Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Lokali Edebiyat, Müzik, Spor, Sinema, Bilgisayar.. Site üyelerimizin hukukla ilgisiz konularda sohbetleri için. [Siyaset ve din bu sitede konu dışıdır!]

Felsefe-----kritisizm(Eleştiricilik)

Yanıt
Old 14-04-2002, 15:30   #1
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan Felsefe-----kritisizm(Eleştiricilik)

Kritisizm (Eleştiricilik)


--------------------------------------------------------------------------------

Alman düşünürü Immanuel Kant'ın öğretisi...

Kant'a göre felsefe araştırması, bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır. Felsefe, us (Al. Vernunft)'la yapılıyor. Öyleyse usu değerlendirmek, onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek. Felsefe nasıl bir usla yapılıyor?.. Deneyden yararlanmayan bir salt us (Os. Akli mahiz, Fr. Raison pure, Al. Reinen vernunft)'la. Öyleyse salt us nedir?.. Kant'ın üç büyük yapıtından ilki olan Salt Usun Eleştirisi (Kritik Der Reinen Vernunft, 1781) bu sorunun karşılığını araştırır. Salt us, duyarlığın (Al. Sinnlichkeit) verilerinden alınmamış olan (a priori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır. Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir. Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi'dir. Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi?.. Öyleyse bilgi nedir, önce onu tanımlamak gerek. Kant'a göre her bilgi, bir yargı (Al. Urteil)'dir. Ne var ki her yargı, bir bilgi (Al. Kenntnis) değildir. Örneğin "her cisim yer kaplar" yargısı bize yeni bir bilgi vermez, çünkü "cisim" kavramı esasen "yer kaplamayı" içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve "cisim" kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor. Oysa "bu yük ağırdır" yargısı bize yeni bir bilgi verir, çünkü "yük" kavramı kendiliğinden ağır ya da hafif olduğunu bildirmez; burada, ötekinin tersine, bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve "yük" kavramıyla "ağır" kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz. Demek ki bize bilgi veren yargılar, çözümsel yargılar değil, bireşimsel yargılar'dır. Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle, deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor:

Gerçekleştiremez. Böylece metafiziği kesin olarak yıkmış oluyor: Salt us, deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez. Öyleyse metafizik tasarımlar, insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler. (Bu vargı, Kant'ın materyalist yanını belirtir ve Engels bunun içindir ki kendisine utangaç materyalist der). Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us, böylelikle tahtından indirilmiş olmaktadır; artık, aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir. Kant araştırmakta, eşanlamda eleştirmekte devam ediyor: Salt us, bireşimel yargı olan bilgi'yi niçin gerçekleştiremez?. Çünkü us, sadece bir bireştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır. Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (a Posteriori) "bırakılan taş düşer" bilgisini edinebiliyoruz. Bu deneyi yapmadan önce (a priori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz. Bize bu gereçleri veren duyarlık'tır. Duyarlık, bu gereçleri bize nasıl veriyor?.. Zaman ve mekân içinde veriyor. Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekân diye bir şey yoktur. Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı, kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan, dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez. Bunlar, deneyden elde edilemeyeceklerine göre, usun verileri midir? Kant, bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: Hayır, bunlar usun verileri olamaz. Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler, hiçbir ussal işlemi gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır ve sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar. Öyleyse, duyarlık, ne nesneler düzeninden ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir?.. Kant, bu soruya, kendine özgü bir karşılık veriyor: Sezi (Al. Ansehauung)'yle.

Kant'a göre bunlar birer biçim'dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir. Zaman iç duyarlığın biçimidir, içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekân dış duyarlığın biçimidir, dışımızdan gelen her duygu mekânla birliktedir. Katılmadikları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler, usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (Al. Transzendentale)'dürler. Deneyden çıkarılmamışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz. Görüldügü gibi, Kant, artık aşkın (Al. Transzendent) kavramından deneyüstü (Al. Transzendental) kavramına geçmektedir; ona göre aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir. Bir soru daha gerekiyor: Deneyden gelen verilere duyarlığn seziyle elde ettiği birimlerin katılması, bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi?.. Yetmeyeceğini söyleyen Kant, sonunda, us'a deneyüstü bir görev bulmuştur: Bireştirme işi. Kant'a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi, ne duyuların verileri ve ne de duyarlığın katkıları bilimsel bilgiyi gerçekleştirebilirdi. Öyleyse us, bu bireştirme işini nasıl yapıyor?.. Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi gereçlerini düzenleyici kalıplara (Tr. Ulam, Al. Kategorie) sokarak. Us, bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler. Demek ki, Kant'a göre bilgi, gene de, nesneler düzeninde değil, us'un düşünme düzeninde (Al. Verstand) gerçekleşmektedir. Kant, böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: Deneyüstü yöntem (Al. Transzendental methode).

