Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM), THS Kadın Hakları Çalışma Grubu projesidir. Bu foruma siteye üye olmadan soru gönderilebilir ancak forum sadece kadın haklarına ilişkin konulara açık olup, diğer hukuki soru ve sorunlar alanda yayınlanmaz. [Kahdem Portalı]

Hukukun Temel Felsefesİnİn Zedelenmesİ.

Konuyu Kilitleyin
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 01-05-2010, 12:55   #1
Konuk

 
Varsayılan Hukukun Temel Felsefesİnİn Zedelenmesİ.

HUKUKUN TEMEL FELSEFESİNİN ZEDELENMESİ

1.) 2004 yılında boşanma davası açtım
2.) Boşanma 2005 yılında kesinleşti.
3.) Boşanmanın kesinleşme tarihi 2006 yılında Yargıtay kararı üzerine netleşti. Kısacası kesinleşme tarihimi 2006 yılında öğrendim. Boşanmada karşı taraf % 100 kusurlu bulundu.
4.) 2004 yılında boşanma davasının yanı sıra Mal rejimi alacağı için fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak kısmi dava açtım.
5.) Karşı tarafta aynı şekilde bana kısmi dava açtı. Bu iki dava birleştirildi.
6.) Her iki tarafta aynı miktarda kısmi dava açtığı için aynı miktarlar birbirini sıfırladı karşı tarafın fazlaya ilişkin alacağı çıkmadı benim çıktı.
7.) Söz konusu dava 2008 yılında, yanlışlığı önceden mahkemece de kabul edilmiş ve içeriği kısmen başka eve ait olan aşırı düşük değerli bilirkişi raporu doğrultusunda alacak miktarımı çok büyük zarara uğratacak şekilde sonuçlandı. Oysaki dosyada müzekkere yoluyla bu raporun yerine alınmış yeni rapor mevcuttu. Bu rapor değerlendirmeye alınmadan, göz ardı edilerek hâkimin yanlış rapora göre ve fazlaya ilişkin harç talebinde bulunmadılar diye pat diye davayı sonlandırması tam bir şoktu.

8.)Fazlaya ilişkin harç yatırılmadı çünkü fazlaya ilişkin kısım henüz belli ve net değildi. Yeni raporun değerlendirilmeye alınması gerekiyordu.Net olmayan bir rakam üzerinden nasıl fazlaya ilişkin harç talebinde bulunulabilirdi. Hal böyle olunca yanlış rapora göre karar verildi diye tarafımızdan Yargıtay a itiraz edildi yalnız itirazda fazlaya ilişkin harç hususundan hiç bahsedilmedi. Çünkü karar tarihi olan 2008 yılında zaman aşımı 10 yıl idi. Boşanma 2005 de kesinleştiği için önümüzde daha beş yılımız olduğundan dolayı fazlaya ilişkin rakam netleştikten sonra ek dava açılabilirdi. Dosya Yargıtay sürecinde iken yani 2009 yılında zaman aşımı birden bir yıla indi ve bu hususta da gafil avlandık. Dosya halen Yargıtay da olup söz konusu dava henüz daha sonuçlanmadı.


9.) Dosya karara bağlandığında zaman aşımı on yıldı, dosya Yargıtay da iken zaman aşımı bire indi. Hal böyle olunca süre gelen haklarım otomatikman buhar oldu, 27 yıllık birikimim, emeğim, 6 yıllık hukuk mücadelem mahkeme ve avukatlık masraflarım koşuşturmalarım tamamen boşa gitti. Alacaklı durumda iken Yargıtay dairelerinin zaman aşımı hususunda, yorum farklılıkları nedeniyle mahsuplaşacak alacaklarım yok edildiği için kira ecrimisil gibi nedenlerle verecekli pozisyonuna düştüm. Dolayısıyla haklarım boşanmada tamamen kusurlu bulunmuş tarafa benim rızam dışında hibe edilmiş, kusurlu taraf ödüllendirilmiş haklı taraf mağdur edilip cezalandırılmış gibi bir şey oldu ki bu durum hukukun ve adaletin temel felsefesine kesinlikle aykırıdır.

