Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Kürtajda Eşin Rızası

Yanıt
Konu Notu: 4 oy, 4,50 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 02-12-2006, 00:33   #1
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Soru Kürtajda Eşin Rızası

Merhabalar,

Bilidiği gibi TCK kürtaja ilişkin olarak bazı düzenlemeler yapmıştır.

Alıntı:
Çocuk Düşürme
MADDE 100 - (1) Gebelik süresi on haftadan fazla olan kadının çocuğunu isteyerek düşürmesi halinde, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur

Burada cezalandırılan eylem gebelik süresinin 10 haftayı geçmesidir.Tersi bir anlatımla 10 haftadan daha az bir sürede isteyerek kürtaj olan kadın cezalandırılmaz.10 haftaya kadar yapılan kürtaj serbesttir.

Buraya kadar bir sorun yok.

Tartışmaya açmak istediğim konu kürtaja ilişkin yasada yer almayan eş rızası kavramı.

Aklıma gelen sorular şöyle:

Kadın yasal süre içinde kürtaj olmak istiyorsa ve eş buna rıza göstermiyorsa ne olacak?

Gebelik evlilik içi tecavüz sonucu oluşmuş ise eşin rızası aranacak mıdır?

Gebelik evlilik içinde oluşmuş ve fakat biyolojik baba eş değilse rıza aranacakmıdır?

Eş gebeliği istemiyor ama kadın istiyorsa?

Tecavüz ve ensestte eşin rızası ?

Rıza dışı çocuk düşürtme suçunda kastedilen rıza ,kimin rızasıdır? Gebe kadının mı?Eşin mi?

Daha bir çok soru sorulabilir.
Kürtaj hakkı yasaca tanındığından bu hakkın ve 10 haftaya kadar olan yasal sürenin tartışma dışı tutulması ve konunun kürtaj sırasındaki eşin rızası ve bu rızanın hukuki niteliği çerçevesinde tartışmak yararlı olacak.

Katılımlar için şimdiden teşekkür ediyorum

Saygılar
Old 02-12-2006, 17:44   #2
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Bu konu aslında bir tarafı ile kadın hakları ,diğer yandan hasta hakları içinde değerlendirilebilir.

Alıntı:
Hasta hakları yönetmeliği:

Tıbbi Müdahalede Hastanın Rızası
Hastanın Rızası ve İzin

Madde 24- Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz.

Kanuni temsilci tarafından muvafakat verilmeyen hallerde, müdahalede bulunmak tıbben gerekli ise, velayet ve vesayet altındaki hastaya tıbbi müdahalede bulunulabilmesi; Türk Medeni Kanunu'nun 272 nci ve 431 inci maddeleri uyarınca mahkeme kararına bağlıdır.



Devam edelim.

Saygılar
Old 05-12-2006, 16:09   #3
Ayşegül Kanat

 
Varsayılan

Nedense bu konu açıldığında herkes sus-pus... Evet devam edelim. Saygılar
Old 11-02-2007, 17:11   #4
Hekimbaşı

 
Varsayılan Başlığı kaybettim ama uygun yer burası herhalde

Sn.Katılımcılar,


NOT: Bu yazıyı Kadın Hakları Forumu' nda 'Kürtajda Eşin Rızası' diye bir başlık için
hazırlamıştım, fakat kayboldu? Ziyan olmasın diye bu başlığa koyuyorum. Nitekim
burada da eşin rızasına ilişkin birkaç gönderi var.

Hukukçu olmadığım için, sadece düşüncelerimi belirtecek, yasalarda nelerin nasıl yer
almasını beklediğimi dile getireceğim. Yani, bu yazıyı sanki siz yasama organında
bir görevliymiş, ben de size bir dilekçe yazmışım gibi okumanızı isterim. Yoksa
konunun yasalarla veya uygulama usulleriyle ilgili yönlerini tartışmak benim için
mümkün değil. Kadın hakları veya hasta hakları olarak değil, felsefi bir bütün
olarak ele almaya çalışacağım.

GİRİŞ
=====
Konuya üç açıdan yaklaşılabilir:

1. Çocuğun kadın ve erkeğin ortak ürünü olduğu
2. Çocuğun kadın vücudunda taşındığı
3. Çocuğun toplumun geleceği olduğu

Bunların ardından olağan dışı durumlara ilişkin çözümlere eğilmek gerekir. Örneğin
ensest ilişki, tecavüz, taşıyıcı annelik, biyolojik ana ve babalık, vs ...

1. Ürün ortak olduğuna göre, her iki tarafın da ürün üzerinde eşit hakları olmak gerekir;
çünkü biri olmadan diğeri yalnız başına bu ürünü ortaya çıkartamaz. Bu açıdan bakıldığında,
kadının isteği, erkeğin de onayı olmadan istemli düşük yapılamaz.

2. Öte yandan, çocuğu 9 ay karnında taşıyan kişi kadındır. Vücut onun vücududur ve üzerinde
her türlü tasarrufu yapabilir. Bu açıdan bakıldığında, istemli düşük için kadının isteği
yeterlidir, erkeğin onayı hiç de gerekmez. Fakat burada ince bir çizgi olması gerektiği de
açıktır: kadın, gebe kalma olasılığını bilerek ve isteyerek ilişkiye girmiş ise, erkeğin
onayının alınmasını isteme hakkı doğmaktadır. Dolayısıyla, erkeğin onayının aranması
koşullarını bu çerçevede ele almak gerekir.

3. Çocuk, anne ve babası olmadan da, belli süre dışarıdan destekle hayatını sürdürerek
topluma katılacak bir bireydir; bu nedenle, aslında sadece ana ve babanın istekleri
doğrultusunda değil, toplumun istek ve beklentileri doğrultusunda olaya yaklaşmak gerekir.
Bu açıdan bakıldığında, istemli düşük bir hak olamaz, toplumun onayına tabi bir işlem
olmalıdır. Bu onayın önkoşulları toplumdan topluma ister istemez farklılık gösterecektir.
Fakat, bu onay verilirken (1) ve (2) nin de gözönünde tutulması gerekir.

TOPLUMSAL ETKİLER
=================
Önce yanlız yaşayan bir çifti düşünelim. Onların verecekleri kararda (3) bir etken olamaz,
çünkü ne yaptıklarını kimse bilmemektedir. Fakat, gayet açıktır ki, (2) daha ön planda
olacaktır. Kadın erkeği bırakıp gidebilir durumdaysa, erkeğin değil onayı, haberi bile
olması gerekmez. Elbette, burada haklar değil, fiili durumdan söz ediyoruz.

Ancak, hem erkeğin, hem de kadının bu konudaki istek veya onayları asla sadece kendi özgür
iradelerinden ibaret olmayacaktır. Onları da doğuran, büyüten birileri olmuştur. Hayatlarının
herhangi bir döneminde bu konuda gözlemci olabilmişlerse, iradeleri ister istemez o gözlemler
çerçevesinde oluşacaktır. Yani, toplumun etkisi yine olacaktır, ama ihmal edilebilir miktarda.

Çiftimizi bir topluluk içerisinde düşünmeye başlarsak; ki günümüzde fiziksel olarak topluluk
içinde yaşıyor olmasalar bile, insanları eğitimle yönlendirmekle kalmayıp bir de yasalarla
bağlamakta olduğumuzdan; toplumun etkisi ve / veya baskısı özgür iradeden daha bile baskın
hale gelebilir; özellikle inançların koşullandırmaları çok güçlü olmaktadır. Çocuk, tüm tek
tanrılı dinlerde ana rahmine düştüğü andan itibaren tanrının nimeti olarak görülmektedir.

Dolayısıyla, toplumsal etkiler
1. Ailenin görüşleri
2. Çevrenin görüşleri
3. İnançlar
4. Yasalar
olarak özetlenebilir. Bu etkiler hep aynı yönde olabileceği gibi, birbirinden farklı yönlerde
olmalarına bir engel de yoktur. Özellikle göçler, farklı dine mensup insanlar arasında yaşama
gibi hallerde farklılıktan öte, çatışma bile olabilir.

GÖRÜŞLERİM
==========
DÜŞÜK - DOĞUM KONTROLU - ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARLA İSTEMLİ BİRLİKTELİK (ALDATMA)
------------------------------------------------------------------------
Bana sorarsanız, çocuk annenin vücudunda taşındığı için o kabul etmeden düşük asla yapılamaz.
Ama bu işlem sadece annenin isteğiyle de yapılmamalıdır. Toplumun olaya bakışı yaptığı
düzenlemelerde kendini gösterir. Çocuğun toplumun malı olduğu görüşü ne derece ağır basıyorsa,
istemli düşüğe o kadar dar alan tanınmaktadır. Babaya ne kadar hak tanındığı da toplumun
yapısına bağlı olarak değişmektedir.

Ancak, genellikle gözardı edilen bir nokta vardır: çocuk, doğana dek ayrı bir varlık niteliği
taşımaz. Zaten bu nedenle ana rahmine düştüğünde değil, ana rahminden çıktığında nüfusa
kaydedilir. Dolayısıyla, çocuğun ana rahmindeki durumu ve doğana dek başına gelecekler
konusunda ister istemez, sadece müstakbel ana ve baba yetkin olacaktır. Ayrı bir birey
olmamasından dolayı, çocuğun hakkından söz etmek de mümkün olamaz.

