Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

üçüncü şahsa yapılan havale, vekaletsiz işgörme, itirazın iptali

Yanıt
Old 13-11-2009, 11:16   #1
Av.Özlem Kansiz

 
Varsayılan üçüncü şahsa yapılan havale, vekaletsiz işgörme, itirazın iptali

Öncelikle bilgi ve deneyimlerini paylaşan tüm meslektaşlara teşekkür ederim. Müvekkil tarafından davalı adına 3. bir şahsa yapılan banka havalesine dayanarak ilamsız icra takibi başlattık. Borçlu takibe itiraz etti ve devamında itirazın iptali davası açtık. Karşı taraf cevabında havale dekontunun borç ödeme aracı olduğunu, var olan borcun ödendiğini ileri sürdü. Yalnız söz konusu olayda havale üçüncü bir şahsa yapılmış ve üçüncü şahıstan satıl alınan mal davalının adına tescil edilmiştir. Konu ile ilgili düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim. Saygılarımla
Old 13-11-2009, 12:53   #2
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Özlem Kansiz
Öncelikle bilgi ve deneyimlerini paylaşan tüm meslektaşlara teşekkür ederim. Müvekkil tarafından davalı adına 3. bir şahsa yapılan banka havalesine dayanarak ilamsız icra takibi başlattık. Borçlu takibe itiraz etti ve devamında itirazın iptali davası açtık. Karşı taraf cevabında havale dekontunun borç ödeme aracı olduğunu, var olan borcun ödendiğini ileri sürdü. Yalnız söz konusu olayda havale üçüncü bir şahsa yapılmış ve üçüncü şahıstan satıl alınan mal davalının adına tescil edilmiştir. Konu ile ilgili düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim. Saygılarımla


İspat yükü sizdedir. Borçlu HGK kararlarını iyi biliyor anlaşılan.