10.)Zaman aşımı süresi 1 yılda olabilir on yılda olabilir elbette ki en doğru kararı yine sağduyulu hukukçular verecektir ki mahkemelerin gerçek durumunu ve olayları bizzat yaşayan bir vatandaş olarak on yıl olması gerektiği düşüncesindeyim. Lakin bu hususlara karar verilip geçiş yapılırken geçişten önceki süregelen davaların ve bu davalarla bağlı olarak gündeme gelebilecek ek davaların en azından bir yıllık zaman aşımından muaf tutulup, Hukukçuların kendi aralarındaki farklı yorumları sebebiyle vatandaş gafil avlanıp mağdur edilmemeli, kusurlu taraf ödüllendirip hukukun temel felsefesine aykırı davranılmamalıydı diye düşünüyorum.

11.) Sekizinci Hukuk dairesine göre boşanmanın kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde dava açılmalıymış. Bunun sebebi delillerin yok olmasıymış. Burada şöyle bir ikilem daha var.

a.) Boşanmamın kesinleşme tarihi 2005. lakin ben boşanmanın kesinleşme tarihinin 2005 olduğunu 2006 yılında Yargıtay kararı sonucu öğrendim. Burada zaman aşımı başlangıç tarihi 2005 kabul edilse 2006 yılında süre doluyor, 2006 kabul edilse 2007 de süre doluyor. Bu tarihlerde zaman aşımı süresi on yıldı ve kısmi davamda daha belgeler toplanıyordu ki fazlaya ilişkin alacaklarım belli bile değildi. Bu tarih itibariyle halen daha belli değil.Çünkü dosya Yargıtay da.Şimdi vatandaşla dalga geçer gibi nasıl on yıl değil de bir yıl dı. Zaman aşımını geçirmişsin diyebilirler. Aklım mantığım almıyor. Ayrıca söz konusu davada deliller yok olmadı bilakis toplanmış ve sona yaklaşılmış durumda.

12.)Dosyam Yargıtay dan dönünce fazlaya ilişkin haklarımı alabilmek adına tarafımdan ek dava açılacaktır.Elbette karşıma zaman aşımı mevhumu çıkacaktır.Lakin burada kusurlu taraf ödüllendirilip haklı taraf cezalandırılarak hukukun temel felsefesinin zedelenme olayı da söz konusudur. Sorum neden 10 yıl neden bir yıl olması gerektiği değildir.Çünkü Sitenizden Bu hususta çok önemli gerekli bilgilenmeleri edindim.Lakin Anlatımlarım doğrultusunda gözden kaçırdığım hukuka aykırılık başka hususlarda var ise hukukun temel felsefesinin zedelenmesi konusunda hangi kanun maddelerine dayanabilirim. bilgilendirebilirseniz sevinirim.
Old 03-05-2010, 21:38   #2
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Sayın Katılımcı,

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi bana göre de hatalı bir kararla mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı alacak davalarına 1 yıllık zamanaşımı süresini uygulamaktadır.

Bu 1 yılık sürenin dayanağı medini kanun 178. madde olarak gerekçelendirilmektedir. Oysa ki 178. madde boşanmanın ferisi niteliğindeki maddi ve manevi tazminatlara ve boşanma sonrası devam edecek olan yoksulluk nafakasına ilişkindir. Madde 178 gerekçesi de bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Alıntı:
MADDE 178 - Madde boşanma sebebiyle açılacak davaların, evliliğin boşanma nedeniyle son bulmasından itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine tâbi olduğunu hükme bağlamaktadır. Bu hüküm sayesinde evliliğin boşanma nedeniyle son bulmasına rağmen eşlerin yıllar sonra maddî ya da manevî tazminat ya da ilk kez istenilen yoksulluk nafakası dolayısıyla karşı karşıya gelmeleri önlenmek istenmiştir. Bütün alacak istemleri gibi boşanmadan doğan tazminat ve yoksulluk nafakası istemlerinin de bir zamanaşımı süresinin olması gerekir. Bu süre, evliliğin boşanma sebebiyle son bulmasına ilişkin hükmün kesinleşmesinden itibaren işlemeye başlayacaktır.

Ülkemiz koşullarında, hakkını aramakta maalesef yeteri kadar bilgili olamayan ve imkanla donatılmamış kadın için hakkını aramaya yönelik dava açmasını 1 yıl ile sınırlamak son derece acımasızdır, sakıncalıdır.

