Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Tren Kazası/Adli-İdari Dava/Bşv.Usulü/Maddi-Manevi Tazminat

Yanıt
Old 03-10-2006, 00:35   #1
Jeanne D'arc

 
Varsayılan Tren Kazası/Adli-İdari Dava/Bşv.Usulü/Maddi-Manevi Tazminat

Tren kazası neticesi, 13 yaşındaki bir çocuğun bir bacağı dizinden bir karış yukarısından ve diğer bacağı da dizinden itibaren kesilmiştir. Çocuk, anne-baba ve 8 kardeş adına açılacak maddi-manevi tazminat davası ile ilgili olarak;

1)Açılacak dava idari bir dava mıdır? Çünkü benzer mahiyetteki olaylarda davanın hem adli yargıda ve hem de idari yargıda görüleceğine ilişkin kararlar buldum. Son durum nedir?

2)Davaya adli yargıda bakılacak ise; yine de idareye başvuru-idarenin vereceği cevap veya zımni red süresi-60 günlük dava süresi- tüm talep miktarıyla dava açmak gerekliliği (ıslahın mümkün bulunmaması) ve sair idari davaya mahsus hususlar burada da cerayan edecek midir?

3)Böylesi bir davada sizce manevi tazminat miktarları ne olmalıdır?

4)Maddi tazminat (2. soruya verilecek cevap gereği davanın başında muayyenleştirerek açmam gerekiyorsa) sizce ne olmalıdır? (Çocuk ilköğretim 6. sınıfa gidecekken bu yıl okula gidemeyecektir, dolayısıyla sanırım asgari ücretten aktuerya hesabı yapılacak. Bir de anne-baba açısından muhtemel destek kaybı esas olarak merak ettiklerim. Tedavi, ulaşım, anne-baba ve kardeşlerin iş-güçten kalması nedeniyle maddi kayıpları vs. bunlar daha belirlenebilir kalemler.)

Katkıda bulunacak tüm meslektaşlarıma peşinen teşekkürlerimi sunarım.

Saygılarımla.
Old 03-10-2006, 01:53   #2
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Sn. jeanne dar'c
1-Genel olarak kararlarda benim tespit edebildiğim kriterler şunlardır. Kaza hemzemin geçitte meydana geldi ise 2918 sayılı yasanın 106. maddesi delaletiyle 2 ve 3. maddeleri icabı Adli Yargı yeri görevlidir. Öte yandan Danıştayın bir kararında trenin yolcusu olan kişinin geçirdiği kaza nedeniyle yaralanması veya ölümü halinde açılacak davada adli yargı yerinin görevli olduğu (kişinin idarece yürütülen hizmetten özel sözleşme gereği yararlanması nedeniyle) görüşü hakim. Tren kazasının terör eylemi nedeniyle meydana gelmesi bomba, rayların sökülmesi vs. hallerde ise idari yargı görevli kabul ediliyor. Olayın nerede ve nasıl gerçekleştiği hususu önemli yani..
2- Dava adli yargıda açıldığında bildiğimiz usulle direk olarak idareye karşı açılır tek fark davalı tarafın TCDD olmasıdır. HUMK hükümleri geçerlidir. (ıslah vs.)
3-idarenin hizmet kusuru nedeniyle kolu kesilen bir kız için medyatik bir avukat tarafından çok yüksek bir tazminat alındığını hatırlıyorum ama ne kadardı bilemiyorum. O dava hangi yargı kolundaydı onu da hatırlamıyorum. Ancak 150-200bin YTL hatta daha üstü düşünülebilir.
4-Maddi tazminat yönünden ise Destekten yoksun kalma söz konusu olduğunda bir yorum yapmak son derece güç, hesaba göre borçlu bile çıkabilirsiniz.
Old 03-10-2006, 07:23   #3
halit pamuk

 
Varsayılan

1.
(2000-25E, 2000-27K) Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları

OLAY : 23.2.1998 gününde, Tuzla istasyonunda binmekte olduğu banliyö treninin harekete geçmesi nedeniyle dengesini kaybederek düşen tren yolcularından Mustafa Şahin, tren ile peron arasına sıkışması sonucunda ölmüştür.

Davacı vekilince, TTK. Hükümlerine dayanılarak maddi ve manevi tazminata yönelik fazlaya ilişkin dava ve talep hakkı saklı kalmak kaydıyla, ölen eşin desteğinden yoksun kalma karşılığında şimdilik 201.000.000.-TL. maddi tazminatın, olay tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davalı İşletmeden tahsiline hükmedilmesi istemiyle, 26.3.1998 günlü dilekçe ile adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 1998/436 sayılı esasına kayıtlı bu dava görülmekte iken, davacı vekilince 5.10.1999 gününde ek tazminat davası açılmış ve ana dava ile birleştirilmesi istenilmiştir.

Davalı idare vekilince, ek dava dilekçesi üzerine verilen savunma dilekçesinde, İşletmelerine karşı kamu hizmetini gereği gibi yerine getirmediği nedeniyle açılan davanın idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ' nce;

1- 3.11.1999 gün ve E: 1999/474 sayı ile, davacı tarafın istemi dikkate alınarak ve bu dosya ile Mahkemelerinin 1998/436 esas sayılı dosyası arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle, bu dosyanın 1998/436 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve yargılamanın 1998/436 sayılı dosya üzerinden devamına;

2- 3.11.1999 gün ve E: 1998/436 sayı ile, Mahkemelerinin 1999/474 esas sayılı dosyasının bu dosya ile birleştirildiğinin görüldüğünden bahisle, davalı idarenin görev itirazının reddine karar verilmiştir.

Davalı idare vekilince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde belirtilen, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğünün, kamu hizmeti olan taşımacılık işini, tekel halinde yürüten bir kamu kurumu olduğu; kamu hizmeti yürütmekle yükümlü kılınan bir kamu kurumunun hizmeti yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin, sonuçta,
<<hizmet kusuru>>ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu ; davalı idarenin yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemine ilişkin bulunan uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli bulunan idari yargıya ait olduğundan Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin görevlilik kararının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa'nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davalı idarenin, 233 sayılı KHK. ye tabi bir kamu iktisadi kuruluşu olduğu ve demiryolu taşımacılığını tekel halinde yürüttüğü; idarenin bu hizmeti bir kamu hizmeti olmakla birlikte, yolcu taşımacılığı işini yolculara bilet satarak yaptığı ve yolcuların da bu bileti ücret karşılığında satın alarak bu hizmetten yararlandığı; bu nedenle, taraflar arasında icap ve kabulden doğan hukuki bir ilişki kurulduğu; bu hukuki ilişkinin ise, Türk Ticaret Kanunu'nun 798 ve devamı maddelerinde düzenlenen yolcu taşıma sözleşmesine dayandığı; kamu kurumlarının, görevinde olan kamu hizmetlerini yerine getirirken özel hukuk hükümlerine tabi sözleşme yapmaları durumunda bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıkların, tarafların hukuki niteliklerine bakılmaksızın özel hukuk hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiğinin kuşkusuz olduğu; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesine göre yapmış olduğu başvurunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün, Ali HÜNER'in Başkanlığında, Üyeler : Mahir Ersin GERMEÇ, Dr. Mustafa KILIÇOĞLU, Bekir AKSOYLU, Sabriye KÖPRÜLÜ, Ertuğrul TAKA ve Turgut ARIBAL'ın katılımlarıyla yapılan 12.6.2000 günlü toplantısında, Raportör- Hakim İsa YEĞENOĞLU' nun davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile Danıştay Başsavcısının idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının davada adli yargının görevli bulunduğuna ilişkin düşünce yazıları ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet ÖZDEVECİ ile Danıştay Savcısı O. Cem ERBÜK'ün davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği yolundaki yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

USULE İLİŞKİN İNCELEME:

Başvuru yazısı ve ekleri üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasa'nın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcılığınca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmemiş, esas inceleme yapılmasına oybirliği ile karar verilmiştir.

ESASA İLİŞKİN İNCELEME :

Dava, binmekte olduğu trenin harekete geçmesi nedeniyle dengesini kaybederek düşmesi sonucunda ölen yolcunun eşinin, uğranılan zararların davalı İşletmece tazmin edilmesi isteminden ibarettir.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD) Ana Statüsü'nün "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1. maddesi " Bu Ana Statünün amacı 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak sözkonusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir..." hükmünü taşımakta; "Hukuki Bünye" başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir "Kamu İktisadi Kuruluşu" olduğuna ve 233 sayılı KHK. ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasız ise de; 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletme, iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış bulunmaktadır.

Bu durumda, uyuşmazlığın çözümü için: olayda, İşletmenin yürüttüğü faaliyetin ve İşletme ile zarar gören arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinin incelenmesi gerekmektedir.