Alıntı:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu


E:2004/4-362
K:2004/347
T:09.06.2004


Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.6.2001 gün ve 2000/12-2001/601 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 6.5.2002 gün ve 2002/4436-5422 sayılı ilamı ile, ( ...Dava alacak istemine ilişkindir. Davacılar; murisleri tarafından davalılara 20.000 dolar borç verildiğini, ancak davalıların bu borcu ödemediklerinden alacak davası açmışlardır.
Davalılar; kendilerine banka
havalesiyle gönderilen paranın borç olarak verilmediğini, aksine kendilerinin değişik zamanlarda davacıların murisine verdikleri borç paranın geri ödenmesi olduğunu savunmuşlardır.
Mahkemece davalıların bu beyanları bağlantısız bileşik ikrar olarak
değerlendirilip, bölünebileceği kabul edilerek dava konusu edilen paranın daha önce verilen borcun geri ödemesi olduğunun davalı tarafça kanıtlanması gerektiğinden davalılara yemin teklif hakkı hatırlatılmış, davalıların teklif ettiği yemini davacıların eda etmesi nedeniyle de davalı savunmasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Oysa; karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğu bildirilir, fakat bunun hukuki niteliğinin iddia edildiğinden başka olduğu öne sürülür ise bu durum vasıflı ikrar ya da gerekçeli inkardır. ( Prof. Dr. Baki Kuru HMUK s.2052 ). Vasıflı ikrarın bölünemeyeceği, yani vasıflı ikrarın ikrar eden aleyhine delil teşkil etmeyeceği, aksine o vakıayı ileri sürenin onu
ispat etmesi gerektiği hukukumuzda genel olarak kabul edilmektedir. Vasıflı ikrar ( gerekçeli inkar ) halinde lehine ikrar yapılan taraf ancak ispatyüküne yer değiştirmemek şartıyla diğer tarafın ikrarını bölebilir. Bağlantısız bileşik ikrarda; ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlılık yoktur. Bağlantılı bileşik ikrar ise vasıflı ikrara benzemektedir. Çünkü her ikisinde de ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile asıl ( ikrar edilen ) vakıa arasında bağlantı vardır. Yalnız vasıflı ikrara eklenen vakıa asıl vakıa ile aynı andaki veya ondan önceki bir vakıa olduğu halde bileşik ikrara eklenen vakıa asıl vakıadan sonraki tarihte doğmuş olan bir vakıadır.
Somut olayda davacılar 20.000 doların davalılardan tahsilini istemiş, davalılar ise paranın gönderildiğini ikrar edip bunun daha önce davacıların murisine verilen ödüncün geri ödenmesi olduğunu beyan etmiştir. Davalıların bu kabulü vasıflı ikrardır ve bu durumda gönderilen paranın önceki alacağa karşılık değil, borç olarak gönderildiğinin
ispatyükü davacıya düşer ( Yargıtay HGK 26/8/2001 gün ve 2001/13-630 E., 2001/647 K. sayılı ilamı ). Dosyadaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde davacı tarafın bu hususu ispatlayamadığı görülmektedir. Yerel Mahkemece 20.000 dolara ilişkin alacak isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile ikrarın bağlantısız bileşik ikrar olarak değerlendirilip buna göre de ispatyükünü davalı tarafa yüklemesi ve yemin teklif hakkını hatırlatıp teklif edilen yeminin eda edildiği gerekçesine dayalı olarak davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir ise de, hüküm onanmış bulunduğundan, davalıların karar düzeltme isteği HUMK'nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve hüküm gösterilen nedenlerle bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, davacıların miras bırakanlarınca davalılara ödünç olarak verildiği ileri sürülen paranın, ayrıca, murislerden birine ait olduğu halde davalılarca alınan paranın tahsili ve emaneten bırakılan ziynet eşyalarının teslimi istemine ilişkindir.
Davacılar HTA ve KA vekili, davacıların oğlu DY, torunu M ve gelini UF'nın 30.5.1999 günü trafik kazası geçirdiklerini; UF'nın kaza anında, torun M'nın hastaneye kaldırılırken yolda, oğulları YD'un ise iki gün sonra hastanede öldüğünü; bu durumda her üçünün miraslarının davacılara intikal ettiğini; UF'nın anne ve babası olan davalıların, Bodrum'daki yazlık evlerini inşa için davacıların anılan murislerinden 20.000 Amerikan Doları borç para aldıklarını ve bu borçlarını ödemediklerini; öte yandan, muris UF'nın seyahate çıkmadan önce muhafaza için davalılara bıraktığı mücevher ve takıların da iade edilmediğini, davalıların ayrıca UF'nın çalıştığı şirketten ölüm sebebiyle maaş ve tazminat olarak 1.190.655.600 TL. aldıklarını ileri sürerek; takıların aynen iadesine veya bedelinin ölüm tarihinden itibaren faizi ile birlikte ödenmesine, murislerin davalılara borç olarak verdiği 20.000 ABD Doları'nın ölüm tarihinden itibaren libor faizi ile tahsiline, muris UF'nın ölümü üzerine çalıştığı şirket tarafından davalılara ödenen 1.190.655.600. TL. nin de ödeme tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar BA ve ÖA vekili, dava dilekçesinde ileri sürülenin tersine davalıların Bodrum'daki yazlıklarının 12 yıl önce inşa edildiğini, sadece bazı onarımlar gördüğünü, davalıların bu onarım için kızlarından veya damatlarından para isteyecek kadar parasal sıkıntılarının olmadığını, davalı Ö'ın, kızının ve damadının vefatından önce çeşitli vesilelerle ve özellikle Amerika'ya gidişleri esnasında ve akabinde ihtiyaç olduğu ve istenildiği için, onlara sonradan iade edilmek kaydıyla 20.000 Amerikan Dolarından fazla para verdiğini, davalı Ö'ın hesabına
havale yoluyla yapılan dava konusu ödemelerin, bu borcun geri ödenmesi amacıyla yapılmış olduğunu, o sırada davalının Bodrum' da olması nedeniyle, oradaki hesabına peyder pey havale yoluyla borcun ödendiğini; davalıların ellerindeki ziynet eşyalarının ve UF'ın ölümünden sonra maaş farkları olarak çalıştığı şirket yetkilileri tarafından davalıların evine gelinerek teslim edilen 1.190.655.600 TL nin iadesine de hazır bulunulduğunu, diğer taleplerin dayanaksız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel Mahkemece verilen; 25.1.1999 tarihinde 10.000 Dolar'ın UF, 26.4.1999 tarihinde de 10.000 Dolar'ın DY tarafından davalı Ö'ın hesabına gönderildiğinin çekişmesiz olduğu, davalı tarafın bu paraların mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla gönderildiğini savunmasına karşın, murislere borç para verildiğine dair belge sunmadığı; her iki tarafın tanıklarının, kendilerini gösteren tarafı doğrular şekilde beyanda bulundukları, borç para verildiğine dair belgenin sunulamaması nedeniyle, murislere borç para verdiğini kesin olarak bilip bilmedikleri yönünden davacılara yemin teklif etme hakkı bulunduğunun davalı tarafa hatırlatıldığı, davalılar vekilinin teklifi üzerine, davacıların, murisleri tarafından davalılara 20.000 ABD Doları tutarında borç para verildiğini kesin olarak bildiklerine ve bunun murislere geri ödenmediğine dair yemin ettikleri gerekçesine dayalı, davanın kabulüne dair karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki, davaya konu ziynet eşyaları ve muris F'nın işverenince davalılara ödendiği ileri sürülen para yönünden, Hukuk Genel Kurulu önüne herhangi bir uyuşmazlık gelmemektedir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, sadece miras bırakanlarca davalılara ödünç olarak verildiği ileri sürülen 20.000 Amerikan Doları konusundadır.
