Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Patent Hakki / Tekel Hakki ..

Yanıt
Old 22-11-2006, 11:51   #1
ege

 
Varsayılan Patent Hakki / Tekel Hakki ..

Merhaba,

geçtiğimiz günlerde PATENT konusunda ilginç bir tartışma/ görüş ortamı yaşadık arkadaşlarımızla. Bu konuyu bende sizlerle de paylaşmak istedim.

Bildiğiniz gibi PATENT ,
tekniğe uygulanabilen, yeni, yani bilinen durumu aşan ve BULUŞ niteliğine haiz çalışmalara PATENT verilerek ,buluşu yapanı koruma altına alınmaktadır.
Patent verilmesinin temel unsuru ise patent verilmesi karşılığında bilginin kamuya açıklanmasıdır.
Patent alındıktan sonra da 3 yıl içinde patent alınan buluşun kullanılması esastır. Aksi halde koruma hakkı kalkar ve kamuya ulaşan bilgiyi üçüncü şahıslar kullanmaya başlayabilir.

Dünyada en çok patent başvurusunda bulunan firma ve iştigal konularına baktığımız zaman,
bilgisayar teknolojisi ve sağlık (ilaç) konusunda patent başvuruları ön sıralarda yer almakta daha sonra savunma -silah sanayiinde patent başvurusu görülmektedir.

ABD -Japonya-Çin Ülkeler bazında patent başvurusunda ilk sıralarda yer almaktadır.

Patent hakkı aynı zamanda bir TEKEL hakkı da mı doğurmaktadır?
Temel tartışma noktamızı bu olarak belirlemek istiyorum

Çok ciddi ARGE giderleri harcıyarak,tekniği ve bilgiyi biraraya getirerek ortaya çıkan yeni bir BULUŞ un ,
hiçbir ArGe faaliyetine gerek duymayanlarca kolaylıkla paylaşılması ne kadar adil değil ise de,

örneğin sağlık konusunda(genetik gelişmeler/Kanser /Aids)
yapılan buluşların toplum sağlığı hizmetine sunulması sırasında ortaya çıkan dev katmadeğerler aynı zamanda ve bir anlamda ülkelerarası sömürge aracı olabilmekte midir?

Toplum ve insan sağlığı açısından etik değerlerin koruması
bu anlamda nasıl olmalıdır?

Yine örneğin silah/savunma sanayiinde ki patent hakları nedeni ile ülkelerin savunma sanayinde diğer ülkelere bağımlı kalmak zorunda oluşu da sömürgeleşme aracı değil midir?

Patent hakkı konusunda imzalanan uluslararsı sözleşmeler yalnızca buluş hakkı sahibini korumaktadır, yoksa aynı zamanda teknolojik üstünlükte bir tekel hakkı sözleşmeleri anlamına mı gelmektedir?

bu soruları ve PATENT hukukundaki etik değerleri hukuk felsefesi anlamında tartışabilir miyiz?

saygılarımla.
Old 27-11-2006, 11:50   #2
ege

 
Varsayılan

Sayın vedaist,

patente konu buluş yapmak elbette daha iyi ama,
biz hukukçuların patente konu olabilecek , yeni ve tekniğe uygulanabilir bir buluş gerçekleştirme imkanı pek yok ne yazık ki.
Biz tartışma konusu olarak patent hakkının hukuksal korumasının aynı zamanda toplumsal etkilerini de değerlendirebildiğimizde hukuksal düzenlemede yapılması gerekli değişiklik ve düzenlemeleri sağlayabiliriz sadece.
bu yüzden olası ihtimalleri farklı bir pencereden tartışalım derim.
Old 07-02-2007, 14:14   #3
Hekimbaşı

 
Varsayılan Hukukçu değil, etkilenen vatandaş görüşleri

Sn.Katılımcılar,

Yaklaşık 2 ay sonra bu konuda bir ileti yollamak ne kadar doğru oluyor, bilmiyorum.
Ancak; fikri hakların telif hakkı (Copyright) dışında kalanlarının tekelleşme ve
küreselleşme sırasında büyük kapitallerin çıkarlarını koruma açısından büyük önem
taşıdığını düşündüğüm için, tartışmayı canlandırarak bu konuya dikkat çekmek isterim.

Fikri haklar konusunda WIPO, USPTO, EPO daki belgeler, uluslararası antlaşma ve sözleşmeler
yanında USPTO, EPO ve çeşitli ABD mahkeme kararlarını inceledim. Özel ilgi alanım yazılım
telif haklarıyla markalar yanında; yazılım, donanıma gömülü yazılım ve iş süreçlerini
konu alan patentler oldu.

Derlediğim bilgileri özet olarak sunmakta yarar görüyorum. Böylece konuya uzak arkadaşların
genel hukuk ilkeleri ve felsefe açısından da olsa konuya katılımlarını sağlamak mümkün olacak.
Asıl amacım, fazla enine boyuna düşünülmeden, alelacele imzalanan uluslararası sözleşmeler
ve AB uyumu gereği yapılan işlemler sırasında gözden kaçan noktalarda siz hukukçular
arasında bir kamuoyu oluşturmak.

FİKRİ HAK TÜRLERİ VE FELSEFELERİNE İLİŞKİN ÖZET
===============================================
Fikri haklar aslında çok basit bir gerekçeye dayanıyor: yaratıcı unsur taşıyan herşey
üzerinde yaratıcısının tasarrufu dışında ticari işlemler yapılmasının önüne geçmek.

Bunu gerçekleştirebilmek için önce tanımlar yapılmış. Tabii ki farklı zamanlarda, farklı
biçimlerde. Sonradan ülkeler arasında homojenizasyon yoluna gidilmiş.

Telif Hakkı (ABD = Copyright)
===========
İlk tanım, telif hakkıyla (copyright) ilgili. Önce metinler için tanımlanan bu hak, sonra
besteler, çizimler, derlenmiş bilgiler için genişletilmiş. Ama özünde bir çoğaltma ve yayma
hakkı. Yani bir metni ortaya çıkaran kişi veya kişilerin izni olmaksızın o metinden
yararlanılamıyor. Bir makale yazdıysanız, o makaleden belli miktarın üzerinde alıntı yapılamıyor.

Bunun üç istisnası var:
1. Kataloglama: telif hakkını kayıt altına alan tescil kuruluşlarındaki kullanımlar. Bunların
sınırı yok.

2. Kamu yararına sunulan kopyalar:

a) kütüphanelerdeki kullanımlar. Bunlara da sınır yok, ancak hakkın sahibi bunların miktarı
hakkında bilgilendirilmeyi isteme hakkına sahip.

b) eğitimdeki kullanımlar. Aynen kütüphane kullanımı gibi. Ayrıca, öğretmenler ve öğretim
üyeleri derslerinde istedikleri gibi kullanmakta özgürler; ancak kaynağını belirterek.

3. Hakkaniyetli kullanım: ticari bir metada dahi olsa, nereden ve nasıl alındığını
belirtmek kaydıyla alıntı yapılması. Bunlarda sınır değişken olabiliyor; ancak genel kabul,
bir paragraftan kısa olması, mümkünse kelimesi kelimesine aynı olmaması, veya öyleyse de
tırnak işareti vb yollarla aynen alındığının belirginleştirilmesi. Alıntı daha uzun olacaksa
veya sahibi alıntı için izni kesinlikle şart koşmuşsa, sahibinden izin alınması gerekiyor.

