Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

İdari Yargıda İslah

Yanıt
Old 04-07-2007, 14:45   #1
avfatih

 
Soru İdari Yargıda İslah

Öncelikle çalışma grubu hayırlı olsun . İkinci olarak İdari yargıda ıslah hususunda bilgillerinizi paylaşırsanız sevinirim. AYİM'in ıslahla ilgili kararları mevcut ancak idare mehkemelerinin mevcut uygulaması sanırım tersi yönde. Islah hususnda HUMK'a gönderme var mıdır bu da tartışılıyor. Mevcut içtihat ve bilgilerinizi paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
Old 10-07-2007, 13:10   #2
faruksa

 
Varsayılan

Alıntı:

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun

uygulanacağı haller

Madde 31

1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 5.4.1990 – 3622/11 md.; Değişik: 10.6.1994 – 4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır.

2. Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.



Buradan anlaşılan her ne kadar ıslah maddede sayılmamışsa bile idari yargılama usul kanununda ilgili başkaca hüküm bulunmadığından hmuk uygulanmalıdır.saygılarımla
Old 02-10-2007, 15:05   #3
Almıla

 
Varsayılan

iyi çalışmalar, her nekadar idari yargıda ıslah hakkında açklayıcı hüküm bulunmadığından HUMK hükümlerinin uygulanması gerektiği belirtilmişse de bu hususta farklı düzenlemenin bulunduğunu ve meslektaşların yanlış kanaat sahibi olmasını engellemek için bildiğim kadarı ile (ıslaha konu husus tam yargı davalarnda idare aleyhine açılmış maddi tazminat tutarına ilişkin ise) bu hususta ıslah ile müddabihin/tazminat tutarının artırılamayacağını saygı ile belirtirim. iyi çalışmalar
Old 18-10-2007, 23:43   #5
Av. Muzaffer ERDOĞAN

 
Varsayılan İdare Hukuku Çalışma Grubu > İdari Yargıda İslah

Gerçi geç bir saatte müdahale diyorum. Bilgilerim sağlıklı olmayabilir.

1-Danıştay idari işlemin kuruluşundan itibaren geriye yönelik olarak 60 günlük süreyi kıstas aldı diye anımsıyorum. Yani dava açtığınız tarihten önceki 60 günlük süre hakkındaki haklarınız zamanaşımına uğryacaktır.

2- İdari yargıda ıslah hakkında hüküm bulunmadığından HUMK daki ıslah hükümleri uygulanacaktır. Ama yukarıda belirttiğim zamanaşımı kuralları çerçevesinde

3- Tam yargı davası açtı iseniz sonuç çok değişmeyecektir. Bir farkla. İdarenin sizi haksız fiil ile zarara uğrattı ise BK hükümleri uygulanacaktır. Zamanaçşımı 1 yıldır.

Saygılar.
Old 19-10-2007, 14:33   #6
Almıla

 
Varsayılan

Buradaki ıslahın mahiyetini biraz daha açabilir misiniz? mümkünse örnekliyerek?
Old 01-11-2007, 20:23   #7
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Bu tatışmalı bir konu, Baki Kuru Hoca'nın kitabında çelişik iki karardan söz ediliyor. İlki Danıştay'ın idari yargıda ıslahın mümkün olmadığına dair bir kararı diğeri, AYİM'in 1991 de verdiği idari yargıda ıslahın mümkün olduğuna dair karar.

( Prof.Dr.Baki KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü - Cilt IV sf.4056 vd., 6.Baskı, İstanbul 2001 )
Old 09-05-2008, 01:54   #8
timsah33

 
Varsayılan

idari yargılama usulü kanunu 31. maddesi çok açıkır. Her ne kadar benimde tersini düşünmemle beraber madde içerisinde ıslaha atıf yapılmadığından idari yargıda ıslah yolu yoktur. Uygulamada fazlası saklı kalmak kaydıyla deyimi birçok avukat tarafından kullanılmaktaysa malesef bunun hiçbir önemi olmamaktadır. Sonuç olarak şayet bir değişiklik yapılmadığı sürece idari yargıda ıslah yolu yoktur. "bkz. danıştay bilgi bankası."
Old 13-05-2008, 21:56   #9
preator44

 
Varsayılan

Bu konuda tartışmasız ve net kanaatim İdari Yargı Usulunde ıslah kurumunun bulunmadığıdır.Uygulamanında bu yönde olduğunu biliyorum dahası bu konuda bilgi düzeyi çok iyi ve idari davalarda bilirkişilik yapan bir üstadda uygulamada kendilerine gelen dosyada avukatların fazla harç ikmalinden korktukları için dava tutarını az tuttuklarında hesaplamaları doğrultusunda talebin çok üzerinde rakamlar çıktığı halde "taleple bağlılık ilkesi" nedeniyle talep miktarında bir rakam çıkardıklarını ve bununda bazen çok hakkaniyete aykırı sonuçlar ortaya çıkardığından yakınmıştı.Saygılarımla.İyi geceler.
Old 17-06-2008, 18:23   #10
YALÇIN ÖNDER

 
Varsayılan

İYUK'ta Islah yoktur. Yargılamanın yenilenmesi vardır.

Yargılamanın yenilenmesi

Madde 53
1. (Değişik birinci cümle : 5.4.1990 – 3622/22 md.) Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinden verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyla yargılamanın yenilenmesi istenebilir.
a) Zorlayıcı sebepler dolayısıyla veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması,
b) Karara esas olarak alınan belgenin sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da, yargılamanın yenilenmesini isteyen kimsenin karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması,
c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün, kesinleşen bir mahkeme kararıyla bozularak ortadan kalkması,
d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun mahkeme kararıyla belirlenmesi,
e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması,
f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması,
g) Çekinmeye mecbur olan başkan, üye veya hakimin katılmasıyla karar verilmiş olması,
h) (Değişik: 10.6.1994 – 4001/23 md.) Tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir kararın verilmesine neden olabilecek kanuni bir dayanak yokken, aynı mahkeme yahut başka bir mahkeme tarafından önceki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması,
ı) (Ek: 15.7.2003 – 4928/6 md.) Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.
2. Yargılamanın yenilenmesi istekleri esas kararı vermiş olan mahkemece karara bağlanır.
3. (Değişik birinci cümle: 15.7.2003 – 4928/6 md.) Yargılamanın yenilenmesi süresi, (1) numaralı fıkranın (h) bendinde yazılı sebep için 10 yıl, (1) numaralı fıkranın (ı) bendinde yazılı sebep için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl ve diğer sebepler için 60 gündür. Bu süreler, dayanılan sebebin istemde bulunan yönünden gerçekleştiği tarihi izleyen günden başlatılarak hesaplanır.[14]
Old 16-08-2008, 13:29   #11
avenginakbaba

 
Varsayılan

idari yargıda, uygulamada, ıslah kabul gören bir müessese değildir. zira tam yargı davası açtıysanız ve hakkınızı dilekçenizde saklı tuttuysanız bilirkişi raporu da bir yıllık zaman aşımı sürsinden sonra alacağınızın daha fazla olduğunu belirtiyorsa ek dava açamayacaksınız zaten müddeabbihi de yükseltmeniz olası değil.

ve ancak, olayın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde ek dava açarak saklı tuttuğunuz hakkınızı idari mahkemeden isteyebilirsiniz.

hatta bu konu ile avukatın sorumluluğuna giden danıştay kararları bile mevcut. danıştay kararını bulduğumda buraya ekleyeceğim.
okuduğum danıştay kararında hatırladığım kadarı ile, danıştay, avukatın toplam zararı dava açrken veya bir yıllık dava açma süresinde hesap etmesi gerekirken hesap etmemesini görevin ihmali saymış, bilirkişi incelemesi neticesinde ortaya çıkan değer ile dava dilekçesinde istenen miktar arasında kalan kısmın avukattan alınmasına karar vermiştir.
söz konusu olayda da avukat dava değerini ıslah edebileceği düşüncesi ile, tam yargı davasında dava değerini çok düşük tutarak açtığı için, idari mahklemenin karar verdiği miktarın yaklaşık olarak 5 katı kadar bir meblağı ödemekle sorumlu tutulmuştu.
....
idari davaalrda sürelerin kesin olması sebebi ile sürelerin geçmesinden sonra herhangi bir işlem yapabilmek dava değerini yada dilekçenin başka hususlarını değiştirmek mümkün olmuyor. bu imkan sadece iptal davalarında 60 günlük süre tam yargı davalarında ise bir yıllık hak düşürücü sürede açılacak olan ek davalar ile ileri sürülebiliyor.
Old 16-08-2008, 13:41   #12
avenginakbaba

 
Varsayılan

iptal davası yönünden ıslahın mümkün olmadığını gösteren bir karar:
Temyiz İsteminde Bulunanlar : 1- Orman Bakanlığı

Davalı Yanında Davaya Katılan : 2- ... Üniversitesi Rektörlüğü

Vekilleri : Av. ... - Av. ...

Karşı Taraf : Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği

İstemin Özeti : ... İli ... İlçesi ... Köyü, ... mevkiinde bulunan 932.525 m²''lik ormanlık sahada, Milli Eğitim Bakanlığına ... Üniversitesi eğitim tesisleri yapılması amacıyla bedelsiz olarak 49 yıl süreli izin verilmesine ait işlemlerin iptali istemiyle açılan davada; vakıflarca kurulacak üniversitelerin gereksinimi olan bina ve tesislerin ormanlarda yapılmasını zorunlu kılan bir neden bulunmadığı sürece hiçbir biçimde devlet ormanlarının bu amaç doğrultusunda kullanmak üzere tahsis edilemeyeceği gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden İstanbul 3. İdare Mahkemesinin 27.4.1999 tarih ve 542 s. kararının: davacı derneğin dava açma ehliyetinin olmadığı, davada süre aşımı olduğu, dava konusu istemin ön iznin iptal edilmesine ait olduğu durumda mahkemece bu istemin genişletildiği esasta ise tahsisin Orman Yasasının 17. maddesi uyarınca yapıldığı öne sürülerek 2577 s. Kanunun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Ayşe Sevinç''in Düşüncesi: Davacı derneğin dava ehliyetinin bulunmadığı, bu sebeple temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Alaattin Öğüş''ün Düşüncesi : Uyuşmazlık, Orman Bakanlığının ... İli, ... İlçesi ... mevkiindeki 932.525 m² lik ormanlık sahanın ... Üniversitesi tesisleri yapılmak amacıyla Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilmesine ait ön izin ve kesin izin işlemlerinin iptali yolundaki idare mahkemesi kararının davalı bakanlık ile davalı yanında katılan ... Üniversitesi Rektörlüğünün temyizi isteminden doğmuştur.

Davacı, merkezi ...''da bulunan Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneğidir.

2577 s. Kanunun 2. maddesinde yer alan iptal davalarının tanımına ait kuralın 10.4.1996 günlü, 22607 s. Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 21.9.1995 günlü, 47 s. kararı ile iptali üzerine yeniden düzenleme yapılmamış ve boşluk meydana gelmişse de: öteden beri uygulanagelen ve genel kabul gören ilkeye göre iptal davalarım açanların iptali istenilen idari işlemle genel olarak menfaat ilişkilerinin bulunması gereklidir. Belirtilen bu ilke çerçevesinde iptal davası açabilme ehliyeti saptanırken, bu hakkın herhangi bir faaliyet alanında Dernekler Kanunu uyarınca basit bir prosedürle kurulabilen her derneğe kadar teşmil edilmesinde hukuka uyarlık yoktur. Zira bu halde her idari işlemin sürekli olarak iptal tehdidi altında bırakılacağı göz önüne alındığında idari istikrarın zedelenmesi kaçınılmazdır. Kaldı ki, davacı Derneğin Tüzüğünün 4. maddesinde yer alan dernek çalışmaları arasında derneğin amaçlarının gerçekleştirilebilmesini teminen dava açma yolu da öngörülmemiştir. Bu itibarla davanın öncelikle ehliyet noktasından reddi gerekirdi.

