Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescili davasında yemin

Yanıt
Old 30-11-2007, 12:22   #1
Av.Ö.Savaş

 
Varsayılan inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescili davasında yemin

Sayın Meslektaşlarım;
Açtığımız inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescili davasında, davamızı başka delillerle ispatlayamadığımızdan ve elimizde banka dekontlarından (banka dekontları da araştırdığım kadarıyla yazılı delil başlangıcı dahi sayılmıyor) başka bir yazılı bir yazılı delilimiz de olmadığından en son çare olarak yemin deliline başvurduk. Ancak kardeş olan 6 davalıdan sadece biri mahkemeye gelerek davayı takip etti.Yemin teklifimize de büyük ihtimalle sadece o davalı gelerek aleyhte yemin edecek. Ayrıca hakimin kanaati de davayı reddetmekten yana gibi görünüyor. Biliyorum ki Kanunda açık olarak düzenlenmiştir.Yemin için çağrılan kimse geçerli bir özrü olmaksızın yemin için tayin olunan günde gelmezse yeminden kaçınmış ve yemin edeceği vakıaların sabit olmuş sayılmasına karar verilir denmektedir, HUMK 337. maddede. Bu durumda nasıl bir karar cıkar ya da davalı kardeşlerden bir kaçı aleyhte yemin, bir kaçı leyhte yemin ederse nasıl bir hüküm kurulur? Ayrıca davalı kardeşlerden sadece birisinin avukatı bulunmaktadır. Bu durumda vekalet ücreti dava değeri üzerinden mi payına düşen kısım üzerinden mi taktir edilir? Görüş ve önerilerinizi bekliyorum.
Saygılarımla...
Old 01-12-2007, 15:58   #2
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

HGK ve 14. HD. si inanç sözleşmesinden doğan davalarda yemin deliline dayanılabileceğini kabul etmesine karşın, 1. HD. bu gibi davalarda yemin deliline başvurulamayacağını , iddianın yazılı delille kanıtlanması gerektiğini benimsemektedir.

HUMK. 337 md.sine göre davalının yemin davatiyesi tebliğine rağmen gelmemesi halinde, yemin edeceği vakıanın sabit sayılmasına karar verilir.Davacının yemin hakkının varlığının kabulü halinde , mirasçılardan birinin veya birkaçının gelmemesi halinde , o mirasçıların payları yönünden ininçlı işlemin varlığının kabulü gerekeceği kanısındayım.

Kendini vekille temsil ettiren davalının diğer davalıları veya miras şirketini temsil yetkisi bulunmadığından av, parasının payına isabet eden değere göre hesaplanacağını düşünüyorum.

Saygılarımla.

1.HD ile HGK, 14.HD kararları arasındaki yemin konusundaki çelişki aşağıdaki kararlarda gözükmektedir.
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2005/14-395

K. 2005/421

T. 29.6.2005

• İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİ ( Yazılı Delille İspat Şartı - Yazılı Delil veya Delil Başlangıcı İbraz Edemeyen Davacıya Yemin Teklif Hakkı Hatırlatılarak Hüküm Kurulması Gereği )

• TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİ ( İnanç Sözleşmesinin Yazılı Delille İspat Edilmesi Zorunluluğu - Yazılı Delil veya Yazılı Delil Başlangıcı İbraz Edemeyen Davacıya Yemin Teklif Hakkı Hatırlatılarak Hüküm Kurulması Gereği )

• YAZILI DELİLLE İSPAT ŞARTI ( İnanç Sözleşmesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Talebi - Yazılı Delil veya Yazılı Delil Başlangıcı İbraz Edemeyen Davacıya Yemin Teklif Hakkının Hatırlatılması Gereği )

• YEMİN TEKLİF ETME HAKKININ HATIRLATILMASI GEREĞİ ( İnanç Sözleşmesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında İddiasını Yazılı Delille Kanıtlayamayan Davacıya )

