Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Lokali Edebiyat, Müzik, Spor, Sinema, Bilgisayar.. Site üyelerimizin hukukla ilgisiz konularda sohbetleri için. [Siyaset ve din bu sitede konu dışıdır!]

Tarihte Bugün Açısından İnsan

Konuyu Kilitleyin
Old 29-09-2006, 15:29   #1
Armağan Konyalı

 
Varsayılan Tarihte Bugün Açısından İnsan

HER GÜN BİR BAŞKA ŞEY YAŞANIYOR...
AMA HEP GERİDE YAŞANIYOR:
ELİMİZDEKİ SADECE İLERLEME NİYETİ
İÇİMİZDEKİ İSE BİR UMUT ÇİÇEĞİ



29 EYLÜL

1902 yılında, bugün, Fransız romancı Emile Zola öldü

Émile Zola, (2 Nisan 1840 – 29 Eylül 1902) Fransa'da natüralizm akımın öncüsü ünlü yazardır. Zola’nın edebiyat dışındaki şöhreti ise, Dreyfus Davasında takındığı aydın tavrından kaynaklanmaktadır. 1897 yılında Fransız ordusunda Yahudi olması nedeniyle askeri yargının duyarsızlığına kurban giden yüzbaşı Dreyfus’u hükümetin bütün baskılarına rağmen savunan ve Fransa devlet başkanına hitaben “İtham Ediyorum” makalesini yayınlayan Zola, baskılardan dolayı Fransa'yı terkedip bir süre Londra'da yaşamak zorunda kaldı. Çabaları sonucunda Dreyfus Davası'nın yeniden görülüp adaletin yerini bulması sonucu yurduna döndü. Émile Zola, 1902 sonbaharında, yatak odasında duman zehirlenmesinden öldü. “Nana”, “Germinal” ve “Meyhane” en tanınmış romanlarıdır..

Alıntı : http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%89mile_Zola

Yukarıda kısaca anlatılan büyük inat, sebat, kararlılık, adalet için sürgüne bile katlanmak hukukçular için örnek alınacak bir yaşam öyküsüdür.

Anısına saygılarımla
Old 01-10-2006, 05:38   #2
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

30 EYLÜL

1579 yılında Sokollu Mehmet Paşa hançerlenerek öldürüldü.

Sokullu Mehmet Paşa 14 yıl süren sadrazamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak öne çıkmış, birçok askeri ve siyasal başarının elde edilmesinde birinci derecede rol almıştır. 60 yıllık devlet hizmeti sırasında da hiçbir görevinden alınmamış, daima bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir özelliğidir. Sokullu bir tanesi İstanbul'da, diğerleri Lüleburgaz, Havsa (Edirne) ve Payas (Hatay)'ta bulunan beş külliyesi, imparatorluğun hemen her yanına yayılmış eserleri vardır.

Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal açarak Osmanlı donanmasına Hazar Denizi yolunu açma, Süveyş Kanalı'nı açma, İzmit Körfezi-Sapanca Gölü-Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz'e alternatif bir boğaz açma gibi çağının ötesinde projeleri vardı. Don-Volga kanalı için gerekli işgücü seferber edildi, ancak hava şartları nedeniyle çalışmalar sürdürülemedi. Süveyş Kanalı düşüncesiyle ön adım olarak Sudan zaptedildi. Ancak bu proje de sonuca ulaşamadı. Devlet teşkilatı içinde de önemli düzenlemeler yapmıştır.

Sokullu 1574'te ölen II. Selim'in yerine geçen III. Murat döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Fakat artık eski gücü yoktu çünkü padişah da artık onun karşıtlarıyla işbirliği halindeydi. Sokullu yine de bazı siyasal başarılara imza attı. Fas'ı Portekiz akınlarından kurtardı, Avusturya'nın saray içine dönük oyunlarını etkisiz hale getirdi. Fakat baskılar artık iyice artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi Mustafa Paşa sudan bir nedenle idam ettirildi.

1579 yılında ise sıra kendisine gelmişti : Sokollu Mehmet Paşa, bir divan toplantısı sırasında tımarı azaltıldığı için şikayete geldiğini söyleyen bir Boşnak tarafından hançerlenerek öldürüldü ve Eyüp'te defnedildi.

Bundan sonra sarayda Safiye Sultan etkili oldu.

Alıntı : http://tr.wikipedia.org
Old 01-10-2006, 06:10   #3
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

1 EKİM

1946 yılında Nürnberg’teki yargılamalar sonucunda 12 Nazi ölüm, 2 Nazi ömür boyu, 5 Nazi de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

1945 Yılının mayıs ayında Winston Churchill,Harry S.Truman,Josepf Stalin ve Charles de Gaulle savaşın bitimiyle beraber,Nazi Almanyası’ndaki yakalanan bütün üst düzey generalleri savaş suçluları mahkemesinde yargılamaya karar verdiler. Bu mahkemede suçlular 4 suçtan dolayı yargılanacaktı:
- Birincisi barışa karşı işlenen suçlar,
- ikincisi savaş suçları,
- üçüncüsü insanlık karşıtı işlenen suçlar ve
- sonuncusu diğer işlenen suçlar.

Tarihte "dunya barisina karsi islenen suclar" diye bir suc ifadesi ilk defa bu mahkemede kullanilmistir.''"bir eylemin cezalandirilmasi icin, o eylemin suc oldugunun eylemin islenmesinden once yasayla belirtilmis olmasi gerekir." hukukun bu onemli prensibi bu mahkemede uygulanmamıştır.''

'' Bu mahkemelerin hukuka aykırı olmasının asıl nedeni suçta ve cezada kanunilik ilkesinden çok, savaştan sonra ve yalnızca galip devletler arasında yapılan uluslararası bir sözleşmeye dayanmasıdır. bu durum nürnberg mahkemelerinin kuruluş statüsünde de kendisini göstermektedir. bir kimsenin, suçu işlediği sırada bulunmayan mahkemelerde, hele o ülke üzerinde tasarrufta bulunma hakkına uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kavuşmamış bir mahkemede yargılanması, doğal yargıç ilkesine de aykırıdır. "peki, bu hukuka aykırılığın sonuçları ne olmuştur?" "o kadar katil işkenceci yaratık mahkum edildi fena mı oldu?" diye sorulabilirse de, düşünüldüğünden çok daha vahim sonuçlar doğmuştur:
- bütün zamanların en büyük katliamlarından birini yapan insanları yargılayan mahkemenin tarafsızlığına ve adilliğine gölge düşmüştür. bu bir daha silinemeyecek bir lekedir.
- nürnberg mahkemeleri (ve japon savaş suçlularını yargılayan tokyo mahkemeleri)nde yalnızca mağlup devletlerin savaş suçları yargılanmış, insanlık suçu sayılabilecek atom bombasının siviller üzerinde kullanılması gibi eylemler yargılanmamıştır. Bu durumun eşitlikten de öte, insanlıkla bağdaştırılabilir bir tarafı yoktur ''

'' Mahkemenin tarafsızlığı müttefikler arasında dahi tartışma konusu olmuştur. Bu mahkemenin kazananın,kaybeden tarafı yagıladığı tek taraflı bir mahkeme olacağı çoğu kişi tarafından benimsenmiştir. Yargıçlar her ne kadar gerekli özeni göstermeye çalışsalar da malesef çoğu kişinin korkusu gerçek olmuş ve bu mahkeme kazananın kaybedeni yargıladığı bir mahkeme olmuştur. 1945 yılının sonlarına doğru Müttefikler ve Kızıl Ordu çok sayıda toplama kampını ele geçirmişti. Bazılarında gerçek bir kıyımın olduğu delillerle ispatlanmıştır. Özellikle Bergen-Belsen kampındaki karşılaşılan tablo bütün Dünya'ya tüm kampların aynı koşulda olduğu izlenimini vermişti. Özellikle Doğu-Polonya'daki kamplarla bir türlü önüne geçlimeyen tifo ve açlık salgını çoğu yahudi ve savaş esirinin ölmesine neden olmuştur. Yani tüm toplama kamplarındaki Yahudi ve diğer esirler aynı koşullarda değillerdi.Bazı hayatta kalması muhtemel bazı Nazi subaylarına yalan ifadeler vermeleri yönünde aşırı tehdit ve baskılarda bulunulduğu da 1960'lı yıllardan sonra ortaya çıkacaktı.''

Mahkeme sırasında özellikle Hermann Goering’in sorguları sırasında hararetli tarışmalar yaşanmıştır. Mahkemenin ilerleyen günlerinde Hermann Goering’in diğer mahkumları etkilemesi üzerine,Goering’in ayrı hücrede tutulmasına karar verilmiştir.Mahkeme devam ederken Robert Ley kendini tuvaletin demirine asarak intihar etmiştir. Hermann Goering ise infazı gerçekleşmeden birkaç gün önce içtiği Potasyum-Siyanür hapı ile ölmüştür.

''Her ne kadar "victors' justice" (kazananların adaleti) dense de, bu yargılama uluslararası ceza hukukunun başlangıcı olarak kabul edilebilecek kilometre taşıdır.''

Yargıçlar şu isimlerden oluşuyordu; Frances Biddle (Amerika), Norman Birkett (İngiltere), Robert Falco (Fransa), Geoffrey Lawrence (İngiltere), John Parker (Amerika), Roman Rudenko (Rusya) ve Henry Donnedieu de Vabres (Fransa).