Öte yandan, yine 2577 s. Kanunun 3. maddesinin 2/b bendinde davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin dava dilekçelerinde gösterileceği belirtilmiş, aynı kanunun 24. maddesinde de davacının ileri sürdüğü olayların ve dayandığı hukuki sebeplerin özeti, istemin sonucu ile birlikte kararın dayandığı hukuki sebepler, gerekçesi ve hükmün kararlarda bulunacak hususlardan olduğu kuralı yer almıştır.

Metni açıklanan bu kanun kuralı karşısında, dava açan dilekçede iptali istenilen idari işlemden daha farklı hukuki sonucu olan apayrı ve başka bir işlem hakkında hüküm kurulamayacağı ortadadır. Bunun yanı sıra iptal davalarının özelliği gereği davanın devamı sırasında ıslahı, tashihi v.s. yoluyla istemin genişletilmesine de olanak yoktur.

Olayda ise dava açan dilekçenin sonuç ve istek bölümünde T.C. Orman Bakanlığının 9.3.1995 günlü, 1704-713/116 s. işleminin iptali istendiği, anılan işlemin Orman Bakanlığının anlaşmazlık konusu ormanlık sahayı Milli Eğitim Bakanlığına tahsisi için ön izin verilmesini öngören bir işlem olduğu, buna karşın mahkemece re''sen talebin genişletilerek davanın 6.3.1997 tarihli kesin izin işlemini de kapsayacak biçimde iptal hükümü kurulduğu anlaşılmakla, bu husus da usule açıkça aykırılık oluşturmuştur.

Yukarıdaki gerekçelerle dava ön izin işlemine hasren incelendiğinde; Anılan işlemin ormanlık sahanın ... Üniversitesi kurulmak amacıyla Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilebileceğini belirten bir işlem olup, bu niteliğiyle kesin izin işlemi olmaksızın hukuki sonuç doğurması mümkün bulunmadığından iptal davasına konu edilemez. Esasen 6.3.1997 tarihinde kesin izin işleminde tesis edilmiş olup, davacı dernek bu işleme karşı dava açmamıştır.

Açıklanan sebeplerle temyize konu mahkeme kararının bozulması gerekir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince davalı idare ile yanında davaya katılan tarafın duruşma istemleri yerinde görülmeyerek işin gereği görüşüldü:

Uyuşmazlık ... İli ... İlçesi ... Köyü, ... mevkiinde bulunan 932.525 m²''lık ormanlık sahada Milli Eğitim Bakanlığına, ... Üniversitesi eğitim tesisleri yapılması amacıyla bedelsiz olarak 49 yıl süreli izin verilmesine ait işlemden doğmuştur.

2577 s. İdari Yargılama Usulü Kanunu''nun 2/1-a maddesinde, iptal davasının sübjektif ehliyet koşulu "menfaat ihlali" olarak yer almışken: bu koşul 4001 s. Yasayla: çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması ve imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere "kişisel hak ihlali" olarak değiştirilmiş: ancak 2577 s. Kanunun 4001 s. Yasayla değişik 2/1-a maddesi 21.9.1995 gün ve E:1995/27, K:1995/47 s. Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiştir. Dolayısıyla, yeni bir kanuni düzenleme yapılıncaya kadar, belirtilen konuda kanuni boşluk bulunmaktadır.

İdari dava türlerinden iptal davalarının tanımı ve tanımı kapsamındaki sübjektif ehliyet koşulu konusunda mevzuat boşluğu var olmakla birlikte; iptal davasının içtihat ve doktrinde belirlenen hukuki nitelikleri göz önüne alındığında, idare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen idari işlemlerin, ancak bu idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurulabilenler tarafından iptal davasına konu edilebileceğinin kabulü zorunludur.

Dosyanın incelenmesinden, iptali istenilen işlemin, davacı Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneğinin yukarda belirtilen anlamda meşru, kişisel ve güncel bir menfaatini etkilemediği anlaşılmaktadır.

Davacı derneğin amaçları arasında ormanların yok edilmesinin önlenmesi amacının bulunması davacının hukuki statüsü karşısında dava açma ehliyeti kazandırmamaktadır.

Kaldı ki, Dernek Tüzüğünün 4. maddesinde yer alan dernek çalışmaları arasında derneğin amaçlarının gerçekleştirilebilmesini teminen dava açma yolu da öngörülmemiştir.

Bu sebeple davanın öncelikle ehliyet yönünden reddi gerekirken davanın esasını inceleyen idare mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan sebeplerle İstanbul 3. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına ve dosyanın anılan idare mahkemesine gönderilmesine 7.12.1999 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Kaynak : DKD. Sayı 103 s: 792

[Copyright © CD MEDYA YAZILIM - Corpus™ Mevzuat ve İçtihat Programı]
Old 25-10-2008, 14:29   #13
avfatih

 
Varsayılan

Sayın Akbaba her ne kadar 1 yılık süre içerisinde bilirkişi incelemesinin sonuçlanması zor gözükse de değişik bir açılım getirdiniz. Eğer haklarımızı saklı tutmuş isek 1 yıllık bir süremiz daha oluyor bu da güzel bir şey. Saygılar.
Old 27-10-2008, 15:54   #14
avenginakbaba

 
Varsayılan

dikkat edilmesi gereken, tam yargı davalarında 1 yıllık sürenin olayın öğrenildiği tarihten itibaren başlayıp bir yılın tamamlanması ile sona ereceği süre olmasıdır. tam yargı davalarının bilindiği gibi her halükarda 5, ittiladan beri 1 yıl içinde açılması gereklidir.
dava dilekçesinde hakkınızı saklı tutmanız ayrıca bir yıllık bir süre kazandırmaz.
Old 27-10-2008, 20:27   #15
Av. Muzaffer ERDOĞAN

 
Varsayılan İdari Yargıda İslah

Alıntı:
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun
uygulanacağı haller

Madde 31

1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda

Ben bu cümle nedeni ile ıslahınb uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Kanunda sayılan diğer konular o konuların HUMK hükümleri gereğince irdeleneceğini ifade etmektedir. Yani sayılan konularda HUMK hükümleri uygulanmak zoaundadır demektedir. İYUK da ıslah konusunda hüküm olmadığı için yukarıda alıntı yaptığım cümle nedeni ile ıslah kabul edilmelidir.

Saygılar.
Old 05-02-2009, 23:07   #16
YALÇIN ÖNDER

 
Varsayılan

Konuya bakış anlamında yeni bir karar, tartışmaya katkıda bulunabilir.
----------

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI


Esas Sayısı : 2004/103
Karar Sayısı : 2008/121
Karar Günü : 12.6.2008

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 3. İdare Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 6.1.1982 günlü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…hâkimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adlî yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükûnunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde …” bölümünün Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Emniyet güçlerinin açtığı ateş sonucunda bir kişinin öldüğü olayda, idarenin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülerek açılan tazminat davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“Dava, 7.11.2000 tarihinde polis memurunun silahından atılan kurşunun maktul Alican Kaynar’ın ölümüne sebebiyet vermesi nedeniyle davalı idarenin hizmet kusurundan bahisle 25.500.000.000-TL manevi, 15.000.000.000-TL maddi olmak üzere toplam 40.500.000.000-TL’nın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2577 Sayılı Yasanın 31. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuniyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükûnunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır.” hükmü yer almaktadır.

Anılan yasa hükmü uyarınca, idari yargılama usulünün genel ve müstakil niteliği zedelenerek, yargılama sürecinde tarafların iradelerinin mutlak egemen olduğu özel hukuk uyuşmazlıklarına özgü çeşitli usuli müesseselerin idari yargılama usulüne de aktarılması sonucunda re’sen yargılama rejimine kısıtlama getirilmiştir.

Özel hukukta, kural olarak, yargılama usulü tarafların sübjektif nitelikteki haklarının korunmasının sağlanması amacına yönelik olarak düzenlenmiş ve esas olarak yargılamaya en az yargıç kadar tarafların da egemen olduğu bir yargılama hukuku modeli benimsenmiştir. Oysa idari yargıda, sadece idare yargıcının egemen olduğu ve bu bağlamda da “re’sen yargılama” usulünün kabul edildiği bir yargılama rejimi söz konusu olup; bu yargılama rejimi altında idare yargıcının “hukukun ne olduğunu belirleme yetkisi”ni kısıtlayacak hiçbir usuli müessesenin uygulanabilme yeteneği olmadığı ifade edilmelidir. Bu nedenle de, gerek bu maddede ve gerekse bu maddeye paralel olarak düzenlenen 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 56. maddesinde yargılamanın çeşitli aşamalarında idare yargıcının uygulayacağı usuli muameleler bakımından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yapılan genel yollama ile bu maddelerde sayılan çeşitli usuli müesseseler ancak idari yargının genel ve müstakil yapısı ve özellikleri çerçevesinde değerlendirilmek ve ancak bu yapı ile bağdaştığı ölçüde gözetilip, uygulanmak gerekir.

Ne var ki, uygulamada HUMK’daki bazı usuli müesseselerin yargıç tarafından idari yargılama hukukunun özellikleriyle bağdaşmadığı halde Hukuk Yargılaması Usulü kapsamında uygulanmakta olduğu ve hatta bu nedenle de çoğu zaman yargılamanın önemli ölçüde gecikmesine sebep olunduğu ve bazende bu müesseselerin uygulanması suretiyle objektif bazı hukuka aykırılıkların saptanamayarak, idari yargıdan beklenen kamusal faydanın da gerçekleştirilememiş olduğu görülmektedir.

İhtilaf konusu olayda dosya kapsamında mevcut bulunan her türlü bilgi-belge dikkate alınarak vaki ölüm olayının gerçekleşmesini takiben 2577 Sayılı Yasanın 13. maddesi gereğince davacıların davalı idareye dava konusu zararlarının ödenmesi istemiyle yaptıkları başvuru tarihi olan 22.10.2001 tarihi itibarıyla (ve bu tarihten itibaren) davacıların uğradığı destekten yoksun kalma (gelir kaybı) tazminat miktarının hesaplanması bakımından dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış, dosyaya sunulan bilirkişi raporu neticesinde baba için 9.969.614.472-TL; anne için 9.251.786.872-TL kazanç kaybı hesaplanmış, bu rapor taraflara tebliği edilmiş olup davacı vekilinin 5.4.2004 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesini takiben 20.5.2004 tarihli dilekçesi ile davanın netice-i talebine yönelik ıslah talebinde bulunulmuş olup şu iddialara yer verilmiştir.

Her ne kadar 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda davanın ıslahı hususunda bir hüküm yoksa ve aynı Kanunun HUMK.na atıf yapan 31. maddesinde de ıslah konusu belirtilmemişse de;

HUMK’nun 87. maddesi son cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra Adli Yargıda müddeabihin ıslah suretiyle artırılması karar altına alınmıştır. Bu hususun İdari Yargıda da uygulanmasının Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı açısından kaçınılmaz olduğu, zira Anayasa’nın 153. maddesi “Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını ... bağlar.” 141. maddesi “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir.” hükümlerine amirdir. Anayasa Mahkemesi anılan kararında davacıyı iki kez dava açmaya zorlamanın hak arama özgürlüğünü sınırladığına ve bu sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmadığına karar vermiştir.

Yine aynı kararda; dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi “ıslah” yoluyla artırmasını önleyen kural bir hakkın elde edilmesini zorlaştırdığından Hukuk devleti ilkesine aykırıdır denilmiştir.

