyle orantılı makul bir tazminat ödenmediği sürece, bir mülkten mahrum bırakılmanın genelde aşırı bir ihlal teşkil edeceği, yasal faiz oranında gecikme faizi ödenmesinin yeterli olmadığı görüşü gerek öğretide gerekse uygulamada ağırlık kazanmaya başlamıştır.
Bu bağlamda mülkiyete saygı hakkının ihlalinin, mahkemelerin, kamulaştırmasız el atmaya maruz kalan kişiler lehine hükmettikleri tazminat tutarının tayininde, yargılama süresi ile enflasyon arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkan değer kaybını dikkate almalarına imkân sağlayan yasal bir düzenlemenin olmayışından da kaynaklandığı, bu nedenle adil tatmin taleplerinin karşılanması gerektiği hususu benimsenmeye başlanmıştır.
Tüm bu açıklamalar ışığında idare, kendisine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri yasaya uygun bir biçimde kullanmaksızın taşınmaza el atarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlama olmakla, Dairemizce içtihat değişikliğine gidilerek, özü ve vardığı hukuki sonuç itibariyle aynı nitelikler taşıyan kamulaştırmasız el atmaya ilişkin ilamlarda hüküm altına alınan tazminatlara da Anayasanın 46/son maddesinde düzenlenmiş olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır." (Aynı yönde diğer bir karar için bkz. Yargıtay 12. HD., 26/10/2011, E.2011/5698, K.2011/20397)
IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 20/12/2013 tarihli ve 2013/9404 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

28. Başvurucular, Ankara ili Çankaya ilçesi Topraklık mevkiinde bulunan taşınmazları üzerine ilköğretim okulu yapılması nedeniyle açtıkları kamulaştırmasız el atma tazminatı davasında ve uyuşmazlık konusu aynı taşınmaz olan haksız işgal tazminatı davalarında hükmedilen tazminat bedellerinin hâlen ödenmediğini ayrıca Mahkeme kararlarının kesinleşmesinden itibaren söz konusu tazminat bedeline kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanması gerektiğini belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

29. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların tarafı oldukları kamulaştırmasız el atma ve haksız işgal tazminatı davalarında lehlerine hükmedilen tazminat miktarlarının ödenmemesi ve Mahkeme kararlarının kesinleşmesinden itibaren söz konusu tazminat bedeline kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürdükleri anlaşılmıştır. Fakat başvurucular, Anayasa Mahkemesine sundukları 6/7/2015 tarihli dilekçe ile borçlu idarenin 20/1/2014 ve 24/9/2014 tarihlerinde yaptığı ödemeler sonucu alacaklarının ödendiğini beyan etmişlerdir. Bu nedenle başvurucuların lehlerine hükmedilen tazminat miktarlarının ödenmediği şikâyetlerinin değerlendirilmesine gerek görülmemiş, bununla birlikte Mahkeme kararlarının kesinleşmesinden itibaren söz konusu tazminat bedeline kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmadığı yönündeki şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası başlığı altında incelenmiştir. Ayrıca başvurucuların lehlerine hükmedilen tazminat bedellerinin geç ödenmesi nedeniyle mağduriyetlerinin söz konusu olduğu şikâyetleri ise adil yargılanma hakkının ihlali iddiası başlığı altında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
30. Başvurucular, lehlerine tazminata hükmedilen Mahkeme kararlarının kesinleşmesinden itibaren söz konusu tazminat bedellerine kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

31. Anayasa'nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi taksitlendirilebilmektedir. Kanun'un taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hâllerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde, devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtayın istikrar kazanan içtihatlarına göre de Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002).

32. Kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davaları ise niteliği itibarıyla haksız fiilden kaynaklanan davalar olduğundan dava tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasında mahkemelerce hükmolunan tazminata yasal faiz uygulanmaktadır. Yargıtayın 2011 yılına kadar içtihadı da Anayasa'nın 46. maddesinde düzenlenen devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin sadece kesinleşmiş kamulaştırma alacaklarında uygulanacağı yönündedir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 61).