Birbirleriyle evli iken, 30.5.1999 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucunda iki gün arayla ölen ve ölüm tarihleri itibariyle davacıları mirasçı bırakan; davacıların oğlu DY ve davalıların kızı UF'nın, davalılardan Ö'ın banka hesabına 25.1.1999 ve 26.4.1999 tarihlerinde, her biri 10.000 Amerikan Doları tutarlı iki ayrı banka
havalesiyle toplam 20.000 Amerikan Doları gönderdikleri, paranın gönderilme nedeni hakkında herhangi bir açıklamanın bulunmadığı, bu paraların anılan davalı tarafından alınmış olduğu çekişmesizdir.
Davacılar, bu paraların miras bırakanlarınca davalı Ö'a ödünç olarak gönderildiğini ileri sürmüş; buna karşın davalı taraf, paraların alındığını kabul etmekle birlikte, gönderilme nedeninin ödünç değil, daha önceki bir borcun ifası olduğunu savunmuştur. Böylece, davacıların bildirdiği maddi vakıanın (
havalenin ) varlığı davalılarca kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ileri sürülenden başka olduğu savunulmuştur.
29.5.2001 günlu duruşma tutanağındaki ara kararından,Yerel Mahkemenin, davalıların yukarıda açıklanan savunmalarını bağlantısız bileşik ikrar olarak nitelendirdiği ve her ne kadar, gerek önceki kararının ve gerekse direnme kararının gerekçelerinde bu yönden bir açıklama yoksa da, her iki kararın gerekcesinı bu kabule gore oluşturdugu anlasılmaktadır.
Bu durumda, bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalıların savunmalarının, usul hukuku bakımından mevsuf ikrar ( gerekçeli inkar ) mı, yoksa, bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak, kanıtlama
yükünün hangi tarafa ait bulunduğu noktasında toplanmaktadır:
Bu noktada ikrar kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar ( dar anlamda ikrar ), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. ( İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı. ).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit ( adi ), ya vasıflı ( mevsuf ) ya da bileşik ( mürekkep ) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit ( adi ) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, ( gerekçeli inkarda ) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ( vasfının ) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik ( mürekkep ) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin
ispatyükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:
Davacıların, her iki
havalenin de ödünç olarak davalılara gönderildiği yönündeki iddiası davalılarca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, daha önce davacıların murislerine borç olarak verilen paraların geri ödenmesi için gönderildiği savunulmuştur. Böylece davalılar, davaya konu paraların kendilerine gönderildiğini ( maddi vakıayı ) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle ( ödünc olarak ) değil, baska bir nedenle ( mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla ) gonderildiklerini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliginin ilerı sürulenden farklı olduğunu bildirmişlerdir.
Davalıların, ikrar ettikleri maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmeleri karşısında, somut olayda, basit ( adi ) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, Yerel Mahkemenin, davalıların savunmasının bağlantısız bileşik ikrar niteliğinde bulunduğuna ilişkin kabulü isabetli değildir.
Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.
O halde, somut olayda davalıların savunmaları, vasıflı ikrar ( gerekçeli inkar ) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Çünkü, vasıflı ikrarda kanıtlama
yükümlülüğü, ikrar eden tarafa ( davalılara ) değil, vakıayı ileri süren tarafa ( davacıya ) aittir.
Bu durumda, davacı taraf, davaya konu paraların ödünç olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla
yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalıların ödünç ilişkisini kanıtlama yükümlülükleri bulunmamaktadır.
Öte yandan, Borçlar Kanunu'nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan
havale, hukuksal nitelikçe ( tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi ), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini ( havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını ) ileri süren havaleci ( muhil ), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. ( Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Arif.B.Kocaman. Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Yargıtay'ın bu konudaki uygulamasına örnek olarak: 11. Hukuk Dairesi'nin 28.9.1992 gün ve 1991/1956- 1992/9316 sayılı kararı ).
Somut olayda, davacılar bu yasal karine karşısında, davalı tarafa yapılan dava konusu
havalelerin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır.
Başka bir ifadeyle,
havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü yine davacı tarafa aittir.
Hal böyle olunca, yerel mahkemenin, somut olayda kanıtlama
yükümlülüğünü ters çevirerek, yemin teklif etme hakkını davalı tarafa hatırlatmak ve teklif edilen yeminin eda edildiğini gerekçe göstermek suretiyle hüküm kurması yanlıştır.
Nihayet, somut olay bakımından şu özel yönün de belirtilmesi gerekir: Davacıların murislerinden UF davalıların kızı, DY da damatları olduğundan HUMK. nun 293/1. maddesinin tanık dinletilmesine muvafakat ettiği hallerden biri mevcut olup, davacılar eldeki davayı bu murislerinin külli halefleri sıfatıyla açtıkları için, anılan yasa hükmü çerçevesinde ödünç iddiasını tanıkla
ispat hakkına sahiptirler. Nitekim,bu yön Yerel Mahkemece de kabul edilmiş ve her iki tarafın bildirdiği tanıklar dinlenmiştir. Ne var ki, yine Yerel Mahkemece de kabul edildiği üzere, dinlenen tanıklar, kendilerini bildiren tarafı doğrulayacak şekilde beyanda bulunmuşlardır. Davacı tanıklarının beyanları zaman, yer ve olgular itibariyle ödünç iddiasını tam bir açıklıkla ve kuşkudan uzak şekilde ortaya koyamamıştır. Dolayısıyla, davacı taraf, ödünç iddiasını tanık deliliyle kanıtlayamamıştır. Ancak, dava dilekçesinde, "Sair kanuni delail" denilmek suretiyle, diğer deliller yanında yemin deliline de dayanılmış olduğunun kabulü gerektiğinden; ödünç iddiası hakkında yazılı delil sunamayan ve bu iddiasını tanık deliliyle de kanıtlanamayan davacı tarafın, bu yönden davalılara yemin teklif etme hakkı bulunmaktadır. Dolayısıyla, Özel Daire bozma kararında, davacı tarafın ödünç iddiasını kanıtlayamadığının kabul edilmiş olması yerinde değildir. O halde, Yerel Mahkemece, davacı tarafa, iddianın kanıtlanması bakımından davalılara yemin teklif etme haklarının bulunduğu hatırlatılıp, hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken; ispatyükü konusundaki yanılgılı değerlendirmeye dayalı önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 9.6.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.