818/m.18

1086/m.288,292

ÖZET : Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. İnanç sözleşmesi, inanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla, inanç gösterilen kişi, inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona yani inanç gösterene geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. İnanç sözleşmeleri, yazılı delille ispat edilebilir. Davacı taraf yazılı delil veya davanın tamamen ispatına kafi olmamakla beraber vukuuna delalet edebilecek karşı taraf elinden çıkmış bir belgeyi dosyaya ibraz edememiş ve iddiasını yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı ile kanıtlayamamıştır. Bu durumda, davacı delil listesinde sair delillere de dayandığını bildirdiğinden mahkemece davacı tarafa davalıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla Asliye 2.Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.09.2003 gün ve 2001/646 E.2003/815 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 08.04.2004 gün ve 2004/989-2835 sayılı ilamı ile;
( ...Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi; inanç sözleşmesi, inanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla, inanç gösterilen kişi, inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona yani inanç gösterene geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmeleri, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca;
Yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, olayın kanıtlanmasına tek başına yeterli olmalı ve kendisine inanç gösterenin imzasını taşımalıdır. Böyle bir yazılı belgenin bulunmaması halinde ise en azından olayın tamamının ispatına yeterli olmamakla birlikte bunun vuukuna delalet edebilecek ve karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin söz konusu olması halinde de inanç sözleşmesinin tanık dahil her türlü delil ile kanıtlanması mümkün olabilir.
Bunlardan hiçbirinin olmaması durumunda dava redde mahküm ise de, eğer davacı taraf delilleri arasında yemine de dayanmışsa, mahkemece davalıya yemin teklifine hakkı olduğu hatırlatılması gerekir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;
Davacı taraf yukarıda belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında belirtilen yazılı delil veya davanın tamamen ispatına kafi olmamakla beraber vukuuna delalet edebilecek karşı taraf elinden çıkmış bir belgeyi dosyaya ibraz edememiş ve iddiasını yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı ile kanıtlayamamıştır. Bu durumda, davacı delil listesinde sair delillere de dayandığını bildirdiğinden mahkemece davacı tarafa davalıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir iken yazılı gerekçelerle kabul kararı verilmesi doğru görülmemiştir... )
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.06.2005 gününde bozmada oybirliği sebebinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
İnanç sözleşmesine dayalı olarak açılan davada yerel mahkemece, inançlı işlemin yazılı belgesinin bulunmamasına rağmen diğer deliller ve tanık beyanlarına göre davanın kabulüne karar verilmiş, davalının temyizi üzerine Yüksek 14. Hukuk Dairesi davacının yazılı delil ibraz edemediği gibi yazılı delil başlangıcının da bulunmadığını,bu durumda davacı delil listesinde ( sair deliller ) e dayandığından mahkemece davacı tarafa yemin teklif etme hakkının hatırlatılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekçesi ile bozulmuş,yerel mahkeme toplanan delillere göre davanın ispatlandığını belirterek eski kararında direnmiştir.
Burada hukuki olarak çözümlenmesi gereken konu öncelikle inançlı işlemin yazılı belge dışındaki delillerle ispatının mümkün olup olmadığı ikincisi de böyle bir belge yoksa yemin teklif edilip edilemeyeceğidir.Bilindiği gibi yasalarda inançlı işlemle ilgili bir hüküm bulunmamaktadır,uygulamanın getirdiği gereksinimler nedeni ile bu yola gidilmiş ve bazı koşullarla inançlı işlemin varlığı kabul edilmiştir.Bunun sonucu olarak da 5.2.1947 gün ve 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararına göre inançlı işlemin varlığının yazılı bir belge ile ispat edilmesi şartı getirilmiştir.Daha sonraki uygulamalarda İnançları Birleştirme Kararında bulunmamakla birlikte inançlı işlemin yazılı belgesinin inançlı işlemden önce,en geç işlem tarihinde yapılmış olması şartı aranmıştır, Yargıtay Yüksek 1. Hukuk ve Yüksek 14. Hukuk Dairelerinin müstakar içtihatları bu doğrultuda olduğu gibi Hukuk Genel kurulu da aynı görüşü benimsemiştir ( Örnek : Y.H.G.K. nun 5.11.2003 gün ve 2003/1-647 E. 2003 /638 K. Sayılı ilamı ) .Bu sınırlamanın amacı aslında geçersiz olan inançlı işlemlerin uygulama alanlarının fazla genişletilmemesidir.Bu nedenle ispat vasıtası olan işlemden önce düzenlenmiş yazılı belge bir anlamda geçerlik koşuluna yaklaştırılmış bir belge niteliğine dönüştürülmüştür.
Sonuç olarak inançlı işlemin işlemden önce ,en geç işlem tarihinde düzenlenmiş belge ile ispat edilmesi gerektiğinden Yüksek 14.Hukuk Dairesinin bu yöne ilişkin bozma gerekçesine katılıyoruz,ancak aşağıda açıklanan nedenler ile inançlı işlemde yemin teklif edilmesi gerektiği yolundaki Daire ve Hukuk Genel Kurulu Kararına katılamıyoruz :Bilindiği gibi Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasına göre senet yani içeriği ve imzası taraflarca kabul edilen yazılı belge,ikrar ve yemin kesin delillerdendir, ancak bu kesin delillerin inançlı işlemde inançlı işlemin yazılı belgesinin işlemden önce,en geç işlem tarihinde düzenlenmiş olması gerektiği yolundaki içtihatlar karşısında uygulama olanağı bulunmamaktadır.Davalının işlemden sonra düzenlenen yazılı belgede işlemin inançlı işlem olduğunu kabul etmesi başka olaylarda kesin delil olduğu halde bu olayda delil olarak kabul edilmeyecektir,çünkü işlemden sonra düzenlenmiştir.Yazılı belgenin bulunmadığı durumlarda davalı gelip mahkemede dava konusu işlemin inançlı işlem olduğunu ancak yazılı belge düzenlenmediğini açıkça belirtse bile bu ikrar yine inançlı işlemin delili olamayacaktır.
Bilindiği gibi yemin bir taraftan sadır olan hukuki fiillerle ilgili olarak mahkemece tarafa verilmektedir,ancak yukarıda da açıklandığı gibi işlemden sonra düzenlenen yazılı belge ve ikrar delil olarak kabul edilmez iken aynı hususların yeminli olarak belirtilmesine hukuki sonuç bağlamak ve inançlı işlemin varlığına delil kabul etmek çelişkidir.Daha açık bir anlatımla inançlı işlemden sonra düzenlenen belge ve yine işlemden sonraki ikrar kesin delil olmalarına karşın bu olayda delil olarak kabul edilmez iken yeminin delil olarak kabulünün geçerli bir dayanağının varlığından söz edilemez.İşlemden önce düzenlenmiş yazılı belge dışında inançlı işlemlere dayalı davalarda davayı sonuçlandıran tek durum davanın kabulüdür,ancak bilindiği gibi davanın kabulü ile maddi olayın kabulü ayrı ayrı şeylerdir,bu nedenle davayı kabul davayı sonuçlandırmakla birlikte maddi olayı kabul nizayı kesin çözüme götürmemektedir.
Sonuç olarak inançlı işlemlerin özelliği gereği başka davalarda kesin delil niteliğinde olan ikrar,ve işlemden sonra düzenlenmiş olsa bile yazılı belgenin delil olarak kabulü mümkün olmadığı gibi aynı biçimde yemin delilinin de kabulü mümkün değildir.Bu nedenle ispat edilemeyen davanın yemin deliline başvurmadan reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
YAVUZ ÖZTÜRK

1.Hukuk Dairesi Üyesi
ERDAL SANLI
1.Hukuk Dairesi Üyesi

T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 2005/1143

K. 2005/4414

T. 12.4.2005

• ELATMANIN ÖNLENMESİ DAVASI ( Kayden Maliki Olunan Taşınmazın Davalılar Tarafından Haklı ve Geçerli Bir Neden Olmaksızın Kullanılması )

• İNANÇ SÖZLEŞMESİ ( İnananla İnanılanın Hak ve Borçlarını Belirleyen İnançlı İşlemin Sona Erme Nedenlerini ve Devredilen Hakkın İnanılan Tarafından İnanana Geri Verme Koşullarını İçeren Borçlandırıcı Bir Muamele Olması )

• YAZILI BELGE İLE İSPAT ( İnanç Sözleşmesi İddiasına Dayalı Davanın İnançları Birleştirme Kararında Öngörüldüğü Anlamda Yazılı Belge ile Kanıtlanamamış Olması )

• YEMİN DELİLİ ( İnanç Sözleşmesinin Niteliği Gereği Taraf Yemininin Çekişmeli Taşınmazın Temliki Tarihinde Olması Şart Kılınan Sözleşme Yerine Hüküm ve Sonuç Doğurmayacağı ve Mülkiyetin Nakli Sebebi Sayılamayacağı Düşüncesi ile Yeminin Hatırlatılmamasının Doğru Olması )