33. Ülkemizdeki kamulaştırmasız el atma davalarında devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin uygulanmaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından eleştirilmekle birlikte (Sarıca ve Dilaver/Türkiye, B. No: 11765/05, 27/5/2010, § 49; Ergen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 35364/05, 7/12/2010) Yargıtay da bu konudaki içtihadını 2011 yılından itibaren değiştirmiştir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, kamulaştırmasız el atma davası sonunda hükmedilen tazminatın icra takibine konu edildiği ve ilamın kesinleşmesinden itibaren alacağa hangi faiz oranının uygulanacağı hususunda İcra Hukuk Mahkemesinden temyiz yolu ile önüne gelen bir uyuşmazlıkta, alacaklının icra takibi sürecinde tazminata hükmedilen mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren alacağa, kamu alacaklarına öngörülen en yüksek faizin uygulanması talebinin yerinde olduğunu kabul etmiştir (bkz. § 26).

34. Bireysel başvuruya konu somut olayda da Mahkeme tarafından hükmolunan kamulaştırmasız el atma tazminatı ve haksız işgale dayalı tazminatlara dava tarihlerinden itibaren yasal faiz uygulanmıştır. Başvurucuların şikâyet ettiği husus ise dava tarihinden itibaren uygulanan faiz değil, Mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren uygulanacak faizdir.

35. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.

38. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17).

39. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, § 18).

40. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).

41. Somut başvuruya konu olayda başvurucular, lehlerine tazminata hükmedilen Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi, Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi kararlarının ardından Ankara 17., 3. ve 8. İcra Müdürlükleri nezdinde 27/12/2011, 27/6/2012 ve 29/4/2013 tarihlerinde icra takibi başlatmışlar; alacaklarını ise 20/1/2014 ve 24/9/2014 tarihlerinde tahsil edebilmişlerdir. Ancak başvurucular, icra takibi sürecinde alacaklarına Mahkeme kararlarının kesinleşmesinden itibaren kamu alacaklarına öngörülen en yüksek faizin uygulanması yönünde talepte bulunduklarına, taleplerinin reddedildiğine ya da bu konuda bir uyuşmazlık çıkartıp bunu mahkemeler önüne taşıdıklarına dair Anayasa Mahkemesine herhangi bir açıklamada bulunmamışlardır. Oysa başvurucuların, Yargıtayın 2011 yılından itibaren değişen içtihadı göz önüne alındığında bireysel başvuruya konu ettikleri söz konusu şikâyetlerini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip oldukları bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunmaları gerekmektedir.

42. Açıklanan nedenlerle bireysel başvurunun bu kısmına ilişkin ihlal iddialarının, başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden başvuru yapıldığı anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
43. Başvurucuların yargı kararları ile lehlerine hükmedilen tazminat bedellerinin geç ödendiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

44. Başvurucuların yargı kararlarının geç icra edilmesine ilişkin şikâyetleri ayrı yargılama süreçlerinden oluştuğundan esasa yönelik inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

2. Esas Yönünden
a. Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde ve Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinde Yürütülen Yargılamalar Bakımından
45. Başvurucular, açtıkları tazminat davalarında lehlerine hükmedilen tazminatları icra yoluyla takip ettiklerini ancak ödemelerin geç yapıldığını belirterek (bkz. § 22) adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

46. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

47. Anayasa'nın 138. maddesinin 4. fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."
48. Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür."
49. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."
50. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

51. Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil; yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

52. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı; kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Mustafa Demirtaş, B. No: 2013/2002, 30/12/2014, § 51).

53. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu çerçevede AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini, yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesinin 6. madde anlamında "dava"nın tamamlayıcı unsuru olduğunu vurgulamaktadır (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34).

54. Zira davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdareler yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor, onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme'nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybedecektir. AİHM, bu yorumuyla bir yargı yerine ulaşma hakkının teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil; aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmektedir (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 60).