Bu cümleden hareketle 2577 Sayılı İYUK’nun da davanın ıslahını düzenleyen bir kural yoksa, doğrudan bu karar gereğince işlem yapılmasının zorunlu olduğu, şayet ıslahı engelleyen bir kural varsa, bununda Anayasanın 141 ve 153. maddeleri gereğince uygulanma olanağı kalmadığı, 2577 Sayılı İYUK’nun 31. maddesi HUMK’na atıfta bulunurken yaptığı tahdidi sıralamanın bu durum karşısında Anayasaya aykırı olduğu, davanın ıslahı yönündeki talebin mahkemece kabul edilmediği taktirde 31. maddenin “Bu kanunda hüküm bulunmayan hususlarda;” cümlesinden sonra ve “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanır.” Cümlesine kadar olan “Hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif ve delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların muhakemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde” şeklindeki tahdidi sayımın yapıldığı bölümünün iptali gerektiği, çünkü bu tahdidi sıralama ile HUMK ile düzenlenen genel hükümlere atıfta bulunulurken, davanın ıslahı gibi diğer birçok temel kuralın açıkta bırakıldığı, bu nedenle İYUK’nun 31. maddesinin belirtilen bölümünün Anayasaya aykırı olduğu ve iptali gerektiği, defi yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülmesinin talep edildiği, diğer taraftan bu kararın uygulanması ile adli yargıda görülen haksız fiille ilgili bir davada müddeabihin ıslahı mümkün olacak iken, davalısı kamu idaresi olan idari yargıda ise, bu hükmün uygulanmayacağı, bu durumun Anayasanın kişilerin yasa önündeki eşitliği ilkesine ters düşeceği ileri sürülmekte olup, davacı taraf vekilinin bu iddiaları Mahkememizce de ciddi bulunmaktadır.

Hakikaten idari yargıda görülen tam yargı davalarında davacı tarafın açık ve net olarak bilemediği, bu nedenlede dava tarihinde gerçek zararın ortaya konulamadığı hallerde ki bu durumlarda da Mahkemece bilirkişi incelemesine gidilmekte olup, bilirkişi raporu sonrasında tespit edilen gerçek zararın davacı tarafından talep olunan zarardan daha fazla olması durumunda ve bu halde davacı tarafın harcını yatırmak kaydıyla davanın neticei talebine yönelik ıslah talebinde bulunması durumunda bakılan olayda karşılaşılan usule ilişkin yargısal sorunla karşılaşılmaktadır. Şöyle ki;

Bilindiği gibi, Medeni Yargılama Usulü uygulanarak çözümlenecek olan uyuşmazlık ve davalar özel hukuk alanındaki uyuşmazlık ve davalar olup, bu uyuşmazlık ve davalarda taraflarca karşılıklı olarak ileri sürülen sübjektif haklar çatışır. Bu nedenle, özel hukuk alanındaki uyuşmazlıkları çözümleyecek olan yargıç, kamu düzeni ile sıkı sıkıya ilişkili ayrıksı durum ve konular dışında, taraflarca ileri sürülen sav ve savunmalarla ve getirilen kanıtlarla bağlı olup, bunların ötesinde önüne gelen uyuşmazlık ve davayı çözümlemek için kendiliğinden (re’sen) araştırma yetkisine sahip değildir. Pasif bir konumda olan yargıç, taraflarca ileri sürülen sav ve savunmaları ve getirilen kanıtları inceleyip değerlendirerek, hangi tarafın haklı olduğuna; başka bir anlatımla çatışan çıkarlardan hangisinin hukuk tarafından korunduğuna karar verir. Özel hukuk alanındaki uyuşmazlık ve davaların çözümlenmesinde izlenecek olan yargılama usulleri de, esas itibariyle bu uyuşmazlık ve davaların özelliklerine göre oluşmuştur. Öğretide, HUMK.’nun yollama yapılmayan hükümlerinin, idari yargılama usulünde boşluk olması halinde, idari yargıda da uygulanmasının yararlı ve yerinde olacağı yolunda görüşler savunulmuş, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun eski bir kararında da “idari kazada hakimin adli esaslardan ilham alması(nın) umumen kabul edilmiş” bir hukuk kuralı olduğu belirtilmiştir. Ancak Danıştay’ın 5.2.1954 gün ve E: 1952/154 K: 1954/33 sayılı içtihadı birleştirme kararında, HUMK’nun idari yargıda uygulanabilecek olan hükümleri “hasren tayin ve tahdit edilmiş” bulunduğu görüşünden hareketle, HUMK.nun yollama yapılmayan hükümlerinin idari yargıda uygulanamayacağı içtihat edilmiştir. Daha sonraki çeşitli Danıştay kararlarında da aynı yol izlenmiştir.

Danıştay’ın 12. Dairesinin 15.1.1974 gün, E:1970/5100 K:1974/22 sayılı kararında, davacılardan ölenin eşi ve iki çocuğu için onbeşer bin lira maddi tazminat istenmiştir. Bilirkişi incelemesinde eşin maddi zararının 25.143 lira, çocuklardan birininki 25.927, diğerininki ise 28.930 lira olarak saptanmıştır.

Danıştay isteğe bağlı kalarak eş ve çocuklar için onbeşer bin lira maddi tazminata hükmetmiştir.

Netice itibariyle; 2577 Sayılı Yasa incelendiğinde “ıslah müessesine” ilişkin herhangi bir düzenlemenin olmadığı açıkça ortadadır. Bu halde bakılması gereken Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunan 2577 Sayılı Yasanın 31. maddesidir. Ancak bu usul hükmünde de HUMK’na hangi hallerde başvurulabileceği hususu tahdidi olarak tek tek belirtilmiş olup örnekseme yoluna dahi gidilmemiştir. Kaldı ki, Danıştayın yerleşik içtihatlarında fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasıda dava açma süresi aşılacağı gerekçesiyle kabul görmemektedir. Örneğin, Danıştay 10. Dairesinin 15.5.1992 gün E:1991/2716 K: 1992/2050 sayılı kararında “davacının fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak açmış olduğu ilk tazminat davasında yaptırılan bilirkişi incelemesiyle saptanan zararın istemini aşan bölümünün tazmini istemiyle açtığı dava; idari yargıda, idari eylem veya işlemlerden doğan zararın tazmininin ancak süresi içinde açılacak davalar yoluyla istenebileceği, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak süresi geçirildikten sonra yeniden tam yargı davası açılmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. O halde mevcut yasal düzenleme ve yerleşik içtihatlar dikkate alındığında idari yargıda görülen bir tam yargı davasında davanın ıslahı mümkün bulunmamaktadır.

Buna karşın, adli yargıda müddeabihin ıslah yoluyla genişletilmesini (arttırılmasını) engelleyen HUMK’nun 87. maddesinin son cümlesinin Anayasa Mahkemesinin 20.7.1999 tarih ve E: 1999/1 K: 1999/33 sayılı kararıyla iptalinden sonra adli yargıda müddeabihin ıslah suretiyle artırılması karar altına alınmıştır. Çağdaş demokratik rejimlerin temel ilkelerinden biri olan “hukuk devleti” Anayasa’nın 2. maddesinde “Cumhuriyetin nitelikleri” arasında sayılmıştır. Kişilerin devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk devletinde gerçekleştirilebilir. Bu nedenle, hukuk devleti temel hak ve özgürlüklere saygı gösteren, onların korunup güçlenmelerine olanak sağlayan, adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık olan devlettir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kişilerin, hukuk düzeninin koruması altındaki haklarını elde edebilmeleri için her türlü önlemin alınmasını zorunlu kılar.

Bu itibarla idari yargıda açılan bir tam yargı davasında dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi “ıslah” yoluyla arttırabilmesini tahdidi bir şekilde sayım yaparak HUMK’na atıfta bulunmak suretiyle önleyen 2577 Sayılı Yasanın 31. maddesinin 1. fıkrasının Anayasanın 2. maddesine aykırı olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, özel hukuktan kaynaklanan ve adli yargıda görülen bir davada müddeabinin ıslahını engelleyen HUMK’nun 87. maddesinin son cümlesinin Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra davanın ıslahı mümkün olabilecekken, 2577 Sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20. maddesinde yer alan “Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar.

Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler” hükmü çerçevesinde benimsenmiş bulunan “yargıcın re’sen yargılama yetkisi” prensibi uyarınca, yargıcın yargılamanın her aşamasında yargılamanın seyrinin gerektirdiği her türlü kararı alabilme ve her türlü yargılama enstrümanını serbetçe kullanabilme gücü bulunan idari yargıda görülen bir tam yargı davasında ise; 2577 Sayılı Yasanın 31. maddesi HUMK’nun ıslah müessesine atıfta bulunmadığı için davanın ıslahı mümkün olamayacaktır. Bu durumunda, “Kanun önünde eşitlik” başlıklı Anayasanın 10. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle; Anayasa’nın 152. maddesi ve 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. maddesi uyarınca Mahkememizde görülmekte olan bu davada davacı tarafın davanın netice-i talebinin ıslahına yönelik talebi sebebiyle uygulanmak ve irdelenmek zorunluluğu bulunan 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31. maddesinin 1. fıkrasının “Bu kanunda hüküm bulunmayan hususlarda...” cümlesinden sonra gelen ve “...Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanır.” Cümlesine kadar olan kısmın yani tahdidi şekilde tasrih olunan hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde bölümünün Anayasanın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu kanaatine ulaşıldığından bu konuyla ilgili dosyada mevcut belgelerin onaylı birer örneği ile söz konusu yasa hükmünün yukarıda belirtilen kısmının iptali istemiyle itirazen Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, bu kararın bir örneğinin taraflara da tebliğine, 24.6.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

6.1.1982 günlü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun itiraz konusu kuralı da içeren 31. maddesi şöyledir:

“1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukûnunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 5/4/1990 - 3622/11 md.;Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re’sen yapılır.

2. Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararında, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ertuğrul ERSOY, Tülay TUĞCU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fazıl SAĞLAM, A. Necmi ÖZLER ve Serdar ÖZGÜLDÜR’ün katılımlarıyla 1.12.2004 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Başvuru kararında, idari yargıda görülen tam yargı davalarında davacının katlandığı zararı tam olarak bilemediği, bu nedenle dava tarihinde gerçek zararın ortaya konulamadığı hallerde usule ilişkin yargısal sorunlarla karşılaşıldığı, idari yargı uygulamasında fazlaya ilişkin hakların saklı tutularak dava açılmasının olanaklı olmadığı, itiraz konusu kural ile özel hukuktan kaynaklanan ve adli yargıda görülen bir davada dava konusu miktarın ıslah yoluyla artırılması mümkün iken, 2577 sayılı Yasa’nın 31. maddesindeki kural gereğince idari yargıda görülmekte olan davalarda bunun mümkün olmaması nedeniyle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İtiraz konusu kuralda, hukuk yargılama usulünde geçerli olan kurumlardan hangilerinin idari yargılama usulünde de uygulanabileceği belirtilmiştir. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin birinci fıkrasında, bazı usul işlemlerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanacağını öngörüldüğü halde, dava açıldıktan sonra istenilen tazminat miktarının artırılması konusunda hukuk usulüne atıf yapılmamakta, bu nedenle de ıslah kurumunun idari yargılama usulünde uygulama alanı bulunmamaktadır.

İdari yargı, idare hukuku alanında idare tarafından tesis edilen idari işlemler ile eylemlerinden doğan uyuşmazlıklara bakan, adli yargının dışında kendine özgü kuralları ve yargılama yöntemleri bulunan ayrı bir yargı düzenidir. Adli yargıda ise özel hukuktan kaynaklanan uyuşmazlıklara bakılmakta ve her iki yargı yolunda geçerli usul kuralları ile bunların uygulama biçimi farklılıklar içermektedir.

Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.

Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesi ise, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasa karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlardaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz.

