Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Kadının Soyadı Olacak Mı?

Yanıt
Old 25-04-2006, 16:02   #61
NİLGÜN SEYMEN

 
Karar

Büyük işletme ve şirketlerin başında varolmak zorunluluğu taşıyan birtakım işkadınları var toplumumuzda.
Attıkları imzalarda ve kimliklerinde -BABA-ağırlığını taşımakla o imparatorluğun işlevsel fonksiyonları açısından daha reel ve de inandırıcı olmak durumundadırlar.
Evlilikleri sonrasında yaşadıkları bu <<isim değişiklikleri >>birçok mukavele ve senet gibi profillerde o kişi adına rahatsızlık hissettirebilir.

İkinci bir ihtimalde de illegal koşullarda dünyaya gelmiş çocukların, nüfusa olan kayıtlarında,ŞAYET baba adayına ulaşılamayan koşullarda ,
Annenin ailesinin kayıtları altında ,mevcut nufus kağıdı işlemleri
yerine getirilebilir.
Ben bir hukukçu değilim.çok yetkin olmayabilirim bazı normlarda..
Ama yaşamın en ortasında CANLI CANLI HİSSEDEREK YAŞAMAKTAYIM HAYATI..son derece araştırmacı gözlemci ve de dikkatli bir insanım.ayrıca;
Benim soyadım-SEYMEN-ASKER-demektir.Ben aileme ait bu ad ile onur duyarım ve çoğu zaman,kırtasiye işletmeciliği yaptığım dönemlerde,ÇAKICI değil SEYMEN adını kayıtlara geçirdim.Ayrıca bundan çok özel bir zevk de aldığımı söyleyebilirim.
************************************************** ******
Neden oldu bu haz........1
Eklemek ihtiyacı duydum.soru işareti oluşmaması açısından.Her türlü olumsuzluklara ve de engellemelere rağmen KIRTASİYECİLER odasının şart koştuğu -KALFALIK VE USTALIK BELGELERİNİ- alarak 30 tane birbiriyle alakasız derslerden sınava girerek! Bu o kadar kolay bir formalite olarak düşünülmesin.
Organize sanayi merkezine giderek yüzlerce dosya ibraz ediyorsunuz.
sağlık raporu, ikametgah ,diplomanın noter tasdikli sureti vs.vs.
sonra onu Hürriyet 'te çıraklık eğitim mrk.nde kaşelettirerek sınav günü alıyorsun...
Branşında ;..önce çıraklık sonra 3 ay sonrasında ustalık belgesi alıyorsun.
Ben o dönemlerimde bütün bu engelleri aşarken ..baba adı ile firma adını tescil ettirdim.
Bu şöyle bir hazdı.//-Bak ben kendi kanatlarımla da uçabiliyorum.//-en azından denedim.Okulun içindeki <<kantin ortamının>> kırtasiye ürünlerine el atması geri adım atmama neden oldu.
************************************************** *******
Bursa'da mal aldığım tüm firmalar beni SEYMEN adı ile tanıdılar.
Amacım bu imzalar ve yasalar boşa bir uğraştır..! demek değildir.ASLA..
bİLAKİS bir kadın olarak<< kadın-TEK BAŞINA BİR BREY OLMALIDIR->>tezinin savunucusuyum.Bu da kimseye el açmamaktan geçer.
Ben -bir kadın-bir ana-ve eş olarak <<toplum genelinde kişisel yorumumu>> yaptım.
Ve bunu da asla bir ard niyet taşımayarak yazdığımı eklemek ihtiyacını hissediyorum.
SAYGILAR.
NİLGÜN ÇAKICI
25.04.2006
Old 01-07-2006, 16:43   #62
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Ünal: "Çocuk Çift Soyadı Taşıyabilmeli"
Soyadında Ayrımcılığın Önlenmesi İnisiyatifi'nden Ünal, soyadı yasa tasarısının imam nikahlı evliliklerdeki sorunu çözmeye yönelik olduğu kanısında. Ünal "Bu evliliklerde çocuk nikahlı kadın üzerine kaydedilir. Çocuk üzerinden politika yapılmasın" diyor.

--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
29/06/2006 Ayşe DURUKAN
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İzmir) - Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu'nun üzerinde çalıştığı "Soyadı Yasa Tasarısı" Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın önüne geldi. Aynı tarihte, kadın örgütlerinin de uzun süredir mücadelesini verdiği "soyadı sorunu" yaygın medyada yer aldı, ama magazinel bir bağlamda:

"Feraye Tanyolaç, eğer evlenmezse çocuğuna Kaya'nın (Çilingiroğlu) soyadını veremeyecek."