Telif hakkı, halka açık biçimde yayınlanmayla kendiliğinden devreye giren bir hak. Tescili
gerekmiyor, dolayısıyla tescil kuruluşu genellikle yok. Ancak, ABD vb ülkeler cüzi bir ücret
(20 USD gibi) karşılığı bunları tescil eden kuruluşlara sahip ve tescil ettirmiş olmak
mahkeme sürecinde avantaj sağlıyor, sen yaptın ben yaptım tartışmalarına yer kalmıyor.
Özellikle fuarlar, bilimsel toplantılar gibi yerlerde yapılmış sunumlara ilişkin telif hakkı
sorunları çıkıyor, çünkü bunlar halka açık yayınlama, fakat her zaman belgelenmesi, yani
zaman, yer ve içeriğin kesin olarak saptanması mümkün olamıyor. Bunun önüne geçmek için
uluslararası toplantıların akreditasyonu yoluna bile gidilmiş. Tutanakları tutulmayan
akredite olamıyor. Yine de, böyle bir toplantıda sunulan şey, telif dışında bir fikri hakka
konu edilecekse, altı ayı geçirmeden girişimde bulunulması gerekiyor.

Marka Hakkı (ABD = Trademark = TM, Servicemark)
===========
Bütünüyle ticari anlamda olan bu hak, tüccarın veya belli bir mal ya da hizmetinin söhretini
korumaya yönelik düşünülmüş. Bir sözcük dizini, slogan olabileceği gibi; bir şekil de olabilir.
Renk unsurlarıyla ayırdedicilik kazandırılabilir, veya kazandırılmamış olabilir.

Başlangıç dönemlerinde yeterince ayrıntılı tanımlanmadığı için oldukça büyük sıkıntılara yol
açan bu hak, artık yerleşik uluslararası tanımlara sahip, ve sözcük olarak ne bir ürünü, ne
bir nesneyi, ne de işlemi ifade etmesine izin veriliyor. Örneğin, 'elma' diye bir marka tescil
ettiremezsiniz. 'Seri' veya 'Hızlı' da marka olamaz; çünkü sıfat veya isim; ve bilinen, dilde
yeri olan sözcükler. Fakat seri yolla üretilen elma sularınızı 'SelMaSu' diye bir markayla
pazara sunmak isteyebilirsiniz. Bu durumda, markanızı oluşturup tescil ettirmeniz gerekir, ki
başkası aynı veya çağrışım yapan bir adla elma suyu üretip satamasın.

Dikkat ettiyseniz, özellikle elma suyu dedim; çünkü tesciller mal ve hizmet sınıfı temelinde
yapılıyor. Yani, aynı adlı bir koltuk satılmasına engel olamayabilirsiniz. Bunu sağlayabilmek
için markanızın tescili sırasında koltuk sınıfını da dahil etmeniz gerekir. Tabii ki, her mal
veya hizmet sınıfı için ayrı ücret ödemek zorunda kalırsınız.

Burada yine de ince bir nokta var: her ne kadar koltuk için SelMaSu markasını tescil ettirmemiş
de olsanız, birisi bu adla koltuk satışına giriştiğinde, onu şöhretinizi sarstığı gerekçesi ile
dava edebilir, hatta kazanabilirsiniz. Buradaki incelik; sizin o markanızın çok tanınmış ve
kalitesiyle nam salmış olması; buna karşın benzer markayla koltuk üretenin kötü şöhrete yol
açan, kötü bir ürün satmakta olmasıdır.

Bazı firmalar markalarını tescil ettirmemekle büyük kayıplara uğramışlardır. Örneğin, 'ÇekYat'
bir marka olmadan çok önce meşhur olmuş ve birçok firma tarafından kullanılmıştır. Sözcüğün
belli bir ürünü ifade eder hale dönüşmesinden sonra tescili ise mümkün olsa bile, iş işten
geçmiştir. Benzer biçimde 'Kleenex' ABD nde, 'Selpak' da ülkemizde kağıt mendiller için ortak
bir ifade haline gelmiştir. İnsanlar 'kağıt mendil yok mu?' değil 'Selpak yok mu?' diye
sormaktadırlar. Ancak, Selpak tescilli bir markadır ve bundan hoşnuttur, çünkü kullanım ticari
amaç taşımamaktadır. Buna karşın, bir süpermarketin kağıt mendil reyonuna 'Selpaklar' adını
vermesi ve orada bütün kağıt mendilleri sergilemesi, markanın kötüye kullanımı anlamı taşır.

Marka hakkı, tescille kazanılan bir haktır, fakat hakkın kesinleşmesi için tescilden sonraki
üçüncü yılın sonuna dek tescil edildiği hizmet veya mal sınıfından bir üründe kullanılması
ve bunun tescil kuruluşuna bildirilerek kanıtlanması gerekir. Aksi taktirde markanız kamu
malı haline gelir ve satışa çıkarılabilir.

TPE de marka tescil başvuruları en az 7 ay sürmektedir.

Coğrafi İşaretler - (ABD = Topographic Signs)
-----------------
Markaların özel bir türüdür ve sivil toplum kuruluşu, devlet kuruluşu, örgütler, kalite belgesi
veren veya onaylayan kuruluşlarca kullanılır. Örneğin İTO = İstanbul Ticaret Odası anlamına gelir
ve bir şekille tescil edilmiştir, sadece üyeler tarafından kullanılabilir. Elbette, bu tür
işaretleri kimin, nasıl kullanacağına dair kuralları tescil ettiren kuruluş belirlemektedir. Bu
kurallara aykırı kullanımlar dava konusu olabilir. İSO, TSE gibi markalar da bunlardandır.

Tasarım Hakkı - (ABD = Design Patent)
=============
Uluslararası alanda tanımı hala karışık olan bir konudur. Aslında, bir ürünün raftaki
görünüm ve bıraktığı izlenimdeki özgünlüğü koruma altına almaktadır; yani tüketicinin
ürünü nasıl gördüğü önem taşır. ABD deki uygulamada artistik unsurlardan önce, yenilik
unsuru aranmaktayken, AB deki uygulamalarda artistik unsurlar yeterlidir. Örneğin;
kamyonda daha stabil taşınmayı sağlayan damacana biçimleri ABD de ancak yeni bir üstüste
yerleştirme düzeni sağlıyor veya fiziksel olarak daha güvenli bir istifi mümkün kılıyorsa
design patent alabilmekte iken, AB de sadece farklı biçimde olması yeterli olabilmektedir.
Renk unsuru çoğu zaman geri planda kalmakla birlikte, AB deki uygulamalarda çarpıcı ve
farklı izlenime yol açan renk bölmelemeleriyle bile tasarım koruması alınabilir. ABD de
ise bu tür salt yüzeysel farklılıkların koruma için yeterli olamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Zaten bu nedenle hakka verilen isimler de farklıdır.

Ülkemizdeki uygulama AB çizgisinde sürmektedir. Fakat bu yolla elde edilen hakkın ABD
de tescili, dolayısıyla korunması da olanaksızdır.

TPE de tasarımın tescili marka tescilinden biraz uzun sürebilmektedir. Zaten tasarımın
daha önceden dünyanın başka bir yerindeki bir üründe kullanılmamış olması şartı nedeniyle
bir tarama yapılması gerekmektedir.