TCDD Ana Statüsü'nde, demiryollarını işletmek ve demiryolu taşımacılığını yapmak, İşletmenin faaliyet konuları arasında sayılmıştır.

29.6.1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 12. maddesinde, kara, deniz ve havada, nehir ve göllerde yolcu ve eşya taşımak üzere kurulan müesseselerin ticarethane sayılacağına işaret edilmiş; anılan Kanun'un " Taşıma İşleri ve Taşıma Senedi" başlıklı İkinci Kısımının "Yolcu Taşıma" ya ilişkin Üçüncü Ayırımında yer alan 798. maddesinde, yolcuların, taşıyıcılar tarafından iç hizmetleri tanzim için konmuş olan usul ve talimatı ihlal etmemekle mükellef oldukları, 806. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ise, taşıyıcının, yolcuları gidecekleri yere sağ ve salim olarak ulaştırmakla mükellef bulunduğu, yolcuların kazaya uğramaları halinde bundan doğacak zararların taşıyıcı tarafından tazmin edileceği, yolcunun kaza neticesinde ölmesi halinde onun yardımından mahrum kalan kimselerin dahi uğradıkları zararlara karşılık taşıyıcıdan tazminat isteyebilecekleri, ancak taşıyıcının, kazanın kendisine ve yardımcılarına yükletilmesi mümkün olan bir kusurdan doğmadığını ispat ettiği takdirde bu iki haldeki tazminattan kurtulacağı hükme bağlanmıştır.

Anılan yasal düzenlemeden, yolcu taşıma işinin, ücret karşılığında yapılan ticari bir faaliyet niteliği taşıdığı ve bu işi yapanın da tacir olduğu anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi 18.2.1985 günlü, E: 1984/9, K: 1985/4 sayılı kararında, karayollarından, köprülerden alınan geçiş parası, su, elektrik, havagazı, demiryolları, havayolları, kimi hastane ücretleri gibi, ekonomik koşullara göre oluşturulan ve tesislerin bakımını, idamesini ve yeni yatırımlar yapılmasını sağlamak için yapılan ödemeleri, belirli kamu hizmetleri karşılığında kişilerden alınan, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerden ayrı kabul etmiş olup; bu kabule göre, demiryollarından alınan yolcu taşıma ücretlerinin, kamu gücüne dayanılarak alınan vergi benzeri mali yükümlülükler kapsamında olmadığı da açıktır.

Olayda, zarar görenin yolcu olması, davalı İşletmenin ise taşıyıcı sıfatını taşıması karşısında, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin taşıma sözleşmesine dayanan bir özel hukuk ilişkisi olduğu; TCDD İşletmesinin, karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda ticari alanda yürüttüğü taşımacılık faaliyetinin de özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğu açıktır.

Belirtilen durum karşısında ve İşletmece yürütülen faaliyetin ve taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliği gözönüne alındığında, olayda idari bir eylem ya da işlemden doğmuş herhangi bir zarar sözkonusu olmayıp, yolcunun uğradığı zarardan dolayı taşıyıcının tazmin yükümlülüğünün saptanmasına ilişkin bulunan davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığınca 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesine göre yapılan başvurunun reddi gerekmektedir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısının başvurusunun REDDİNE, 12.6.2000 günün
de KESİN OLARAK OYBİRLİĞİ ile



(1999-59E, 2000-4K)Sayılı Karar

[Demiryolunun İspartakule-Çatalca güzergahında Yarım Burgaz mevkiinde yer alan hemzemin geçitte, 7.7.1996 günü saat 18.15 sıralarında 81251 sefer sayılı yolcu treninin çarptığı T.A.Ş.'ne ait 34 YP 747 plakalı otomobilde bulunan davacıların eşi ve babaları Ş.A. ölmüştür.

Davacılar vekilince, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla, emekli olan müteveffanın desteğinden yoksun kalan dul eşi için 1,000,000,000.- TL. ve bakmakla yükümlü olduğu bir kızı içinde 250,000,000.- TL. maddi; dul eş için 700,000,000.- TL. ve 4 kızın her biri için ayrı ayrı 500,000,000.- TL. manevi olmak üzere toplam 3,950,000,000.- TL. tazminatın, olay tarihinden itibaren her değişikliği içerecek şekilde reeskont faizi yürütülerek, davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline hükmedilmesi istemiyle TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü ve T.A.Ş. aleyhine, 8.4.1999 gününde adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı idare vekilince, Mahkemenin birinci celsesinde, 233 sayılı KHK.'ye tabi bulunan İşletmeleri aleyhine
[/font]<<hizmet kusuru>> kapsamındaki iddialara dayanılarak açılan davanın idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği ileri sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 26. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'nce, 12.10.1999 gün ve E: 1999/231 sayı ile, davalı idarenin görev itirazı reddedilmiştir.

Davalı idare vekilince, 26.10.1999 günlü dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri, anılan Hakimliğin 25.11.1999 gün ve 1999/231 sayılı yazısı ekinde Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2.12.1999 gün ve E: 1999/23 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde belirtilen, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğünün, kamu hizmeti olan taşımacılık işini, tekel halinde yürüten bir kamu kurumu olduğu; kamu hizmeti yürütmekle yükümlü kılınan bir kamu kurumunun hizmeti yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin, sonuçta,
<<hizmet kusuru>> ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu; davalı idarenin yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin gereği gibi yapılmamasından dolayı uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemine ilişkin bulunan uyuşmazlığın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli bulunan idari yargıya ait olduğundan Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin görevlilik kararının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış olup, 2247 sayılı Yasa'nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir.

Başkanlığın 8.12.1999 günlü yazısı ile, 2247 sayılı Yasa'nın 13. maddesine göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 29.12.1999 gün ve 99145740 sayı ile, 233 sayılı KHK.'ye tabi bir kamu iktisadi kuruluşu olan davalı idarenin, tekel halinde yürüttüğü demiryolu taşımacılığının bir kamu hizmeti olduğu; kamu kurumlarının faaliyet alanına giren kamu hizmetlerini yerine getirirken sebebiyet verdikleri zararların tazmini istemiyle açılan davaların, hizmet kusuruna dayanması nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesi gereğince idari yargı yerinde görülerek çözümlenmesi gerektiği; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Kanun'un 10. maddesine göre yapmış olduğu başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün, Ali HÜNER'in Başkanlığında, Üyeler: Mahir Ersin GERMEÇ, Dr. Mustafa KILIÇOĞLU, Bekir AKSOYLU, Mustafa BİRDEN, Ertuğrul TAKA ve Turgut ARIBAL'ın katılımlarıyla yapılan 27/3/2000 günlü toplantısında, Raportör-Hakim İsa YEĞENOĞLU'nun davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile Danıştay Başsavcısının idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının davada idari yargının görevli bulunduğuna ilişkin düşünce yazıları ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mustafa EKİNCİ ile Danıştay Savcısı O. Cem ERBÜK'ün yazılı düşünceler doğrultusundaki açıklamaları da dinlendikten sonra,

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

USULE İLİŞKİN İNCELEME:

Başkanlık yazısı ile getirtilen dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarece anılan Yasa'nın 10. maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa'da öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

ESASA İLİŞKİN İNCELEME:

Davacı vekili, müvekkillerinin eşi ve babalarının ölümüyle sonuçlanan kazanın meydana geldiği hemzemin geçidin bulunduğu yerdeki demiryolunun kavisli ve görüşü engelleyen ağaçlarla çevrili olduğunu; olay günü hemzemin geçitteki mevcut sinyalizasyon sisteminin bozuk olması nedeniyle çalışmadığını; olayda, TCDD işletmesinin tehlikeli işletme işlettiği ve hemzemin geçitte kurmuş olduğu sinyalizasyon sistemini işler ve bakımlı vaziyette bulundurmadığı nedeniyle ve TEKFEN A.Ş.'nin ise Karayolları Trafik Kanunu hükümlerine göre işleten ve istihdam edenin sorumluluğu kapsamında kusurlu ve sorumlu olduklarını ileri sürerek, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla, toplam 3,950,000,000.- TL. maddi ve manevi tazminatın, olay tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte, davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline hükmedilmesi istemiyle dava açmış; davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekilinin, 2247 sayılı Yasa'da öngörülen usule uygun başvurusu üzerine, Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın TCDD İşletmesine yönelik kısmı bakımından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmıştır.