Kendi kurduğu bu terimle, eleştirici bakışını dilegetirerek, bilgi'nin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculuk'la anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık'ın üstüne aşıyor ve gerçeğin, her ikisinin birleşik bir üstünde'liğinde olduğunu ileri sürüyor. Önemli olan şudur ki, Kant, deneyüstü'ne deney'le bağıntısını kesmeden çıkmaktadır. Us, bireştirme görevini gerçekleştirirken deneyle bağıntısını koparırsa —ki fiziğin üstüne yükselme anlamında metafizik budur— aşkın'ın alanına girer ve köksüz düşler kurmaya başlar. Kant'ın deneyüscülüğü, bir bağıntıcı deneyüstücülük'tür. Bu düzeyde ancak deneyden gelen veriler birleştirilir, salt usun kurguları bireştirilemez. Usun bireştirici kalıpları, deneyle hiçbir ilgileri olmayan ve deneyden çıkarılmamış önsel (a priori) kalıplardır ama ancak deneyin verilerini bireştirmekte işe yarayabilirler. Kavramlar'la nesneler asla kopmaksızın bağıntılı olmalıdır. Metafizik, bu bağıntıyı gerçekleştiremediği içindir ki metafizik bilgi olamaz. Yoksa, Kant'a göre; kesin, tümel, her zaman ve her verde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir. Çözümsel yargıların tümü sonsaldır, deneyden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler. Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır. İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı'lardadır.


Örneğin matematik yargıların tümü bu niteliktedir, "iki kez ikinin dört ettiği" yargısı hiçbir deneyden çıkarılmamıştır. Çünkü deney sınırlıdır, bin deney yaparız ama bin birinci deneyde ne elde edeceğimizi bilemeyiz. Matematik yargılar, deneyden çıkmamış önsel bireşimsel yargı'lardır ama bir bakıma bu karakterde olan metafizik yargılara benzemezler, çünkü her zaman deneye uzanabilirler. İki kez ikinin dört ettiği her zaman denenebilir, Tanrı'nın varlığı hiçbir zaman denenemez. (Kant, bu düşüncelerinden ötürü, 1794'te Gillaume II. hükümetinden bir ihtar almış ve din konusunda yazı yazması yasaklanmıştır). Kant, usun önsel kalıplarını, Aristoteles'ten de yararlanarak, yargı biçimlerinden çıkarıyor. On iki yargı biçimi vardır, öyleyse bunlardan her birini meydana getiren —kendisiyle biçimlendiren— on iki kalıp olmalıdır. Bir yargı, ya "insanlar ölümlüdür" önermesinde olduğu gibi tümel (Os. Külli, Fr. Universel), ya "kimi insanlar erdemlidir" önermesinde olduğu gibi tikel (Os. Cüz'i, Fr. Particulier), ya da "Sokrates düşünürdür" önermesinde olduğu gibi özel (Os. Hususi, Fr. Singulier) olur. Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Tümellik (Os. Külliyet, Al. Allheit), çokluk (Os. Kesret, Al. Vielheit), teklik (Os. Vahdet, Al. Einheit) kalıplarıdır ki nicelik (Os. Kemmiyet, Al. quantitaet) ana kalıbında toplanırlar. Bir yargı, ya "Herakleitos usludur" önermesinde olduğu gibi olumlu (Os. İcâbi, Fr. Affirmatif), ya "Diogenes uslu değildir" önermesinde olduğu gibi olumsuz (Os. Selbi, Fr. Négatif), ya "ruh ölmezdir" önermesinde olduğu gibi sınırlayıcı (Os. Tahdidi, Fr. Limitatif) olur. Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Varlık (Os. Hakikat, Al. Realitaet), yokluk (Os. Selb, Al. Negation), sınırlıtık (Os. Mahdudiyet, Al. Limitation) kalıplarıdır ki nitelik (Os. Keyfiyet, Al. qualitaet) ana kalıbında toplanırlar. Bir yargı, ya "Tanrı iyilikçidir" önermesinde olduğu gibi kesin (Os. Hamli, Fr. Catégorique), ya "Tanrı iyilikçiyse kötüleri sevmez" önermesinde olduğu gibi varsayımsal (Os. Şartı, Fr. Hypothétique), ya "Tanrı ya iyilikçi, ya da kötülükçüdür" önermesinde olduğu gibi ayrık (Os. Munfasil, Fr. Disionctif) olur. Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Tözlülülük (Os. Cevheriyet, Al. Substantialitaet), nedensellik (Os. İlliyet, Al. Causalitaet), karşılıklık (Os. Müşâreket, Al. Wecheelwirkung) kalıplarıdır ki ilişki (Os. İzâfet, Al. Relation) ana kalıbında toplanırlar. Bir yargı, ya "insanlık belki dik yurümeyle başlamıştır" önermesinde olduğu gibi belkili (Os. İhtimâli, Fr. Problématic), ya "Tanrının iyilikçi olması gerekir" önermesinde olduğu gibi zorunlu (Os. Zaruel, Fr. Apodictique), ya "dünya yuvarlaktır" önermesinde olduğu gibi savlı (Os.