Bir başka çok önemli nokta, erkek ile kadının bir aile kurmak üzere akitlerinin varlığıdır.
Bu akit, her iki taraf için çocuklar açısından da bağlayıcıdır. Aktin doğal sonuçlarından
biri de çocuk sahibi olmaktır ve aksi özellikle belirtilmediği sürece ana rahmine düşen
çocuklar bu aktin ürünleri sayılmak gerekir. Taraflardan herhangi biri bu ürün üzerindeki
haklarından feragat etmedikçe diğerinin kendi başına tasarrufu söz konusu olamaz. Burada
gerçek babanın kim olduğundan çok, aile kurma aktini yapan erkek önem taşır. Taraflar
doğrudan çocuk nedeniyle akti sonlandırmaya kalkışmadıkları sürece de, biyolojik babanın
kim olduğunun önemi yoktur ve araştırılmasına dahi izin verilmemelidir.

Çocuğun istemli düşükle ortadan kaldırılması için verilecek karar da aynı bakışla
değerlendirilmeli, kadınla birlikte yaşayan erkeğin onayı mutlaka aranmalıdır. Bu onayın
alınması sırasında erkeğin çocuğun kendisine ait olup olmadığını araştırma hakkı vardır,
fakat kadının veya üçüncü tarafların böyle bir istemi olamaz. Kadın, ancak akti sonlandırmak
üzere yola çıkmışsa, erkek istemediği halde araştırma yaptırabilir. Çocuğun kime ait olduğu
sorusunun yanıtı kadın açısından zaten çoğu zaman bellidir, fakat belli olmadığı hallerde
de, akti sürdürecekse, çocuğun birlikte yaşadığı erkeğe ait olacağını akitle kabul etmiştir,
böyle bir araştırmayı istemek hakkı yoktur.

Erkeğin istemli düşük kararını onaylamadığı, ama kadının istediği hallerde ne olacaktır?
Kadın akti bozmadığı sürece düşüğe izin verilemez. Benzer mantıkla, kadın bu onayı almadan
düşük yaparsa, erkek tarafından akti bozmuş sayılabilir. Aynı nedenle, taraflardan birinin
diğerinin haberi ve onayı olmaksızın doğum kontrol yöntemi uygulaması da aktin feshine
yol açan bir neden olmalıdır. Elbette, aktin düzenlenebildiği toplumlarda taraflar çocuk
konusunu karara bağlamış olabilirler, o zaman o kararlar geçerli olacaktır.

Ayrıntısını bilimiyorum, belki sadece asparagas haber ve dizi abartmasıdır, fakat bazı
ülkelerde biyolojik baba hakları genişletilmektedir. Bunun kabul edilebilir bir tarafı
yoktur. Akitle bağlı taraflar akti bozmadıkları sürece çocuğun babası tek olmalıdır. Ancak
onlar isterse biyolojik babalık hakkı olabilir. Elbette bunun bir istisnası, çocuğun aktin
tarafları biraraya gelmeden önce dünyaya gelmiş (ana rahmine düşmüş değil) olması ve
anne tarafından durumun biyolojik babadan saklanmış, babanın kasten haberdar edilmemiş
olmasıdır. Fakat babalık haklarından bağımsız olarak, biyolojik babanın çocuğu mirasına
konu etmesine de engel olunmamalıdır. Ancak, biyolojik baba buna mecbur da edilemez.

TECAVÜZLER (IRZA)
----------
Kişinin isteği dışında, fiziksel veya ruhsal anlamda zor kullanılarak gerçekleştirilmiş
cinsel eylemlere tecavüz diyoruz. Reşit olmayanlarla kurulan cinsel ilişkiler ve ensest
ilişkiler de bir anlamda tecavüz sayılıyor. Bu eylemlerin kendisi ayrı, sonucunda ortaya
çıkabilecek gebeliklerse ayrı şeyler. Eylemi gerçekleştireni elbette cezalandıracağız,
fakat mağdura ve istem dışı ortaya çıkan ürüne ne yapacağız? Onlara yapacaklarımızın da
ceza niteliğinde olmaması, tam tersine, faili var eden toplumun kusurlarını affettirecek
nitelikte olması gerekir.

Ortada bir akit olmadığı için, erkeğe ürün üzerinde hiçbir hak tanınamaz. Öte yandan,
sorumluluk yüklenebilir, hatta manevi olanlar hariç tüm sorumluluklar ona yüklenmelidir.
Örneğin, muayene, izlem, işlem ve tedavi masrafları erkeğe ödetilmelidir, hatta bu işler
için devlet kurumlarınca yardım olarak ücretsiz yapılanlar da dahil. Eğer kadın çocuğu
doğurmak yönünde karar verirse, nafaka almaya hak kazanmalıdır. Elbette, bu nafakayı
talep etmesi kadının tecavüz nedeniyle doğan tazminat hakkını ortadan kaldırmamalıdır.
Talep edilen nafakanın tahsili ve kadına ulaştırılması sırasında kadının eylemi
gerçekleştiren erkekten korunması için gerekli her türlü gizlilik sağlanmalıdır. Eğer
erkeğin maddi durumu bu yükümlülükleri yerine getirebilecek düzeyde değilse, ceza
orantılı miktarda arttırılmalı, ceza sırasında erkek çalıştırılarak geliri kadına
verilmelidir. Bu maddi yükümlülükler sona ermeden erkeğin cezası bitmiş sayılamaz.
Ayrıca, anne isterse, erkek babalık haklarından da ömür boyu mahrum bırakılmalıdır.

Peki, bu durumlarda gebeliği sonlandırma yetkisi tümüyle kadında mı olacaktır? Kadının
ruhsal durumu bu kararı almaya uygun olduğu taktirde evet! Ancak, elbette kadının ruhsal
durumu tehlikesiz bir müdahale yapılabilecek süre içerisinde düzelmeyebilir. O zaman ne
yapmak uygun olacaktır? Benim önerim; yasaların yukarıda sıralanan aile, çevre ve inanç
gibi toplumsal etkenleri göz önüne alan bir düzenleme yapmasıdır. Gerekirse devlet bu
tür durumlardaki çocuklar için evlatlık, bakıcı aile benzeri şeyler önerebilmelidir.

Son haline bakmadım, fakat bizim yasalarımız benim bu görüşlerim açısından çok yetersiz
bir yapıdaydı. Örneğin, kadının çocuğu o ya da bu nedenle doğurmayı seçebileceği hiç
gözönüne alınmadığı için, işin maddi yönleri konu edilmiyordu. Ayrıca, tecavüz eden
evlenmeyi teklif, edilen de kabul ederse, konu kapatılıyordu. Böyle yaklaşımlar yapanın
yaptığının yanına kalması anlamına geliyor, ki kabul edilemez. Bu fiili yapmış insanı
bir süre bir yere kapatmakla iş çözülmüş olmuyor ki! Madem toplum ona bu fiilinin
sonuçlarını öğretememiş, verilen ceza ile bu yönde adım atmalı, sorumluluklarını
kavratmalıdır. Kadının şikayetini geri çekmesi halinde davanın düşmesi de inanılmaz
bir durumdu.

Elbette, aynı cinsten insanların birbirine cinsel tasallutta (umarım doğru kullanmışımdır)
bulunmaları da tecavüzdür. Ama Allah' tan bunun sonucunda gebelik olmuyor ve konumuz
dışında. Öte yandan, çok yakın zamanda 'istem dışı dölleme' diye bir suç da ortaya
çıkacak, ve bunun faili pekala aynı cinsten olabilir. Bence yasalarımızı hazırlarken
buna da şimdiden önlem düşünmeliyiz.

Kadınların erkeklere tecavüzü ise (reşit olmayanlar hariç) bir efsane veya cinsel fantezi
gibi görünmekle birlikte, mümkün. Hapla, sarhoş edip kendinden geçirerek normal erkeklere,
zorlamayla da fiziksel açıdan zayıf erkeklere pekala yapılabilir. Özellikle maddi açıdan
zengin ailelerden erkeklere yapılması muhtemeldir. Peşinden bir babalık davası açılarak
menfaat elde edilmek hedeflenebilir. Buna benzer olarak, erkeğin aldığı koruma önlemini
etkisizleştirerek veya koruma altında olduğunu belirterek erkeği kandıran ve özellikle
gebe kalma isteğiyle ilişkiye giren kadınlar da söz konusu olabilir. Bir başka yöntem
de, belli süre içerisinde erkeğin menisini çalarak kullanmak olabilir. Çevre koşulları
nedeniyle bu sürenin çok kısa olması ve canlı sperm adedinin hızla düşmesi nedeniyle
başarılı olması oldukça güç de olsa; teorik olarak mümkündür. Bunlar, kanıtlanması
çok zor olaylardır. Ama tecavüzdeki yaklaşımlara benzer yaklaşılması gerekir.

Yani, bu gibi durumlarda da ürün üzerindeki hak tamamen erkeğe ait olmalıdır. Gerçi çocuk
doğmadan önce ortaya çıkartmak failin aleyhine olduğu için, düşüğe konu edilmesi pek
olası değildir; ama böyle bir durumda kadının rızası olmasa dahi, mahkeme kararıyla
çocuğun cebren alınması yoluna gidilebilmelidir. Öte yandan, çocuk doğduktan sonra
babaya hiçbir sorumluluk düşmemesine özen gösterilmeli, mirasına dahil edip etmemekte de
özgür bırakılmalıdır.