Anayasa’nın 125. maddesinde idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden başlayacağı, yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı ve idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu, 142. maddesinde de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin yasayla düzenleneceği belirtilmiştir.

Anayasa’nın bu kuralları uyarınca 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda iptal ve tam yargı davaları tanımlanırken menfaatleri ihlal edilen ya da hakları muhtel olanlar tarafından açılan davalar vurgusu yapılarak, davadan önce oluşan idari işlem veya eylemlere yönelik olarak ilgililerin dava açma yolundaki kendi iradeleri esas alınmaktadır. İdari yargının yazılılık, her çeşit incelemeyi kendiliğinden ve evrak üzerinde yapma yetkisine dayanan temel özellikleri doğrultusunda, dava açma iradelerini sergileyen dilekçelerde yer alacak konular kurala bağlanmış ve bunlar arasında vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterilmesi gerektiği de yer almıştır.

2577 sayılı Yasa’da dava süresi kamu düzeninden görülerek kesin kurallara bağlanmış, tebliğat ve cevap verme evresini oluşturan dilekçe ile savunmaların sayısı ve süresi sınırlandırılmış, bu sürelerin geçmesinden sonra verilecek savunma veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edilemeyeceği açıklanmıştır.

İdari yargılamanın dava açılışı ve istemlerin sergilenişi konusundaki özelliklerini yansıtan bu kuralların; idarenin sürekli dava tehditi altında kalmaması, uyuşmazlıkların mümkün olan süratle sonuçlandırılması, idarenin faaliyetlerindeki etkililiğin ve istikrarın sürmesi, davalar nedeniyle yönetimce savunmalar hazırlanması ve gerekli idari önlemlerin alınması gibi neden ve olgulara dayandığı anlaşılmaktadır.

İtiraza konu kuralla yargılama sürecinde uygulanacak bazı usul kurumlarına ilişkin olarak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na yollama yapılmıştır. İdari Yargılamanın özellikleri gözetilerek sınırlı bir şekilde sayılan bu konular 2577 sayılı Yasa’da hüküm bulunmayan hususlarda uygulanacaktır. Başvuruya neden olan konu ise, hukuk usulüne yapılan yollamalar arasında ıslah kurumuna yer verilmemesidir.

İdari Yargılamanın kendiliğinden inceleme özelliğine karşın, hukuk yargılamasındaki tarafların talebine dayanan inceleme yetkisi bağlamında usule ilişkin taraf işlemlerinin tamamen veya kısmen düzeltilmesini amaçlayan ıslah kurumuna 2577 sayılı Yasa’da yer verilmemesi, yasa koyucunun usul yasalarını belirlemedeki takdir yetkisi içinde kalmaktadır. Gerçekten hukuk yargılamasında bulunmasına karşın tanık, yemin, hali sabıka irca gibi kurumlara da yer vermeyen idari yargılama usulünün Anayasa’ya göre yasayla düzenlenen diğer usul yasaları gibi ilgili olduğu yargı yerinin özelliği ve gelişen yargılama koşullarına göre belirlenen bir sistem olduğu gözetildiğinde, her iki yargı sisteminde davacı ve davalı durumunda bulunanların aynı durumda bulunmadıkları ve bu nedenle de aynı yasa kurallarına tabi tutulmalarının gerekmediği anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir.

İptal isteminin reddi gerekir.

Şevket APALAK karara ek gerekçeyle katılmıştır.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU ve Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamışlardır.

VI- SONUÇ

6.1.1982 günlü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “... hâkimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükûnunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde...” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU ile Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 12.6.2008 gününde karar verildi.

Başkan
Haşim KILIÇ Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye
Sacit ADALI



Üye
Fulya KANTARCIOĞLU Üye
Ahmet AKYALÇIN Üye
Mehmet ERTEN



Üye
Mustafa YILDIRIM Üye
A. Necmi ÖZLER Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR



Üye
Şevket APALAK Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ



KARŞIOY GEREKÇESİ

1- İptal istemine konu 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun Uygulanacağı Haller” başlıklı 31. maddesinin birinci fıkrası, bu kanunda hüküm bulunmayan hususlarda, teker teker sayılan usule ilişkin konularda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümlerinin uygulanacağını hüküm altına almaktadır. Kuralda sayılan usul müesseseleri arasında “ıslah” yer almamaktadır. Islah düzenlemesinin idari yargılama usulünde uygulanmaması nedeniyle, özellikle tam yargı davalarında talep edilen maddi ve manevi tazminat miktarları daha sonra arttırılamamakta ve adli yargıda açılan tazminat davalarında böyle bir sorun olmamasına karşın, idari yargı önünde tam yargı davasını açanlar bakımından uzun yıllardır süregelen bir mağduriyet sözkonusu olmaktadır.

Bilindiği üzere, hukuki sorumluluğu saptanan hukuk süjesine yargı organınca yüklenen ödev “tazmin borcu” olarak karşımıza çıkmakta ve bu borç, kural olarak “mağdurun” uğradığı zararın tamamını kapsamaktadır. Doğal olarak, “tazminat borcu”nun kapsamına maddi ve manevi zararlar dahil bulunmaktadır. Anayasa’nın 125. maddesinde yer alan “...idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür...” şeklindeki hüküm, bir idari eyleme maruz kalan kişinin uğradığı zararın tam olarak giderilmesini amaçlamaktadır.

2- “Islah” HUMK’nun 83-90. maddelerinde düzenlenmektedir. Anılan Kanun’un 87. maddesinin son cümlesi olan “müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” şeklindeki kayıtlayıcı hüküm, Anayasa Mahkemesi’nin 20.7.1999 tarih ve E.1999/1, K. 1999/33 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Anılan kararın gerekçesinin konumuzla doğrudan ilgili kısımları şöyledir:

“...Anayasanın 141. maddesinin usul ekonomisini düzenleyen son fıkrasında ‘davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir.’ denilmektedir. Taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesi ‘ıslah’ olarak tanımlanmaktadır. HUMK’nun 84. maddesine göre ıslah, tahkikata tâbi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tâbi olmayanlarda mahkemenin sonuna kadar yapılabilir. İtiraz konusu kuralla müddeabihin ıslah suretiyle arttırılmasına olanak tanınmaması davaların en az giderle ve olabildiğince hızlı biçimde sonuçlandırılmasına engel olacağından, Anayasa’nın 141. maddesine aykırıdır... Dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi ‘ıslah’ yoluyla arttırmasını önleyen itiraz konusu kural, bir hakkın elde edilmesini zorlaştırdığından, ‘hukuk devleti’ ilkesine aykırıdır... Ayrıca, hak arama özgürlüğünün en önemli iki öğesini oluşturan sav ve savunma haklarının kısıtlanması, bu hakların noksansız kullanımının ve adil yargılanmanın engellenmesi Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık oluşturur. İtiraz konusu kural, davacıyı ikinci kez dava açmaya zorlaması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlamaktadır... İtiraz konusu kural, davacıların haklarını en kısa sürede ve en az giderle almalarını engelleyerek hak arama özgürlüğünü önemli ölçüde zorlaştırması nedeniyle, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmadığından Anayasa’nın 13. maddesine uygun bir sınırlama olarak kabul edilemez. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 13., 36. ve 141. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir...”

Görüldüğü üzere, adli yargıda tazminat davaları açma sürelerinin uzunluğuna ve bu nedenle bu süreler içinde açılacak ek davalarla uğranılan maddi-manevi zararın tam olarak talep edilebilmesi imkânına rağmen; ıslah yoluyla talep edilen tazminat miktarının arttırılamamasını öngören kural Anayasa Mahkemesi’nce Anayasa’ya aykırı görülerek iptal edilmiş ve artık ek davalar açma yolu dışında, tazminat davası açan davacılar yönünden “ıslah” yoluyla talebin arttırılabilmesi imkân dahiline girmiştir. Oysa tam yargı davalarında sürelerin adli yargıya nazaran kısa tutulması nedeniyle (eyleme ıttıla tarihinden itibaren idareye ön karar için bir yıl içinde başvurulması; olumsuz cevabın tebliğinden itibaren 60 gün içinde dava açılması zorunluluğu), ek dava yolu kapalı olup, ayrıca ‘ıslah’dan yararlanamama gibi dava konusu engelleyici kural nedeniyle, idari yargıda idari eylem nedeniyle ihlâl edilen hakkını tam yargı davasıyla talep edilen davacılar bakımından tam anlamıyla bir hak kaybı sözkonusu olmaktadır. Dolayısıyla kuralın Anayasa’nın 2., 36., 125. ve 141. maddelerine aykırılığı açıktır.

3- Davaya konu kural, yukarıda açıklanan sonuçları doğuran, “ıslah” kurumuna yollama yapmamak suretiyle bu usul hükmünün idari yargıda ve tam yargı davalarında uygulanmasını engelleyen “olumsuz bir düzenleme” mahiyetindedir. Anayasa Mahkemesi birçok kararında, olumsuz düzenleme nedeniyle ilgili yasa kurallarının iptali yoluna gitmiştir. Örneğin Anayasa Mahkemesi, 27.11.1984 günlü, 3086 sayılı Kıyı Kanunu’nun 4. maddesinde tanımlanan kıyı çizgisi ve kıyı tanımlarını, bu tanımlarda jeolojik bakımdan kıyı sayılması gereken “kayalıklar”a yer verilmemesi nedeniyle iptal etmiştir. Bir başka deyişle iptal kararında, yasadaki kıyı tanımının, Anayasa’da belirtilen ve jeolojik olarak “kayalıklar”ı da kapsadığı sonucuna varılan kıyı kavramına uygun olmaması gerekçesine dayanılmış olup, ortada Anayasa meselesi bulunduğu kabul edilmiştir. (Any. Mah.nin 25.2.1986 tarih ve E.1985/1, K.1986/4; AMKD., Sayı: 22, s. 28)

Bu konuda başka bir kararda, Türk Ceza Kanunu’nun 3255 sayılı Kanun’la değişik olan ve semavi dinlere mensup olanlara ait kutsal değerlere hakaret etmeyi suç sayan 175. maddenin iptaline ilişkindir. Burada Mahkeme, söz konusu kuralla kanun koyucunun semavi dinlere mensup olanlara ait kutsal değerleri koruma altına alırken, semavi olmayan dinlerin mensuplarını bu koruma dışında bırakmasını laiklik ve eşitlik ilkelerine aykırı görerek iptal kararı vermiştir. (Any. Mah.nin 4.11.1986 tarih ve E. 1986/11, K. 1986/26; AMKD., Sayı:22, s.298)

Eksik düzenlemenin eşitlik ilkesine aykırılık oluşturması nedeniyle iptal edilen başka bir kural da, hâkim ve savcıların noterlik stajından muaf tutulmalarına ilişkindir. 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nun 6. maddesine göre, adli veya askeri hâkimlik yahut savcılıklarına atanmış olanlar noterlik stajına tâbi tutulmuyorlardı. Bir itiraz başvurusu sonucunda Anayasa Mahkemesi, adli ve askeri yargı hâkim ve savcıları noterlik stajına tâbi tutulmaz iken, idari yargı hâkim ve savcılarının noterlik stajına tâbi tutulmaları ile ilgili yasa kuralını incelemiş ve iptal etmiştir. (Any. Mah.nin 12.11.2002 tarih ve E.2001/252, K.2002/102; AMKD, Sayı: 39, Cilt: 1, s. 179)

Eksik düzenleme niteliğinde olup, eşitlik ilkesine aykırı bulunarak iptal edilen diğer bir kural, 506 sayılı SSK’nun EK- 5. maddesinin birinci fıkrasının IV numaralı bendinde yer alan “azotlu gübre ve şeker sanayiinde” çalışanların 90 gün itibari hizmet süresinden yararlanmaları hükmüdür. Anayasa Mahkemesi, iptal kararının gerekçesinde; itiraz konusu yasa kuralının ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerde çalışan kişilere itibari hizmet süresinden yararlanma olanağı tanımak amacıyla kabul edilmiş olduğu, oysa bu nitelikteki işlerin sadece azotlu gübre ve şeker sanayiinde bulunmadığı, diğer pek çok sanayi dalında da bu nitelikte işlerin mevcudiyetinin görülebileceği, bu durumda itibari hizmet süresinden yararlanılabilecekler belirlenirken yapılan işin niteliğinin dikkate alınmasının, böylece hangi iş kolunda çalışıyor olursa olsun ağır, riskli ve sağlığa zararlı işleri yapan bütün sigortalıların bu olanaktan yararlanmalarını sağlayacak bir düzenlemeye gidilmesinin Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesinin gereği olduğu, dolayısıyle aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tâbi tutulmasının eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağı sonucuna varmıştır. (Any. Mah.nin 4.10.2006 tarih ve E.2002/157, K.2006/97; RG. 27.3.2007, Sayı: 26475, s. 13-14)

Davanın somutunda da, itiraz istemine konu kuralla HUMK’nun birçok usul hükümlerine yollamada bulunulduğu halde, “ıslah” bundan istisna tutulmak suretiyle, gerçekte salt uğranılan zararın tam ve gerçek şekilde tazmini amacını güden ve bu yönü itibariyle de adli yargıdaki tazminat davalarından -nitelik, süreler ve isimlendirilme hariç- öz itibariyle farklılık göstermeyen tam yargı davaları yönünden “kısıtlama” öngören olumsuz bir düzenlemenin varlığı karşısında, eşitlik ilkesi bakımında da Anayasa’ya aykırılık açıkça görülmektedir.

