Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Lokali Edebiyat, Müzik, Spor, Sinema, Bilgisayar.. Site üyelerimizin hukukla ilgisiz konularda sohbetleri için. [Siyaset ve din bu sitede konu dışıdır!]

Bir Irak'lının Yüzüne Tükürme İsteğinin Dayanılmaz Cazibesi

Konuyu Kilitleyin
Konu Notu: 2 oy, 3,00 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 13-04-2003, 00:59   #1
Av.Fahri ALİMOĞLU

 
Varsayılan Bir Irak'lının Yüzüne Tükürme İsteğinin Dayanılmaz Cazibesi

Bağdat’ın işgal biçimi tam bir şoka soktu hepimizi.
3000 deniz piyadesi –ne demekse bu deniz piyadesi- 100 tank ile tek kurşun sıkmadan ve vazgeçtim kurşundan “tek taş yemeden alıverdiler Bağdat’ı.”
“İşgalcilerin elini öpen bir millet!”
1.dünya savaşında “Osmanlıdan kurtardılar” diye İngilizlerin elini öpenlerin torunlarıydı bu gün Amerikalıların elini öpenler.
“Saddam 24 yıl boyunca inim inim inletirken de onun elini öpüyorlardı"
Bir gecede Irak’ı satan Saddam’a 24 yıl biat edenlerdi ve Bir saatte taraf değiştirip Saddam’ı satanlardı bunlar.
Cumhuriyet Ordusu ortada yoktu.-70 bin kişi nasıl saklandı acep-
Zaten Irak’da Cumhuriyet filanda yoktu.
Orda millet de yoktu.
Filistinli çocukların yüreğindeki kıpırtıyı bile duymayan ıraklılar;
Sizi hep başkaları mı kurtaracak?
Millet değilsiniz.
Haysiyetiniz yok özgürlüğünüz de yok.
“Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır diye Akif’e göre vatanınız da yok.”
“N.Hikmet’e göre ise vatan toprağını çek defterleri ile kasalarını doldurmak üzere yağma edenlerin şerefi de yok.”
Hadi kuzeyi kürt güneyi şii, onlar göbek attılar işgale. Ama ortasına noldu bu ülkenin Bağdat’a Tikrit’e noldu. Yok muydu taş atacak bir çocuk.
Yağmalama yapacak kadar cesursunuz oysa.
“ABD size yağmalama, çapulculuk yapma ve ihanet etme özgürlüğü getirdi.” Sonuna kadar kullanın; yağmalayın, çalın çırpın sonrada gidip el öpün.
Unutmayın o askerler epey zamandır çöldeler. Cinsel ihtiyaçları da vardır. “Giderin.”
Eskiden Saddam emrediyordu
“Eğil lan!”
“Emredersiniz efendim.”
Artık ABD emrediyor.
“Eğil!”
“Ne yöne döneyim efendim?”
“Özgürsün istediğin yöne dönebilirsin.”
“Aradaki fark bu.”
Ve galiba bu iyi geliyor size.
Siz millet değilsiniz. Siz İngilizlerin yoktan var ettiği ne idüğü belirsiz bir güruhsunuz
“Canlı kalkanlara canlı sazan muamelesi yapıp kıçıyla gülen Iraklılar; yemin ettim, ilk gördüğüm yerde birinizin yüzüne tüküreceğim.”
* * *
Bazı kavramlar nedeni ile rahatsızlık duyulduğunu hissetiğim için onları değiştirdim.
Old 13-04-2003, 14:34   #2
aytenagirdemir

 
Varsayılan

Yazdıklarınızı büyük bir üzüntüyle okudum.

İşgalciler, büyük bir dezenformasyonla sadece Irak’ı değil, beyinlerimizi de işgal etmeye çalışıyor. Bu dezenformasyon sürecinde ne yazık ki, eğitim düzeyi yüksek olan kişiler dahi ezilen halklara, işgalcilerin bize göstermek istedikleri şekilde bakıyor, onları öyle algılıyor.

Cendereye alınmış bir halkı, onursuzlukla suçlayıp, yüzlerine tükürmek ne kadar da kolay bir eylem! Zor olansa, o halkın yanında olup hiçbir meşruiyeti olmayan işgale karşı çıkabilmektir.

İşgalcilerin varlığını sorgulamadan, bu insanları aşağılamanın çok kolay bir yol olduğunu düşünüyorum. İşgal henüz tamamlanmadı. Hala çatışma süren bölgeler bulunmakta. Irak’ın bir Filistin olmayacağını, bir Vietnam olmayacağını şimdiden kim tahmin edebilir ki! Henüz her şey bitmiş ve taşlar yerine oturmuş değil. Acele ettiğinizi düşünüyorum.