Adolf Hitler,Heinrich Himmler ve Joseph Goebbels’in öldüğü biliniyor Martin Borrman ve Heinrich Müeller hakkında bir bilgiye sahip olunamamıştı. Aşağıdaki 23 Nazi subayı ise yakalanmıştı; Hermann Goering, Wilhelm Frick, Hans Frank, Rudolf Hess, Ernst Kaltenbrunner, Alfred Rosenberg, Albert Speer, Julius Streicher, Alfred Jodl, Fritz Saukel, Robert Ley, Erich Raeder, Wilhelm Keitel, Arthur Seyss-Inquart, Hjalmar Schacht, Karl Doenitz, Franz von Papen, Constantin von Neurath ve Joachim von Ribbentrop.

Mahkemenin sonunda Wilhelm Frick, Hans Frank, Ernst Kaltenbrunner, Walther Funk, Fritz Saukel, Alfred Rosenberg, Julius Streicher, Alfred Jodl, Wilhelm Keitel, Arthur Seyss-Inquart, ve Joachim von Ribbentrop suçlu bulunup 16 Ekim 1946’da idam edilerek öldürülmüştür. Rudolf Hess ve Erich Reader ömür boyu,Albert Speer 25 yıl, Karl Doenitz , Walther Funk, Franz von Papen, ve Constantin von Neurath ise uzun müddet hapis cezasına çarptırılmıştır.

'' Nürnberg, nasyonal sosyalist parti'nin genel merkeziydi ve yargilamalarin burada yapilmasi bu acidan da önem taşıyordu. Duruşmalar 20 kasim 1945'te başladı, kararlar 30 eylül - 1 ekim 1946 tarihleri arasinda okundu. Ölüm cezalari 16 ekim 1946'da Nürnberg Hapishanesinin spor salonunda uygulandı.''


Tırnak içindeki alıntılar: www.eksisozluk.com
Diğer alıntılar http://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%BCrnberg
Old 02-10-2006, 08:15   #4
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

2 EKİM

1964- Bilim adamları sigaranın kanser nedeni olabileceği yönündeki bulguları açıkladılar.

Aradan geçen 42 yıl içinde bu bilimsel bilgi işe yaramadı; hala sigara içilmekte. Her yıl 100 binlerce kişi sigaraya bağlı nedenlerle yaşamını yitirmekte.

Aradan geçen 42 yıldan sonra bile insanlık sigara içmekle kendi kendini içten içe ve bile bile kemirmekte.
Old 03-10-2006, 02:25   #5
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

3 EKİM

1932 Bağımsızlığını kazanan Irak, Milletler Cemiyeti’ne katıldı.
Old 03-10-2006, 22:12   #6
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

4 Ekim

1926 - Seksen yıl önce bugün Medeni Kanun, Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu yürürlüğe girdi

Türk Medeni Kanunu, Atatürk devrimlerinin temeli, bir hukuk ve uygarlık anıtı olarak kabul edilmektedir.

Tanzimat Dönemi'nde hazırlanan Mecelle, bazı yenilikler getirmekle birlikte, kişilerin hak ve borçları, aile kurumu, işleyişi ve sona ermesi, mülkiyet ilişkileri, miras sorunları, kiralama, satın alma, ödünç verme, vb. ilişkiler açısından, gerçek bir Medeni Kanun sayılamazdı.

Türk Medeni Kanunu, kısaca Medeni Kanun'un geçmişi 1923 yılına dayanmaktadır.

Atatürk, 1923 yılında Bursa'da halka yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
"Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir."

Cumhuriyet'in kuruluşu ile yeni bir devlet yapısı oluşturulurken varolan hukuk düzeninin iyileştirilmesi, çağdaşlaştırılması amaçlanmıştı. 1923'de Adalet Bakanlığı bünyesinde, başta Mecelle olmak üzere temel bazı yasaları yeniden düzenlemek üzere iki komisyon oluşturuldu.

Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bu komisyonların çalışma yöntemlerini belirleyen yönetmelikte, komisyonların yeni düzenlemeler için önce fıkıh hükümlerine dayanacakları, onun yeterli olmadığı konularda başka ulusların kabul ettiği çözümlerden yararlanmaları öngörülüyordu. Komisyon üyelerinin şeriat kurallarından ayrılmaz gözükmeleri, bu arada yeni düzenlemelerde batı hukukunun örnek alınmasına ilişkin görüşlerin yoğunlaşması sonucu, bu komisyonlar dağıtıldı.

19 Mayıs 1924'de yeniden oluşturulan komisyonların çalışmalarına ilişkin yönetmelikte, bu kez, gerekirse "batı milletlerinin kanun ve eserlerinden icap eden esasların alınması" ibaresi yer aldı. Ancak bu komisyonların hazırladığı yasalar da, yetersiz ve çağdaş olmaktan uzak bulundu; bunlarla ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bir hukuk sisteminin yaratılamayacağı anlaşıldı.

Batılı ülkelerin medeni kanunları incelendikten sonra Medeni Kanun'un hazırlanmasında, İsviçre Medeni Kanun'u esas alındı. 1912'de yürürlüğe giren İsviçre Medeni Kanunu, dilinin basitliği, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile düzeni içermesi ve hakime takdir yetkisi vermesi nedeniyle benimsendi.

Avrupa'daki en eski yurttaşlık yasalarından Fransız Medeni Yasası, eskimiş kabul edildi, Avusturya Medeni Yasası, Habsburg Hanedanının "mutlakiyetçi" anlayışını yansıtır nitelikte bulundu. Alman Medeni Yasası ise, çok teknik bir metin olarak görüldü.

Türk Medeni Kanunu Tasarısının hazırlanması için hukukçu milletvekillerinden, öğretim üyeleri, yargıç ve avukatlardan oluşan 26 kişilik bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, İsviçre Medeni Kanunu'nu Türkçe'ye çevirdi ve yeni bir metin oluşturdu.

Komisyonun hazırladığı taslak, 20 Aralık 1925'de Bakanlar Kurulu'nda (3. İnönü Hükümeti) görüşülerek kabul edildi.

Tasarı, kısa bir görüşmeden sonra, 17 Şubat 1926'da kabul edildi. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yasa, 6 ay sonra, 4 Ekim 1926'de yürürlüğe girdi.

Bu yasayı, devamı niteliğinde görülen Borçlar Yasası izledi. Aynı komisyon, İsviçre Borçlar Yasası'nı Türkçe'ye çevirdi ve tasarı haline getirdi. 22 Nisan 1926'da kabul edilerek 8 Mayıs 1926 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yasa, Medeni Kanun ile aynı tarihte yürürlüğe girdi

Kısaltılarak http://www.belgenet.com/yasa/medenikanun/tarihce.html adresinden alıntı yapılmıştır.
Old 06-10-2006, 01:03   #7
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

5 Ekİm

1970 Enver Sedat, Mısır Devlet Başkanı oldu
Old 06-10-2006, 01:07   #8
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

6 EKİM

1981 - Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat öldürüldü.
Old 06-10-2006, 21:07   #9
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

7 EKİM

1571- İnebahtı Deniz Savaşı

Bazı kaynaklara göre 15 bin, bazı kaynaklara göre 25 bin levendimizi kaybettik. Bu denizciler iyi yetişmiş usta denizcilerdi. Osmanlı tarihinde bir daha yerleri doldurulamadı. Bu büyük kayıp Osmanlının denizaşırı ülkelere uzanması şansının kaybıdır.

Komuta ettiği 42 gemiyi ve leventlerini kurtaran Uluç Ali Paşa'nın (Kılıç Ali Paşa'nın) başarısı unutulmadı.

Zaferi kazanan Haçlı donanması 7bin 500 kayıp verdi. Onlar da savaşın kurbanı olan insanlardı.İnsanlar kendi kendilerini karada, havada demeden öldürmeye devam ediyor.

Bu büyük savaştan kazançlı çıkanlar, Haçlı donanmasının Osmanlı gemilerinden kurtardığı 10 binden fazla hıristiyan forsa oldu.

Savaş hakkında ayrıntılı bilgi aşağıda sunulmuştur:

İnebahtı Deniz Savaşı Osmanlı - Haçlı donanmaları arasında, Korint körfezinde, İnebahtı yakınlarında yapıldı. Osmanlı kaynakları, bu savaşın adını "Sıngın" olarak yazar.

O dönemde Kıbrıs, oldukça hareketli Mısır-İstanbul deniz ticaret yolu üzerinde önemli bir engeldi. Burası Venediklilerin elinde bulunuyor, adada yuvalanan, Venedik desteğindeki Hıristiyan korsanlar sık sık ticaret ve hac gemilerini vuruyorlardı. Kıbrıs'ın, vaktiyle bir Müslüman ülke olduğu gerekçesiyle fetva alınıp savaş açıldı. Kıbrıs'ın önemli merkezleri Lefkoşe ve Magosa, zorlu mücadelelerden sonra zaptedildi ve fethi tamamlandıktan sonra Kıbrıs, beylerbeylik haline getirildi (1570-1571).

Osmanlılar'ın Kıbrıs adasını almaları, Avrupa'da büyük tepkilere yol açtı. Bunun sonucu olarak Papa, İspanya kralı ve Venedik dukası, Osmanlılara karşı birleştiler. Bu birleşmeyi imza ile de onayladılar (15 Mayıs 1571). Kutsal ittifak adı verilen bu antlaşmayı, Osmanlılar, gizlice öğrendiler. Osmanlı Dîvanı'nda, bu tarihlerde, bazı görüş ayrılıkları yüzünden anlaşmazlık vardı. Bu durum, alınacak tedbirleri durduruyor, Donanmayı Hümayun amiralliğinin, Preveze'den yazdığı yardım isteklerini cevapsız bırakıyordu. Sonunda Dîvan, Avrupa karşısına güçlü bir donanma ile çıkma konusunda karara vardı.

