Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

hizmet tespit davası ile birlikte iş kaz doğan tazminat d. birlikte açılabiliği

Yanıt
Old 12-11-2006, 14:23   #1
uye9493

 
Varsayılan hizmet tespit davası ile birlikte iş kaz doğan tazminat d. birlikte açılabiliği

Merhabalar
Başka bir konuyla ilgili olarak ilgili formun içinde geçmesi hasebiyle bu konuyu tartışmaya açma gereksinimi hiisettim katılım olursa sevinirim
İki işçi işyerinde çalışmakta birisi sigortalı diğeri sigortasız .iş kazası oluyor ve aynı olayda her iki işçi de vefat ediyor.Sigortalı işçi için müfettişler geliyor kazanın iş kazası olduğunu tespit ediyorlar ve işverenın kusuru oldugunu.diğer işçi ise arkadaşı diye tutanaklara geçiyor aradan zaman geçiyor diğer işçi için ihbarda bulunuyor.ancak henüz idari soruşturma devam ediyor.sigortalı işçi ssk ca karşılanmayan giderler ile manevi zararları için dava açmak istiyor-sigortasız işçide tazminat davası açmak istiyor.
1- sigortalı ve sigortasız işçi aynı dava dilekçesi ile dava açabilirmi
2- sigortasız işçi bu acacagıtazmınat davasında ön sorun olması nedenıylehızmetın tespitini istemesi gerekirmi
3- eğer sigortalı ve sigortasız çalışan işçiler aynı davada dava açabilecekse ve sigortasız işçi için yıne aynı dava hızmetın tespiti istenılecek ise yasal hasım ssk ve işveren ıkısı bırlıktemı gosterılmelıdır
4-Hzimet tespiti ve iş kazasından dogan tazmınat davası aynı dava dılekçesı ıle bırlıkte acılabılırmı
5-iş mufettıslerının kazayı iş kazası olarak raporlarıda belirtmiş ise yinede mahkemeden talep kısmında olayın iş kazasnın tespitide talep edilecekmidir
saygı ve sevgılerımle
Old 12-11-2006, 15:20   #2
orhan üçyıldız

 
Varsayılan sayın meslektaşım

sigortasız bir işçi için öncelikle bir hizmet tespiti şart ve ayrıcaaynı anda veya daha sonra kıkıdem,ihbar,mesai ücreti alacağı davalarını açabilirsin ancak mahkeme bu açılan ikinci davayı bekletici mesele yapacaktır.ayrıca hizmet ile tazminatıberaber açamassın.Hizmet tespiti davasırda hem ssk hemde işveren taraftır ama tazminatta sadece işveren taraf olur.kanaatimce iki işçinin davaları ayrı açılmalıdır.zaten ayrı açmak lehinedir çünkü sigortasız işçinin davası çok daha uzun sürecektir.
Bunuda unutmamak gerekirki yargıtay hizmet tespiti davalarında sadece tanıklarıyeterli görmez bunun belgelerle veya diğer delillerle ispatı gerekir.Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana.
Old 12-11-2006, 15:23   #3
Jeanne D'arc

 
Varsayılan

Sayın isaaydogan,

İşçiler ölmemiş miydi?

1)Birlikte dava açmaları usul anlamında mümkün ancak; iş mahkemelerinde işçi davalarının ayrı dosyalar üzerinden yürümesi tercih nedeni. Kıdem-ihbar ve diğer yasal hakları nedeniyle davaları arasında bağlantı olan 4 kişinin davasını birlikte açmıştım, mahkeme esasa kayıt yapmadı, hepsini tek tek ayırmak zorunda kalmıştım. Ayrı ayrı esas açıyorlar ancak dosyaları birlikte yürütüyorlar. Zaten karışıklık olmaması bakımından ayrı ayrı açmanızı öneririm.

2)Mevcut vakıanın iş kazası sayılması için, işçinin sigortalı olmasına gerek yoktur. Henüz kuruma tescili yapılmasa da bu kişi işçi sayılır ve İş Kanunu'nun faydalanır, maruz kaldığı kaza da iş kazası sayılır. Bu anlamda sigortalılığın tespiti davası iş kazası davası için bekletici mesele olmaz. Hizmet tespiti davası ispat yönünden sıkı şartlara tabii. Yazılı delil veya aynı işyerinde, aynı dönemde, tam gün üzerinden sigortalı çalışan 2 kişinin tanıklığı veya aynı civardaki komşu dükkan sahiplerinin tanıklığı gerekli ki bunu sağlamak pek kolay olmuyor. Kısmi süreli çalışanlar, ancak kurama gösterildikleri gün kadarına tanık olabiliyor. Sigortasız çalışan için, dava açmayı beklemeden hemen, kuruma iş kazasından dolayı tahkikat yapılması için yazılı olarak başvurmalısınız.