Sayın Fahri Alimoğlu, Kerbela misali, aç susuz bırakılmış, sürekli bombalanan, hastanesinde ilacı, ameliyathanelerinde narkozu olmayan, erkeklerinin çok büyük bir çoğunluğunun esir muamelesi gördüğü bir halkın yerine kendinizi koymanızı tavsiye ederim siz ve sizin gibi düşünen herkese. Kısaca empati yapmanızı. Onların yaşadıklarının çok çok küçük bir kısmını anlatan fotoğraflara dahi dayanamıyorum. Hele bir tabutun içinde kanlar içinde yatan anne ile kundağa sarılmış ağzında emziği olan çocuğun fotoğrafını, hafızamdan silmeye çalışıyorum. Savaş öncesi, bombalama sırasında doğum yapmamak için, erkenden, narkozsuz canlı canlı ameliyat olup , günü gelmemiş çocuklarını doğuran kadınları düşünüyorum, bir bebek doğumevinin bombalanmasını düşünüyorum, sevdiklerimin öldürüldüğünü düşünüyorum ve her gün ölüyorum, her gün eksiliyorum. Kaybeden biziz! Irak halkı değil. Kaybeden bizlerin hayalleri, umutları, gelecekleri, insanlıkları. Unutmayalım, şiddet şiddeti doğurur ve meşrulaştırır. Hitlerin yaptıklarını keşke duymasaydık, keşke insanlık yaşamasaydı, bilmeseydi. Bugün yapılanlar Hitlerin yaptıklarından farklı mı? Değil daha kötü, daha beter. Çünkü, biz bunlara alıştık, şiddeti kanıksadık. Artık, ezenin yanında yer alıp mağdurları aşağılıyoruz. İstanbul işgal edildiğinde de küçücük gruplar hariç işgale ses çıkarılmamıştı. Tarihimizi unutmayalım.Kurtuluş savaşından önceki Osmanlıyı düşünün lütfen. Bir çok yerde işgale karşı çıkılmamıştır.

Vermiş olduğunuz örnekleri ve kullanmış olduğunuz kelimeleri oldukça kötü ve aşağılayıcı buldum. İçinizdeki öfkeyi işgalcilere kusmanız daha vicdanlı olurdu diye düşünüyorum.

Saygılar...
Old 13-04-2003, 14:44   #3
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

İkinizi de anlayamıyorum sevgili meslektaşlarım,

Ne o halkın bütünü, '' ırzına geçeceklere, kendine sunulan pusulayı seçme özgürlüğü adına'' tecavüz istemektedir, ne de oldukça masum ve merttir..

Bir halk vardır, halk değil.. Bir devlet vardır Devlet değil. Yiğit değil, dost değil.

İşgalcilerin topuna, tüfeğine..
İşgal edildiği halde susanların,
köküne, kibritine..
Suyuna, sütüne
yazıklar olsun..

Bizlere de yazıklar olsun! cesur ataların, korkak pısırık, eyyamcı torunlarıyız.. Yuh olsun bize, yuh olsun insanlığa.
Old 13-04-2003, 23:00   #4
Av.Fahri ALİMOĞLU

 
Varsayılan Dezenformasyon

Alıntı:
İşgal henüz tamamlanmadı. Hala çatışma süren bölgeler bulunmakta. Irak’ın bir Filistin olmayacağını, bir Vietnam olmayacağını şimdiden kim tahmin edebilir ki! Henüz her şey bitmiş ve taşlar yerine oturmuş değil. Acele ettiğinizi düşünüyorum.


Sayın Ağırdemir;
Yukarıda alıntı yaptığım cümleleriniz keşke doğru olsa. Ancak bunun temenniden öteye geçmeyeceğini hepimiz biliyoruz. İşgalcilerin elini öpen bu insanların -ki tarihte ırak diye bir millet hiç bir zaman olmamıştı ta ki 1.dünya savaşından sonra İngiltere ve Fransa ortadoğuda harita üzerinde benzeri bir yığın sömürge devlet ihdas edinceye kadar- işgalcilere karşı bir vietnam direnişi veya bir filistinli mücadelesi verebilmesi ihtimalini ne yazıkki göremiyorum.
Yazının tamamından çıkardığınız sonuca üzüldüm. Aylardan beri yaşadığım yerdeki yerel gazetede işgalcilere karşı yüzlerce yazı yazdım. Basının savaş yanlıları bölümünü en ağır -bu yazıdan daha ağır bir üslupla- eleştirdim.
İşgalcilerin Bağdat'a özgürlük getireceğiz masalı ile ilgili yazdıklarım hala bu sitede ve yayındadır.
Bütün bu şartlardan sonra olaylara işgalcilerin dezenformasyonlarından etkilenerek baktığım şeklindeki tesbitinize üzüldüm.
Yazının kaleme alınma gerekçesi elbette Irak halkına kızgınlığımdır. Ancak bu işgalcilere sempati ile yaklaştığımı göstermediği gibi makalenin hiçbir yerinde böyle bir sonuca ulaşmak da mümkün değildir. Tam tersine kızgınlığımın nedeni; “insan öldürme koalisyonu” olarak adlandırdığım işgalcilerin aylardan beri dünyaya anlattıkları “Irak’lıları kurtarmaya gidiyoruz” masalını allayıp pullayıp dünyanın gözüne sokma imkanını kazandırmalarıdır. Ki bu imkanı işgalcilere tanıyanda Irak halkının basiretsiz davranışlarıdır. Direnmelerinden vazgeçtim evlerine kapanıp birkaç gün bekleselerdi yine bir şey yazmayacaktım. Ama ülkesinin işgaline benim kadar üzülmeyen bir ırak’lı için açıkçası zamanında gereğinden fazla efor harcamış ve gereğinden fazla üzülmüşüm diye düşünüyorum.
Öfkem de kızgınlığımda Irak’lının dünyaya ve insanlığa kaybettirdikleri ile ilgilidir. İşgalcileri ve gelecek zaman dilimleri içersinde ihdas edecekleri yeni masalların ardından başka coğrafyalarda gerçekleştirecekleri yeni saldırıları ne ve kim önleyecektir?
Kızgınlığım ve öfkemin kullandığım kavramlara yansıdığının farkındayım. Bunun nedeni altını çizerek belirtiyorum Irak halkının işgalcilere kullanılabilecek malzeme vermeleridir. Yoksa işgalcilerin dezenformasyonlarından etkilenmem değil. Tam tersine bu konuda yaşadığım çevreyi ve insanları uyarmayı insanlık görevi olarak algılayan biriyim. Dezenformasyon konusunda önceki hafta yerel gazetede yazdığım bir yazıyı ekliyorum.
Sayın meslektaşım;
Sevgili Tikici’ninde belirttiği gibi
İşgalcilerin topuna, tüfeğine..
İşgal edildiği halde susanların,
köküne, kibritine..
Suyuna, sütüne
yazıklar olsun..
Öfkem duyarlılığımla doğru orantılıdır bu yüzden kullandığım kelimelerin bir bölümü için özür diliyorum. Değiştirdim. Umarım yeni hali eskisi kadar görüntü kirliliği yaratmıyordur.