Tahkiki, Fr. Assertorique) olur. Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Olanaklılık (Os. İmkân, Al. Möglichkeit), zorunluk (Os. Vücub, Al. Nothwendigkeit), gerçeklik (Os. Hâriyet, Al. Wirklichkeit) kalıplarıdır ki kiplik (Os. Darp, Al. Modalitaet) ana kalıbında toplanırlar. Görüldüğü gibi Kant, deney verilerinin ancak on iki biçimde birbirleriyle bireştirilebileceğini ileri sürmektedir. Bu on iki biçimi de dört ana biçimde (nicelik, nitelik, ilişki, kiplik) topluyor. Bunlann içinde en önemli bulduğu ilişki'dir. Çünkü her bireşim bir ilişkiyi dilegetirir. Bu ilişkilerden de zorunlu olarak nedensellik ve süreklilik yasaları çıkar. Bu yasalar da, kendilerinden çıkarıldıkları kalıplar gibi, önseldirler. Kant, bu önsel, deneyden alınmamış, usun kendi malı olan kalıpların, ilkelerin ve yasaların uygu alanını sınırlarken sadece metafizik yolunu kapamakla kalmıyor; fizik yolunu da kapayarak bilinemezci üçüncü felsefe'nin kapılarını açıyor. Kant'a göre us, deneyin verileriyle bağını koparıp metafizik yapamayacağı gibi deneyin verilerinin arkasına geçerek fizik de yapamaz. Çünkü deney bize sadece görünenler (Al. Erscheinung)'i vermektedir. Bizse bu görünürlerin ardında bir de kendilik (Al. Ding an sich) hayal ediyoruz ve yukarı sınırı aşmaya çalıştığımız gibi bu aşağı sınırı da aşmaya çalışıyoruz. Kant, bu her iki aşamayı da aynı aşma (Al. Transzendent) saymakta ve usun kalıplarının sadece şeyin görüneni (fenomen)'ne uygulayıp şeyin kendisi (numen)'ne uygulanamayacağını söylemektedir. Kant, böylelikle, usun sınırını kesinlikle çizmiş oluyor. Bu sınır şeyin kendiliği'dir ve hiçbir zaman aşılmamalıdır, çünkü bilinemez.

Kant'ın oluştuğu ortam, bir matematik-fizik-usçuluk ortamıdır. Nitekim genç Kant da üniversiteyi fizik doktora teziyle bitirmiştir. Matematiğin ve fiziğin ilkeleri usun ürünü sayılmakta, gerçeğe us yoluyla varılabileceğini savunan Antikcağ Elea'lılarının düşüncesi Leibniz-Wolff öğretisinde en yüksek aşamasına ulaşmış bulunmaktadır. İngiltere'den gelen yepyeni bir ses, David Hume'un sesi, usun eleştirilmesini ve yetilerinin gereği gibi belirtilmesini öğütlemektedir. Tarihsel düşünce diyalektiği XVIII. yüzyıl sentezini us'ta gerçekleştirmiştir. Böyle bir ortamda Kant, zorunlu olarak yapması gerekeni yapmış ve şu sonuca varmıştır: "Bizler, gizlerle dolu bir evrende bir düşün düşünü görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Sezişlerimizin, kavramlarımızın, deneydışı ide'lerimizin içine gömülmüşük; bir şeyler kuruyoruz. Ne var ki, bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir öznenin birbirlerine olan ilişki'sinden doğmuştur". Nesneyi bilmiyoruz, özne'yi de asla bilemeyeceğiz, us'a zorunlu olarak bu iki bilinemez'in ortasindaki ilişki alanı kalıyor. Oysa us, özgür olma dileğindedir; aşma çabaları bu yuzdendir. Salt Usun Eleştirisi'nde bu özgürlük dileğinin işe yaramadığı anlaşılmıştır; salt us deneyle olan bağını kopararak kuram yapamıyor, ama eylem de yapamaz mı?.. Kant'ın ikinci büyük yapıtı Uygulayıcı Usun Eleştirisi (Kritik Der Praktischen Vernunft, 1788) bu sorunun karşılığını arayacaktır. Zorunlukla olan'ın karşısında bir de özgürlükle olan var. Öteki bilim, buysa törebilim alanıdır. Us, salt olamıyor ama uygulayıcı olabilir. Ne var ki bu durumda adı değişerek irade olur. Doğru'nun duyusu nasıl nesneler düzeninden düşünce düzenine yükselip biçimlenmek zorundaysa, iyi'nin duyusu da öylece düşünce düzeninde biçimlenip nesneler düzenine inmek zorundadır. Özgürlükle olmayan iyiliğin hiçbir anlamı olamaz.

