Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Tam Yargı Davası-Hak Düşürücü Süre ve Bir Aile Dramı

Yanıt
Old 21-08-2006, 04:38   #1
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan Tam Yargı Davası-Hak Düşürücü Süre ve Bir Aile Dramı

Olayın Özeti: Hamile bayan hasta su akıntısının başlaması üzerine gece 23:00'te X hastanesine getirilir. Ebeler telaşeye gerek bulunmadığını. Normal olduğunu bu şekilde 2 gün bekleyenler olduğunu söyleyerek sancısı da olmayan bayanı doğuma almaya şu an için gerek bulunmadığını söylerler. Hasta ancak sabah 11:00'de doğuma alınır. Doğum anından itibaren anormallikler başlar su kesesi tamamen boşalmıştır ve bebek pisliğini yutmuştur. (Nasıl olduğunu bilmiyorum, bu babanın tabiri) Bebek doğumun akabinde ağlamaz. Doktor ancak uzun uğraşlar neticesinde bebeği ağlatmayı başarır. Bebeğin midesi yıkanır ve derhal kuvöze alınır. Bebekte oksijensizlik nedeniyle beyinde oluşan bir hasar nedeniyle bir solunum sendromu oluşmuştur. Buna göre bebek uyurken nefes alma refleksini kaybetmekte ve ancak bir alet yardımıyla nefes almaktadır. Ayrıca bu alet boğazından bir delik açılmak suretiyle çocuğun boğazına takılmaktadır. Çocuk bu şekilde yaşamaya mahkumdur. Olay zamanında basına da intikal etmiştir. Bu sayede aileye ev tipi solunum cihazı, aspire makinesi vs. gereç yardımseverlerin katkıları ile temin edilmiştir. Ancak çocuk 4,5 yaşındadır ve bugüne kadar hiçbir hukuki süreç işletilmemiştir. Hasta ücretli hasta olarak giriş yapmıştır. Ancak baba daha sonra SSK'lı olmuştur. Çocukta kulak vs. yerlerinde halen ameliyat gerektirecek yeni arazlar çıkmaktadır. Buna göre İYUK m.13'deki 5 yıllık süre göz önüne alındığında İdareye Tam Yargı Davası açma şansımız var mıdır? (Danıştay kimi kararlarında gelişen durum söz konusu ise zarara tam olarak ıttıla söz konusu olmadığından dava açma süresinin zarara tüm sonuçları ile ıttıla tarihinden itibaren başlayacağını belirtmektedir.) Öte yandan olay gecesi nöbetçi doktorun kim olduğu da bilinmemekte olup, faile ıttıla edilmediği ileri sürülebilir mi? Olayın hizmet kusurundan ileri geldiğinin ispatı hususunda ne gibi sıkıntılar yaşanabilir ve bu sıkıntıları aşma yolları nelerdir? Kamu görevlilerinin hizmet kusurlarından kaynaklanan zararlarda bu şahıslara karşı Adli Yargıda dava açma süresi 5 yıldır. (Yargıtay Görüşü) Ancak Aile'yi ancak İdare'den alınacak ciddi bir tazminat tatmin edebileceğinden öncelikle bu alternatif zorlanmaya çalışılmaktadır. Zira belirtildiği gibi ailenin durumu çok kötüdür ve bebek sürekli ve çok masraflı bir bakıma muhtaçtır.(İş Adli Yardım işi olup, şahsımın bir menfaati sözkonusu değildir.) SSK Sağlık giderlerini karşılasa da, çocuğun ev bakımına ilişkin bir takım masraflar ve sürekli istanbula götürüp getirme zorunluluğu yüzünden baba doğru dürüst çalışamamaktadır. (İnşaat İşçisi) Ayrıca otobüsle yolculuk yapamamakta ve mecburen arabaları ile yolculuk yapmaktadırlar. Bu masrafları ise şimdilik bebeğin dedesi karşılamaktadır. Ailenin yaşadığı manevi yıkımın ise tarifi mümkün değildir. Baba büroya her gelişinde gözleri uykusuzluktan mosmor bir haldedir. Anne ise hiçbir şekilde çocuğunun peşinden ayrılmamaktadır. Yardımcı olacak meslektaşlarıma şimdiden teşekkür ederim.