Ünal: Hükümet Meclis'teki çoklu evliliklerin yasal düzenlemesini yapıyor

Yürürlükte olan 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu'na göre, haberde yazılan doğruydu. Soyadında Ayrımcılığın Önlenmesi İnisiyatifi'nden Ayten Ünal "Medeni Kanun'un 321. ve 293. maddelerinin 3. fıkrasına göre, babanın rızası olsa bile, evlilik dışı doğan çocuk babanın soyadını alamıyor" diyor.

Ünal, evlilik dışı çocuğun, direkt babanın soyadını taşımaması gerektiğini düşünüyor. Tasarının erkek egemen anlayışı yeniden ürettiği ve politik malzeme haline getirdiği kanısında olan Ünal "Hükümet Meclis'te de olan çoklu evlilikleri göz önüne alıyor. Hepimizin bildiği gibi bu evliliklerden doğan çocuklar nikahlı eşin üzerine kaydediliyor. Hükümet bunun yasal düzenlemesini yapıyor" diye konuşuyor.

Çocuğun tercih hakkı ve eşitlik

Ünal, yasa tasarısının komisyona sevk edilmesiyle birlikte de Ankara'da lobi faaliyetlerinin başlayacağını açıklıyor. İnisiyatif olarak taleplerinin, çocuğun 18 yaşına gelinceye kadar hem babanın, hem de annenin soyadını taşımasından yana olduğunu söylüyor.

"Tasarı, kadının onayına bakmaksızın çocuğun baba soyadını alması üzerine kurulu. Buna karşı çıkıyoruz. Biz sonuçta hukukçuyuz. Yasa aynı anda iki evliliği suç sayıyorsa, soyadı sorunu, propaganda unsuru olarak kullanılmamalı. Bu insanları evlilik dışı ilişkiye iter."

Bu görüşün muhafazakarlıktan kaynaklanmadığını, kadınların özgürce çocuk doğurma haklarından yana olduğunu söylüyor Ünal: "Hem Hukukçu hem de kadın gözüyle soruna bakıyoruz. Erkek egemen bakış soyun babaya göre devam ettiğinden yola çıkıyor. Biz karşı olduğumuz bir şey bu. Anne babanın yasalar karşısında eşit olması gerekiyor."

Babalık davası: Çocuk sahibi olmak istemeyen erkek

Ünal, "Çocuk sahibi olmak istemeyen bir erkek söz konusu olduğunda nerede duracaksınız?" sorumuza, elinde böyle bir dava olduğunu söyleyerek yanıt veriyor.

"Tabii ki özgürlükten yana tavrımızı koyacağız. Elimdeki 'babalık' davası böyle bir dava. Erkek çocuk istemiyor, kadın istiyor. Burada kadının özgür iradesiyle bir çocuk istemi var. Hukukçu duruşumuzu değiştirmeden bazen özgürlük, bazen de eşitlikten yana tavrımızı koyacağız."

Yakın bir zamanda, evlenmeden çocuk sahibi olmak isteyenlerin davalarında artış olacağı görüşünde olan Ünal, Avrupa'da bunun örneklerinin olduğunu söylüyor. Bu nedenle tasarının geleceğe dönük olması görüşünde.

"Doğal nesep, evlilik dışı çocuğu anneye bağlamıştır. Baba istiyor, anne onay veriliyorsa, çocuk 18 yaşına kadar iki soyadı taşısın. Hukuk sistemini yerle bir etmeden olabildiğinde özgürlüğün olması gerektiğini savunuyorum." (AD/TK)
.....
.....
Old 27-10-2006, 14:35   #63
akif tütüncü

 
Varsayılan

iki başlı evlilikler yıkılır evin reisi kocadır ,kadının soy ismide kocanın soy ismi olması gerekir
Old 27-10-2006, 16:11   #64
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.Tütüncü,

Kocanın evin reisi olmasına ilişkin düzenleme bildiğiniz gibi artık 4721 sayılı TMK da bulunmamaktadır.

Ama TMK da A.İ.H.M Tekeli davasında verdiği karara rağmen hala kadının soyadına ilişkin eşitsiz ve ayrımcı düzenleme durmaktadır.

Uluslararası düzenlemeleri ve kararları da dikkate alarak neden erkeğin soyadının öncelikli olduğuna ilişkin "makul" sebeplerinizi bizimle paylaşmanızı rica ediyorum.