28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD) Ana Statüsü'nün" Amaç ve Kapsam" başlıklı 1. maddesi "Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak sözkonusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir..." hükmünü taşımakta; "Hukuki Bünye" başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir "Kamu İktisadi Kuruluşu" olduğuna ve 233 sayılı KHK. ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4. maddesinde, sayılan Kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının "tekel" kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı KHK. hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

Dava dilekçesinin incelenmesinden, davacılar vekilince, davalılardan TCDD İşletmesinin yürüttüğü hizmetin kuruluşu ve işleyişindeki aksaklıklardan dolayı kusurlu ve sorumlu olduğu iddia edildiğine göre, davalı idare yönünden açılan davanın
<<hizmet kusuru>> esasına dayandırıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre ve idare personelinin dikkatsizlik ve tedbirsizliği sonucu oluşan kişisel kusura değil de, zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu nedeniyle idarenin
<<hizmet kusuru>>na dayanılmış olması karşısında, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, <<hizmet kusuru>> veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa'nın 2/1-b. maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluştuğu nedeniyle ortada bir trafik olayı bulunduğu düşüncesinden hareketle, davanın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85., 90. ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca, işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında çözümlenmesi gerekeceği ileri sürülebilir ise de; anılan Yasa'da gerek hemzemin geçitin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemesi ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, TCDD İşletmesi yönünden bu iddiayı kabule olanak bulunmamaktadır.

Nitekim, TCDD Ana Statüsü'ne, Yüksek Planlama Kurulunun 27.4.1992 tarih ve 92/T. 29 sayılı kararıyla ilave edilen Ek 2. maddede, "Demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolu ana yol sayılır.

Bu kesişmelerde yapılan yeni yolun bağlı olduğu kurum veya kuruluş, alt ve üst geçit yapmak ve diğer emniyet tedbirlerini almakla yükümlüdür.

Demiryolu trafik düzeninin gerektirdiği hallerde sözkonusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesisler kime ait olursa olsun kaldırtılır.

Demiryolu üstünde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğü vardır." denilmek suretiyle, demiryolunun farklı bir hukuki statüye tabi bulunduğu açıklanmaktadır.

Belirtilen nedenlerle, hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın tazmini istemine ilişkin bulunan davanın,
<<hizmet kusuru>> esasına göre TCDD İşletmesi aleyhine açılan kısmının görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü ile Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin, davalı idarece yapılan görev itirazının reddi yolundaki kararının kaldırılması gerekmektedir.

SONUÇ: Davanın TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğüne yönelik kısmının çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısının başvurusunun KABULÜ ile Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 12.10.1999 günlü, E: 1999/231 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 27.3.2000 gününde kesin olarak oybirliği ile karar verildirar verildi.
Old 03-10-2006, 11:59   #4
putto

 
Varsayılan

Aynı tip bir davayı adli yargıda ve ticaret mahkemesinde açmıştım-herhangi bir itiraz olmamıştı ve yargılama süreci biterek dava kesinleşti.

manevi tazminatta zenginleşmeme unsuru-mağdurun küçük yaşta olması-okula gidememesi-ilerki yaşamında arkadaşlarının yanında duyacağı üzüntü-evlilik hayatı iş hayatı gibi hususlar gözönüne alınarak rakam belirlenebilir-bu da 100.000-YTL. gibi düşünelebilir.Ayrıca anne-baba-kardeşlerin yaşadığı sıkıntılar dahilinde onlar için de manevi tazminat talep edilebilir.Onlar için talep edilecek rakamlar kardeşler için 1000-YTL anne baba içinse ayrı ayrı 5.000-YTL olabilir.

Maddi tazminatta kusur durumu önem arzetmekte-ceza davası burada devreye girer.Çocuğun yaşı ve maluliyet oranı dikkate alınarak aktüerya hesabı yapılır.Bu aşamada heyet raporu alarak maluliyet oranını belirlemeniz de yarar var. ayrıca maddi tazminat kapsamında yapılan tedavi giderlerini de talep edebileceğiniz unutulmamalı.maddi tazminatı 1.000-YTL üzerinden açarak fazlaya ilişkin haklarınızı saklı tutmanız, gelecek bilirkişi raporunun sonrasında ıslah etmeniz başta yapılacak masrafların düşük tutulması açısından faydalı olabilir.
Old 03-10-2006, 12:01   #5
putto

 
Varsayılan

Bu arada henüz gerçeklemiş bir destek bulunmadığından -destekten yoksun kalma -hususu maddi tazminatta dikkate alınmamaktadır.
Old 05-10-2006, 00:37   #7
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Doğanel,
Sayın korayad,
Sayın putto yardımlarınıza ve
Sayın Sehper ilginize teşekkürler ederim.

Sayın Can Doğanel,

1)Olay 13 yaşında ve yolcu olarak trende bulunan çocuğun son istasyonda tren durmak üzereyken inmeye kalkışması neticesi olmuştur. Yani Sayın korayad'ın eklediği ilk karardakine benzer bir durumdur. Ancak her iki karar okunduğunda; davanın adli veya idari yargıda bakılmasına dair gerekçelerin aynı olduğu, yani Danıştay'ın aynı gerekçelerle bir kararda adli yargıda bakılmalı derken diğer kararda ise idari yargıda bakılmalı dediği görülecektir. Mütalaa ve kararı veren hakim-savcı kadrosunun isimleri neredeyse bire-bir aynı ve tarihler çok yakın, 3 aylık ara ile bir öyle bir böyle karar var. Bu halde bu çelişkinin gerekçesi sizce nedir? Ben artık tamamen olay-şahıs üzerinden hareketle kaza davacının yolcu olarak bulunduğu esnada, taşıma sözleşmesinden kaynaklanmış ise adli yargı görevlidir. Diğer halde ise bunun dışında yolcu olarak özel hukuk hükümlerine istinaden bu hizmetten (taşıma sözleşmesinden) faydalanıcı durumda bulunmayan bir araçla çarpışma durumunda ise hizmetin yürütümünden kaynaklı olduğu için idari yargının görevli olduğuna hükmedilmiştir yorumu yaptım. Teyit veya eleştiriye açıktır. Bir de bu halde davacı tarafından idarenin sorumluluğu hususunda istinad edilen hukuki kurum da belirleyici midir acaba? Yani kazayı hizmet kusuru, tehlike sorumluluğu veya istihdam edenin sorumluluğuna dayandırarak idarenin sorumluluğunu bahis mevzuu yaptığımızda sorumluluk açısından dayanılan bu hukuki kurumlar nedeniyle de idari-adli yargı ayrımına gidilmiş olabilir mi kararlarda?

2)İkinci soruma cevap aldığımdan onu geçiyorum. Ancak davaya adli yargıda bakılacaksa yetkili mahkeme münhasıran Ankara mahkemesi midir? Kararlarda hep Ankara mahkemeleri geçiyor. Burada haksız fiilin gerçekleştiği yer mahkemesinin yetkisini kaldıran bir özellik var mı? Taşıma ile ilgili düzenlemeler ticaret kanunuda düzenlendiğinden ticaret mahkemesi de görevli sanırım.

3)Manevi tazminat miktarlarını sadece çocuk bakımından değil; anne-baba, kardeşler bakımından da sormuştum: Ben çocuk için 150-200, anne için 50, baba için 40 ve kardeşler için 15-20 gibi düşünmüştüm. Çok mu? Sayın putto'nun belirttiği rakamlar biraz az değil mi?

4)Dava adli yargıda ve HUMK'a tabi görülecekse eğer; 4. soruyu geri alıyorum. Ancak Sayın Doğanel
Alıntı:
Destekten yoksun kalma söz konusu olduğunda bir yorum yapmak son derece güç, hesaba göre borçlu bile çıkabilirsiniz
diyorsunuz ya; bu genelde küçük yaşta ölen çocuklarda söz konusu olmuyor mu? Bu olayda 65 yaşa kadar hesap edilecek bir gelir durumu var ve 18 yaşı esas alırsak anne-babanın masraf yapacağı dönem sadece 5 yıl. Dolayısıyla bu ifadenizi biraz açabilir misiniz? (Olayımızda ölüm olmadığını hatırlatayım ve muhtemel destekten yoksun kalmayı; ileride daha iyi bir mesleğe, kazanca sahip olup anne-babaya yardım etme anlamında kullandım, terim olarak yanlış kullanmış olabilirim.)

Sayın Putto,
3.maddedeki soruma cevabınızı bekliyorum. Ayrıca davanızda manevi tazminatı başlangıçta mı talep ettiniz yoksa saklı tutarak davanın sonuna doğru ıslah mı yaptınız? Malum bu konuda da Yargıtay'ın farklı uygulamaları var. Bu şekilde açılan manevi tazminatları bazen kabul ediyor ve bazen de aradan geçen zamanla acı-ızdırap geçmiş, hafiflemiştir, dolayısıyla artık manevi tazminat talebinde bulunulamaz deniliyor.

Sayın Sehper,
Farazi destek? sorunuza cevabımı 4 nolu maddede verdim sanırım.

Uzun oldu farkındayım, kusura bakmayın ve teşekkürler ederim.