Not: Soru sahibi bugün itibariyle nihayet tatile çıkacaktır. Bu nedenle cevaplara tatil dönüşü bakacaktır.
Old 25-08-2006, 15:11   #2
medenikal

 
Varsayılan



1 yıllık süreden maksat ,çocukta doğumdan sonra anlaşılan hususlar,belirtiler icabı ,bu belirtiler başladıktan sonra 1 yıl içinde dava açmak gerekir.her halde öğrenme tarihinden itibaren 5 yıl içinde açmak lazımdır.

peki belirtiler 5.yıldan sonra meydana çıkarsa bu durumda dava açılmayacakmıdır.kanımca açılmalıdır.Çünkü burada öğrenme söz konusu olamamaktadır.imkansızlık söz konusudur.

Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması

Madde 13
1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir.

Danıştay maddi tazminat için ağır hizmet kusuru aramaktadır.Yine yapılan harcamaların belgelendirilmesini aramaktadır.

çocuğun hastane dosyasını bilirkişiye göndermekte ve bu bilirkişi raporu doğrultusunda karar vermektedir.





Dairesi Karar Yılı Karar No Esas Yılı Esas No Karar Tarihi ONUNCU DAİRE 1994 2502 1993 363 01/06/1994 KARAR METNİENJEKSİYONA BAĞLI OLARAK GELİŞEBİLECEK ŞOKA KARŞI ETKİLİ ÖNLEMLERİN
ALINMAMASI SONUCUNDA MEYDANA GELEN ÖLÜM OLAYINDA DAVALI İDARENİN AĞIR
HİZMET KUSURU VE TANZİM SORUMLULUĞU OLDUĞU HK.<
Dava, davacılardan Saadettin Balay'ın oğlu, Kadriye Balay'ın eşi ve
Serhat Balay'ın babası Yusuf Balay'ın tedavi amacıyla yatırıldığı İz-
mir Gögüs Hastalıkları Hastanesinde yapılan "Streptomicine" enjeksiyo-
nundan kısa bir süre sonra şoka girerek ölmesi olayında idarenin hiz-
met kusuru bulunduğu iddialarıyla uğranılan zarar karşılığı olarak
toplam 10.000.000. lira manevi tazminat ödenmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, idare hukuku ilkelerine ve Danıştayın yerleşik
içtihatlarına göre, zarar gören kimsenin hizmetten yararlandığı ve
hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, hizmet sırasında veri-
len ve ağır bir kusurdan ileri gelmemiş olan zararlar için idarenin
tazmin yükümlülüğü bulunmadığı, sağlık hizmetinin de riskli hizmetler-
den biri olduğu, ölüm olayında davalı idarenin ağır bir hizmet kusuru
bulunup bulunmadığının saptanması amacıyla yaptırılan bilirkişi ince-
lemesi sonunda düzenlenen raporda; Stroptomisinin tüberküloz tedavi-
sinde keşfedildiği 1944 yılından beri yaygın olarak kullanıldığı, bu
ilaca bağlı olarak gelişen anafalaktik şokun çok nadir olduğu, uygu-
lamadan önce cilt testi yapılmasının rutin klinik tıpta yer almadığı,
ancak daha önce ilaç allerjisi olduğu bilinen olgunlarda test yapılma-
sı gerektiği, hastanın öyküsünde ise ilaç allerjisinden söz edilmediği
bu nedenle deride ilaç deneme testi yapılmamasının eksiklik olmadığı,
ancak deride ilaç deneme testinin menfi olmasına rağmen ilacın enjek-
siyonu sırasında anaflaksinin yine gelişebileceği, daha önce aynı
ilaçtan defalarca yapılmış ve anaflaksi görülmemiş bir kişide herhangi
bir enjeksiyon sonucunda anaflaksi gelişebileceği ve ölüm olabileceği,
enjeksiyon öncesi ve sonrasında maktule uygulanan tedavinin uygun ve
yeterli olduğu, ancak dosyada stroptomisin enjeksiyonun saat kaçta
yapıldığının not edilmediği, gelişen allerjik reaksiyon tedavisinde
ilk müdahalenin 10.45 de yapıldığının görüldüğü, hastaya erken müdaha-
le edilmesi halinde ölümün ortaya çıkmayabileceğinin düşünüldüğü, an-
cak streptomisin enjeksiyonundan sonra hastanın gözlenmesi ve takibi-
nin rutin bir uygulama olmadığı, bu nedenle hastanın yakınmalarının
Hekim ve Hemşireye yansımasının ifadelere göre geç olması yanında
Streptomisin uygulanması ile acil müdahale arasındaki sürenin belir-
lenmesinin yararlı olacağının belirtildiği, davacı vekili tarafından
bilirkişi raporuna yapılan itirazların yerinde görülmediği ve raporun