55. Anayasa'nın 138. maddesinde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine, hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (Arman Mazman, § 61).

56. 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 6. maddenin on birinci fıkrası, 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun'da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını karşılamaması hâlinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve eşit yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme hâlinde kanuni faiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012). Ancak bireyin mülkiyet hakkına hukuka aykırı olarak müdahale eden idarenin, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacakları veya tazminatları ödememekte ısrar etmesi hâlinde yargı kararlarının yerine getirilmesi hakkı adil yargılanma hakkı kapsamında ihlal edilmiş olur. Bu nedenle 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 6. maddenin on birinci fıkrası, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacak veya tazminatları ödememe sebebi olamaz (Arman Mazman, § 68).

57. Yargı kararlarının yerine getirilmesindeki gecikmenin başvurucuların adil yargılanma haklarına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber kararların icrasında yaşanan gecikmenin hangi sürelere ulaştığında hak ihlali sayılacağının; davanın konusu, konu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararının icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi koşullara göre incelenmesi gerekir (Arman Mazman, § 66).

58. Başvurucular da yapılan ödemenin maddi kayıplarını telafi etmediği yönünde bir iddiada bulunmamakla birlikte kararın icrasından sonra şikâyetlerini, kararın geç icra edilmesi nedeniyle mağduriyetlerinin oluştuğu şeklinde sürdürerek maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

59. Başvuru konusu olayda idare, okul yapmak üzere başvuruculara ait taşınmaza kamulaştırmasız el atmış olduğundan kamulaştırmasız el atma ve haksız işgal tazminatı ödemek durumunda kalacağını bilecek durumdadır. Ayrıca idarenin Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşmiş kararları sonucu ödemek zorunda olduğu borcu konusunda ise başvuruculara bir ödeme planı ve takvim de vermediği anlaşılmaktadır. Ödenmesi gereken miktar, ödenmesini aşırı derecede zorlaştıracak bir miktar değildir. Buna karşın idare, ödemeyi Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının 2/4/2012 tarihinde kesinleşmesinden itibaren yaklaşık 22 ay sonra Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının 11/6/2012 tarihinde kesinleşmesinden itibaren 19 ay sonra 20/1/2014 tarihinde yapmıştır.

60. Sonuç olarak yukarıda sayılan hususlar göz önünde bulundurulduğunda başvuruya konu olayda, kamulaştırmasız olarak el atılan taşınmaz nedeniyle tazminat ve aynı taşınmaz için haksız işgal tazminatı ödenmesi yönünde kesinleşmiş yargı kararlarının üzerinden yaklaşık 22 ay ve 19 ay geçtikten sonra tazminat bedellerinin ödenmiş olmasının başvurucuların, yargı kararlarının yerine getirilmesi haklarını ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.

61. Açıklanan nedenlerle Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde ve Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinde yürütülen yargılamalar bakımından başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde Yürütülen Yargılama Bakımından
62. Başvurucular, açtıkları haksız işgal tazminatı davasında lehlerine hükmedilen tazminatları icra yoluyla takip ettiklerini ancak ödemenin geç yapıldığını belirterek (bkz. § 22) adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

63. Başvurucuların, Mahkeme kararı ile lehlerine hükmedilen tazminatların geç ödenmesi nedeniyle yaptıkları şikâyet Anayasanın 36. maddesi bağlamında hak arama hürriyetinin kapsamı içinde değerlendirilmekle birlikte yine Anayasanın 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmü ve 125. maddesinin son fıkrası hükmü dikkate alındığında söz konusu şikâyetin, başvurucuların korunmaya değer bir menfaatini ortaya koyduğu açıktır. Bununla birlikte AİHM de mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının yerine getirilmesini adil yargılanma hakkı kapsamına değerlendirmektedir (bkz. §§ 50-56).