3)Davaları hem işçiler ve hem de hizmet tespiti ve tazminat bakımından ayrı ayrı açmanızın daha iyi olacağını düşünüyorum. Hizmet tespiti davasında hem SSK ve hem de işyeri taraf olarak gösterilmelidir. İş kazasından dolayı kurum zaten inceleme yapıp, maaş bağlıyor ve bu rakam da nihai hesaptan düşülüyor. O nedenle sadece sadece işverene dava açmalısınız diye düşünüyorum ancak bu bilgiyi teyit edin.

4)Hizmet tespiti ile kıdem-ihbarın birlikte açıldığına ancak hakimin, avukata "dosyaların daha çok karıştığına" dair serzenişte bulunduğuna şahidim.

5)İş kazasının tespitine yönelik ayrıca talepte bulunmanıza gerek yoktur. Sadece sigortasız işçi için, iş kazasından dolayı tahkikat yapılması istemiyle bir an önce kuruma başvurunuz.

Saygılarımla.
Old 12-11-2006, 23:17   #4
Av. Muzaffer ERDOĞAN

 
Varsayılan hizmet tespit davası ile birlikte iş kaz doğan tazminat d. birlikte açılabiliği

Öncelikle hizmet tespit davası ile alacak davasının birlikte açılabileceği kanısında olduğumu belirtmeliyim.

Eskiden böyle açılıyordu daha sonra Yargıtay uygulaması ile ayrı açılmaları gerektiğine karar verildi.

Ancak son zamanlarda okuduğum bir kararda birlikte açılabileceği vurgulanmıştı gibime geliyor (Tarih ve sayı veremiyorum bir daha bakacağım ama YKD de yayınlanmıştı)

Bence ayrı görülmesinin bir nedeni yoktur.

Olay tektir. Bir yerde çalışmak. Aynı kanıtlar ile kanıtlanacaktır. İki ayrı dava açılması usul ekonomisine aykırıdır.

Buradaki tartışma hizmet tespitinin kamu hukukunu ilgilendiren bir olay olması ve SSK nın zarara girmesinin engellenmesidir.

Yargıtay alacak davalarının kabulünü kolaylıkla onaylarken hizmet tespiti davalarında ayrıca bir titizlik göstermektedir. Bence SSK yanında taraf olmaktadır.

Başımdan geçen bir olayı anlatayım:
Hizmet nedeni ile alacak davası açtım. Kesinleşti. Sonra hizmet tespiti nedeni ile dava açtım. Kesinleşmiş kararı kanıt olarak gösterdim. Yerel mahkemede davayı kazandım. Yargıtay "aynı yerde çalışan sigortalı işçilerin beyanının alınması ve kesin kanıtlara dayanılması (burada ifade edilen çevreden bulunan tanıklat yetmez gibi bir şey idi) gerekçe ile kararı bozdu.

Burada ilginç bir durum oluşuyor. Alacak hakkının saptanmasında çalışma süresi temel bir etmen. Bu onanmış. süre saptanmış. (örn. Kıdem tzm.natı bu süreye göre hesaplanmış ve bu karar denetimden geçerek onaylanmış.) Ardından açtığım davada bu karar yetmez deniyor. Peki kesin hükmün etkisi?

Bu bana geçmişimde bir Yargıtay üyesinin söylediği bir sözü anımsattı:
Bir kooperatif hissesi satıyordum. Alıcı olarak bir Yargıtay üyesi geldi. Sohbet arasında söylenen hala unutamadığım laf şu:
Hazine avukatları sizin kadar iyi avukat olsalar idi kendi bürolarını açar para kazanırlardı. Biz onun için incelemelerimizde devletin çıkarlarını koruruz.
İlginç bir düşünce biçimi: "DEVLETİN AVUKATI YARGIÇ"

Ben bu davaların birlikte açılması gerektiğini, yasalarımızın da buna uygun olduğunu düşünüyorum. Bir davada herkes eteğindeki taşı döksün. Ben işçi ile ayrı SSK ile ayrı uğraşmayayım. Olaya ilişkin tüm kanıtlar ortaya sürülsün, tartışılsın ve karar verilsin.