1086/m.337

4721/m.683

ÖZET : Öte yandan inanç sözleşmesi iddiasına dayalı davanın da 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında öngörüldüğü anlamda yazılı belge ile kanıtlanamadığı gözetilerek reddedilmiş olması da doğrudur. Diğer taraftan inanç sözleşmesinin niteliği gereği taraf yemininin çekişmeli taşınmazın temliki tarihinde olması şart kılınan sözleşme yerine hüküm ve sonuç doğurmayacağı ve mülkiyetin nakli sebebi sayılamayacağı düşüncesi ile yemin delilinin hatırlatılmamasında da bir isabetsizlik yoktur.
DAVA : Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada; Davacı, kayden maliki olduğu 5102 parsel sayılı taşınmazdaki 10 nolu bağımsız bölümü davalıların haksız olarak kullandıklarını ileri sürüp, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğinde bulunmuştur. Davalılar, çekişmeli taşınmazı ilerde geri verilmesi şartıyla davacıya muvazaalı olarak satış suretiyle temlik ettiklerini ancak taşınmazın iade edilmediği belirterek açtıkları tapu iptal davası birleştirilerek görülmüştür. Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüne, birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davalılar ( karşı davacılar ) vekili tarafından süresinde duruşmalı olarak temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 12.4.2005 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edilen Mıstık Yarar geldiler davetiye tebliğe rağmen temyiz eden vs.vekili avukat gelmedi yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen asilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı bilahare Tetkik Hakimi A.Sevil Çalıkoğlu tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, elatmanın önlenmesi, birleşen dava tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir. Dosya içeriğinden, toplanan delillerden davalıların kayden davacıya ait bulunan 5102 parseldeki 10 nolu bağımsız bölünme haklı ve geçerli bir neden olmasızın elatıkları saptandığına göre, davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Öte yandan inanç sözleşmesi iddiasına dayalı davanın da 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında öngörüldüğü anlamda yazılı belge ile kanıtlanamadığı gözetilerek reddedilmiş olması da doğrudur. Diğer taraftan inanç sözleşmesinin niteliği gereği taraf yemininin çekişmeli taşınmazın temliki tarihinde olması şart kılınan sözleşme yerine hüküm ve sonuç doğurmayacağı ve mülkiyetin nakli sebebi sayılamayacağı düşüncesi ile yemin delilinin hatırlatılmamasında da bir isabetsizlik yoktur.
SONUÇ : Davalıların ( birleşen davanın davacılarının ) temyiz itirazları yerinde değildir. Reddi ile hükmün açıklanan nedenden ötürü ONANMASINA, aşağıda yazılı 122,00 YTL. bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına, 12.4.2005 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Bilindiği üzere, inanç özleşmesi inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı işlemin sona erme nedenlerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme koşullarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.Alacak ve mülkiyetin hukuksal sebebini oluşturur.
Yüksek Yargıtayın üç İnançları Birleştirme Kararına ( 8.5.1941 tarih 29/5; 5.2.1947 tarih 20/6; 7.10.1953 tarih 7/8 sayılı ) ve önemli öğreti çalışmalarına konu olmuştur.
Teminat için taşınmazını temlik eden borçlu, borcun ödenmesi durumunda taşınmaz mülkiyetinin tekrar kendisine devredileceği inancını taşımaktadır.Bu nedenle gerek öğretide ve gerekse uygulamada inançlı muameleler arasında yer almıştır.Bu tür bir iddianın yazılı delille kanıtlanması gerektiğinde kuşku yoktur.Esasen HUMK.nun 290.maddeside bunu öngörmektedir.O halde senede karşı tanık dinletme olanağı bulunmamaktır.Ancak, dava dilekçesinden açıkça veya vs. yada sair deliller denilmek suretiyle yemin deliline de dayanıldığı anlaşılmakta ise, bu delilin ( yeminin ) kullandırılması engellenemez.Zira, yemin, yasaca öngörülen kesin delillerden olup, ispat aracı olarak, yargılamanın her aşamasında taraf yemini biçiminde kullandırılabilir.5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararının nam-ı müstear iddiasına dayalı davaların yazılı delille kanıtlanabileceğini öngörmesinin sonucu tapu kaydı yada resmi delile karşı ancak yazılı delille savunma yapabilme imkanını tanımaktan ibarettir.Yoksa yemin delilini bertaraf eden bir gerekçesi yada sonucu yoktur.
Somut olayda, yemin deliline de dayanıldığına göre, davacıya yemin teklif etme olanağının tanınması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile BOZULMASI gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun onama kararına katılamıyoruz.

T.C.

YARGITAY

14. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/13370

K. 2006/13463

T. 20.11.2006

• İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI ( İnan İnanılan Namına Yapılacak Bir İşlemden Sonra Taşınmazın Mülkiyetini İnana Geçirmesi Gereği )

• TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI ( İnanç Sözleşmesine Dayalı - İnan İnanılan Namına Yapılacak Bir İşlemden Sonra Taşınmazın Mülkiyetini İnana Geçirmesi Gereği )

• İNANÇ SÖZLEŞMESİ ( İnanılana Bir Hakkın Kullanılmasında Davranışlarını İnananın Tespit Ettiği Amaca Uydurma Borcu Yüklediği - İnanç Sözleşmesinin Yazılı Bir Belge Yoksa Yazılı Deli Başlangıcı veya Yemin İkrar Gibi Kesin Delille Kanılanabileceği )