Tasarımların da, markalar gibi, bir üründe kullanılması gerekmektedir. Fakat zaten yapısı
itibariyle çoğu zaman ürünün kendisi ile tescile başvurulduğundan, bu sorun olmamaktadır.
Tasarımlardaki kullanım zorunluğu aynı zamanda o tasarımın üretilebilirliğinin kanıtı
sayılır. Markalarda ise sadece başkalarının yararlanma hakkını kısıtlamayı önlemek
amaçlıdır; üretim elbette söz konusu olamaz.

WWW Alan Adı Hakkı - (ABD = NIC)
==================
Oldukça uzun bir süre sadece IP adreslerinin kontrolu ile yetinmiş olan internet / www
konsorsiyumu, bilgisayar kullanımının neredeyse herkese yayılmış olmasından dolayı belli
bir süredir alan adları için de kurallar geliştirmiştir. Bunun nedeni, vasat kullanıcıların
IP adreslerine çevrilebilen alan adları ile sisteme giriyor olmalarıdır.

Doğal olarak, IP adresleri daha doğrudan erişim sağlamaktadır; alan adı sadece temsili
bir ifade olarak anlam taşır. Kimse aynı IP adresini aynı anda kullanmaz, ama tek bir IP
adresi zaman paylaşımlı kullanılabileceği gibi, birden fazla alan adı aynı IP adresine
de yönlendirilebilir. Temsili olması nedeniyle, markaları çağrıştırır türden bir koruma
gerekli hale gelmiştir; aksi taktirde, alan adları serbest bırakılsa idi, markalara ait
sözcük dizinlerini kötü niyetli kişilerin kullanımına engel olunamazdı.

Alan adlarında, com, net, gov gibi ara uzantılarla uk, tr, au gibi soneklerin kullanımına
da kısıtlamalar getirilmiştir. Fakat belki bundan daha önemlisi, kısıtlamaların tescilli
marka ve işaretlere bağlanmış olmalarıdır. Yani, com.tr uzantısını kullanırken sitenizin
adının marka tescilli olması şartı aranır.

Alan adı aslında bir fikri hak sayılmaz. Sadece fikri hakka sahip olanların o haklarının
internet alanında gasp edilmesinin önüne geçen önlemler koymuştur, o kadar.

Aslında bir alan adının kural dışı kullanımının önüne geçmek hemen hemen olanaksızdır.
Alan adı - IP adresi çevrimini sağlayan bir servis sağlayıcı bilgisayardaki güvenlik duvarını
aşabildiğiniz anda, o bilgisayar üzerinden bütün alan adlarına yapılan çağrıların kendi
sitenize yönlenmesini sağlamak bir saniyeden kısa sürer. Fakat farkedilmesi ve geri çevrilmesi
de aynı derecede kolaydır. Ondan sonra iş bunu gerçekleştiren korsanın IP adresini saptamaya
kalır. Zor olanı odur, çünkü işini bilen biri ağ adresi çevrimi yöntemleriyle yaptığı
işlemleri bir başka bilgisayardan yapılmış gibi göstermeyi becerebilir. Yeter ki niyeti kötü
olsun.

Bu konudaki en katı kuralları en tavizsiz biçimde uygulanlardan birisi de ODTÜ deki
alan adları birimidir.

Patent - (ABD = Utility Patent)
======
Fikri hakların en zor elde edilen ve en ayrıntılı incelenen türü bunlardır. 'Buluş belgesi' de
denen patentler tescille elde edilmektedir. Faydalı model ise her ülkede olmayan (Almanya ve
ülkemizde var örneğin, ABD de yok), buluş basamağı eksik yeniliklere verilen belgedir.

Bu noktada, önce patent verilirken nelere bakıldığını ele almakta yarar var:

1. Biçimsel yeterlilik: tescil kuruluşunun başvurularda bulunmasını istediği biçimsel koşullar.
Bunları yerine getirmeyen başvurular sonraki değerlendirmelere alınmaz.

2. Tekniğin bilinen durumunu aşma: dünyada bilinen yöntemlerle elde edilen bir sonucun daha hızlı,
verimli, kolay, ucuz veya daha az zararlı yollarla elde edilmesi gerekir; veya o güne değin ortada
olmayan bir ürünle sonuçlanması.

3. Yenilik: buluş, aşikar olmamalıdır; yani o güne değin bilinen malzeme veya yöntemlerin basitçe
biraraya getirilmeleri ile ortaya çıkarılamamalıdır. Mutlaka kendine özgü bir 'buluş aşaması'
içermelidir ve bu aşamanın başka disiplinlerden çalıntı olmaması gerekir.

4. Gerçekleştirilebilirlik: buluşun, ilgili alandaki ortalama bir uzman tarafından okunduğunda
sonuca ulaşabileceği kadar açık seçik anlatılmış olması gerekir. Yani, buluş her neyse, okuyanlar
bunu yapabilir hale gelebilmelidir.

Bu amaçlara ulaşmak için patent enstitüleri dört aşamalı bir süreç izlerler:

1. Biçimsel değerlendirme - sadece sekreteryal bir değerlendirme sayılır
2. İçerik değerlendirmesi - konusunda uzmanlarca anlaşılabilirliğine bakılır, dosyanın bütünlüğü
değerlendirilir, istemlerle açıklamalar arasındaki uyuma bakılır.
3. Uluslararası tarama - tarama kayıtlar üzerinden yapılır, aynı konudaki patentler incelenir,
yayınlar, bildiriler ve pazardaki ürünlerle karşılaştırılarak var olup olmadığı saptanır.
4. Buluş aşaması saptama - taramada belirlenmiş olan çerçevede yer alanlar ışığında buluş aşaması
ayıklanır. Bu noktada; dosyada patent verilmesi talebine konu olan istemlerin uygunluğu ve yenilik
değerine önem verilir.

Ülkemizde bütün başvurular için (1) ve (2) yapılabilmekte, ancak (3) ve (4) ancak belli alanlarda
yürütülebilmektedir. Uluslararası antlaşmalarda hangi konular için hangi ülke patent ofislerinin
yetkili oldukları belirtilmiştir. Her konuda yetkili ABD, Rusya, Japonya sayılabilir.

Patent başvuruları TPE de ortalama 3 yılda sona ermektedir. Her ne kadar koruma başvuru tarihine
geri götürülmekte ise de, uzun ve meşakkatli bir süreçtir ve pahalıdır. Pahalı olmasında tarama
ve buluş saptamaların yurtdışında yapılmaları büyük rol oynamaktadır. Birçok konuda, özellikle
günümüzün ileri teknoloji konularında (ki bütün dünyada bu alanlar yüklenmiş durumdadır) TPE bir
yazışma ofisi durumundadır.

Faydalı model belgesi alınırken (3) ve (4) e gerek yoktur. İtiraz askısında kalacağı için de
pek sorun çıkmamaktadır. Bu belge en hızlı, en kolay ve en ucuz elde edilen buluş belgesidir.

Benzer biçimde, ülkemizde bir de 'incelemesiz patent' süreci tanımlanmıştır. Bu türde de (3) ve
(4) e gerek yoktur. İtiraz askısına çıkartılır, itiraz olmazsa belgelendirilir. Fakat ne faydalı
model ne de incelemesiz patent belgelerinin uluslararası geçerliliği yoktur. Her an bir yabancı
şirket gelip sizi dava edebilir ve üretiminize engel koydurabilir. Ancak, bu durumda bile elinizdeki
ürünleri satın almak zorunda kalacaktır. Böyle bir olay ortaya çıkana dek yapmış olduğunuz ticari
faaliyetlerden doğan geliriniz ise sizde kalacaktır. Kötü niyetin kanıtlanması durumları hariç.

