Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

Sözde ermeni soykırımına hukuksal bakış

Yanıt
Old 13-10-2006, 19:53   #1
ahmetsacit

 
Varsayılan Sözde ermeni soykırımına hukuksal bakış

Alıntı:


-------------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------

Bu kısa ön değerlendirme ışığında tarafımızdan Sözde Ermeni Soykırımı İddilarının hukuki boyutunun değerlendirilmesine çalışılacaktır.Bu işin hukuki boyutu nedir? 1915 yılında vuku bulduğu iddia olunan birtakım olaylardan ve eylemlerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sorumlu tutulması mümkün müdür? Yabancı Devlet Parlementolarında alınan ve alınabilecek olan bu tür kararların Türkiye açısından bir bağlayıcılığı var mıdır? İşte bu soruların cevabı dönem dönem kamuoyu gündemini işgal eden ve büyük tepkilere neden olan Ermeni Soykırımı İddialarına daha gerçekçi bir bakış açısı sağlayacaktır.

Bu soruların cevaplarını ortaya koymadan önce bir hususu belirtmekte yarar vardır. Buradaki amacımız olayın hukuki boyutunu ortaya koymaktır, yoksa, tarihi ve siyasi boyutuyla meseleyi değerlendirmek değildir. Hangi ortamda olursa olsun, hangi nedenle olursa olsun, kim kime karşı işlerse işlesin insanın yaşam hakkının sona erdirilmesi sonucunu doğuran her eylem kınanması gereken bir eylemdir. Tarih içersinde de savaş ortamında birçok sivilin çeşitli nedenlerle dünyanın çeşitli yerlerinde yaşamlarını yitirdikleri kuşkusuzdur. Buna Türkler, Ermeniler, Kürtler,Yahudiler,Araplar ve diğer halklar da dahildir. Dolayısıyla incelememiz insani boyuta ve siyasi boyuta dayandırılmadan tamamen hukuksal açıdan yapılacaktır.

1- 1915 YILINDA MEYDANA GELEN VE SOYKIRIM OLARAK ADLANDIRILAN EYLEMLER MİLLETLERARASI HUKUKTAKİ SOYKIRIM( JENOSİT) TANIMINA UYGUN MUDUR?

Bu soruya sağlıklı bir cevap verebilmek için milletlerarası hukuka göre soykırım suçunun tanımın yapılması gerekmektedir.Sosyal bilimciler tarafından soykırım tanımı konusunda farklı tanımlar yapılmakla birlikte bu konuda müracaat edebileceğimiz temel belge 136 devletle birlikte Türkiye’nin de tarafı bulunduğu Jenosit’in Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkındaki Birleşmiş Milletler Sözleşmesidir. [1] Buna göre Sözleşmeye taraf devletler Jenosit’in ister savaş zamanında, isterse barış zamanında işlenmiş olsun bir Devletler Hukuku Suçu olduğunu tasdik etmekte ve bu suçu önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt etmektedirler.[2] Bu sözleşmenin 2. Maddesinde jenosit suçunun tanımı ayrıntılı bir şekilde yapılmaktadır. Buna göre “ Jenosit, milli,etnik,ırki veya dini bir gurubu kismen veya tamamen imha etmek maksadıyla a- grup üyelerinin katli; b- grup üyelerinin bedeni ve akli melekelerinin ciddi surette haleldar edilmesi; c- grubun bedeni varlığının kısmen veya tamamen imhasına müncer olacak hayat şartlarına kasten tabi tutulması; d- grup içinde doğumları sekteye uğratacak tedbirler alınması; e- bir grup çocuklarının diğer bir gruba zorla nakledilmesi” dir. Bu tanımdan da açıkça anlaşılacağı gibi soykırım suçunun manevi unsuru özel kasttır. Bu özel kast milli, dini, etnik ya da ırki bir grubu kismen ya da tamamen imha etmek maksadıyla maddede zikredilen eylemlerin gerçekleştirilmesidir. Bu madde ile ilgili olarak bazı devletler sözleşmeye taraf olurken yaptıkları yorum beyanlarında bu eylemlerin savaş esnasında vuku bulan olaylara uygulanmayacağı yönünde değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Bunlardan birisi de Amerika Birleşik Devletleridir. ABD açıklamalarında, kastı özel kast olarak anladığını, kısmen ya da tamamen ifadesini ise önemli bir kısım ya da tamamı olarak anladığını beyan etmiştir. Sözleşme siyasi ve sosyal gruplarla ve cinsi gruplarla ilgili bir düzenleme getirmemiştir. Sözleşmenin 2. maddesinde yer alan tanım „ bir gurup çocuklarının diğer bir gruba zorla nakledilmesi“ dışında Almanya’nın Yahudilere yaptıkları eylemleri içermektedir.