64. O hâlde yargı kararlarının yerine getirilmesindeki gecikmenin, başvurucuların adil yargılanma haklarına bir müdahale olduğu kabul edilirken söz konusu gecikmenin başvurucuların haklarını ihlal eder boyuta varmasında ödeme zamanının ve yargılama sürecinin somut koşullarının da dikkate alınması gerekmektedir (bkz. § 57).

65. Başvurucular yapılan ödemenin maddi kayıplarını telafi etmediği yönünde bir iddiada bulunmamakla birlikte kararın icrasından sonra şikâyetlerini, kararın geç icra edilmesi nedeniyle mağduriyetlerinin oluştuğu şeklinde sürdürerek maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

66. Başvuru konusu olayda idare, okul yapmak üzere başvuruculara ait taşınmaza kamulaştırmasız el atmış; başvurucular da buna karşılık 19/7/2012 tarihinde Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları haksız işgal tazminatı davasında idare aleyhine tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. Yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesi 25/3/2013 tarihli kararı ile toplam 2.799,20 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir. Anılan karar Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16/12/2013 tarihli ilamı ile onanmış, karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine de aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvuruculara söz konusu tazminatın ödenmesi ise kesinleşme tarihinden 9 ay sonra, 24/9/2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir.

67. Sonuç olarak somut olayda haksız işgal tazminatı ödenmesi yönünde kesinleşmiş yargı kararlarının üzerinden 9 ay geçtikten sonra tazminat bedellerinin ödenmiş olması, söz konusu ödemenin faiz ve yargılama giderlerini de kapsadığı göz önünde bulundurulduğunda başvurucuların adil yargılanma haklarının ihlal edilmediği kanaatine ulaşılmıştır.

68. Açıklanan nedenlerle Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen yargılama bakımından başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. Başvurucular, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile toplam 232.666,89 TL maddi tazminata hükmedilmesini ve bu tazminata bireysel başvuru tarihinden itibaren kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmasını talep etmişlerdir.

70. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

71. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

72. Başvuru konusu olayda başvurucuların adil yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte başvuruya konu olan Mahkeme kararları ile kesinleşmiş tazminat miktarının başvuruculara ödendiği dikkate alındığında başvurucuların da manevi tazminat talebi bulunmaması nedeniyle ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmıştır.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucuların,

1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği şikâyetlerinin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yargı kararının yerine getirilmemesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR olduğuna,

B. Başvurucuların,

1. Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesinde ve Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinde yürütülen yargılamalar bakımından Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. 4. Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde yürütülen yargılama bakımından Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Başvurucuların maddi tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


Başkan
Burhan ÜSTÜN
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Nuri NECİPOĞLU







Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
Old 12-01-2016, 10:56   #70
Mustafa Öztok

 
Varsayılan An. Mah. duyuru. Or. davaları, sahte delille görüldüğü halde içerik önemli .

İdare ile ilgili davalarda gerçek delillerin toplanmaması, görevin kötüye kullanılması gibi haller için kamu görevlileri hakkında dava açılması düşünülmelidir...

]Basın Duyurusu No: GK 1/1608/01/2016
KORUMA TEDBİRLERİNE YÖNELİK MAHKEMELERİN OYBİRLİĞİYLE KARAR VERMESİ VE MAHKEME KARARLARININ YERİNE GETİRİLMEMESİ DURUMUNDA AÇILACAK TAZMİNAT DAVALARINA İLİŞKİN KARARIN BASIN DUYURUSU


(Karara ulaşmak için tıklayınız)

Anayasa Mahkemesi 25.11.2015 tarihli toplantısında, 6526 sayılı Kanun’la değiştirilen, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 128., 135., 139. ve 140. maddelerinde yer alan taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma, iletişimin denetlenmesi tedbirleriyle gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin taleplerle ilgili olarak ağır ceza mahkemelerinin oybirliğiyle karar vermeleri hakkında düzenlemeler ile mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi durumunda, tazminat davasının ancak ilgili idare aleyhine açılabileceğini düzenleyen 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinin (4) numaralı fıkrasının iptali taleplerinin reddine karar vermiştir.