Kolay gelsin.

Saygılar.
Old 13-11-2006, 01:00   #5
tunca07

 
Varsayılan

Sayın meslektaşlarım bakınız ; tarafları aynı olan bir davada, aynı olayda ve aynı mahkemenin görev alanına giren bir durumda nasıl olurda iki dava açılabilir, muhakeme edebilmek güç... bunu öncelikle açıklamak gerekir, hukuk bir muhakeme olduğuna göre mevzuatlar önemli değildir... Yargıtayın düşüncesi her konmuda her an değişebilmektedir... böyle de olmuştur! (Not: benim açtığım konuya da bu mesaı atıyorum.)
not2: yargıtay 10. ve 21. hukuk daireleri arasındaki ayrım hukuku değil yargıtayı bağlamaktadır lütfen bunu göz önüne alalım..
Old 13-11-2006, 11:13   #6
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Sn.muzaffererdogan'ın görüşünü destekleyen bir HGK aşağıdadır. Biz, açılan bir davada bu kararı sunarak birleştirme talep ettik.
Saygılar.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/21-226
K. 2004/223
T. 14.4.2004
• HİZMET TESPİTİ VE TAZMİNAT DAVASI ( Bağlantılı Davaların Birlikte Görülmesi - Temyiz Mercilerinin Ayrı Olmasının Davalar İçin Bir Ayırma Nedeni Olmadığı )
• SİGORTALI HİZMETİN TESPİTİ VE TAZMİNAT DAVASI ( Bağlantılı Davaların Birlikte Görülmesi - Temyiz Mercilerinin Ayrı Olmasının Davalar İçin Bir Ayırma Nedeni Olmadığı )
• DAVALARIN AYRILMASI ( Temyiz Mercilerinin Ayrı Olmasının Davalar İçin Bir Ayırma Nedeni Olmadığı - Sigortalı Hizmetin Tespiti ve Tazminat )
• BAĞLANTILI DAVALARIN BİRLİKTE GÖRÜLMESİ ( Temyiz İncelemesi Uyuşmazlığı Doğuran Asıl Hukuki İlişkiye Ait Hüküm ve Kararları İnceleyen Dairece Yapılacağı )
• DAVALARIN BİRLİKTE GÖRÜLMESİ ( Temyiz İncelemesi Uyuşmazlığı Doğuran Asıl Hukuki İlişkiye Ait Hüküm ve Kararları İnceleyen Dairece Yapılacağı )
• TEMYİZ ( İncelemenin Uyuşmazlığı Doğuran Asıl Hukuki İlişkiye Ait Hüküm ve Kararları İnceleyen Dairece Yapılacağı - Bağlantılı Davaların Birlikte Görülmesi )
506/m.6,79
1086/m.45,46
2797/m.14
ÖZET : Yargıtay Kanununun 14. maddesinde dairelerin görevleri belirlenmiştir. Anılan maddeye göre bir davada birkaç Hukuk dairesinin görevine giren uyuşmazlık söz konusu ise, temyiz incelemesi uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait hüküm ve kararları inceleyen dairece yapılır.

Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde, davaların arasında bağlantı var sayılır.

Temyiz mercilerinin ayrı olması, davalar için bir ayırma nedeni değildir.

Birbirleriyle bağlantılı olan davaların birlikte açılıp, sonuçlandırılması olanaklı olup salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olması ve ispat şekillerinin farklı olması gerekçeleri ile ayrılmalarına karar verilemez.

Açıklanan durum karşısında sigortalı hizmetin tespiti davası ile işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak davalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu, birlikte açılıp, sonuçlandırılmalarının olanaklı olduğu, anılan davaların salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olduğu ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle ayrılmaları gerektiği hususunun bozma nedeni yapılamayacağı sonucuna varılmıştır.