ABD de 'provisional application' ile de bir patent başvurusu yapılabilmektedir. Bunun amacı,
dosyanın içeriğini hazırlamak için bir yıla kadar ek süre tanımaktır. Sadece buluş hakkını
ne için talep ettiğinizi bildirirsiniz. Onu nasıl gerçekleştirdiğinizi sonradan tamamlamak
zorundasınızdır. Böyle bir uygulama başka yerde var mı, bilmiyorum.

Sıralanan üç tür belgelemenin elde edilme, koruma süre ve koşulları farklıdır.

Patentler de belli süre içinde kullanılmak zorundadır, kullanılmazlarsa satışa çıkarılabilirler.
Hatta çoğu zaman daha başvuru aşamasında yayına çıktıktan sonra satışa sunulacağı belirtilen
patentlere rastlanmaktadır. Bunun nedeni, patentlerin henüz kesinleşmeden önce yayınlanmak
zorunda kalınılmasıdır. Yayınlanma zorunluğu, milli güvenlikle ilgili olanlar dışındaki tüm
başvuruları kapsar. Bunda amaç, itiraz vb nedenlerle kesinleşmeyecek bile olsa, her patent
başvurusunun içerdiği bilginin kamu malı olarak değerlendirilmesini sağlamaktır. İstenirse,
satışa erken sunmak amacıyla daha tarama aşamasından bile erken yayınlanmasına izin vermek ABD de
mümkün olmaktadır. Böylece buluş sahipleri buluşlarını erkenden ticari olarak değerlendirmeye
alabilmektedirler. Erken yayınlamanın bir başka yararı da, aynı alanda başvuruya hazırlananların
aynı şey için başvurup boşu boşuna uzun bekleme süresine maruz kalmalarının önüne geçmek, ve
eğer buluşlarının içeriğinde başka yenilikler varsa, sadece onlar için başvurmalarını temin
etmektir. USPTO bu uygulamalarıyla örnek bir yaklaşım sergilemekte, bir yandan başvuranların
ticari değerlendirme fırsatlarını arttırırken, öte yandan başvuruların tam buluş olmasa bile
daha kısa sürede hayata geçirilebilmelerinin yolunu açmaktadır. Hatta, buluşunuzu hayata
geçirme olanaklarını arttırmanın ötesinde, 'Pending' durumunda bir patent başvurunuzun olması,
bir iş veya girişim ortağı ararken bile sizin için büyük bir referans olmaktadır.

ABD ve TC YASALARI ÜZERİNDEN MALİ, TİCARİ, VİCDANİ ve FELSEFİ DEĞERLENDİRMELER
================================================== ============================
Coğrafi işaret dışında yukarıda tanımlanan bütün fikri haklar için bireyler başvuruda bulunabilirler,
çünkü fikri haklar yaratıcılık içeren faaliyetlerin tescil yoluyla koruma altına alınmasını
hedeflemektedir. Peki, yaratıcılık içeren ürünler nasıl ortaya çıkmaktadır? Elbette bunların
çoğu tek bir bireyin öngörüsü sonucudur. Oldukça düşük bir yüzdesi, birkaç bireyin biraraya
gelerek ortaya çıkardığı ürünlerdir. Buna karşın zaman içerisinde kurumsal başvuruların artmış
olduğu ve artık bugün neredeyse çok düşük bir yüzdesinin bireysel olduğunu görmekteyiz.

Bu neden böyle olmuştur? Bunu anlamak için hala bireysel başvuruların çokluğunu sürdürdüğü
tek konu olan telif haklarına bakmak gerekir. Bir kitap yazıp, kendi paranızla bastırmanız için
harcayacağınız para, bir uluslararası patent veya marka başvurusuna harcamanız gereken paranın
yanında devede kulak kalmaktadır. Üstelik, tescil zorunluğu da olmadığına göre, telif hakkınızı
elde etmek için yaratıcı olarak bir masrafınız olmayacaktır. Ama kazın ayağı böyle değildir.

Hakkınız sizindir, ama kim koruyacaktır? Diyelim bir bestenizi sizden habersiz, izinsiz olarak
bir yerde çaldılar. Buna engel olabilecek misiniz? Haberiniz olacak mı? Herşey olup bittikten
sonra, aylar boyu hakkınızı mahkemelerde mi aramak zorunda kalacaksınız? Bütün bu masraflara
dayanabildiğinizi varsayalım, karşılığında ne kadar bir ücret tahakkuk edecek? Bu gibi çeşitli
nedenlerle, telif hakkını bir tüzel kişiye devrederek, onun takibine bırakmak daha akılcı
olabilmektedir. Ama bu, daima hakkınızı alacağınızın garantisi olamaz elbette.

Aynı durum, marka, patent ve tasarım hakları için de söz konusudur. Çok akılcı, ticari değeri
yüksek bir buluşunuz olabilir. Ancak, bunu bir üründe kullanmak zorunda olduğunuz için, en
kısa sürede sermaye temin ederek işe koyulmanız gerekir. Üç yıl çok kısa bir süredir. Buluşlar
her geçen gün daha ufak ayrıntılarla ilgili hale gelmekte, belli bir ürünün daha iyi, hızlı,
ucuz vs olmasından öte bir yarar sağlayamamaktadır. Diyelim ki çok daha verimli bir hard-disk
mekanizmasını mümkün kılan bir buluşunuz oldu. Onyıllardır hard-disk üretmekte olan onlarca
şirket varken, sizin de buluşu ürün haline getirerek onlarla rekabet edebilecek adet ve
ucuzlukta üretebilir yatırımı yapmak için 500.000 USD ye ihtiyacınız olacaksa; patenti sizin
almış olmanızın ne önemi vardır? Tek çareniz patenti en kısa sürede onlara satmak olacaktır.

Ülkemiz gibi risk sermayesi kavramının var olmadığı bir ülkede, bu farz olur. Öte yandan;
ABD' de olsaydınız bu iş için birkaç milyon dolar krediyi birkaç hafta içinde verirlerdi.
Birkaç ay içinde de, ayda birkaç binlik bir üretime geçebilirdiniz. Yeter ki, patentiniz
olsun ve yatırım uzmanlarını ikna edebilecek akılcı bir iş planı hazırlayabilin.

Öte yandan, ülkemizde kaldığımızı ve eş dost yoluyla parayı temin ettiğimizi düşünelim.
Patentiniz yayınlandıktan sonraki üçüncü yılda da üretime geçtiğimizi varsayalım. Onyıllardır
bu işi yapan, artık devleşmiş şirketlerin sizin buluşunuzu üretimde kullanmak için ihtiyaç
duyacakları süre birkaç haftadan ibarettir. Onlar sizden çok daha önce üretime geçmiş,
yüzlerce binlerce satmış olabilirler. Onlara ancak ülkenize satış yaparlarsa engel olma
hakkınız vardır. Eğer kendi ülkelerinde veya üçüncü ülkelerdeki faaliyetlerine engel olmak
isterseniz, bütün o ülkelerde patentinizi tescil ettirmeniz gerekir. Her ülke için aşağı
yukarı 4-5.000 USD lik bir masrafı gözden çıkarmak zorundasınız. Bunun çok azı patent
tescili için gereklidir. Çoğu; vekiller, çeviriler, iletişim, zaman zaman patent enstitüsü
uzmanlarıyla görüşmeler gibi masraflara gidecektir. Neredeyse ana sermayeniz kadar ilave
bir parayı da bu işlere ayıracaksınız; çektiğiniz karın ağrısı da yanınıza kar kalacak.
Üstüne üstlük, süreç yıllar sürecektir.