Alıntı:
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E:2001/13-630
K:2001/647
T:26.09.2001


Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 6/4/2000 gün ve 2000/1052-297 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 26/10/2000 gün ve 2000/7706-9075 sayılı ilamı ile; ( ...1-Davacı, dava dilekçesinde 5000 doları borç olarak, davalı DC'a verilmek üzere onun talimatı ile davalı HD'ye gönderdiğini iddia etmektedir. Davalı DC da parayı, davalı HD'den aldığını kabul etmektedir. Bu durumda davacı ile davalı HD arasında bir borç ilişkisinin olmadığı anlaşılmaktadır. HDye husumet düşmeyeceği hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerektiği halde, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2- Davacı 5000 Doları, davalı DC'a borç olarak gönderdiğini iddia etmiş, davalı DC da davacının kendisine olan borcunu ödemek için bu parayı gönderdiğini savunmuştur. Davacı ödünç ilişkisini yani parayı ödünç olarak gönderdiğini
ispat etmesi gerekir. İspat yükü davacıya aittir. Havale borç ödeme vasıtası olup, davacının dayandığı havale makbuzlarında paranın borç olarak gönderildiğine dair bir kayıt da yoktur. İddiasını yasal delillerle kanıtlamak durumunda olan davacı, 4/1/2000 tarihli delil listesi ile davalı DC'a yemin teklif ettiği halde mahkemece davalı DC'dan teklif edilen yemin hakkında beyanı alınıp, kabul ettigi takdirde yemin icra ettirilerek hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken ispat yüku ters çevrilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri cevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece onceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılardan DC
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dırenme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü:
KARAR : Dava, 5000 Amerikan Doları alacağın tahsili isteğine ilişkindir.
Uyuşmazlık,
ispatyükünün taraflardan hangisine ait olduğu noktasında toplanmaktadır.
Taraflardan birinin istem veya savunmasına dayanak olan olayların, karşı tarafça tamamıyla değil; ancak, bazı olaylar bakımından uyuşma olacak biçimde kabul edilerek, geri kalan olayların değişik biçimde kabul edilmesi tarzında yapılan ikrar çeşidine vasıflı ( mevsuf, nitelikli ) ikrar denir.
Somut olayda davacı, ödünc olarak banka
havalesiyle gönderdiği 5000 Amerikan dolarının davalıdan tahsilini istemiş, davalı ise davacı tarafından kendisine bu miktar paranın banka havalesiyle gönderildiğini ikrar edip, bunun daha önce davacıya vermiş olduğu ödüncün geri ödenmesi olduğunu beyan etmistir. Tarafların bu kabulleri vasıflı ikrardır. Burada, davacının ilerı sürdügu vakıa ( paranın gonderilmesi ) davalı tarafından ikrar edilmekte; fakat, davacının iddia ettiği gibi bu paranın ödünç olarak gönderildiği inkar edilmektedir. Vasıflı ikrara uygulamada ( gerekçeli inkar ) adı da verilmektedir. Vasıflı ikrarda ispatyükü vakıayı ileri süren tarafta olup, o vakıayı vasıflı olarak ikrar eden ( gerekçeli olarak inkar eden ) tarafta değildir. Bu durumda gönderilen paranın davalının alacağına karşılık değil, ödünç olarak gönderildiğini ispatyükü davacıya düşer.
O halde, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılardan DC'un temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 26/9/2001 gününde oyçokluğu ile karar verildi.



Alıntı:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E:2003/3-118
K:2003/158
T:12.03.2003