Yine sözleşmeye göre jenozit, jenosit’I irtikap için anlaşma, jenositi irtikap için doğrudan doğruya ve aleni surette tahrik, jenosit’e teşebbüs ve jenosit suçunda ortaklığın cezalandırılacağı açık surette ortaya koyulmaktadır.[3] Yine Sözleşmeye göre Jenosit suçunu veyahut buna ilişkin sözleşmede sayılan fiillerden herhangi birini işlemiş olan şahıslar ister hükümete mensup olsun, ister memur olsun ister özel şahıslar olsun cezalandırılacaktır.[4]

Şimdi bu tanımlamalar doğrultusunda 1915 yılında vuku bulduğu iddia olunan olaylara döndüğümüzde bu dönemde meydana gelen ölüm olaylarının soykırım suçu tanımı içersinde değerlendirilme imkanı bulunmamaktadır. Çünkü bu dönemde özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde yaşayan Türk, Ermeni ve Kürt nüfusun büyük çoğunluğu savaş nedeniyle ölmüş ya da öldürülmüştür. Bu ölüm ve öldürmelerin hiçbirisinde milli, dini,ırki veya etnik bir grubu kısmen veya tamamen imha etmek maksadı yoktur. Savaş ortamı içersinde özellikle o bölgede yaşayan Ermenilerin Ruslarla işbirliği yaparak Osmanlı Ordusunu arkadan vurması ve büyük kayıplar verdirmesi karşısında Osmanlı Devletinin kendi varlığını korumak maksadıyla aldığı bazı tedbirler ve Ermeni Çetelerin o yöredeki sivil halka yaptığı saldırılara karşılık o yörede yaşayan halkın tepkisi vardır. Parçalanmak üzere olan ve varlığını sürdürme mücadelesi içinde olan bir imparatorluğun kendi varlığını ve bütünlüğünü korumak hakkı olduğu şüphesizdir. Milletlerarası hukukun en temel kurallarından birisi devletlerin egemen eşitliği prensibinin bir sonucu olarak devletlerin ülkesel bütünlüğü ve siyasi bağımsızlıklarının dokunulmaz oluşudur. Buna karşı gösterilen her tehdide karşı bu tehdit ister dışarıdan gelsin, içerse kendi içinden gelsin devletin kendi varlığını korumak için her türlü tedbire müracaat hakkı vardır. Ancak hiç şüphe yok ki bunu yaparken bir devletin insanlık suçu oluşturacak eylemlere girişmesinin hukuken kabulü mümkün değildir. Şimdi bu dönemdeki ortamı tarihi bilgiler ışığında incelediğimizde bu dönemde Ruslar Osmanlı Devleti ile bir savaşa tutuştukları takdirde Ermenilerin desteğini alacaklarından kuşku duymamışlardır. Aynı durum Rusya’nın yanında diğer İtilaf Devletleri için de geçerli olmuştur. Nitekim, daha önceki tarihlerde Doğu Anadoludaki bazı ermeniler daha önceleri bu devletlerin kışkırtmalarıyla defalarca isyan etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla beraber özellikle Türkiye dışındaki Ermeni Teşkilatları, Ermenileri Osmanlı Devletine karşı İtilaf Devletlerinin yanında savaşa çağırmışlar, Ermeniler bu çağrılara uyarak hem itilaf ordularına katılmışlar, hem de kendini savunmaktan yoksun olan Anadolu’da isyanlar çıkararak katliamlara girişmişlerdir.[5] Ruslar’la işbirliği sonucu gelişen olaylar Van ve çevresinde ciddi boyutlara ulaşmış, Ermenilerin desteği çıkartılan isyanlar, yapılan katliamlar ve tahripler Ruslar’ın bir ay içinde Van, Malazgirt ve Bitlis’I işgali sonucunu doğurmuştur. Ruslar’ın her askeri harekatı Ermeni isyanları sayesinde hedefine ulaşmaya başlamıştır. Van’da yaşananlar Türk Ordusunun arkadan vurulduğunu açık bir şekilde gösterince, İstanbul Hükümeti ülkenin muhtelif bölgelerinde yaşayan Ermenilerin zorunlu sevk ve iskanına karar vermek zorunda kalmıştır. 24 Nisan 1915 de Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içersinde serbestçe faaliyet gösteren Ermeni Komite Merkezleri kapatılmış ve önde gelen üyeler tutuklanmıştır.[6] Hükümet Dünya savaşı için seferberlik ilanının üzerinden dokuz ay geçmiş olan bu tarihte 14 valilik ile 10 Mutasarrıflığa bir emirname göndererek ülkenin çeşitli yerlerinde isyanlar çıkartan , Rus ordusuna katılıp gönüllü alaylar oluşturan , Osmanlı ordusunu arkadan vuran bütün Ermeni Siyasi Örgütlerinin dağıtılmasını istemiştir. Bu talimat üzerine 80 bine yakın Ermeninin yaşadığı İstanbulda 2345 Ermeni tutuklanmıştır. Hükümetin bu kararının üzerinden bir ay geçmesine rağmen Ermenilerin tavrında bir değişiklik görülmeyince son çare olarak tehcir’e başvurulmuştur.