Saygılarımla.
Old 05-10-2006, 01:15   #8
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

1- Bence sizin olayınız ilk karardaki (Adli Yargı) durumla birebir uyuşuyor. Zira bu kararın gerekçesinde
Alıntı:
Olayda, zarar görenin yolcu olması, davalı İşletmenin ise taşıyıcı sıfatını taşıması karşısında, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin taşıma sözleşmesine dayanan bir özel hukuk ilişkisi olduğu; TCDD İşletmesinin, karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda ticari alanda yürüttüğü taşımacılık faaliyetinin de özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğu açıktır.
denilmiş. Sizin dayanacağınız nokta taşıma sözleşmesi gereğince yolcu güvenliğine ilişkin önlemlerin gereği gibi alınmaması sebebiyle zararın meydana geldiğidir. (Otomatik Kapıların bulunmaması vs.) İkinci olayda ise sinyalizasyon sistemindeki hata nedeniyle motorlu araç ile trenin çarpışması söz konusu ki benim okuduğum pek çok buna benzer olaya ilişkin kararda da Adli Yargı görevli denmişti. İlk mesajımda da buna dayanmıştım zaten. Benim yorumum ise yapılan talebe ilişkin gerekçelerin de sonucu değiştirdiğidir. Örneğin makinistin dur uyarısına uymaması veya istasyonu ihmalen pas geçmesi gibi bir kusur nedeniyle hemzemin geçitte çarpışma olsa herhalde Adli Yargı görevli denilecekti. Oysa ikinci karardaki olayda sinyalizasyon sistemine kusur isnad edilerek bir talep yapılmış, bu ise idarenin münhasır yetki ve sorumluluğunda olduğundan İdari Yargının görevli görülmesi akla yakın geliyor. Neticede tercih yapmak durumunda olan ben olsaydım, Adli Yargıda açardım.

2- Tamam geçelim.
3- Güzel de hemcinsinize pozitif ayrımcılık neden? Niye anneye 50 babaya 40 düşündünüz?
4-Açık söyleyeyim. Uykum geldiği için ve yorulduğum için geçiştirmiştim. Desteğin yanında bakım ve tedavi giderleri için irat şeklinde tazminat talebinin de unutulmaması gerektiği kanaatindeyim.

Sayın putto'nun bu görüşünü gerekçelendirmesini ben de merakla bekliyorum. Destekten Yoksun Kalma tazminatı zaten ileriye dönük olarak olası destekten yoksunluğu giderme amaçlıdır. Gerçekleşmiş olsa idi zaten neyin tazminatını isteyecektik ki..
Old 05-10-2006, 01:41   #9
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Doğanel,

1)Bu gerekçeler (sırf sizinkiler değil kendi yorumlarım ve Danıştay'ınkiler de dahil) hiç aklıma yatmadı, kırk tane karşı sav geliştirebilirim ama neyse adli yargı benim de işime gelir ama her an kötü bir süpriz yaşama ihtimali çok kötü. Demek ki burada isnad edilen sorumluluk neviine de dikkat kesileceğiz.

2)Eğer uykunuz gelmediyse ve yorgun da değilseniz -aksi halde elbette bekleyebilir -; geçelim dediğim başlangıçtaki 2. soru idi. Bu 7 nolu iletideki 2. soruyu geçmesek?

3)Sayın Doğanel, o ayrımcılığı benden önce doğa yapmış Ben sadece maluma uyuyorum.

Teşekkürler.
Old 05-10-2006, 01:52   #10
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

7 no'lu mesajdaki ikinci soruya yanıtım.
Burada taşıma sözleşmesine ilişkin edimlerin gereği gibi ifa edilmemesine dayanacaksanız. Asliye Ticaret Mahkemesi görevlidir. Ankara'ya gelince bildiğim kadarı ile biletlerin arkasında "Doğacak ihtilaflarda Ankara Mahkemeleri Yetkilidir" gibi bir ibare oluyor ondan kaynaklanabilir. Yoksa sözleşme ile ilgili genel hükümlerden gidersek, sözleşmenin yapıldığı yer, sözleşmenin ifa yeri vs. alternatifler mevcut. Zira haksız fiile dayanmıyoruz. Sözleşmeden doğan sorumluluğa dayanıyoruz. Buradan da davalının ikametgahı sonucu çıkıyor.
Old 05-10-2006, 01:55   #11
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Doğanel,

Sizi ve kendimi sitenin gece nöbetçileri ilan ederek, teşekkür ve iyi geceler dileklerimi sunuyorum.

Saygılarımla.
Old 05-10-2006, 02:08   #12
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Sağolun da;
Bir şey dikkatimi çekti uyarayım dedim.
Alıntı:
Yazan Jeanne Dar'c
Sayın Putto,
3.maddedeki soruma cevabınızı bekliyorum. Ayrıca davanızda manevi tazminatı başlangıçta mı talep ettiniz yoksa saklı tutarak davanın sonuna doğru ıslah mı yaptınız?
Aman dikkat Manevi Tazminatı bölünmezliği ilkesi gereğince asla kısmi dava olarak açamaz ve ıslahla arttıramazsınız. Mutlak surette tamamını talep etmek durumundasınız. Hatta davanın uzun süreceğini ve enflasyon, olası ekonomik krizler vs. düşünerek düşündüğünüzün 1,5 2 katı gibi açmalısınız ki 4-5 yıl sürecek davanın sonunda kuşa dönmüş bir bedelle ve acı bir sürprizle karşılaşmayın.

Bu arada ben bir soru ile tartışmayı genişleteyim. Burada şöyle bir talep yapsak kabul görme ihtimali var mıdır? Örneğin 10000,00YTL tutarlı Manevi tazminat talebimizin karar tarihinde enflasyon karşısında olası değer kaybı gözönüne alınarak ÜFE endeksine göre arttırılarak hükmedilmesine... desek mesela olur mu? Yoksa HUMK'daki "açık bir biçimde talep sonucu" kuralına aykırılıkla karşılaşır mıyız?
Old 05-10-2006, 07:39   #13
halit pamuk

 
Varsayılan

Sayın Jeanne D'arc,

2000 yılından sonraki yargıtay ve danıştay içtihatlarına baktığımda sanırım bu konu açıklağa kavuşmuş,yaptığınız yorum tamamen doğru:

--- taşınılan yolcunun başına gelen zarardan kaynaklanan yani taşıma sözleşmesine dayanılarak açılacak tazminat davası, davalının ikametgahı olan Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde ya da haksız fiilin olduğu yer Asliye Ticaret Mahkemesinde Açılabilir.Yetki sözleşmesi olması için yazılı bir sözleşme olması gerekir, bu nedenle biletin arkasına yazılı bir ibarenin geçerli olmayacağını düşünüyorum.

--- Eğer zarar trafik kazasından kaynaklanmışsa, KTK hükümleri olaya uygulanamayacağından tazminat davası, tam yargı davası şeklinde idari eylemin yapıldığı yer idare mahkemesinde açılacaktır.
Old 05-10-2006, 11:07   #14
putto

 
Varsayılan

Manevi tazminat miktarı tamamen Sizin insiyatifinize ve öngörünüze kalmış, ben sebepsiz zenginleşme hükümleri doğrultusunda manevi tazminat tutarının yüksek tutulmaması mantığıyla rakamları belirtmiştim.Daha yüksek rakamlar talep etmenizde mümkün, yaşanılan sıkıntı ve acıyı Siz daha iyi takdir edersiniz diye düşünüyorum.Rakamları belirlerken; red edilen kısım üzerinden karşı tarafa vekalet ücreti ödeneceği hususunu da gözönüne almanın yararlı olacağı kanaatindeyim.

Manevi tazminatın tamamını baştan talep etmeniz gereklidir.Sonradan ıslah etmeniz mümkün değildir.Duyulan acı ve talep edilen miktarda dava açıldığı tarih itibariyledir.

Destekten yoksun kalma olarak kastettiğim husus; çocuk 18 yaşındadır ve çalışıyor annesine her ay 100 lira veriyordur; bu çocuğun kaza geçirmesi ve artık çalışamaması anne için destekten yoksun kalmadır; çocuk 13 yaşında ise ve çalışmıyorsa artık çocuk büyüyecekti de bana mali anlamda yardım edecekti husususun bir espirisi kalmadığını düşünüyorum.Bu konudaki değerli görüşlerinizi beklemekteyim.
Old 05-10-2006, 13:36   #15
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Alıntı:
Destekten yoksun kalma olarak kastettiğim husus; çocuk 18 yaşındadır ve çalışıyor annesine her ay 100 lira veriyordur; bu çocuğun kaza geçirmesi ve artık çalışamaması anne için destekten yoksun kalmadır; çocuk 13 yaşında ise ve çalışmıyorsa artık çocuk büyüyecekti de bana mali anlamda yardım edecekti husususun bir espirisi kalmadığını düşünüyorum.Bu konudaki değerli görüşlerinizi beklemekteyim.