Saygılar
Old 02-05-2007, 17:41   #65
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Kadının soyadı davası AİHM'ye taşındı


Akademik kariyerinde kızlık soyadıyla tanınan Bahar Abdülkadiroğlu, eski soyadını Türkiye'deki mahkemelerde geri alamayınca AİHM'ye gitti

17/04/2007 AA - İZMİR - Evli kadına sadece eski soyadını kullanmak yasak. İzmirli bilim kadını Bahar Abdülkadiroğlu, sadece eski soyadını kullanmak isteyince bu yasağa çarptı. Abdülkadiroğlu, kızlık soyadını kullanma başvurusu mahkemece reddedilince de son çare olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kapısını çaldı.
Bilkent Üniversitesi Elektrik Elektronik Bölümü lisans eğitimini tamamlayan Bahar Leventoğlu, master yaptıktan sonra ABD Rochester Üniversitesi'nden doktora çalışmaları için burs kazandı. Doktora çalışması sırasında, 1996'da kendisi gibi ABD'de yaşayan Atila Abdülkadiroğlu'yla evlendi. Kocasının soyadını alan Bahar Abdülkadiroğlu, önce New York Stony Brook Devlet Üniversitesi'nde politika bilimi dalında yardımcı doçent olarak çalıştı, sonra bugün de akademik araştırmalarını sürdürdüğü Duke Üniversitesi Ekonomi ve Politika Bilimi Departmanı'na geçti.
Bahar Abdülkadiroğlu, yazdığı makale ve yaptığı çalışmalarda sık sık soyadı krizi yaşıyordu. Bu nedenle eğitimi boyunca kullandığı kızlık soyadını geri alabilmek için hukuk mücadelesi başlattı. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açarken dilekçesinde, bir akademisyenin soyadının marka gibi bir anlamı olduğunu, Leventoğlu soyadını akademik yaşamı süresince kullandığını anlattı:
"Leventoğlu soyadını değiştirmek, beni ve kariyerimi olumsuz etkileyecektir. Kızlık soyadımla evlilik soyadım arasında sıkıştım. Eski soyadımla basılmış eski eserlerle yeni soyadımı taşıyan eserler arasında bağlantı kurulamadığı için eserlerim yok sayılıyor."
Abdülkadiroğlu, nüfus cüzdanındaki soyadı hanesine tekrar 'Leventoğlu' kızlık soyadının yazılmasını, Abdülkadiroğlu soyadının sadece nüfus kütüğünün açıklamalar hanesinde yer alarak kayda geçmesini istedi.


'Medeni Kanun'a aykırı'
Ancak Abdülkadiroğlu'nun bu talebi, Medeni Kanun'un 187. maddesinde yer alan "Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır, ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını kullanabilir" ibaresine aykırı olduğu için reddedildi. Bu karar Yargıtay'da onanınca, Abdülkadiroğlu da AİHM'ye başvurdu.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=218680
Old 03-05-2007, 02:32   #66
ragıp

 
Varsayılan

Kadınların ezilmeleri, baskı gibi sorunlar hala var. Bunlara karşı mücadele kolay. Çünkü sorun fiziksel olduğu için, çözüm de az çok belli.
Ancak gözle görülmeyen ama sosyal travması daha büyük sorun, kadının soyadı.Özellikle kariyer sahibi kadınlarda çok ciddi sorunları yanında taşıyor.
Avukat örneği ile başlayalım:Yıllarca çabalamışsın. Belli bir çevre edinmişsin. Bazı davalarda uzman olmuşsun. Herkes seni Ayşe gül olarak tanımış. Bir pazar günü nikah memru huzurunda imza atmışsın. Bir de bakmışsın ki Pazartesi Ayşe Tokmak olmuşsun. Uğraş ki, Ayşe Gül ile Ayşe Tokmak aynı kişi. Tırnaklarınla geldiğin yerde, kendini kanıtlamaya çalışıyorsun.
üzerinde bir sürü kredi kartı ehliyet falan var. Bir bakıyorsun tümü geçersiz. Git hepsini değiştir.
Klan düzenine dayalı toplumlarda belki geçerli olan bu uygulama, bence değişmeli. Hala kapı zillerinde, erkek ile kaddının isminin yazması bile yagınlaşamadı. Düşünün artık.
Çok ciddi yazdım sanırım. Biraz sulandırayım. Konuyla ilgili bir bilmece sorayım bari.
Her erkekte bulunur. Kimisinde uzun kimisinde kısadır. Evlendikten sonra karısı da kullanır. Bilin Bakalım bu nedir?
Old 02-05-2008, 13:07   #67
av.sally

 
Varsayılan

Boşandığı eşinin soyadını kullanmak için aynı soyadlı bir başkasıyla evlendi.