Taraflar arasındaki eşya teslimi ve alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.9.2001 gün ve 1999/791-2001/585 sayılı kararın incelenmesi davalı karşı davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay-3. Hukuk Dairesinin 22.1.2002 gün ve 2001/11155-2002/641 sayılı ilamı ile, ( ...Dava dilekçesinde tarafların nişanlı iken evlilik hazırlığı sırasında karşı tarafın evine götürülen eşyaların nişanın bozulmasından sonra iade edilmediği iddia edilerek eşyaların aynen iadesi veya bedelinin tahsili istenilmiş, yargılama sırasında eşyalar iade edildiğinden mahkemece konusuz kalan davanın reddi cihetine gidilmiştir.
Karşılık dava dilekçesinde ise, ziynet eşyası alınması için karşı tarafa ödenen üç buçuk milyar liranın tahsili talep edilmiştir.
Davacı ve karşılık davalılar dava konusu parayı aldıklarını ancak bunun karşı tarafın daha önce kendilerinden almış olduğu ödünç paranın ödemesi olduğunu savunmuşlardır. Mahkemece nişanda örf ve adeta göre davacı karşı davalıya takı takıldığı, sonradan
havale yoluyla yapılan ödemenin yeniden ziynet eşyası alınması için olduğunun kabulünün hayatın olağan akışına ters düşeceği ve savunmanın tanık anlatımıyla kanıtlandığı gerekçesiyle karşılık davanın reddi cihetine gidilmiştir.
Karşılık davadaki davalılar diğer tarafın yaptığı ödemenin önceden kendilerinin verdikleri borç karşılığı olduğunu savunduklarından ve ikrar eden davalıların eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlantı bulunmadığından buradaki ikrar bağlantısız bileşik ikrardır.
Bağlantısız bileşik ikrar ise bulunabileceğinden
ispatyükü, ödünç akdinin varlığını ileri süren davacı karşılık davalılara düşer.
Mahkemece davacı-karşılık davalılara savunmalarını
ispat edecek başkaca delilleri sorularak varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Asıl dava eşya teslimi, karşı dava ise alacak istemine ilişkindir.
Asıl davada, davacı FB vekili, davacının kızı Y. ile davalının nişanlandıklarını, davacı tarafından kızı için alınan eşyaların müşterek konut olarak düşünülen davalıya ait eve konulduğunu, sonradan nişanın bozulduğunu, davalının bunları iade etmediğini ileri sürerek, liste halinde bildirdiği eşyaların aynen teslimine, mümkün olmadığı takdirde bedellerinin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı ACB vekili, cevap ve karşı dava dilekçesinde, ası! davaya konu eşyaların davacıya ait olduğunu, bu nedenle kusur oranına ilişkin iddia dışında asıl davayı kabul ettiklerini bildirmiş; karşı davacının nişanlılık döneminde adet gereği alınması gereken takı ve mücevheratı kendileri seçip almaları için karşı davalılardan FB'nın banka hesabına 2.500.000.000 TL., YÖB'nın banka hesabına da 1.000.000.000 TL. gönderdiğini, her iki karşı davalının, o anda paraya ihtiyaçları olduğunu bildirmeleri üzerine, takıların daha sonra alınması şartıyla, parayı ihtiyaçlarında kullanmalarına muvafakat ettiğini, ancak takılar alınmadığı gibi, karsı davalıların kusurlu davranışları nedeniyle nisanın bozulmasına rağmen gönderdiği paranın kendisine iade edilmediğini, o nedenle asıl davaya konu eşyalar üzerinde hapis hakkını kullandığını ileri sürerek, toplam 3.500.000.000 TL. nin, nişanın bozulduğu Haziran 1999'dan itibaren reeskont faiziyle birlikte müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Karşı davalılar YÖB ve FB vekili, karşı davaya verdiği cevapta, tarafların öğrencilik yıllarında tanışıp nişanlanmaya karar verdiklerini, Y'nın babasının yüksek düzeyde bir gelire sahip olduğunu, paraya çok düşkün olan ve ailesinden parasal destek görmeyen karşı davacı C'in borsadaki ilişkiler içerisinde yer aldığını, Y. kanalıyla onun ailesinden para alma girişimlerinde bulunduğunu, önce kendisine Y'nın otomobilinin 1997 Haziranında geçirdiği kaza nedeniyle sigortaca ödenen 5000 Doların geri ödenmesi şartıyla verildiğini; nişanlıların staj için 1.1.1998 tarihinde Amerika'ya birlikte gittiklerini, bunun için 1997 Aralık ayında okul parası olarak ayrı ayrı 5000 Dolar yatırıldığını, ayrıca yanlarında 5000 dolar götürmelerinin planlandığını, bunun da Y. ve ailesi tarafından karşılandığını, bu şekilde kendisine toplam 10.000 Dolar elden verildiğini, karsı davadaki alacak istemine konu 2.500.000.000 TL. nin, FB'nın banka hesabına bu borca karşılık yatırıldığını; Y'nın banka hesabına yapılan ödemenin ise, daha önceden sigortaca ödenip C'e verilen 5.000 Dolardan artan borç karşılığında yapıldığını, nişanlılık ilişkisi nedeniyle C'den belge alınmadığını, ancak sonradan C'in hileli davranışta bulunduğunun ortaya çıktığını, parası olmadığını söyleyerek aldığı 10.000 Dolan Borsada çalıştırdığının anlaşıldığını; gerek hile olgusunun varlığı ve gerekse nişanlılık ilişkisi nedeniyle bu savunmanın tanıkla kanıtlanacağını, davalı F'nin banka hesap ekstrelerinin de yazılı delil başlangıcı niteliğinde olduğunu; esasen, takı ve mücevherat almak için karşı davalılara para gönderilmesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmadığını, gönderme tarihleri de gözetildiğinde iddianın doğru olmadığının anlaşılacağını, zira nişanlanma tarihi Kasım 1997 olmasına karşın, F'ye paranın 27.5.1998 tarihinde gönderildiğini, nişanın ise Haziran 1999'da bozulduğunu savunarak, karşı davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece verilen, yargılama sırasında eşyaların teslim edilmiş olması nedeniyle konusuz kalmasından dolayı asıl davanın reddine; karşı davadaki alacak istemine konu paraların davalılara nişan takısı alınması için gönderildiği iddiasının davacı tarafından kanıtlanamadığı gerekçesiyle karşı davanın aa reddine dair karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki, asıl dava yönünden Hukuk Genel Kurulu önüne gelen bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık sadece karşı davaya ilişkin olduğundan, değerlendirme sadece bu dava yönünden yapılacak ve kararın bundan sonraki 'bölümünde ""Davacı"" terimiyle, karşı davanın davacısı ACB, ""Davalılar"" sözüyle de karşı davanın davalıları F. ve YÖB ifade edilecektir.
Bu noktada öncelikle, maddi olgu açıklanacaktır:
Davacı ile, davalılardan YÖB'nin 1997 yılı sonlarında nişanlandıkları, davacı tarafından, davalı YÖB'nin banka hesabına 25.8.1998 tarihinde 1.000.000.000 TL.; onun annesi olan diğer davalı FB'nın banka hesabına ise 27.5.1998 tarihinde 2.500.000.000 TL
havale edildiği, her iki havaleye ilişkin dekontlarda, paranın gönderiliş nedeni hakkında herhangi bir açıklama bulunmadığı, bilahare nişanın 1999 yılı Haziran ayında bozulduğu çekişmesizdir.
Havalelerin tarih ve miktarları ile bunların davalılarca alınmış olduğu konusunda çekişme yoktur.
Bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle, uyuşmazlık, davalıların yukarıda açıklanan savunmalarının, usul hukuku bakımından mevsuf ikrar ( gerekçeli inkar ) mı, yoksa, bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak, ikrarın bölünüp bölünemeyeceği, ayrıca, davacı tarafından gönderilen paranın nisan hediyesi niteliğinde bulunup bulunmadığı, dolayısıyla kanıtlama
yükünün kime ait olacağı noktasında toplanmaktadır:
Yerel mahkeme, davalıların savunmalarını mevsuf ikrar olarak, özel daire ise bağlantısız bileşik ikrar olarak nitelendirmiş ve