818/m. 19

ÖZET : Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.İnanan inanılan namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona ( inanana ) geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
DAVA :
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 23.12.2003 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 18.7.2005 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Çağlar Yeşil vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı dava konusu 7 parsel sayılı taşınmazda 1.4.2004 tarihli ıslah dilekçesinde açıkladığı üzere 10, 11, 12 nolu dükkan niteliğindeki bağımsız bölümlerin 1/2 şer paylarının kendisine ait olduğu halde güven ilişkisine dayanarak davalıların murisi kardeşi Ali Yeşil üzerine tam pay olarak tapuya kaydedildiğini belirterek adına geçen bağımsız bölümlerdeki 1/2 payın iptali ile adına tescilini istemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş hüküm davalılardan Çağlar Yeşil vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı işlemin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından kullanılma, yönetilme ve inanana iade şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir.
5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi; inanç sözleşmesi, inanılana bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inananın tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla; inanan inanılan namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona ( inanana ) geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış ( inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, makine ile yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış, parmak izli veya mühürlü senetler gibi. ) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HUMK.nun 292. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi "tanık" dahil her türlü delil ile ispat edilebilir.
Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar ( HUMK.m.236 ) yemin ( HUMK.m.344 ) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;
Az yukarıda açıklandığı üzere davacı yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge ibraz edememiştir. Kaldı ki dosya içerisinde bulunan, Erdemli Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/2164 E, 2001/245 karar sayılı dosyasında Türemiş İnşaat Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi tarafından eldeki davanın davacısı İbrahim Yeşil ile davalıların murisi Ali Yeşil aleyhine dava açılmış dosya içinde mevcut "Anlaşma" başlıklı 1.3.2001 tarihli belgenin B-b bendinde dava konusu 10, 11, 12 numaralı işyerlerinin davalıların murisi Ali Yeşil'e bırakıldığı açıklanmış olup, bu belge davacı İbrahim tarafından da imzalanmıştır. Bu belgeden dava konusu taşınmazların davalıların murisi kayıt maliki Ali Yeşil'e ait olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca davacı yemin deliline de dayanmamıştır. Bu durum karşısında davacının davasını ispat edecek yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı sayılabilecek bir belge bulunmadığından az yukarıda sözü edilen "Anlaşma" başlıklı belgeye mahkemece yanlış anlam verilerek ve tanık deliline dayanılarak davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin harcın yatırana iadesine, 20.11.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

Old 02-12-2007, 14:56   #3
Av.Şule ÜNLÜ

 
Varsayılan

YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

Esas : 2003/4766
Karar : 2003/5501
Tarih : 07.05.2003

ÖZET : 1- İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

2- Hukuk Usulü muhakemeleri kanununa göre, senede bağlı bir iddianın yine senetle yada başka bir yasal delil ile ispatlanması zorunludur. Dava dilekçesinden açıkça veya "v.s; yada diğer deliller" denilmek suretiyle yemin deliline de dayanıldığı anlaşıldığı takdirde, mahkemece davacıya, karşı tarafa yemin teklif etme olanağının tanınması;bu olanağın kullanılması durumunda, yöntemine uygun şekilde yerine getirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.

(1086 sayılı HUMK. m. 288, 337)

KARAR METNİ :
Taraflar arasında görülen davada:

Davacı, dava konusu 9 parsel s. taşınmazın 764/21368 payının maliki iken, oğlunun borçlarına teminat olarak davalıya devredildiğini; gerçekte ortada bir satış bulunmayıp, tapudaki işlemin muvazaa sebebiyle geçersiz olduğunu ileri sürerek, iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı, çekişmeli payı bedelini ödeyerek satın aldığını, davanın haksız ve yersiz açıldığını reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi Murat Ataker´in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

KARAR

Davacı, 508 ada 9 parsel s. taşınmazın 764/21368 payının oğluna aldığı borcun teminatı olarak oğlu tarafından vekaleten davalıya temlik edildiğini ileri sürerek, iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Mahkemece, gabin iddiasına dayalı davanın süresinde açılmadığı, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı davanın ise yazılı delil bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Hemen belirtmek gerekirki, iddianın ileri sürülüş biçimi ve açıklanan içeriği itibariyle davada, inançlı işlem iddiasına dayanıldığı açıktır.

İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani sadece sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi tarihine kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda sadece bir borcu kalmıştır. Bilindiği üzere, Eski hukukumuzda, "nam-ı müstear", geçerliliği kabul edilmiş bağımsız müessese olarak düzenlenmiş bulunmasına karşın (Mecelle 1592, 1594, 1595); bu günkü pozitif hukukumuzda; (yasalarımızda) nam-ı müstear diye bir deyim yer almış değildir. Buna rağmen hukukumuzda nam-ı müstear´ın hukuki niteliğinin belirlenmesi sorunu büyük önem kazanmıştır. Yargıtay´ın üç içtihadı birleştirme kararına (8.5.1941 gün, 29/5 sayılı; 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı; 7.10.1953 tarih ve 7/8 sayılı) ve önemli öğreti çalışmalarına konu olan bu sorun, son yılların Türk hukuk hayatındaki en önemli sorunlardan birini teşkil etmiş ve güncelliğini sürdüre gelmiştir.

İsviçre/Türk Hukukları´ nda, araya giren şahıslar ve ilişkiler ile ilgili durumlar, her somut olayın özelliğine göre farklı bir rejime tabi tutulmuştur. Sırf görünüş belirtilerine bakılıp her nam-ı müstear durumunun muvazalı bir işlem olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğu; özellikle, irade serbestisi prensibine (B. K.madde.19) ve taraf iradelerine aykırı bulunduğu öğretide kabul edilmiştir. Bu bakımdan, sorunun, her somut olayın ortaya çıkış durumu gözetilerek; ya muvazaalı işlemler, yada inançlı işlemler veya dolaylı (vasıtalı) temsil hukuki rejimine tabi tutulması gerekecektir (Ergun Özsunay, Türk Hukukunda ve Mukayeseli Hukukta İnançlı Muameleler, İstanbul 1968, Sh.229 vd; Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, sh.177; Feyzi Necmettin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku-Genel Hükümler, Cilt 1, İstanbul 1976, sh.223 vd; İlhan Postacıoğlu, Nam-ı Müstear Meselesi, Vekalet ve İtimat Muameleleri ile Muvazaanın Karşılıklı Münasebetleri-Makale-İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XIII, sayı 3, sh.1050 vd). Nam-ı Müstearın, Türk/İsviçre Hukukunda ya muvazaa, ya itimada dayanan muamele yada dolaylı (vasıtalı) temsilin hukuki rejimine tabi tutulduğu başkaca kaynaklarda da ifadesini bulmuştur (Kenan Tunçomağ, Borçlar hukuku, Cilt 1, Genel Hükümler, 1972, sh.206; İsmet Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, Cilt 4, sh.501). Davada ortaya çıkan uyuşmazlık; teminat maksadıyla temlik sözleşmesi yapıldığı noktasından kaynaklandığına göre; bu tür sözleşmenin hukuki mahiyetininde açıklanması gerekir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmelerinden, bir alacağın temini bakımından vuku bulan inançlı (Fiduziarisch) mülkiyet intikalleri anlaşılmalıdır. Bu tür sözleşmelerin iki esaslı unsuru vardır. Bunlardan ilki, mülkiyet intikalinin teminat maksadıyla yapılması; diğeri ise, inançlı sözleşmedir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmesi, bir iltizami muamele olarak mülkiyetin nakline imkan sağlar. Başka bir anlatımla, tasarrufi muamele ile, tarafların iltizami muamelede ifadesini bulan irade gerçekleştirilmiş olur.

