Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Vekaletin kötüye kullanımı

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 27-02-2012, 13:14   #1
müdafi

 
Varsayılan Vekaletin kötüye kullanımı

Değerli Meslektaşlarım! Kıymetli birikimlerinizden istifade etmemiz açısından fikirlerinizi paylaşırsanız memnun olurum.
Müvekkil, bir tanıdığına vekaletname vermek sureti ile Gayrimenkullerinin satılmasını istemiş; vekil olan şahıs ise bu vekaletnameyle 4 adet gayrimenkulü (daire) babasına satmıştır. Daha sonrasında bu gayrimenkullerden 2 adeti müvekkil tarafından vekilin babasından satın alınmak zorunda kalınmıştır.(en azından dairelerim başkalarına satılmasın elden tamamen çıkmasın düşüncesiyle) diğer 2 adet ise vekilin babası(yeni malik) tarafından üçüncü şahıslara satılmıştır.
Vekil ise babasından tahsil etmiş olduğu -bizce muhtemelen zaten tahsil etmişte değildir- bedeli ise vekil edene ödememiştir. Şu aşamada nasıl bir yol takip etmemi önerirsiniz. Vekil olan şahsın üzerinde herhangi bir malvarlığı bulunmamaktadır. vekaleten tahsil ettiği paranın iadesi yönünden dava açsakta neticesinde tahsil imkanı yoktur. Tapu iptali-tescil davası açsak zaten dairelerden 2 tanesi yeniden davacı müvekkil adına tapuya kaydedilmiş (bedeli ödenmek sureti ile vekilin babasından yeniden satın alınmış. açık ifade ile müvekkil kendi dairesini bedelini ödeyerek yeniden satın almış). Diğer 2 adeti ise 3. şahıslara satılmış.

Değerli meslektaşlarım şu halde nasıl bir yol takip etmemi önerirsiniz.?
Old 27-02-2012, 23:28   #2
yeditepelişehir

 
Varsayılan

Bence 3. kişiler bakımından iyi niyetli olup olmadıkları hususu araştırılmaya değerdir.Şayet bu 3. kişilerin vekil ve onun babasıyla yakın ilişkileri varsa,daireler rayiç değerinden çok daha düşük bedelle satılmışsa burda iyi niyet yoktur ve 3. kişilere karşı da tapu iptal davası açılabilir diye düşünüyorum.
Old 28-02-2012, 00:37   #3
BALDIRAN

 
Varsayılan

Kanımca bu durmda yapmanız gereken, vekile ve vekille hukuki işem yapan 3.kişiye (babasına) karşı vekaletin kötüye kullanılması hukuksal sebebine dayalı tazminat davası açmaktır. Ancak, babadan 2 daireyi satın alan diğer 4.kişilerin kötü niyetini (yani, zararlandırıcı işlemi bile bile bu işleme katıldıklarını) ispat edebilirseniz, onlar hakkındada tazminat davası /(hatta tapu halen üzerlerinde olduğu için tapu iptal davası ) düşünülebilir kanısındayım. Ancak, sicile itimat prensibi gereği onların iyi niyetli oldukları karinesi vardır, kötü niyetli olduklarını sizin ispatlamanız gerekir. Saygılar
Old 28-02-2012, 11:19   #4
AV Sezin

 
Varsayılan



Konu : Vekalet aktinin kötüye kullanılması, hile meselesi
1)
YARGITAY 1. Hukuk Dairesi
Esas: 2010/986
Karar: 2010/2331
Tarih: 03.03.2010

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, davalı Halil'in kendisinden hile ile aldığı vekaletnameyi kötüye kullanmak suretiyle 6037 ada 2 s. parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümünü el ve işbirliği içerisindeki sair davalı İlhami'ye devrettiğini ileri sürerek tapu iptali-tescil, olmaz ise taşınmazın değerinin tahsilini istemiştir.

Davalı İlhami, taşınmazı iyiniyetle satın aldığını ve bedelini ödediğini belirterek davanın reddini savunmuş, sair davalı davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, davalı İlhami'nin iyi niyetinin aksi kanıtlanamadığı gerekçesiyle hakkındaki davanın reddine, taşınmazın keşfen saptanan değerinin vekalet görevini kötüye kullanan davalı Halil'den alınıp davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Karar, davacı ve davalı Halil tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Murat Ataker'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.

-KARAR-

Dava, vekaletnamenin hile ile alındığı ve kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.

Mahkemece, tazminat yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.

Getirtilen kayıt ve belgelerden, çekişmeli 2 s. parseldeki 1 numaralı bağımsız bölümün davacıya ilişkin iken, 25.5.2007 günlü ve 1.6.2007 günü mesai saati bitimine kadar geçerli olan vekaletnameyle vekil kılınan davalı Halil tarafından 29.5.2007 günlü resmi akitte sair davalı İlhami'ye satış yoluyla devredildiği görülmektedir.

Davacı, davalı Halil ile duygusal birliktelik yaşadıklarını, kendisine evlenecekleri konusunda vaatte bulunup hazırlıklar için çekeceği krediye esas olmak üzere taşınmazı teminat göstereceğini söyleyerek vekaletname aldığını, ancak bu vekaletnameyi kullanmak suretiyle taşınmazı anlaşmalı şekilde sair davalıya sattığını sonradan öğrendiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.

Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği biçiminde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Yasanın 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Yasanın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa tüm çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Somut olayda, davalı Halil'in davacıyı kandırarak söz konusu vekaletnameyi aldığı ve vekalet yetkisini kötüye kullandığı, gerek mevcut deliller gerekse cezai soruşturma ve Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılama sonucuyla sabit olduğuna göre, anılan davalının temyiz itirazı yerinde değildir, reddine.