Dava ve İtiraz Konusu Kurallar

Dava ve itiraz konusu kurallarda taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerine el koyma, şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ile kamu görevlilerinin gizli soruşturmacı olarak görevlendirilmesi ağır ceza mahkemesinin oybirliğiyle vereceği karara bağlanmaktadır.

Dava ve Başvuru Gerekçeleri

Dava ve itiraz başvurularında özetle daha önce tek hâkim tarafından karar verilebilen söz konusu tedbirlere dava konusu kurallarla ağır ceza mahkemelerinin oybirliğiyle karar vermeleri koşulunun getirilmesinin kanuni hâkim ilkesiyle çeliştiği, çok daha ağır sonuçları olan hükümlülüklere tek hâkimle ya da heyetin oyçokluğuyla karar verilebilmekte iken bu koruma tedbirlerine karar verilebilmesi için oybirliği koşulunun aranmasının suç failleri yönünden eşitsizliğe neden olduğu, yargılama sürecini uzatacağı, bu nedenle hak arama özgürlüğünün gerektiği gibi kullanılmasına engel olacağı, ayrıca davaların en az giderle ve süratle sonuçlandırılmasının da mümkün olamayacağı, derdest bir davada görevli ve yetkili olmayan bir mahkemenin karar verme mercii olarak belirlenmesinin ve başka bir mahkeme tarafından karar verilen koruma tedbiriyle elde edilen deliller çerçevesinde yargılama yapılmasının mahkemelerin bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesine göre koruma tedbirlerine hangi mahkemeler tarafından karar verileceği, bu mahkemelerin inceleme usulleri ve kararların tek hâkimle ya da heyetle, oybirliğiyle ya da oyçokluğuyla verilmesi, itiraz üzerine nasıl bir yöntem izleneceği gibi konular, Anayasa’nın 142. maddesi uyarınca kanun koyucunun mahkemelerin kuruluşu, görev, yetki ve yargılama usullerini belirleme yetkisi kapsamındadır. Bu kapsamda kanun koyucu tarafından söz konusu tedbirlerle ilgili taleplerin inceleneceği mahkemelere ve bu mahkemelerde uygulanacak yargılama usullerine ilişkin özel düzenlemeler getirilmesinde hukuk devleti ilkesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.

Tedbir kararlarının alınması yönündeki uygulamanın dava sürecinin uzamasına yol açacağı düşünülebilirse de kuralların, hukuk devleti ilkesinin, mülkiyet hakkının, özel hayatın gizliliğinin ve haberleşme özgürlüğünün daha etkin biçimde korunmasını amaçladığı dikkate alındığında yargılamanın en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması ilkesine ve hak arama özgürlüğünün kullanılmasına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez.

Bunun yanında ceza yargılamasında bazı mahkemeler belirli işlemler konusunda yetkilendirilebilir. Bu kapsamda söz konusu tedbir kararlarını vermeye ağır ceza mahkemelerinin yetkili kılınmasının da Kanun’da yer alan “tutuklamaya itiraz incelemesi”, “reddi hâkim talebinin incelenmesi” gibi bazı yargılama işlemleri bakımından mahkemeler arasındaki işbölümü kurallarına göre öngörülen bir yetki düzenlemesi niteliğinde olduğunun kabulü gerekir. Tedbir konusunda karar verme işlemleri tamamlandıktan sonra, toplanan delillere göre sanık veya sanıklar hakkında hükmü verecek olan yine asıl mahkemesidir. Dolayısıyla yargılama sürecindeki bazı işlemlerin yürütülmesi için yapılan böyle bir yetkilendirme, kanuni hâkim ilkesine aykırı olmadığı gibi mahkemelerin bağımsızlığına müdahale olarak da değerlendirilemez.