Osmanlı Hükümeti o savaş ortamında, o günün olağanüstü koşulları altında dahi sevk ve iskan uygulamasını bir yasaya dayandırmış ve 27 Mayıs 1915 tarihinde üç maddelik bir yasa çıkarmıştır. Tehcir Kanunu olarak anılan bu yasanın ikinci maddesinde “ Askerlere Yönelik hareketleri ve, casusluk veya ihanet ettikleri tespit edilen köy ve kasaba sakinlerinin tek başlarına veya toplu halde başka mahallere sevk ve iskan edilecekleri” hükmü yer almıştır. İşte iddialar bu tehcir esnasında çok sayıda Ermeninin katledildiği soykırıma uğratıldığı yönündedir. Yukarda ortaya koyulan ortamı gözönüne aldığımızda Osmanlı Hükümeti tarafından yapılan uygulamanın hukuka uygunluğu tartışmasızdır. Bilindiği gibi bugün dahi savaş ortamında bir suç işlenmesinde bunun sanıkları barış zamanındaki kurallarda yer alanlardan çok daha ağır bir şekilde cezalandırılmaktadırlar. Bu tür kurallar tüm devletlerin yasalarında yer almaktadır. Tüm devletlerin bu uygulamasına bakıldığında bu uygulama evrensel şekilde kabul görmüş bir uluslararası örf ve adet hukuku kuralını yansıtmaktadır. Savaş ortamında alınan bu gibi tedbirler ve insan haklarına aykırı kabul edilebilecek bazı uygulamalar uluslararası insan hakları sözleşmelerinde meşru olarak kabul edilmektedir. Bir örnek olarak Türkiye’nin ve Avrupa Konseyi Üyesi birçok devletin de tarafı bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinine göz attığımızda bu sözleşmenin 15. Maddesi Harp veya milletin varlığını tehdit eden diğer umumi bir tehlike halinde her Yüksek Akid tarafın durumun iktiza ettiği nisbette ve devletler hukukundan doğan diğer mükellefiyetlere tezat teşkil eylememek kaydıyla bu sözleşmede belirtilen mükellefiyetlere aykırı tedbirler alabileceğini ve bu hükmün Sözleşmenin tarafı olan devleti meşru harp fiilleri neticesinde vaki olan ölüm olayı müstesna Yaşama hakkı, İşkence yasağı ve Kölelik ve Zorla Çalıştırma yasağını ihlale mezun kılmayacağı açıkca belirtilmiştir. [7]Yine aynı sözleşmeye ek Ölüm Cezasının Kaldırılmasına İlişkin 6 numaralı Protokol’un 1. Maddesinde ölüm cezasının kaldırılacağı, hiç kimsenin böyle bir cezaya mahkum edilmeyeceği ve idam edilmeyeceği belirtildikten sonra 2. Maddesinde “ bir devletin savaşa veya yakın savaş tehdidi zamanında işlenen fiiller bakımından hukukuna ölüm cezası ile ilgili hükümler koyabileceği, bu gibi cezanın sadece kanunda belirtilen durumlarda ve kanun hükümlerine uygun şekilde uygulanacağı “ ifade edilmektedir. [8] Görüldüğü gibi uluslararası hukuka göre devletler savaş zamanı ve savaş tehdidi altında bulunulan zamanlarda olağanüstü tedbirlere müracaat edebilmekte ve en önemli insan hakkı olan yaşam hakkı dahi bu gibi ortamda kısıntıya uğratılmaktadır.Kişileri zorunlu göçe tabi tutma, zorla yer değiştirme günümüzde insanlık suçu oluşturan eylemlerden biri olarak kabul edilmekle birlikte bunun uluslararası hukukun izin verdiği haller dışında yapılması suç teşkil eden bir eylem olarak değerlendirilmektedir.[9]Dolayısıyla 1915 yılının ortamında savaş içersinde ihanetin yaşandığı bir durumda bir devletin ihanet eden bir gruba zorunlu göç ve iskan uygulaması yapması uluslararası hukuka aykırı değildir. Bu gibi uygulamalar daha sonraları Osmalı dışında diğer bazı devletler tarafından da gerçekleştirilmiştir. Örneğin 1939-1940 Kışında Radikal Sosyalist Fransız Hükümeti Almanca konuşan ve Fransanın Almanya sınırında yaşayan Alsazları Majino Hattının doğusundan alarak Fransa’nın güneybatısına, özellikle de Dordogne’a nakletmiştir. [10] Aynı şekilde Amerikan Yönetimi Japonyanın gerçekleştirdiği Pearl Harbour baskınından sonra Japon asıllı Amerikan Vatandaşlarını Pasifik Bölgelerinden Missisipi vadisine göç ettirmiş ve ikinci dünya savaşı sonuna kadar buradaki toplama kamplarında barındırmıştır.

Bu çerçevede bir değerlendirme yapacak olursak Osmanlı Hükümeti 1915 yılında Amerikanın 1940 lı yıllarda yaptığını yapmamış, kendi varlığını koruyabilmek için kendi vatandaşlarını toplama kamplarında tecrit etmek gibi bir uygulamaya girişmemiştir.