Yineleyerek belirtilmelidirki; teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri, taraflar arasında karşılıklı itimat esasını şart kılmaktadır. Teminat için taşınmazını temlik eden borçlu, borcun ödenmesi halinde taşınmaz mülkiyetinin tekrar kendisine devredileceği inancını taşımaktadır. Değinilen niteliklerinden ötürü, gerek öğretide; gerekse yargısal uygulamada, teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri; hukuki mahiyetleri itibariyle inançlı muameleler (Fiduziarisches Geschaeft) arasında yer almıştır. Federal Mahkeme kararlarında da bu içerikte açıklamalar yapılmıştır.(Bedi Eğilmezler; Alman ve İsviçre Hukukunda Teminat Maksadıyla Temlik Akitleri, Adalet Dergisi, 1965, Cilt 1-2, sh.1028 vd; 1966, Cilt 1, sh.58 vd.). Öte yandan, inançlı işlemin, taraf muvazaası ile benzer noktalarının bulunmasına karşın; ayrıldığı yönlerininde olduğu; bunlardan en önemlisinin, inançlı işlemde, tarafların devir ve temlik işlemini ciddi olarak istemelerine rağmen, muvazaada bunu istememeleri biçiminde ifade edildiği bilinmektedir (Kenan Tunçomağ; a.g.e ; sh.209). Yukarda yapıla gelen açıklamalar ile hukuki mahiyeti ortaya konulan "teminat maksadıyla temlik" işleminin yazılı delille ispatlanmasının gerekeceği kuşkusuzdur. Esasen, HUMK.nun 290.maddesine görede; senede bağlı bir tsarrufun hüküm ve kuvvetini azaltmak üzere yapılmış hukuki muamelelerin, yine senetle (veya başka bir yasal delil ile) ispatlanması zorunludur. Sözleşmenin taraflarından biri (olayda davacı), iddiasını yazılı belgeyle ispatlamak zorunda ise, elbette şahit dinletemez. Ancak, dava dilekçesinden açıkça veya "v.s; yada diğer deliller" denilmek suretiyle yemin delilinede dayanıldığı anlaşıldığı takdirde, bu delilin (yeminin) kullandırılması engellenemez.5.2.1947 gün 20/6 s. İçtihadı Birleştirme Kararının nam-ı müstear (iğreti ad) davalarının yazılı delille ispat edilebileceğini öngörmesi; inançlı sözleşmelere dayalı davalarda yemin delilinin kullandırılamıyacağı anlamına gelmez. Kanuni delil ve ispat aracı olarak taraf yemini, yargılamanın her aşamasında kullanılabilen bir nitelik taşır.

Somut olayda, davacı, dava dilekçesinin deliller bölümünde açıkça "gerektiğinde yemin" demek suretiyle yemin deliline de dayandığını, belirtmiştir. Hal böyle olunca, mahkemece davacıya, karşı tarafa yemin teklif etme olanağının tanınması;bu olanağın kullanılması durumunda, yöntemine uygun şekilde yerine getirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenden ötürü HUMK´nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA alınan peşin harcın temyize edene geri verilmesine 7.5.2003 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

İnançlı sözleşmeler; inananın (itimat edenin) bir hakkını belli bir süre veya amaçla inanılana (mutemede) geçirmeyi inanılanın da inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp., amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklediği sözleşmeler olarak tanımlanılabilir.

Türk Hukuk Sisteminde İnanç Sözleşmesi müessesesi kural olarak düzenlenmiş değildir.

İnanç sözleşmesi ile ilgili hususlar İçtihatlar ve Doktrin ile yönlendirilmekte olup, bu konudaki ihtiyaca cevap verdiği bir gerçektir. 5.2.1947 gün 20/6 S. İçtihadı Birleştirme kararı ile ön görülen yazılı delil kuralının İnanç Sözleşmesinden yalnızca ispat koşulu değil, aynı zamanda geçerlilik koşulu olarakta düşünülmesi gerektiği kuşkusuzdur. İnanç sözleşmesinin çoğunluk görüşünde detaylı şekilde anlatılan niteliği gereği taraf yemininin çekişmeli taşınmazın temliki gününde olması şart kılınan sözleşme yerine hüküm ve sonuç doğuracağı ve mülkiyetin naklinin nedeni sayılacağı söylenemez. Aksi halde, tapulu taşınmazların nakli bakımından kanunun öngördüğü zorunlu şekil koşulunun yemin delili ile aşılması sonucunu doğurur. İçtihatı Birleştirme Kararlarının konuları ile sınırlı olarak çerçevesi genişletilmeden uygulanmasının yerinde olacağıda düşünülmelidir. Açıkladığımız sebeplerden dolayı hükmün onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz.
Old 02-12-2007, 17:07   #4
ali ekmekçi

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
On dördüncü Hukuk Dairesi
E: 2003/8686
K: 2004/1141
T: 24.2.2004

İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL
İNANÇ SÖZLEŞMESİNİN KANITLANMASI

ÖZET: İnanç sözleşmeleri ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Yazılı delil bulunmamakla birlikte yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin var olması halinde, inanç sözleşmesinin tanık dahil her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Bunların hiç birinin olmaması durumunda, davacı taraf delilleri arasında yemine de dayanmışsa, mahkemece, davalıya yemın teklifine hakkı olduğu davacı tarafa hatırlatılmalıdır .
(YİBK.,5.2.1947 tarih ve 20/6 s.)

Davacılarvekili tarafından, davalı aleyhine 22.10.2001 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 16.9.200 3 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesidavacılar vekili tarafından istenilmekle dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadi Birleştirme Kararında belirtildiği gibi; inanç sözleşmesi, inanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla, inanç gösterilen kişi, inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona yani inanç gösterene geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

İnanç sözleşmeleri anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan belge olmalıdır. Böyle bir belgenin bulunmaması halinde en azından olayın tamamının ispatına yeterli olmamakla birlikte bunun vuukuna delalet edebilecek ve karşı taraf elinden çıkmış yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin söz konusu olması halinde, inanç sözleşmesinin tanık dahil her türlü delil ile kanıtlanması mümkün olabilir.