Ankara’da avukatlık yapan Filiz Poyraz, kendisi gibi avukat olan eski kocasının soyadını kullanabilmek için aynı soyadını taşıyan bir başka kişiyle evlendi. İki ay süren bu evlilik, eski eş Mesut Poyraz’ın &quot;Soyadımı kullanamazsın&quot; diye giriştiği hukuk savaşını kaybetmesine neden oldu.

Avukat Filiz Dinçer (37) ile Mesut Poyraz’ın (37) evliliği 8 Kasım 2007’de noktalandı. Ortak kullandıkları hukuk bürosundan ayrılan Filiz Dinçer, birkaç yüz metre ilerde kendi ofisini açtı ve &quot;Avukat Filiz Poyraz&quot; tabelası astı. Bunun üzerine eski eşler arasında, &quot;soyadı savaşı&quot; başladı. Filiz Dinçer, eski kocasının soyadı olan &quot;Poyraz&quot;ı kullanmaya devam etmek istedi, ancak mahkeme bu isteği reddetti.

Filiz Dinçer, yine de kocasının soyadını kullanmaya devam etti. Bürosunun önündeki tabelanın karalanması üzerine Dinçer, eski kocası Mesut Poyraz’ı &quot;Tabelama zarar verdi&quot; diye Ankara Barosu’na şikayet etti. Bu şikayet takipsizlikle sonuçlandı. Filiz Dinçer, bu savaş devam ederken Harun Poyraz adli kişiyle evlendi.

14 Aralık 2007’de evlenen Dinçer, iki ay evli kaldıktan sonra 14 Şubat’ta Harun Poyraz’dan boşandı. Eski eşinin yine &quot;Poyraz&quot; soyadında biriyle evlendiğini öğrenen Mesut Poyraz, Sincan Cumhuriyet Savcılığı’na dilekçe vererek Filiz Dinçer’in &quot;Poyraz&quot; soyadını kullanmasının engellenmesini istedi. Savcılık, Filiz Poyraz’ın, Mesut Poyraz’dan boşandıktan sonra Harun Poyraz’la evlendiğini ve halen bu kişinin soyadını kullandığını belirterek, takipsizlik kararı verdi.

Kaynak : Anadolu ajansı
Old 04-05-2008, 21:14   #68
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Evlenirken kendi rızası olmadan soyadı değiştirilen kadınlar,boşanınca da kendi rızası olmadan evlilik sırasında kullandığı soyadından mahrum bırakılıyor veya eşin iznine tabi oluyor.

Her soyadı değişikliğinde medeni hali herkezce izlenebilen bir durumda olan kadın,medeni durumu değiştikçe,önceki soyadı ile edinmiş olduğu tanınırlığı ve geçmişini kaydebiyor.

Soyadının yasal sebeplerle kaybedilişi sadece kadını değil,eğer varsa çocuğun kişisel hayatını da etkiliyor ve hayatı başkalarınca gözlemlenebilir hale geliyor.

Örneğin çocuk anne babasının boşandığı bilgisisini başkalarına açıklamak istemiyor,ya da kendi seçtiği zaman bunu yapmak istiyor.

Velayetin özel bir engel olmadığı sürece anneye verilmesi karşısında ,çocuk ve annenin birlikte yapacağı yolculukta soyadlarının farklı olması önce çocuğun "parçalanmış aile" olduğunu herkese teşhir ediyor.Kadın veli ise okul yönetimi bunu ögreniyor vs.vs.

Kadının her medeni durum değişikliğinde soyadını kaybetmesi tanınırlık ve bilinirlik ve ulaşılabilirlik olasılıklarını son derece azaltırken,yasal düzenlemenin çocuğun üstün ve öncelikli yararını gözettiğnden söz etmek mümkün değildir.