Yukardaki açıklamalardan çıkan sonuç şudur. Osmanlı Hükümetinin 1915 yılında yaptığı uygulama bırakın o dönemin şartlarını bugünkü şartlara göre dahi milletlerarası hukuka uygun bir uygulamadır. O dönemde vuku bulan ölümler tamamen savaş ortamında sivillerin birbirlerini öldürmesidir. Bunu gerçekleştirenlerin hukuken sorumlu olduklarından ve cezalandırılmaları gerektiğinden hiçbir kuşku yoktur . Ancak bu ölümlerden devletin sorumlu tutulması mümkün değildir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu o günkü ortamda devlet bu yörede etkin bir kontrol icra edememekte, birçok cephede varlığını sürdürebilmek, parçalanmamak için meşru mücadelesini sürdürmektedir. Dolayısıyla bu dönemde bir soykırım suçunun işlenmiş olduğunu söylemek milletlerarası hukuka aykırı bir iddia olarak gözükmektedir.

Kanunsuz suç ve ceza olmayacağı prensibi ve kimsenin işlediği zamanın hukukuna göre suç teşkil etmeyen bir eylemden dolayı sonradan bu eylemin suç olarak kabul edilmesi nedeniyle cezalandırılamayacağı ceza hukukunun en temel prensiplerinden olup uluslararası suçlar açısından da geçerli olan prensiplerdir. Uluslararası hukuk açısından bu prensibi değerlendirdiğimizde uluslararası hukuk kurallarında tanımlanan suçlar dışında suç olmayacaktır.Kişilerin ve devletlerin de bu suçlardan dolayı sorumlu tutulabilmeleri için bu eylemin suç işlendiği esnada da suç olarak kabul edilmiş olması lazımdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10 Aralık 1948 de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 11. Maddesinin 2. Bendinde ve 4 Kasım 1950 tarihli İnsan hakları ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesinin 7. Maddesinde bu husus açıkca ortaya konulmaktadır. Ayrıca Türkiye’de dahil medeni devletlerin birçoğunun anayasalarında ve ceza kanunlarında bu hükümlere yer verilmiştir.[11] Ceza hukukunda kıyas yani yasada açık olarak suç gösterilmemiş bir fiilin yasada açık olarak gösterilen bir fiile benzetilerek cezalandırılması yasaktır. Bu ilke milletlerarası suçlar açısından da geçerli bulunmaktadır. Dolayısıyla Soykırım Suçunun uluslararası hukuktaki tanımına uymayan ve siviller tarafından savaş ortamında gerçekleştirilmiş olan bazı öldürme fiillerinden dolayı soykırım suçlaması yapmak açıkca hukuka aykırı bir durumdur. 1915 yılında ve sonrasında meydana gelen olaylarda sivil halka karşı yapılan muamele yönünden bir savaş suçunun oluşup oluşmadığı düşünülebilirse de bu konuda o dönemde gündeme gelmiş ve çözümlenmiş bir husustur. Birinci Dünya Savaşından hemen sonra müttefik orduları İstanbul’u ve Osmanlı İmparatorluğunun başka bölgelerini işgal etmişler, İşgalciler arasında bulunan İngilizler ise aralarında Osmanlı Siyasi ve askeri liderleriyle önde gelen aydınların da bulunduğu 143 kişiyi “ Ermeni Olaylarında savaş suçu işledikleri iddiası ile tutuklayarak Malta Adasına hapsetmişlerdir. Bu konuda İstanbul Hükümeti hem saltanatın muhafazası hem de son on yıl içinde imparatorluğu yöneten İttihad ve Terakki Partisinin ortadan kaldırılması amacıyla Müttefiklerle her konuda işbirliğine girmiş, gerek ittihad ve Terakki rejimi, gerekse İstanbul ve malta’da tutuklu bulunan eski yöneticiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi amacıyla Osmanlı Arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmış, ancak gerek İstanbul Hükümeti gerekse İngilizler Malta’daki tutuklular hakkında soykırım suçlamalarını kanıtlayacak delilleri sunamamışlardır. Sonuçta Malta’daki tutukluluar kendilerine hiçbir suçlama yöneltilmeden ve Mahkemeye çıkarılmadan 1922 yılında serbest bırakılmışlardır. [12]

2- SOYKIRIM SUÇU NE ZAMAN ULUSLARARASI SUÇ OLARAK KABUL EDİLMİŞ VE JUS COGENS HALİNE GELMİŞTİR?