Ceza korkusu, armağan umudu, beğenilme isteği, göreneğe uyma zorunluğu vb. gibi etkenlerle gerçekleştirilen iyilik, gerçek iyilik değildir. Demek ki usun uygulayıcı olarak çok önemli bir görevi var: İyiliği, özgürlükle, salt iyilik için gerçekleştirmek. Bu özgürlük, duyarlığın bütün etkilerinden kurtulmuş bir özgürlük olmalıdır. Özgürlük zorlamaz, sadece yükümlü kılar. Törebilimsel yasa, fizik yasa gibi zorunlu olamaz. O, serbest bir serim işidir. O, kendi yasasını kendisi koyar. Önceden konmuş ve verilmiş bir yasaya uymaz. Demek ki tanrısal ve dinsel bir törebilim, gerçek bir törebilim değildir. Yasa'yla özgürlük'ün çelişkisi, ancak kendi yasanı kendin koy'makla aşılabilir. Ancak bu yasayı insanlığa bir araç olarak değil, bir erek olarak belirtecek bir biçimde koy'malı. Yoksa deney alanıyla yeniden bir ilişki kurup özgürlüğünü yitirmiş olursun; çünkü insanlığı araç olarak gözeten bir yasa, usun özgür yasası değil, kişisel çıkarının yasasıdır. Bu yasa evrensel ol'malı. Yoksa bu yasa usun gerçek ürünü olan önsel bireşimsel yargı niteliğini taşımaz ve tümel geçerli'lik niteliğini elde edemez. Törebilimsel yasa, deneylerden elde edilmiş bir koşullu (Al. Hypothetisch) yasa değil, uygulayıcı usun kendi kalıplarında biçimlendirdiği bir düzenlenmiş (Al. Kategorisch) yasadır. Bir şey elde etmek için değil, iyilik için iyilik edilecek. İşte Kant'ın iyi irade (Al. Gute wille) adını verdiği özgür irade budur. (Kant, bu törebilimsel düşüncelerini, söz konusu yapıtından çok Grundlegung zur Metaphysik der Sitten ve Metaphysik der Sitten adlı yapıtlarında incelemiştir).

Görüldügü gibi Kant, Salt Usun Eleştirisi'nde yadsıdığı metafiziği pratik usun eleştirisinde diriltmeye çalışmaktadır. Kant'ın bu idealist eğilimi üçüncü büyük yapıtında daha da belirecektir. Doğru ve iyi ideleri incelendikten sonra geriye usun üçüncü bir işlevi kalmıştır: Güzel idesi. Us, doğayla törebilim arasında kalan estetik alanda nasıl işliyor ve bu işleyişin de ötekiler gibi önsel ilkeleri var mıdır?.. Kant'ın üçüncü büyük yapıtı Yargı Gücünün Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft, 1790) bu sorunun karşılığını arayacaktır. Kant, duyulardan gelenle (salt us) düşünceden giden (uygulayıcı us) arasındaki köprüyü yargı gücü adını verdiği (yargılayıcı us) ussal bir yetiyle kurmak istiyor. Deneylerden gelenle düşünce gerçekleşiyor, düşünceden giden de deneyde gerçekleşecek. Oysa bu gerçekleşmenin usun buyruğuna uygun olup olmadığını yargı gücü denetleyecek. (Bu tema, diyalektik materyalizmin teori, pratikle doğrulanır önermesinin Kantcı sezisidir). Doğru bir düşünceyle gerçekleştirilen bir iyi'liğe "güzel bir davranış" diyoruz. Öyleyse güzel bu iki ideyi birbirine bağlayan bir köprüdür ki bunu da yargı gücü gerçekleştirir. Kant, güzel'i yüce'den ayırıyor. Bir fırtınada denizin kudurmuş dalgalarına bakarak "ne güzel" diyebiliriz ama gerçekte duyduğumuz güzellik değil; büyüklük, güçlülük ve ürkünçlükten doğan yücelik (Al. Erhabene)'tir. Yücelik, böylesine gürel (Fr. Dynamique) olabildiği gibi yıldızlı bir gecenin ihtişamı gibi matematiksel (Fr. Mathématique) de olabilir. Böylece yüce'den ayrılan güzel; iyi'den, hoş'tan yararlı'dan da ayrılmaktadır. Güzel'in niteliği, hiçbir karşılık gözetmeksizin yargılanır oluşudur. Kantcı törebilime göre iyi de bu niteliği taşır, oysa iyi eylemsel bir irade işidir; güzelinse ne eylem ne de iradeyle ilgisi vardır. Hoş duyusal bir beğeni, güzelse yargısal bir beğenidir. Bir tabak meyve tablosu, onları yemek isteğini duyurursa hoş ve ancak bu isteği duyurmadıkça güzel'dir. Yararlı elde edilmek istenir, güzelse sadece seyredilir. Hiç bir karşılık gözetilmeden beğenilmek onun temel niteliğidir. Güzelin başka bir niteliği de tümel geçerli oluşudur, Kant böylece önsel bireşimsel yargıyı burada da yakalamış oluyor. Demek ki güzel'de de bir önsellik var, bu önsellik bizi kendisine karşı belli bir tutuma zorlar. Bu tutum, özel değil, genel bir tutumdur; sadece bizim için değil, herkes için geçerlidir. Güzellik yargısı kavramsız (Fr. Sans concept) bir yargıdır, demek ki bir bilgi işi değildir. Güzellik, ereği düşünü bir ereksellik'tir.