EVLİLİK DIŞI BİRLİKTELİKLER
---------------------------
Ortada ne evlilik akti, ne de tecavüz olmadığı durumlarda ortaya çıkan gebelikleri iki
bölümde ele almak gerekir: istemli ve istemsiz. İstemsizi de nereden çıktı diyebilirsiniz.
Aslında cevabı yukarıda mevcut. Ama yeni bir sistematikle bakmakta yarar var.

Taraflar birlikte olmayı isteyebilir, fakat gebeliği istemeyebilir. Gebeliği istemedikleri
için önceden önlem almayı kararlaştırmış oldukları halde biri diğerinden gizli olarak
korunmaktan imtina etmiş olabileceği gibi, önlem aldıkları halde gebelik gerçekleşmiş,
taraflardan biri önceden almış oldukları karardan vazgeçmiş olabilir. O halde, sadece
gebeliğin istemli veya istemsiz olması değil, bir de gebeliğin devamına ilişkin istekler
önem taşır.

Burada gebelik akit olmadan ortaya çıktığı için, kimsenin çocuğu istediği varsayılamaz.
Eğer iki taraf da biliyor ve istemiyorsa, mesele basittir, düşük yapılmalıdır. Toplum
veya yasaların buna engel olarak; kadını doğurmaya ve anne olmaya, erkeği de baba
olmaya zorlama hakkı yoktur. Böyle bir hakkın olduğunu ileri sürebilmek için insanları
zorla evlendirip çocuk yapmayı şart koşan yasa maddelerinin de var olması beklenir. Böyle
maddeler hiçbir yasada olmadığına göre, böyle bir zorlamanın da gerekçesi olamaz.

Eğer istemeyen kadınsa, erkeğin onu gebeliği sürdürmeye zorlama hakkı yoktur, çünkü
ortada akit yoktur.

Eğer istemeyen erkekse, kadının gebeliği sürdürmeye hakkı vardır, çünkü olay kendi
bedeninde cerayan etmektedir. Fakat, bu durumda erkeğin babalık hak ve yükümlülüklerinden
dışarıda bırakılmayı isteme özgürlüğü olmalıdır. Eğer kadın buna razıysa, erkek, kadının
imzasını taşıyan bir dilekçeyle mahkeme kararı çıkartabilmeli; kadın razı değilse de
karşı dava açarak bu özgürlüğünü kullanabilmelidir. Ancak erkeğin bu yükümlülüklerden
tamamen düşmesi için çocuğun reşit olması beklenmeli, annenin ölümü halinde çocuğun bakımı
babadan istenebilmelidir. Eğer kadının maddi durumu çocuğu doğurup büyütmeye uygun
değilse bile, başka yapılacak birşey yoktur, mahkeme kadını gebeliği sonlandırmaya
ikna etmeye çalışmalı, ikna edemezse de çocuğun kadından alınıp bakımevine verileceğini
ihtar etmelidir. Böyle durumlarda, erkeğe, isteğine bağlı fakat kesinlikle orantılı
olarak yükümlülük ve haklar verilmesi düşünülebilirse de; bunun takdiri çok zordur ve
tartışmalı durumlara yol açabileceği için, hiç verilmemesi en uygunu gibi görünmektedir.
Ancak, bu gibi durumları değerlendirmede büyük bir güçlük vardır: erkeğin gerçekten
çocuk yapmamak için elinden geleni yapıp yapmadığı veya kadının önlem almaktan imtina
edip etmediği gibi konularda nasıl karar verilecektir? Diğer bir deyişle işin içinde
kötü niyet var mıdır, yok mudur?

Kötü niyet varsa, ve bunun saptanması mümkün olursa, ona göre karar verilmesi kolaydır.
Ama varsayalım ki, kötü niyet yok, hatta taraflar birbirini bu nedenle suçlamıyor bile.
O zaman yukardaki yaklaşım erkeğin hakkını korumakta, ancak kadının hakkını tam olarak
korumamaktadır. Örneğin; kadın, inançları gereği çocuğu doğurmak zorunluğu hissedebilir.
Çocuk doğurmak konusunda fikrini değiştirmiş, ama buna gücü yetmiyor olabilir. Başka
nedenler de düşünülebilir. Ancak, böyle durumlarda erkeği çocuk sahibi olmaya zorlamak
da yasalara düşmez, olsa olsa önerilebilir. Eğer öneriye rağmen ısrarcıysa, annenin ve
doğacak çocuğun bakımını bakımevlerinin üstlenmesi gerekir. Ancak mali yükün bir kısmı
da erkekten talep edilmelidir, çünkü kadının kötü niyetini ispat mümkün değildir.

Dikkat ederseniz, kadına nafaka verilmesini önermedim; doğuma kadar annenin bakımı ve
doğum masraflarının tamamıyla, doğduktan sonra erişkin olana dek çocuğun bakımına ilişkin
masrafların yarısını erkeğin karşılamasını önerdim. Bu da erkeğin yasa dışı birlikteliği
için üstlenmek zorunda olduğu bir diyettir.

Elbette erkeğin mali gücünün ne olduğu önemlidir. Hatta işsiz bile olabilir. Fakat
mahkeme duruma göre karar vererek, varsa mal varlığının bir kısmına el koyarak,
karşılayamadığı kısımlar için de bu diyeti erkeğin bütün ömrüne yayma yoluna giderek
işi çözmeye çalışmalıdır. Artık herkesin bir vergi numarası, kimlik numarası olduğu
bir döneme giriyoruz. Bugün işsiz, beş parasız olan birisinin yarın çok iyi bir gelir
elde etmesi pekala mümkündür. O geliri ne zaman elde ederse, devlet o gelirden zorunlu
giderlerini düştükten sonra kalanın hepsine el koyabilmelidir.

Ama dediğim gibi, bunun nafaka olarak kadına verilmesi doğru bir yöntem değildir. Çünkü
nafaka müessesesinde tarafların maddi güçleri gözönüne alınmakla haksızlıklara yol
açılmaktadır. Kadının rolü gözardı edilerek erkeğin maddi gücü tek ölçüt olarak
ele alındığında kötü niyetli girişimlere kapı açılmış olmaktadır.

Elbette, kadının mali gücü yerindeyse ve erkeğin itirazına rağmen çocuğu doğrumak ister
ise, erkekten maddi yardım talep etmek doğru olmayacaktır. Bu, erkeği isteği dışında bir
çocuk sahibi olmaya ve evlilik aktine zorlamak anlamını taşıyacak; ceza niteliği alacaktır.

DİĞER
=====
Dikkat ederseniz kürtajda eşin rızası başlığında, konuyu genel olarak ele alan bir
yazı yazmayı tercih ettim, çünkü bence bu konu bir bütünlük içinde ele
alınmak gerek. Parça parça ele alındığında, görüşü aktarmak zor oluyor. Elbette,
şu anki yasalarla benim görüşlerim örtüşmüyor. Örneğin, kadının 10 haftadan sonra
kürtajına izin verilmemek bir yana, kadın hapse atılıyor. Bunlar yanlış ve yasa dışı
işlere kapı açan kurallar. Kürtaj, 12 haftaya kadar hekim eliyle gerçekleştirilebilir,
18 haftaya kadar da tıbbi gerekçeler nedeniyle (ki buna ruhsal gerekçeler de dahildir)
uygulanabilir. Kadını hapse atmak da neyin nesi oluyor? Bunun için yapanı hapse atmak
gerekir, o ayrı konu.

Evlilik içi tecavüzden hiç söz etmedim. Böyle bir iddianın ancak evlilik akdini
sonlandırma iradesi beyan edildikten sonra konu olabileceğini düşünüyorum; ki
o zaman onun adı evlilik içi tecavüz değil, tecavüz olur. Çünkü evlilik akdi cinsel
birleşmeyi tanımsal olarak içinde barındırır, ancak taraflar birbirinin istek ve
ihtiyaçlarına saygılı olarak bunu yerine getirmelidirler. Zaten, aktin tarafların
iyi niyet ve arzularına dayalı yürüdüğü varsayılır. Eğer taraflardan biri buna uymuyorsa
buradaki konu tecavüz değil, evlilik içi şiddettir. Şiddete uğrayan taraf ya akdi
bozmak için girişimde bulunur, ya da bulunmaz. Bulunmamak kendi bileceği iştir, ama
bu yöndeki iradesini beyan etmesinden önce olanlara tecavüz demek doğru olmaz. Ancak,
uygulanan şiddetin elbette ağırlık dereceleri olacaktır ve cinsel ilişkiye zorlamanın
daha ağır veya daha hafif şiddet olduğuna ilişkin düzenlemeler yapılabilir. Elbette,
bu şiddet uygulaması sonucunda ortaya çıkan bir istenmeyen gebeliğin, evlilik aktinin
sona ermesine karar verilirse, aktin dışında olduğu kabul edilmelidir. O andan itibaren
tecavüz olarak değerlendirilebilir. Ama burada da daima niyete dikkat edilmelidir.
Örneğin, yıllardır doğum kontrol hapı almakta olan bir kadının tesadüfen şiddete maruz
kaldığı günlerde nedensiz olarak buna ara vermiş olması kuşkuyla karşılanmalıdır.


Saygılarımla,
Old 13-02-2007, 19:34   #5
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.Katılımcılar

Kürtajda kadının rızası,operasyonun olmassa olmazıdır.

Erkeğin rızasının yeri,anlamı nedir?

Kadının rızası topal,eksik bir rıza mıdır da tamamlanması gerekmektedir?