DAVA : Taraflar arasındaki ""çalışma tespiti ve tazminat"" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Pazar/Tokat Asliye Hukuk Mahkemesi )nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.5.2002 gün ve 2000/81 E. 2002/59 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesinin 23.1.2003 gün ve 10164-329 sayılı ilamı ile; ( ... Sigortalılığa ilişkin, ""hizmet tespiti"" davaları Sosyal Güvenliğe yönelik ortaya çıkan davalardır. Yasal dayanağını 506 sayılı Yasanın 6. ve 79/10. maddelerinden almaktadır. Sözü edilen 6. madde de, çalıştırılanların, işe alınmaları ile kendiliğinden sigortalı olacakları, sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir. 79/10. madde de ise sigortalıların çalışmalarının tespiti ile ilgili dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan bu tür davalar Sosyal Güvenlik hakkı ve Kamu düzeni ile ilgilidir. Kamu Hukuku içerisinde yer alan bir hukuk dalında kişi iradesi önemli değildir. Doğrudan yasal statüsü gereği içerisinde bulunduğu durum dikkate alınır. Hakimin doğrudan gerçeği bulma yükümü bulunmaktadır.

İşçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.

Bu durumda; her iki davanın yasal konumları birbirinden tamamen farklıdır. Her iki dava arasında; birlikte görülmelerini veya birleştirilmelerini gerektiren bir neden bulunmamaktadır. Kaldı ki, birbirinden bağımsız sonuçlandırılmalarında da yarar bulunmaktadır. Öte yandan, bu davaların Yargıtay inceleme mercileri de farklıdır; ayrı ayrı açılıp, görülmeleri gerekli bu tür davaların birleştirilmek suretiyle birlikte görülmeleri usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Mahkemenin bu maddi ve hukuksal olguları gözetmeksizin, birbirinden tamamen farklı iki davayı birlikte bir arada görmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Yapılan iş her iki davayı ayırmak ve yargılamayı birbirinden bağımsız olarak sonuçlandırmaktan ibarettir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalılar vekili.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, hizmet tespiti ve işçilik alacaklarının tahsili isteğine ilişkindir.

Davacı, davalı Ü... Belediyesinde 25.5.1992 tarihinde mevsimlik işçi olarak işe başladığını, daha sonra daimi işçi olarak görevlendirildiğini, 1996 yılı çalışmasının her nasılsa Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilmediğini; 1999 yılında 53 günlük çalışmasının eksik bildirildiğini; Sendikaya üye olduğu için hiçbir ihtar yapılmaksızın 1.11.1999 tarihinde işten çıkartıldığını; Sosyal Sigortalar Kurumuna eksik bildirilen 1996 yılına ait 120 gün, 1999 yılına ait 53 gün çalışmasının tespitine, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 246.786.232 TL. ihbar tazminatı; 762.393.150 TL. kıdem tazminatı; 109.910.000 TL. yıllık izin ücreti; 740.358.696 TL. kötüniyet tazminatı ve ödenmeyen zorunlu tasarruf ( nemasının ) davacının işten çıkartılmasından itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Ü... Belediye Başkanlığı vekili davanın reddini savunmuş, Yerel Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.

Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, hizmet tespiti davası ile işçilik alacakları davasının birlikte görülüp görülmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle davacı işçinin birlikte açtığı her iki davanın hukuksal nitelikleri üzerinde durulmalı ve ardından da bu iki davanın usul hükümleri çerçevesinde birlikte görülme olanağının bulunup bulunmadığı hususu yani uyuşmazlığın kilitlendiği nokta irdelenmelidir.

İlkin sigortalı hizmetin tespiti davalarının hukuksal niteliği ve yargılama yöntemi üzerinde durulmasında yarar vardır.

Ülkemizde Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olması gerektiği halde Kurumun bilgisi dışında çalıştırılan büyük bir kitlenin olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle sigortalı hizmetin tespiti davaları iş mahkemelerini ve giderek de Yargıtay'ın ilgili dairelerini en çok meşgul eden uyuşmazlıklar arasında yer almaktadır.

Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir insan hakkıdır. Aynı zamanda ""sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir"". Bu esası göz önüne alan anayasa koyucu ""Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler"" başlığı altında sosyal güvenlik hakkını da düzenlemiş ve 60. madde ile ""herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar"" hükmünü getirmiştir.

Görüldüğü gibi vatandaşlara bu konuda Anayasal bir hak tanınırken, devlete de onların bu haktan yararlanmasını sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Bu Anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10. maddesi genel olarak sosyal güvenliğin sağlanması araçlarından birisidir. Söz konusu düzenlemenin özel amacı ise, kanunun diğer maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde daha açık biçimde ortaya çıkar. Anılan maddede ""yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün ve sayıları nazara alınır"" hükmü yer almaktadır.