Bir müzik parçasında bize zevk veren onun bestelenme nedeni değildir, oysa o gene de bir ereğe uygun olduğu için güzeldir. Kant, böylece, estetik yargı (Fr. jugement esthétique)'yi ereksel yargı (Fr. jugement téléologique)'dan ayırıyor. Sanatçı güzel'i yaratırken onu belli bir ereğe göre biçimlendirir, bizse o güzel'i ereğini düşünmeden kavrarız. Güzelin bizler için anlamı kendi ereğine uygunluğu değil, bizim ereğimize uygunluğu'dur. Kant, yapıtının ikinci bölümünde, ereklik (Al. Finalitaet) kavramını incelemektedir. Kant'a göre ereklik, Aristoteles'in entelekheia'sı gibi, kendi nedenine uygunluk'tur. İki türlü uygunluk (Al. Zweckmaessigkeit) var: Biri güzeli doğuran öznel uygunluk, ikincisi yararlıyı doğuran nesnel uygunluk. Bunun içindir ki bir çiçek, yağlıboya bir tabloda estetik yargının konusu olurken bir ilaç kutusunun içinde ereksel yargının konusu olabilir. Cansız doga, sürekli bir nedensellik içinde Dekartcı bir mekanizmle düzenlenmektedir. Canlı doğaysa kendi ereğiyle düzenlenir. Kömür bir neden-sonuç zincirinin ürünüdür, ama göz pek bellidir ki görmek için yapılmıştır. Bu yüzden, doğanın açıklanışında ereklik kavramından vazgeçemiyoruz. Kant, burada, usun metafizik yapamayacağını söylediği halde metafiziğin alanına yeniden ve iyice girmekte olduğunu görerek sakıntılı bir dil kullanmaktadır. Ne nedensellik ne de ereklik doğanın kendiliğini açımlayamaz, der. Cansız ve canlı, tümüyle doğa, Kant'a göre bilinemez olmakta devam etmektedir. Duyular bize bu bilginin anahtarını veremez, ama duyular-üstü'nde "anlakalır'da birtakım anahtarlar gizlidir". Görüldüğü gibi, idealizmin kapısını her şeye rağmen aralık bırakmak bilinemezciliğin zorunluğudur.

Kendisinden önceki felsefe akımlarının düşünsel sentezini ustaca gerçekleştiren Immanuel Kant'ın, kendisinden sonraki felsefe akımlarını büyük ölçüde etkileyen bu üç önemli yapıtını toparlarsak şu sonucu saptarız: Doğru'yu us kurar, iyi'yi us buyurur, güzel'i us yargılar. Bilinemez kendilik'in dışındaki bilinir olaylar dünyasını teksözle us düzenler. Bu yargı, idealist bir yargıdır... Immanuel Kant'ın kendi felsefesini adlandırmak için ilerisürdüğü eleştiricilik deyimi, inakçılık ve şüphecilik deyimlerine karşıt bir anlam taeir. Öznel düşünceci bir yaklaşimla usçuluk ve görgücülük öğretileriyle savaşmak amacını gütmüştür. Nesnelerin özünün bilinemeyeceğini ilerisürerek bilme sürecini yadsımış ve bilinemezcilik'e varmıştır.

(Maksimum Bilgi' den Alıntıdır)
Old 15-04-2002, 21:46   #2
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın Tikici,

Eleştirmek gibi olmasın ama yazdıklarınızı sonuna kadar okudumsa
da sizin bu konudaki düşüncenizi yazmayı unutmuş olduğunuzdan
hayalkırıklığına uğradım.

Saygılarımla.
Old 16-04-2002, 08:58   #3
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan Benim ne haddime !

Sayın Bir Dost,

Kant' ın eleştiricilik anlayışını sadece olduğu gibi aktardım. Benim bu konuda felsefe yapmam haddimi aşmak olurdu. Sadece Bilgi notu anlamında sundum. Belki okunur ümidiyle.