İlk soykırım ifadesi Polonyada yaşayan yahudi olan ve savaş esnasında ABD ne göç eden ve burada Öğretim Üyeliği yapan Hukukçu Raphael Lemkin’dir. Lemkin “ Axis rule in The Occupied europe” adlı eserinde bu ifadeyi kullanmıştır. Soykırım suçunun Devletler Hukuku suçu sayılması 1945 yılı sonrasına tekabül etmektedir. Bunun en önemli kanıtı Jenosit’in Önlenmesi ve Cezalandırılması hakkındaki Sözleşmenin giriş bölümüdür. Bu sözleşmenin giriş bölümünde aynen şu ifadeler yer almaktadır.” Jenosit’in medeni dünyaca takbih edilen ve Birleşmiş Milletler ruh ve amaçlarına aykırı bulunan bir Devletler Hukuku suçu sayıldığının, Bitrleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu tarafından 11 Aralık 1946 tarihinde alınan (96) sayılı kararla ilan edildiğini nazarı itibare alarak, tarihin bütün devirlerinde Jenosit’in insanlığa büyük kayıplar verdirdiğini kabul ederek; insanlığı böyle menfur bir musibetten kurtarma için milletlerarası işbirliğinin lüzumuna kani bulunduklarından, aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır…..” Bu Sözleşme 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edildikten sonra 12 Ocak 1951 de yürürlüğe girmiştir. Bugün için sözleşmeye 136 devlet taraftır ve Türkiye’de bu sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan devletler arasındadır.[13] Bu suçun jus cogens haline gelmesi yani milletlerarası hukukun emredici bir normu olarak kabulü ise 1950 li yılların ortalarında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla soykırımın uluslararası suç olarak kabulü ve jus cogens haline dönüşmesi 1946 yılından sonra gerçekleşen bir durumdur. Bu durumda 1915 yılında vuku bulduğu iddia olunan olaylar bir an için soykırım olarak nitelendirilse bile bundan dolayı kimsenin sorumlu tutulabilmesi mümkün bulunmamaktadır. Çünkü o tarihte bu eylemler uluslararası suç olarak tanımlanmamıştır. Ceza kurallarının geçmişe etkili uygulanmayacağı, kimsenin işlediği zamanda suç olarak kabul edilmeyen bir fiilden dolayı sonradan bunun suç olarak kabul edilmesi sebebiyle cezalandırılamayacağı evrensel olarak kabul edilmiş ceza hukuku prensiplerinden birisidir. Tüm insan hakları sözleşmelerine ilham kaynağı olan 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan hakları Evrensel Beyannamesinin 11. Maddesinde “ Hiç kimsenin işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemeyeceği; bunun gibi suçun işlendiği sırada uygulanan cezadan daha şiddetli bir cezaya muhatap olamayacağı” açıkca belirtilmiştir. Bu durumda 1915 yılında olduğu iddia olunan ve o günün hukukuna göre var olmayan bir suç için 1945 yılından sonra ortaya çıkan durum çerçevesinde sorumluluk yüklemeye çalışmak hukukun bilinen tüm prensiplerini açıkca inkar etmek anlamına gelecektir.

3- OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE İŞLENDİĞİ İDDİA OLUNAN FİİLLERDEN DOLAYI TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ HUKUKEN SORUMLU TUTULABİLİR Mİ?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı Devletinin Halefi durumundadır. Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ile birlikte buna bağlı birçok devlet bağımsızlığını kazanmış, 1923 tarihli Lozan Andlaşması ile de Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı Devletinin halefi olarak Dünya Devletleri arasında yerini almıştır. Lozan andlaşması ile Türkİye Cumhuriyeti Selefi Osmanlı Devletinin milli borçlarına , arşivlerine, kamu mallarına ,andlaşmalarına halef olmuştur. Lozan Andlaşması o denli ayrıntılı olarak hazırlanmıştır ki Andlaşmaya taraf Türkiye dışındaki diğer devletler Osmanlıdan dolayı Türkiyeyi sorumlu tutabilecekleri her şeyi bu belgeye koymuşlardır. Örneğin bu andlaşmanın bir hükmü daha önce Osmanlı Devleti tarafından parası peşin ödenen ve İngilterede inşa ettirilen iki harp gemisinin İngiltere tarafından savaş bahanesiyle Osmanlıya teslim edilmemesine rağmen Türkiye’nin bu gemiler üzerindeki hakkından vazgeçmesine ilişkindir. Bu denli ayrıntılı ve Türkiye’yi bağlayıcı hükümler içeren ve müzayaka halinde yapılan bir andlaşmada Türkiye’nin 1915 yılı ve sonrasında vuku bulan bazı olaylardan dolayı Ermenilere karşı tazminat yönünden ve cezai yönden sorumlu tutulması istense idi bunun Lozan Andlaşmasında ayrıntılı bir şekilde yer alacağı muhakkak idi. Türkiye Lozan Andlaşması ile o günün yerleşmiş uluslararası örf ve adet hukuku kurallarına aykırı bir şekilde tüm Osmanlı borçlarından sorumlu tutulmuştur. Halbuki milli borçlara halefiyet yönünden bunun parçalanan devletin yerine kurulan devletlere hakkaniyete uygun bir oranda paylaştırılması milletlerarası hukukun genel kabul görmüş bir kuralıdır. İşte bu denli Türkiye’yi köşeye şıkıştırmayı amaçlamış bir zihniyetin 1915 ve sonrası dönemdeki olaylardan Türkiye’yi sorumlu tutmak istemesi durumunda bunu Lozan’a en ince ayrıntıları ile koymak isteyeceği tartışmazsıdır. Bu durumda sırf Lozan Andlaşması dahi Türkiye Cumhuriyetinin o dönemde uluslararası toplum tarafından aklanmış olduğunun en önemli delilidir.