Sorunun insan haklarına ve her iki cinsin eşit itibarlı yurttaş olarak kabulüne göre hemen çözülmesi gerekmektedir.
Old 18-07-2010, 13:00   #69
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Eray Karınca

KADININ KIZLIK SOYADINI KULLANABİLME HAKKI

İç hukukumuza göre ad ve soyadın değiştirilmesi kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır ve diğer nüfus kayıtlarındaki değişiklikler gibi hakim kararı ile gerçekleşir .
Türk Medeni Kanunu'nun 27. maddesine göre, bekâr kadın soyadını, haklı sebeplerin varlığı halinde adın değiştirilmesi ile ilgili hükümlere göre değiştirebilir. Evliliğin boşanma ile sona ermesi durumunda boşanan kadın, evlenmeden önceki soyadını yeniden alabilir(m.173). Ancak, hâkimden boşanmadan önceki soyadını taşımasına izin verilmesini de isteyebilir. Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta yararı olduğunu ve bunun kocaya zarar vermeyeceğini kanıtlaması halinde hâkim kocasının soyadını taşımasına izin verir.
Evli kadının soyadı konusu ise TMK. nun 187. maddesinde düzenlenmiştir: “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra Nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir." Buna göre yasa, evli kadına iki seçenek sunmaktadır. Seçeneklerden birisi, kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağına ilişkindir. İkincisi ise, evlendirme memuruna veya nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilmesini düzenlemektedir.
Yasanın emredici düzenlemesi karşısında, kadının evlenmesi halinde tek başına kızlık soyadını kullanabilmesi olanaksız gibi görünmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de 29 Ekim 1998 tarih esas 1997/61, karar 1998/59 sayılı kararında, önceki Medeni Kanun'un aynı içerikteki 153. maddesinin iptaline ilişkin istemi ret etmiştir. Gerekçeye göre, itiraz konusu, "Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır." kuralı kimi sosyal gerçeklerin doğurduğu zorunluluklardan ve yasa koyucunun yıllar boyu kökleşmiş bir geleneği kurumsallaştırmasından kaynaklanmaktadır. Aile hukuku öğretisinde de kadının erkeğe göre farklı yaratıldığı, zorunluluklar ve toplumsal gerçekler karşısında kadının korunması, aile bağların güçlendirilmesi, evlilik birliğinde düzen ve uyum sağlanması, aile içinde iki başlılığın önlenmesi gerektiği gibi görüşler bulunmaktadır. Aile birliğinin sağlanması için yasa koyucu eşlerden birisine öncelik tanımıştır. Kamu yararı, kamu düzeni ve kimi zorunluluklar, soyadının kocadan geçmesinin tercih nedeni olduğunu göstermektedir. Kaldı ki itiraz konusu kuralda aile isminin sadece erkeğin soyadına bağlanacağı öngörülmemekte, kadının başvurusu durumunda kocanın soyadı ile birlikte kızlık soyadını da kullanma olanağı bulunmaktadır. Kadının evlenmekle kocasının soyadını almasının cinsiyet ayrımına dayanan bir farklılaşma yarattığı savı da yerinde değildir. Anayasanın 10. Maddesinde öngörülen eşitlik, herkesin her yönden aynı kurala bağlı olacağı anlamına gelmez. Kişilerin haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik kurallarına aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerekli kılabilir.”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, evli kadının, sadece kendi soyadını taşıma istemine ilişkin Türkiye'den yapılan başvuruya ilişkin olarak 16 Kasım 2004 tarihli kararı ise Anayasa Mahkemesi’nden oldukça farklıdır: "Başvuran Ayşe Ünal Tekeli 1965 doğumlu bir Türk Vatandaşıdır ve İzmir'de yaşamaktadır. 25 Aralık 1990 tarihinde yaptığı evliliğin ardından, o dönemde halen stajyer avukat olan başvuran Türk Medeni Kanununun 153. Maddesi uyarınca eşinin soyadını almıştır. Meslek hayatında kızlık adıyla bilindiğinden, bu ismi yasalara göre aldığı soyadın önüne eklemeyi sürdürmüştür. Ancak resmi dosyalarda her iki ismi de kullanamamaktadır. 22 Şubat 1995' te Karşıyaka Asliye Mahkemesinde yalnızca kızlık soyadı "Ünal"ı kullanmasına izin verilmesi için dava açmıştır. Asliye Mahkemesi, 04 Nisan 1995 tarihinde Türk Medeni Kanununun 153. Maddesine göre evli kadınların evlilikleri süresince kocalarının ismini taşımalarının gerektiğini, gerekçe göstererek başvuranın istemini ret etmiş, karar 6 Haziran 1995'te Yargıtay tarafından onanmıştır. 14 Mayıs 1994'te Medeni Kanunun 153. Maddesinde yapılan değişikliklerden biri ile evli kadınlar, kızlık soyadlarını eşlerin soyadlarının önüne ekleyebilme olanağını kazanmıştır. Başvuran, söz konusu değişikliğin kendisinin soyadı olarak yalnızca kızlık adını kullanabilme yönündeki isteğini karşılamadığını düşündüğü için bu olasılıktan yararlanmamıştır. 22 Kasım 2001'de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanunu'nun 187. maddesi eski 153. madde ile aynı hükümleri taşımaktadır. 153. maddede yapılan değişiklikten sonra bu hükmün Anayasaya uygun olmadığı iddiasıyla yapılan başvuru ise Anayasa mahkemesi tarafından ret edilmiştir. ... Avrupa Konseyine üye sözleşmeci devletler arasında eşlerin aile adının eşit bir durumda seçmeleri lehinde bir konsensüs de doğmuştur. Çift, başka türlü karar vermiş olsa bile kocanın soyadının çiftin soyadı olarak kullanılmasındaki yasal zorunluluk ve böylece kadının evlenmekle otomatik olarak kendi soyadını yitirdiği tek üye devletin Türkiye olduğu görülmektedir. ... Türk hükumetinin aileye kocanın soyadının verilmesini, aile birliğinin ifade edilmesi için düzenlenmiş bir gelenekten doğduğuna ilişkin argümanına/gerekçesine gelince mahkeme, aynı ada sahip olmanın kesin bir faktör olmadığı düşüncesindedir. Ayrıca Avrupa'daki diğer yasal sistemler tarafından benimsenen çözümle de onaylandığı gibi evli bir çiftin ortak bir aile adını taşımayı seçmediği yerde de aile birliği korunabilir ve sağlamlaştırılabilir. ... Sonuç olarak mahkeme farklı muamele konusunda 8. Maddeye bağlı olarak 14. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararda değinildiği üzere, Avrupa Birliği Ülkelerinin tamamında kadının soyadı evlenmekle değişmemektedir, eşler dilerse birisinin ( kadın veya erkeğin) soyadını "aile adı" olarak seçebilmektedir. Çocuk da ya bu aile soyadını ya da babanın soyadını taşımaktadır.