Forum sorusunda ölen küçük 13 yaşında. Aşağıdaki olayda ise henüz "bebek" . Lütfen farazi destekle ilgili olarak ana babaya verilen destekten yoksun kalma tazminatının miktarına bakın. (Gerçi bu bilirkişi raporunun hatalı olması ihtimali de var, rakamlar bana yüksek geldi, yanı sıra anaya verilen tazminat,babanınkinden az?)

Sayın Doğanel, baba neden daha az, anne neden daha fazla diye sormuş. Sayın Jeanne D'arc da bu ayrımı kendisinden önce doğanın yaptığını söylemiş.

Aslında bu ayrımı eski Medeni Yasanın 152.m.si yapmaktaydı. (Kocanın aile birliğinin reisi olmasından hareketle, eşin ve çocuğun iaşesini teminle mükellef olmasıyla ilgili) . Ama yeni Medeni Yasada, koca artık reis değil, birlikte temsil sözkonusu. Bu anlamda, bence, yeni yasadan sonra yapılacak destek tazminatı hesaplamalarının ana ve baba için eşit olması lazım.


Saygılarımla...



HD 04, E: 2001/007908, K: 2001/010071, Tarih: 23.10.2001
[*]MADDİ TAZMİNAT[*]MANEVİ TAZMİNAT[*]DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI[*]TALEBİN AŞILMASI

Dava tazminat istemine ilişkindir. Davacı sezeryan ameliyatı sırasında verilen AİDS virüsü taşıyan kanın nakledilmesi sonucu AİDS virüsünü almış yapılan operasyonda doğan çocukta aynı hastalığa yakalanmıştır. Yargılamanın devam ettiği sırada davacıların doğan küçük çocukları yaşamını yitirmiştir. Davacıların iddiası ve bilirkişi tarafından yapılan hesaplama sonunda davacıların davaya konu edilen haksız eylem nedeniyle çalışmamaları veya normal düzeyde bir gelir elde edememekten dolayı uğradıkları zararın ilk davada istedikleri miktardan fazla gerçekleştiği, davacıların küçük çocuklarının davaya konu edilen hastalık nedeniyle ölmesi üzerine ek maddi ve menevi tazminat adı altında verilen dilekçedeki istemin ise bu kalem tazminat istemini değil, küçüğün ölmesi nedeniyle destek tazminatına ilişkin bulunduğu kabul edilmek ve böylece ilk davada istenilen miktardan fazlasına yönelik istek olmadığı için hüküm kurulmaması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu durumda hüküm altına alınacak maddi tazminat miktarının ilk davada istenilen miktar ile küçüğün ölmesinden dolayı yoksun kalınan destek tazminatına yönelik olarak kabul edilmesi ve bu miktar üzerinden hüküm kurulması gerekirken ilk dava ile açılmış bulunan tazminat kalemi ve türünün ikinci davada da istenmiş gibi toplamı üzerinden hüküm kurulması HUMK.nun 74. maddesine aykırıdır.

(818 s. BK. m. 45, 47, 49) (1086 s. HUMK. m. 74)

Davacı Sedat Işıkgöz vekili Avukat Şehmuz Ünal tarafından, davalı Kızılay Genel Müdürlüğü vd. aleyhine 16/08/1996 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kabulüne dair verilen 03/05/2001 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi Kızılay Genel Müdürlüğü vekili, duruşmasız olarak müdahil vekili ve Sağlık Bakanlığı vekili taraflarından süresi içinde istenilmiş davacılar vekili tarafından da temyize cevap dilekçesinde duruşma talep edilmesi üzerine daha önceden belirlenen 23/10/2001 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılardan T. Kızılay Derneği vekili Avukat Mehmet Sakarya, diğer davalı Sağlık Bakanlığı vekili Avukat Gülan Tankurt ile karşı taraftan davacılar vekili Avukat Şeyhmus İnal geldiler. Fer'i Müdahil Osman Konyalı adına kimse gelmedi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

l- Dava tazminat istemine ilişkindir. Davacı Müzeyyen Işıkgöz sezeryan ameliyatı sırasında verilen AİDS virüsü taşıyan kanın nakledilmesi sonucu AİDS virüsünü almış yapılan operasyonda doğan çocuk Rukiye Işıkgöz'de aynı hastalığa yakalanmıştır. Bunun üzerine tüm aile fertleri hastalığın öldürücü olmasından dolayı ve toplumda oluşan tepki nedeniyle tecrit hayatı yaşamaya zorlanmışlardır. İşte bunun üzerine davacılar tarafından 16/08/1996 tarihinde açılan davada, maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Davayı açmadan önce Siverek Asliye Hukuk Mahkemesince 15/08/1996 tarihinde verilen Adli Müzaharet kararı uyarınca harç ödemekten bağışık tutulmuşlardır.

Davacılar tarafından 16/08/1996 tarihinde açılan davada; yapılan yargılama sonunda verilen hükmün Yargıtay 4. Hukuk Dairesince davacılar yararına bozulması üzerine yeniden yargılamaya devam edildiği aşamada davacıların küçük çocuğu Rukiye Işıkgöz hastalık nedeniyle yaşamını yitirmiştir.

Bundan sonra davacılar tarafından 16/05/2000 tarihinde verilen dilekçe ile Rukiye Işıkgöz'ün ölümü nedeniyle yeniden maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Verilen bu dilekçe içeriği ve taşıdığı ölçütler itibariyle başlı başına bir dava dilekçesi niteliğindedir. Bu dilekçe ile istenilen tazminat, davalıların aynı haksız eyleminden kaynaklanan zararla ilgilidir. Bundan dolayı da, açılan ilk davada alınan Adli Müzaharet kararının bu dilekçedeki istem içinde geçerli olduğunun kabul edilmesi gerekir. Bunun sonucu olarak da harç alınmaz. Bu bakımdan anılan dilekçe ile istemde bulunulmasında usul ve yasaya aykırı bir yön görülmemiştir. Dilekçe yanlara tebliğ edilip, savunma hakkı da sınırlanmadığından, bu dilekçeye göre hüküm kurulmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Tüm bu yönler gözetilerek aşağıda gösterilen bentlerin dışında kalan temyiz itirazlarının reddine karar verilmesi gerekmiştir.

2 - Davalıların diğer temyiz itirazlarına gelince; davacılar 16/08/1996 tarihinde verilen ilk dava dilekçesinde davalıların, haksız eylemi sonucu yakalandıkları hastalık nedeniyle yaşadıkları çevreden uzaklaştırıldıkları, kimse ile görüştürülmedikleri ve hatta doğal yaşamlarını sürdüremedikleri, bunun sonucu olarak, çalışıp hiçbir gelir elde edemediklerini belirterek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Yerel mahkemece 11/05/1999 tarihinde verilen hükümle, manevi tazminatların kabulüne, maddi tazminatların ise reddine karar verilmiştir. Kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine davalıların temyiz istemlerinin reddine keza manevi tazminata ilişkin hüküm bölümünün onanmasına, maddi tazminata ilişkin istemler konusunda halen davacıların içinde bulundukları ve ortadan kaldırılması olanaksız bulunan durum nedeniyle çalışamayacakları, çalışsalar dahi aynı konumda bulunan normal bir kişiden daha az gelir elde edebilecekleri gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Mahkemece bozma ilamına uyulduktan sonra yargılamanın devam ettiği aşamada davacıların küçük çocukları Rukiye Işıkgöz 23/02/2000 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Davacılar adı geçen küçük çocuklarının davaya konu edilen hastalık nedeniyle ölmesi üzerine 16/05/2000 tarihli ek maddi ve manevi tazminat adı altında verilen dilekçe ile baba Sedat Işıkgöz ve anne Müzeyyen Işıkgöz her biri için 20.000.000.000 TL. manevi, yine her biri için 60.000.000.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Dava dilekçesinde istenilen tazminatın hukuksal dayanağı açık biçimde belirtilmemiş ve mahkemece de açıklığa kavuşturulmamış olmakla birlikte bu tazminat isteminin hukuki nedeninin küçük Rukiye Işıkgöz'ün ölümü sonucu doğan manevi ve destekten yoksun kalma tazminatı olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bunun üzerine mahkemece davacıların ilk davada istedikleri maddi tazminatın ve daha sonra Rukiye Işıkgöz'ün ölümünden dolayı da yoksun kaldıkları destek tazminatının belirlenmesi için dosya bilirkişiye gönderilmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 19/01/2001 tarihli raporda davacı Sedat Işıkgöz'ün maddi zararının 80.409.192.929 TL, Müzeyyen Işıkgöz'ün 39.666.107.924, Halil İbrahim Işıkgöz'ün ise 38.958.417.146 TL. olduğu keza Rukiye Işıkgöz'ün ölümünden dolayı yoksun kaldıkları destek tazminatının da Sedat Işıkgöz için 6.924.273.159 TL, Müzeyyen Işıkgöz için 6.346.792.605 TL. olduğu belirlenmiştir.