Bir an için Lozan’ı bir tarafa bırakacak olursak ve suçların zaman bakımından uygulanması prensiplerine göre hareket edecek olursak Türkiye’nin sorumlu tutulabilme imkanı yine bulunmamaktadır. Türkiye Soykırım Sözleşmesine 1950 yılında taraf olmuştur. Sözleşmenin yürürlüğe giriş tarihi 12 Ocak 1951 dir. Sözleşmede sözleşmenin geçmişe etkili olarak uygulanacağına dair bir hüküm bulunmamaktadır. 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku Konvasniyonunda yer alan ve bu konudaki örf ve adet hukuku kuralını yansıtan “ andlaşmaların geriye yürümezliği” başlıklı 28. Madde hükmüne göre “ Andlaşmadan farklı bir niyet anlaşılmadıkça veya böyle bir niyet başka türlü tespit edilmedikçe , andlaşma hükümleri andlaşmanın bir taraf bakımından yürürlüğe girmesinden önce meydana gelen bir hareketle veya olayla veya ortadan kalkan bir durumla ilgili olarak o tarafı bağlamaz” . Yine Soykırım Sözleşmesinin giriş bölümünde “ Jenosit’in medeni dünyaca takbih edilen ve Birleşmiş Milletler ruh ve amaçlarına aykırı bulunan bir devletler hukuku suçu sayıldığının Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu tarafından 11 Aralık 1946 tarihinde alınan (96) sayılı kararla ilan edildiğinin nazara alındığı” açıkca ifade edilmektedir. Yine 1969 Tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Konvansiyonunun Andlaşmaların yorumuna ilişkin 31.maddesi esas alındığında bir andlaşmanın yorumu bakımından “ bir andlaşma hükümlerine andlaşmanın bütünü içinde ve konu ve amacının ışığında verilecek alelade manaya uygun şekilde iyiniyetle yorumlanacağı “ belirtildikten sonra “ bir andlaşmanın yorumu bakımından bütünü, girişini ve eklerini içine alan metne ilaveten bazı diğer hususları da kapsayacağı” ifade edilmiştir. Dolayısıyla Soykırım Sözleşmesinin girişinde yer alan bu hüküm soykırım suçunun 1946 tarihi itibariyle kabul edilen bir suç olduğunu ve devletlerin soykırım suçuna ilişkin bu sözleşmeyi yaparken bunu değerlendirerek sözleşme hükümlerini kabul ettiklerini ortaya koymaktadır. O halde Türkiye’nin Soykırım Sözleşmesi dolayısıyla da hukuken sorumlu tutulma imkanı yoktur. Yine Soykırım Sözleşmesine Sovyetler Birliği de taraf olmuş ve 1951 yılından sonra bu sözleşme hükümleri doğrultusunda Türkiye ile Ermeni Soykırım iddiası ile bir tartışmaya girmemiştir. Halbuki Soykırım Sözleşmesinin 9 .maddesi bu sözleşmenin tefsir,tatbik ve icrasına ve Jenosit fiilinin bir devletin sorumluluğuna dair sözleşen devletler arasında zuhur eden ihtilafların , ilgili taraflardan birinin talebi üzerine Milletlerarası Adalet Divanına arz olunacağını ifade etmektedir.

Yine uluslararası hukuka göre bir halef devletin selefin başka devletlere borçlarından dolayı, bu devletlerin uluslararası taleplerinden dolayı sorumlu tutulabilmesi için uluslararası talep konusu olan alacağın kesinleşmiş olması gerekmektedir. Bir an için Osmanlı Devletinin bir tazminat sorumluluğu olduğu varsayılsa dahi bu sorumlu olunan miktar kesinleşmemiş olduğundan halef devlet olarak Türkiye’nin bu gibi taleplerden sorumlu olması mümkün değildir. Bu halefiyet hukukunun yerleşmiş kurallarından birisidir. [14]

SONUÇ

Yukarda ortaya koyduğumuz açıklamaların ışığında varılan sonuç şudur.

1- 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde vuku bulan olaylar savaş ortamında Osmanlının halklarından olan Ermenilerin İmparatorluğu Parçalamak isteyen dış güçlerle işbirliği yapmaları ve oluşturdukları çetelerle yöre halkına ve devlete zarar vermeleri nedeniyle oluşmuş olaylardır.[15] Osmanlı İmparatorluğu’nun bu isyancılarla ilgili almış olduğu tehcir kararı uluslararası hukuka uygun bir karardır. Bu dönemde vuku bulan bazı ölüm olayları savaş hukuku kuralları içinde vuku bulan olaylardır.

2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milletlerarası hukuka göre Osmanlı Devletinin halefi sıfatıyla o dönemde vuku bulmuş olan bir takım olaylardan dolayı tazminat ve cezai yönden sorumlu tutulması hukuken mümkün değildir. Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyetine bu dönemle ilgili Osmanlı’ya yapılmış ve kesinleşmiş uluslararası bir talep intikal etmiş değildir.

3- Amerika, Fransa gibi devletlerce alınmaya çalışılan ya da alınan “ ermeni soykırımına ilişkin “ kararların Türkiye açısından hiçbir bağlayıcılığı ve hukuki sonucu bulunmamaktadır. Bu kararların temelinde seçim yatırımı ve ekonomik yarar sağlama zihniyeti yani siyasi menfaatler yatmaktadır.

4- Bu devletlerin mahkemelerinde Türkiye’nin aleyhine olarak alınabilecek kararların Türkiye’de icra kabiliyeti bulunmadığı gibi, böyle bir durumda Türkiye de uluslararası hukuka göre bu devletlere karşı misillemede bulunabilecektir.