Kürtaj konusunda kadın rızası eşi tarafından onaylanınca mı geçerli olmaktadır?

Yaşı küçük,kısıtlı ,akıl hastaları vb. durumda olanların rızası gibi ya tamamalanmak ya da yasal temsilcinin onayına bağlı mıdır?

Hasta Hakları bakımından ve diğer insan hakları bakımından eşin rızası nasıl değerlendirilmelidir?

Önce bu hukuki konular açıklığa kavuşturulmalıdır.Hepimizin aynı şekilde anlayacağı ölçütlere ihtiyacımız var.

Saygılar
Old 14-02-2007, 11:25   #6
Hekimbaşı

 
Varsayılan Taşıyıcı annelikte istemli düşük

Sn.Katılımcılar,

Görüşlerimde 'Taşıyıcı Annelik' konusunu atlamışım. İstemli düşüğe çok ender konu olacaktır, ama yine de ele almak gerek. Dünyada o kadar çok sahipsiz bebek, çocuk varken böyle bir yöntemi sapkınlık olarak değerlendiriyorum. Bu uygulama bana Hitler' in kurdurduğu 'Ari Irk Haraları' nı anımsatıyor. Buna kesinlikle izin verilmemeli ve başvuranlar şiddetle cezalandırılarak çocuk varsa da ellerinden alınmalı. Bu durum ortaya çıktığında, tıbbi süre tükenmemişse, taşıyıcının düşük yaptırmasına da karşı çıkılamaz, hatta teşvik edilmelidir ve başkalarının bu kararda söz hakkı bulunamaz. Öte yandan, ilgili masrafların da taşıtanlar tarafından karşılanması gerekir.

Biraz konu dışına taşacağım, ama buna neden bu kadar kibar, sevecen ve yüceltici bir ad verilmiş, anlamakta güçlük çekiyorum. Aslında 'rahim kiralama' veya 'kiralık gebelik' gibi aşağılayıcı bir terim kullanmak daha uygun olurdu.

Buna çok benzer bir art düşünceyle ülkemiz insanlarının konuya buldukları pratik çözümler var, bunlara ne yapılabilir bilemiyorum. Örneğin, çocuğu olmayan çiftler kardeşlerinden çocuk doğurmalarını istiyor ve o çocuğu nüfuslarına kaydettirebiliyor, veya sadece büyütüyorlar. Bu yaklaşımlar da bana göre biraz ırkçılık kokuyor. 'Benim kanımdan olsun' ne demek? Allah' tan düşük istemi olsa bile, bu gibi durumlarda dava konusu edilmeyecektir.

Saygılarımla,
Old 14-02-2007, 11:32   #7
Hekimbaşı

 
Varsayılan Evlilik aktine konu edilse iyi olur

Sn.Kayar,

Ölçütler derken hukuki olanlardan söz ettiğinizi düşünüyor ve tamamen katılıyorum. 'Rıza' dediğinizin de herhalde özel bir hukuki anlamı var; çünkü olağan günlük kullanım çerçevesinde yazdıklarınızı okuduğumda, kafam karışıyor.

Bunu 'istek' ve 'onay' diye ayırarak görüşlerimi belirttim, çünkü tıbbi zorunluluk nedeniyle uygulanan kürtajları konu dışında tuttum.

"Kadının rızası operasyonun olmazsa olmazıdır." derken, operasyonun tıbbi bir zorunluluk olduğu halleri konu etmiyorsunuz herhalde. Öte yandan; erkeğin isteği üzerine kadının onayı olmaksızın operasyon yapılmasını kastediyor iseniz, öyle birşeyi de hayal etmek mümkün değil. Kimsenin kimseyi izin vermedikçe kesip biçecek hali yok. Umarım yazdıklarımdan bunu savunduğum izlenimi edinmemişsinizdir; öyle birşey savunamam. Belli koşullarda ceninin erkek tarafından istenmeme hakkı ortaya çıksa dahi bunun yapılamayacağını; hatta bu durumun kötü niyet sonucu olduğu kuşkusu bulunsa bile, doğum olursa erkeğe maddi yükler düştüğünü belirttim.

Ama "olmazsa olmazıdır" demekle; hiçbir koşula bağlı olmaksızın, yalnızca kadının isteğiyle düşük yaptırılabileceğini kastediyorsanız; belli durumlarda bunun haksızlık olacağı yönündeki görüşlerim açık. Ne yazık ki size katılamam. Hiçbir baba veya baba olma isteğini taşıyan erkek de katılmayacaktır. Böyle bir görüş; evlilik akti ve aile kurumunun dayandığı felsefi temelleri sarstığı için toplumun geleceğini tehdit eder niteliktedir. Bu hakkın sadece kadın tarafından kullanılacağı yönünde maddeler içerir biçimde evlilik akti yapılabildiği durumlar elbette istisnadır. Nitekim, artık bizde de akit yapmanın yolu açılmıştır; fakat gebelikler veya çocukları bu akde konu yapmak mümkün müdür, bilemiyorum. Sanırım olmuyor, ama olmasında bence yarar var. Böylece, isteyenler bu konudaki olası müstakbel aile içi uyuşmazlıkları baştan çözme fırsatını bulurdu. Aslında ilke olarak çiftlerin evlilik öncesinde aralarında konu ettikleri herşeyin evlilik aktinde yer alması taraftarıyım. Çocuk yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa kaç tane yapılacağı, olmazsa ne yapılacağı, anlaşılan adede ulaşılınca ne yapılacağı, adet aşılırsa ne yapılacağı vs, evlenmeye niyetli çiftler arasında zaten konuşulagelen şeylerdir. Neden akitte yer almasın? Tabii, bunun toplumun tutucu kesimlerine ne kadar yararı olur, nasıl karşılarlar, orası da epey tartışmalı.

Saygılarımla,
Old 14-02-2007, 17:07   #8
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan Erkeğin rızası aranmamalıdır.

Evlilik içinde kürtajda, erkeğin rızasının aranmaması gerektiğini düşünüyorum.

Gebelik, tüm sonuçlarını kadın bedeni üzerinde gösterir. Kadın da bedeni üzerinde, yasal sınırlar çerçevesinde ( kürtaj kararı ve uygulaması için 10 hafta ), tek söz hakkı sahibi olmalıdır. Birinci gerekçem bu.

Erkeğin rızasının arandığı durumlarda, erkek rıza göstermediği vakit istenmeyen bir bebeğin dünyaya getirilmesi gibi bir sonuçla karşı karşıya kalmak olasıdır. Bu sonuç, hem evlilik hem de bebek için çok daha vahim tablolarla yüz yüze gelmeye neden olabilir. İkinci gerekçem bu.

Saygılar.
Old 17-02-2007, 21:59   #9
Erica-arborea

 
Varsayılan

Evlilikte durumun yasalarca nasıl belirlendiğini net olarak bilmiyorum amaBu durumun doğruluğu yanluşlığı konusunda uzn uzadıya yazacak bilgiye maalesef sahip değilim ancak üzülerek belirtirim ki(üzülerek derken elbette siz de anlıyorsunuz durumu doğru bulmadığımı)evlilik dışı oluşan gebeliklerde dahi erkeğin rızası talep edilmektedir.
Bebeğin anne karnında geçireceği dokuz ay dışında yaşamının ilk yıllarını annesinin yanında geçirme zorunluluğu/uygunluğu göz önüne alınırsa anne rızasının yeterli olması gerektiğini, çocuk doğurmayı istemeyen bir kadının annelik görevini gerektiği biçimde yerine getiremeyeceğini düşündüğümü belirtmek isterim. Düşüncelerimi kimler umursar bilemiyorum. Sessiz kalmak istemedim sadece. Sessizliğin bir tür onaylama biçimi olduğunu ve Türkiye'de bu sorunu anlamayan çok insan olduğunu gördüm çünkü.
Teşekkürler
Old 06-07-2007, 16:57   #10
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Merhaba

Kürtajda eşin rızası ile ilgili yasal düzenleme; hasta hakları konuları içinde değil de 1983 tarihli 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanunda yer almıştır.

İlgili düzenleme şöyledir:

NÜFUS PLANLAMASI HAKKINDA KANUN
Kanun Numarası : 2827
Kabul Tarihi : 24/5/1983
Yayımlandığı R.Gazete : Tarih: 27/5/1983 Sayı: 18059
Yayımlandığı Düstur : Tertip: 5 Cilt: 22 Sayfa: 352
Madde 2 - Nüfus planlaması, fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları demektir.

Madde 5/1 Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısın dan tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir.

Gebeliğin sona erdirilmesinde izin:

Madde 6 - 5 inci maddede belirtilen müdahale, gebe kadının iznine,
küçükler de küçüğün rızası ile velinin iznine,
vesayet altında bulunup da reşit veya mümeyyiz olmayan kişilerde reşit olmayan kişinin ve vasinin rızası ile birlikte sulh hakiminin izin vermesine bağlıdır.

5 inci maddenin birinci fıkralarında belirtilen ve rızaları aranılacak kişiler evli iseler, sterilizasyon veya rahim tahliyesiiçin eşin de rızası gerekir.

Bu yasada evli kadının rızası tek başına geçerli sayılmamış ve küçük ve kısıtlıların onaya bağlı rızaları ile eş tutulmuştur.