Ancak Dîvandaki anlaşmazlık yüzünden, Osmanlı donanmasının başına, bir kara ordusu kumandanı olan Müezzinzâde Ali Paşa getirildi. İstanbul'a gelen ikinci bir haber, Türk sularına gelmekte olan Haçlı donanması ile ilgiliydi. Sokullu, bu donanmayı durdurmak görevini de gene bir kara ordusu kumandanı olan Pertev Paşa'ya verdi.

Osmanlı donanmasında bir vezir, dört paşa, 15 beylerbeyi vardı. Ayrıca Uluç Ali Paşa, Cafer Paşa, Barbaroszâde Hasan Paşa, Barbaroszâde Mehmed Paşa ve Salihpaşazâde Mehmed Bey gibi ünlü Türk denizcileri de bulunuyordu.

Osmanlılara karşı meydana getirilen Haçlı donanmasının başına, Karl V'in evlilik dışı oğlu, Hollanda genel valisi Don Juan (Avusturyalı Johann) getirildi. Venedik donanmasının başında Vaniero, Cenevizlilerinkinde Giovanni - Andrea Doria, Papalık donanmasında da dük Marco Antonio Collonna vardı. Ayrıca Avrupa'nın en ünlü prens, asilzâde, amiral ve generalleri Haçlı donanmasında görev almıştı.

Müezzinzâde Ali Paşa ile Pertev Paşa'nın yanlış tutumları, ünlü Türk denizcilerinin karşı koymalarına sebep oldu, ancak, yapılan tartışmalar sonunda Kaptan-ı deryanın görüşü uygulandı.

İki donanma, dünya tarihinin en büyük savaşlarından birine başladı. Türk donanması bozuldu. 142 gemi yok oldu, 20 bin Türk askeri şehit oldu. Ölenler arasında, Müezzinzâde Ali Paşa başta olmak üzere birçok Osmanlı paşası ve beylerbeyi de vardı. Bu arada, yalnız Uluç Ali Paşa'nın kumandasındaki Türk sağ cenahı başarı gösterdi. 42 Türk gemisinden kurulu olan bu cenah, gemilerini kaybetmedi, Haçlı sağ cenahını bozarak, savaş alanından ayrıldı. Uluç Ali Paşa, bu başarısından sonra Kaptan-ı deryalığa getirildi ve "Kılıç Ali Paşa" diye anıldı.

Sokullu Mehmed Paşa yeni bir donanma hazırlamasını istedi. Bunun için çok sayıda malzemeye ihtiyaç olduğunu, kısa süre içinde böyle bir donanmanın hazırlanmasının zor olacağını söyleyen Uluç Ali Paşa'ya, Sokullu; "Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabiliriz. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al" demiştir ki, Osmanlı Devletinin o dönemdeki gücünü göstermesi açısından önemlidir.

Sokullu Mehmed Paşa, gönderilen Venedik elçisine de, İnebahtı Deniz Savaşıyla ilgili olarak "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakalın yerine daha gür çıkar" diye cevap vermiştir.

Bununla beraber, İnebahtı faciasından sonra, kaybedilen binlerce denizciyi yerine getirmek kolay olmamış ve tecrübesiz leventlerden teşkil edilen yeni donanma, devlete Akdeniz'deki eski kudretini kazandıramamıştır. Artık, Avrupa siyasetini yönlendirecek ve ticaret yollarını hakimiyet altına alacak Hint Seferleri gibi büyük projelere de tevessül edilememiştir.

Kaynak : http://www.dallog.com/savaslar/inebahti.htm
Old 08-10-2006, 23:02   #10
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

8 EKİM

1912 - BALKAN SAVAŞLARI BAŞLADI
Balkan Savaşları Osmanlı Devletinin Balkanlar’daki 4 devletle yaptığı 2 ayrı savaştır. (8 Ekim 1912 - 29 Eylül 1913). İlk kez bu savaşlar sırasında ‘Osmanlı ‘ kavramı yerine ‘ Türk Milliyetçiliği ‘ kavramı ortaya çıkmıştır.

İlk savaşta verilen asker kaybı :
Sırbistan: 15.000
Yunanistan: 5.000
Bulgaristan: 32.000
Osmanlı: 30.000

İkinci savaşta verilen asker kaybı :
Sırbistan: 18.500
Yunanistan: 2.500
Romanya: 1.500
Bulgaristan: 18.000
Osmanlı : 20.000

TOPLAM : 142 binden fazla

Sivil halktan ölenlerin sayısı ise belirsizdir.

Savaşın acısını Balkanlarda yaşayan Türk-Müslüman halk çekmiştir. Osmanlı bir kaç haftada büyük topraklar kaybetmiş ve bu topraklarda yaşayan insanlarına hiç bir koruma sağlayamamış, göç edebilmeleri için en ufak bir destek dahi sağlayamamıştır.

Milyonlarca Balkan Türk’ü neye uğradığını şaşırmış ve hızla Anadolu'ya doğru kaçmaya çalışmıştır. Ancak pek çok yerde Osmanlı Ordusu daha hızlı kaçtığı için halk geride kalmış ve on binlercesi katledilmiştir.
****

Meraklısına Not :
Savaş, Rönesans döneminin ünlü ressamı Albrecht Dürer'in tablosundaki Mahşerin Dört Atlısı'ndan biridir. Diğerlerinden (salgın, kıtlık ve ölümden) farkı şudur ki, savaşa insanlar karar verir.
Old 09-10-2006, 00:23   #11
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

9 EKİM

Tarihte bugün de tıpkı diğer günlerde olduğu gibi, pek çok kimse insanlar tarafından öldürüldü. Ama tarihte bugün öldürülenlerin listesi Tarihte Bugün köşemizde yazılmadı.

Bu boşluğun amacı, ölüm haberi almamanın ferahlığını göstermektir.
Old 09-10-2006, 23:14   #12
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

10 EKİM

1903: İngiltere'de kadın hakları savunucusu Emmeline Pankhurst ve bir grup arkadaşı, Toplumsal ve Siyasal Kadın Birliği'ni kurdu.


Ataerkil toplum yapısına geçildikten sonra, tarih boyunca her toplum kadınları süründürdü. Ne yazık ki, bu olumsuz tavrı koyan toplumun içinde kadınlar da var. Kadınların neredeyse tamamı kadını ezen erkeklerin haklı olduğunu düşünmekte.

Kadınların erkeklerle eşit olmaları tarih boyunca mümkün olamadı. Her toplumda erkekler kadınları eziyete varan biçimde aşağıladı. Bu aşağılama günümüzde de sürmekte.

İnsanların birbirini öldürmesinin bir biçimi de, kadınlara yönelik olanı : Töre Cinayeti ya da Namus Cinayeti denen bu öldürme biçiminde toplum katilin arkasında durmakta. Erkekleri cinayete azmettiren bu öldürücü toplumda ne yazık ki kadınlar da yer almakta.

Yüzyıl önce başlamış kadın hakları mücadelesi henüz yeterince olumlu sonuçlara ulaşamadı:
- Önceleri oy hakkı bile olmayan kadınlara yakın tarihte erkekler tarafından adeta lütfedilerek seçilme hakkı da verildi. Ama siyasete katılan kadın sayısı hiçbir zaman erkeklerle eşit olamıyor. Bunun en başta gelen nedeni siyasetin güç gerektirmesidir. Kadın ruhu, haklı olarak, insanları bile öldürmekten çekinmeyen böyle bir güce sahip olmak istemiyor; incelikli kadın ruhu böyle bir gücü kullanmak istemiyor.
- Dünya güçlü olanların elinde, güce dayalı bir denge üzerinde yönetiliyor. Kadınların ana şefkati, merhametli yüreği ve saldırganlıktan uzak ekonomik düşünceleri devlet yönetiminde etkili olabilseydi insanlık şimdiki yerinden daha ileride olurdu. Belki en fazla saç saça-baş başa kavga edilirdi ama en azından savaş olmazdı. Kadınlar çocuklarını ve eşlerini ölmeye-öldürmeye göndermezdi.

İnsanlığın ilerlemesinde en büyük adımlar kadınların küçük adımları olacaktır. Bu ilerlemeyi birkaç yüzyıl daha beklesek de, beklemeye değer bence.
Old 10-10-2006, 22:04   #13
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

11 EKİM

1996 - Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Sabri Ergül, Manisa Emniyet Müdürlüğü'nün kapısına, "Bu işyerinde işkence vardır" yazılı bir tabela astı.


İşkencenin önlenmesinde etkili önlemleri getiren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ancak 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girebildi.

Darısı, bu vahşetin hala sürdüğü ülkelerin başına.
Old 12-10-2006, 02:39   #14
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

12 EKİM

1492 - Kristof Kolomb, ilk kez Okyanus’u aşarak, Amerika’da karaya ayak bastı. Cenevizli Kolomb, bilinmezliğe yaptığı zorlu yolculuğun sonunda, karaya çıktığı yere 'Aziz Kurtarıcı' anlamına gelen 'San Salvador' adını verdi.

İnsanoğlunun okyanusları aşarak bilinmedik başka bir kıtaya ulaşması göz kamaştırıcı bir başarıydı. Ama insanoğlu bu kıtaya da kendi vahşetini taşıdı. Parlak başarısını yağma ve kanla gölgeledi.