5- Fransız Parlementosunda alınan karar türündeki kararlara tepki gösterirken bunların siyasi kararlar olduğu, Türkiye açısından hukuki hiçbir sorumluluk doğurmayacağı hususları da gözönüne alınarak aşırı tepkilerden kaçınılmalıdır. Bu tür bilinçsiz ve fevri tepkiler karşı taraftan çok uzun vadede bize zarar verecektir. Olayın ekonomik boyutunun hiçbir zaman gözardı edilmemesi gerekir. Türkiye’nin sürdürdüğü enflasyonla mücadele programında bilinçsiz atacağı adımların bunca zamandır milletçe sürdürülen fedakarlığı boşa çıkaracağı unutulmamalıdır.

6- Konunun son günlerde bir kısım yetkililerce gündeme getirildiği gibi BM Örgütü nezdinde oluşturulacak bir Komisyona havale edilmesi ve bu Komisyonun değerlendirme yapmasının istenmesi Türkiye açısından çok büyük risk olacaktır. Unutulmamalıdır ki uluslararası alanda değerlendirmeler hukuk ve adalet boyutuyla değil siyaset boyutuyla yapılmaktadır. Türkiye Milletler Cemiyetinin Musul’la ilgili yaptığını unutmamalı ve bundan ders çıkarılmalıdır. Hangi meselemiz bir uluslararası örgüte havale edilip de Türkiye’nin lehine sonuçlanmıştır?

Prof.Dr.Ferit Hakan BAYKAL
T.C.Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı Başkanı


http://hukukgrubu.org/makale5.htm

Not: Makalenin bir kısmı siyasi içerik nedeniyle makaleden çıkarılmıştır.




Değerli üyeler sözde ermeni soykırımını bu makaleyi de göze alarak sadece hukusal açıdan değerlendirmenizi istiyorum.Bu zor olacak ama ,bu sorunun hukuki boyutta ele alınması da gerekir,
saygılar...
Old 13-10-2006, 23:31   #2
Admin

 
Varsayılan

Site Yönetiminden Not :

Birkaç gündür bu konuda site içinde -doğal olarak- çeşitli konular açılıyor ancak açıkçası THS olarak bu konuda açılan başlıklara çok da sıcak bakmadık. Zira sitemizde siyaset konu dışıdır ve Sözde Ermeni Soykırımı meselesi siyasete girmeden nasıl tartışılır, neden tartışılır, konu tarihçilerin konusu değil midir, bunun hukukçuları ilgilendiren yanı nedir ya da ne olmalıdır henüz karar verebilmiş değiliz.

Bu nedenle site içinde bugüne kadar Ermeni Soykırımı ile ilgili açılan bazı konuları yayınlamadığımız da oldu, o konuların sahibi arkadaşlar bu konuya ayrımcılık yapıldığını düşünmesinler, olay sadece site yönetimi olarak duruşumuzu henüz belirleyememizden kaynaklandı.

Ancak konunun çok gündemde olduğu ve site üyelerimizin de konuyu tartışmak için hevesli olduğu bir gerçek. Bu açıdan Sayın ahmetsacit'in açtığı bu konu bize de bir çözüm yolu sundu, zira kendisi bu konuyu tamamen hukuki açıdan ele alıp, tartışmanın çerçevesini de özellikle hukuki boyutla sınırlı olacak şekilde ortaya koyduğundan bu konuyu açık bırakmaya karar verdik.

Ancak konunun atışmaya dönüşmemesi açısından Görüş Arşivine dönüştürdük, bu nedenle konuya eklenecek yanıtların Görüş Arşivini kurallarına uygun olmasını beklemekteyiz.

Keza konunun Sayın üyemizin de altını çizdiği şekilde hukuki açıdan ve hukuk bilimi yönünden ele alınmasını, siyasi düşüncelerin ifadesi için kullanılmamasını ve forum içinde artık benzer konular açılmayarak ve Sözde Ermeni Soykırımı konusu ile ilgili tüm görüşlerin bu konu başlığı altında toplanmasını önemle rica ederiz.

Anlayışınız için teşekkürler!
Old 14-10-2006, 07:18   #3
yargıç isa

 
Kitap ........

Bu ve bu gibi konuların tartışılıp ( bilhassa hukuk ve tarih ortamında) sonuca bağlanması imkansızdır. Çünkü bu siyasilerin sorunuymuş gibi gösterilip, siyasiler çıkar elde etmek amaçlı bunu üstlenmişler ve olayı zaten kendi kafalarında sonuçlandırmışlardır. Başka bir kimse/ülke eğer siyasi bir çıkar sağlayacaksa çıkıp "siz Anzaklıları da soykırıma uğrattınız" deyip bunu her türlü gerekçeye, kanıta karşı savunabilir. Çünkü, siyasiler için amaç bunların düzeltilmesi değildir; tamamen çıkardır. Bir siyasetin hedefi meşru olmayabilir ama o hedefe gidebilmek için izlediği yollar meşru olmalı yada meşruymuş gibi gösterilmelidir. Bunun için bazı şeyleri aşmak çok güç olabiliyor bazen mümkün olmuyor.

saygılarımla...
Old 14-10-2006, 22:44   #4
Av.Selim Balku

 
Varsayılan

Açıkçası Ermeni Soykırımı meslesini hukuken tartışacak, belgeye, delile sahip değilim bu anlamda tam donanımlı olmadan varsayımlar üzerinden olayın hukuki boyutunu çizmeye yeterli değilim. Şahsımın ve konu hakkında yorum yapan herkesin ya kulak duyumu bilgilerle ya da Türk Tarih Kurumun tarih kitaplarından aldıkları ile yetinmektedirler ki bunlarda objektif olmayacağı için fikir telakki etmekten kaçınıyorum.