Davacıların iddiası ve bilirkişi tarafından yapılan hesaplama sonunda davacıların davaya konu edilen haksız eylem nedeniyle çalışmamaları veya normal düzeyde bir gelir elde edememekten dolayı uğradıkları zararın ilk davada istedikleri miktardan fazla gerçekleştiği, 16/05/2000 tarihli dilekçedeki istemin ise bu kalem tazminat istemini değil, Rukiye Işıkgöz’ün ölmesi nedeniyle destek tazminatına ilişkin bulunduğu kabul edilmek ve böylece ilk davada istenilen miktardan fazlasına yönelik istek olmadığı için hüküm kurulmaması gerektiği sonucuna varılmıştır. Şu durumda hüküm altına alınacak maddi tazminat miktarının ilk davada istenilen miktar ile küçük Rukiye Işıkgöz'ün ölmesinden dolayı yoksun kalınan destek tazminatına yönelik olarak kabul edilmesi ve bu miktar üzerinden hüküm kurulması gerekirken ilk dava ile açılmış bulunan tazminat kalemi ve türünün ikinci davada da istenmiş gibi toplamı üzerinden hüküm kurulması HUMK.nun 74. maddesine aykırıdır. Kaldı ki, bu kalem isteği kapsayan zarar miktarı belirlenmiş ve talep edilmiştir. Bir daha istenmesi ve arttırılması da doğru değildir. Ayrıca bu konuda bir istek bulunmadığı ve henüz davacıların küçük oğlu Halil İbrahim Işıkgöz sağ olduğu halde onun içinde destek tazminatı hesabı yapılması ve bu miktar üzerinden hüküm kurulması da doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

3 - Davacılar tarafından 16/08/1996 tarihinde açılan ilk davada istenilen tazminat için faiz istemi bulunmamaktadır. Faiz istemi daha sonra ve 16/05/2000 tarihli dilekçede belirtilen tazminat için istediği halde ilk dava tarihinden itibaren hüküm altına alınan tazminatlar için de faiz istemi olmadığı halde kabul kararı verilmesi de keza HUMK.nun 74. maddesine aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın (2 ve 3) sayılı bentte açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve temyiz eden davalılar T. Kızılay Derneği Genel Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı yararlarına takdir edilen 97.500.000'er lira duruşma avukatlık ücretinin davacılara yükletilmesine ve Fer'i müdahil Osman Konyalı'dan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 23/10/2001 gününde (1) ve (3) bentlerde oybirliği, (2) bentte oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY AÇIKLAMASI

Dava, hamile iken AİDS'li kan verilen davacı Müzeyyen Işıkgöz'ün, hamile olduğu çocuğunun ve diğer aile fertlerinin uğradığı zarar nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.

Davacılar, Müzeyyen, Sedat, Halil İbrahim ve Rukiye Işıkgöz tarafından 16/08/1996 tarihinde açılan davada, her bir davacı maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.

Mahkemece 11/05/1999 tarihinde kurulan hükümle, manevi tazminatların kabulüne maddi tazminat isteminin ise, henüz maddi bir zararlarının bulunmadığı gerekçesi ile bu kalem isteğin reddine karar verilmiştir.

Kararın temyizi üzerine, davalıların itirazları yerinde görülmemiş, davacıların temyiz itirazları ise, yaşamlarının önemli ölçüde ve hatta tamamen çekilmez bir hale geldiği bu nedenle de maddi tazminatında verilmesi gerektiği belirtilerek karar bozulmuştur.

Yerel mahkemece bozmaya uyulmuştur. Yargılamanın devam etliği aşamada ve 23/02/2000 tarihinde davacı çocuk Rukiye Işıkgöz yaşamını yitirmiştir. Bunun üzerine davacılar, ek maddi ve manevi tazminat istemini içeren 16/05/2000 tarihli bir dilekçe vermişlerdir.

Dilekçede, Rukiye Işıkgöz'ün hastalık nedeniyle öldüğü, olayın çok acı sonuçlarının da gerçekleşmeye başladığı, dava açıldığı sırada, AİDS mikrobu alınmış olmasına karşın hastalığın henüz sonuçlarını göstermediği, şimdiki durum ve özellikle küçük Rukiye Işıkgöz'ün ölümü ile korkunç ve acı boyutların ortaya çıktığı, yeni ve gelişen bir durumun bulunduğu, böylece yeni oluşan bu hukuksal durumda gözetilerek, önceden açılan davaya ek olarak, miktarları değişen maddi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Anılan bu dilekçenin, ilk davada istenen maddi ve manevi tazminat kalemlerini içermeyip, ayrı bir hukuksal nedene dayanıp-dayanmadığı, daha açık bir anlatımla, ilk davada istenen maddi tazminattan ayrı mı, aynı mı olduğunun tartışılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Daire çoğunluğunca, 16/05/2000 gününde verilen bu dilekçenin, salt Rukiye Işıkgöz'ün ölümünden kaynaklanan zararları içermesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bunun sonucu olarak davacıların ancak, Rukiye Işıkgöz'ün ölümünden dolayı manevi ve destek tazminatı isteyebilecekleri, önceki davada nitelik ve miktarını belirttikleri maddi tazminatı ikinci defa ve arttırılarak isteyecekleri belirtilmiştir. Bu nedenledir ki, mahkemece hükmedilen manevi tazminat ve Rukiye Işıkgöz'ün ölümü nedeniyle sağ kalan ana ve babanın ancak destek tazminatı isteyebileceği sonucuna varılmıştır. Bu yüzden davacıların ilk davada istedikleri maddi tazminat miktarını, ikinci davada ki istek gibi arttıran mahkeme kararını bozmuştur.

İşte bu noktada çoğunluğun vardığı sonuca katılamıyorum. Şöyle ki; konunun boyutlarının insan üzerindeki olumsuz ağırlığı ve ümitsizliği açıktır. Tüm davacıların aynı hastalıktaki mikrobu taşımaları nedeniyle gün geçtikçe toplumdan, çevrelerinden, hatta kan bağı bulunan yakınlarından dahi uzak tutuldukları, dışlandıkları tartışılmayan bir olgudur. Bunun kişi üzerinde bıraktığı olumsuz ve acı etkisini derecelendirmek olanaksızdır. Bu kişilerin yaşamlarının şu an için ne kadar çekilmez olduğu tartışmasızdır.

Şu durumda, böyle bir yaşamdan dolayı kişinin maddi zararı nasıl belirlenmelidir. Kişi bunu bir defada mı, yoksa birden fazla dava ile de isteyebilecek midir? Kural olarak haksız eylemin meydana geldiği günde, zararda gerçekleşmiş olur. Ancak, haksız eylem nedeniyle zararın zaman içinde arttığı, gelişen bir durumun var olduğu hallerde, ilk eylemden sonra gerçekleşen zarardan gelişen duruma göre ayrı bir zararın da var olduğu ve istenebileceği kabul edilmek gerekir. Bunun içinde her somut olayda, zarar arttırıcı gelişen bir durumun bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Somut olay ve olgular birlikte değerlendirildiğinde, davacıların almış bulundukları bu ölümcül mikrop nedeniyle vücut ve ruh bütünlüklerinin zaman içinde ve giderek artmak suretiyle bozulduğu düşünüldüğünde, olayın seyrinde gelişen durumun var olduğu kabul edilmelidir. Bu hastalık veya vücuttaki zayıflık, ilk mikrobun alınması üzerine tüm sonuçları ile meydana gelmemiştir. Zamanın geçmesi ile hastalık ilerlemekte içinde yaşanılan ortam itibariyle boyutları ağırlaşmakta ve kişi giderek güçsüzleşmektedir. İlk zamanlarda, az da olsa gelir getirecek bir iş yapabilme olanağına sahip iken, giderek, kendi zorunlu gereksinmelerini dahi karşılayamaz, hatta başkalarının yardımına gereksinme duyacak konuma gelebilmektedir. Bu bakımdan hukuka aykırı eylem nedeniyle zararın zaman içinde giderek artacağı ve kısa sürede öldürücü noktaya götüreceği hastalığın doğal bir sonucudur. Olayda böyle olmuştur. İlk davanın açıldığı tarihte, toplum tarafından dışlansalar ve iş yaşamını kaybetseler de, kendi işlerinde çalışabilecek konumda iken, geçen zaman içinde zorunlu gereksinmelerini dahi karşılayamaz hale gelmişler ve çocuklarından birini kaybetmişlerdir.

Bu yeni bir olgudur ve yavaş yavaş sıranın kendilerine de geldiğinin habercisidir. Ayrıca hiçbir davacı, sağlıkları ve vücut dirençleri bakımından, ilk davayı açtıkları gün ile, ikinci davayı açtıkları güne göre aynı konumda olmadıkları da hastalık türünün bir sonucudur.