Sevgilerimle, saygılarımla

* * *

Alıntı:
KİMYASAL SİLAH BEKLENTİSİ
Sabah gazetesinin başyazarı Ergun BABAHAN pazar günkü gazetede “ABD Irak’ta kitle imha silahı bulmak zorunda. Yoksa haklılığını dünyaya kanıtlayamaz” diyor.
Yani “kimyasal silah oraya çıktığı anda ABD haklı ve savaş meşru” demenin bundan daha tehlikeli ve aldatıcı bir yolu olabilir mi?
Açıkça deklere edilmediği için karşı cephe oluşmasını engellenirken, diğer yandan okurun kafasına çaktırmadan ön kabuller –‘kimyasal varsa ABD haklı’- yerleştiriliyor. Bu kesinlikle bilinçsiz bir seçim değil. Tam tersine dezenformasyonun suçsütü halidir. ABD'ye bile yol gösteriyorlar. “Kamuoyu hazır bulun artık şu kimyasalı.” İçinde "gerekirse koyun ve bulun" emir kipi bile var.
‘Okuru aptal yerine koyan bu yaklaşımın’ sahibinin ülkenin en çok satan gazetelerinden birinde başyazar olması tek talihsizliğimiz olsaydı keşke.
Asıl sıkıntı “benzerlerinin ve beterlerinin de diğer gazetelerde köşe işgal ederek yaptıkları dezenformasyonlarla insanımızın beyinlerini işgal etmesinde yatıyor.”
Gazeteler Türkiye’de az satıyormuş. Keşke daha az satsalar. Bunların dezenformasyonlarının bizi nereye götüreceğini kimse bilemez
Aklımıza her yazıları ile amerikan işgal bayrağı çeken bu adamlar maaşlarını ABD’den isteseler, tezkere için istediğimiz paradan daha fazla haklı olurlar. 6 Nisan 2003 BİNGÖL
Old 14-04-2003, 09:16   #5
Sibel

 
Varsayılan

Yeni bir güne, yeni bir döneme merhaba,
Biz burada üzüntü ile yüreklerimizi sızlatırken, osmanlının torunları olduğumuzu ancak böyle zamanlarda hatırlarken, bize verilmiş bir mirası ucuz keyifler uğruna tüketirken, dünyanın öbür tarafından gelen yankeeler, tarihsiz olmanın eksikliğini kendilerine tarih yaratmak çabalarıyla gideriyor... Doğrusu iyi de çalışıyorlar....
Daha önce de çalışmışlardı böyle.... Somalide.... Bosna'da.... Afganistanda.... Son olarak da Irakta....
Tarih birliği bir ulusu ulus yapan en önemli özelliktir.... Biz bu kıymetli özelliğimizi reddetik yıllarca, elin oğlu ise kendine tarih yaratmak için ne gerekiyorsa yapıyor ! ! !
Biz ise ne yapıyoruz ? Yine çığırtkan, yine kararsız, yine korkak ! Boş tenekeden gelen ses gibi ortalıkta gümbürdüyoruz... Tenekeyi çalan tokmağı ise uzaklardan gelenler vuruyor.. Ne Birleşmiş Milletler var ortalıkta, ne Avrupa Birliği....
Irak bitmiştir artık .... Lütfen yeni açılacak sayfalara bir bakın ! Önümüzde bir İran, bir Suriye... ve çok ama çok önemli bir başka konu Kıbrıs var... Kuzey Irak'da ise bambaşka bir oluşum yeşermekte.... Kendimizi parçalasak da bizlerin aklının alamayacağı kadar öncelerden planlanmış senaryolar vizyona girdi... Haritayı bir açın önünüze... Bu yazılan yerlerin sınırlarını yok sayın ve ortaya çıkan görüntüye bir bakın... Ne görüyorsunuz ? Sıranın kime geleceği gün gibi ortada değil mi ? ! ! !
Old 14-04-2003, 15:52   #6
Admin

 
Varsayılan

Sayın Av.Fahri ALİMOĞLU
Alıntı:
Öfkem duyarlılığımla doğru orantılıdır bu yüzden kullandığım kelimelerin bir bölümü için özür diliyorum. Değiştirdim. Umarım yeni hali eskisi kadar görüntü kirliliği yaratmıyordur.