Bu hukuki düzenlemeler ışığında, ülkemizdeki evli kadının, kızlık soyadını kullanabilme yasağının sürüp sürmeyeceğini yeniden irdelemek gerekir.
Anayasa Mahkemesi'nin 1998 tarihindeki ret kararından sonra, on yıllık süre, dava tarihi itibariyle dolmuştur. Esasen Medeni Kanun'un toptan değiştiği anımsandığında, 187. maddenin Anayasaya aykırılığını ileri sürmek için herhangi bir zaman kısıtlaması yoktur. Üstelik temel yasalarda ve Anayasada, kadına yönelik olumsuz ayrımcılığın önlenmesi için etkili değişiklik ve düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin, Anayasanın 10. maddesine 2004 yılında, "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür." hükmü, 41. maddenin 1. fıkrasındaki "Aile, Türk toplumunun temelidir." hükmüne ise, "ve eşler arasında eşitliğe dayanır." ibaresi, eklenmiştir.
Anayasanın 90. maddesi de değiştirilerek 5 fıkraya: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeni ile çıkabilecek uyuşmazlıklar da milletler arası Antlaşma hükümleri esas alınır." düzenlemesi getirilmiştir.
Hukuk Usulü ve Ceza Usulü yasalarında yapılan değişikliklerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının, ulusal mahkemeler açısından yargılamanın yenilenmesi sebebi olacağı kabul edilmiştir.
Öte yandan Türkiye'nin 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladığı ve 04.06.2003 tarihinde onayladığı, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 23/4. maddesine göre taraf devletler, eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacaktır. Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme' (Cedaw) nin 1 (g ) bendi de şu şekildedir:
"Taraf devletler kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacaklar ve özellikle kadın-erkek eşitliğine dayanılarak kadınlara aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:
( g ) Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil her iki eş (kadın-erkek) için geçerli, eşit kişisel haklar,"
Türkiye'nin çekincesiz olarak imzaladığı her iki sözleşme kuralları yanında, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin 05 Şubat 1985 tarihli 2 sayılı Tavsiye Kararı, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin 28 Nisan 1995 tarihli 1271 sayılı Tavsiye Kararı ve Avrupa Yasal İşbirliği Komitesi'nce de üye ülkelere "Evlilikte ortak bir soyadının seçiminde eşler arasında tam bir eşitlik sağlanması" tavsiye edilmiştir. Bu düzenlemelere dayanarak, TMK'nun 187. maddesini aşarak, kadının evlense dahi yalnızca kızlık soyadını kullanmasına izin veren mahkeme kararları vardır.
Türkiye yakın dönemde imzaladığı uluslararası sözleşmeler ve iş birliği içerisinde olduğu uluslararası kuruluşların istek ve önerileri doğrultusunda yasalarında, kadına karşı ayrımcılık içeren bir çok düzenlemeyi kaldırmış, kadın ve erkek arasında yasalar önünde eşitliğin sağlanması açısından çok önemli adımlar atmış olmasına karşın, evli kadının evlenmeden önceki soyadını kullanma isteğini engelleyen TMK nun 187. maddesi, Anayasa'daki birçok hükme aykırı olmasına karşın halen yürürlüktedir.
Şöyle ki Anayasanın 5. maddesine göre devletin temel amaç ve görevlerinden biri kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu sınırlayan engelleri kaldırmaktır. 10. maddenin 2. fıkrası uyarınca da, Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliği yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” O halde TMK nun 187. maddesi, kadın ve erkek arasındaki Anayasa uyarınca sağlanması gereken eşitliğe aykırı biçimde sadece kadının evlenmekle eşinin soyadını alacağını ön gördüğünden, 5. maddeye ve eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddenin 2. fıkrasına aykırıdır.
Anayasanın 12 maddesi uyarınca, "Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir." Kişinin soyadını, evlense dahi koruyup kullanabilme hakkı, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak olduğundan, kadının evlenmekle eşinin soyadını alma zorunluluğunu düzenleyen TMK nun 187. madde, Anayasanın 12. Maddesine de aykırıdır. Anayasanın 17. maddesi uyarınca, "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." Kişinin var olan soyadını, evlense dahi sürdürebilme hakkının manevi varlığı içerisinde olduğunda kuşku yoktur. Öyle ise, evlenmekle kocanın soyadının alınacağına ilişkin TMK 187. maddedeki düzenleme, Anayasanın 17. maddesindeki kişinin manevi varlığını koruma ilkesine aykırıdır. Anayasanın 41. maddesi uyarınca, "Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır." TMK nun 187. maddesindeki, "Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır." şeklindeki düzenlemenin eşler arasındaki eşitlik ilkesini düzenleyen Anayasanın 41. maddesine aykırılığı tartışmasızdır.
O halde, kadının evlenmekle kızlık soyadını tek başına kullanabilmesini engelleyen TMK. nun 187. maddesi iptali, “... İnsan topluluğu kadın ve erkekten oluşur. Kabilmidir ki bunun birini ilerletelim, ötekini ihmal edelim de topluluğun bütünü ilerleyebilsin!” diyen, Aziz Atatürk'e karşı bir borç ve Türk kadınının, erkek ile eşit konumda olabilmesi için ulusal ve uluslararası mevzuat açısından bir zorunluluktur.