Hatırlayalım,bu tarihte yürürlükte olan TMK da kadına ilişkin düzenlemelerde ;

Koca birliğin reisidir,
Evin geçimi ile karı ve çocukların bakımı kocaya aittir,
Evlilik birliğini koca temsil eder,
Velayet hakkında uzlaşılmassa kocanın reyi üstündür,
Kadının çalışması kocanın iznine bağlıdır
Konutu koca seçer
....

Liste uzayıp gidiyor.

Uluslararası sözleşmelere uyum ve diğer sebeplerle önce yasada bazı değişiklik ve iptal yollarına gidilmiş ve nihayetinde 1 Ocak 2002 tarihinde büyük ölçüde eşitlikçi 4721 sayılı TMK yürürlüğe girmiştir.

Aynı biçimde TCK da da kadın aleyhine olan düzenlemeler yeni TCK ile çok büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır.

Yeni yasal düzenlemeler kadını, erkek karşısında bağımsız ve eşit itibarlı bir yurttaş olarak tanımlamaktayken 1983 tarihi Nüfus Planlaması Hakkındaki kanun bu değişime ayak uyduramamıştır.

Kürtajda eşin rızası da bu nedenle hala tartışma yaratmaktadır.

Yeni TCK da da kürtaj konusu düzenlenmiş ve burada eşin rızası aranmamıştır.Fakat ilgili Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanununda rızaya ilişkin değişiklik düzenlemesi ihmal edilmiştir.(Yoksa kasten mi ?)

Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun kabul edildiği tarihte o sıradaki TCK ve TMK ile uyumlu iken şimdi bu özelliğini kaybetmiştir.
Her ne kadar Anayasa 90.madde Uluslararası sözleşmeler ile yasanın çatışmasında doğrudan uygulanabilme özelliğine sahip ise de ,sorun yaratan yasanın iptal veya değiştirme ile yeniden düzenlenmesi ve günün koşullarına,kadın ve hasta haklarına uyumlu hale getirilmesi önemli bir gerekliliktir.

Saygılarımla
Old 11-08-2007, 14:18   #11
calikusu_kamuran

 
Acil

Alıntı:
Yazan ISIL YILMAZ
Evlilik içinde kürtajda, erkeğin rızasının aranmaması gerektiğini düşünüyorum.

Gebelik, tüm sonuçlarını kadın bedeni üzerinde gösterir. Kadın da bedeni üzerinde, yasal sınırlar çerçevesinde ( kürtaj kararı ve uygulaması için 10 hafta ), tek söz hakkı sahibi olmalıdır. Birinci gerekçem bu.

Erkeğin rızasının arandığı durumlarda, erkek rıza göstermediği vakit istenmeyen bir bebeğin dünyaya getirilmesi gibi bir sonuçla karşı karşıya kalmak olasıdır. Bu sonuç, hem evlilik hem de bebek için çok daha vahim tablolarla yüz yüze gelmeye neden olabilir. İkinci gerekçem bu.

Saygılar.

Gelecek, kadersiz değilse erkeğin rızası şarttır. Gelecek sözleşmeyle/kararla belirliyse erkeğin rızası şarttır. Gelecek hukukça öngörülüyse erkeğin rızası şarttır. Gelecek hukuk/kader ile öngörülmeliyse erkeğin ve kadının birlikte icra edecekleri geleceği birlikte hukuka/kadere bağlamaları şarttır. Geleceğin hakimiyeti hüküm sahiplerinin ikisinin kaderlemesine bağlı olursa o gelecekte her ikisinin katkısı düşünülebilir. Birini yok sayıp yarın nafaka mafaka istemek olmamalıdır kanaatindeyim.

SAYGILARIMLA....gelecek iki tarafındır
Old 30-10-2007, 11:01   #12
SINIRSIZ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan calikusu_kamuran
Birini yok sayıp yarın nafaka mafaka istemek olmamalıdır kanaatindeyim.

SAYGILARIMLA....gelecek iki tarafındır

kadın kendisine tecavüz eden erkeği yok saydı ve ve onun rızasını almadan çocuğu doğurdu.. Nafaka mafaka olmamalımıdır yani ? demek istediğiniz bu mu ? tecavüz ederken kadını var sayıyor muydu acaba ? ya da onun varlığının kabulünün bir önemi varmıydı ?
Old 02-11-2007, 23:03   #13
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan ISIL YILMAZ
Evlilik içinde kürtajda, erkeğin rızasının aranmaması gerektiğini düşünüyorum.

Gebelik, tüm sonuçlarını kadın bedeni üzerinde gösterir. Kadın da bedeni üzerinde, yasal sınırlar çerçevesinde ( kürtaj kararı ve uygulaması için 10 hafta ), tek söz hakkı sahibi olmalıdır. Birinci gerekçem bu.

Erkeğin rızasının arandığı durumlarda, erkek rıza göstermediği vakit istenmeyen bir bebeğin dünyaya getirilmesi gibi bir sonuçla karşı karşıya kalmak olasıdır. Bu sonuç, hem evlilik hem de bebek için çok daha vahim tablolarla yüz yüze gelmeye neden olabilir. İkinci gerekçem bu.

Saygılar.

Çok ilginç bir konu. Okurken aklıma değişik ihtimaller de geldi.
Erkek ve kadın;

1. Evlendikten sonra birlikte bir eylemde bulunup, bayanın hamile kalmasını ve eylemin dünyaya bir bebek getirmek suretiyle sonuçlanmasını düşünmüşlerse... Ve yine Medeni Kanunumuzun kişiler hukukuna dair hükümleri muvacehesinde Cenin, ancak "sağ ve tam" doğum neticesinde hukuki kişilik kazanıyorsa... Ana rahmindeki ceninin kürtaj nedeniyle "tam ve sağ" doğmaması halinde, ceninin hukuki bir kişilik değil de belki (üzülerek ifade ediyorum) bir "şey=emval=mal" olarak telakki edilebileceğini,

2. Erkeğin izninin alınması için açık bir hukuki hükmün bulunmadığını ancak izinsiz kürtaj neticesinde erkeğin, manevi tazminat davası açmasına da engel bulunmadığını,

3.Bu durumun tek başına boşanma nedeni sayılamayacağını,

Tetkiklerinize sunuyorum. Saygılarımla.
Old 08-03-2008, 13:21   #14
Av. Ali Özcan

 
Varsayılan

merhabalar...
öncelikle dünya kadınlar gününüzü kutluyorum. ama yazmadan yapamayacağım bir hususu dillendirmek istiyorum. bugüne kadar çok ezilmiş ve gerçekten eşya olarak görülmüş kadınların varlığını kabul etmekle birlikte olayın çok abartıldığını düşünmekteyim. bence ikinci sınıf kadın yoktur. kendini ikinci sınıf gibi hisseden ve böyle davranan kadın vardır. bunun tek nedeni ise eğitimsizliktir. bu şekilde dert yanmanın yanında kadınlar ve erkeklerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir. yukarıda geçen bazı durumların ise kadın-erkek eşitliğini sağlamaktan çok kadına üstünlük sağlanması amacıyla yazıldığını düşünüyorum. örneğin kürtaj olabilmek için kocanın rızasının alınmaması gerektiği belirtilmiş. bence böyle bir durumda kocanın rızasının alınmasından daha doğal bir şey olamaz. tabi sağlık sorunları nedeniyle kürtajı bunun dışında tutuyorum. bebeği doğuıran kadın olmakla birlikte bebeği kadına ait bir eşya gibi düşünüp onun üzerindeki tek tasarruf hakkının anneye verilmesi gibi bir durum ortaya çıkar ki bunu tasvip etmek mümkün değildir. o bebeğin bir de babası vardır ve o bebek dünyaya getirimke istenmiyorsa bu konuda hem annenin hem de babanın rızası olmalıdır.
bunları yazdım diye bazı arkadaşlarımız beni ayrımcılık yapan biri olarak da görebilir. ancak ben olayın çok abartıldığını dülşünen ve istedikten sonra erkeklerin sahip olduğu tüm hakları kullanabilen kadınların varlığından gocunmayan biri olarak bilincin ve eğitim standartlarının yükseltilmesi gerektiğini düşünen biriyim. tekrar kadınlar gününüzü kutluyor ve hepinize sonsuz saygılarımı sunuyorum...
Old 08-04-2008, 12:42   #15
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Alıntı:
biz kadın hakları savunucuları, kadının üstünlüğüne inanarak, toplumu da bu yönde değiştirmeye ve geliştirmeye çalışan insanlarız

Kendi adıma, böyle bir üstünlüğü savunmadığımın altını hassasiyetle çizmek isterim.

Saygılar.
Old 10-04-2008, 16:32   #16
Themis99

 
Varsayılan

Hakikaten konu oldukça ilginç. Ve bence kendi içinde bir takım çelişkileri var.Yada ben konuyla ilgili çelişkili düşüncelere sahibim. Şöyle ki ;
Yukarıdada belirtildiği üzere gebelik tüm sonuçlarını kadın bedeni üzerinde gösterir. İstenmeyen bir gebelik geçiren bir bayanın daha sonra bebek doğduğunda,bebeğe gereken yakınlığı gösteremeyebileceği düşüncesine bir nebze olsun katılıyorum (yada daha doğru bir ifade ile;anne doğumun hemen ardından bebeği kabullenmekte zorlanabilir,buda bir takım sakıncalara yol açabilir.)Bu tespitle birlikte, yasal ve uluslarası mevzuatta düşünüldüğünde evlilik içinde dahi olsa istenmeyen bir gebelik yaşayan kadının tek başına vereceği bir karar ile gebeliğe son vermesi hem eşitlik ilkesi açısından hem de kişinin vücut bütünlüğü üzerinde ki hakları bakımından doğru...Doğru olduğu düşünülebilir.