İnsanların ileri adımları insanlığı geri götürebiliyor:

- Nükleer gücün bulunması gibi büyük bir ilerleme, bu gücün silah olarak kullanılması gibi bir ilkelliğe yol açabiliyor.

- İnsanların tedavisi amacıyla geliştirilmiş tıp alanındaki bilgiler insanlara işkence yapmakta kullanılıyor.

Bugünkü düzeyinde insanlığın eline bir güç vermek, 1 yaşındaki çocuğun eline dinamit vermek gibi olur. İnsanlık henüz kendine zarar verecek yaşı atlatamadı.
Old 13-10-2006, 20:04   #15
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

13 EKİM

M.S. 54 - Roma imparatoru I. Claudius, karısı Agrippina tarafından zehirlenerek öldürüldü.

İşte bugün insanlığın gelişmesine tanık oluyoruz:
Son yüzyıllarda karısı tarafından zehirlenen politikacı olmadı. Her ne kadar suikastler hala sürüyorsa da, en azından bu suikastleri eşler yapmıyor. Bu bile bir gelişme sayılır.


Agrippina önce Domitius ile evlendi; bu evlilikten oğlu Neron doğdu.

Agrippina daha sonra I.Claudius'un üçüncü eşi oldu. Agrippina aynı zamanda I.Claudius'un yeğeniydi. I.Claudius, Neron'u evlat edinmişti. Ama imparatorluğun varisi olarak Neron'u değil; kendi oğlunu görüyordu. Agrippina, Neron'un başa geçmesi için, kocasını zehirleyerek öldürdü.

Neron başa geçtikten sonra, Poppaea'ya olan aşkı uğruna, bu aşka karşı çıkan annesi Agrippina'yı M.S. 59 yılında öldürttü.

Ve nihayet kötü yönetimi nedeniyle çıkan ayaklanmalar sonucunda M.S. 68 yılında Neron intihar etti.
Old 14-10-2006, 02:49   #16
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

14 EKİM

1944: Hitler'e suikast düzenleyenler arasında bulunan Mareşal Rommel, suikast başarısız olunca intihar etti.

(Kaba güçle yönetilen bir dünya öyle acımasız oluyor ki, ölüm kurtuluş oluyor.)
******

1992: En korkunç seri katillerden Rus Andrei Chikatilo, 53 kadın ve çocuğu öldürmek suçundan mahkum edildi

Tarihinin en büyük psikopatlarından biri Liman şehri Rostov’da bulunmaktaydı. ‘Sınıfsız bir toplumda suç var olamaz’ doktrinini çürütmemek için Sovyet Yetkililerce 12 yıl boyunca bu canavarca işler yok sayıldı ve toplumdan gizlendi. Bu durumda zavallı vatandaşlar yıllarca bu canavar katille yan yana yaşadıklarını bilemediler.

42 yaşındaydı, evli ve çocukluydu, bir fabrikada çalışıyordu.

Oğlanlar, kızlar ve savunmasız genç kızları hedef olarak seçmişti. Çoğu zaman onları evlerine bırakmak, karınlarını doyurmak ve yardım etmek bahanesiyle otobüs duraklarından yollardan alıp, işsiz yerlere ormanlara götürürdü. Burada onlara hayal gücümüzü zorlayan kötülükler yapıyordu. Dillerini kesiyor, meme uçlarını ısırarak koparıyor, cinsel organlarını yiyor, gözlerini çıkarıyordu. Bu saydıklarımız sadece onun yaptıklarından birkaçıdır. 1984’te dört haftalık bir dönemde 6 genç insani doğramıştır.

Chikatilo 1990 yılında yakalandığında 53 insanin öldürülmesinden yargılandı. Ancak herkes biliyordu ki gerçek şayi çok daha fazlaydı. Kurbanların ailelerinden korunması için çelik kafes içinde mahkemeye getirildi. İdama mahkum edildi ve 1994 yılında idam edildi.

Hakkında Kitap:
Hunting The Devil, 1993, Richart Lourie

Hakkında Film:
Citizen X - Chris Gerolmo'nun Robert Cullen'in ayni adli romanından uyarlayarak 1995 yılında TV için çektiği ama basarisi üzerine sinemalarda gösterilen, 50'den fazla insan öldüren Rusya’nın tek seri katili Andrei Romanovich Chikalito'nun hikayesini anlatıyor.

Kaynak : http://www.polisiye.com/devam.asp?yazid=305#

( Seri katilin 12 yıl boyunca yakalanmamasının nedeni, açık toplumun önemini bir kez daha hatırlatıyor. Kapalı toplumdan ancak seri katiller ve diğer kötüler yararlanıyor.)

*****

Kaba güç ve kapalı toplumdan uzaklaştıkça ilerleme var demektir.
Old 14-10-2006, 23:04   #17
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

15 EKİM

1917 - Tarihin en ünlü kadın casusu Mata Hari Fransızlar tarafından kurşuna dizildi.

1876'da Hollanda'da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mata Hari'nin gerçek ismi Margareta Zelle'di ve Mata Hari, Endonezcede ( ya da Malay dilinde) 'şafağın gözü' anlamına geliyordu.
Üzerine en fazla film yapılmış karakterlerden biridir. (greta garbonun 1931) jeanne moreau (1964) sylvia kristel ( )

[ Özel okullarda eğitim görürken diğer kızlardan farklı olduğunu anlamıştı. Okulda kırmızı bir elbiseyi yalnızca o giymeye cesaret edebiliyordu. 17 yaşındayken iflas eden babası evi terk etti, annesi de birkaç ay sonra öldü. Mata Hari özel bir yuvada küçük çocuklara bakma işine girdi ama okulun yaşlı müdürüyle ilişkiye girdiği için skandal koptu ve işten atıldı. Kendinden 20 yaş büyük İskoç asıllı Hollandalı bir kaptan, gazeteye ilan vermişti:"Java’daki işime evli dönmek istiyorum. Zarif, güzel, halim selim bir bayanla evlenmektir niyetim." Mata Hari en çarpıcı resmini eklediği bir cevap yazdı. İlk karşılaşmalarında kaptan, kendisine vuruldu. Evlenip, Java’ya geldiler. 2 çocuk sahibi oldu. Çocuklarını dadılara bırakıp Java yerlilerinin arasına karışıyor,onların ilginç dans figürlerini öğreniyordu. Kaptan ona giyinişi,konuşması ve yürüyüşü hakkında devamlı ikazlarda bulunsa da sonuç alamıyordu. Sumatra’ya tayin oldular. Taşındıktan birkaç ay sonra bebeklere bakan dadı erkek bebeği zehirleyerek öldürdü. Mata Hari Hollanda’ya döndü. Boşandılar. Kaptan,kızını yanına almayı başardı. Mata Hari’nin ilk işi Paris’e gitmek oldu.

Birinci dünya savaşı yılları yaklaşıyordu.Aklına Java danslarını burada sergileme fikri geldi. Parlak taşlı bir sutyen taktı; bedenine çok ince bir çorap giydi. Görenler onu çıplak zannediyordu. Basınla arasını çok iyi tuttu. Sutyenini çıkarmasını isteyenler için göğsünde bir diş izi bulunduğuna dair bir hikâye uydurdu. Sahne hayatına bu isimle başlayamayacağını belirten gazinocu(?)lar kendisine Mata Hari adını taktılar.İlk gecede sansasyon yarattı.

Puccini kendisine aşık oldu. La Scala'da dans etti.Fransız Savaş Bakanı'nın sevgilisiydi. Zengin beylere özel danslar sunuyor, karşılığında müthiş paralar kazanıyordu. Ama sonra savaş patladı. İşler durgunlaştı.

Fransızlara gidip Almanlara casusluk yapmayı önerdi,1 milyon frank istedi. Almanlar da kendileri için çalışmasını istediler. Fransızlara "Almanlar,Türklerle birlikte Fas’a çıkacaklar!" bilgisini verince casusluk hayatı sona erdi. Ama Fransızlar 'çift taraflı ajan' olduğunu anlayınca hapse attılar. 15 ekim 1917'de şafak vakti Mata Harı ormana getirildi. Başında zarif bir şapka,üstünde son moda bir palto vardı. Son kez hoş bir bakışla askerleri süzdü, el salladı. ]

( Almanlar, Mata Hari'yi Gestapo'ya almıştı. 1. Dünya Savaşı'ndan birkaç yıl önce Almanya'nın Löerrach şehrindeki Alman Espionaj Okulu'nda casusluk üzerine eğitim gördü. Bu arada Berlin polis şefiyle de yakınlık kurdu. Alman Gizli Servisi'ndeki kod numarası H21 olan Mata Hari, 1915'te tekrar Fransa'ya döndü. Fransız Gizli Servisi, Mata Hari'nin Almanlar hesabına çalışan bir casus olduğunu bilmesine rağmen, herhangi bir müdahalede bulunamıyordu. Mata Hari'nin, Fransız ve Hollanda hükümetlerinde nüfuz sahibi kişilerle yakın teması vardı ve hazırlanan tuzaklardan kurtulmayı ustalıkla başarıyordu. )

Fransa karşı casusluk teşkilatı iki taraflı çalışması teklifinde bulundu. Mata Hari teklifi kabul etmiş göründü, ancak Fransızlar ona güvenmiyordu. Bu yüzden Mata Hari'yi denemek için Belçika'ya altı Fransız ajanla ilişki kurması için gönderdiler. Onbeş gün içinde bu altı ajanın tamamı Almanlar tarafından yakalandı ve kurşuna dizildi. Bu olay, altı ajanın hayatına mal olsa da Mata Hari'ye hiçbir zaman güvenilmeyeceğini göstermesi bakımından önemliydi.*

Mata Hari, Almanlar tarafından da artık benimsenmediği için Fransa'ya dönmek zorunda kaldı. Fransızlar cephelerdeki yenilgilerini Mata Hari'nin üzerine attı.