Yine aynı yasanın 6/1. maddesinde, ""çalıştırılanlar işe alınmakla kendiliğinden sigortalı olurlar"" denilmektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ""sigortalı olmak hak ve yükümünden vazgeçilemeyeceği"" öngörülmüştür.

Gerçekten, işe başlamakla sigortalılık niteliği kazanılır ve sigorta kollarına tabi olunur. Ne var ki, tek başına sigortalılık bazı sigorta kollarının sağladığı birtakım haklardan yararlanmak için yeterli değildir. Bunun için belli bir süreden beri sigortalı olmak ve/veya o sigorta kolu için belli bir prim ödeme gün sayısına ulaşmak gerekir. Sigortalı hakkındaki böylesine önemli bilgilerin, bu doğrultuda işlem yapılabilmesi için Kuruma ulaşması gerekir. Bunu sağlamak için de sigortalı çalıştıran işverenlere sosyal sigorta ilişkisi çerçevesinde bazı yükümlülükler getirilmiştir.

İşveren öncelikle işyerini ( SSK m.8 ) ve çalıştırdığı sigortalıları. ( SSK m.9 ) Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmek zorundadır. Böylelikle Kurum, işyeri ve sigortalıdan haberdar olur, onları takip edebilir. İşveren ayrıca çalıştırdığı sigortalı sayısı, sigorta primleri hesabına esas tutulacak kazançlar toplamı ( SSK m.77 ), prim ödeme gün sayıları ve sigorta primleri miktarını da Kuruma bildirmelidir. ( SSK m.79/1 ). Bu da örnekleri Sosyal Sigortalar işlemleri Yönetmeliğinde gösterilen ""aylık sigorta primleri bildirgesi"" ( SSİY m.16 ) ve ""dört aylık sigorta primleri bordrosu"" ( SSİY m.17 ) düzenleyerek yapılır. İşveren bu yükümlülüklerini yerine getirmez, Sosyal Sigortalar Kurumu da bunu tespit edemezse Kurumun bilgisi dışında, sigortalı çalıştırılması söz konusu olur.

Diğer taraftan, işverenin bildirim yükümlerini yerine getirmemesi çalışanın sadece sigortalılığını değil, buna bağlı tüm haklarını kazanmasını engeller ki bu da Anayasa ve yasalar karşısında kabul edilebilir bir durum değildir. İşte bu noktada SSK m.79/10'daki hükmün amacı, sigortalıların açacakları bir dava ile işverenin Kuruma vermediği belgelerde bulunması gereken hususların tespit edilerek bunun Kurum tarafından nazara alınmasını sağlamaktır. Bu özelliği nedeniyle de çoğu zaman hizmet tespiti istemleri ile işçilik haklarından kaynaklanan istemlerin iç içe girmeleri, aynı davada ileri sürülmeleri söz konusu olmaktadır.

Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sözü edilen dava, nitelik itibariyle bir olumlu tespit davasıdır. Ne var ki, bu dava ileride açılacak olan eda davasına esas teşkil edecek bir tespit davası olarak nitelenemez. Kanuni düzenlemeye göre davacı, açacağı davada sigortalı hizmetlerinin tespitini isteyecek; talebi kabul edilirse alacağı ilamı gerekli işlemleri yapması için Kuruma iletecektir. Davacının bu davayı açmaktaki hukuki yararı bizzat kanun koyucu tarafından açıkça öngörülmüştür.