4- Açıklanan nedenlerle, anılan kuralın Anayasa’nın 2., 10., 36., 125. ve 141. maddelerine aykırı düşmesi itibariyle iptali gerektiği kanısına vardığımızdan; aksi yöndeki çoğunluk kararına katılamıyoruz.



Başkan vekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye
Fulya KANTARCIOĞLU Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR






AYRIŞIK GEREKÇE

Kararda da belirtildiği gibi yargılama yöntemleri Anayasa gereği yasayla düzenlenirken, ilgili yargı yerinin görevleri, işlevi ve özellikleri gözönünde tutulmakta ve yasa yapıcının yeğleme ve değerlendirmeleri egemen olmaktadır. Yargı yolunun özellikleriyle örtüşen yöntem kuralları kendi içinde bir bütünlük oluşturmakta, diğer yargı yerlerinin uyguladıkları yöntemler bu dizgeye aktarılırken bütünlüğün korunmasına özen gösterilmektedir. Bu düzenlemeler sırasında, yargı yollarının kimi kurumlarının kapsam dışı tutulmasına da sözkonusu bütünlük etken olurken, yasa yapıcının gereklilikleri gözeten seçimi de kendini göstermektedir.

Belirtilen oluş karşısında, başka işlevsel özellikler içeren yargı düzeninde yer alan ancak idari yargılama yöntemine alınmayan bir hukuk kurumunun Anayasa’ya aykırı olması için Anayasa’da tersi ve belirgin bir öngörünün bulunması gerekecektir. Bunun dışında konunun diğer bir boyutu da maddenin hak arama özgürlüğüyle irdelenmesidir. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğünün “meşru vasıta ve yollarla” kullanılacağı aynı maddede öngörülmektedir. Yemin, tanık, eski hale getirme, sözlü yargılama gibi bir çok yöntem arasında ıslah kurumunun da idari yargılama usulünde yer almamasının, idari işlem veya eylem nedeniyle hukuksal yararları ve haklarında kayıplar oluşanların yargı yoluna başvurmalarını önlemediğinde kuşku yoktur. İdari işlem nedeniyle açılacak tam yargı davasının, iptal davasının sonuna bırakılma durumunda yıllara yayılan bir süreyi, idari eyleme dayalı tam yargı davasının açılmasının ise bir yılı geçen zaman dilimini kapsadığı ve ilgililerin bu süreçte görevli yargı yerlerinde delil tespiti yaptırabilecekleri ya da gerekli verileri hazırlayabilecekleri gözetildiğinde, uğradıkları zararları nesnellikle saptama ve yargı yoluna götürme olanakları bulunduğu açıktır. Kaldı ki, hak arama özgürlüğüne ilişkin meşru vasıta ve yollar vurgusu davacılara da yükümlülükler vermektedir. Usul yasasının bu olguları da gözeterek düzenlediği yönteme göre davacı dilekçesini düzenleyecek, içtihatların açılımları dışında tazminat miktarını gösterecektir. Bu açıklamalar karşısında eksik olduğu öne sürülen maddenin hak arama özgürlüğüne aykırı olmadığı, Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddeleriyle çelişmediği kuşkusuzdur.

İdari davaların akışı sırasında olası bir gelişime dayandırılan eksik düzenleme savının yukarıda da belirtildiği gibi Anayasa’nın somut bir kuralıyla desteklenmesi temel yaklaşımdır. Böylesi bir savın eşitlik karşılaştırılmasına uygun olmadığı da açıktır. Çünkü ayrı nedenlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların görüleceği yargı yollarının farklılığı bu yolların farklı işlevleri ve farklı sonuçları birbiriyle kıyaslanamaz ayrı yargı yerleri olgusunu ortaya çıkarmaktadır. Başka yerlerde davacı olanlar da aynı oluş nedenleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Bu bakımdan kararda da vurgulandığı gibi aynı konumda olmak ilkesi gerçekleşmediğinden eşitlik karşılaştırması yapılamayacağında duraksama kalmamaktaysa da, bu bağlamda beliren kimi sonuçlar da değinilen irdelemeye ayrı engellerdir. Usul bütünlüğü dışında tazminat miktarının artırılması sonucunu verecek gelişimler, yargı harcı ve avukatlık ücreti gibi nedenlerle gerçek istemden uzak tam yargı davalarının açılmasına, gerek ilk aşamada, gerekse yargılama akışı içinde tazminat miktarı artırımı gerçekleşmeden davalılarca davanın kabulü yolundaki başvurulara neden olacaktır. Bu saptama usul yasalarındaki yasama yetkisi kullanımı ve değerlendirmesinin birbirini bütünleyen parçalardan oluşan bir yöntem düzlemine dayandığını göstermektedir. Ortaya çıkan da olumsuz düzenleme tanımıyla tam uyuşmayan, yollama yapılan yasadaki bir yöntemin seçilmemesi, ilgili yasaya aktarılmamasındaki göreceli bir susuştur.

Başka anlatım ve yaklaşımla, kural ile yollama yapılan yasa arasındaki ayrım olan ve başvuruya gerekçe yapılan ıslah kurumunun usul yasalarından birinde bulunup diğerinde bulunmaması; olumsuz düzenleme şeklinde yetkin bir tanım yapılamadığından, görünen ve eksiklik olarak tanımlanan yasal yetki seçimini yansıtan kuralın anayasal yargılamasında olumsuz düzenleme ölçütleriyle ele alınamayacağı sonucunu vermektedir. Bu sonuç eşitlik karşılaştırılması yapılamayacağının başka bir gerekçesidir. Ayrıca, itiraza konu kuralın, daha önce iptal edilen adli yargıya ilişkin ıslah sınırlamasıyla, o yasada açık bir kuralın varlığı nedeniyle tam ilintisi bulunmamakta; kimi eksik düzenlemelere ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarının da, kuralın yollama yaptığı yasada sözü edilen konuda düzenleme olduğundan tam örnek olamayacağı anlaşılmaktadır. Belirtilen açıklamalar da itiraza konu maddenin Anayasa’nın 10. ve 142. maddelerine aykırı olmadığının göstergeleridir.

Belirtilen açıklamalar içinde kalınarak ulaşılacak bir sonuç da, konunun Anayasa yargısı dışında idari yargı ve yasama sorunu olduğu gerçeğidir.

Aktarıla gelen nedenlerle, kararın dayandığı gerekçelere yukarıda değindiğim ayrışık görüşlerle katılıyorum.



Üye
Şevket APALAK
Old 27-04-2010, 19:10   #17
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

AYİM'in idari yargıda ıslahla ilgili görüş özetleri:

Alıntı:
1 - ÖZETİ:İdari yargıda islah müessesine , yargılamanın yenilenmesi aşamasında da başvurulabilir.
Dergi No:7
Karar Dairesi:AYİM.1.D.
Karar Tarihi:09.05.1989
Karar No: 88/300 E
Karar No: 89/219 K.
----------------------------------------------------------

2 - ÖZETİ:Şartlı bulunduğu takdirde, ıslah müessesi idari yargıda da uygulanabilir.
Dergi No:7
Karar Dairesi:AYİM.1.D.
Karar Tarihi:07.05.1991
Karar No: 90/764 E
Karar No: 91/1549 K.

----------------------------------------------------------

3 - ÖZETİ:İdari yargıda ıslah müessesesi uygulama alanı bulmakla birlikte, davacının cevaba cevap dilekçesi ile önceki dava dilekçesinde talep etmediği bir başka sicilinin iptalini istemesi mümkün ise de; önceki red kararları ile davacının diğer sicillerinin hukuki denetimi yapıldığından, bu sicillerin iptali konusunda yeniden inceleme yapılmasına kesin hüküm ilkesi engeldir.
Dergi No:9
Karar Dairesi:AYİM.1.D.
Karar Tarihi:25.10.1994
Karar No: E.1993/1128
Karar No: K. 1994/1185
----------------------------------------------------------

4 - ÖZETİ:

1602 Sayılı AYİM Kanununun 46/son maddesi uyarınca, idari yargıda fazlaya ilişkin haklarında saklı tutulması müessesesi mevcut olmadığından, hesap bilirkişi raporunun tebliğini müteakip açılan ıslah niteliğindeki ek davanın süre aşımı yönünden reddi gerekir.
Dergi No:21
Karar Dairesi:AYİM. 2.D.
Karar Tarihi:05.10.2005
Karar No: E.2005/686
Karar No: K.2005/728

Kararlardan birinin tam metni :