Evlilik dışı gebeliklerde ise hiç bir suretle(ne doğum kararında nede kürtaj kararında) erkeğin rızası aranmamalı.Bu konuda herhangi bir karşı duruş yok .
Ancak evlilik içi gebeliklerde duruma birde tersten bakmak gerekir.Kadına vücudu ve bu arada ortak ürün olduğu kabul edilen cenin üzerinde tek başına tasarrufta bulunma hakkı verildiğinde erkeğin hakları ne olacaktır. ?
Sayın Habibe hanımın aktardığı üzere Nüfus Planması Hakkında ki kanunun
Alıntı:
''5 inci maddenin birinci fıkralarında belirtilen ve rızaları aranılacak kişiler evli iseler, sterilizasyon veya rahim tahliyesi için eşin de rızası gerekir.''
şeklinde ki hükmün yürürlükte mevzuata uygun olarak değiştirilmesi gerekebilir.Ancak tamamen erkeğin rızasının kaldırılması haksız bir uygulama olacaktır.
Medeni Kanun madde 185
Alıntı:
'' Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur.
Eşler bu birliğin mutluluğunu elbirliyle sağlamak ve çocukların bakımına eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.
Eşler birlikte yaşamak,birine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadır. ''
hükmünü havi bulunmaktadır.
Evlilik birliği içerisinde ki bir gebelikte ;yalnızca kadının rıza ve isteğinin aranması erkek yönünden haksız bir duruma yol açabilir. Evlilikte amacın aynı zamanda çocuk sahibi olmak ve neslin devamını sağlamak olduğu Yargıtay kararları ile birlikte toplumda kabul görmüş bir görüştür.
Erkeğin de baba olmaya , babalık duygusunu tadmaya hakkı vardır.
Cenin hukuki durumu da tartışılmalıdır.
Alıntı:
Alıntı:
Saim
Ve yine Medeni Kanunumuzun kişiler hukukuna dair hükümleri muvacehesinde Cenin, ancak "sağ ve tam" doğum neticesinde hukuki kişilik kazanıyorsa... Ana rahmindeki ceninin kürtaj nedeniyle "tam ve sağ" doğmaması halinde, ceninin hukuki bir kişilik değil de belki (üzülerek ifade ediyorum) bir "şey=emval=mal" olarak telakki edilebileceğini,

Evlilik birliğinin amacı ile birlikte, gebeliğin tek taraflı bir eylem/ işlem olmaması birlikte düşünüldüğünde eşin rızasının yada en azından görüşünün aranması daha hakkaniyetliymiş gibi gelmekte.
Alıntı:
Alıntı:
Av.Habibe Yılmaz Kayar
1. Ürün ortak olduğuna göre, her iki tarafın da ürün üzerinde eşit hakları olmak gerekir;
çünkü biri olmadan diğeri yalnız başına bu ürünü ortaya çıkartamaz. Bu açıdan bakıldığında,
kadının isteği, erkeğin de onayı olmadan istemli düşük yapılamaz.

Yukarıda da ifade ettiğim üzere eşten hiç olmazsa görüş istenmeli.
Anlatımım oldukça karışık ve çelişkili oldu. Umarım yanlış anlaşılmam. Saygılar.
Old 19-06-2008, 15:29   #17
ilksan

 
Varsayılan

Peki kadın eşinin rızasını almadan kürtaj yaptırır ise kürtajı yapan hekimin sorumluluğu ne olacak? Nüfus planlaması kanunu eşin rızası gerekir demektedir.
Old 26-06-2008, 17:58   #18
ekinsenturk

 
Varsayılan

iyi de ceza kanunun bu düzenlemeyi yapmasının amacı belli haftaya kadar olan gebeliği meşru kılmak değil ki, tam tersi, bir suç tipi belirlemek.. eşin rızasını düzenlememesi abes midir? o daha çok medeni kanun kapsamına girmez mi? eşin rızası alınmadan kürtaj olunması halinde kadını cezalandırmayacağımıza göre?
Old 26-06-2008, 20:33   #19
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Alıntı:
Peki kadın eşinin rızasını almadan kürtaj yaptırır ise kürtajı yapan hekimin sorumluluğu ne olacak? Nüfus planlaması kanunu eşin rızası gerekir demektedir.

Kanun düzenlemesi hekimi,hem meslek ilkelerine,hem de temel insan ve hasta haklarına aykırı davranmaya zorlamaktadır.

Hekim aslında kürtaj için eşin rızasını aramak bir yana ,kadının gebelik durumunu bile,kadın izin vermedikçe hiç kimseye açıklayamaz.Aşagıdaki düzenlemeler de dikkate alınarak kadını temel insan ve temel hasta haklarından yoksun bırakan düzenleme derhal kaldırılmalı veya sözleşmeler/meslek ilkeleri doğrultusunda davranılmalıdır.

Mevcut durumda kanuna uyan hekim ,kadının rızası olmaksızın bu bilgiyi açıklamaktan dolayı sorumlu olacaktır.


Kadın evlenince kişisel bilgilerinin korunması ve kendi bedeni hakkında karar verme hakkından feragat etmiş sayılamaz ve evli kadınlara evlilik süresince kısıtlı / onaya bağlı bir ehliyetsizlik dayatılamaz.

Bali bidirgesi:

8.Gizlilik hakkı

a. Hastanın sağlık durumu, tıbbi durumu, tanısı, prognozu , tedavisi ve kişiye özel diğer tüm bilgiler ölümden sonra bile gizli olarak korunmalıdır. İstisna olarak hasta yakınlarının kendileri ilgili sağlık risklerini öğrenmeleri açısından bu bilgilere ulaşabilme hakkı olabilir.

Lizbon Bildirgesi

4.Hasta, kendisiyle ilgili tüm tıbbi ve kişisel bilgilerin gizliliğine gereken saygıyı göstermesini hekiminden bekleme hakkına sahiptir.

Amsterdam Bildirgesi
4.Mahremiyet ve özel hayat
4.1.Hastanın sağlık durumu, tıbbi durumu, tanısı, prognozu, tedavisi hakkındaki ve kişiye özel diğer tüm bilgiler, ölümden sonra bile gizil olarak korunmalıdır.


Biyotıp Sözleşmesi

Madde 10 – Özel Yaşam ve Bilgi Edinme Hakkı

1 Herkes, kendi sağlığı hususundaki bilgilerle ilgili olarak, özel yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

2 Herkes, kendi sağlığı hususunda toplanmış her bilgiyi öğrenme hakkına sahiptir. Bununla beraber, bireylerin, bilgilendirilmeme istekleri de gözetilecektir.

Hasta Haklarına İlişkin Avrupa Statüsü(Ana sözleşme)

6-Özel ve Gizlilik Hakkı
Her birey kişisel bilgilerinin; sağlık durumu, yapılan teşhis ve tedavi konularında bilginin yanı sıra teşhis ve tedavi yapılırken veya özel ziyaretlerinin gizliliğinin muhafazası hususunda, gizli tutulmasını talep etme hakkına sahiptir.
Bir bireyin sağlık durumuna veya ona uygulanan tıbbi/cerrahi tedaviye ilişkin bilgi ve veriler gizli olmalı ve öyle muhafaza(korunmalıdır) edilmelidir. Tıbbi/cerrahi müdahale sırasında bile kişisel gizliliğe saygı gösterilmeli, yani uygun ortamda yapılmalı ve gerçekten orada bulunması gerekli olan kişiler (hastanın onayı veya özel bir talebi olması durumları hariç) nezdinde yapılmalıdır.
Old 15-10-2008, 20:05   #20
BaharB

 
Varsayılan

Erkeğin rızasının hiç bir şekilde aranmamasına ilişkin hukuksal düzenlemeler, AİHS'nin 8. md. kapsamında, özel hayatın korunması ve saygı gösterilmesi hakkına aykırıdır.

Özel hayat, bireyin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü kapsar ve korunma amacı bireyin diğer insanlarla olan ilişkilerinde, kişiliğini geliştirebilmesini sağlamaktır. Baba adayının cenin halinde dahi olsa kişilik sahibi olması muhtemel olan bir varlık ile psikolojik bütünlüğü içerisinde bir bağ kurması ve böylelikle kişiliğini geliştirmek istemesi özel hayatın çok temel bir görüntüsüdür ve korunmaya değerdir.

Bu nedenle kürtajda erkeğin rızasının hiç bir hal ve şartta aranmaması görüşü, benim düşünceme göre tartışma dışında bırakılması gereken bir seçenektir. Erkeğin rızasının, kadının rızası üzerinde ne şekilde etkili olacağı ise bunun üzerine tartışılmalıdır.



Saygılarımla...
Old 16-10-2008, 21:26   #21
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.BaharB

Alıntı:
Erkeğin rızasının hiç bir şekilde aranmamasına ilişkin hukuksal düzenlemeler, AİHS'nin 8. md. kapsamında, özel hayatın korunması ve saygı gösterilmesi hakkına aykırıdır.

Alıntı:
Özel hayat, bireyin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü kapsar ve korunma amacı bireyin diğer insanlarla olan ilişkilerinde, kişiliğini geliştirebilmesini sağlamaktır.