Bunların hiçbirinin olmaması durumunda, davacı taraf delilleri arasında yemine de dayanmışsa, mahkemece davalıya yemin teklifine hakkı olduğu hatırlatılması gerekir.

Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;

Davacılar; dava konusu taşınmazların ve aracın elde ettikleri ortak kazançla alındığını, ancak tapunun geleneksel nedenlerle, aile büyüğüolan davalı adına oluşturduğunu ileri sürerek taşınmazlar ve araçda kendi payları oranında davalı payının iptali ile adlarına ,tescilini talep etmişlerdir.

Davalı, dava konusu taşınmazlar ve aracı kendi kazancı ile edindiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, inanç sözleşmesi ve adi ortaklık ilişkisinin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacılar temyiz etmiştir.

Davacılar, taşınmazlar ve aracın ortak kazançla alındığını, kendi paylarının adlarına devredileceği inancı ile aile büyükleri davalı adına tescil edildiğini ileri sürmüş iseler de; yukarıda açıklandığı gibi, karşı taraf elinden çıkmış yazılı bir belge sunamamışlardır. Ancak, dava dilekçesi ve delil listesinde, yemin deliline de dayanmışlardır.

Mahkemece, davacıların yemin deliline de dayandıkları gözetilerek, yemin delilinin hatırlatılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddi doğru görülmemiştir.

S o n u ç : Yukarıda yazılı nedenlerle, davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 375.000.000 lira duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 24.2.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Old 02-12-2007, 17:38   #5
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın Üyeler

Başlığın altını sel gibi karar basmış. Kararların seli çekildiğinde görülen o ki Yargıtay'ın kimi daireleri inanç sözleşmesinin kanıtlanmasında yemini kabul ediyor. 1.Daire'de ise yemini kabul etmeyen 2003 yılındaki azınlık 2005 yılında çoğunluk olmuş.

Şimdi tartışarak kendi düşüncemizi oluşturabiliriz. Aşağıdaki ayrık oy tartışılmaya değer diye düşünüyorum:

taraf yemininin çekişmeli taşınmazın temliki gününde olması şart kılınan sözleşme yerine hüküm ve sonuç doğuracağı ve mülkiyetin naklinin nedeni sayılacağı söylenemez. Aksi halde, tapulu taşınmazların nakli bakımından kanunun öngördüğü zorunlu şekil koşulunun yemin delili ile aşılması sonucunu doğurur. İçtihatı Birleştirme Kararlarının konuları ile sınırlı olarak çerçevesi genişletilmeden uygulanmasının yerinde olacağı da düşünülmelidir. (Bakınız : Sayın Av. Şule Ildız'ın gönderdiği 3 nolu mesajdaki karar)

Kişisel görüşüme göre:
Elbette her davada olduğu gibi inanç sözleşmesinde de haklı olan davayı kazanmalıdır. ''İnanan'' da hukuk tarafından korunmalıdır. Ama bu koruma sağlanırken diğer yandan üçüncü kişilerin haklarını ortadan kaldıracak hukuka aykırı sonuçların ortaya çıkmaması gerekir.

Düğüm şurdadır: Yemin ile taşınmazların el değiştirmesi sakınca yaratır mı?

Eğer ''sakınca yaratır'' dersek yemin deliline dayanmak mümkün olmamalı. İnanana ''inanmasaydın'' denmeli.

Saygılarımla
Old 02-12-2007, 18:20   #6
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Ancak kardeş olan 6 davalıdan sadece biri mahkemeye gelerek davayı takip etti.Yemin teklifimize de büyük ihtimalle sadece o davalı gelerek aleyhte yemin edecek. Ayrıca hakimin kanaati de davayı reddetmekten yana gibi görünüyor. Biliyorum ki Kanunda açık olarak düzenlenmiştir.Yemin için çağrılan kimse geçerli bir özrü olmaksızın yemin için tayin olunan günde gelmezse yeminden kaçınmış ve yemin edeceği vakıaların sabit olmuş sayılmasına karar verilir denmektedir, HUMK 337. maddede. Bu durumda nasıl bir karar cıkar ya da davalı kardeşlerden bir kaçı aleyhte yemin, bir kaçı leyhte yemin ederse nasıl bir hüküm kurulur?

İnançlı sözleşmenin konusu (taşınmazın nakli gibi) resmi şekle bağlı bir işleme dayalı ise, böyle bir durumda "Yemin delili" nin kullanılamayacağı kanaatindeyim. Yargıtay'ın yemin delilini değerlindirdiği vakıadır ancak kanımca sakıncalı sonuçlara gebedir.

Sorunuzun özüne gelince: Kanaatime göre, olayda henüz taksim edilmemiş, iştirak halinde mülkiyet kurallarının "Miras bir küldür" temel ilkesi çerçevesinde geçerli olduğu bir miras şirketi sözkonusudur. Bu tür davalar malumunuz olduğu gibi tüm mirasçılara karşı ikame edilir. Genel ilkeler uyarınca her hangi bir hukuk davasında dava boyunca birden fazla mirasçı varsa eğer davalıların tek başlarına davayı kabul yetkileri olmadığı gibi, davanın kabulü sonucunu doğuracak işlemleri de tek başlarına yapmaları olası değildir. Dolayısıyla mirasçıların hepsine veya tereke temsilcisine teklif edilmesi gerekir. Tek bir davalı mirasçının yemini eda etmesinin geçerli olmadığını düşünüyorum. Diğerleri gelip onlar da yemine katılmadıkça (Yemin etmedikçe) bu davanın Yemin etmemenin sonuçları kapsamında (m.337) sonuçlandırılması icap eder.

Benim düşüncem bu şekildedir. Ancak yine belirtmeliyim ki bu tür bir davada (resmi yazılı şekil söz konusu olmakla) yemin delilinin kabul görmemesi gerekir.

Saygılarımla.
Old 02-12-2007, 23:33   #7
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Uygulama açısından bir katkı;

Birinci hukuk dairesinin görevleri,
http://www.yargitay.gov.tr/content/view/12/43/

Ondördüncü hukuk dairesinin görevleri,
http://www.yargitay.gov.tr/content/view/25/43

bağlantılarında belirtilmiştir. İş Bölümü itibarıyla, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptal davaları (05.02.1947 tarih 20/65 sayılı içtihadı birleştirme ) 14.Hukuk Dairesi'nin görevindedir.