Alıntı:
ÖZETİ:İdari yargıda islah müessesine , yargılamanın yenilenmesi aşamasında da başvurulabilir.
Davacı vekili Av.M. ............... tarafından verilerek 3 HAZİRAN 1988 tarihinde kayda geçen dava dilekçesi, Davalı İdarenin cevabı cevap layıhası ve 9 MART 1989 günlü dilekçelerinde Davacının İstiklal harbine katıldığını; Milli Savunma Bakanlığı Arşiv Müdürlüğünün 23 NİSAN 1988 gün ve 4063-10- 88 evrak inceleme (1717) 1170 sayılı yazılarında, Davacının 4 fırka 40 ncı Alay 1 nci Tabur erlerinden olduğunun ve 26 AĞUSTOS 1337 de Mangal tepede yaralanarak 4 ncü Fırka Sıhhiye Bölüğüne sevk edildiğinin öngörüldüğünü; Davacının firarına dair herhangi bir bilgi bulunmadığını; İstiklal Madalyası Beratı verilmesi gerekli iken, terhisine dair bir kayıt bulunmadığı gerekçesiyle taleplerini reddeden Davalı İdareye ait işlemin hukuka aykırı olduğunu; Davanın mükerrer bir dava sayılamayacağını; zira, daha önce reddedilen davanın tarafı ve konusu aynı olmakla birlikte, davalarını dayandığı sebep ve vakıanın birbirinden farklı bulunduğunu; ilk davada kararın dayanağı olan hususların dışında, bir başka belge ve kanıt üzerine bu davayı açtıklarını; esasen yeni davanın yargılamanın yenilenmesinden ibaret bulunduğunu; 21 EYLÜL 1988 tarihli dilekçelerini ıslah ettiklerini; yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü ile ilk hükmün kaldırılarak işlemi iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili 9 MART 1989 tarihli dilekçesi ile, dava dilekçesini ıslah ederek, davayı ‘ Yargılamanın yenilenmesi davası haline dönüştürmek istemiştir.
Islah, "Taraflardan birisinin yapmış olduğu bir usul işlemin , tamamen veya kısmen düzeltmesidir" şeklinde tanımlanabilir.
(Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Md83; Prof.Dr. ............... Hukuk Muhakemeleri Usulü, Dördüncü Bşk., Ankara 1982, Cilt 111, 5:2793; Doç.Dr. ............... Medeni Yargılama Hukukunda Islah, 1982, S:26) Hukuk yargılamasında Islah: talep prensibi, yani davanın taraflarınca yürütülüp, dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin bir gereği, buna karşılık iddia ve savunmanın teksifi, değiştirilip genişletilemeyeceği yasağının bir ayrıcalığı (istisnası) 'dır. (Prof.Dr. ...............- Aynı eser,: 2926; Doç.Dr. ............... - Aynı eser S:23-26). Hukuk Yargılamasının amacı; gecikilmeden, basit ve ucuz bir yargılama sonucunda adil bir kararın verilmesini sağlamaktır. Yapılmış bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzelterek yargılamanın devamına olanak sağlaması nedeniyle ıslahın, yargılamanın genel amacına hizmet ettiği, tarafların yararına olduğu söylenebilir. Islahın konusu, tarafların yapmış olduğu usul işlemlerinin düzeltilmesidir. Bu husus, "iki taraftan her biri usule müteallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir" hükmünü içeren Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 83 ncü maddesinden anlaşılmaktadır. Şu hale göre ıslah edilecek husus, sadece tarafların yaptıkları usul işlemleridir. Uygulama ve öğretide davanın konusu da taraflarca yapılacak usul işlemleri arasında sayılmakta ve ıslah suretiyle değiştirilebileceği benimsenmektedir. (Prof.Dr. ...............- Aynı eser S:2821-2823; Doç.Dr. ...............- Aynı eser, S:145-182; Yargıtay Birinci Dairesinin 9 EKİM 1979 gün ve 1056/2003 sayılı; 26 MA YI5 1949 gün ve 3580/2493 sayılı; 23 OCAK 1976 gün ve 332/622 sayılı; İkinci Dairesinin 10 MART 1978 gün ve 1486/1892 sayılı; Dördüncü Dairesinin 3 KASIM 1978 gün ve 7674/4847 sayılı; Yedinci Dairesinin 11 EKIM 1956 gün ve 8898/10123 sayılı ilamları ...)
İdari yargıda ıslahın uygulanıp, uygulanmayacağı tartışmalıdır. Nitekim Davalı İdare Danıştay kararlarını dayanak alıp, idari yargıda ıslahın kabul edilemeyeceğini ileri sürerek, Davacının ıslah isteminin reddedilmesini talep etmiştir. İdari yargıda ıslaha başvurulamayacağı görüşünü benimseyenlerin hareket noktasını, idari yargılama usulü ile ilgili düzenlemelerin, .Hukuk Muhakemeleri usulü Kanununa gönderme yapan hükümlerinde (2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31 nci, 1602 Sayılı. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 56 ncı maddelerinde) ıslahtan söz edilmemiş olması oluşturmaktadır. Danıştay Yedinci dairesinin 23 EYLÜL 1974 gün ve 1843/1630 sayılı, Danıştay On ikinci Dairesinin 4 ŞUBAT 1979 gün ve 3858/237 sayılı kararlarında da aynı espriden yola çıkılmıştır. Değinilen kararlarda 521 Sayılı Danıştay Kanununun 88 nci maddesinde "ıslah kurumunun öngörülmediği" gerekçesiyle istemin reddedildiği anlaşılmaktadır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa gönderme yapan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31 nci ve 1602 sayılı kanunun 56 ncı maddelerinde ıslahtan söz edilmemiş olması, idari yargıda ıslah yoluna gidilemeyeceği anlamına alınabilir mi? Sorunun cevabı, idari yargılama yasalarının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa. gönderme yapan hükümlerinin tadadi ve aynı zamanda tahdıdı ya da tadadı olmakla birlikte sadece örnek verme, sınırlayıcı ve kayıtlayıcı nitelikli hükümler olup olmadıklarının belirlenmesinde aranabilir. 2577 Sayılı Kanunun 31 nci maddesi 1 nci bendi ile 1602 sayılı Kanunun 56 ncı, maddelerinde; gönderme yapılan hususlar dışındaki Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin idari yargıda uygulanmayacağı, dolayısıyla bu hükümlerin tadadi ve tahdidi olarak, ancak sayılan ilkelerin uygulanmasına olanak verdiklerine delalet edilebilecek bir ibareye rastlanmamaktadır. Oysa, aynı şeyi 2577 sayılı Kanunun 31 nci maddesi 2 nci bendinde düzenlenen ve vergi uyuşmazlıkları için yapılan gönderme yönünden söylemek mümkün değildir. Zira bu maddede ‘‘Yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere vergi uyuşmazlıklarının çözümünde. Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır" denilmek suretiyle, vergi uygulamalarında: İdari Yargılama Usulü Kanununda boşluk bulunan hallerde 31/1 nci madde ile gönderme yapılan Hukuk Usulü Kanununun hükümlerine başvurulabileceği; gönderme yapılanların dışında ise Vergi Usul Kanununa gidileceği, belirtilerek, gönderme yapılan hallerin tahdidi olduğu vurgulanmıştır.
Buradan varılan sonuç şudur: İdari Yargılama kanunlarında boşluk bulunan hallerde, hukuk yargılamasına egemen olan ilkelerin bağdaşırlığı ölçüsünde idari yargıda uygulanabilecekleri ve bunlardan yararlana bilineceğidir. Nitekim, öğretide "Hukuk usulünde ıslah kurumunun varlığını haklı gösteren gerekçelerin idari yargılama hukuku içinde aynen geçerli olduğu belirtilerek, idari yargıda ıslahın kabul edilmesinin kaçınılmazlığı baskın görüş olarak savunulmaktadır. (Prof.Dr. ............... Aynı eser, S:2824; Doç.Dr. ...............- Aynı eser, S:304-308; ............... - Danıştay Muhakeme Usulü, Ankara 1965, S:25; ...............İdare Hukuku ve İdari Yargının Bazı Sorunları, Ankara 1972, S:207). Davacı Vekili yeni dilekçesiyle, Dava dilekçesini ıslah ederek doğrudan iptal davası yerine "Yargılamanın yenilenmesi davası ikame etmek suretiyle davanın konusunu değiştirmiştir. Talebin ve başvurulan yolun 1602 sayılı Kanunun 56 ncı maddesine aykırı olduğu düşünülemez. Hukuk Yargılamasının amaçlarına hizmet eden ıslah kurumunun; genelde aynı prensiplere sahip (vergi uyuşmazlıkları dışında) idari yargıda uygulanmamasını haklı kılacak bir neden ve gerekçe bulunmamaktadır. Bu yüzden Davacı tarafın ıslah talebi kabul edilerek, Davalı İdarenin savunması geçerli görülmemiştir.

Dergi No:7
Karar Dairesi:AYİM.1.D.
Karar Tarihi:09.05.1989
Karar No: 88/300 E
Karar No: 89/219 K.
Old 04-01-2011, 20:58   #18
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

Adli yargıda açılan davanın görevsizlik nedeniyle reddedilmesi üzerine idari yargıda dava açılırken verilen dava dilekçesinde, adliye mahkemesine verilen dava dilekçesinde gösterilen değerin artırılabileceğini de bu tartışma kapsamında belirtmekte yarar var.
Old 06-01-2011, 17:36   #19
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım, avenginakbaba; "adli yargıda dava görevsizlik nedeni ile açıldığında (reddedildiğinde demek istiyorsunuz) aynı dava dilekçesi 30 gün içerisinde idari yargıya talebiniz üzerine gönderilmektedir" şeklindeki açıklamanızı, yanlış anlamadıysam, adliye mahkemeleri arasındaki görevsizlik/işbölümü durumunda uygulanan HUMK. 193 deki yöntemle karıştırılmış gibi anladım. Adli yargının görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dava dosyasının gönderilmesi yöntemi yoktur. 30 gün içinde idari yargıda dava açmak gerekir. Bir önceki mesajdaki açıklamamı teyit ettiğiniz için ben de teşekkür ediyorum. Saygılar.
Old 07-01-2011, 13:57   #20
avenginakbaba

 
Varsayılan

sayın d- karaca bilgi karışlığı yaptığımın farkına vardığım için söz konusu mesajı kaldırdım. bilgileriniz için teşekkür ediyorum.
Old 07-01-2011, 14:22   #21
avenginakbaba

 
Varsayılan

aynı daire tarafından aynı tarihlerde verilmiş ve birbirinin zıddı olan ve benim kafamıda yeterince karıştıran iki farklı kararı sunuyorum. değerlendirirseniz memnun olacağım.

1. kararda, adli yargının görevsizlik nednei ile davayı reddetmesi üzerine 30 gün içerisinde idare mahkemesinde dava açılmamaış olsa bile, iyuk 13. madde gereğince 1 yıllık süre dolmadığından davada süre aşımı (hak düşürücü) uygulanmayacağı belirtiliyor. benim görüşüm de bu yönde...
T.C.
DANIŞTAY
Onuncu Dairesi
Esas No : 2006/5568
Karar No : 2007/335
Tarih : 13.02.2007