Davacının temyiz itirazına gelince; davalı İlhami'nin emlakçilikle uğraştığı, emlak piyasasındaki olayları bilebilecek tecrübeye sahip bulunduğu, dinlettiği tanıklardan Ahmet Karsandık'ın bürosuna sair davalı Halil ile birlikte gittikleri ve vekaletnameyi göstererek bu vekaletnameyle devir işlemi yapılıp yapılamayacağını sordukları, bir hafta süreli olarak düzenlenmiş ve satış yetkisi yanında ipotek tesisi yetkisini de içeren vekaletnameden şüphelenerek gerekli araştırmayı yapması yerine satın alacağı taşınmazı dahi görmediği toplanan delillerden anlaşılmaktadır.

Değinilen olgular, yukarda belirtilen ilkeler ışığında değerlendirildiğinde, davalı İlhami'nin kendisinden beklenen araştırma ve özeni göstermediği, sair davalı Halil ile çıkar ve işbirliği içinde hareket ettiği, dosyaya sunduğu emlak komisyon sözleşmesi ile banka dekontlarının da aralarındaki bu danışıklı durumu gizlemeye yönelik olduğu sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Hal böyle olunca, tapu iptali-tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile tazminat yönünden davanın kabul edilmesi isabetsizdir.

Davacının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.



2)
YARGITAY1. Hukuk Dairesi
Esas: 2007/9618
Karar: 2007/11681
Tarih: 03.12.2007

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, kızı olan dava dışı Hilal tarafından hileye düşürülmek suretiyle elinden vekaletname alındığını, Hilal'in vekalet görevini kötüye kullanarak 391 parsel s. taşınmazdaki 20/96 payını eşi olan davalı Bedi'ye bedelsiz devrettiğini, kalan payları da, kendisinin satış suretiyle Bedi'ye temlik ettiğini, Bedi'nin de taşınmazı muvazaalı olarak sair davalı Şirket'e temlik ettiğini, temlik gününde hukuki işlem yapma ehliyetinin olmadığını, temlik gününde hukuki işlem yapma ehliyetinin olmadığını, temliklerin de hile ile yapıldığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, iddianın kısmen kanıtlandığı gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Karar, taraflarca süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi A. Sevil Çalıkoğlu'nun raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma istemi değeri yönünden reddedilip, gereği görüşülüp, düşünüldü.

KARAR

Dava, ehliyetsizlik, hile ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı Pakize'nin maliki olduğu 391 parsel s. taşınmazdaki 20/96 payını, vekili olan Hilal aracılığıyla 26.06.2003 gününde ara malik Bedi'ye satış suretiyle temlik ettiği, üzerinde kalan 30/96 payını 12.01.2004 tarihinde, 46/96 payını da 29.07.2004 gününde doğrudan Bedi'ye satış suretiyle temlik ettiği, böylece tam mülkiyet sahibi olan Bedi'nin de çekişmeli taşınmazı 06.05.2005 gününde davalı Akmert Petrol Ltd. Şti.'ye aynı nedenle intikal ettirdiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, anılan temliklerden sonra Gaziantep 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 22.03.2005 gün 1003/413 s. kararıyla davaya iştirak müşaviri olarak Av. Haydar Yıldırım'ın tayin edildiği, görülmektedir. Bu belirlemeye göre, temliklerin davacıya iştirak müşaviri atanmasından önce gerçekleştirildiği sabittir.

Somut olayda davacı, doğrudan kendisi eldeki davayı açmış, sonradan iştirak müşaviri davacıya muvafakat etmiştir.

O halde, işleyiş tarzı itibarı ile davada usulü yönden bir eksikliğin bulunmadığı, yapılan işlemlerin hukuken doğru olduğu tartışmasızdır.

Oysa, davacının gerek, vekaletin verildiği tarihte ve gerekse taşınmazdaki bütün payların temlik tarihlerinde ehliyetsiz, olduğunu, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ve kandırıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açtığı görülmektedir.

Hemen belirtilmelidir ki, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarih ve 1990/1-152-236 S. Kararında da vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve kanuna aykırı bir yön yoktur.

Ne varki, mahkemece, ileri sürülen hukuki sebepler yönünden hükme yeterli bir araştırma yapıldığından sözedilemez.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Yasanın "fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir" biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek "ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır." hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü" eylem ve işlev ehliyeti olarakta tarif edilerek aynı kanunun 13. maddesinde "yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer nedenlerden biriyle akla uygun şekilde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu yasaya göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli sebeplerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu kanun ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Yasasının 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 gün 4/21)

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve kanun maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, bütün delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ilişkin doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK.nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mutaalası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik sebeplere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Yasanın 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Bilindiği gibi; Borçlar Yasasının temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği biçiminde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Yasanın 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Yasanın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa tüm çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Diğer yandan; hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak, veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak biçiminde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. Borçlar Yasasının 28/1 maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri sair tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.

Öte yandan, hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir senelik hakdüşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluylada kullanılabilir.

O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilmek, önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri bütün delillerin toplanması, varsa davacıya ilişkin sağlık kurulu raporları, hastane müşahade kağıtları, reçeteler v.s. istenmesi, bütün dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, vekaletname ve akit tarihlerinde davacının ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve hile iddialarının tetkiki ve böylece soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

Tarafların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan sebeplerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, 03.12.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Vekaletin kötüye kullanılması ex lege Meslektaşların Soruları 4 11-04-2015 12:50
Vekaletin kötüye kullanılması,muvazaa S.YÜCE Meslektaşların Soruları 3 08-04-2010 20:54
vekaletin kötüye kullanılması Avukat Kamer Akgül Meslektaşların Soruları 3 01-12-2006 13:38


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04356694 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.