Sigortalı hizmetin tespiti davasında davacı, tespitini istediği süreler bakımından sigortalı niteliğini taşımalıdır. Taraf sıfatına sahip olabilmesi için bu şarttır. Burada sözü edilen sigortalı zorunlu sigortalıdır. Sigortalı hizmetin tespiti davasını açabilecek olan zorunlu sigortalılar ise kanunun lafzından ve yorumundan çıkan şekliyle, iş ilişkisi kural olarak hizmet akdine dayanan, SSK m.3'teki istisnalara girmeyen ve işini işverene ait işyerlerinde yapan kişilerdir. Bu kişilerin İş Kanunu kapsamında olmaları gerekmez. İş ilişkisi hizmet akdine dayanan kişilerin yanında memuriyet ilişkisine dayanarak çalıştırılan koruma bekçileri ( SSK m.2/2 ) ile istisna akdine dayanarak çalıştırılan sanatçı, düşünür ve yazarlar ( SSK Ek m.10 ) da sigortalı sayılmışlardır. Sigortalı sayılmada önem taşıyan bir diğer husus da işin işverene ait bir işyerinde yapılmasıdır. Kanun işyerini SSK m.2'de belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yer olarak tanımlamış, eklentileri ve araçları da işyerinden saymıştır ( SSK m. 5 ). Görüldüğü gibi, işyeri tanımlanırken sigortalı esas alınmıştır. Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sigortalı hizmetin tespiti davasının kime karşı açılacağı konusunda bir düzenleme yoktur. Ancak yargı kararları ile davanın işveren ile birlikte Kuruma karşı da açılması gereği vurgulanmaktadır. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu tespit ilamını aldığında işverenden o döneme ait prim belgelerini vermesini ister.

Aksi halde bunlar Kurumca re'sen düzenlenir. Tespit edilen döneme ilişkin primler de gecikme zammı ve faizi ile birlikte Kurum tarafından tahsil olunur. Ayrıca tespit edilen hizmet süresi, prim ödeme gün sayısı ve aylık kazanç toplamları Kurum tarafından yapılacak yardımlarda ve bağlanacak aylıklarda dikkate alınır. Bu yüzden Kurumun sonucunda alınacak ilamı infaz edeceği ve hak alanını ilgilendiren bir davada taraf olması doğaldır. Dava sadece işverene veya Kuruma karşı açılmışsa davacıya diğerini de davaya dahil etmesi için süre verilecektir. Kanunda açık bir hüküm bulunmamasına rağmen sosyal sigorta ilişkisinin ve hizmet tespiti davasının özellikleri göz önünde tutularak bu husus kabul edilmiştir.

Bu noktada davalı işveren üzerinde kısaca durmakta yarar vardır. SSK m.4/1 sigortalı çalıştıran gerçek ve tüzel kişilerin işveren sayılacağını belirtmiştir. Koruma bekçileri koruma ve ihtiyar meclislerince seçilirler, atamaları vali ya da kaymakamca yapılmasına rağmen ( Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun m.7/2 ) bunların işverenleri kendilerini seçen meclistir. Dava tespiti istenen dönemdeki işverene karşı açılır. O tarihler arasında işyeri el değiştirmişse husumetin bu dönemdeki bütün işverenlere yöneltilmesi gerekir. Kendilerine husumet yöneltilmeyen işverenler karşı usulüne uygun olarak dava açılmazsa onların işverenliği dönemi tespite konu olmaz.

Ayrıca, Hukuk düzeni alacakların sahipleri tarafından uzun süre takip edilmeden öylece bırakılmalarına izin vermemiş; bu haldeki alacakların ya tamamen ortadan kalkacaklarını ya da varlıklarını sürdürmekle beraber artık talep edilemeyeceklerini çeşitli düzenlemelerle hükme bağlamıştır. Bu tip bir düzenleme SSK m.79/10'da mevcuttur. Maddede sigortalıların sigortalı hizmetin tespiti davasını ""...hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde..."" açmaları gerektiği öngörülmektedir.