Not:Sn.Karınca'ya metni bizimle paylaştığı için çok teşekkür ediyorum.
Old 14-03-2011, 17:46   #70
üye34660

 
Varsayılan Yüksek mahkemeden soyadı kararı...



Anayasa Mahkemesi, kadınların kocasının soyadını almasına ilişkin Türk Medeni Kanunu'nun ilgili hükmünün iptal istemini oy çokluğuyla reddetti.
Fatih 2. Aile Mahkemesi, baktığı bir davada, kadının evlendiğinde kocasının soyadını alması şartı getiren Türk Medeni Kanununun 187. maddesinin Anayasaya aykırı olduğuna karar vererek, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuştu.


Yüksek Mahkeme, ''Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır. Ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir'' hükmünü içeren 187. maddenin iptal istemini oy çokluğuyla reddetti.
Old 15-03-2011, 13:44   #71
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Anayasa Mahkemesi'nin ,AİHM Tekeli/Türkiye kararını,kararda dayanılan uluslararası sözleşmeleri görmezden gelerek karar verdiğini düşünüyorum.
Old 17-07-2011, 11:38   #72
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Mahkemeden bekarlık soyadına onay

AA
17 Temmuz 2011

H Y Y, 13 Ocak 2011'de, evlilik soyadının iptaline ve yalnızca bekarlık soyadını kullanmasına karar verilmesi talebiyle avukatı Alev Yıldız aracılığıyla dava açtı.