hükme esas alınabilecek nitelikte olduğu, dava dosyasındaki bilgi ve
belgelere, bilirkişi raporunun içerdiği açıklamalara göre davacıların
yakını olan Yusuf Balay'ın ölümü olayında davalı idarenin ağır hizmet
kusuru bulunmadığı gibi, olayın idare hukukuna özgü kusursuz sorumlu-
luk hallerine de girmediği, manevi tazminat isteminin reddinde hukuka
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar tarafından, İdare Mahkemesince verilen kararın, yerinde ol-
madığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Temyizen incelenen idare mahkemesi kararına dayanak alınan bilirkişi
raporunda, daha önceden ilaç allerjisi olduğu bilinin olgularda test
yapılması gerektiği, hastanın öyküsünde ise ilaç allerjisinden sözedil
mediği için deride ilaç testi yapılmamasının eksiklik olmadığı, deride
ilaç deneme testinin menfi olmasına rağmen ilacın enjeksiyonu sıra-
sında anaflaksinin yine gelişebileceği, daha önce aynı ilaçtan defa-
larca yapılmış ve anaflaksi görülmemiş bir kişide herhangi bir en-
jeksiyon sonucunda anaflaksi gelişebileceği ve ölüm olabileceği be-
lirtilmektedir.
Bu haliyle, sözkonusu enjeksiyonun belirkişi raporunda da belirtil-
diği gibi ölüme yol açabileceği kabul edilmiş bulunmaktadır. Deride
ilaç testi yapılması gerekmekte ise de, dava konusu olayda olduğu
gibi deride ilaç testi yapılmamış olsa bile enjeksiyondan sonra has-
tanın belli aralıklarla izlenmesi ve enjeksiyona bağlı olarak gelişe-
bilecek şoka karşı yeterli ve etkili önlemlerin alınması gerekmekte-
dir.
Davacıların yakınlarına yapılan streptomisin enjeksiyonundan sonra,
enjeksiyona bağlı olarak gelişebileceği ve ölüme yol açabileceği kabul
edilen şokun önlenmesi amacıyla yeterli gözlemlerin yapılmadığı anla-
şıldığından, bunun sonucunda meydana gelen ölüm olayında davalı idare-
nin ağır hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla, olayda idarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı gerek-
çesiyle davacıların manevi tazminat istemlerinin reddi yolunda verilen
idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz isteminin kabulü ile İzmir
2. İdare Mahkemesince verilen 5.11.1992 tarih ve 1992/1002 sayılı
kararın bozulmasına karar verildi.
AZLIK OYU:
Temyizen incelenen mahkeme kararında da belirtildiği gibi riskli hiz-
metlerden olan sağlık hizmetlerinin yürütülmesi sırasında ağır bir
kusurdan ileri gelmemiş olan zararlar için idarenin tazmin sorumlu-
luğu bulunmamaktadır.
Bakılan uyuşmazlıkta, zararın doğumuna neden olduğu iddia edilen olayı
iki aşamada incelemek gerekmektedir.
Birincisi, davacıların yakınına uygulanan tedavinin yöntemine uygun
olup olmadığı, ikincisi ise uygulanan tedavi sonucunda meydana gelen
şokta gerekli müdahalenin ilgiliye zamanında yapılıp yapılmadığıdır.
Bilirkişi raporunda belirtilen esaslar çerçevesinde ilaç uygulamasına
bağlı olarak gelişebilen tabloda idareye yüklenebilecek bir kusur bu-
lunmamakla beraber, davacıların temel iddialarından olan hastanın şo-
ka girmesinden sonra acil ve yeterli müdahalenin zamanında yapılmadığı
yolundaki iddianın açıklığa kavuşturulmadığı dosyanın incelenmesinde
anlaşılmaktadır.
Bilirkişi raporunun son kısmında... streptomisinin uygulama saati ile
acil müdahale saati arasındaki sürenin hastanın yaşamını belirleyici
bir faktör olduğu ve bu hususun belirlenmesinin yararlı olacağı belir-
tildiğinden, davacıların bu yöndeki iddiaları karşılanmaksızın ve
idarenin bu aşamada bir kusuru olup olmadığı hususu açıklığa kavuştu-
rulmaksızın eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararda hukuki
isabet görülmemiştir.
Davacıları temyiz isteminin belirtilen gerekçeyle kabulü gerektiği gö-
rüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.