Kişisel düşüncemi belirtmeden geçemeyeceğim:

Bence mesajınız "ırkçı" yaklaşımı ile son derece rendice edici bir nitelikte. Bir kişiye karşı sadece belirli bir ırka ait olması, belirli bir ülkenin vatandaşlığını taşıması ya da orada doğmuş olması nedeniyle yüzüne tükürme isteği duymanızı başka bir sıfatla nitelendiremiyorum.

Benzer bir mesaj X ülkesi vatandaşı bir avukat tarafından kendine göre uygun gördüğü herhangi bir nedenden Türkler için yazılsaydı, okuduğumuz zaman infial duyardık. Ancak ne yazık ki siz böyle bir mesajı kendinize göre uygun gördüğünüz bir nedenden dolayı bir başka ülkenin tüm vatandaşlarına topluca hakaret ederek hiç rahatsız olmadan yazabiliyorsunuz.

Doğrusu üzüldüm..

Saygılarımla,

Ps. Mesajım THS adına değil, kendi adıma yazılmıştır, bu alanın yöneticisi olan arkadaşlarımı bağlamaz.
Old 14-04-2003, 18:19   #7
ege

 
Varsayılan

Merhaba;
çok bildiğimiz bir fıkra vardır.
Nasrettin hoca bir gün damda gezerken ayağı kaymış yere düşmüş.Hoca kıvranıp inlemekte.Etrafına ahali toplanmış,her kafadan bir öneri çıkmakta,"sıcak suya koyalım, taze deriye saralım, hamura batıralım...."
hoca biraz kendine gelmiş,etrafına bakınmış;
"bana hiç biri lazım değil,aranızda damdan düşen varsa beri gelsin,halimden o anlar ancak....!"

Sayın Alimoğlu;
Her toplum ve de birey ancak kendi yaşadığı tecrübelerden ders alır.Ve mutlaka aldığı ders de ,yine kendi sahip olduğu değerler içindedir.
Irak da "savaşa hayır" sloganına hep karşı çıktım.Savaş değil "SALDIRI" söz konusu çünkü.
Global dünya içinde toplumsal yansımalarının bilincindeyiz.
Tepkimizi (sadece,tepki göstermenin de yetmediğini bilerek)gösteriyoruz.
Ama;
yazının başlığı bir topluma "hakaret" boyutunu taşıyor ki; bu da öfkenizi ve sizi sanırım yanlış anlatıyor.
Old 27-04-2003, 17:46   #8
Av.Fahri ALİMOĞLU

 
Varsayılan Yazmak konusunda daha çok şey öğrenmem gerekiyor

Sayın Admin;

Alıntı:
Bence mesajınız "ırkçı" yaklaşımı ile son derece rendice edici bir nitelikte. Bir kişiye karşı sadece belirli bir ırka ait olması, belirli bir ülkenin vatandaşlığını taşıması ya da orada doğmuş olması nedeniyle yüzüne tükürme isteği duymanızı başka bir sıfatla nitelendiremiyorum.


Yazıyı “ırkçı yaklaşımı” şeklinde nitelenedirmenize üzüldüm.
Öncelikle ırkçılığın hayata nevrotik bir bakış açısı ve tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğuna inandığımı bilmenizi isterim. Irk seçme hakkına sahip olmadan geldiğimiz dünyada bununla övünmek veya bundan utanmak gibi bir tavrın aptallık olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan rencide edici olduğunu düşündüğünüz eylemin gerekçesi tükürülecek yüzün sahibinin Iraklı olması değildir. Daha çok Irak’lıların işgal karşısındaki edilgen ve aşağılayıcı tavırlarına karşılık duyulan tepkidir. Yani bu tavrı sergileyenin ırkı veya milliyeti değildir belirleyici olan tavrın kendisidir. Ve tavır kime aitse ister Iraklı olur bu ister israil’li tepki onadır. Irak’ın gerek 24 yıl boyunca Saddam diktasına ve gerekse işgalcilere karşı gösterdiği bu tavır kendimce haklı bulduğum basit bir neden olmanın çok uzağında olup dünyanın dengelerini bozan bir tavırdır. İşgalcileri yeni coğrafyalarda yeni istilalara girişme konusunda daha pervasız, kuralsız ve cesur hale getiren bir tavırdır. Ki Suriye ile ilgili başlayan saldırgan beyanatlar bu tespitimi doğrulamaktadır.
Bu çizgide ülkemizin mesela Yunanistan tarafından işgaline Irak’lının kendi ülkesinin işgalindeki tavır ile yaklaşacaksak eğer isteyen hakkımızda istediğini yazabilmelidir.
Bu arada THS’ne teşekkür etmem gerekiyor. Çünkü bir çok kişi yazıyı anlatmak istediğim şeyden farklı yorumladığına göre; yazmak konusunda daha çok mesafe almam gerektiğini öğreniyorum.
Bu arada THS'nin son yaşadığı talihsizlikten dolayı üzüldüm. Sanıyorum çok uğraştınız. Umarım bir daha yaşamak zorunda kalmayız bu durumu. Çünkü gerçekten sizin de söylediğiniz gibi "sigarayı bırakmak gibi oldu THS'nin yokluğu" İhtiyaç duyulan bir şeyin yokluğuydu açıkçası.
Ve sayın Ege;
Yazının başlığı konusunda sanırım haklısınız; ama gerçekten böyle hissediyorum-)