Lütfedip okumuşsunuz, sağolun. Sizi yordum ise affınıza sığınıyorum. Ancak, okumakdan zarar gelmiyor.

Baksanıza beni eleştirmişsiniz bile...

Sevgi ve saygılarımla..
Old 16-04-2002, 12:10   #4
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Devam lütfen...

Haydi sayın Tikici,

Aktarmış olmakla yetinmeyiniz lütfen. Usul yasalarıyla ilişki kuralım örneğin.
Olumlu bilim yol göstersin, us bize güç versin, güzellik onu süslesin.

Saygı ve sevgilerimle
Av. Hulusi Metin (İstanbul Barosu)
Old 08-02-2003, 12:40   #5
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan Bilgi Nedir?

Bilgi nedir? Bilgi toplumu neyi ifade eder?

Çekirge olduğum gün aldığım nasihat:

'' Evladım! Bilgili olmak adına elinden geleni yapmalısın. Bilgi; hazinedir. Güçtür.. ama edinmek zor değildir. Bilgin sen istemedikçe hiç kimse tarafından hatta en büyük güç kamu erki tarafından bile çalınamaz, alınamaz, el konulamaz, gasp edilemez.. Sen onu biriktirdiğin kadar varsın. Paylaşmalısın, paylaşmaya zorlamalısın.. Para güç değildir.. Çalınabilir, alınabilir, gasp edilebilir... ''

Sizce Bilgi nedir? Bilgi Toplumu nedir?

Bilgi mi güçlüdür? Para mı güçlüdür?


Selam ve saygılarımla..

Av. Mehmet Saim Tikici
Old 24-01-2007, 01:21   #6
calikusu_kamuran

 
Acil iyi niyetle

Aristotales: Tüm tümel fikirlerimiz(tümdengelimlerimiz), tek tek elde edilmiş olan fikirlerimizden(tümevarım) elde edilmiştir.

Aslında Aristo da a priori bilginin var olmadığını söylemiş ve a posteriori bilginin varlığını kabul etmiş olmuyor mu, bu söylemiyle?

KANAATİM: Gerçek şudur ki doğuştan insanda hiç bir bilgi mevcut değildir. Fakat dış aleme ilişkin olarak elde edilen bilgiyi elde etme yetisi-imkanı mevcuttur. Yukarıdaki esas yazıda belirtilen özellikle "insan niçin bir varlığa ulaşmak istiyor" ulaşmak isteme bilgisi kendiliğinden doğumla var mıdır, denilmek isteniyor sanırım? Fakat insan daha cenin halinden bu yana dış dünya ile irtibat halindedir ve bir şeyin kendine temas ettiği andan beri BEYNİ YOĞRULMUYOR MU? yani bir farkediş yaşamıyor mu beyin?

Doğru, güzel, iyi gibi tüm kavramlar nihayetinde dış alemden edinilmiş bilgilerin kalıplaşmış halleridir. En küçük bir somut cereyanı önce yaşar insan daha sonra beyin bunun kendisine vermiş olduğu hazzı tartar. Eğer kendine bir haz yaşatmış olduğunu farkederse artık o somut olay İYİYE-GÜZELE-DOĞRUYA götüren bir KÖPRÜDÜR.

Burada sizlerden tek isteğim vardır, Lütfen dışardan bir insan olarak görmeyiniz, sadece anlatmış olduğum yanlış mı doğru mu bunu bilmek istiyorum. Çok kez bir kaç yerde yazdım fakat karşılık verilmedi, belki bir yerde hata yapıyorum ve size GELEN KÖPRÜYÜ kuramıyorum. TASVİR İMKANIMIZ(YETİMİZ) adlı konuyu "hukuk ve felsefe" adlı forumda özenle yazmaya çalıştım. Fakat elbet insan beyni bir yerde tıkanıyor, ve yardıma ihtiyaç duyuyor. Benim asıl mevzum o konudur. Ve yukarıda beyan edilmiş olan asıl yazı ile de ilişiktir. Belki hukuki olmaktan çok insan düşüncesinin gerçekle ilişkisinin nasıl cereyan ettiğine ilişkindir ama en azından benim önemsediğim bir meseledir.

Yukarıda yazılmış olan konuyu sadece bir kez okudum. Ve mantıkla ilgili okuduğum bazı kitaplarda düşüncenin gerçekle ilişkisinin yanlış ortaya konulduğunu düşünmeye başladım. Ve inanın yukarıdaki yazıda da benzer hatalar var, elbet yorumunu yapmak bana düşmeyebilir ama sadece anlamak adına ve acaba yanlış mı düşünüyorum diyerek katılmak istiyorum.