(DAN-DER; SAYI:90) CP/SE
Old 01-09-2006, 11:24   #4
Av.Levent

 
Varsayılan

Olayınızla ilgili danıştay kararı bulmaya çalıştım fakat olayla pek ilgisi olmayan ancak danıştayın güzel bir yorumu olduğu için aşağıya ekliyorum. Özellikle koyu yazılan kısımlar dikkat çekici.

İdare dersinde hoca zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren tam yargı davası sürelerinin başlayacağını aksi durumun idareyi vatandaş nezdinde korumak olduğunu söylemişti.

Sizin olayınızda her nekadar fail belirli olsada, zarar henüz belirli değil ve belki gerçek zarar hiç bir zaman belirlenemeyecek. Bu nedenle bence dava açma süresi geçmiş değil. Ancak önünüzde uzun ve zahmetli bir dava sürecinin olduğuda bilinen bir gerçektir.

"D 10, E: 1999/001746, K: 1999/005376, Tarih: 02.11.1999
[*]İŞKENCE NEDENİYLE SORUMLULUK[*]DAVA ZAMANAŞIMI[*]HİZMET KUSURU[*]İDARİ EYLEMLER

2577 sayılı Yasa´nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık süre eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren başlatılır. Kamu görevlilerinin hizmetin yürütülmesi sırasındaki görev kusurları nedeniyle verdikleri zararın tazmini için idare aleyhine, kusurları nedeniyle verdikleri zararın tazmini için idare aleyhine dava açılır.

(2577 s. İYUK. m. 13) (2247 s. UMK. m. 19) (2709 s. Anayasa. m. 125) (657 s. DMK. m. 13)

Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davacılar) : ... , .... ... (varisleri)

Vekilleri : Av. ...

Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davalı) : İçişleri Bakanlığı

İstemin Özeti : Davacılardan ... ve ...´nın oğlu, ...´nın küçük kardeşi ...´nın işkence sonucu ölümü nedeniyle uğradıklarım öne sürdükleri maddi ve manevi zararın tazminen ödenmesi istemiyle açtıkları davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar veren İstanbul 5. İdare Mahkemesi´nin 27.10.1998 tarih ve E:1996/1139, K:1998/715 sayılı kararının, taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : 1. Davacılar, yerinde olmadığım öne sürdükleri davalı idarenin temyiz isteminin reddi gerektiğini savunmuşlardır.

2. Davalı İçişleri Bakanlığı, yerinde olmadığım öne sürdüğü davacıların temyiz istemlerinin reddi gerektiğini savunmuştur.

D.Tetkik Hakimi : Hüseyin Özgün

Düşüncesi : Temyiz isteminin reddiyle bozulması istenen kararın onanması gerektiği düşünülmüştür.

Danıştay Savcısı : Bilgin Ansan

Düşüncesi -. Davacıların murisinin 8.8.1980 tarihinde yasa dışı pankart asma olayı sırasında gözaltına alınırken aldığı darbe neticesinde ölümü sebebiyle mirasçılarının uğradığı zararın tazmini talebiyle olay tarihinden 14 yıl sonra 25.7.1994 tarihinde açılan davayı süre aşımından red etmeyerek kabul eden ve 127.699.928,- lira maddi ve 300.000.000.- lira manevi tazminat ödenmesine karar veren İstanbul 5 inci İdare Mahkemesi kararı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu´nun dava açma süresini düzenleyen 13 üncü maddesi amir hükmüne aykırı bulunduğundan temyiz talebinin kabulü ile İstanbul 5 inci İdare Mahkemesi kararının bozulması gerekeceği düşünülmüştür.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:

Davacılardan ... ve ...´nın çocukları, ...´nın kardeşi ...´nın ... Emniyet Müdürlüğü´nde 8.8.1990 tarihinde işkence sonucu ölümü sebebiyle uğranıldığı öne sürülen davacılardan herbiri için 100.000.000.-lira maddi, 100.000.000.-lira manevi olmak üzere toplam 600.000.000.-lira zararın yasal faiziyle birlikte davalı İçişleri Bakanlığı ve polis memuru ... tarafından tazminen ödenmesi istemiyle 25.7.1994 tarihinde adlı yargı yerinde dava açılmıştır.

... 6. Asliye Hukuk Hakimliğinin 20.10.1994 tarih, E:1994/396, K:1994/476 sayılı kararıyla, idarenin hizmet kusuru nedeniyle tazminat istenildiği gerekçesiyle mahkemelerinin görevsiz olduğuna karar verilmiştir.

Anılan mahkeme kararı üzerine, idari yargı yerinde idare ve polis memuru aleyhine açılan dava sonucunda, İstanbul 5. İdare Mahkemesince, polis memuru hasım mevkiinden çıkarılıp, 2577 sayılı Yasa´nın 13.maddesi aktarılarak, anılan maddede öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin geçirilmesinden sonra açılan davanın esasının incelenemeyeceği gerekçesiyle davanın süre yönünden reddine karar verilmiştir.

Dairemizin 15.5.1996 tarih ve E:1995/4238, K:1996/2571 sayılı kararıyla, davanın şahıs aleyhine açılan kısmının görüm ve çözüm yerinin adli yargı yeri olması sebebiyle, öncelikle davanın bu kısmı için görev konusunda bir karar verilmesi gerekirken, davalı şahsın hasım mevkiinden çıkarılarak, şahsın sorumluluğunun görevli yargı-yerince belirlenmesini olanaksız kılar nitelikte hüküm tesisinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle, İstanbul 5. İdare Mahkemesi´nin 22.3.1995 tarih ve E:1994/1736, K:1995/275 sayılı anılan kararı bozulmuştur.

Dairemiz bozma kararına uyan İstanbul 5. İdare Mahkemesince, davanın polis memuru aleyhine olan kısmı için, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi´nin kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun´un 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi amacıyla dosyanın uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine, sonucunun beklenmesine karar verilmiştir.

Uyuşmazlık mahkemesi´nin 24.3.1997 tarih ve E:1997/15, K:1997/14 sayılı kararıyla: memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kural olarak, kurum aleyhine açılabileceğine ve kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkının saklı tutulduğuna işaret edildikten sonra, olayda polis memurunun şahsi kusuruna dayanılarak polis memuru aleyhine de dava açıldığından, davanın bu kısmının adli yargı yerince çözümlenmesi gerektiğine karar verilmiştir.