Diğer yandan ağır ceza mahkemelerinin oybirliğiyle karar vermeleri şeklindeki kurallar yeni bir mahkeme kurulması niteliğinde olmayıp Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte taşınmazlar, hak ve alacaklar ve diğer malvarlığı değerleriyle ilgili el koyma kararlarının verilmesine ilişkin yetki ve koşulları düzenlemektedir. Bu yönüyle kuralların, kanuni hâkim ilkesine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır.

Sonuç olarak dava konusu kurallar Anayasa’ya aykırı bulunmayarak iptal talebinin reddine karar verilmiştir.

B. Mahkeme Kararlarının Yerine Getirilmemesi Nedeniyle Açılacak Tazminat Davasına İlişkin Düzenleme

Dava Konusu Kural

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 6526 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle değiştirilen 28. maddesinin değiştirilen (4) numaralı fıkrasında, mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi durumunda, tazminat davasının ancak ilgili idare aleyhine açılabileceği düzenlenmiştir.

Dava Gerekçeleri

Dava dilekçesinde özetle yargı kararlarına uymamanın ilgili kamu görevlisinin kişisel kusuru olduğu, kamu görevlilerinin mahkeme kararlarını keyfi olarak yerine getirmemelerinin önüne geçen koruyucu mekanizmayı ortadan kaldıran kuralın hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesine göre Anayasa’nın 129. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” hükmü, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri her türlü kusurdan kaynaklanan tazminat davalarının muhatabının idare olduğunu açıkça ifade etmektedir. Ancak düzenlemeyle kusurlarıyla idareyi zarara uğratan kamu görevlisinin sorumluluğu ortadan kaldırılmamıştır. Anayasa’nın 129. maddesi uğranılan idari zarar için sorumlu kamu görevlisine rücu edilmesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim maddenin gerekçesinde bu husus, “Kamu hizmeti görevlilerinin görevleri ile ilgili olarak kusurlu eylem ve işlemleri ile idareye verdikleri zarardan sorumlu olacakları ise esasen uygulanmakta olan bir ilkenin tekrarıdır.” şeklinde ifade edilmiştir.

Ayrıca Anayasanın 138. maddesinde yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararına uymak zorunda oldukları, mahkeme kararlarını hiçbir şekilde değiştiremeyecekleri ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri belirtilmiştir. İdari yargı kararlarının süresi içinde yerine getirilmemesi halinde tazminat davasının ancak idare aleyhine açılabilecek olması, kararı uygulamayan kamu görevlisinin hukuki sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Anayasa koyucunun, kamu görevlisinin kusurunun niteliğine bakmaksızın bu kusurun ilgili kamu görevlisine ait bir yetkinin kullanılması sırasında işlenmesini esas alması ve kamu görevlilerinin söz konusu kusurlarından dolayı ancak idare aleyhine dava açılabileceğini kabul etmesi, idare ile arasındaki rücu ilişkisi dolayısıyla ilgili kamu görevlisinin hukuki sorumluluğunu sona erdirmemektedir. Öte yandan idarenin, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurdan doğan zararın tazmini ile yükümlü kılınmasının, kamu görevlilerinin hükmedilen tazminat miktarını tam ve zamanında ödeyememe ihtimali gözetildiğinde davacıların zararının karşılanması bakımından bir güvence niteliği taşımaktadır.

Sonuç olarak itiraz konusu kural Anayasa’ya aykırı bulunmayarak iptal talebinin reddine karar verilmiştir.
Old 06-04-2016, 12:52   #71
polat_polat

 
Varsayılan

Mustafa Bey İyi Günler;

6292 sayılı Kanun'un 7.maddesinin ilk fıkrasında getirilen 2 yıllık başvuru süresi (tapusu iptal edilen taşınmazlar için) içerisinde başvuru yapılmaması mutlak olarak TMK 1007. maddesine göre açılacak davaları engeller mi?
Bu maddenin iptali ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi'nde açılmış bir dava biliyor musunuz?
Eğer ilk başta belirttiğim şekilde bir başvuru yapılmamış ise nasıl bir yol izlenilmesi gerekir sizce?