Saygılarımla.
Old 07-12-2007, 17:32   #8
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Sayın Av.Yücel Kocabaş'ın eklediği Hukuk Genel Kurul kararına rağmen Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, biraz daha farklı gerekçelerle 14.Hukuk Dairesinden değişik uygulamasını devam ettirmektedir. ( Örneğin Y.1.HD 2005/12363 e. 2005/12658 k. sayılı ve 29.11.2005 tarihli kararı, Y.1.HD 2006/550 e. 2006/2685 k. sayılı ve 17.03.2006 tarihli kararı )

Kararlarda özetle şu görüşlere yer verilmektedir: “İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi ve en geç sözleşme konusu işlem gününde düzenlenmiş olması gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.”

Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararında öngörülen ilkeyi, usule ilişkin bir ispat kuralı olarak değil, inanç sözleşmesi açısından bir geçerlilik koşulu olarak yorumlamaktadır.

Sel baskını tehlikesine rağmen, inançları birleştirme kararının sonuç kısmını aşağıya ekliyorum. Belirginleştirilen yerlerden anlaşılacağı gibi inançları birleştirme kararı kendisine özgü bu sözleşmelerde, bir geçerlilik koşulu getirmemiştir. Öngörülen ispata ilişkin bir usul kuralıdır. Yoksa yasalarımızda inanç sözleşmesini doğrudan düzenleyen herhangi bir hüküm yoktur.

Öte yandan, aynı inançları birleştirme kararında, ikrara dayalı olarak karar verildiği de özellikle belirtilmektedir. İkrara dayalı olarak karar verilen durumlarda, tapulu taşınmazların nakli bakımından kanunun öngördüğü zorunlu şekil koşulu aşılmamamış mı olacaktır ?

Sadece, tapulu taşınmazların nakli bakımından kanunun öngördüğü zorunlu şekil koşulunun aşılmaması hedeflenecek olursa, bahse konu inançları birleştirme kararına dayanmak değil, kararı eleştirmemiz gerekir. Zira kanunun öngördüğü zorunlu şekil, ( MK m.634 ( TMK m.706 ) B.K m.213, Tapu Kanunu m.26 uyarınca ) resmi şekildir. İnançları birleştirme kararı ise yazılı şekli yeterli görmektedir. Yine aynı düşünceden hareketle inançlı işlemi tümden reddetmek gerekir.

Son olarak, taraf yemini kesin delil olup, dairece aranan yazılı belge ise ancak altında imzası bulunan kişi tarafından ikrar edildiği takdirde kesin delil niteliğindedir. ( HUMK m.296 ) Dolayısıyla inançları birleştirme kararının genişletilmesi sözkonusu değildir.

Saygılarımla.

T.C. YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu

Esas: 1945/20
Karar: 1947/6
Karar Tarihi: 05.02.1947

ÖZET: Takma ad davaları dinlenebilir ve yazılı kanıt ile tanıtlanması uygun olur.

(818 S. K. m. 1, 12, 18, 32, 111, 213, 238, 393) (743 S. K. m. 5, 7, 29, 633, 634, 928, 929, 930, 932, 933) (1086 S. K. m. 290) (2004 S. K. m. 33) (YİBK 10.06.1931 T.1931/2 E. 1931/40 K.) (YİBK 12.04.1933 T. 1933/30 E. 1933/6 K.) (YİBK 12.04.1933 T. 1933/31 E. 1933/7 K.) (YİBK 27.12.1939 T. 1939/11 E. 1939/60 K.) (YİBK 10.07.1940 T. 1939/2 E. 1940/77 K.) (YİBK 12.02.1941 T. 1940/29 E. 1941/5 K.) (YİBK 02.04.1941 T. 1940/19 E. 1941/12 K.) (YİBK 14.05.1941 T. 1940/35 E. 1941/17 K.) (YİBK 03.02.1943 T. 1942/7 E. 1943/8 K.) (YİBK 01.11.1944 T. 1944/9 E. 1944/30 K.) (YİBK 28.02.1945 T. 1944/23 E. 1945/5 K.) (YİBK 09.10.1946 T. 1946/6 E. 1946/12.K.) (YİBK 26.11.1947 T. 1945/9 E. 1947/23 K.) (YİBK 10.12.1952 T. 1950/2 E. 1952/4 K.) (YİBK 07.10.1953 T. 1953/8 E. 1953/7 K.)
Sonuçta:

Halli gereken meselenin konusu: Namı müstear iddialarının resmi veya adi senetle ispatı caiz olup olmadığı hakkında Birinci Hukuk Dairesi kararları arasında vücut bulan uyuşmazlıktır.

Birinci Hukuk Dairesi olayda namı müstear iddialarının resmi mahiyette senetle ispatı lüzumuna karar vermiş olduğu halde benzeri diğer bir olayda bu karara aykırı olarak alelıtlak yazılı delille ispatın mümkün olacağını kabul eylemiştir.

İhtilafa konu teşkil eden işler gayrimenkul sicilinde yazılı adın vekalet münasebetiyle müstear isim olduğuna müteallik ise de; bu husustaki ihtimaller gözönünde tutularak meselenin daha şümullü bir surette müzakere ve çözülmesi uygun görülmüştür.

30/Mart/1329 tarihli Emvali Gayrimenkulenin Tasarrufu Hakkındaki Kanun ile mahkemelerce dinlenmesi menedilmiş bulunan muvazaa ve namı müstear davalarının bu kanundan evvel yürürlükte bulunan eski mevzuat hükümlerine göre dinlenmeleri caiz olduğu gibi Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra da Borçlar Kanununun on sekizinci maddesi gereğince muvazaa iddialarının mahkemelerce dinlenmesine bir engel bulunmamış ve ancak Emvali Gayrimenkulenin Tasarrufu Hakkında yukarıda sözü geçen Kanun zamanında istimaı memnu bulunmuş olan bu kabil davaların 30.3.1329 ile 4.10.926 tarihleri arasında geçen zaman içinde tekevvün etmiş bulunduğu takdirde Medeni Kanunun meriyetinden sonra dinlenip dinlenemeyecekleri Birinci ve İkinci Hukuk Dairelerinin birbirine uymayan iki kararı ile uyuşmazlık mevzuu teşkil eylemiş olmasından dolayı 08.05.1941 tarihli tevhidi içtihat kararıyla Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden evvel gayrimenkuller hakkında tesis olunan kayıtlara dair ikame olunacak muvazaa davalarının dinlenemeyeceği tespit edilmişti.