Ekonomik gücü, satın almayı ve bilgiyi elinde bulunduranın çoğunluğu erkektir, mağdur ve korunmaya muhtaç ve ezilen yine kadındır.

Hukukun Temel ilkesi adalettir. Adalete erişmek, erişebilmek ise temel hedeftir.

Sosyal Devlet anlayışı bireylerinin adalete erişmesini yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak zorundadır.

Devlet, yasal sistemin herkese eşit ölçüde erişilir ve sistemin hem bireysel hem de toplumsal açıdan adil sonuçlar doğurmasını sağlamak zorundadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin amacı budur.
Alıntı:
Madde 6
Adil yargılanma hakkı

1. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde, veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.
2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
e) Duruşmada kullanılan dili anlama dışı veya konuşma dışı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.


Yine Türkiyenin imzaladığı EK-1.Protokol 1. madde

Alıntı:
Madde 1
Mülkiyetin korunması

Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.


Devlet, sosyal devlet anlayışı içinde bireylerin haklarını kullanbilmeleri için uygun yargılama usullerini, hızlı ve adil yargı koşullarını sağlamak zorundadır.

Aksi halde devlet, bireyin adalete yeterli şekilde erişim hakkını kısıtlamış olacaktır.

Anayasa madde 2:

II. Cumhuriyetin nitelikleri

Madde 2 - Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Anayasa madde 5:

V. Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Anayasa madde 36:

A. Hak arama hürriyeti

Madde 36 - Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Ve yine sosyal devlet; davaların makul bir sürede ve makul masraflarla, uygun yargılama usulleri ile çözümlenmesinin önünü açmak, gerekli düzenlemeleri yapmak zorundadır. Yargılam usulleri açık ve anlaşılır olmalıdır.

Bireyin önüne, hakkını almasını engelleyecek kanundan kaynaklanmayan "daraltıcı yorumlar" çıkıyor ise bu durumda devletin adalete erişimi kolaylaştıracak biçimde davranmadığından söz edebiliriz.

Bu bağlamda açacağınız ikinci davanın zamanaşımı sebebiyle reddedilmesi ve tüm hukuki yolları tüketmesi halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de başvurulabileceği kanatindeyim.

Saygılarımla,
Old 03-05-2010, 22:48   #3
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
9.) Dosya karara bağlandığında zaman aşımı on yıldı, dosya Yargıtay da iken zaman aşımı bire indi.

Bu konudaki eleştirinize tamamen katılıyorum. Yargı karar verirken, veyahut istikrar kazanan görüşlerini değiştirirken, kararın sonuçlarını tüm etrafıyla düşünmek zorundadır.

Görüş değişikliği söz konusu olduğu durumlarda, özellikle haklara sınırlama getiriliyorsa mevcut haklara asla zarar verilmemelidir. Borçlar Kanununda, tarafların sözleşme ile kanundaki zamanaşımı sürelerini değiştirmelerine izin verilmemişken, sizin olayınızda olduğu gibi bazen Yargı, -salt- görüşünü değiştirerek dolaylı olarak taraflar için geçerli olan zamanaşımı sürelerini maalesef değiştirebilmektedir.

Benim kişisel fikrime göre; her davanın açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirilmesi kuralı, bir hukuk ilkesi olarak kabul görmekteyse de, (bu olaydaki gibi özel durumlarda) kanunların ve yargı kararlarının uygulanması noktasında davanın açıldığı tarihten ziyade hakkın doğduğu tarihte geçerli kanun ya da içtihatların geçerli sayılıp, uygulanması adaleti tesis etmek adına zorunludur.
Konuyu Kilitleyin


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Hukukun felsefi yönü MİMAR Hukuk ve Felsefe 38 18-10-2016 09:53
Dİl Felsefesİnİn Sorunlari ÇÖzÜlmeden, Felsefe Ve Hatta Hukuk Felsefesİ Hanesİz Mİdİr calikusu_kamuran Hukuk ve Felsefe 3 13-03-2015 03:39
Hukukun Kitapları demirlaw Kitap 7 19-07-2013 15:33
Hukukun kalitesi - Yorumsuz Av. Hulusi Metin Hukuk Sohbetleri 4 28-06-2010 09:18
Hukukun Tebessüme İhtiyacı Var!! abinitiolaw Site Lokali 3 06-06-2002 22:06


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04748893 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.