Davacı hizmet tespiti davasında belli bir dönemdeki çalışmalarının tespitini ister. Bu istek, dava dilekçesinde açıkça belirtilmiş olmasa da prime esas kazançlarının ve prim ödeme gün sayılarının tespiti talebini de içerir. Mahkeme ilamı işverenin Kuruma vermediği bildirgeler yerine geçecek belge niteliğindedir. Bu nedenle mahkeme de dava sonunda vereceği kararda, tespit edilen dönem için aylar itibariyle prim ödeme gün sayıları ile SSK m.77'ye göre hesaplanacak olan ""o dönemdeki"" bir günlük ücreti belirtecektir. Ücretlerin miktarlarının farklı olduğunun saptanması halinde, tüm devre için aynı günlük ücret esas alınamaz. Farklı ücret miktarları kararda ayrıntılı olarak gösterilmelidir. Tespit edilen dönemde işveren tarafından yatırılmış primler varsa bunların o dönemdeki toplam prim ödeme gün sayısından indirilerek karar verilmesi gerekir. Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında tespit için incelemenin hangi sıraya göre yapılması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre öncelikle SSK m.79/10'da sözü geçen belgelerin işverence verilip verilmediği veya çalışmanın Kurumca tespit edilip edilmediği araştırılacaktır. Belgeler verilmişse yada çalışma Kurumca tespit edilmişse dava hukuki yarar yokluğundan reddedilecektir. Sonra tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ( İşyerinin o dönemde gerçekten varolup olmadığı, kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı, yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği vb. ) araştırılmalıdır. Hizmet sigortalı bir hizmet değilse dava taraf sıfatının yokluğundan reddedilmelidir. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir. Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabilir. İşe giriş bildirgesinin işlevi Kurumu sigortalının çalışmaya başladığından haberdar etmek olduğundan bildirgenin verilmiş olması mutlaka çalışıldığını göstermez. O nedenle çalışma olgusunun ispatı başka delillere ihtiyaç gösterir. Sigortalı hizmetin tespiti için verilen kararlarda bu davaların özel bir duyarlılığı gerektirdiği ve suiistimallere açık olduğu düşünülmelidir.

Çalışma olgusunun her türlü delille ispatlanabilmesine karşılık ücretin ispatında bu denli bir serbestlik söz konusu değildir. Ücret miktarı HUMK. m. 288'deki sınırları aşıyorsa, hüküm altına alınabilmesi için yazılı delil aranmalıdır. Bu sınırın altında kalan miktar için tanık dinletilebilir. Tespiti istenen miktar sınırı aşıyor olsa bile varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgeler bulunuyorsa tanık dinletilmesi mümkündür ( HUMK m.292 ). SSK m. 78/1'de prime esas günlük kazançların alt ve üst sınırlarının ne olacağı gösterilmiştir. Günlük kazancın alt sınırı HUMK m. 288'deki sınırı aşıyorsa ücretin yazılı delille saptanması gereğinin pratikte bir önemi kalmayacaktır. Çünkü zaten SSK m. 78/2'ye göre, ""...günlük kazançları alt sınırın altında olan sigortalılar ile ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden hesaplanır."" ücretin alt sınırla tespit edilen miktardan fazla olması halinde ise günlük kazancın hesaplanmasında asgari ücret esas alınır.

Sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olması sonucunda işverenin kabulü ya da davacının feragati tek başına hükme etkili olmaz ( HUMK m. 95 ). Feragat veya kabule rağmen hakim delilleri hep birlikte değerlendirerek bir karara varacaktır. Yine aynı nedenle bu davalarda yemin teklif olunamaz ( HUMK m. 346 ). Buna rağmen hakim taleple bağlıdır ( HUMK. m. 74 ). Talepten fazlaya karar verilebilmesi ancak davalının muvafakatiyle mümkündür ( HUMK m. 185/2 ). Kurum sigortalı hizmetin tespiti davası sonucunda mahkemenin verdiği ilamın gereğini yerine getirmek zorundadır. Aksi halde davacı infaz hukuku çerçevesinde ilgili mercilere başvurabilir.

İşçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.

Bu davaların anılan nitelikleri, kendine özgü olmakla birlikte hizmet tespiti davalarından tamamen ayrı, bağlantısız kabul edilemez. Zira her iki dava ayrı açılsalar bile verilecek hükümler diğer dava için kesin delil olarak ele alınabilmektedir. Çoğu zaman iç içe ve birbirinin doğal sonucu olarak açılabilmektedirler. Zira işçinin sigortalı hizmetinin tespiti çoğu zaman işçilik haklarını etkilediği gibi, işçilik haklarının tespit edilmiş olması da sigortalı hizmetin tespiti davalarında kesin delil olarak ele alınmaktadır.

Yeri gelmişken Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin hükümlerinin ve bu konudaki uygulamanın irdelenmesinde yarar vardır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 45. maddesinde; ""Aynı mahkemede görülmekte olan davalar, aralarında bağlantı bulunması halinde, davanın her safhasında, istek üzerine veya kendiliğinden mahkemece birleştirilebilir. Davalar ayrı mahkemelerde açılmış ise, bağlantı nedeni ile birleştirme talebi ikinci davanın açıldığı mahkeme önünde ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, ilk itirazın kabulüne ve davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra bununla bağlıdır. Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır. Temyiz mercii ayrı olan davaların bu madde hükmüne göre birleştirilmesine karar verilebilir. Bu halde temyiz incelemesi, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait kararları inceleyen Yargıtay dairesince yapılır... . ( Değişik: 26.02.1985 - 3156/4. mad. )."" Hükmü yer almaktadır.