Bu kerre kurula sevkolunan ve birleştirilmesi icap eden kararlar arasındaki uyuşmazlık ise Medeni Kanunun yürürlüğe girdikten sonra gayrimenkuller hakkında tesis olunan kayıtlarda namı müstear hadisesine müteallik bulunmaktadır. Gerçi bugünkü mevzuatımızda namı müstear diye bir tabir yoktur. Fakat hukuki münasebetlerde namı müstear hadiselerine her zaman, tesadüf edilmekte ve binaenaleyh bunun hukuki mahiyetini ve hükmünü tayin zaruri bulunmaktadır.

Muhtelif sebep ve maksatlarla bir gayrimenkul kaydına hakiki maliki yerine başka bir nam ve bir mukavelenamede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahıs ve bir alacak senedinde alacaklı veya borçlu sıfatını haiz olmıyan diğer bir kimsenin gösterilmesi mümkündür. Bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum, veya her hangi bir maksatla üçüncü şahıslardan hakikati gizlemek gayesi güdülebilir. Suiniyetle ve haksız gizlemelerde ilgililerin haklarını Kanun Vazu muhtelif hükümlerle teminat altına almış olmakla beraber bu cihet müzakere konusu dışı olduğundan bunun üzerinde durulmaya lüzum görülmemiştir.
Sözü geçen ihtimallere göre, böyle bir dava, gerçekten ya mevcut bir hakka dayanarak bir yedin nakli veya bir hakkın himayesi mahiyetini arzeder. Kurulumuzu en çok münakaşa ve müzakereye sevkeden husus, vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarrufta mülkiyetin vekile mi? Yoksa müvekkile mi? sabit olacağı meselesi olmuştur.

İlmi bir incelik taşıyan meselenin nazari esaslarla halli kabil olduğu gibi bu bapta kanunlarımızın sarahatından istiane de mümkün bulunmuştur.

Temsil ve vekalet münasebetinde, mülkiyette halefiyyet esas olarak kabul edilmiş bir keyfiyet olup halefiyeti tashih maksadıyla iptidaen mülkiyetin vekile sübutu düşünülse bile temsil hükümlerine muhalif olduğundan bunun istikrar ve devamına hükmolunamaz. Ve Borçlar Kanununun otuz ikinci maddesinin ikinci fıkrasındaki alacaklar ve borçlar merhumu mülkiyete teşmil edilemez. Nitekim Borçlar Kanununun "müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur.

Vekilin iflası halinde müvekkil, bu hakkını masaya karşı da iddia edebilir.

Vekilin iflası halinde müvekkil, vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına iktisap eylemiş olduğu menkul eşya hakkında dahi istihkak iddiasında bulunabilir.

Vekilin haiz olduğu hapis hakkını, masa dahi haizdir diye yazılı 393. maddesi bu asla müteferridir. Zikri geçen sebepten dolayı maddedeki menkul eşya kaydını vukui olarak kabul etmek zaruri görünüyor.

Gerek menkule gerekse gayrimenkule taalluk etsin namı müstear hadiselerinde mesele bir istihkak ve mülkiyet davası mahiyetini geçemeyeceğinden ne resmi senet ne de şekil meselesi bahis mevzuu olamaz.Nitekim; ötedenberi mahkemeler vaki olan bu kabil ikrarlara müsteniden hüküm vermekte ve meselede bir şekil meselesi görmemektedirler. Bundan başka meseleyi zatı akitte ve isimlerde muvazaayı dahi şumulüne alan ve netice itibariyle namı müsteara müncer olan on sekizinci madde hükmü çerçevesi içinde mütalaa kanunun ruh ve maksadına muvafık olur.
Bu esasların müzakere ve münakaşasından sonra bir senede karşı dermeyan olunan iddiaların aynı kuvvette senetle ispatı gerekli olup olmaması meselesine de temas edilmiş ve Medeni Kanunun yedi ve yirmi dokuz ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 290. maddeleri sarahatından açıkça anlaşıldığı üzere kanunlarımız daha ziyade nazari olan bu düşünceyi kabul etmediğinden bunun üzerinde daha fazla durulmaya da lüzum görülmemiştir.

Sonuçta oylara başvurularak yukarıdaki sebeplere binaen namı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatı caiz olduğuna üçte ikiyi geçen çoklukla 05.02.1947 tarihinde karar verilmiştir.

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 14-01-2016, 15:42   #9
AvFıratArslan

 
Varsayılan Banka Dekontunun Delil Niteliği

Değerli meslektaşlarım,

Baba ile oğul arasında görülmekte olan inanç anlaşmasına dayalı tapu iptali ve tescili davasında davacı oğul, davalı ise babasıdır. 2010 yılında davacı oğul gayrımenkulün sahibine kendi internet hesabından gayrımenkulün satış bedelini göndermiştir. Tapu davalı babanın üzerinedir. Taraflar arasında herhangi bir yazılı anlaşma sözleşme mevcut değildir.

Açılan davada delil olarak sadece banka dekontu sunulmuş, tanıklarla dava ispat edilmeye çalışılmaktadır.
Davacının talebi, öncelikle tapu iptali ve tescili, bu olmazsa alacağın tahsilidir.

Sorum şudur.
Sadece banka dekontu davanın seyrini nasıl etkiler? İspat bakımından başkaca yazılı anlaşma ve sözleşme mevcut değildir.
Davalı iyiniyetlidir ve internet bankacılığı kullanmaması nedeni ile gayrımenkul sahibine oğlu hesabından ödeme yapılmıştır. Buna dayanarak davacının alacağın tahsili talebi yerinde midir?

Teşekkür ederim.

Saygılarımla...
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Muvazaa Nedeniyle Tapu İptali Tescili Davası Tapunun Devredilmesinden Sonra Zamanaşımı Av.mdogan Meslektaşların Soruları 37 16-08-2022 08:48
tapu tahsis kararının iptali davasında sadece bunu iptal ettiren mi yararlanır ? nil-nil Meslektaşların Soruları 4 04-12-2007 21:28
Belediyenin tapu iptali ve tescili davası av.sally Meslektaşların Soruları 8 11-10-2007 09:51
inançlı işleme dayalı tapu iptali tescil davasın günseligonca Meslektaşların Soruları 1 26-09-2007 20:09
ticari defterler ,itirazın iptali davası tamamlayıcı yemin av.sinem Meslektaşların Soruları 4 21-05-2007 08:46


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08969808 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.