Bir başka sorununuz daha var maalesef. O da, ürününüzün içinde yer alması muhtemel başka
buluşların varlığı. Sözü geçen hard-disk üreticileri onyıllar süren faaliyetleri sırasında
mutlaka birçok patent almışlardır. Sizin buluşunuz onların bir kısmına duyulacak ihtiyacı
ortadan kaldırabilir, fakat bazılarından yararlanmamanız mümkün olamayacaktır. Daha sade
deyişle, onların patentlerinden yararlanmak için izin almanız gerekecektir. Bu, daha en
baştan sizin ürününüzü onlarınkine oranla daha pahalı bir noktaya getirecektir. Belki
birkaç yıl sonra bu yük azalacaktır, fakat en azından başlangıçta bu ilave masrafı da
hesaba katmanız gerekecektir. Yani, daha az kar etmeyi göze almak durumundasınız. Böylesi
bir duruma düşmemenin en makul yolu, patentleri barter ile dengelemektir, ama elinizde
yeterli önemde veya sayıda patent yoksa, kaybeden yine siz olursunuz.

'Ne anladık bu işten?' diye düşünebilirsiniz. Haklısınız. Patent, çok basit yolla ve tek
başına ürüne dönüştürülebilir bir buluş için alınmamış, ve üretime geçmek için küçük bir
yatırım yeterli olmayacaksa, bireyler için anlamlı olmamakta, tüzel kişilere yaramaktadır.

Ancak bu çıkmazı çıkar hale dönüştürmek için cinvari bir yöntem de vardır. Kendinize şu
soruyu sormakla işe başlayın: dünya üzerinde tek bir başvuru (ve masraf elbette) ile
koruma sağlayabileceğiniz, hem alım gücü, hem de üretim ve tüketim hacmi en yüksek,
yatırımın en kolay gerçekleştiği, risk sermayesi en bol, ve fikri hak korumasının en
yerleşik olduğu pazar hangisidir?

Yanıtınızı duyar gibiyim: ABD!

Peki; ikinci sorumuz ne olmalıdır? Ben ABD den patent almak üzere başvurabilir miyim?
Bunun yanıtı çok daha çarpıcıdır: EVET! Hem de internet üzerinden ...!

Madem engel yok, o zaman bir soru daha gerekli hale geliyor: ABD' den alacağım patenti
diğer ülkelerde korumak için ilave masraf gerekmeyecek mi? Bu sorunun yanıtı: maalesef
evet. Yani, benzer masraflar gerekli. Fakat, bununla başa çıkmak çok daha kolay. Üretime
geçip para döngüsünü sağladığınızın haftasına ihracatı geliştirme kredileri alabilir,
rüçhan hakkı yoluyla uluslararası başvurulara başlayabilirsiniz. Patentiniz cazipse,
çok daha öncesinde birileri sizinle ortak olmak isteyip, bu masrafları üstlenebilir.
İşin güzel tarafı, ABD' den alınmış bir patente itiraz edebilen tek bir patent ofisi
yoktur. Yani, başvurularınız % 99 olasılıkla olumlu sonuçlanacak, masraflarınız da
boşa gitmeyecektir.

İşte bu noktada kendimize temel soruyu yöneltme zamanı gelmiştir. Acaba patent
tescil düzenekleri sermayenin tekelci küreselleşme yönteminin güvencesi, yani yeni bir
sömürü aracı mıdır?

Benim yanıtım: EVET! Hem de çok belirgin bir biçimde.

Uluslararası sermayenin yerleşim merkezi olan ABD, onun kendini koruma yöntemlerini
hayata geçirmekte çok akılcı yollar izlemektedir. Görünüşte bireyin yaratıcılığını
ödüllendirmek, tekniğin gelişmesini teşvik etmek, yaratıcılığın ticari hayatta daha
güvenceli bir yer edinmesini sağlamak gibi ulvi amaçlara hizmet ettiği ileri sürülen
patentleme süreci aslında bu yöntemlerin başında gelmektedir. İzlenen yolun özetini
şöyle yapabiliriz: sermaye, yaratıcıları kullanarak, veya daha da doğrusu onları
başkalarını sömürme aracı haline getirerek, varlığını arttırmak için gerekenleri
yapmaktadır. Yaratıcılar da kazanmaktadır elbette; ama sermayeninkinin yanında
devede kulak kalacak kadar. Bu yönden bakıldığında, sermaye yaratıcılara göz
kırpmakta ve tatminkar bir sus payı vermektedir.

Bir açıdan bakarsanız, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kişiye ABD den
patent alma özgürlüğü verilmiştir. Ama bunun amacı, o patentin kullanımına ABD den
başlanmasını temindir. Çünkü, başvuran eğer bireyse, sermayeye ihtiyaç duyacaktır
ve buluşu en kısa sürede yatırıma çevirmek en kolay ABD de gerçekleşmektedir. Eğer
satmak isterse, en kısa sürede alıcı bulma olasılığı olan yer de ABD dir. Böylece
yaratıcılığın kaynağı neresi olursa olsun, ona ticari anlam kazandırma yeri tercihan
ABD olabilecektir.

ABD nin uyguladığı çok önemli bir başka kural daha vardır. Buluş için başvuruyu
yapanla buluşu yapan arasında kesin bir ayırım yapmaktadır. Hiçbir tüzel kişiliğin
buluşu yapan olmasına izin verilmemektedir. Başvuruyu tüzel kişi de yapsa, mutlaka
buluşu kimin ya da kimlerin yaptığını belirtmek, onaylarını almak, sözleşmelerini
sunmak zorundadır. Tüzel kişi olmadığı halde birden fazla gerçek kişinin buluşu
yapan olarak adlarının geçmesine izin vardır, ancak onların da aralarında bir
sözleşme olması ve katkı paylarının açıkça belirtilmesi istenmektedir. Buluşu
yapan kişi veya kişilerin herbirinin başvuruda imzaları bulunmak zorundadır.

Yasalarımız bu açıdan da oldukça geridir. Her ne hikmetse, bir çalışanın buluşu
için patent başvurusuna izin verilmemektedir. Böyle bir başvuruda bulunmak
isterse, işvereninden icazet alması istenmektedir. İşveren, çalışanın başvurusu
için bu izni makul bir süre içinde yanıtlamak durumundadır, fakat bu sürenin
ne olduğu belirtilmemiştir ve çalışanın isteminin savsaklandığının nasıl
kanıtlanabileceği konusu muğlaktır. Bu yaklaşım, işçiyi işveren karşısında
aciz duruma düşürme tehlikesi yaratmaktır. İşçi ancak mahkemeye verme yoluyla
hakkını aramak durumunda bırakılmaktadır. Buna gücü ve cesareti varsa elbette.
Halbuki, yasa koyucunun işçinin bilgisi, görgüsü ve mali gücünün işvereninden
daha az olacağını gözönüne alarak, tersini yapması gerekirdi. İşçi istediği
gibi başvursun, eğer işvereni buluş üzerinde hak iddia edecekse, mahkemeye o
başvursun. Doğrusu ve hakkaniyetli olanı budur.