Yine aynı Yasanın 46. maddesinde; ""Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her safhasında, istek üzerine veya kendiliğinden karar verebilir."" 48. maddesinde de;"" Birleştirme ve ayırma istekleri, dilekçe ile veya duruşmada sözlü olarak da yapılabilir... . Aynı mahkemede görülmekte olan davalar yönünden verileri birleştirme ve ayırma hususundaki kararlar hakkında ancak hükümle birlikte temyiz yoluna gidilebilir. Şu kadar ki, bu husus tek başına bozma sebebi teşkil etmez."" Denilmektedir.

Görüldüğü üzere, yasanın bu açık düzenlemesi karşısında davaların temyiz mercilerinin ayrı olması bir ayırma nedeni olamayacağı gibi, ayırma kararı verilmemiş olması da tek başına bozma nedeni yapılamaz.

Diğer taraftan, her iki davanın birbirine açık etkisi gözetildiğinde ""Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır."" Hükmü karşısında aralarında bağlantının bulunduğu da açıktır. .

Ayrıca usul hukukumuzda davaların birleştirilmesi ve ayrılması kurumlarının getirilmesi nedeni davaların gereksiz yere uzamasını önlemek, az masrafla ve az zamanda sonuçlanmasını, sağlamaktadır. Gerek Sosyal Güvenlik gerek İş Hukukuna ilişkin davalar süratle sonuçlanması gereken, ekonomik yönden güçsüz durumdaki işçinin taraf olduğu davalardır. Kanunun aradığı anlamda aralarında bağlantı bulunan davalar birlikte açılmış, görülmüş bitirilmişken sadece temyiz mercilerinin ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle hükmün bozulması yukarıda açıklanan hükümler karşısında yasal olarak da mümkün olmadığı gibi, bu hükümlerin getirilmesindeki amaca da uygun düşmeyecektir.

İki davanın birlikte açılması durumu, uygulamada sıklıkla görülmektedir. Örneğin muvazaaya dayalı iptal ve tenkis davaları birlikte kademeli olarak açılabilmektedir. ( 22.5.1987 tarih 1986/4 E., 1987/5 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı; Tenkis-Muvazaaya dayalı iptal; miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçılar, tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile Borçlar Kanunun 18. maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal, tescil davası da açabilirler. )

Yargıtay Kanununun 14. maddesinde dairelerin görevleri belirlenmiştir. Anılan maddeye göre bir davada birkaç Hukuk dairesinin görevine giren uyuşmazlık söz konusu ise, temyiz incelemesi uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait hüküm ve kararları inceleyen dairece yapılır.

Açıklanan durum karşısında sigortalı hizmetin tespiti davası ile işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak davalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu, birlikte açılıp, sonuçlandırılmalarının olanaklı olduğu, anılan davaların salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olduğu ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle ayrılmaları gerektiği hususunun bozma nedeni yapılamayacağı sonucuna varılmış ve direnme kararı açıklanan bu gerekçeyle yerinde görülmüştür.

Ne var ki işin esasına ilişkin temyiz itirazları incelendiğinden gerek hizmet tespiti gerek işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak istemleri yönünden işin esasına yönelik temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın Özel Dairesince gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın ( 21. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE ), 14.4.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

yarx
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İş Kazasından Doğan Maddi, Manevi Tazminat Davası üye8180 Meslektaşların Soruları 14 20-05-2022 09:14
Evlilik Dışında Velayet Hakkının Birlikte Kullanılması ve Velayet Hakkının İçeriği Av.Habibe YILMAZ KAYAR Aile Hukuku Çalışma Grubu 8 12-02-2010 11:54
Birlikte Yaşamak ? Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 17 28-10-2006 19:54
Hizmet tespit davası-yetki genç osman Meslektaşların Soruları 5 02-08-2006 10:35
Eski Medeni Kanun İle 100 Yıl daha Birlikte... Av.Habibe YILMAZ KAYAR Aile Hukuku Çalışma Grubu 2 10-04-2003 22:46


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03511906 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.