ispat .yükünü bu nitelendirmeye bağlı olarak belirlemiştir. Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında, bir kısım üyeler, davaya konu paraların nişan hediyesi olarak gönderildiği ve ""mutat hediye"" niteliğinde olmayan bu paraların iadesi gerektiği görüsünü dile getirmişlerdir. Ancak, çoğunluk, aşağıdaki gerekçelerle bu görüşe katılmamıştır.
Bu noktada ikrar kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar ( dar anlamda ikrar ), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir, ( ikrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof. ...Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama - Hukuku,-Cilt-l-27-3.-Bası,- Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı. ).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar soz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit ( adi ), ya vasıflı ( mevsuf ) ya da bileşik ( mürekkep ) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit ( adi ) ikrar, karşı tarafca ileri sürulen bir vakıanın doğru oldugunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ıkrarda, onun konusunu olusturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, ( gerekçeli inkarda ) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ( vasfının ) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik ( mürekkep ) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin
ispatyükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:
Davacının, gönderilme nedeni belirtilmeyen her iki
havaleyi de, adet gereği nişan takısı ve mücevherat alınmak üzere davalılara gönderdiğine ilişkin iddiası davalılarca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, davacının nişanlılık öncesindeki arkadaşlık döneminde ve nişanlanmadan sonra davacıya borç olarak verilen paraların geri ödenmesi için gönderildiği savunulmuştur. Böylece davalılar, davaya konu paraların kendilerine gönderildiğini ( maddi vakıayı ) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle ( nişan takısı ve mücevherat alınması ) değil, başka bir nedenle ( mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla ) gönderildiklerini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmişlerdir.
Davalıların, ikrar ettikleri maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmeleri karşısında, somut olayda, basit ( adi ) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, bozma ilamındaki, davalıların savunmasının bağlantısız bileşik ikrar niteliğinde bulunduğuna ilişkin gerekçe ve kabulde isabet görülmemiştir.
Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.
O halde, somut olayda davalıların savunmaları, vasıflı ikrar ( gerekçeli inkar ) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Çünkü, vasıflı ikrarda kanıtlama
yükümlülüğü, ikrar eden tarafa ( davalılara ) değil, vakıayı ileri süren tarafa ( davacıya ) aittir.
Bu durumda, davacı, davaya konu paraların nişan takısı ve mücevherat alınması için gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla
yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalıların ödünç ilişkisini kanıtlama yükümlülükleri bulunmamaktadır.
Öte yandan, Borçlar Kanunu'nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan
havale, hukuksal nitelikçe ( tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi ), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini ( havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını ) ileri süren havaleci ( muhil ), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. ( Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Arif.B.Kocaman. Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Yargıtay'ın bu konudaki uygulamasına örnek olarak: 11. Hukuk Dairesi'nin 28.9.1992 gün ve 1991/1956- 1992/9316 sayılı kararı ).
Somut olayda,
havaleci durumundaki davacı ACB, değinilen yasal karine karşısında, davalılara yaptığı dava konusu havalelerin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır. Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü davacıya aittir.
Hal böyle olunca, yerel mahkemenin, olayda kanıtlama
yükümlülüğünün davacıya ait bulunduğu gerekçesine dayalı direnme kararı yerindedir. Ne var ki, işin esası incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle direnme uygun bulunduğundan, karşı davacı ( davalı ) ACB vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 3. Hukuk Dairesine gönderilmesin 12.3.2003 günü, ikinci gorüşmede oyçoklugu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI :
Yasada aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri iddiasını kanıtlamakla
yükümlüdür.
( M.Y.md.6 ) Kural olarak kanıtlama yüku davacıya aittir. Bu ana kuralın ayrıcalıklarından biri karinelerdir. Kısa anlatımla karine, belli bir olaydan, belli olmayan bir olay için çıkarılan sonuctur.
Fiili karine ise ( yasam deneyi kuralları ) belli bır olaydan belli olmayan bir olay için hakim tarafından çıkarılan sonuçtur. Fiili karine yararına olan taraf kanıtlama
yükümlülüğünden kurtulur.
Somut olay, nişanlılık dönemi içinde nişan hediyesi olarak verildiği iddia edilen paranın iadesine ilişkindir. Nişanlıların nişanlılık süresinde birbirlerine verdikleri eşya, para ( hatta başlık parası ) nişan hediyesidir. Bu konuda fiili karine vardır. Nişan hediyesi verilme süresi, sadece nişan tarihi ya da o tarihe yakın zaman dilimi ile sınırlanamaz. Düğün tarihine kadar alınan her eşya, verilen para nisan hediyesidir ve nişanın bozulması halinde iadeye tabidir. Fiili karine nedeniyle nişan hediyesi olarak verilmediğini kanıtlama
yükü davalıdadır.
Davacının davaya konu parayı nişanlılık döneminde gönderdiği, davalı tarafça alındığı ve fiili karine nedeniyle bunun nişan hediyesi olduğunun ( ister para isterse alınacağı iddia edilen takı karşılığı düşünülsün ) kabulü gerekir. Yargısal uygulamada bu yoldadır.
Davalı tarafın parayı aldım beyanı, fiili karine nedeniyle ( nişan hediyesi olarak gönderilen parayı aldım ancak davacıdan alacaklıyım, alacağıma saydım ) şeklinde bağlantısız bileşik ikrar olarak kabul edilmelidir. Çünkü paranın alındığını açıklayan ikrar beyanına savunma yolu eklenen vakıa ile ikrara konu vakıa arasında bağlantı yoktur. Başka bir anlatımla iki vakıa birbirinden bağımsızdır. Bağlantısız bileşik ikrarın bölünebileceği ve kanıtlama
yükünün yeni vakıayı ileri süren tarafta olduğu hususu öğreti ve uygulamada kabul edilmektedir. İşte fiili karine nedeniyle, davacı tarafından gönderilen paranın nisan hediyesi nedeni ile gönderildiği kabul edilmeli ve davacı kanıtlama yükünden kurtulmalı ve davalı taraf nişan hediyesi dışındaki borç ilişkisi nedeniyle ödemenin yapıldığını kanıtlamalıdır. Davacının menfi bir durumu yani borç almadığını kanıtlamasına gerek yoktur.
Şayet fiili karine olmasa ve paranın gönderiliş nedeni dosyada olduğu gibi davalı tarafça kabul edilmese idi, bu halde beyan gerekçeli ikrar olacak ve işte o zaman davacının paranın gönderiliş nedenini kanıtlaması gerekecekti.Açıklanan nedenlerle nisan hediyesi olarak gönderildiği fiili karine nedeniyle sabit olan paranın, borca karşılık gönderildiği savunmasında bulunan, davalının iddiasını kanıtlaması ve direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle, bunun aksine onama yönünde oluşan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