Bu konunun bir diğer tartışmalı yönü de, hiçbir çalışanın bağımsız olarak buluş
yapamayacağı görüşüne değer vermesidir. İnsanlar işleriyle hiç ilişkisi olmayan
buluşlar da yapabilirler. Bunu değerlendirmek ve korumak için neden işverenin
icazetine gerek duysunlar? Kaldı ki; varsayalım buluş işçinin işiyle doğrudan
ilgili; uzun yıllardır varlığını sürdüren o işyerinden birçok işçi geçmiş,
muhtemelen işveren de o işte daha uzun süredir çalışmakta iken, daha önce
ne işverenin, ne diğer işçilerin, ne de benzer iş yapan başka işletmelerdeki
işçilerin aklına gelmeyen birşeyi Ahmet bulmuş. İşverenin bu buluş üzerinde
neden hakkı olsun? İşveren işçinin olağan hizmetleri için gerekli ödemeyi
yapmaktan öte birşey yapmadı ki. İşçi işverenin kölesi mi yani, bu ne demek?
Bence yasa bu yönüyle bir utanç abidesidir. Üstelik, işçinin iş aktinin sona
ermesi / erdirilmesinden sonraki belli bir süre için de bu koşullar geçerli.
Gerçekten inanılmaz. İşveren buluş yapıp başvuran işçiyi işten atsın, bir
yıl boyunca onu açlığa mahkum etsin, işçi onun sunduğu koşullara mahkum olsun
istenmiş. Ola ki işçi bunlara dayanır ve sürenin sonunda kendi adına başvurursa
da, mahkeme yoluyla buluşun üzerine konmak işten bile değil, çünkü buluşun
yapıldığı zamanı kanıtlama yükümlülüğü işçiye ait olacak.

Ne yönde değiştirilmeli diye sorarsanız; eğer buluş işçinin çalıştığı alanda
ise, buluşu kullanma hakkının devri veya ortaklığa konu edilmesi halinde
işverene öncelik tanınması yeterli olur derim. Buluş başka alanda ise, o öncelik
de anlamsız; işçi olsa olsa kendi istek ve iradesiyle hatır ilişkisi kurar.

Bu yaklaşımın belki bir istisnası; büyük işletmelerin ARGE bölümlerinde, işe giriş
sözleşmelerinde çalışmalarının ARGE çerçevesinde ve o kadroda olacağı açıkça
yazılmış çalışanlar olabilir. Bunun nedeni de açıktır. O çalışanlar, zaten buluş
niteliğinde işler yapmak üzere ücret almaktadırlar. Yani, işveren onları tamamen
bu amaçla istihdam etmiştir. Bu tür çalışanların buluşlarından pay isteyip
isteyemeyecekleri, isterlerse ne kadar verileceğinin de mutlaka sözleşmelerinde
açıkça gösterilmiş olması şartı aranmalıdır. Bu yaklaşım, şirketleri vergi
kaçırma amaçlı sözde ARGE bölümleri kurmak yerine gerçeklerine yöneltecektir.

Bir başka grubu da farklı ele almak gerekir, o da üniversitelerdeki öğretim
üye ve görevlilerinin buluşları. Aslında, kanun onları bu konuda serbest
bırakma yoluna gitmiştir. Halbuki onların buluşlarının kamuya ait kabulu gerekir.
Nedeni, ARGE bölümlerinde çalışanlarla aynıdır. Üniversite onlara araştırma
yapsınlar diye para ödemekte, alet edevat ve ortam temin etmektedir. Neden
buluşları onlara ait olsun ki?

Bence burada yasa koyucu iki baskı grubunun etkisinde kalmıştır: öğretim üyeleri
ve işverenler. En kısa sürede bu yanlışların düzeltilmesinde yarar vardır; çünkü
yasa yapılması gerekenin tam tersine yol açacak niteliktedir.

YAZILIM VE SÜREÇ PATENTLERİ
===========================
ABD nin belli bir süredir (sanırım yaklaşık 8-9 yıldır) çok akılcı bir yaklaşımla
yazılım ve süreçlere de patent vermekte olduğunu görüyoruz. Daha yakın bir zamandır
Japonya da aynı yola gitmiş. AB ise buna şiddetle itiraz ediyor. Şimdilik direnirler,
ama bir süre sonra onlar da gerçeği kabul etmek zorunda kalacaklar. Çünkü yazılım ve
süreçler günümüzün en çok para kazandıran gerçekleri.

Tabii bu yaklaşım, ABD yi bu yeni alanlarda da dünyanın merkezi olmayı sürdürmesini
olanaklı kılacak. Zaten epey zamandır açık ara merkez durumunda, fakat patentlemeye
açtıktan sonra bu yerini daha da sağlamlaştıracak. Bunun iki nedeni var:

1. Yazılım ve süreçler herkesin evinde bile geliştirebileceği şeyler. Ancak getirdikleri
yararları birkaç saat içinde bütün dünyaya dağıtmak ve herkesin kullanımına sunmak
mümkün.

2. Patentleme işleminde zorunlu olan teknolojik birikim ve bilgi veritabanına zaten
başkaları sahip değil, dolayısıyla en azından tarama basamağında olmasa bile, buluş
aşaması saptama basamağında dünyadaki tüm başvurular USPTO ya bir uğrayacak, böylece
hepsinden haberdar olacaklar; ön alabilecekler. Şu anda AB nin bu alanlarda patent
vermeyi reddediyor olması sadece daha geriye düşmelerine yol açacak.

Ne yazık ki, bizim yasamız da AB paralelinde yürüyor ve çok önemli bir avantajımızı
ortadan kaldırıyor. Bizim sermaye birikimimiz zayıf, risk sermayemiz hiç yok. Yani,
bir buluşu hayata geçirme konusunda büyük dezavantajlarımız var. Öte yandan, eğitimli
hem de kalitelisinden işsizimiz de bol. O halde; hayata geçirilmesinde çok az yatırıma
gerek bulunan yazılım ve süreçler konusunda patent vermeyi neden reddediyoruz? Bunlara
olanak tanısak ve hatta teşvik etsek ne kaybederiz? Hiç olmazsa bu nitelikte buluş
yapabilenlerin ABD ile ortaklıklar kurmaları, buluşlarını orada pazarlamaları mümkün
hale gelirdi. Şu anki uygulamayla olacakları tahmin etmek güç değil. Benim gibi, bu
alanda buluşu olduğuna inananlar doğrudan ABD ye başvuracaklar.

İşin ilginç ve nahoş tarafı, TPE nün kendi kendisini çok kötü ve yanlış bir biçimde
EPO ya mahkum kılmış olması. Çok değil, 2 yıl önce, tarama ve buluş aşaması arama
basamakları için uluslararası başvurunuzun USPTO ya gönderilmesini isteyebiliyordunuz.
Artık bu da mümkün değil. Yani, hilkat garibesi bir biçimde, isterseniz doğrudan
USPTO ya başvurabiliyor, fakat TPE üzerinden başvuramıyorsunuz. 'Ne yapalım, sen de
öyle yap' denebilir; fakat bu durum sizi kendi devletinizin desteği ve güvencesinden
yoksun bırakıyor. Patent ofislerinin dürüstlüğünden ve iyi niyetinden kuşku duymak
için somut bir neden yok; ancak, kendi ülkemde kayıt altına alınmamış bir başvuruyu
ilk kapı olarak ABD ye yolladığımda ayrımcılığa maruz kalmayacağımı nerden bileceğim?
Kaldı ki, patenti aldığımı varsayalım, ABD de koruyabilirken, kendi ülkemde koruma
alamayacak mıyım? Ola ki işim büyüdü ve yanımda çalışanlardan biri patente konu
yöntemi kullanan bir başka yazılım üreterek kendine şirket kurdu; ne olacak?