Alıntı:
Baba adayının cenin halinde dahi olsa kişilik sahibi olması muhtemel olan bir varlık ile psikolojik bütünlüğü içerisinde bir bağ kurması ve böylelikle kişiliğini geliştirmek istemesi özel hayatın çok temel bir görüntüsüdür ve korunmaya değerdir.
Alıntı:

Bu nedenle kürtajda erkeğin rızasının hiç bir hal ve şartta aranmaması görüşü, benim düşünceme göre tartışma dışında bırakılması gereken bir seçenektir.


Yukarıdaki ve yazdıklarınızdan yapılmış alıntılarda bir tek eksik var.


Kadının evlenmekle eksilen insan hakları............
Old 29-12-2008, 15:31   #22
av. jülide keleş yarışan

 
Varsayılan

Artık doğum yapmak istemediği halde 4. -5. çocuğuna hamile bir kadın olsaydınız ve eşiniz kürtaja izin vermese görüşleriniz değişir miydi?
Kanunlarda yer alan süreler ceninin anne karnındaki gelişim süreçleri esas alınarak belirlenmiştir ve bu sürelerde cenin annenin vücudunun parçasıdır. Ve bence bu sürede alınan kürtaj kararı kadının vücudu ve hayatı ile ilgili bir karardır ve yalnızca kendisini ilgilendirir.
Çocuğu maddi-manevi bir karşılaştırma içine sokmak niyetinde olmadığımı belirterek merak ettiğim bir şeyi benzetme kullanarak sormak istiyorum ;
Vücudunuzda taşıdığınız, kanınızı, kemiklerinizi, sağlığınızı kullanımına açtığınız varlık bir çocuk değil de elmas olsaydı ve tüm cinsler elmas üretebilseydi, elmas hayatınıza mutluluk - zenginlik getirseydi, toplumdaki statünüz değişseydi, ama hayatınızı asla elmasa sahip olmadan önceki gibi yaşayamasaydınız, onu korumak-bakımını sağlamak için yıllarca hayatınızın çoğunu ona adamanız gerekseydi, omuzlarınıza kocaman yükler bindirseydi ve artan elmaslar sayılarından bağımsız ve sayılarına oransız (3elmas 3 kat değil de mesela 3 elmas 10 kat gibi) olarak sorumluluklarınızı ve yükünüzün ağırlığını arttırsaydı MERAK EDİYORUM elmas üretmenin zamanına ve sayısına karar vermek istemez miydiniz? Vücudunuzda oluşan her karbonun elmasa dönüşmesi gerektiğini söyleyenlere "bu benim hayatım, bu benim vücudum" diye bar bar bağırıyor olmaz mıydınız?
Old 18-03-2009, 18:33   #23
Av.Alper UYSAL

 
Varsayılan

Habibe Hanım
Çocugun alınması konusunda kanunun sadece kadının rızasını araması kanımca yanlıştır. Çünkü evlilik birliği içinde doğmuş bir çocuk hem annenin hemde babanın çocuğudur ki medeni kanun gerek anneye gerekse babaya ortak velayet hakkı vermiştir.MK anneye ve babaya ortak velayet hakı vermiş olmasına rağmen TCK bakımından çocugun alınmasına ilişkin sadece annenİn rızasının aranması TCK bakımından isabetli olmamıştır. Bununla beraber kadın uğramış olduğu bir suç sonucu gebe kalmış ise suçu işleyen kişinin çocuğun alınması ilişkin rızası zaten aranmayacaktır.Çünkü bırakın bir suç sonucu hamile kalmayı kanun evlilik birliği içinde hamile kalmış bayanın çocugunu aldırması için babanın rızasını aramamaktadır. Söz konusu kanun maddesinin yeniden derlenmesi kanımca daha isabetli olacaktır.
Saygılarımla.
Old 22-03-2009, 10:48   #24
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.Uysal

Evlilik birliği devam ederken çocuğun velayet hakkının her iki eş bakımından ortak ve eşit olarak kullanıldığı konusu tartışma dışıdır.

Konumuz ve sorumuz kadının istemediği bir gebeliği sürdürmeye zorlanıp zorlanamayacağıdır.

Mevcut yasal düzenleme nedeni ile kadınlar istemediği bir gebeliği sürdürmek zorunda bırakılmakta veya hekimle kurduğu ilişkisinde hekimi de sorumluluk altına sokacak şekilde gerçeğe aykırı bilgi vermeye zorlanmaktadır.

Kadının kendi bedeninde olan her şey için kendi özerkliğine,iradesine saygı duyulması insan haklarına saygının bir gereğidir.
Old 22-03-2009, 14:03   #25
Atahun

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Habibe YILMAZ KAYAR
Sn.Uysal

Evlilik birliği devam ederken çocuğun velayet hakkının her iki eş bakımından ortak ve eşit olarak kullanıldığı konusu tartışma dışıdır.

Konumuz ve sorumuz kadının istemediği bir gebeliği sürdürmeye zorlanıp zorlanamayacağıdır.

Mevcut yasal düzenleme nedeni ile kadınlar istemediği bir gebeliği sürdürmek zorunda bırakılmakta veya hekimle kurduğu ilişkisinde hekimi de sorumluluk altına sokacak şekilde gerçeğe aykırı bilgi vermeye zorlanmaktadır.

Kadının kendi bedeninde olan her şey için kendi özerkliğine,iradesine saygı duyulması insan haklarına saygının bir gereğidir.

Habibe hanım; Aynı şeyi erkek için de söyleyebilir miyiz? Demem o ki;
Erkek, istemediği bir gebelikte kadını kürtaja zorlayabilir mi?

Daha yumuşak bir ifade ile; erkek, istemi dışında hamile kalmış kadından bebeği doğurmamasını (kürtaj) isteyebilir mi?

Old 22-03-2009, 14:23   #26
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.Atahun

Tıbbi müdahalede kişinin rızası ve özerkliği esastır.

Müdahale edilecek kişin evli kadın olması ;bu temel ilkede istisnaya yol açan bir durum değildir.

Bu ilke ve temel hak ;evli kadın bakımından hem istenmeyen bir gebeliğin sonlandırılmasında,hem de istenen bir gebeliğe devam etme kararında geçerlidir.

He iki durumda da eş,tıbbi müdahalenin veya müdahaleden korunmanın tarafı değildir.Rızanın tarafı ,gebelikte tüm sonuçları kendi bedeninde gelişen kadındır.

Kadının rızası aranmaksızın ,istemediği halde kürtaja zorlanmasının aynı zamanda suç oluşturduğunu da hatırlamakta yarar bulunmaktadır.

Alıntı:
Çocuk düşürtme

TCK MADDE 99 - (1) Rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır
Old 22-03-2009, 17:29   #27
BaharB

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Habibe YILMAZ KAYAR

Konumuz ve sorumuz kadının istemediği bir gebeliği sürdürmeye zorlanıp zorlanamayacağıdır.
....
Kadının kendi bedeninde olan her şey için kendi özerkliğine,iradesine saygı duyulması insan haklarına saygının bir gereğidir.
...
Tıbbi müdahalede kişinin rızası ve özerkliği esastır.
.....
Bu ilke ve temel hak ;evli kadın bakımından hem istenmeyen bir gebeliğin sonlandırılmasında,hem de istenen bir gebeliğe devam etme kararında geçerlidir.
...


Sayın Yılmaz Kayar;
Belirttiğiniz temel hususlar çerçevesinde kadının (örneğin) 35 haftalık gebeliğine son vermesi de mümkün olmalımıdır? Yoksa bu hakkın da bir sınırı varmıdır?
Saygılarımla...
Old 22-03-2009, 21:22   #28
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.BaharB

Tıbbi bir zorunluluk olmaksızın kadının 10 haftaya kadar kürtajına yasa olanak vermektedir.Tartışma konumuz da 10 haftaya kadarki sürede kürtajda kadının kendi rızasının rızasının yeterli sayılıp sayılmayacağıdır.

Yasal sürenin ne kadar olması gerektiğine ilişkin tartışmalar için:
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=2949

Konu ile ilgisi bakımında eşin rızasının aranmadığı durumları belirtecek olur isek:

1-Suç sayılan bir eylem sonucu gebelik: 10 haftadan sonraki gebeliklerde , gebelik suç sayılan bir eylem ( örn.cinsel saldırı)nedeni ile gerçekleşmiş ise 20 haftaya kadar kürtaj yasal sayılmaktadır.

2-Tıbbi zorunluluk:
Bu durumda da eşin rızası ;süre koşuluna bağlı olmaksızın tartışma dışıdır..

Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütilmesine Dair Tüzüğe göre;

a-Acil Haller:


Madde 7 - Derhal müdahale edilmediği takdirde kadının hayatını ya da hayati organlarından birini tehdit eden acil hallerde rahim tahliye edilir.
Bu durumda, rahim tahliyesi, kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarınca yapılır.

Madde 8 - Rahim tahliyesini gerektiren acil haller şunlardır:
a) Servikal internal os kapalı olsa bile, kadının yaşamını tehlikeye sokacak ölçüde vajinal kanamalar,
b) Servikal internal osun açık olduğu haller,
c) Uterustaki gebelik ürününün bir bölümünün düştüğü ve kanamanın devam ettiği haller ya da enfeksiyon tehlikesi.

b-Tüzükte 2 sayılı listede belirlenmiş durumlarda:


Tıbbi zorunluluk olduğu tıbben kabul edilen durumları mesajın sonuna ekliyorum .Uygulamada listede var olan tıbbi zorunluluk olarak kabul edilmiş bir durum olsa dahi ek olarak tek imzalı hekim kararı yeterli sayılmamakta,kurul kararı gerekli sayılmaktadır.