Oysa Margareta Zelle'in daha sonra kendini dünyanın en ünlü casuslarından biri haline getirecek kadar önemli biri olmadığı söyleniyordu. Fransızlar propagandalarından vazgeçmediler.

( Fransız, İngiliz, Rus subay ve devlet adamlarından topladığı çok gizli askerî bilgileri kızına yazılmış masum mektuplar halinde özel diplomatik kurye ile Paris'ten Almanlara ulaştırıyordu. Alman askerî ve denizcilik istihbarat başkanlarıyla toplantılara katıldığı Madrid'den Paris'e döndükten sonra, 13 Şubat 1917'de tutuklandı. Yıllardır hakkında toplanan belgelerin en önemlisi, son Madrid seyahatinde Madrid elçiliğinden Alman askerî merkezine kendi kodu (H21) ile gönderdiği ve yolda ele geçirilen telgraftı. Madrid dönüşü alacağı 15.000 İspanyol Pezosu tutarındaki çek, tutuklandığı zaman üzerinde bulundu. Bir diğer delil de, 1915'te Fransa'ya dönmesinden önce Alman Gizli Servisi'nden aldığı 30.000 marklık senetti. Mahkemenin söz konusu paralarla ilgili suçlamasını, "Hediye aldım" diyerek reddeden Mata Hari, kuvvetli delil bulunamamasına rağmen idama mahkûm edildi. )

( İdama giderken gayet soğukkanlı olan Mata Hari, "Bu Fransızlar beni öldürmekle ne kazanacaklar, savaşı mı kazanacaklar?" diye yanındakilere dert yandı. Kurşuna dizilirken gözlerini bağlatmayarak bir cesaret ve soğukkanlılık örneği gösterdi. )

Mata Hari, kurşuna dizilmek üzere 15 ekim 1917'de şafak sökerken ormana getirildi. Tüfekler patladı. Mermilerin sadece biri kalbine isabet etmişti. Askerlerden 14'ü ona ateş etmemiş ya da edememişti.**


Kaynak :
( parantez içindekiler) = http://tr.wikipedia.org/wiki/Mata_Hari
[ köşeli parantez içindekiler] = ekşi sözlük
diğerleri = muhtelif


* Yukarıdaki satırlarda 6 Fransız ajanının Fransızlar tarafından bir deneme uğruna yem olarak feda edildiği yazılı. Buna inanmak sıradan insanlara zor geliyor. Böyle olaylar karşısında insan ‘sıradan’ olduğuna şükretmeli.

Bir büyük devletin istihbarat örgütü, kendi evlatlarını yem olarak gözden çıkarıyorsa, insanlık kendi kendini, için için yiyor demektir.

** İdam mangasında bir hödük bile ölümcül oluyor. En iyisi böyle bir manga kurmamak
Old 16-10-2006, 01:12   #18
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

16 EKİM

1901 - Başkan Theodore Roosevelt’in siyah lider Booker T. Washinton’u Beyaz Saray’a davet etmesi tartışmalara yol açtı.(*)

Yüz yıl önce bir insanın bir insanı eve davet ederken derisinin rengi önemliymiş.

Bu durum ABD’de 1960’lı yıllarda bile devam etti. Bazı lokallere siyahların girmesi yasaktı; siyahlar otobüste arka sıralarda oturmak zorundaydı.

Güney Afrika Cumhuriyetinde ise ırkçılık çok daha uzun sürdü.

Irkçılık nedeniyle ABD’de, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Avrupa’da ve yakın zamana kadar Güney Afrika’da yüz binlerce insanın kanı döküldü.

Şimdi eşitlik tanındı ama siyahlara hala ikinci sınıf insan gözüyle bakılıyor. Bu yersiz sınıf ayırımları ancak insanlık yeterince ilerleyince ortadan kalkacak.

(*) Booker T. Washington (1856-1915)
Egitimci ve zamanının en önemli siyah lideri olan Booker T. Washington, köle sahibi bir beyaz babayla köle bir annenin çocugu olarak dogmuş ve Franklin County, Virginia’da büyümüştür. Up From Slavery (Kölelikten Kurtuluşa, 1901), adlı mükemmel, basit otobiyografisinde kendini daha iyi duruma getirebilmek için sürdürdügü başarılı mücadeleyi anlatır. Afrikalı-Amerikalıların yaşamlarını iyileştirmek yönündeki çabalarıyla tanınmıştır; yeni azad edilmiş siyah Amerikalıları Amerikan toplumunun genel akışı içine katabilmek için yürüttügü beyazlarla birlikte oturma politikasını Atlanta Sergisi'nde yaptığı ünlü konuşmasında (1895) özetlemiştir.

'' Başarıyı ölçebilmek için bir insanın ulaştığı noktaya deği, başarmak için aştığı engellere bakılması gerektiğini öğrendim. ” sözü Booker T. Washinton'a aittir.
Old 17-10-2006, 18:54   #19
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

17 ekim

1950 – Kore’ye asker gönderdik

Kore “sabah ülkesi” anlamına gelmektedir.

Sabah Ülkesi Kore hala savaşta.... 1950 yılında başlamış ve 56 yıldır da bitmemiş bir savaş bu. İki kardeşin savaşı...

Ev sahipliğini Güney Kore'nin Daegu Kenti'nin yaptığı 22nci Üniversite Oyunları'nın kapanış törenini coşku ile izliyoruz. Törenin başlaması için bayraklar davet ediliyor. En önde Olimpiyat geleneği gereği önce ev sahibi ülkenin bayrağının geçmesi gerekiyor. Ama en öndeki bayrak Güney Kore'nin değil... Uzaktan gözlerimiz seçemiyor, yakınlaşınca anlıyoruz ki, daha önce Seul Olimpiyatları'nın açılışında yaptıklarını bu kez Üniversite Oyunları'nın kapanışında yapmışlar:

Soğuk savaşın izlerini korumaya, nükleer başlık taşımaya kararlı olduklarını her fırsatta ortaya koyan büyüklerine inat, Güney ve Kuzey Koreli sporcular, tek bayrak altında törene katılmışlardı... Ne Güney Kore'nin bayrağı, ne de Kuzey Kore'nin bayrağı vardı... Beyaz bir bayrak üzerinde mavi bir Kore haritası vardı...

Kaynak : http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/...yazidizi1.html

Kore yarımadası, jeopolitik durumu nedeniyle asırlardan beri çatışma ve savaş alanı olmaktan kurtulamamıştır. Bu savaşların her birinde yabancı kuvvetler çarpışmış ve her defasında yenilen, ezilen Kore halkı olmuştur. Kore toprakları Çin’in, Japonya’nın ve Rusya’nın tarih boyunca ilgi alanı olmuştur.

Türkiye'nin Kore Savaşı'na Katılma Nedenleri
İkinci Dünya Savaşı'nın bitip Soğuk Savaş'ın başlamasıyla Türkiye, uluslararası ortamda kendini yalnız buldu. İkinci Dünya Savaşı'nda tarafsız kalarak bütünlüğünü Almanya'ya karşı korumuş ancak savaş sonrasında Sovyetler'in Doğu Anadolu'da toprak ve Boğazlar'da üs ve ortak savunma talepleriyle karşılaşmıştı. Böylece Sovyet tehdidine karşı müttefik arayan Türkiye Batı Bloğu'na ve Amerika'ya yaklaşmaya başladı.

Türkiye, NATO'ya girişini hızlandırmak için başlayan Kore Savaşı'na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika'ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloğu arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952'de Türkiye bir NATO üyesi olmuştur.

Hazin Vasiyet
Kore Savaşı aynı zamanda canını hiçe sayan kahraman Türk askerleriyle de destanlaşmıştır. 22 Nisan 1951’de, Çin Kuvvetlerince kuşatılan piyade bölüğünde görevli topçu ileri gözetleyici Üsteğmen Mehmet Gönenç’ten şu telsiz mesajı alınmıştı.:
- Düşman bulunduğum tepeyi işgal etti. Çok şehit verdik. Telsizcimiz de şehit oldu. Koordinat veriyorum. Bataryalar ateş etsin”.
- Verdiğiniz koordinatlar bulunduğunuz yerdir”
- Evet öyle. Biz düşmana teslim olmak istemiyoruz. Bizi onlara teslim etmeyin. Vasiyetimiz budur. Bizi ateşlerimizle şehit edin. Üsteğmen Gönenç’in bu vasiyeti yerine getirilmişti

Kaynak : http://www.muharipgaziler.org.tr/kore.doc

Sayılarla Türk Tugayı
Gönüllü olanlardan seçilmiş olan bu tugay 259 subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er olmak üzere 5090 kişiydi. Tugay komutanlığına Tuğgeneral Tahsin Yazıcı getirilmişti.
Kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Kore_Sava%C5%9F%C4%B1'nda_T%C3%BCrkiye

Savaşın Dehşeti
25 Haziran 1950'den, 27 Temmuz 1953'e kadar en kanlı bölümü süren ve henüz bir Barış Antlaşması yapılmadığı için de bitmiş sayılmayan savaşta
570 bin Koreli ölmüş,
460 bin Koreli kaybolmuş,
84 bini esir düşerken,
950 bin Koreli de yaralanmış.
Aylarca süren bombalama sonrasında 5 milyondan fazla insan da evsiz barksız kalmış... Orada ne işleri olduğunu, kardeş kavgasına neden karıştıklarını bugün de tartışan, hatta Irak meselesi gündeme geldiğinde sık sık Kore örneğini anımsatan Birleşmiş Milletler'in toplam kaybı 167 bin kişidir. Bu 167 bin kişiden bin 185'i bizim çocuklarımızdır.