Ancak savaş hukuku çerçevesinde, müdafaa ve taaruz sınırları içerisinde kalan insan öldümelerinin sorumluluğu elbetteki olmamalıdır Ancak savaş ile alakası olmayan kadın, çocuk, yaşlı, ve sakatlardan oluşan kitlenin etnik kökeninden dolayı katli söz konusu ise tartışılmasından yanayım. Bu hususu hangi devlet cereyan etmişse hesap verilmesinden yanayım.

Benim Ermeni Soykırımı ve katliamı hakkındaki kişisel görüşüm şudur, Osmanlı Ermenileri katletmiş olabilir veya Ermeniler Türkeleri ve Kürtleri katletmiş olabilir ben işin bu yanına bakmıyorum -yeryüzünde daha zalim ve daha masum ırk yoktur.- Kanımca dikkat edilmesi ve üzerinde durulması gereken asıl husus ZAMANAŞIMI konusudur.

Zamanaşımı önerisinde bulunmak, suçu kabüllenmek değildir. Zamanaşımı evrensel barışa ve ırklar arasındaki sorunları çözmede bir yol, kültürleri ve kökenleri buluşturmada bir çaredir...

Nasıl ki suç ve cezalar için zamanaşımı sözkonusu ise uluslararası suçlar içinde bir zamanaşımı kuralı getirlmelidir. Aksi takdirde bu işin sonu Roma İmparatorluğuna kadar gider...
Old 15-10-2006, 01:29   #5
Gemici

 
Varsayılan

Milletlerarası hukuka göre insanlığa karşı işlenen suçlar konusunda zaman aşımı müessesesi uygulanmıyor bildiğiniz gibi. Aradan 60-70 yıl geçtiği halde, Arjantin'de veya diğer Latin Amerika ülkelerinde yakalanan Naziler, zaman aşımına bakılmaksızın mahkeme önüne çıkarılıyor.

Naziler için zaman aşımı söz konusu olmadığı gibi, yüzlerce insanı öldürüp toplu mezarlara gömen Eski Yugoslavya'daki savaş suçluları için de zaman aşımı söz konusu değil. Üzerinde tartışılabileceğini kabul etmekle beraber doğru buluyorum.

Saygılarımla
Old 18-10-2006, 22:46   #6
ayşekömürcü

 
Varsayılan amaç siyaset değil

Aslında ben sözde ermeni soykırımını tartışırken hukukla siyaseti birbirinden ayıramıyorum.Yani şimdi bu konuyla ilgili ne desem ucu bir yerden mutlaka siyaste giriyor Bu siteye kesinlikle saygı duyuyorum ancak birbiri ile bu kadar bağlantılı iki şeyi birbirinden ayırmak çok zor.Eminim benim gibi düşünenler vardır.Birde şöyle bir şey var tabi, hukukla siyaseti birbirinden ayıracaksak neden yasaları siyasetçiler yapıyor (2 senedir bunu düşünüyorum) Amacım konuyu saptırmak yada başka yerlere çekmek değil.Yanlış bir sözüm varsa şimdiden özür dilerim...
Old 19-10-2006, 00:24   #7
Nusret

 
Varsayılan Olayı nasıl adlandırmalı?

Bu başlığı açan kişi başta olmak üzere Admin de dahil birkaç kişi, bu başlığa konu olan olayı adlandırırken bile siyaset yapmış iken, konuyu siyasi bağlamından koparıp "salt" hukuksal yönüyle nasıl tartışacaksınız?

Olayı adlandırırken bile siyaset yapmış iken dedim. Bu olayı "sözde Ermeni soykırımı" olarak adlandırmaktır kastım. Evet, olayı "sözde" diye nitelendirmek kelimenin tam manasıyla siyaset yapmaktır. Soykırımın gerçekte olmadığını, sözde olduğunu ifade eder. Bu nedenle Ermeni soykırımı sorunu veya Ermeni soykırımı iddiası vb. (aslında iddiası yerine sorunu demenin daha doğru olduğunu düşünüyorum) denmelidir.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Evlenme(k)-Aile hukuku dersine esprili bir bakış hükümsüz1621 Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. 10 01-09-2008 21:43
Bakış Açısı Av. Levent Polat Site Lokali 4 20-12-2006 22:56
İdare Mahkemesinin Ermeni Soykırımı Toplantısı hakkındaki YÜRÜTMEYİ DURDURMA kararı Ulaş Demiray Hukuk Sohbetleri 6 28-09-2005 16:30


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05263901 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.