Davacıların vekili, tüm bu olgular itibariyle, gelişen duruma göre sağ kalanlar için artan maddi zararını istemiştir. Dilekçenin hiçbir yerinde, küçük Rukiye'nin destekten yoksun kalma tazminatı istememiştir. İstek, küçüğün ölümü ile zararın varlığının daha da belirginleştiği ve arttığı kolayca kanıtlanacak bir hale geldiği ifade edilmek istenmiştir.

Bu bakımdan davacıların somut olayın özelliği itibariyle yeni gelişen duruma göre önceki miktara ilave olarak maddi tazminat isteminde bulunabileceklerini kabul eden mahkeme kararının doğru olduğu kanısındayım. Bu nedenle de, kararın (2.) bendinde yer alan ve bu konuya ilişkin olan bozma nedenine ve gerekçesine katılamıyorum.
Old 05-10-2006, 13:55   #16
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Farazi destekle ilgili kriterler:

-Destekten yoksun kalma tazminatı istenebilmesi için, desteğini yitidiğini ileri sürenlerin "bakım ihtiyacı içinde" bulunması gerekir. Bakımdan amaç ise, yardım görenin ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Eğer ortada ihtiyaç yoksa, yardım görenden de, dolaysıyla destekten yoksun kaınmasından da söz edilemez.

-Farazi desteğin bakım gücüne kavuşacağı tarih ile, destekten yoksun kaldığını ileri sürenin bakım ihtiyacına muhtaç olduğu varsayımsal tarihlerden hangisi daha sonra ise, hesaplamada sonra olan tarih gözetilir.

-Bakım gücü ile bakım ihtiyacının ispatı, genel kurala, iddia eden davacıya aittir, yani tazminat isteyene.

-Tarafların maddi durumlarına göre bakım ihtiyacı içinde oldukları anlaşılırsa, o zaman destekten yoksun kalma hesabına girişilir.

-Çocuklar reşit olana dek, destek gören durumundadır. (Bu yaş kız çocukları için, kentte oturmaları durumunda farklı olarak 22 yaştır.)

-Çocuk sayısı birden fazla ise, destek miktarı aralarında paylaştırılır.

-Çocuğun bakım,eğitim ve yetiştirilmesi masrafları, hesaplanacak tazminattan indirilir.

-Ölen farazi destek için de, genel kural olarak aktif çalışma yaşı 60 kabul edilir (ölüm yaşı olarak da 64), aktif çalışma hayatı başlangıcı da 18 yaş olarak esas alınır (kentte oturan kız çocuğu istisna olarak 22 yaş). Böylelikle, aktif çalışma ve destek süresi 42 yıl, pasif sürenin de 4 yıl olduğu varsayılır.

-Hesaplama yasal asgari ücret üzerinden yapılır (gelecek yıllar için, dava tarihinde geçerli olan ücret gelecek her yıl için %10 arttırılır)

Ölen küçüğün farazi destek olduğuna yönelik kabul,tarihini anımsamadığım çok eski tarihli bir HGK kararından sonra benimsenmiş, sonra da bu konuda bir görüş değişikliği -bildiğim kadarıyla- olmamıştır.

Saygılarımla...
Old 05-10-2006, 13:57   #17
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sayın D'arc,

Sadece farazi destek konusu ile ilgili olarak araya girmek istedim.

Umarım tartışmanızı fazlaca dağıtarak, bölmedim.

Saygılarımla.
Old 05-10-2006, 22:42   #18
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Av. Can DOĞANEL,

Elbette manevi tazminatın bölünmezliğini, kısmi dava olarak açılamayacağını ve ıslah yasağını biliyorum. Benim demek istediğim başka bir husustu: Ben hiç uygulamadım ama sanırım bazı meslektaşlarımız, özellikle de müvekkilin ekonomik durumu iyi değilse, bu tip davalarda "Fazlaya ve manevi tazminata ilişkin tüm hakların mahfuz kalması kaydıyla, şimdilik örneğin 1.000,00-YTL maddi tazminatın tahsili..." şeklinde dava açıyorlar. Yani fazlaya ve manevi tazminata ilişkin tüm haklar saklı tutularak, manevi tazminat hiç bahis mevzuu edilmeksizin, kısmi maddi tazminat davası açılıyor ve davanın sonlarına doğru -zamanaşımı süresi de gözetilerek- gelen bilirkişi raporu doğrultusunda dava maddi tazminat yönünden ıslah edilirken manevi tazminat davasını da açıyorlar.


Alıntı: Ayrıca davanızda manevi tazminatı başlangıçta mı talep ettiniz yoksa saklı tutarak davanın sonuna doğru ıslah mı yaptınız? Malum bu konuda da Yargıtay'ın farklı uygulamaları var. Bu şekilde açılan manevi tazminatları bazen kabul ediyor ve bazen de aradan geçen zamanla acı-ızdırap geçmiş, hafiflemiştir, dolayısıyla artık manevi tazminat talebinde bulunulamaz deniliyor.

Ancak bunun sakıncası önceki mesajda da belirttiğim gibi Yargıtay zaman geçtikten sonra, davanın sonlarına doğru açılan manevi tazminat taleplerine pek sıcak bakmıyor ve reddedebiliyor. Bu anlamdaki genel uygulama ve önerileri sormuştum. Sanırım yanlış anlaşıldı. Uyarı ve bilgiler için yine de teşekkürler ederim.

Alıntı:

Burada şöyle bir talep yapsak kabul görme ihtimali var mıdır? Örneğin 10.000,00YTL tutarlı Manevi tazminat talebimizin karar tarihinde enflasyon karşısında olası değer kaybı gözönüne alınarak ÜFE endeksine göre arttırılarak hükmedilmesine... desek mesela olur mu? Yoksa HUMK'daki "açık bir biçimde talep sonucu" kuralına aykırılıkla karşılaşır mıyız?

Zannediyorum usule aykırı ve kabul görmez. Manevi tazminat olarak talep edilen bedele dava tarihinden itibaren faiz işletebilirsiniz çünkü. Ancak düşündüm de kanaatimce olmalı: Tazminat olarak talep edilen bedelin enflasyon olarak değer kaybını, ÜFE oranı karşılamalı ve bu bedelin dava tarihinden bu yana elimizde bulunmaması nedeniyle, işletiminden kaynaklı zararı ise faiz karşılamalı. Aslında ilginç ve başlı başına bağımsız bir forum konusu olabilecek bir soru. Üzerinde fikir cimnastiği yapmak isterim ancak sanırım biraz da benden kaynaklı olarak bu formun devamında yanlış anlamalar oldu, bir iki açıklama yapıp, durumu netleştirmem ve dahası yeni sorular sormam lazım.

Saygılarımla.
Old 05-10-2006, 22:50   #19
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Alıntı:
Manevi tazminat olarak talep edilen bedele dava tarihinden itibaren faiz işletebilirsiniz çünkü.


İzmir'de avukatlık yapmakta iken sık karşılaştığım ve tüm hukuk mahkemelerince kabul edilen bir ilke vardı:

Manevi tazminata talep tarihinden itibaren değil, ancak karar tarihinden itibaren faiz işletilebileceği. Gerekçesi de manevi tazminatın takdirinin Mahkemeye ait olması ve Mahkemenin bu yöndeki kabul kararı ile tazminatın talep edilebilir oluşuydu.

Ama sonraki yıllarda ilçe ve civar adliyelerde talep tarihinden itibaren faize hükmedildiğini gördüm. Yargıtay ilam araştırması yapmadım. Yargıtay ne diyor acaba? (Bilgisayar programımı taramaktan yoruldum, ya o çökecek, ya da ben)
Old 05-10-2006, 22:53   #20
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Putto,

Alıntı:
Destekten yoksun kalma olarak kastettiğim husus; çocuk 18 yaşındadır ve çalışıyor annesine her ay 100 lira veriyordur; bu çocuğun kaza geçirmesi ve artık çalışamaması anne için destekten yoksun kalmadır;

Ben de destekten yoksunluğu, verdiğiniz örnek gibi düşündüğümden; muhtemel destekten yoksunluğu da 13 yaşındaki çocuğun büyüyüp anne-babaya yapacağı yardım olarak kurguladım. Bu anlamda bence
Alıntı:
çocuk 13 yaşında ise ve çalışmıyorsa artık çocuk büyüyecekti de bana mali anlamda yardım edecekti husususun bir espirisi kalmadığını düşünüyorum.
çelişkinize gerek yok bence. Teyit ve eleştiriye açıktır.

Saygılar.
Old 05-10-2006, 23:15   #21
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Sehper,

Siz forumu birazcık karıştırmış olmakla birlikte, eklediğiniz kararlarla -bir iki hususa netlik getirirebilirseniz- mesele en azından benim nazarımda noktalanacak.

Şöyle ki; ben muhtemel destek kaybını, bir önceki mesajda Sayın Putto'ya cevaben yazdığım ve aşağıda da alıntıladığım gibi biliyor, düşünüyorum. Doğruluğunu teyit eder misiniz?