Kadının tıbbi zorunluluk olmadığı halde 35 haftalık gebeliğini sonlandırması belirtilen ve açıklanan nedenle tartışma dışıdır.

Tıbbi zorunluluk olduğu durumlarda ise gebelik haftasının ne olacağına ilişkin bir sınırlama bulunmamatadır.

RAHİM TAHLİYESİ VE STERİLİZASYON
HİZMETLERİNİN YÜRÜTÜLMESİ VE
DENETLENMESİNE İLİŞKİN
TÜZÜK

On haftanın üzerindeki gebeliklerde rahim tahliyesini gerektiren, kadının hayatını ya da hayati organlarından birini tehtid eden ya da çocuk için tehlikeli olan hastalıklar ve durumlar:

A - DOĞUM VE KADIN HASTALIKLARINA BAĞLI NEDENLER

1) Daha önceki major uterin harabiyet ve hasarları

a) Sezeryan Ameliyatı,

b) Miyomektomi,

c) Uterus rüptürü,

d) Geniş perforasyon,

e) Geçirilmiş vajinal plastik operasyonlar.

2) Reküren preeklampsi - eklampsi

3) İzoimmünizasyon

4) Mole hidatidiform

B - ORTOPEDİK NEDENLER

1) Osteogenezis imperfekta,

2) Ağır kifoskolyoz,

3) Doğumu güçleştiren osteomiyelit,

4) Faaliyet halinde bütün mafsalları ilgilendiren osteoartiküller hastalıklar.



C - KAN HASTALIKLARINA BAĞLI NEDENLER

1) Lösemi.

2) Kronik anemiye neden olan hastalıklar.

3) Lenfomalar.

4) Pıhtılaşma defektleri.

5) Hemolitik sarılıklar.

6) Agranülositozis.

7) Tromboembolik hastalıklar.

8) Hemoglobinopatiler ve thalasemi sendromları (ağır klinik ve hematolojik bozukluğa neden olan).

9) Gamaglobulinopatiler.



D - KALB VE DOLAŞIM SİSTEMİ HASTALIKLARI

1) Doğumu engelleyen konjenital ve akkiz kalb hastalıkları. 2) Kalp yetmezliği, perikardit, miyokardit, miyokarad enfarktüzü aşikar koroner yetmezliği, arteriyel sistem anevrizmaları.

3) Ağır tromboflebitler ve lenfatik sistem hastalıkları.

4) Ağır bronşektaziler.

5) Solunum fonksiyonunu bozan kronik akciğer hastalıkları.



E - BÖBREK HASTALIKLARI

1) Akut ve kronik böbrek hastalıkları.



F - GÖZ HASTALIKLARI

1) Dekolman.

2) Renal hipertansif ve diyabetik retinopatiler.



G - ENDOKRİN VE METABOLİK HASTALIKLAR

1) Feokromositoma.

2) Adrenal hiperfonksiyon ya da yetmezliği.

3) Kontrol altına alınamayan hipotiroidi veya hipertiroidi.

4) Pratiroid hiperfonksiyon ya da yetmezliği.

5) Ağır hipofiz hastalıkları.



H - SİNDİRİM SİSTEMİNE BAĞLI NEDENLER

1) Gebeliğin devamını engelleyen sindirim organları hastalıkları.



İ - İMMÜNOLOJİK NEDENLER

1) İmmün yetmezliği hastalıkları.

2) Kollajen doku hastalıkları.



J - BÜTÜN MALİGN NEOPLASTİK HASTALIKLARI

K - NÖROLOJİK NEDENLER

1) Grand mal epilepsi.

2) Multipl skeleroz.

3) Muskuler distrofi.

4) Hemipleji ve parapleji.

5) Gebeliğin devamını engelleyen ağır nörolojik hastalıklar.



L - RUH HASTALIKLARINA BAĞLI NEDENLER

1) Oligofreni.

2) Kronik şizofreni.

3) Psikoz manyak depresif (PMD).

4) Paranoya.

5) Uyuşturucu bağımlılıkları ve kronik alkolizm.



M - ENFEKSİYON HASTALIKLARI

1) Teratojen intra üterin enfeksiyonlar.

a) Kızamıkçık.

b) Toksoplazmozis.

c) Sitomegalovirus.

d) Herpes virus grubu hastalıklar.

2) Cüzzam.

3) Sıtma.

4) Frengi.

5) Brusella ve diğer ağır kronik enfeksiyonlar.



N - KONJENİTAL NEDENLER

1) Marphan sendromu.

2) Mesane ekstrofisi.

3) Down sendromu.

4) Sakat çocuk doğurma ihtimali yüksek diğer herediter hastalıklar.

5) Gonadlara zararlı röntgen ışını ve ilaç.

6) Teratogenik ilaçlar.

7) Nörofibromatozis.
Old 23-03-2009, 00:38   #29
Av.Alper UYSAL

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Habibe YILMAZ KAYAR
Sn.Uysal

Evlilik birliği devam ederken çocuğun velayet hakkının her iki eş bakımından ortak ve eşit olarak kullanıldığı konusu tartışma dışıdır.

Konumuz ve sorumuz kadının istemediği bir gebeliği sürdürmeye zorlanıp zorlanamayacağıdır.

Mevcut yasal düzenleme nedeni ile kadınlar istemediği bir gebeliği sürdürmek zorunda bırakılmakta veya hekimle kurduğu ilişkisinde hekimi de sorumluluk altına sokacak şekilde gerçeğe aykırı bilgi vermeye zorlanmaktadır.

Kadının kendi bedeninde olan her şey için kendi özerkliğine,iradesine saygı duyulması insan haklarına saygının bir gereğidir.

Sayın Meslektaşım Habibe Hanım

Evlilik birliği içinde çocukların velayet hakkının eşler tarafından ortak kullanılmasını beyan etmemin gerekçesi,kanun koyucunun eşlerden sadece birine değil her iki eşede çocuk üzerinde söz hakkı vermesinden kaynaklandığıydı. Şimdi kanun koyucu eşlerden her ikisine çocuk üzerinde söz hakkı vermiş olmasına rağman çocugun alınması ilişkin TCK nın sadece annenin rızasını yeterli görmesi nekadar mantikidir?
Ayrıca siz tartışma konusunun içinde eşin istemediği bir çocuğu doğurmaya zorlanacağı hususunu beyan etmişsiniz lakin şuan yürürlükte bulunan kanun gereği çocuğun alınmasına ilişkin sadece annenin rızasının alınması yeterli olduğundan beyan etmiş olduğunuz husus tartışma konusu değildir. Tartışılması gereken bir husus var ise oda babanın rızasının neden ve /veya niçin alınmadığı ve bundan dolayı bazı erkeklerin mağdur olmasıdır... Tck çocugun alınmasına ilişkin sadece annenin rızasını ararsa bu durum da , çocuk sadece annenin çocuğuymuş babanın çocuğu değilmiş gibi bir durum çıkar ve buda hukuk mantığıyla bağdaşmaz.
Saygılarımla
Old 23-03-2009, 10:49   #30
BaharB

 
Varsayılan

Sayın Yılmaz Kayar;

Yasal durum ile ilgili detaylı bilgilendirmeniz için teşekkür ederim. Ancak bunun tartışılan konu ile çok ilgili olmadığını düşünüyorum.

Şöyle ki;

Sizin mutlak bir hak gibi öne sürdüğünüz ve
Alıntı:
Kadının kendi bedeninde olan her şey için kendi özerkliğine, iradesine saygı duyulması insan haklarına saygının bir gereğidir...Tıbbi müdahalede kişinin rızası ve özerkliği esastır.

şeklinde ortaya koyduğunuz esaslara / haklara katılmamak mümkün değil. Sorun, bu hakkın da bir sınırının olup olmadığı, varsa, bu sınırın diğer hangi haklar gözetilerek çizileceğidir.

Bu çerçevede;

"Kişiliğin başlangıç anına (ceninin sağ olarak tamamıyla doğduğu ana) kadar kürtaj hakkı mutlak olmalıdır" düşüncesinde değilsek, belirttiğiniz hakların da bir sınırının olduğunu kabul etmemiz gerekir. Hakkın sınırının varlığını kabul ettiğimizde ise cenin hakları nedeniyle getirilen hafta sınırlamalarının yanında, erkeğin özel hayatının korunması hakkının da, bu sınırın tespit edilmesi bağlamında değerlendirilmesi / tartışılması gerekmektedir ki buna ilişkin düşüncelerimi daha önce ifade etmiştim.

Üstelik kişilerin vicdani kanaatleri de kişisel bir tutarlılık gösterdiği hallerde ve mümkün olduğu sürece korunmaya, saygı gösterilmeye değerdir.


Saygılarımla...
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Aile konutu satışında eş rızası şart Merhaba Aile Hukuku Çalışma Grubu 10 05-11-2006 19:50
Aile konutu satışında eş rızası şart ahmetsacit Hukuk Haberleri 3 28-10-2006 14:40
Çocuktan, Velayet Sahibi Tarafın Bilgi Ve Rızası Dışında Zorla Doku Örneği Alma DenizSu Hukuk Soruları Arşivi 2 16-12-2003 09:25


THS Sunucusu bu sayfayı 0,11969209 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.