Kaynak : http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/...yazidizi1.html


Kore ülkemize çok uzak ama savaş ülkemize çok yakın. Batı'nın kapısından girmek için hep savaşa girmek zorunda kalıyoruz. Uzak-yakın hiç farketmiyor
Old 18-10-2006, 00:51   #20
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

18 EKİM

1906 - Bir ayakkabıcı komuta ettiği askerleri kullanarak soygun yaptı


Wilhelm Voight, 57 yaşında bir ayakkabıcıydı. Ismarlama ayakkabılar yapıyordu. Alman subayı kılığına girerek, emrine aldığı iki manga asker sayesinde yaptığı soygunla 4 bin mark çaldı.

Uzun bir suç listesi bulunan Voight, otoriteye gözü kapalı itaat edilmesini kötüye kullanıp, kendi gözüpek soygununa alet ettiği Alman Ordusunu rezil etti.

Bir yüzbaşı üniforması içinde, Almanya’da Berlin’in hemen dışındaki Tegel’de iki manga askerin yanına gidip, askerlere 20 mil uzaktaki Köpenick kasabasına kadar kendisini takip etmelerini emretti.

Öğleden sonra Köpenick'te trenden indiklerinde askerleri pozisyona soktu ve Vali’nin odasına fırtına gibi girdi. Vali’nin tutuklandığını bildirerek, askerlere Vali’yi nezarete atmalarını emretti. Bu sırada kasayı denetlemek istedi ve kasadaki 4 bin mark paraya el koydu. (Aslında amacının, yurt dışına çıkabilmek için kasadan pasaport almak olduğu, fakat pasaport yerine sadece para bulduğu da söylenir)

Voight’un emriyle Vali bir arabaya tıkıldı ve polise teslim edilmek üzere araba Berlin’e doğru yola çıktı.

Berlin yolunda Voight parayla birlikte ortadan kaybolmayı becerdi. Polis Merkezinde her şeyin bir aldatmaca olduğunun anlaşılması birkaç saatten fazla sürdü.

Her ne kadar Kayzer Wilhelm II çok komik bulduysa da, Alman Ordusu bu hikayeyi eğlenceli bulmadı. Voight’u aramak için büyük bir harekat düzenlendi. Günler sonra Voight Berlin’de yakalandı. Bu muzipliği nedeniyle 4 yıl ceza aldı. Ama Kayzer 2 yıldan kısa bir sürede Voight'un serbest kalmasını sağladı.

Voight ömrünün geri kalan günlerinde bir halk kahramanı oldu. Yıllarca üzerindeki yüzbaşı üniformasıyla fotoğraflara poz verdi durdu.

Kaynak : http://www.history.com/tdih.do?actio...tegory&id=1160

Otoriteye itaat alışkanlığı, bu komik olaydan sonra geçen yüz yıldan sonra bile, hala toplumların içine işlemiş olarak durmakta.

Yapılan bazı deneylerde, sokaktaki sivil vatandaşlar bile üniformalı birine itaat ediyorlar. Üniforma hiç bir kurum ve kuruluşa ait olmayan saçma sapan bir üniforma olsa da, deneyin sonucu değişmiyor.

Umarız yüz yıl sonra değişir.
Old 18-10-2006, 23:03   #21
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

19 EKİM

1965 – The Beatles grubu Yesterday adlı parçasıyla Altın Plak aldı. Yesterday, bir gitar ve dört yaylı ile çalındı. Tarihte viyolonsel kullanılan ilk pop parçası oldu.

Viyolonselin sesi insani bir sestir: kalbin samimi duygularını çok iyi ifade eder.

Pop parçalarında kullanıldığı gibi, siyasette, ticarette ve evlilikte de viyolonsel kullanılsaydı yaşam şimdi çok daha güzel olurdu.

yesterday, all my troubles seemed so far away
now it look as though they're here to stay
oh, I believe in yesterday

suddenly, I'm not half the man I used to be
there's a shadow hanging over me
oh, yesterday came suddenly

why she had to go I don't know, she wouldn't say
I said something wrong, now I long for yesterday

yesterday, love was such an easy game to play
now I need a place to hide away
oh, I believe in yesterday

why she had to go I don't know, she wouldn't say
I said something wrong, now I long for yesterday

yesterday, love was such an easy game to play
now I need a place to hide away
oh, I believe in yesterday, mm

(söz ve müzik : Paul McCartney )
Old 20-10-2006, 08:44   #22
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

20 EKİM

1947 – AMERİKAN KARŞITI FAALİYETLER KOMİTESİ SORGULAMALARA BAŞLADI


Özgürlükler Ülkesi’nde 30 yıldan fazla süren bu “Cadı Avı” insanlığın gerilemesine iyi bir örnek oluşturuyor: Nice başarılı insan harcandı; nice başarılı olacak insan harcandı.

İnsanlar birbirlerini acımasızca eziyor; kendi türüne zarar vermek için olmadık nedenler buluyor. 1650 yılında Thomas Hobbes’un söylediği “İnsan insanın kurdudur” sözünün tarihe gömülmesi için daha kaç yüzyıl geçecek bilinmiyor. Ama insandan umut kesilmez:

Nice şeyi tarihe gömen insan, bir gün kendi kötülüğünü de gömecektir.

İnsanlığın yüz karası bu dönemin önemli isimleri aşağıda sunulmuştur.

Saygılarımla



İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kimi çevreler Sovyet ajanlarının ülkedeki varlığından ve gizli tertiplerinden dem vurmaya başladı. 29 Haziran 1940’da Amerikan Kongresi, Amerikan hükümetinin devrilmesini savunmayı ve bunun propagandasını yapmayı suç haline getiren bir yasayı kabul etti. Çok açık ki, düşünce özgürlüğünü sınırlayan bu yasa Amerikan Komünist Partisi’ni hedef alıyordu. Ülkedeki komünist faaliyetleri araştırmak üzere kurulan Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi (HUAC), sendikacılardan yazarlara, müzisyenlerden eğitimcilere onlarca insanı sorguladı. Ancak bunlar arasında en çok gürültüyü Hollywood’un bilinen isimlerinin sorgulanması kopardı.

Soruşturmaların yoğunlaştığı bir dönemde, 9 Şubat 1950’de Wisconsin senatörü Joseph McCarthy, elinde hükümet için çalıştıklarını ve Komünist Parti’ye üye olduklarını iddia ettiği 205 kişinin listesi olduğunu söyleyerek kamuoyunun karşısına çıktı. Bu liste bir sır değildi çünkü 1946’da hükümet tarafından yapılan bir çalışma sonucu hazırlanmış ve kamuoyuna duyurulmuştu. Listedekilerden bir kısmı gerçekten komünistti. Ancak listenin diğer üyeleri (yine hükümet tarafından sakıncalı bulunan) eşcinseller ve alkoliklerdi. Dolayısıyla, listeyi elinde sallaya sallaya televizyonlarda arzı endam eden McCarthy de aynı sorguya muhatap kalmış olsa, listedeki yerini alabilirdi pekala. İddiaları üzerine tanıklık yapmak için Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi’ne çağırılan McCarthy, listeyi önce 80 kişiye, sonra da 50 kişiye düşürmesine rağmen tek bir sanığın dahi komünist olduğunu ispatlayamadı. Ancak bütün bu iddialı ve hırslı tavırları McCarthy’e geniş bir kamuoyu desteği sağladı. Ve böylece tarihe “McCarthizm” olarak geçen karanlık dönem başladı. Sorgulamalar, eskisinden daha hızlı devam ediyordu…

“Cadı avı” sırasında bütün tanıklardan Komünist Parti’ye üye olup olmadıklarını, üye iseler, diğer üyelerin isimlerini ve artık bu işleri bıraktıklarını söylemeleri ve Komite üyelerine artık yalnızca Amerikan çıkarları için çalışacak birer tövbekar olduklarını kanıtlamaları istendi. Sorulara yanıt vermeyi reddeden onlarca Hollywood çalışanı ya hapse atıldı ya da sürgüne gitmek zorunda kaldı. İşlerinden olmak ise, hepsinin ortak kaderiydi.. Komitenin karşısına çıkıp arkadaşlarının isimlerini birer birer sayanlar, kariyerlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Komitenin gazabına uğrayıp işlerini kaybedenler arasında Bertolt Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles ve Pete Seeger gibi ünlü sanatçıların yanı sıra daha kariyerlerinin başında olan ve gelecek vadeden pek çok kişinin yer aldığı sinemayla ilgilenen herkesin malumu. Ancak arkadaşlarının gelecekleri pahasına kendi kariyerlerini kurtaranlardan Elia Kazan’dan başkası akla gelmez. Oysa bu isimler arasında nice enteresan insan yer alıyor. Edvard Dmytryk de bunlardan biriydi :

Sorgulamaların başladığı 1947’de soruları yanıtlamayı reddedip, kimsenin düşünceleri yüzünden yargılanamayacağı ilkesinden hareketle Amerikan Anayasası’nın çiğnendiğini belirterek direnen ve bu yüzden hapse atılan Hollywood Onlusu (Herbert Biberman, Lester Cole, Albert Maltz, Adrian Scott, Samuel Ornitz, Dalton Trumbo, Edward Dmytryk, Ring Lardner Jr., John Howard Lawson ve Alvah Bessie) arasında yer alan Dmytryk’in ekonomik sıkıntıları, karısından ayrılınca arttı. Bundan kurtulmanın tek yolu olarak arkadaşlarını ele vermeyi ve işine yeniden kavuşmayı gördü. Hollywood Onlusu direnişinden dört yıl sonra 1951’de bu kez kendi isteğiyle çıktığı mahkemede bütün soruları yanıtlamakla kalmayıp isimlerini verdiği komünistlerin kendisine baskı yaptığını iddia etti. Bunun ödülü olarak da kara listeden çıkarıldı ve tekrar çalışma fırsatı buldu.