Saygılarımla
Old 29-04-2003, 00:18   #9
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Merhaba,

Kendimi tutamadım, yazdım. Sevgili Alimoğlu asla ve asla ırkçı birisi değildir. Kendisini iyi tanıyorum. İfade etmek istediği husus bence: '' Bir ulus onurlu yaşamalı, onurlu ölmelidir..'' temasına yakındır.

Benimde kanıma dokunmuştu. Memleketine zorbalıkla dalanları kucaklayıp, kendi bayrağını değilde işgalcinin kanlı bayrağını sallayan zavallıları gördüğümde..

Kurtuluş savaşımızı hayal etmek istedim, ilgisi olmasa da üzüldüm. Muhakkak bizde de bu tür zavallılar çıkmıştır.

Hümanist dostum Alimoğlu; bildiğim kadarıyla alimdir, salimdir, selimdir.

Saygılarımla.
Old 29-04-2003, 00:54   #10
Nusret

 
Varsayılan IRAK HALKI DİRENİYOR!

Av. Fahri Alimoğlu adlı meslektaşımızın (Ki merak ettim, sitedeki bilgilerine baktım; 1987 İ.Ü. Hukuk Fakültesi mezunu olduğunu öğrendim. Yazık, yıllarca da birlikte okumuşuz!) mesajını, gerçekten de Ayten arkadaşımızın dediği gibi üzüntüyle, ama aynı zamanda ibret ve kızgınlıkla okudum. Kimse kusura bakmasın, ben, bu mesajı yazan kişiye Ayten arkadaşımız gibi kibar davranmayı düşünmüyor, bu ve benzeri mesajlar nezdinde dile gelen cahillik ve kolaycılığı yerden yere vurmak istiyorum.

Bu avukatın mesajı daha baştan yalan yanlış bilgiler içeriyor. Diyor ki, bunlar “1. Dünya Savaşı’nda ‘Osmanlı’dan kurtardılar’ –yani kendilerini- diye İngilizler’in elini öpenlerin torunlarıydı bugün Amerikalılar’ın elini öpenler” dir. Kendi Kurtuluş tarihimize bakacak olursak, bizde de nihai hedefi milli kurtuluş olup da buna nasıl ulaşılacağı konusunda farklı yöntemler, ideolojiler, siyasetler izleyen birçok kişi, kuruluş ve parti olduğunu görürüz. Bir yanda siyasi bağımsızlık düşüncesini savunanlar olduğu gibi diğer yanda ancak yabancı güçlü bir devletin koruyuculuğunda “uygarlık yolunda biraz adım attıktan sonra” kurtuluşun ve siyasi bağımsızlığın mümkün olabileceğini savunanlar da vardı. Hatta bağımsızlıkçılar dahi ikiye ayrılıyordu. Bir yanda ideolojik gıdasını Sovyet Ekim Devrimi ve Marksizm’den alan ve sadece Osmanlı feodalitesine karşı değil aynı zamanda emperyalizm ve kapitalizme karşı da bağımsızlığın sağlanması gerektiğini düşünen Yeşil Ordu, Kuvvayi Seyyare, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası, Türkiye Komünist Partisi –Resmi TKP değil- vardı. Diğer yanda da ideolojik gıdasını Magna Karta’lardan beri süregelip 1640-60 Crommwell Devrimiyle devam eden ve nirengi noktasına 1789 Fransız Devrimi ile ulaşan burjuva ideolojisine ve Jakobenizm’e –aslında daha ziyade Bismarkçılık’a- dayanan Kuvvayı Milliye ve çeşitli Müdafaai Hukuk Cemiyetleri. Bu iki toplumsal safın yanısıra, önceleri Fransız Devrimi’nin, sonraları da Ekim Devrimi’nin beslediği ve örnek olduğu “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” na karşı olarak o dönemde emperyalist ABD başkanı Wilson’un formüle ettiği 10 maddelik prensipler doğrultusunda henüz siyasi bağımsızlığını kazanamamış ulusların, daha doğrusu uluslaşma sürecini de daha tam olarak tamamlayamamış toplumların öncelikle büyük bir devletin himayesinde bir süreç yaşaması düşüncesini savunanların da az olmadığını, bu anlamda kimilerinin Büyük Britanya Devleti’ni, kimilerinin de ABD’ni tercih ettiğini biliyoruz. Örnek vermek gerekirse, çok bilinen bir örnek olduğu için Halide Edip Adıvar ile kocası Adnan Adıvar’ın adını vermek yeterli olur sanırım. O Halide Edip ki, işgal altındaki İstanbul’da bağımsızlık nutukları atmış, kurtuluş mücadelesi başlayınca Anadolu’ya geçmiş ve karınca kararınca faydalı olmaya çalışmış samimi bir insan olduğunu tarih yazmaktadır.