İstanbul 5. İdare Mahkemesince, Uyuşmazlık Mahkemesi´nin anılan kararı geldikten sonra, davanın idareye yönelik kısmı incelenerek idarenin kendisine verilen kamu hizmetinin işlemesini sağlayacak örgütü kurmak, personel ve araç gereci hizmet gereklerine uygun şekilde hazırlamakla yükümlü olduğu, idarenin hizmeti yürüten personelin görevi sırasında yaptığı eylem ve işlemlere ilişkin kusurun hizmet kusuru oluşturacağı ve zararın idarece tazmini gerektiği, olayda ...´nın 8.8.1980 tarihinde pankart asılması nedeniyle gözaltına alındığı sırada polis memuru ... tarafından ölümüne sebebiyet verildiğinin ... 5. Ağır Ceza Mahkemesi´nin 3.3.1993 tarihli kararıyla belirlenerek mahkumiyet kararı verildiği, kararın Yargıtay 8.Ceza Dairesi´nin 21.12.1993 tarih ve 93/13007 sayılı kararıyla onandığı, bu durum karşısında tazmin sorumluluğu ortaya çıkan idarenin ödemekle yükümlü olacağı tazminat miktarının belirlenmesi için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda davacıların destekten yoksunluk zararlarının baba ... için 245.228.538.-lira anne ... için 27.698.928.-lira olarak hesaplanırken, ağabey ...´nın kardeşinden destek almayacağından, zararının bulunmadığı sonucuna varıldığı, ayrıca davacılardan anne ... için 17.3.1997 tarihinde ölümü nedeniyle zararın bu tarihe kadar hesaplandığı, hesaplanan zararın miras hissesi oranında hak sahiplerine geçeceği bu durumda da istemle bağlı kalmak ve belirlenen zarar dikkate alınmak suretiyle baba için 100.000.000.-liranın, anne için vefat ettiği 17.3.1997 tarihine kadar hesaplanan 27.698.928.-liranın ödenmesi gerektiği, kardeşe destekten yoksunluk zararı ödenmesine olanak bulunmadığı, ayrıca ölüm olayının niteliği ve manevi tazminatın amacı dikkate alınarak davacıların istemleri kadar olmak üzere herbiri için 100.000.000.-lira da manevi tazminat takdir edildiği gerekçesiyle maddi tazminat isteminin belirtilen miktarlarda olmak üzere anne ve baba için 127.699.928.-liralık kısmının kabulüyle, bu miktarın davanın ilk defa adli yargı yerinde açıldığı tarih olan 25.7.1994 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesine, maddi tazminat isteminin bu miktarı aşan kısmının reddine, ayrıca 300.000.000.-lira da manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Karşılıklı olarak temyiz isteminde bulunan taraflardan davacılar, müteveffanın üniversiteye kaydım yaptırdığı 1978 tarihinden okulunu bitirme tarihine kadar hiç gelir elde edemeyeceğinin varsayılmasının isabetsiz olduğu, askerliğini yedeksubay olarak yapıp, gelir elde etmesinin mümkün olduğu, kardeşin de destekten yoksun kaldığından zararının hesaplanması gerektiği, destek nisbetlerinin asgari ücret üzerinden hesaplanmasının doğru olmadığı, annenin ölümünden sonra diğer davacılara desteğinin artacağının dikkate alınmadığı, faizin de olay tarihinden itibaren hesaplanması gerektiği iddiasıyla mahkeme kararının davanın kısmen reddine ilişkin bölümünün temyizen incelenip, bozulmasını istemişlerdir.

Davalı idare ise, kamu görevlisinin şahsi kusuru bulunduğunun dikkate alınmadığı, davanın 2577 sayılı Yasa´nın 13.maddesinde öngörülen süreden sonra açıldığı iddiasıyla, mahkeme kararının davanın kısmen kabulüne ilişkin bölümünün temyizen incelenip, bozulmasını istemiştir.

Davacı tarafın temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı Yasa´nın 49.maddesinde öngörülen bozma sebeplerinin hiçbirisine girmediğinden ve mahkeme kararının davanın kısmen reddine ilişkin bölümü usul ve hukuka uygun bulunduğundan, davacı tarafın temyiz isteminin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Davalı idarenin temyiz sebebi olarak öne sürdüğü personelin şahsi kusuru olduğunun dikkate alınmadığı ve 2577 sayılı Yasa´nın 13.maddesindeki sürelerden sonra dava açıldığı yolundaki iddialarına gelince;

2577 sayılı Yasa´nın 13.maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.
Anılan yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, irdelenmesi gerekmektedir.

Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yolaçtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucumu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa´nın 13.maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Dava konusu olayda tazmini istenen zarar işkence sonucu ölüm nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre ölümün işkence nedeniyle meydana gelip, gelmediğinin, işkence eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip, gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır.

Bu itibarla olayda 8.8.1980 tarihinde davacıların yakınının ölmesi eylemin ortaya çıktığı tarih olarak kabul edilebilirse de yasada öngörülen idari eylemin ortaya çıktığı tarihin bu tarih olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Eylemin idariliği sanık polisin, yargılanması sonucu, ...´nın suçunu ikrar ettirmek amacıyla ve katil kastı olmaksızın faili gayrı muayyen şekilde darpta bulunmak suretiyle ölümüne sebebiyet verdiğinin belirlenerek mahkum edilmesine ilişkin ceza mahkemesi kararının onanarak kesinleştiği 21.12.1993 tarihinde kesinlik kazanmıştır.