ÖZET : • ADLİ YARGININ GÖREVİ RED KARARI ( Üzerine 30 Gün İçerisinde İdari Yargıda Dava Açılmasa Bile 1 Yıllık Süre İçerisinde İdari Yargıda Dava Açılmışsa Davanın Süre Yönünden Reddedilemeyeceği )
• MADDİ ZARARIN TAZMİNİ ( Adli Yargının Görev Ret Kararı Üzerine 30 Gün İçerisinde İdari Yargıda Dava Açılmasa Bile 1 Yıllık Süre İçerisinde İdari Yargıda Dava Açılmışsa Davanın Süre Yönünden Reddedilemeyeceği )
• DAVA AÇMA SÜRESİ ( Adli Yargının Görev Ret Kararı Üzerine 30 Gün İçerisinde İdari Yargıda Dava Açılmasa Bile 1 Yıllık Süre İçerisinde İdari Yargıda Dava Açılmışsa Davanın Süre Yönünden Reddedilemeyeceği )
İÇTİHAT METNİ
ÖZETİ:
Adli yargının görev ret kararı üzerine 30 gün içerisinde idari yargıda dava açılmasa bile, 1 yıllık süre içerisinde idari yargıda dava açılmışsa, davanın süre yönünden reddedilemeyeceği hakkında.
İstemin Özeti : Davacılara ait Bayburt İli, Aydıntepe İlçesinde, ... sayılı parselde bulunan tarlanın yanından geçen DSİ'ye ait sulama kanalından taşma nedeniyle sular altında kalmasından dolayı uğranıldığı iddia olunan 6.000 YTL maddi zararın yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonunda; Trabzon İdare Mahkemesince, süre aşımı nedeniyle davanın reddi yolunda verilen 21.5.2003 tarih ve E: 2003/377, K:2003/431 sayılı kararı temyiz istemini reddederek onayan Dairemizin 8.2.2006 tarih ve E:2003/4248, K:2006/1171 sayılı kararının düzeltilmesi istenilmektedir.
D.S.İ Genel Müdürlüğü Savunmasının Özeti : Hukuki dayanağı bulunmadığı ileri sürülen karar düzeltme isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Aydıntepe Sulama Birliği Başkanlığı Savunmasının Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Yunus Çetin'in Düşüncesi : Uyuşmazlıkta, görevsizlik kararının kesinleşme tarihinden itibaren 30 gün içinde idari yargıda dava açılmadığı gerekçesiyle süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de, 2577 sayılı Yasanın 13. maddede belirtilen 1 yıllık süre içerisinde İdare Mahkemesinde bu davanın açıldığı anlaşıldığından, davanın süresinde olduğunun kabulü ile temyize konu mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı Nevzat Özgür'ün Düşüncesi : Karar düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından istemin reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 sayılı Yasanın 54. maddesi uyarınca karar düzeltme istemi kabul edilerek Dairemizin 8.2.2006 tarih ve E:2003/4248, K:2006/1171 sayılı kararı kaldırıldıktan sonra işin esasına geçildi, temyiz istemi yeniden incelenerek gereği görüşüldü:
Dava, davacılara ait Bayburt İli, Aydıntepe İlçesinde, ... sayılı parselde bulunan tarlanın yanından geçen, DSİ'ye ait sulama kanalından taşma nedeniyle sular altında kalmasından dolayı uğranıldığı iddia olunan 6.000 YTL maddi zararın yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Trabzon İdare Mahkemesince, İdare Mahkemesinin görevine girdiği halde görevsiz yargı yerinde açılan davanın görev yönünden reddi halinde görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren otuz gün içinde İdare Mahkemesinde dava açılması gerekirken, kesinleşme tarihinden sonra ellinci gün olan 25.4.2003 tarihinde açılan davanın süresinde olmaması nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı Yasanın doğrudan doğruya tam yargı davası açılmasını düzenleyen 13. maddesinde; idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği kurala bağlanmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacıların ekili ürünlerinin bulunduğu ... sayılı parsel sayılı taşınmaza 25.6.2002 tarihinden itibaren DSİ kanalından su sızmaya başladığı, ekili ürünlerin gördüğü zararın belirlenebilmesi için 9.9.2002 tarihinde tespit yaptırıldığı, tespit sonrası düzenlenen 8.10.2002 tarihinde bilirkişi raporuyla zarar gören taşınmazların durumunun, 14.10.2002 tarihli raporla idarelerin kusur oranlarının, 17.10.2002 tarihli bilirkişi raporuyla da uğranılan zararın miktarının belirlendiği, bu raporlara istinaden davacılar tarafından 28.11.2002 tarihinde adli yargıda tazminat davası açıldığı, adli yargı yerince 21.1.2003 tarihinde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği, bu kararın 6.3.2003 tarihinde kesinleştiği, daha sonra dava dosyasının Nisan 2003 ayında İdare Mahkemesine gönderildiği, İdare Mahkemesinin 16.4.2003 tarihli kararıyla esas kaydı kapatılarak dosyanın Mahkemesine gönderilmesi üzerine, idare mahkemesinde 25.4.2003 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, her ne kadar görevsizlik kararının kesinleşme tarihinden itibaren 30 gün içinde idari yargıda dava açılmadığı gerekçesiyle süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de, yukarıda metni yazılı 13. maddede belirtilen 1 yıllık süre içerisinde İdare Mahkemesinde bu davanın açıldığı anlaşıldığından, davanın süresinde açıldığının kabulü gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesine uygun bulunan davacıların temyiz isteminin kabulüne, Trabzon İdare Mahkemesinin 21.5.2003 tarih ve E: 2003/377, K:2003/431 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 13.02.2007 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
AZLIK OYU
Kararın düzeltilmesi dilekçesinde öne sürülen hususlar 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun değişik 54. maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından karar düzeltme isteminin reddi gerektiği oyu ile çoğunluk kararına katılmıyoruz.


2. kararda ise, bir yıllık süre (iyuk 13. maddede belirtildiği gibi) idareye başvurma süresi olup, idarenin talebi red etmesi veya red etmişs ayılması durumunda davanın 60 gün içinde açılması gerektiğini, adli yargının görevsizlik kararı vermesinden sonra davanın idari yargıda 60 gün içinde açılmadığı gerekçesi ile süre aşımı yönünden reddinin gerekli olduğunu belirtiyor.

2. kararda kafayı karıştıran unsur,
a) adli yargı görevsizlik nedeni ile reddetmiş olsa bile, 1 yıllık hak düşürücü süre dolmadı ise, davanın her halükarda süresinde olduğu, bu güne değin ki düşüncemdi.
b) uygulamada"ıslah" müessesi olmadığı için her halükarda 1 yıl içinde fazlaya ilişkin olarak düşündüğümüz haklarımıza ilişkin tam yargı davası açabiliyorduk. oysa olayı öğrendiğimiz tarihten itibaren bir yıl içerisinde idareye başvurmaksızın, idare mahkemesinde dava açsak bile, idari merci tecavüzü sebebi ile idare mahkeemsince dilekçemiz, idareye yolanacağı ve bu durumda da idarenin talebimizi reddettiğini düşünürsek, açabileceğimiz herhangi bir ek davayı, idarenin idare mahkemesine verdiği cevap tarihinden itibaren 60 gün içerisinde açmamaız icap eder. ama danıştay, olayın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde ( en geç davanın açıldığı tarih olayın öğrenildiği tarih sayılacak) ek dava açabileceğimizi belirtiyor.

KARAR-2:
T.C.
DANIŞTAY
Onuncu Dairesi
: 2003/2606
: 2006/2572
: 20.04.2006

ÖZET : • YARGILAMA USULÜ
• GÖREVSİZLİK KARARI
• İDARİ YARGIDA DAVA
İÇTİHAT METNİ
ÖZET :
Görevsizlik kararı üzerine otuz günlük süre içinde idari yargıda dava açılmamış ise, davanın diğer yargı yerlerinde açılmış olan dava dikkate alınmadan, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca davanın süresi içinde açılmadığının incelenmesi gerektiği hakkında.
İstemin Özeti : Kayseri İdare Mahkemesince verilen 18.7.2002 tarihli ve E:2001/68, K:2002/736 sayılı kararı hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Birgül Kurt'un Düşüncesi: İdari eylemden zarar gören ilgililerin, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri zorunlu olup, bu yönde yapılan başvuru açılacak olan davanın süresine de başlangıç oluşturmaktadır. Başvuru yapıldıktan sonra süreç başlamış olduğundan, maddede öngörülen süre içerisinde dava açılması gerekmektedir. İdareye başvuruları söz konusu olmamak koşulu ile idari yargının görev alanına giren bir tam yargı davası nedeniyle adli veya askeri yargı merciilerine açılan tam yargı davalarında verilen görev yönünden ret kararından sonra, 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde belirlenen 30 günlük süre içinde yada dava hakkı ihlal edilenlerin eylemi öğrenmelerinden itibaren bir yıllık ( her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ( süre geçmemiş ise idareye başvurularak veya doğrudan anılan Yasanın 13. maddesinde belirlenen süre içerisinde dava açılması mümkün ise de; 2577 sayılı Yasada idareye başvuru yapmadan önceki döneme ilişkin olarak öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin, idareye başvurularak dava açma süresinin başlatılmasından sonra yeniden dikkate alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacıların davalı idareye 1.6.2000 tarihinde başvurarak maddi ve manevi tazminat istediği, istemlerinin cevap verilmeyerek reddedildiği, Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü, Erciyes Üniversitesi ve Erciyes Üniversitesinde görevli üç doktor aleyhine tazminat davası açtıkları dava sonucu, Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.2000 tarihinde kesinleşen kararı ile davanın Erciyes Üniversitesi ile ilgili kısmının görev yönünden, doktorlarla ilgili kısmının husumet nedeniyle reddine, Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgili olarak ise dava dosyasının ayrılmasına karar verildiği, davacıların 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen otuz günü geçirerek 12.01.2001 tarihinde bu davayı açtığı bu davanın 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde öngörülen süre içinde de açılmadığı gerekçesiyle temyize konu kararın ile bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı Radiye Tiryaki'nin Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle İdare Mahkemesi kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:
KARAR :
Dava, vaktinden önce doğan ...'a yanlış tedavi uygulaması sonucu gözlerinin görme yetisini kaybettiğinden bahisle yasal faiziyle maddi ve manevi tazminat verilmesi istemiyle açılmıştır.
Kayseri İdare Mahkemesince, davacıların tazminat ödenmesi istemiyle adli yargıda açtıkları davanın görev yönünden reddi yolunda verilen kararın kesinleşmesinden sonra 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen 30 günlük süre içinde bu davanın açılmadığı ancak idari dava açma süresi aşılmadığından, davada süre aşımı bulunmadığı, ...'un gözlerinin görme unsurunda eksiklik meydana gelmesinde, davalı idareye bağlı ... Hastanesinde yapılan tedavinin etkisinin olup olmadığının tespiti amacıyla dava dosyasının Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderildiği, bu Kurumun 2. İhtisas Kurulunca verilen 27.5.2002 tarihi raporda, Rabia Koç'un her iki gözünde bulunan retrolental fibroplazi hastalığının ( ROP ( , bebeğin vaktinden önce ve düşük doğum tartılı doğmasına bağlı olarak ana karnında gelişmesini tamamlayamaması, retina damarlarının normal konsantrasyonunda da olsa oksijenle temas etmesi halinde, göz içi retina hasarlarının meydana gelebileceğinin tıbben bilindiği, ... Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan tıbbi işlemlerin usulüne uygun olduğu ve bebeğin gözlerinde ortaya çıkan arızanın bakım kusuru veya hatalı tedaviden kaynaklanmadığının bildirildiğinin anlaşıldığı, ...'un tedavi ve bakımında davalı idareye yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı, dolayısıyla bebeğin gözlerinin zarar görmesinin asıl nedeninin prematüre doğmuş olmasından kaynaklandığı anlaşıldığından, davacılar tarafından talep edilen maddi ve manevi tazminatın kabulüne olanak bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar, anılan kararın temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 9. maddesinde;
"1- Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.
2- Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir," hükmü yer almıştır.
Anılan yasa hükmü, görevsiz yargı yerine başvuru halinde ilgililere görevli yargı yerinde dava açma hakkını tanımakta; süresi içinde dava açılmak şartıyla görevsiz yargı yerinde açılan davanın, görevli yargı merciinde açılmış sayılmasına olanak sağlamaktadır..Ancak görev ret kararı üzerine otuz gün içinde dava açılmaması halinde, anılan yasa hükmünün uygulanamayacağı, ilgililerin diğer yargı merciine açtıkları davanın idari yargıda açılmış sayılamayacağı da açıktır. Dolayısı ile görevsizlik kararı üzerine otuz günlük süre içinde idari yargıda dava açılmamış ise, davanın diğer yargı yerlerinde açılmış olan dava dikkate alınmadan yukarıda anılan madde hükmü uyarınca, doğrudan doğruya tam yargı davası açılması halinde dava açma süresini düzenleyen, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde belirtilen dava açma süresi içinde açılıp açılmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
2577 sayılı Yasanın 13. maddesiyle ise ;"1- İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
2- Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz" düzenlemesi yapılmıştır.
Davanın incelenmesinden, ...'un 24.9.1999 tarihinde Kayseri ... Hastanesinde dünyaya geldiği, aynı gün ... Hastanesine sevk edildiği, bilateral retrolentral fibroplazi tanısıyla 25.4.2000 tarihinde ... Göz Hastanesine sevk edildiği, bu hastanece yapılan incelemeler sonucu retrolental fibroplazi ( ROP ( hastalığı tanısı konulduğu, davacıların 1.6.2000 tarihinde maddi ve manevi tazminat istemiyle yaptıkları başvurunun cevap verilmeyerek reddedildiği, Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü, Erciyes Üniversitesi ve Erciyes Üniversitesinde görevli üç doktor aleyhine açılan tazminat davası sonucunda, Kayseri 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.2000 tarihinde kesinleşen kararı ile davanın Erciyes Üniversitesi ile ilgili kısmının görev yönünden, doktorlarla ilgili kısmının husumet nedeniyle reddine, Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgili olarak ise dava dosyasının ayrılmasına karar verildiği, davacıların 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen otuz günlük süreyi geçirerek 12.01.2001 tarihinde bu davayı açtıkları anlaşılmıştır.
Bu durumda, 2000 yılı Nisan ayında ...'un görme yetisini kaybettiğini öğrenerek yanlış tedavi ( fazla oksi£en verilmesi nedeniyle görme kaybına uğranıldığı ( nedeniyle zarara uğradıklarından bahisle tazminat verilmesi istemiyle, Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü'ne 1.6.2000 tarihinde başvuran ve istemlerine altmış gün içinde cevap verilmeyen davacıların, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde öngörülen ikinci altmış günün sonu olan 29.9.2000 tarihine kadar dava açmaları gerekirken, 12.1.2001 tarihinde açtıkları davada süre aşımı bulunmaktadır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenler ile davacıların temyiz isteminin reddiyle 2577 sayılı Kanunun 49. maddesi uyarınca Kayseri İdare Mahkemesinin verilen 18.7.2002 tarihli ve E: 2002/68, K:2002/736 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle sonuç itibariyle onanmasına, 20.04.2006 oybirliğiyle karar verildi.
Old 07-01-2011, 21:38   #22
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