ŞİKAYETE BAĞLI SUÇ MESELESİ
===========================
Hukuki deyimlerle pek aram yok. Fakat, bir süre önce telif hakları yasasıyla ilgili
olarak bu suçların şikayete bağlı olmaları veya olmamaları konusu gündemdeydi. Yani,
telif hakkı sahibinin şikayeti yoksa, hakkın ona ait olduğu ortada olan birşeyin
çoğaltıldığı durumla karşılaşıldığında, çoğaltanın bu nedenle işleme tabi tutulmak
üzere kolluk kuvvetlerince peşine düşülüp düşülmemesi meselesi.

Aslında fikri haklara bu yönüyle hiç bakmadım, incelemedim. Fakat sanmıyorum ki
dünyanın aklı başında hiçbir ülkesinde bu suçların takibini kolluk kuvvetleri
yapsın. Çünkü bu suçlar ticari ve her zaman iki tarafı mutlaka var. Yani, suçu
işleyen tarafın karşısında mutlaka bir mağdur var. Mağdur, toplumun tamamı
olmadığı sürece devlet mekanizması bunu üstlenmez, üstlenmemeli.

Çok açık değil mi? Burada size koruma şemsiyesi sunulmuş bir hak var. Siz bu
hakkınızı korumakla yükümlüsünüz elbette. Korumazsanız, devlet onu sizin için
korumak üzere özel kaynak ayıramaz; ancak siz kolluk güçlerinin nereyle
ilgilenmesi ve ne bilmesi gerektiğini mahkeme kanalıyla bildirirseniz, o başka.
Bunun adı da şikayet oluyor anladığım kadarıyla. Birisi size olan borcunu
ödemediğinde kolluk kuvvetleri nasıl mahkeme kararı olmadan borçlunun peşine
düşmüyorsa, burada düşmesini istemek biraz abes oluyor.

Bizim ülkemiz, ve Hindistan, Pakistan, Çin, Tayland, Brezilya gibi; ne gelişmiş,
ne de geri kalmış olan ülkeler için bence bu bir fenomen; çünkü sokak tezgahları
sadece bu ülkelerde var. Bizim telif hakkı sahiplerimiz de bundan muzdarip.
Tezgah sahipleri dükkan sahibi olsa kolay olacak. Veya, insanlar tezgahlardan
değil hemen daima dükkanlardan alsa da aynı şey. Fakat TC nde böyle olmuyor.
Hemen daima tezgahlar kuruluyor ve insanlarımız onlardan alışveriş ediyor.
Buradaki sorun, bence telif hakları değil, genel olarak ticaret kuralları
ve bilinci.

O tezgahın kurulamaması, veya AB ülkelerindeki gibi, kurulduğunda kimin, ne
zaman kurduğu, ne zaman kapatıp kaldırdığı bilgisinin kaydedilmesi gerekiyor.
Öncelikle de, izin üzerine açılması ve kapanması elbette.

Peki, siz (veya kolluk kuvvetindeki arkadaşlar) hiç 'şurada zort diye bir
tezgah açıldı, yasa dışı sanırım, gelip kapatır mısınız?' diye bir şikayet
aldınız, veya hayal ettiniz mi? Onu bırakalım; böyle bir şikayet gelse,
zabıta ne yapar, polis ne yapar? Gerisini getirmezsem, benim için daha
güvenli olur diye düşünüyorum. Maalesef bunda kimsenin suçu yok. Bizim
ülkemizdeki en önemli sorun da bu zaten. Hepimiz suçsuz, hepimiz suçluyuz.
Kimin sesi daha yüksek çıkarsa, o anda daha güçlü ve etkinse, onun dediği
oluyor. Ama doğal olarak da şirazesi kaçıyor.

Yazık değil mi? Bu işi çözmek yasama organının görevi değil mi? Peki onlar
ne yapıyor? Eğer yanlış anımsamıyorsam, bu şikayete bağlılık meselesinde,
telif hakkı sahipleri lehinde, yani yanlış bir karar verdiler.

Ne kadar yazık. Kendimi bir polis veya zabıta yerine koyuyorum hemen. Bir
tezgahla karşılamışım. Bandrolsuz olduğunun farkına vardığım bir dizi de
disk var. Ne yapacağım? Tutanak tutacağım, sorguya çekeceğim; nerden aldın,
kimden aldın, ne zaman aldın, neden aldın, suç olduğunu bilmiyor muydun,
gibi sorular soracağım. Affedersiniz; 'bana ne yahu!' deyip, arkanızı
dönmez misiniz? Adaletin tecellisi açısından ne kadar yararı olacak bunun?

Yoo, bence polis veya zabıtanın görevi, tezgahın izinli olmadığını
saptayınca tezgahtakilerin dökümünü yapmaktan ibarettir. Eğer telif hakkı
sahipleri bu konuyu takibe aldılarsa, gidip el konulan materyali inceler
ve kendi haklarını korumak için gerekenleri yapmak üzere girişimlerde
bulunurlar. Bundan ötesi bir ortam, hayal mahsulüdür.

Aynı durum, marka, tasarım ve patent konularında da geçerlidir. Belki
tek fark, bunların tezgahta satılmayla ilgileri olmamasıdır; çünkü
hepsi belli bir miktarda yatırım ister, ve basit işportacı tarafından
çiğnenemez. Düşünün ki bir buluşunuz var, ve bir tezgahta o buluştan
yararlanan bir alet satılırken yakalandı. Sizin kendinizi ortaya atıp
da 'bu tezgah sahibi benim haklarımı gasp etti' demeniz mümkün müdür?
Deseniz bile, bunun sonucunda ne elde etmeyi umarsınız? Kim size inanır?
Elbette hiç kimse. Yapmanız gereken, o tezgahtaki malı üreteni aramak,
bulmak, bunu kanıtlamak ve hakkınızı ondan talep etmektir. Aynı durum
telif hakları için de geçerlidir.

Hiç kimsenin kolluk kuvvetlerini kendi amaç ve hedeflerinde araç olarak
kullanmalarına izin verilmemelidir; aksi taktirde onların asli işleri
dümura uğrayacaktır; ve bundan vatandaş olarak hepimiz zarar görürüz.

Yapılması gereken, meslek örgütleri ve üyeleri vasıtasıyla organize bir
biçimde bu işlerin peşine düşülmesini sağlamaktır. Kolluk kuvvetleri ve
yargının bilgilendirilmesi, yönlendirilmesi onlara düşmektedir. Yasama
da bu hedefe yönelik, işe yarar, çalışır bir çerçeve oluşturmalıdır.


BAZI ÖNERİLER
=============
Gerçek bir çözümde, sokak tezgahlarının kayıt altına alınması çok önemli
yer tutmaktadır. Kim, ne zaman, nerede, ne satacak; kayda alınmalıdır.
Ama bu işler ne tezgahı açacak olana eziyet, ne de kayıt ve denetim
yapanlara külfet haline getirilmeden halledilebilmelidir. Bir işportacı
açacağı tezgahı için 15-20 dakikada belge alabilmeli, belgesini görünür
biçimde asmalı, içeriğin dışında satış yapmadığı da hem vatandaşlar,
hem de görevliler tarafından izlenebilmelidir. Kayıtlar vatandaşa açık
olmalı, şikayetler için gerekli kolluk birimlerine derhal ulaşabilecek,
tek bir merkezi telefon ayrılmalı, ve bu telefon da asılan belgede
matbu olarak yer almalıdır.