Ayşe ÖZÇELİK
3.Hukuk Dairesi Üyesi

KARŞI OY YAZISI :
Maddi Olay; karşı davacının nişanlı bulundukları süre içinde verdiği nişan hediyesinin iadesine ilişkindir.
3.Hukuk Dairesinin yerleşmiş içtihatlarına göre, nişanlılık süresi içinde tarafların birbirlerine verdikleri maddi değerler hediye olarak kabul edildiği gibi her türlü delille
ispatı mümkündür.
Olayda davacı davasını
ispatlanmıştır. Dinlenen tanıklarda, havale yoluyla gönderilen paranın takı alınmasına ilişkin olduğunu ve davacının bankadaki hesabından yapıldığını açıklamışlardır.
Davalı taraf gönderilen
havale ile davacının aldığı parayı iade ettiğini ileri sürerek, savunmasına bulunmuştur. Davalı maddi olayın hukuki vasfını değiştirerek ve başka bir ilişkiye, borç paranın iadesi olgusuna dayandırmıştır. Bu halde ispat külfeti yer değiştirmiştir. Davalı tarafını parayı borç olarak verdiğini kanıtlaması gerekir. Davalı parasının nişan hediyesi olmadığını borç olarak verilip iade edildiği savunmasını maddi delile dayandırması gerekir.
Mahkeme savunmayı tanık beyanlarına ve USA dolarının Türk lirası karşılığını birbirini tam karşılayamayan farazi görüşlere dayandırarak davayı red etmesi doğru değildir. Davalı tanıklarının ifadelerinin değerlendirilmesinde, olayların her anının yanlarında yaşanmış gibi beyanlarda bulunmaları karşısında paranın davalı tarafça davacı tarafa verildiğine dair, ne belge, nede görgüye dayanan bir bilgi yoktur. Tanıkların anlatımları hayatın olağan akışına da uygun değildir. Kaldı ki davacı varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Davacının bu borcu almaya ihtiyacı olduğuna ilişkin olarak tarafın maddi bir delilide yoktur. Ayrıca nişanlılık süresi içinde tarafların birbirlerine verdikleri maddi değer ifade eden şeyler ne olursa olsun, aksine bir yazılı belge yoksa nişan hediyesidir. Mahkemenin davayı hayatın olağan akışına aykırı olduğu şeklinde kabulü de bu yönden de doğru değildir.
Davalı taraf borç ilişkisini
ispatlayamamıştır. Davacı tarafın, davalının tanık dinletmesine ilişkin açık bir muvafakatıda yoktur. Davalının savunmasına öncelik verilemez.
Olayda para
havalesine ilişkin olarak, havalede açıklama bulunmaması olgusunda, olayın özelliği ve nişan hediyesi olduğunun varlığı karşısında,davacının bu yönde havalede açıklama yapması zorunluluğu yoktur. Davalı parayı alırken itirazı kayıt ile tahsil etmemiştir.
3. Hukuk Dairesinin yerleşmiş ve devamlı uygulamalarına göre nişanlıların, nişanlılık süreleri içinde aksine bir maddi belge bulunmadığı sürece birbirlerine verdikleri her türlü maddi değerler, nisan hediyesidir ve her türlü delille
ispat edilir. Aksi ilişkiyi davalı tarafın maddi delille ispatı gerekir.
3. Hukuk Dairesinin bozma kararı doğrudur. Açıkladığım nedenlerle çoğunluk görüşüne karşıyım.