Larry Parks komiteye isimleri verilenler arasındaki tek oyuncuydu. Aynı zamanda sinemaya ilgi duymayan herhangi birisinin de tanıyabileceği tek isimdi. Parks, komiteye ifade vermeyi kabul etti. 1941’de Komünist Parti’ye katıldığını ancak dört yıl sonra ayrıldığını itiraf eden Parks, arkadaşlarının ismi sorulduğunda yanıt vermek istemedi. Ancak komite onu muhbirlik yapmak ya da komiteye saygısızlıktan hapse girmek arasında bir seçim yapmaya zorladı. Parks da ilk şıkkı tercih etti. Verdiği isimler arasında yer alan Leo Townsend, Isobel Lennart, Roy Huggins, Richard Collins, Lee J. Cobb, Budd Schulberg ve Elia Kazan da Larry Parks’la aynı tercihi yaptılar ve komiteye yeni isimler verdiler.

Elia Kazan’ın bundan birkaç yıl sonra, 1954’te çektiği, başrollerini Marlon Brando, Karl Malden, Lee J. Cobb, Rod Steiger, Pat Henning ve Eva Marie Saint'in paylaştığı sekiz Oscarlı Rıhtımlar Üzerinde (On the Waterfront) pek çoklarınca McCarthy sorgulamalarındaki tutumunu savunmaya yönelik bir çalışma olarak kabul edildi. Filmde liman işçisi Terry’nin öyküsü anlatılır. Terry, çeteleşen sendika patronlarının işlediği cinayetlerden birinde istem dışı rol almıştır ve vicdanı rahat olmasa da susmaktadır. Ancak çetenin öldürdüğü işçilerden birinin kızkardeşi olan Edie’yle duygusal yakınlaşma ve ardından, çetenin adamı olan ağabeyi Charley’nin öldürülmesi Terry’nin yavaş yavaş değişmesine ve eski pısırık kişiliğinden sıyrılarak patronlarına karşı mücadele etmeye karar vermesine neden olur. Filmin sonundaki, arkadaşları tarafından dışlanan Terry'nin feci şekilde dövülmesine rağmen ayakta kalıp destekçileriyle beraber yürümeye devam etme sahnesi de Elia Kazan açısından otobiyografik öğeler taşıyor. Elia Kazan, sorgulamalardaki tavrı yüzünden pek çok arkadaşı tarafından suçlandı ve asla affedilmedi. 1972’de Cannes Film Festivali’nde Kazan’ın ödül kazanması güdeme geldiğinde sorgulamalar yüzünden ABD’yi terk edip İngiltere’ye yerleşmek zorunda kalan Festival Jüri Başkanı ünlü yönetmen Joseph Losey (Uşak, Kaza Gecesi, Arabulucu), Kazan’ı açıkça lanetleyerek ödülün verilmesine engel oldu.

1998’de ise, vaktiyle pek çok insanın işini bırakmasına neden olarak endüstrinin canına okuyan Kazan’a, “endüstriye katkılarından dolayı” Yaşam Boyu Onur Oscar’ı verildiğinde Ed Harris ve Nick Nolte gibi ünlü oyuncular töreni protesto edecekti. Kendisine muhbirliği hatırlatıldığında Kazan “Utanıyorum.” demekle yetindi ve bu konuyla ilgili kimseyle konuşmadı. Anılarında bile: ismini verdiği arkadaşlarından olan Arthur Miller’ın sevgilisi Marlyn Monroe’yla yaşadığı aşk maceraları, sorgulamalardan çok daha fazla yer tutuyordu. Sonraları, Kazan’ın bu davranışı, Anadolu’dan gelmiş olması nedeniyle kendisini hiçbir zaman tam bir Amerikalı olarak kabul ettirememiş olmasına ve Amerikan egemenlerine bu şekilde yaranmaya çalışmış olmasına bağlandı.

McCarthy’nin kaybettirdiklerinin öyküleri ise çok daha acıklı: Hakkında soruşturma açılıp mahkemeye çağrılanlardan sessiz sinema ustası Charlie Chaplin, ABD’yi terk ederek İsviçre’ye yerleşti.
Yönetmen Joseph Loosey ise İngiltere’ye yerleşti ancak, ABD’deki cadı avı İngiltere’ye sıçrayınca takma isimlerle çalışmak zorunda kaldı.
Nazım Hikmet’in “Türkülerimizden korkuyorlar Robeson..” diye selamladığı siyahi şarkıcı Paul Robeson’un pasaportu iptal edildi.
Senarist Ben Barzman’a Fransa’ya sürgün yolları gözüküyordu.
Tom, Dick ve Harry filmiyle 1941’de Oscar’a aday gösterilen Paul Jarrico için de kariyerinin sonu anlamına geliyordu McCarthizm.
Sonraları Kubrick’in filme aldığı Spartacus’ün senaristi Howard Fast de iş bulabilmek için yıllarca takma isim kullanmak zorunda bırakılıyordu. Dr.Jekyll and Mr. Hyde ile tanınan Rose Hobart, sırf Sinema Oyuncuları Sendikası’nda aktif olduğu için sinemadan kopartılanlar arasındaydı.
Ünlü Alman şair-yazar Bertolt Brecht ise komiteye çağırıldığında ABD vatandaşı olmadığı için komitenin kendisini sorgulamaya hakkı olduğunu belirterek çağrıyı kabul etti. Sorgulama sırasında ise, İngilizce’ye tam anlamıyla hakim olmamasını müthiş bir koza dönüştürerek komiteyle dalgasını geçti. Ancak onu da ABD’de fazla tutmadılar ve Doğu Almanya’ya yerleşti.

Bütün Amerika’yı kasıp kavuran McCarthy rüzgarı bu ihtiraslı senatörün eleştiri oklarını Amerikan ordusuna yöneltmesiyle son buldu. Amerikan ordusu için bu kadarı fazlaydı. Onlarca aydın ve sanatçı yargılanırken sesini çıkartmayan kamuoyu, sıra orduya gelince McCarthy’i harcamaya karar verdi. Ordu, gazetelere McCarthy’nin usülsüzlükleri hakkında bilgiler sızdırırken basında da senatörün alkolik ve eşcinsel oluşu sürekli gündeme getiriliyordu. Nihayetinde McCarthy, senatodaki Operasyon Yönetimi Komitesi’nin başkanlığını ve bir sonraki seçimleri kaybetti.

McCarthizm resmen sona ermiş olsa da ABD’yi esir alan antikomünist histeri Soğuk Savaş boyunca devam etti. Buna sinema sektöründen verilebilecek en iyi örnek Jean Seberg’e yapılanlardır. Jean D’Arc ile çıkış yapıp Günaydın Tristesse ile yıldızlaşan Fransız aktris Seberg Hollywood’a geldiğinde, kimileri rahatsız olmuştu. Sebebi, Seberg’in ırkçılık karşıtı Kara Panterler örgütüyle olan ilişkileri ve sol görüşleriydi. Atağa geçmek için fırsat kollayan FBI, Seberg’in Meksikalı yazar Carlos Fuentes’ten hamile kalması üzerine aradığı fırsatı buldu. FBI bu bebeğin Kara Panterler üyesi siyahi bir teröristten olduğunu iddia eden bir mektubu Hollywood dergilerine gönderdi. Bu iftiralar karşısında Seberg öylesine sarsıldı ki, erken doğum yapmak zorunda kaldı ve ertesi gün basın toplantısı düzenleyip gazetecilere ölü bebeğinin bedenini gösterdi. Bu, dedikodulara son verdi ancak Seberg kendini asla toparlayamadı. Çocuğunun her –ölü- doğum gününde intihara kalkışan Seberg, sayısız girişiminden sonra, bir gün arabasında ölü bulundu, boş bir ilaç kutusu ve veda mektubu ile…

Irak Savaşı sırasında da ABD’nin tavrını eleştiren Michael Moore ve Jessica Lange gibi isimleri vatan hainliğiyle suçlayıp Hollywood’dan dışlanmalarını savunan kimi çevreler de McCarthizmin hâlâ biryerlerde pusuda olduğunu kanıtlıyordu.

Kaliforniya Üniversitesi müzikologlarından Richard Taruskin’in besteci John Adams’ı Amerikan karşıtı müzisyen olarak yaftalamasındaki dürtü de aynıydı.

"İyi ve Kötünün Bahçesinde Geceyarısı" filminde zengin ve güçlü eşcinsel karakteri unutulmaz bir şekilde canlandırdığı için eşcinsel olduğu iddia edilen Kevin Spacey’nin "Bu, McCarthy döneminin sürdüğünün açık bir kanıtıdır" şeklindeki sözleri manidardır.