Şimdi sayın avukatımız, her ne kadar tavırlarının dereceleri arasında esaslı farklar var ise de, Iraklı’nın yüzüne tükürdüğü gibi Halide Edip’in de mi yüzüne tükürecektir.

Öte yandan şu “Osmanlı’ya karşı çıktılar”, “İngiliz ile birlikte arkamızdan hançerlediler”, “Kalleş Araplar” vb. vb. laflara da hasta oluyorum vallahi. Yahu entelektüllerimiz bile böyle olursa cahillerimiz niye "ters"lemesin. İmam – cemaat meselesi…

Herşeyden önce şu Osmanlı bağımlılığından kendimizi kurtaramazsak düşünce bazında daha çok fire veririz. Aslı astarı Osmanlı Devleti feodal, emperyal bir devletti ve milleti yoktu. Millet, ulus denilen toplumsal kategori, insanlığın toplumsal ve iktisadi gelişmesinin belirli bir aşamasında ortaya çıkmış tarihsel bir olgu, toplumsal bir kategoridir. Ortaya çıkması da kapitalizmin ortaya çıkmasına paraleldir. Bu uzun konuya burada girmeyeceğim, ama bu iddiamı teyit için niye iktisaden gelişkin olan toplumların milli devletlerine daha önce sahip olabildiklerini, geri olan toplumların ise, geçmişteki biz ve şimdiki Irak, daha doğrusu Arap toplumu gibi ulusal kurtuluş ve ulusal devlete niye tarihin daha geç bir döneminde erişebildiğimizi, hatta bazılarının hala erişmeye çalışıp bazılarının da erişemedikleri sorusunu sormakla yetineceğim. Buradan bakınca bünyesinde birçok ulusun nüvesini veya olgunlaşmış halini taşıyan Osmanlı Devleti, Çarlık Rusyası, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vb. gibi feodal büyük devletlerin burjuvazinin tarih sahnesine çıkması, kapitalist emperyalist devletlerin meta ve sermaye ihracının zoru ve kapitalizmin gelişmesi ve yayılması ihtiyacıyla birlikte parçalanmasından, bu irili ufaklı birçok halkın 1789 Fransız Devrimi’nin Avrupa’ya, Ekim Devrimi’nin de Asya’ya yaymış olduğu ulusal devrimler düşüncesi doğrultusunda bu feodal devletlerin bünyesinden çıkarak herbirinin kendi ulusal devletlerini kurmak istemelerinden daha doğal ne olabilir? Ama hayır, örneğin Macaristan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçalanması pahasına kendi ulusal devletini kurabilir, ama Osmanlı’nın bendesi olan Araplar’ın asla böyle bir hakları yoktur, bu beylerimize göre! Eğer bu doğrultuda mücadele etmiş ve doğru ya da yanlış kendilerine yaslanacak bir yer de bulmuşlarsa ihanetin en büyüğünü işlemişler ve Osmanlı’ya –yani bunlara- karşı kalleşlik yapmışlardır. Başarılı olup olmadığından bağımsız olarak şu söylenebilir: O dönemde aynı bizler gibi Araplar da kendi siyasi bağımsızlıklarını kazanma ve ulusal devletlerini kurma amacını taşıyan bir mücadele içerisine girmişler, ama toplumsal ve iktisadi gelişmişliklerimizdeki ve tarihsel süreçlerimizdeki farklılıklar onları çok daha ayrı mecralara sürüklemiştir. Ama sonuçları farklı bile olsa Araplar’ın da aynı amaçla mücadele ettiklerini asla unutmamak, çarpıtmamak gerekir.

Sonuç itibariyle uzun süren sömürge yönetimlerinden –ki burjuva politik literatüründe buna mandacılık deniliyor- kurtulup nihayet siyasi bağımsızlığına sahip olduğu zaman da hızla emperyalistlerin neden olduğu ulusal parçalanmışlıklarını giderme çabası içine giren Araplar’ın bu çabaları hala ulus öncesi toplumsal kategoriler olan aşiret, kabile, sülale yapıları çeşitli nedenlerle –bunlar uzun konular- orta yerde duruyor olduğu için hemen hiç başarılı olamamış, her başarısızlık bu geri toplumsal yapıları iyice kangrenleştirmiş, ulusal parçalanmışlık devam etmiş, burjuva parlamentarizmi bir siyasi rejim olarak bu topraklarda kendisine hemen hiç yer bulamamıştır. (Kaldı ki, bulsa ne olacaktı? Bu da ayrı bir soru tabii.)