Ülkemizde haklı olarak oldukça sık görülen gezgin tezgahlara da bir
çözüm üretilmelidir. Gerekirse, kroki tarzında parkur haritaları
verilecek belgelerde yer alabilir. Çok da zor değildir. İznin alınacağı
yer bir belediye olacağına göre, o yörenin krokisi zaten hazırdır.
Gerekirse bölgelere ayırır ve belgelerde basılı olarak verirsiniz,
olur biter.

Bunları uygulayabilmek için izinsiz tezgah açmaya hapisli cezalar
konurken, izinli, belgeli ve belgesini asmış olanların işleyebileceği
başka suçlara hapissiz cezalar verilmelidir. Örneğin, tezgah içeriğine
bağlı kalmayana, değişiklik başka suç oluşturmamışsa başka, oluşturmuşsa
daha ağır cezalar verilmelidir. Tezgahı izin verilen yerde açanlara da
eğer başka kural ihlali yapmadıysa daha hafif, yaptıysa daha ağır
cezalar konmalıdır. Buradaki temel felsefe, önüne geçemediğiniz bir şeyi
kontrol altında tutmanın yolunu bulmak olmalıdır. Ancak bu yolla,
izin vermediğiniz halde ortaya çıkan olayların peşinden sürüklenmekten
kurtulabilirsiniz.

Fikri haklarını koruma peşinde olanlar da, tutulan bu kayıtları izleyip,
istedikleri tezgahları yerinde denetleme olanağına sahip olacak, böylece
kimsenin derdi kalmayacaktır.

Bu belediyeciliğe giriyor galiba, ama ne yapayım, kendimi tutamadım ...

ÖZET
====
Ulusal ve uluslararası yasalar, uluslararası sermaye, yaratıcılar ve fiili durum hakkında düşüncelerimi biraz toparladım sanırım.

Amacım, uygulama sırasında fikri hakkın sahipleri açısından olan bitenin nasıl görüldüğünü resmetmekti. Bu arada, toplumumuza özgü sorunlara da biraz değindim.

Ama özet olarak şunu söylemek isterim: çıkartılmış yasalar ve yeni taslaklar birçok haksız, yanlış hükümler içermeleri bir yana, uygulamada çıkacak sorunlara yanıt bulma açısından da oldukça eksik.

Bana kalırsa, tamamiyle bilinçsiz hazırlanmışlar.

Saygılarımla,
Old 27-09-2007, 08:06   #4
ABDULLAH FETHİ KÜÇÜKTEPE

 
Varsayılan Kapsamli Bİlgİler

sn. Hekimbaşı'nın verdiği bilgiler kapsamlı ve aydınlatıcı. Benim için oldukça faydalı oldu.
Kendisine özellikle teşekkür etmek istedim.
Ellerinize sağlık.
Kolay gelsin. Saygılarımla,
Old 13-11-2013, 18:44   #5
siloos

 
Varsayılan

YAZILIM VE SÜREÇ PATENTLERİ

Ne yazık ki, bizim yasamız da AB paralelinde yürüyor ve çok önemli bir avantajımızı
ortadan kaldırıyor. Bizim sermaye birikimimiz zayıf, risk sermayemiz hiç yok. Yani,
bir buluşu hayata geçirme konusunda büyük dezavantajlarımız var. Öte yandan, eğitimli
hem de kalitelisinden işsizimiz de bol. O halde; hayata geçirilmesinde çok az yatırıma
gerek bulunan yazılım ve süreçler konusunda patent vermeyi neden reddediyoruz? Bunlara
olanak tanısak ve hatta teşvik etsek ne kaybederiz? Hiç olmazsa bu nitelikte buluş
yapabilenlerin ABD ile ortaklıklar kurmaları, buluşlarını orada pazarlamaları mümkün
hale gelirdi. Şu anki uygulamayla olacakları tahmin etmek güç değil. Benim gibi, bu
alanda buluşu olduğuna inananlar doğrudan ABD ye başvuracaklar.

İşin ilginç ve nahoş tarafı, TPE nün kendi kendisini çok kötü ve yanlış bir biçimde
EPO ya mahkum kılmış olması. Çok değil, 2 yıl önce, tarama ve buluş aşaması arama
basamakları için uluslararası başvurunuzun USPTO ya gönderilmesini isteyebiliyordunuz.
Artık bu da mümkün değil. Yani, hilkat garibesi bir biçimde, isterseniz doğrudan
USPTO ya başvurabiliyor, fakat TPE üzerinden başvuramıyorsunuz. 'Ne yapalım, sen de
öyle yap' denebilir; fakat bu durum sizi kendi devletinizin desteği ve güvencesinden
yoksun bırakıyor. Patent ofislerinin dürüstlüğünden ve iyi niyetinden kuşku duymak
için somut bir neden yok; ancak, kendi ülkemde kayıt altına alınmamış bir başvuruyu
ilk kapı olarak ABD ye yolladığımda ayrımcılığa maruz kalmayacağımı nerden bileceğim?
Kaldı ki, patenti aldığımı varsayalım, ABD de koruyabilirken, kendi ülkemde koruma
alamayacak mıyım? Ola ki işim büyüdü ve yanımda çalışanlardan biri patente konu
yöntemi kullanan bir başka yazılım üreterek kendine şirket kurdu; ne olacak?



Sayın Meslektaşım Hekimbaşı, özel ilgi alanı olduğunuzu duyunca size ayrıca sorma gereği duydum.
Az önce cep telefonu yazılımları ve ayrıca internet üzerinden de uygulaması olacak programların patentinin nasıl alındığına dair yeni bir konu açmıştım. araştırmaya devam ederken yazdıklarınızı okudum. ancak eski tarihli olması sebebiyle özel ilgi alanınız olan işbu konuda mevzuattaki değişikliklerden haberiniz vardır diye düşünüyorum. zira sizin bu yazdığınızdan yazılımların türk kanunlarına göre patentinin yapılamadığını anlamakatıyım. ancak dün araştırma yaparken belli başlı yazılımlarla ilgili patent alınabildiğini okumuştum. çok açıklayıcı bir yazı değildi ve ne yazıkki detaylı olarak buraya yazmak için şuanda tekrar araştırdığımda söz konusu bilgiye ulaşamadım.
benim sorum yeni açtığım konuda da aynı olacak şekilde; cep telefonu prgram yazılımları ve internette kullanılabilecek faydalı programlara ait yazılımların patenti için nereye nasıl başvurmak gerek?
umarım bu konu hakkında da bilginiz vardır.
şimdiden teşekkürler.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İpotek BorÇlusunun Kefİllere RÜcu Hakki Hoca Meslektaşların Soruları 5 10-03-2011 20:36
Tekel Tarafından kesilen Bağkur Primleri hk. Av.Sema Meslektaşların Soruları 1 18-05-2006 19:00
GeÇİt Hakki filizsongur Meslektaşların Soruları 4 26-04-2006 17:12
İsim Hakki uzunoz Hukuk Soruları Arşivi 0 14-03-2005 21:35
Marka Hakki Dalina Meslektaşların Soruları 3 03-01-2005 15:13


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03833008 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.