Değerli bilgileriniz için teşekkür ederim...
Saygılarımla...
Old 02-06-2016, 08:56   #72
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kullanılan ölçülerin karışıklığı hakkında bu yazıyı incelemenizde fayda olduğunu düşünmekteyim. Bugüne kadar hukuk adına özellikle arazi davalarında yargıda doğru pek bir şey yapılmadığını görmekteyiz. Yargıtay'ın gelecek günlerde yenilenmesi ile hukukun doğru ve adil olma yönünde gelişmesini ümit ediyoruz. Aşağıda dönümün anlamı ile ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Kadastro teşkilatı ve yargıtayca 918,393 m2 olarak çevrilen dönüm kavramı yanlış olup , tapu sahiplerinin 1/3 hakkı buharlaştırılmıştır....
Dönüm 1881 yılından önceki iki kanunda zirai arşın murabaaına endekslidir. 1881 yılındaki değişiklikte bu endeksin 2500 katsayısına bağlanması ferman olunmuştur. 2500x0.5745=1436,25 m2 olarak bir değer çıkmaktadır.
ÖLÇÜLER VE AYAR KANUNU
Kanun Numarası : 3516
Kabul Tarihi : 11.1.1989
Yayımlandığı R. Gazete : Tarihi : 21.1.1989 Sayı: 20056
Yayımlandığı Düstur : Tertibi: 5, Cilt:28 Sayfa:218
3/c) 1782 sayılı Ölçüler Kanununun yürürlüğe girdiği 1.1.1933 tarihinden önce düzenlenmiş bulunan tapu, kontrat ve senet gibi kayıt ve belgeler,
ÇİFTÇİYİ TOPRAKLANDIRMA KANUNU (MÜLGA) Kanun No: 4753 Kabul Tarihi: 11/06/1945 Resmi Gazete Tarihi: 15/06/1945 Resmi Gazete Sayısı: 6032 BİRİNCİ BÖLÜM : GENEL HÜKÜMLER Madde 1 - (Değişik madde: 22/03/1950 - 5618 S.K./1. md.) Madde 5 - Bu kanunun uygulanmasında yüz ölçüsü olarak dönüm kullanılır. Dönüm bin metre karelik yerdir.
Dönüm, 918,393 m2
Old 16-06-2016, 10:18   #73
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Neredeyse %90 yanlışlıkla karar veren bir yargı sisteminin YARGITAY'ın dağıtılması ile çözüme ulaşması imkansız görünmektedir. Arazi ve mülkiyet davaları büyük ölçüde matematiksel işlemlerdir. Gelişimini ve sonuçlarını anlayabilmek açısından çok fazla bir bilgiye ihtiyaç bulunmamaktadır. Yargı sisteminin bu davalarda çok büyük hatalar yaptığını basit değerlendirmeler ile anlayabilirsiniz. Bugün Anayasa Mahkemesi de bu hataları örtbas etme çabası içindedir. Hatayı hatalı işlemler ile gizlemeye çalışmak daha büyük sakıncaları ortaya çıkaracaktır.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 2 (0 Site Üyesi ve 2 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İnsan Hakları Mahkemesi ve 221 sayılı kanun Av.Sezer Yiğit Meslektaşların Soruları 4 13-04-2014 23:42
BİLGİ İnsan Hakları Hukuku Merkezi'nden Ayrımcılık Yasağı Eğitimi Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 08-12-2011 19:00
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’de Aile İçi Şiddetle İlgili (Opuz) Kararı Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 22-07-2009 08:48
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi- Anne Karnında Sakatlığı Tespit Edilemeyen Çocuk Av. Başak SANCAR Hasta Hakları Çalışma Grubu 6 24-12-2007 14:17
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İle İlgili mimar Hukuk Soruları Arşivi 1 23-08-2003 23:03


THS Sunucusu bu sayfayı 0,09424210 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.