H.A.BENGÜ
3.Hukuk Dairesi Üyesi

Old 13-11-2009, 16:58   #3
Av.Özlem Kansiz

 
Varsayılan

İlginiz için teşekkür ederim Cengiz Bey. Benim asıl merak ettiğim konu havalenin 3. bir şahsa yapılması durumunda vekaletsiz işgörme hükümleri uygulanabilecek midir? Ya da üçüncü şahsa banka havalesi ile yapılan ödeme borçluya yapılmış gibi mi değerlendirilecektir?
Old 13-11-2009, 17:31   #4
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Özlem Kansiz
İlginiz için teşekkür ederim Cengiz Bey. Benim asıl merak ettiğim konu havalenin 3. bir şahsa yapılması durumunda vekaletsiz işgörme hükümleri uygulanabilecek midir? Ya da üçüncü şahsa banka havalesi ile yapılan ödeme borçluya yapılmış gibi mi değerlendirilecektir?

Siz paranın gönderildiği kişiye karşı takip yapmamış, dava açmamışsınız ki vekaletsiz iş görme hükümleri işinize yarasın.
Old 13-11-2009, 20:15   #5
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Özlem Kansiz
İlginiz için teşekkür ederim Cengiz Bey. Benim asıl merak ettiğim konu havalenin 3. bir şahsa yapılması durumunda vekaletsiz işgörme hükümleri uygulanabilecek midir? Ya da üçüncü şahsa banka havalesi ile yapılan ödeme borçluya yapılmış gibi mi değerlendirilecektir?

Vekaletsiz iş görmenin sözkonusu olması için bir başkasına ait bir işin yapılmış olması gerekir.

Sizin olayınızda gönderilen havale dekontunda anladığım kadarıyla havalenin ne için yapıldığına dair hiç bir açıklama yoktur.

Açıklama olmadığı durumlarda, sizin bir başkası hesabına vekaletsiz iş gördüğünüzü ispatlamanız olanaksız olur.

Özetle;

Havale için her türlü iddiayı dile getirebilirsiniz. Ancak havale dekontunda açıklama olmadığı sürece(başkaca bir kesin delil de yoksa) hiç birini ispatlayamazsınız.
Old 14-11-2009, 21:39   #6
Av.MB

 
Varsayılan

Çok yeni bir karar gördüm ama bulmaya çalışacağım. Karar içeriği, taraflar arasında paranın gönderildiğine ilişkin iddia edilen dışında başkaca bir ilişki taraflarca açıklanmıyorsa, makbuzda açıklama olmasa da ödeme o tek ilişkiye ait sayılır şeklindeydi. Bulunca açıklayacağım.
Old 14-11-2009, 22:13   #7
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.MB
Çok yeni bir karar gördüm ama bulmaya çalışacağım. Karar içeriği, taraflar arasında paranın gönderildiğine ilişkin iddia edilen dışında başkaca bir ilişki taraflarca açıklanmıyorsa, makbuzda açıklama olmasa da ödeme o tek ilişkiye ait sayılır şeklindeydi. Bulunca açıklayacağım.

Böyle bir karar varsa çok işe yarayabilir...Eklerseniz seviniriz.
Old 15-11-2009, 17:21   #8
Av.Özlem Kansiz

 
Varsayılan

Sanırım olayı ben yeterince açıklayamadım. Havale dekontunda açıklama mevcut. Kısaca olay şöyle gelişiyor. Davalı üçüncü bir şahıstan bir mal satın almak istiyor. Parası yeterli olmadığı için davacıdan borç istiyor. Davacı müvekkil ise parayı direkt üçüncü şahsın hesabına alınacak malın bedeli diye açıklama yapmak suretiyle havale ediyor. Üçüncü şahsın muhasebe kayıtlarında da havalenin davalı adına yapıldığı mevcut. Satın alınan mal ise hala davalının adına kayıtlı ve onun kullanımındadır. Şu an esas ve karar numaralarını hatırlamamakla beraber Yargıtay bir kişinin bankaya olan borcunu ödeyen kişinin vekaletsiz işgörme hükümleri uyarınca yapmış olduğu ödemeyi borçludan geri isteyebileceği kararını vermiştir.
Old 15-11-2009, 19:31   #9
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Özlem Kansiz
Sanırım olayı ben yeterince açıklayamadım. Havale dekontunda açıklama mevcut. Kısaca olay şöyle gelişiyor. Davalı üçüncü bir şahıstan bir mal satın almak istiyor. Parası yeterli olmadığı için davacıdan borç istiyor. Davacı müvekkil ise parayı direkt üçüncü şahsın hesabına alınacak malın bedeli diye açıklama yapmak suretiyle havale ediyor. Üçüncü şahsın muhasebe kayıtlarında da havalenin davalı adına yapıldığı mevcut. Satın alınan mal ise hala davalının adına kayıtlı ve onun kullanımındadır. Şu an esas ve karar numaralarını hatırlamamakla beraber Yargıtay bir kişinin bankaya olan borcunu ödeyen kişinin vekaletsiz işgörme hükümleri uyarınca yapmış olduğu ödemeyi borçludan geri isteyebileceği kararını vermiştir.

O zaman hiç bir sorun olmaması lazım.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
tahliye talepli icra takibine yapılan itirazın iptali avukat152 Meslektaşların Soruları 9 13-08-2013 10:51
Oğlun babasının aracını üçünçü bir şahsa vekalet olmadan satması ayşebetul Meslektaşların Soruları 2 18-03-2011 23:05
ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe yapılan itirazın iptali için başvuru süres av.duyguf Meslektaşların Soruları 1 07-10-2008 18:48
toki evlerinin üçüncü şahsa devri Av.Nursel Meslektaşların Soruları 1 04-03-2008 11:20
Miras Payının Herhangi Bir Üçüncü Şahsa Temliki Atreju Meslektaşların Soruları 2 10-04-2006 13:39


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06737900 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.