Alıntı:
Yazan Jeanne D'arc
Bu olayda 65 yaşa kadar hesap edilecek bir gelir durumu var ve 18 yaşı esas alırsak anne-babanın masraf yapacağı dönem sadece 5 yıl. Dolayısıyla bu ifadenizi biraz açabilir misiniz? (Olayımızda ölüm olmadığını hatırlatayım ve muhtemel destekten yoksun kalmayı; ileride daha iyi bir mesleğe, kazanca sahip olup anne-babaya yardım etme anlamında kullandım, terim olarak yanlış kullanmış olabilirim.)

Alıntı:
Yazan Av.Sehper
Forum sorusunda ölen küçük 13 yaşında.
Forum konusu olayda 13 yaşındaki çocuk sağdır ancak iki bacağı kesilmiştir. Bu halde muhtemel destek kaybı olmaz mı?

Alıntı:
Lütfen farazi destekle ilgili olarak ana babaya verilen destekten yoksun kalma tazminatının miktarına bakın.
Destekten yoksun kalma tazminatı 6 küsür milyar bana göre normal rakamlar, diğer rakamlar karı, koca, diğer kardeş ve sağlığındayken, ölen çocuk adına açılan maddi tazminat bedeli. Anne-baba arasındaki fark da 600 milyon. Normal bence.

Alıntı:

Sayın Doğanel, baba neden daha az, anne neden daha fazla diye sormuş. Sayın Jeanne D'arc da bu ayrımı kendisinden önce doğanın yaptığını söylemiş.

Burada bahsedilen de destek kaybı değil, manevi tazminat bedeli idi. Benim hareket noktam ise annelik olgusunun, babalığa ağır bastığıydı. Sizin açıklamalarınız ve eski kanunda erkek lehine getirilen ayrımın yeni kanunun eşitlikçi tutumu ile ortadan kalkması durumu da yine destek kaybı ile ilgilidir.

Sayın Sehper, rica ederim. Farazi destekle ilgili anekdotlar çok faydalı oldu. Zaten forum konusu da en azından benim açımdan o noktaya geliyordu. Şu an sadece yukarıda sorduğum sorunun cevabı benim için muallaktadır, onu da halledersek tam olacak.

Teşekkür ve saygılarımla.
Old 05-10-2006, 23:23   #22
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Sehper,

Maşallahınız var hızınıza yetişemiyorum. Size cevap yazarken, bir baktım ikinci cevap hakkım doğmuş. Zaten bu forum tüm zamanımı-mesaimi aldı: Bilgisayardan kaynaklı olarak kaçıncı kez tam bitirdim derken reset oldu ve mesajım silindi, ara ara yine bilgisayar beni unuttu yine mesajım silindi, hafızası biraz gıt garibin.

Neyse bu kadar cevap yazınca az buçuk terelelli oldum zannımca ama manevi tazminata işletilecek faizin başlangıç tarihinin ne olduğunu net bilmiyorum. İş kazasından kaynaklı bir davamda dava tarihinden (ve hatta kaza tarihinden itibaren miydi hatırlamıyorum) faiz işlettim (hüküm de öyleydi) ne temyiz oldu, ne icrada itiraz gördü. Bilmem ki?

Saygılarımla.
Old 05-10-2006, 23:25   #23
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Nihayet formu zapt-u rapt altına alabildim yahu! Bundan sonra uslu durun sayın meslektaşlarım
Old 05-10-2006, 23:33   #24
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Alıntı:
Forum sorusunda ölen küçük 13 yaşında

Alıntı:
Forum konusu olayda 13 yaşındaki çocuk sağdır ancak iki bacağı kesilmiştir. Bu halde muhtemel destek kaybı olmaz mı?



Sanırım, ben biraz yorulmuşum Aslına bakarsanız 24 saatin nasıl geçtiğini bilseniz, bana hak verirdiniz. Ve bir de herşeyi hızlı yapmaya gayret edip, forumu ortasından okumaya başlamak hatasından.


Muhtemek destek kaybı olmaz mı diye sormuşsunuz. Destekten yoksun kalma ölüm halinde, ölenin desteğinden yoksun kalmaları halinde talep edilebilecek bir tazminat. Dolayısıyla, 13 yaşında, iki bacağı kesilmiş çocuk, kendi adına (velayeten velileri aracılığıyla) sakatlık ve işgöremezlik oranlarının tespitini müteakip, yine kusur oranlarına göre yapılacak tazminatla, maddi tazminat (ve manevi tazminat) talep haklarına sahip olur, burada destekten yoksun kalma durumu yok.

***

Alıntı:
Şöyle ki; ben muhtemel destek kaybını, bir önceki mesajda Sayın Putto'ya cevaben yazdığım ve aşağıda da alıntıladığım gibi biliyor, düşünüyorum. Doğruluğunu teyit eder misiniz?

Bu olayda 65 yaşa kadar hesap edilecek bir gelir durumu var ve 18 yaşı esas alırsak anne-babanın masraf yapacağı dönem sadece 5 yıl. Dolayısıyla bu ifadenizi biraz açabilir misiniz? (Olayımızda ölüm olmadığını hatırlatayım ve muhtemel destekten yoksun kalmayı; ileride daha iyi bir mesleğe, kazanca sahip olup anne-babaya yardım etme anlamında kullandım, terim olarak yanlış kullanmış olabilirim.)


Bu durumda ikinci sorunun yanıtını yukarıda verilmiş oluyor.

Ve estağfurullah. Teyit etmek hak ve yetkim olamaz. Verdiğim yanıtlar bilebildiğimcedir ve yalnızca beni bağlar. Hep birlikte tartışıyoruz.

Saygılarımla...
Old 05-10-2006, 23:41   #25
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Forumu nihayet şimdi okudum

"Farazi destek?" diye sorup dvam eden yanıtlarımın nedenini şimdi anladım.

Destekten yoksun kalma ibaresini görünce, konuyu ölümle ilişkilendirmişim.

Ölüm yoksa, -bence- ne desteğin, ne de farazi desteğin desteğinden yoksun kalma sözkonusu olabilir. Ana babanın -kendi- hukukları yönünden olsa olsa, manevi tazminat ve velayet altındaki küçük için sarfettikleri, edecekleri ,etmek zorunda kalacakları tedavi giderleri (maddi tazminat) sözkonusu olabilir. Çocuk içinse , sakatlık ve işgöremezlik oranlarına göre, aktüerya hesabı yapılarak , aktif çalışma süresine göre çocuk için ayrıca yapılacak maddi tazminat hesabı ile yine elbette manevi tazminat.
Old 05-10-2006, 23:52   #26
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sayın Dar'c,

Sorunuzla ilgili olarak aşağıdaki linkte, tüm sorularınızı ayrıntılı olarak yanıtlayacak nitelikli bir yazıyla karşılaştım.

Sanırım tazminata ilişkin sorularınızın tümünün yanıtı mevcut.

Saygılarımla...




http://www.jura.uni-sb.de/turkish/SOzguldur.html
Old 05-10-2006, 23:56   #27
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın Sehper,
Harikasınız! Teşekkürler.
Old 06-10-2006, 09:23   #29
*sinequanon*

 
Varsayılan

Sn.Jean D'arc yukarıda sayın korayad'ın verdiği örneklerde görev yönünden şöyle bir fark olduğunu düşünüyorum;

1. örnekte makinistin idareyle arasında sözleşme bulunan bir kişiye verdiği zarar söz konusu.Bu durumda her ne kadar hizmet kusuru bulunsa da mağdur ile idare arasında bir özel hukuk sözleşmesi olduğundan bu özellik hizmet kusurunun önüne geçecek ve dava adli yargının görev alanına girecektir.

2. örnekte ise idarenin sinyalizasyon,bakım vs.den kaynaklanan hizmet kusuru var ancak birinci örnektekinden farklı olarak arada özel hukuk sözleşmesi yok.Ayrıca tren bir trafik taşıtı da sayılmadığından dava idari yargının görev alanına giriyor.

Yani bence yorumunuz doğru.Sizin olayda adli yargı görevli bu durumda.

Saygılar...



Saygılar...
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
maddi manevi tazminat haklarından feragat - Bilahare Dava Açmak madvocate Meslektaşların Soruları 10 17-02-2017 12:36
boşanma maddi ve manevi tazminat av.asen öznur Meslektaşların Soruları 2 28-02-2009 18:21
maddi-manevi tazminat olcsvl Meslektaşların Soruları 5 14-05-2007 13:56
Boşanmada Maddi Ve Manevi Tazminat sumru Hukuk Soruları Arşivi 4 17-10-2003 11:00
Maddi Ve Manevi Tazminat Davası kamilserdar Hukuk Soruları Arşivi 1 17-02-2002 01:50


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10009289 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.