Yaşananları mümkün mertebe tarihsel, ideolojik (Aman Admin Duymasın!), siyasi perspektifle değerlendiremezsek hep birilerine kızar durur, yüzlerine tükürmek isteriz. Kızdığımız ve yüzlerine tükürdüklerimiz de hep sömürülen, aşağılananlar olur nedense? Sayın avukat, olaylara böyle bir perspektifle bakacağına, savaş öncesi ve sırasında Iraklılar için yaptıklarına!!?? –ne yapmış acaba?- hayıflanarak onlar için yaptıklarına layık olmayanlara kızıp duruyor. Sayın avukat, “Ülkesinin işgaline benim kadar üzülmeyen bir Irak’lı için açıkçası zamanında gereğinden fazla efor harcamış ve gereğinden fazla üzülmüşüm diye düşünüyorum.” diyor. Üzülme kardeşim, sana üzül diyen mi var! Sen önce anla, olanları anlamadan üzülmenin ne manası var?

Yukarıda özetlemeye çalıştığım süreçte ortaya Arap birliğini sağlama iddiasıyla çıkan Baas Partisi, Iraklı egemenlerin bir üstyapı kuruluşu olarak kesin bir diktatörlük uygulamaya başladı. Esasen, nerede olursa olsun, özellikle ulusal birliklerin erken zamanda kurulamadığı, bu trenin kaçırıldıktan sonra yakalanmaya çalışıldığı bütün ülkelerde uzun veya kısa bir süre boyunca diktatörlüğün uygulanması kaçınılmazdır da. Bu, kabul edelim ya da etmeyelim, bir gerçekliktir. Alman birliği Bismark’ın demir ökçeleri altında sağlandı. Bunların yanısıra hangi ulusal devrime bakarsanız bakın, devrimin kazanılmasından sonra mutlaka bunu geçmişin izlerinin silinmesini ve yeniyi inşa etmeyi amaçlayan diktatoryal bir iktidarın izlediğini görürsünüz. Bu anlamda Saddam önderliğindeki Baas rejiminin de kökünü aldığı kaynak diğerlerinden pek farklı değildir. Baas’ın talihsizliği, uluslararası tekellerin hakimiyetindeki dünya emperyalist kapitalist sisteminin içinde ve üstelik bunların ölürcesine ihtiyaç duydukları petrol rezervlerinin üzerinde kendisine bir hakimiyet alanı aramaya, yaratmaya çalışması olmuştur.

Saddam’lı Baas’ın Irak’ı sınıflı bir toplumdu. Bu sınıflı toplum içinde vahşice sömürülen emekçiler vardı. Fakat baskı sadece emekçiler üzerinde değildi. Bizden de bol bol örnek verilebileceği üzere, çok milliyetli ve çok dinli, mezhepli bir toplum olan Irak toplumunda egemen toplumsal katmanın dışında kalan toplum kesimleri üzerinde de büyük bir baskı, asimilasyon politikası uygulandığını, buna karşı çıkışların ise katliamlarla cevaplandığını biliyoruz. Kürtler'e, Türkmenler'e, Asuriler'e, Şiiler'e vb. karşı uygulanan politikalar herkesin bilgisi dahilinde. Fakat bu durum, Irak devletinde egemen konumda bulunan Sünni Araplar'ın emekçilerinin çok ferah ve sefih bir hayat sürdürdükleri manasına da gelmemektedir. Baas'ın şahsında billurlaşan Irak egemen sınıfının diktatörlüğü, sünni Arap emekçilerini de canından bezdirmiştir. Emperyalistlerin işgal hareketine karşı ülkesini terkeden ve emperyalistlere karşı onursuzca davranan Irak’ın egemenleri olmuştur. Irak egemenleri, aynı diğer ülkelerin egemenlerinin de yapabileceği ve hatta yaptığı gibi (Burada ülkemizde, niye siyasi veya ekonomik bir kriz çıktığında burjuvaların hemen yurtdışına sermaye kaçırdıkları sorusunu sormak gerekir. Bu güncel bir örnek. Tarihten de Kurtuluş Savaşı'mızda feodal egemenlerin emperyalist işgalcilerle yaptıkları işbirliğini ve yenilgi sonrasında yurdu terkettiklerini hatırlamakta fayda var. Yeri gelmişken bu konuya istisna teşkil edebilecek bir örnek vereyim, konumuzdan biraz uzaklaşmak pahasına: Çarlık Rusyası'nda Sosyalist Ekim Devrimi'ne önderlik eden RSDİP'nin Merkez Komitesi ve aynı zamanda Çar'ın gizli servisi Ohrana'nın gizli ajanı olup partiye sızmış olan Mihaylovskiy adlı bir kişi, Devrim sonrasında nedamet getirip cezalandırılacağını bile bile Sovyetler Birliği'ne geri dönüp hesap veriyor ve idam ediliyor.) emperyalist işgalcilerin önünden kaçarak halkı savunmasız bir şekilde onlarla karşı karşıya bırakmıştır. Bu şartlarda savunmasız, yani örgütsüz ve silahsız bir halkı ateşten bir topu andıran işgalcilere karşı daha baştan mücadele edemedikleri için aşağılamaya kalkmak insafsızlıktan da öte densizlik değil midir?