Benim bildiğim bir tek şey var ki her düşünce sonuçta BİR SOMUT OLAYDAN meydana gelmiştir. Elbet bunu inkar ederek şiirsel yazım tarzına geçebilme imkanımız vardır ve her kavramın, -hayır düşünceden doğmuş olduğunu beyan ediyorum- diyebiliriz. Bunun yanında şunu da ifade etmek isterim ki HAK kavramı gibi bir kavramı dahi SOYUTTUR diye somut incelemeye almıyoruz. Oysa İNSAN AKLI BİLMEK İSTER VE BİLMEYEN AKIL ÖNCELİKLE KENDİNİ YIKMAKTADIR bu yüzden soyuttur deyip, somut incelemesine girmek bilmiyorum neyle adlandırılır.

Yukarıdaki Kant" la ilgili yazıda ilgibi çeken önermeler-cümleler. Elbet bu konularda yazacaklarım olacaktırımız olacaktır, fakat bu yazıyla SOHBETİNİZE KATILMA İMKANI verip vermeyeceğinizi sormak istiyorum hepsi budur.
AKLIMDA KALMASI İÇİN NOTLAR
1-Doğru'nun duyusu nasıl nesneler düzeninden düşünce düzenine yükselip biçimlenmek zorundaysa, iyi'nin duyusu da öylece düşünce düzeninde biçimlenip nesneler düzenine inmek zorundadır

2-Deneylerden gelenle düşünce gerçekleşiyor, düşünceden giden de deneyde gerçekleşecek.

3-Nesnelerin özünün bilinemeyeceğini ilerisürerek bilme sürecini yadsımış ve bilinemezcilik'e varmıştır.

aşağıdaki link yukarıdaki konuyla ilgilidir. Zamanınız ve ilginiz olursa katkılarınızın olacağına inandım için bunu belirtiyorum.

http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=10138
Old 26-01-2007, 20:39   #7
calikusu_kamuran

 
Acil Aynadaki ben ve ben

Bilgi nedir, sorusu için bir tasvir:

Diyelim ki aynanın kendinde var olanı algılama yeteği vardır. Aynanın karşısına geçelim ve aynada meydana gelen sonuç elbet görüntünün orada var olmasıdır. Şimdi aynanın algılama yeteneği var dedik İŞTE TAM BURADA AYNA kendinde meydana gelen sonucu/etkiyi/tesiri algılamaktadır. Yoksa o maddenin kendisini algılamamaktadır. Ayna yalnızca kendisi dışındaki bir şeyin kendisinde meydana getirtiği etkiyi/sonucu algılayabilir. Örneğin Soğukta biz soğuğu değil soğunun bizde meydana getirdiği sonucu algılamaktayız. sonuç olarak her varlık yalnızca ve yalnızca KENDİNDE MEYDANA GELEN SONUÇLARI ALGILAMAKTADIR. Öyleyse her varlık yalnızca kendini algılar diyebilir miyiz?

Başka bir tasvir daha, Bir insan beynini elinize alın ve bir kısmı ıslak, bir kısmı kumlu, bir kısmı yağlı, bir kısmı engebeli bir zemine doğru hızlıca fırlatın. Beyin bu zeminlerin her birinden geçerken yalnızca şunu yapmaktadır BU ZEMİNLERİN KENDİSİNE YAPMIŞ OLDUĞU ETKİYİ HIFZETMEKTEDİR. İşte bu aşamadan sonra benzer zeminlerle karşılaştığında artık her bir zeminin kendisine yapmış olduğu etkiyi daha önceki hıfzetmiş olduğu etkilere eşler ki BU ŞU ETKİYDİ, BU ŞU ETKİYDİ diyebilir artık. Yani ilk tecrübeleri daima sonraki tecrübelerini anlamak için BİRER MODEL oluşturur.

SAYGILARIMLA
Old 29-01-2007, 02:02   #8
calikusu_kamuran

 
Acil Önerme-cÜmle Ve Tek Tanimlama

Alıntı:
Yazan Av.M.Saim Dikici
Örneğin "her cisim yer kaplar" yargısı bize yeni bir bilgi vermez, çünkü "cisim" kavramı esasen "yer kaplamayı" içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve "cisim" kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor. Oysa "bu yük ağırdır" yargısı bize yeni bir bilgi verir, çünkü "yük" kavramı kendiliğinden ağır ya da hafif olduğunu bildirmez; burada, ötekinin tersine, bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve "yük" kavramıyla "ağır" kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz. Demek ki bize bilgi veren yargılar, çözümsel yargılar değil, bireşimsel yargılar'dır. Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle, deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor:

Şimdi burada verilen örneklerde öncelikle dil, bir cümle kurarken ne yapmaktadır sorusunun karşılığını bulmak gereklidir. Ve şöyle bir kaç misalle düşünmemizi sağlamak istiyorum.