Kararlarda bir zıtlık göremedim.
1. karara göre; 30 gün içinde idari yargıda dava açılmasa bile, 1 yıllık süre içerisinde idari yargıda dava açılabilir.
2. Karara göre de; 30 gün içinde idari yargıda dava açılmamış ise, 13. madde uyarınca davanın 1 yıllık süre içinde açılıp açılmadığına bakılır.
İki karar da aynı doğrultuda bir zıtlık söz konusu değil, kanaatindeyim.
Old 08-01-2011, 14:42   #23
avenginakbaba

 
Varsayılan

sayın d-karaca, sanırım ikinci kararaı yeteri kadar dikkatle incelyemediniz. bu sebeple, sonuç kısmını ve bir önceki paragrafı tekrar aynen yazıyorum.


Bu durumda, 2000 yılı Nisan ayında ...'un görme yetisini kaybettiğini öğrenerek yanlış tedavi ( fazla oksi£en verilmesi nedeniyle görme kaybına uğranıldığı ( nedeniyle zarara uğradıklarından bahisle tazminat verilmesi istemiyle, Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü'ne 1.6.2000 tarihinde başvuran ve istemlerine altmış gün içinde cevap verilmeyen davacıların, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde öngörülen ikinci altmış günün sonu olan 29.9.2000 tarihine kadar dava açmaları gerekirken, 12.1.2001 tarihinde açtıkları davada süre aşımı bulunmaktadır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenler ile davacıların temyiz isteminin reddiyle 2577 sayılı Kanunun 49. maddesi uyarınca Kayseri İdare Mahkemesinin verilen 18.7.2002 tarihli ve E: 2002/68, K:2002/736 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle sonuç itibariyle onanmasına, 20.04.2006 oybirliğiyle karar verildi.

---
dikkat etti iseniz, 01/06/2000 yılında idareye başvurulmuş, daha sonra adli yargıda dava açılmış, görev nedeni ile reddedilmiş daha sonra ise 30 günlük süre geçtikten sonra 12/01/2001 tarihinde ( yani olayı öğrendikten sadece 5 ay sonra ) idare mahkemesine dava açılmış, ama 60 günlük süre içerisinde açılmadığından bahisle 10. daire oy birliği ile süre aşımını kabul etmiş...
Old 08-01-2011, 15:32   #24
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım, haklısınız ikinci kararda bir ayrıntı daha var.
İkinci karara konu olayda adli yargıda dava açılmadan IYUK. 13'e göre idari makama ön müracaatın yapıldığı, bu suretle 13 maddenin işletildiği, ardından adli yargıda dava açıldığı, adli yargının görevsizlik kararından sonra da 30 günlük sürenin geçirildiği anlaşılıyor. Bu durumda, adli yargı öncesi ilk ön müracaat esas alınarak yapılan incelemede, 1 yıl içinde olmasına rağmen 60 ar günlük sürelerin geçtiğinden dolayı davanın reddedildiği anlaşılıyor. IYUK. 9/2 hükmü; "idari dava açılması için öngörülen süre (ki bu sadece bir yıl demek değil, 60'ar günlük süreler de dahil) henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir" hükmü gereği 60 günlük süreden dolayı idari dava reddedilmiş, şeklen doğru gözüküyor.
İlk kararda adli yargıda dava açmadan önce idareye müracaat yok. Bu durumda adli yargının görevsizlik kararından sonra sadece 1 yıllık süreye bakılmış.
Haklısınız, ikinci kararda 60 gün ayrıntısı var.
Old 08-01-2011, 15:52   #25
avenginakbaba

 
Varsayılan

buradan şu soru çıkıyor:
olayı öğrendiğimiz gün idari mahkemelerde tam yargı davası açmamız durumunda, idare mahkemesi, idareye başvurulmadan dava açıldığı gerekçesi ile dava dilekçemizi merci tecavüzüne konu edecek ve kendiliğinden idareye gönderecek. ( örneğin olayı 01/01/2010'da öğrenmiş olalım.) idare ise dilekçe mahkemeden geldiği için 60 gün içinde cevap verecek ve ya vermediğini düşünelim. dava açma süresi bizim için 03/03/2010 da başlayacak 02/05/2010 ise dava açmanın son günü... bir yukarıdaki karara göre durum bu...

ancak danıştay, olayı öğrendikten sonra fazlaya ilişkin hakların olduğu düşüncesinde ise kişi 1 yıl içinde ek dava açabileceğini belirtiyor... bu durumda, öğrenme üzerine açılan ilk dava 120 gün sonra bizim hak düşürücü süre nedeni ile ( dava açma süresine uymadığımız gerekçesi ile) ek davamızın reddine neden olması gerekir.

son kararda ki 60+60 günlük süre içerisnde dava açılması kanun mantığına uygun ama yine de halihazırda kafa karıştıran ve birbiri ile çelişen uygulamalar mevcut... sanırım ek davalar ile ilgili kararları biraz daha incelemekte fayda var.
Old 08-01-2011, 16:34   #26
avenginakbaba

 
Varsayılan

en iyi yöntem: tam yargı davalarını adli yargıda açmaktır...
Old 08-01-2011, 23:39   #27
Av.Dursun KARACA

 
Varsayılan

Adli yargıda 1 yıl içinde ek dava açıldığında, ek davanın görevden reddi halinde o dava için idari yargıda 30 günlük dava açma süresinin başlayacağını kabul etmek gerekir. Bu süre içinde ikinci idari dava açılır, ilk açılan idari dava ile birleştirilir kanaatindeyim. Zira, her iki dava da adli yargıda 1 yıl içinde açılmış, adli yargıdaki görevsizlik kararından sonra da idari yargıda 30 günlük sürede açılmıştır, diye düşünüyorum.
Old 09-01-2011, 13:28   #28
Av. Muzaffer ERDOĞAN

 
Varsayılan

Ben tartışmayı gene başa taşıyacağım.

Verilen bir yüksek mahkeme kararı ile İYUK 31 de sayılan hallerin "tahdidi" olduğu kabul edilmiş ve bu görüş üzerinden uygulamaya devam edilmiştir. (Sn. Akpunar tersi düşünceyi/yorumu içeren kararları eklemiştir.)

Ben hala sayılan hallerin tahdidi olmadığı kanısını taşımaktayım. Sayılan hallerin tahdidi olduğunun kabulü halinde "bu kanunda hüküm bulunmayan haller" ibaresi anlamsız kalacaktır.

Kanun koyucunun amacı bu halleri tahdidi olarak saymak olsaydı "bu kanunda hüküm bulunmayan haller" ibaresini koymadan HUMK'un uygulanacağı halleri sayıp geçerdi.

Açıkladığım gerekçe ile ben yüksek mahkeme kararlarına rağmen sayılan hallerin tahdidi olmadığı, tahdidi kabul edilmesi halinde "bu kanunda hüküm bulunmayan haller" ibaresinin anlamsız kalacağı, mahkemenin de yasa koyucu yerine geçerek yasanın içeriğini yorum yolu ile bu kadar değiştirmesinin yanlış olacağı, bu nedenle ıslahın mümkün olduğu kanısındayım.

Saygılar.
Old 21-01-2011, 02:13   #29
hukukcugokhanozkan

 
Varsayılan

İdari yargıda ıslah mümkün değildir,kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanmaktadır ve bu nedenle davayı değiştirme ve genişletme yasağı idari yargıda geçerli değildir,dolayısıyla ıslaha gerek de yoktur).Ayrıca tanık ve yemin(kendiliğinden araştırma ilkesi uygulandığı için yine) delillerine de başvurulamaz.
Old 20-09-2011, 12:45   #30
avenginakbaba

 
Varsayılan "idari davada ıslah için" yeni bir af çıktı gibi...

yeni borçlar kanunu 72. maddesi eski borçlar kanunu'nun 60. maddesine atıf yaparak "Ancak tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü bir fillden doğmuşsa, , bu zaman aşımı uygulanır" demektedir.

bu fıkra idari yargıda ıslah için tek başına yeterli değildir.

ancak yeni 6100 sayılı HMUK 3. maddesinde özetle: her türlü idari eylem ve işlemden kaynaklanan ve kişinin vücut bütünlüğüne yönelik tazminat davalarının asliye mahkemelerinde açılacağını belirtmiştir.

iki madde birlikte incelendiğinde, kişinin vücut bütünlüğüne yönelmiş her eylem eğer idarenin sorumluluğunu gerektiriyor ise, "yetkili makamdan soruşturma izni verilmiş olsun ya da olmasın" ceza kanunlarınca suç teşkil edecektir.

yukarıdaki açıklamamızdan da anlaşılacağı üzere, 01.06.2005 tarihinden öncesi herhangi bir vücut bütünlüğüne zarar gelmesi durumunda 5- dosyanın yargıtaya gitmiş olması durumunda 7,5 yıl, zararın birden fazla kişiye gelmiş olması durumunda ise 10 yılve 15 yıllık zamanaşımı olacaktır.
01/06/2005 tarihinden sonrakiler içinde bu süre 8 yıl, 12 yıl, 15 yıl ve 22,5 yıl şeklinde olacaktır.

yani idarenin eylemi veya işlemi veyahutta idarenin bir eylemi yada işlemi olmamış olsa bile idarenin sorumlu olduğu alanda vücut bütünlüğüne yönelik eylem ceza kanunlarınca suç sayılabilir diyor isek, yeni zaman aşımımız 22,5 yıl olacak ve dava da asliyede açılabileceği için ıslah yapmamız mümkün olacaktır. kaldıki, idari davada kesinleşmiş davalar için bile artık fazla kısımlar için dava açılabilecektir.

acaba bu noktada, idarede açılan davaların dava dilekçelerinde fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olmasıı istenebilecek midir?
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Boşanmada İslah recepbarlas Meslektaşların Soruları 3 04-03-2007 03:03
Davanın tamamen ıslah edilmesi ile faiz ıslah tarihinden itibaren mi istenecektir? Av.E.Fırat Kuyurtar Meslektaşların Soruları 8 26-02-2007 21:55
ıslah Av.Demet Meslektaşların Soruları 2 08-02-2007 15:34
iş hukukunda ıslah meryem kalay Meslektaşların Soruları 7 11-11-2006 21:52
ıslah ile davalı değiştirme balturk Meslektaşların Soruları 6 30-06-2006 09:36


THS Sunucusu bu sayfayı 0,15593410 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.