(Alıntı : Kaynağı bilinmiyor)
Old 21-10-2006, 11:27   #23
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

21 EKİM

1879 - Thomas Edison, ‘karbon filamanlı elektrik ampulü’nü icat etti.

1945 - Fransa’da kadınlar, ilk kez oy kullanma hakkı elde ettiler.


İnsanlık elektrik enerjisini 127 yıl önce ışığa çevirmeyi başardı ama kadınların enerjisini siyasal yaşama çevirmekte gecikti.

Fransa gibi demokrasi geleneği olan bir ülkede kadınların seçme hakkının 1945 yılını beklemesi büyük bir talihsizliktir.


Almanya 1919, İngiltere 1929, Türkiye 1934, Fransa 1945, Belçika 1946 ve İsviçre 1971 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımış.

Kuveyt’te ise ancak geçen yıl, 2005 yılında kadınlar seçme ve seçilme hakkına kavuştu.
***

İnsanlık iki ayaklıdır: Bir ayağı erkek, bir ayağı kadındır. Sadece erkeklerin çabasıyla insanlık ancak sek sek oynar gibi ilerler. Kadınlar olmadan, tek ayakla yeterince ilerlenemez.

İnsanlık iki ayaklıdır: Bir ayağın daha ileri gitmesi diğer ayağın geride sürünmesine yol açar. Kadınların süründüğü bir toplum ilerlemiş sayılamaz.

Kadınlara seçme-seçilme hakkı vermek yetmemekte, kotalarla bu hakkın kullanılması da sağlanmaktadır.

Ancak bu noktada dikkatli olmak gerekir : Erkeklerin yönetim dünyasına giren kadınlar, daha önce erkeklerce oluşturulmuş yönetim kurallarına göre davranmakta; erkekler gibi düşünmekte ve karar almakta. Böylelikle yönetimdeki kadınların erkeklerden farkı kalmamaktadır. Halbuki kadınlardan beklenen, yönetime kendi cinslerine özgü sevgi ve şefkatle, kadınca bir sıcaklık ve yumuşaklık getirmeleridir. Ülke yönetiminde kadına değil, kadının sıcak şefkatine ihtiyacımız var.

Ülke yönetiminde kadınlara yer açılması bazı kadınların eşitlik kaprisi yüzünden olmamalı. Amaç, halkın yönetimde kadın yüreğine duyduğu ihtiyacın karşılanması olmalı.

Bir yerde kadın yoksa mutlaka kabalık vardır.
Old 22-10-2006, 10:30   #24
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

22 EKİM

1998 - Birleşmiş Milletler, son on yılda 2 milyondan fazla masum çocuğun savaşlarda öldürüldüğünü bildirdi.


Bu vahşetin bitmesinden yana henüz umudumuz yok; azalmasına bile razıyız. Azaldığından da emin değiliz.

Eğer 1998’den bu yana , savaşlarda öldürülen çocuk sayısında bir azalma olduysa, insanlık ilerlemiş denebilir.

Eğer azalma olmadıysa insanlık için ne denebilir ?
Old 23-10-2006, 08:01   #25
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

23 EKİM

MÖ 42 - BRUTUS İNTİHAR ETTİ


Julius Caesar suikastini düzenleyenlerin başında gelen Marcus Junius Brutus, İkinci Philippi savaşında yenilince intihar etti.

İki yıl önce Cassius ile birlik olup, Roma Diktatörü Julius Caesar’a karşı komplo düzenleyen Brutus Roma Cumhuriyetini yeniden ihya edecek bir hamle yaptığını sanıyordu. Ama nasıl olduysa, Caesar’ın öldürülmesi bütün ülkeyi iç savaş alanına döndürdü. Brutus ve Cassius ‘un Cumhuriyetçi ordusu, diğer yandaki Octavian ve Mark Antony’ nin ordusu ile karşılaştı. Cassius Yunanistan’da Phillppi’de Antony’ye yenilince intihar etti. İkinci bir çarpışmada Brutus’un ordusu Octavian ve Antony tarafından ezilip, yok edilince Brutus kendi canına kıydı. (MÖ 42, 23 ekim )

Antony ve Octavian kısa sürede birbirlerine girdiler. MÖ 27 yılında Octavian ‘ın Augustus Caesar adıyla Roma İmparatoru olarak tahtı ele geçirmesiyle Roma Cumhuriyeti ilelebet ortadan kalkmış oldu.
***
Brutus daha iyi olduğunu düşündüğü bir yönetim için babalığını öldürdü, yurttaşlarıyla savaştı, kendi canını ve ordusunu feda etti.

Halbuki en kötü yönetim bile, bir ordu ölçüsünde insanın ölümüne neden olmazdı. Brutus neden böyle yaptı ?
Old 24-10-2006, 23:17   #26
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

24 EKİM

2003 - CONCORDE UÇAKLARI SON UÇUŞLARINI YAPTI


İngiliz Fransız ortak yapımı olan Concorde uçakları ses hızının iki katı hızda uçuyordu. 1976 yılında havayollarında servise başladıklarında NewYork- Londra seferi sadece 3 buçuk saat sürüyordu. Saatte 1.330 mil hız yapıyordu.

Concorde hız ve lüks sembolü olmuştu . Ne var ki rotası üzerindeki evlerde oturanlar korkunç gürültüsünden rahatsız oluyordu.

Artan operasyon maliyetleri, düşen bilet satışları nedeniyle 2003 ekim ayında İngiliz Havayolları Concorde uçaklarının uçuşuna son verdi. Fransız Havayolları Concorde’ları 2003 mayıs ayında zaten çoktan yere indirmişti.

İnsanoğlu bazen teknolojide boyundan büyük adımlar atıyor. Ama bu teknolojik adımlar aynı zamanda ekonomik olmazsa işe yaramıyor.
Old 24-10-2006, 23:19   #27
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

25 EKİM

1944 - İlk kamikaze saldırısı yapıldı


Japonlar 2. Dünya Savaşında hedefe çarpan uçaklarla Müttefiklere ağır kayıplar verdiler. Ama kendileri de kayba uğradı: 5 binden fazla kamikaze pilotu ve 3 binden fazla Amerikalı ve İngiliz denizci öldü.

Kamikaze günümüzde de göreceli olarak zayıf tarafın kullandığı bir saldırı türü.

İnsanlar öldürmeye ölmeyi de ekleyebiliyor.
Old 26-10-2006, 08:11   #28
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

26 EKİM

1933 – Genel Af ilan edildi

Cumhuriyetin 10. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle genel af ilan edildi.

83 yıllık Cumhuriyet Tarihi boyunca çeşitli adlar altında 100 kadar af ilan edildi. Her yıl en az bir konuda af çıkarıldı. Mali konulardaki afların sayısı çok fazla.

Ortalama 6 buçuk yılda bir genel af ilan edildi.

Sık çıkarılan afların kamu oyunda hoş görülmesi için suçlular yeniden tanımlandı: KAZA ve KADER KURBANLARI deyimi icat edildi. Bazılarınca daha da ileri gidilerek, geri kalmış bir toplumda suçun kader olduğu savunuldu.

Geri kalmışlık da kendi aydınlarını yaratıyor.
Old 26-10-2006, 23:08   #29
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

27 EKİM

1938 -
İlk kez üretilen sentetik maddeye ‘’Naylon’’ ismi verildi.

Sonraki yıllarda ülkemizde bu isim NAYLON FATURA biçiminde sıfat olarak da kullanıldı.
Old 28-10-2006, 15:45   #30
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

28 EKİM

1918 – Alman donanması intihar emrine isyan etti


Birinci Dünya Savaşı’nın bittiği gözle görülür günlerde Alman Donanmasının şerefini kurtarmak için Kuzey Denizi'ndeki güçlü İngiliz Donanmasına karşı saldırılması için emir verildi. Alman Donanması intihar görevi anlamına gelen bu emre uymadı. Emir 5 kez tekrarlandığı halde emre uyulmadı.

Emri veren Amiral Reinhardt Scheer ‘’ Ölümüne de olsa, donanmanın şerefli bir savaşı yeni Alman Donanmasının tohumlarını ekecektir. Şerefsiz bir barışla zincire vurulmuş donanmanın geleceği olamaz. ‘’ demişti. Ama bu tumturaklı sözlere kimse inanmadı.

Saldırı emrine karşı gelenlerden 1.000 kişi tutuklandı. Bunun üzerine
Kiel Askeri Limanından başlayan isyan hızla genişledi;
askerlere işçilerin de katılmasıyla bütün ülkeye yayıldı;
9 Kasım 1918’de Almanya’nın bir cumhuriyet olduğu ilan edildi;
11 Kasım 1918’de Kayzer Wilhelm tahtı bıraktı.
***
kısaltılarak alıntı : http://www.history.com/tdih.do?actio...egory&id=51446

Ülke için ölmek şeref verir ama şeref için ölmenin ülkeye yararı olmuyor.
Konuyu Kilitleyin


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Bugün kendimiz İçin:) ege Site Lokali 1600 24-06-2020 15:32
Dün / Bugün Av. Hulusi Metin Site Lokali 3 16-10-2009 15:57
İnsan Hakları Açısından Vatandaşlık Hakkı safa Hukuk Soruları Arşivi 10 13-01-2007 11:31
bugün buketoz'un yaş günü Armağan Konyalı Site Lokali 0 24-05-2006 12:27
Ayışığı Bugün Doğdu Armağan Konyalı Site Lokali 6 29-12-2004 11:54


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07295799 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.