Her cisim yer kaplar.
Bu yük ağırdır.

Şimdi bu iki cümlede-önermede, dil daima aynı şeyi yapmaktadır. Hayatta nesnelerin isimlerini bilmeyen bir çocuğa isimlerini öğretmek istiyorsunuz. Ne yaparsınız, elbette ki nesneye elinizle dokunup İŞTE BU AĞAÇTIR. İŞTE BU TAVŞANDIR. diyerek öğretmeye çalışırsınız. Demek ki ÖZNE veya KONU dediğimiz kısım, bir İŞARET ETME İŞLEVİ görmektedir. Yani o herhangi bir YÜKLEME-TANIMLAMA yapmıyor yalnızca İŞARET EDİCİ DURUMUNDA bulunuyor. Onun görevi ŞEYİN ne olduğunu bildirmek değil yalnızca İŞARET ETMEK YANİ GÖSTERMEKTİR. İşte böyle ve öznenin dışındaki tüm ögeler benim için YÜKLEMDİR. Yani bir cümlede DOLAYLI TÜMLEÇ, NESNE, ZARF TÜMLECİ GİBİ ÖGELER OLMAYIP onların tümü birden YÜKLEMDİR. Ve işte tam burda YÜKLEM, işaret edileni yani özne(konu)" yi TANIMLAMAKTADIR. Öyleyse bir cümlede asıl iş gören YÜKLEMDİR ve bu yüklem ise Özne dışında kalan tüm kısımdır. ÖZNE ise yalnızca ve yalnızca İŞARET ETME İŞLEVİ İÇİN KULLANILAN BİR SÖZCÜKTÜR. Yani özne bir tanımlama yapmamaktadır. Sadece İŞTE BU GÖSTERDİĞİM anlamına gelip anlamı DAİMA SABİTTİR. Buradan hareketle eğer AHMET İSİMLİ BİR İNSANIN AHMET OLDUĞUNU BELİRTMEK İSTESENİZ VE AHMET İSİMLİ KİŞİ YANINIZDA İSE şöyle diyebilirsiniz: İŞTE BU AHMETTİR.
Peki eğer inanılmıyorsa şöyle yapalım. AHMET, AHMETTİR.
Şimdi bu ikinci söylemdeki anlamsızlığı nasıl çözeceksiniz. Öznede tekrarlanan yüklemde neden bir daha tekrarlansın ki. Ortada anlamsızlık yok mu yani. Dil neden böyle bir gereksiz iş yapsın.

Fakat diğer yandan İŞTE BU AHMETTİR diyebilmeniz için İŞTE BU diye gösterilen şeyin görünür olması gereklidir. Fakat görünür olmayınca İŞTE BU yerine kullanılan ve İŞTE BUNUN İŞLEVİYLE AYNI İŞLEVE SAHİP OLAN farklı farklı özneler kullanmıştır DİL.
Ahmet, Ahmettir. İnsan, insandır. Kum, kumdur. Kapı, kapıdır. Ağaç, ağaçtır.

Şimdi bu örneklerde ÖZNELERİN HEPSİNİN İŞLEVİ VE ANLAMI AYNIDIR: İŞTE BU....

Evet Öznenin meselesi yalnızca GÖSTERME İŞLEVİDİR. VE beyin eliyle gösterme imkanı bulamayınca BEYİNE GÖSTERMEK ADINA yani beyin için İŞTE BU demek adına farklı farklı özneler-isimler seçme yolunu seçmiştir. Fakat biz bilelim ki her bir öznenin yegane anlamı İŞTE BU diyerek gösterme işlevinden ibarettir.

Şimdi gelelim asıl meseleye

Her cisim yer kaplar.
Bu yük ağırdır.

İŞTE BU yer kaplar.
İŞTE BU ağırdır.

Demek ki bir cümle-önerme içinde tek bir TANIMLAMA-YARGI-YÜKLEMLEME işi vardır. Ve İŞTE BU diyerek GÖSTERİLENİ, YÜKLEMLE tanımlamış olursun. Hepsi bu. Sonuç olarak, KANT ne kadar dil biliyor bunu sormak lazımdır?

SAYGILARIMLA
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Ankara Barosu Hukuk ve Felsefe Toplantıları Av. Muzaffer ERDOĞAN Hukuk ve Felsefe 2 03-06-2008 13:56
Japonlar, Balık Ve Felsefe deniz75 Site Lokali 3 23-01-2007 23:44
Çekiçle Felsefe Yapmak, Kıvılcım Hukuk Sohbetleri 2 23-01-2007 00:21
Yeni Ceza Yasamızda Felsefe Değişti Av.Ömer KAVİLİ Hukuk Sohbetleri 4 17-08-2006 01:12


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05687094 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.