Yeniden konumuza dönecek olursak, Irak Baas rejiminin bu utanç verici tutumunun temel bir gerçeği yeniden doğruladığını söyleyebiliriz: Dünyanın neresinde olursa olsun burjuvazi hiçbir insani ve etik değer taşımamaktadır. Ne zerre kadar “ulusal onuru” vardır, ne de emekçilerin katledilmesi, kentlerinin yağmalanması umurundadır. Tek kaygısı kendi sefil çıkarlarını korumaktır. Bağdat rejiminin kolay düşüşü yerli ve yabancı basın tekelleri tarafından en iğrenç demagoji ve propagandalara konu edildi. Savaş çığırtkanı medya, emperyalist saldırganlığa karşı mücadele ederek Irak halkıyla dayanışmayı yükseltenlere saldırırken, öte yandan Irak halkının işgale karşı çıkmadığını, dolayısıyla bu halkın desteklenemeyeceğini ve başına gelen belaları hak ettiğini iddia ederek Irak halkına çirkin saldırılarda bulundu. Bu tür dezenformasyon faaliyetlerine kanan avukatımız gibileri de Irak halkının "yüzüne tükürme" histerisine kapıldılar. Yaşananları savaş ve işgalin haklılığına kanıt olarak gösterdi. Tükürükçü avukatımızın diğerleriyle tek farkı ise, bu noktada, henüz işgali haklı bulmama noktasında ortaya çıkıyor. Ama yakındır, bir müddet sonra yüzüne tükürülebilecek bir halkın işgali de hakkettiğini söylerlerse şaşmamak gerekir.

Oysa Irak’ın Güney kentlerinde tüm olanaksızlıklara karşın işgalcilere karşı sergilenen kararlı direnişler medyanın yalanlarını yerle bir ediyor. Bizzat işgal cephesinin tüm tarafları bu direnişi hayretle karşılamışlar, kolay işgal planlarının gerçekleşmeyeceğini anlayarak hayal kırıklığına uğramışlardı. Bağdat’taki işgalin beklenenden kolay gerçekleşmesi sonrasında, savaş kundakçıları, savaş çığırtkanları ve satılık kalemşörler görülmemiş ölçüde küstahlaştılar.

Ancak Irak’taki gelişmeler, işgalci saldırganlar ve yardakçılarının sevinçlerini kursaklarında bırakacak cinstendir. Daha işgalin üzerinden bir hafta bile geçmeden kitle muhalefeti ve protestolarla karşılaşmaya başladılar. En ufak tepkiye katliamlarla karşılık veren Amerikan askerleri Musul’da gösteri yapanları tarayarak 17 kişiyi katletti, çok sayıda insanı yaraladı. Zira Musul halkı ABD uşağı yeni valinin halka açık ilk konuşmasını protesto ederek vilayete doğru yürüyüşe geçmişti. Bağdat’ta başlayan işgal karşıtı gösteriler de emperyalist çapulculara karşı bir direnişin uzak olmadığını haber veriyor. Direniş sembolü haline gelen Irak’ın Nasıriye kentinde ise, çoğunluğu Şiiler’den oluşan 20 bin Iraklı, işgalcileri protesto etti. Amerika’nın Zalmay Halilzad başkanlığında organize ettiği ilk toplantıyı hedef alan gösteri, muhalif Şiier’in örgütü Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’nin toplantıya katılmayacağını açıklamasının ardından gerçekleşti. Gösteriye katılanlar ABD ve Saddam Hüseyin karşıtı sloganlar attılar. Başka yerlerde de Bush’la Saddam’ı aynı kefeye koyan sloganların yanı sıra, “Tek demokrasi ABD’yi Irak’tan atmaktır” sloganları duyulmaya başlandı. Bu arada İngiliz işbirlikçisi bir Şii şeyh linç edilirken, savaş çetesinin en has uşağı Ahmet Çelebi’yi hedef alan bir suikast girişiminin 11 Nisan’da gerçekleştiğine dair bilgiler de basına yansıdı. Birçok adamının öldüğü saldırıdan ABD ajanı Çelebi şimdilik kurtuldu. Eylemi üstlenen “Irak Ulusal Kurtuluş Cephesi” adlı örgütün ismi ilk defa duyulmuş oldu.

Irak halkının işgal sırasında olsun, sonrasında olsun emperyalistlere karşı aldığı tavır savaş çığırtkanlarının kirli iddialarını tamamen çürütüyor. Şimdiye kadar binlerce sivil Iraklı’nın katledilmesi ve her gün onlarca kişinin katledilmeye devam edilmesi de bunun bir diğer göstergesidir. Eğer halk işgalcilere karşı direnmeseydi, işgalcilerin bu kitle katliamlarına ihtiyaç duyması söz konusu olmazdı. Çünkü sivil insan avına dönüşen bu katliamlar, emperyalistlerin tüm propagandalarını geçersiz kılıyor, onların tüm iddialarının yalan ve demagojiye dayandığını ortaya koyuyor.

Bağdat’ta beklenen direniş gerçekleşmedi ama, ne Irak Bağdat’tan ibaret ne de Bağdat halkı son sözünü söylemiş durumdadır. Bunu herkesin böyle bilmesi ve cehalet ve kolaycılıkla bir kardeş halkın onurunu zedeleyici tavırlardan kaçınması gerekmektedir.
Konuyu Kilitleyin


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07213092 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.