Bu duruma göre de olayda eylem tarihi (eylemin idariliğinin kesinleştiği tarih) ceza mahkemesi kararının kesinleşme tarihi olduğundan ceza mahkemesi kararının onandığı 21.12.1993 tarihinden sonra, yasada öngörülen süre içinde ilk defa 25.7.1994 tarihinde adli yargı yerinde, 20.10.1994 tarihinde verilen görev yönünden ret kararı sonucu, bu kararın 29.11.1994 te tebliği üzerine 21.12.1994´te idari yargı yerinde açılan dava süresindedir.

Öte yandan, Anayasa´nın 125.maddesi son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verilmiş bulunduğundan; 129.maddesinin 5.fıkrasında memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabileceği hükme bağlandığından; 657 sayılı Yasa´nın 13.maddesinde de kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı, bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açacakları ve kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkının saklı olduğu belirtildiğinden ve olayda işkence sonucu ölüm olayı görevli polis memurunun şahsi - görevden ayrı kusurundan değil, yukarıda tanımlanan anlamda idareyle bütünleşerek, idarenin verdiği görev, yetki ve olanakları kullanarak hizmet sırasındaki görev kusuru nedeniyle meydana geldiğinden, davalı idarenin ölüm olayının personelin şahsı kusuru nedeniyle meydana geldiği bu nedenle idarelerinin tazmin sorumluluğu bulunmadığı yolundaki iddiasının da dayanağı bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa´nın 49.maddesi uyarınca davacıların ve davalı idarenin temyiz istemlerinin reddine, İstanbul 5. İdare Mahkemesi´nin 27.10.1998 tarih ve E: 1996/1139, K: 1998/715 sayılı kararının, yukarıda belirtilen gerekçelerin de eklenerek onanmasına 2.11.1999 tarihinde gerekçede oyçokluğu, esasta oybirliğiyle karar verildi.

AZLIK OYU

Davacıların murisleri ...´nın işkence sonucu ölümü nedeniyle İçişleri Bakanlığına karşı açılan maddi ve manevi tazminat davasının, ilgilinin ölümünün davalı idare ajanının işkence eylemi sonucu olduğunun öğrenildiği tarihten itibaren 2577 sayılı Yasanın 13.maddesinde yazılı süreler içinde açıldığını kabul ederek gören, idare mahkemesinin temyize konu kararının dayandığı hukuki gerekçelerle aynen onanması gerekirken ek gerekçe ile onanması yolundaki çoğunluk kararının bu kısmına katılmıyorum."
Old 01-09-2006, 14:04   #5
seyitsonmez

 
Varsayılan

sevgili meslektaşım zarar devam ettiğinden ve her gecen zaman yeni bir zarar doğduğundan ki şimdide kulaklarda problem var demişsiniz bence zaman aşımı zarar devam ettiği sürece geçmez aynı müdahelienin meni davalarında olduğu gibi.
Old 03-04-2010, 18:48   #6
Av.Kaan

 
Varsayılan

Sn. Doğanel, acaba nasıl gelişmeler oldu? Bir başka husus araştırırken okudum, meraklandım.
Old 04-04-2010, 13:20   #7
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Adli yardımdan gelen bir kişiydi. Bir daha uğramadığından görevi iade ettim.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Kadastroda Hak Düşürücü Sürenin Kesilmesi becerikli Meslektaşların Soruları 16 11-11-2010 11:06
Kadastro tespiti-hak düşürücü süre mehmet sirn Meslektaşların Soruları 3 14-11-2006 13:47
Adli Yargı Mı, İdari Yargı Mı? mehmet sirn Meslektaşların Soruları 4 04-10-2006 12:21
1917 Hukuki Aile Kararnamesinden günümüz Türk Medeni Kanununa kadar Türk aile yapısı tulinunal Hukuk Soruları Arşivi 1 23-05-2006 19:16
İşe İade Davasında Hak Düşürücü Dava Açma Süresi? nfb Hukuk Sohbetleri 4 14-12-2004 17:25


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05882311 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.