Aynı zamanda uluslararası gemilerde 3. kaptan olarak çalıştığını, birçok ülkeye “Y...” soyadıyla girdiğini ve mesleğinde bu soyadıyla tanındığını ifade eden HYY, 2010'da evlendiğini, Türk Medeni Kanununun 187. maddesi gereğince bekarlık soyadı yanında eşinin soyadını da kullanmak zorunda kaldığını kaydetti.

Bu nedenle mesleğinde bazı sorunlarla karşılaştığını bildiren HYY, birey olarak, kendi soyadını kullanma hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı, devredilemez hak olduğuna dikkati çekti ve Türk Medeni Kanununun 187. maddesinin, Türkiye'nin onayladığı uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ifade etti.
Dava, Ankara 11. Aile Mahkemesinde görüldü. Dahili davalı EY da eşinin kişilik haklarının korunmasına yönelik olarak, kendi soyadını kullanma isteğini kabul ettiğini dava sürecinde mahkemeye bildirdi.

Hakim Mustafa Karadağ da HYın, yalnızca bekarlık soyadını kullanma talebini uygun bularak, davanın kabulüne karar verdi.

Hakim Karadağ'ın yazdığı gerekçeli kararda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) onaylayan devletlerin, cinsiyet de dahil olmak üzere, hiçbir ayrımcılık yapılmadan herkesin hak ve özgürlüklerden yararlanmasının sağlanmasını taahhüt ettiğine dikkat çekildi.

Türkiye'nin onayladığı Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesinde de temel hak ve özgürlüklerin kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak kullanılmasının, ayrımcılık oluşturan mevzuatın değiştirilmesinin, evlenmede kadına erkeklerle eşit hak sağlanmasının ve bu arada aile adının eşitlik içinde seçilmesinin taahhüt edildiğine yer verildi.

Türkiye'nin onayladığı uluslararası sözleşmeler ile ulusal yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi halinde uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağının Anayasa'da düzenlendiğine işaret edilen kararda, Türk Medeni Kanununun 187. maddesinin, evlenen kadının, yalnızca bekarlık soyadını kullanma hakkını kullanmasına engel teşkil ettiği belirtildi.

Oysa Türkiye'nin onayladığı sözleşmelerin ve bunlara bağlı ek protokollerin, kadınların soyadını seçme hakkını temel hak olarak belirlediği kaydedilen kararda, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin de eşlerin soyadı seçiminde eşitlik sağlanmasını önerdiklerine dikkat çekildi.
AİHM'nin benzer talepli davaları kabul ettiği hatırlatılan kararda, sonuç olarak HY'ın, mesleki bakımdan tanınırlığı nedeniyle evlendikten sonra da önceki soyadını kullanmakta hukuki yararı olduğu, bununla birlikte Türkiye'nin onayladığı uluslararası sözleşmeler ile protokollerin ve tavsiye kararlarının davada uygulanması gerektiği ifade edilerek, bu sebeple davanın kabulüne karar verildiği bildirildi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18273443.asp
Old 22-07-2011, 22:08   #73
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Gerekçeli kararı sunuyorum.

TC
ANKARA
11. AİLE MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
Esas No: 2011/59
Karar No: 2011/656
Hâkim: Mustafa Karadağ
Kâtip: Vahide Dönmezoğlu
Davacı: H.Y.Y.
Vekili: Av. Alev Yıldız
Davalı: Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü – Ankara Adliye Sarayı
Nüfus Temsilciği Altındağ-Ankara
Dahili davalı: E.Y.
Dava: Evlilik Soyadının İptali
Dava Tarihi: 13.01.2011
Karar Tarihi: 12.05.2011
Davacı vekili tarafından davalı aleyhine açılan davanın esas defterine kaydını müteakip yapılan açık yargılama sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili 13 Ocak 2011 tarihli dilekçesinde, davacının Karadeniz Teknik Üniversitesi Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştığını, aynı zamanda uzak yol vardiya zabitliği yeterliliği ile uluslararası gemilerde 3. kaptan olarak görev yaptığını, onlarca ülkeye ‘Yılmaz’ soyadı ile giriş çıkış yaptığını, denizcilik camiasında bu soyadı ile tanındığını, 2010 yılında kendisi gibi akademisyen olan E.Y. ile evlendiğini, Türk Medeni Kanununun 187. maddesi gereğince ‘Yılmaz’ soyadının sonunda eşinin soyadını da kullanmak zorunda kaldığını, bu durum nedeniyle mesleğinde bazı zorluklarla karşılaştığını, halen çalışmaları sırasında ‘Yılmaz’ soyadı ile tanındığını davacının da bir kadın olarak bir birey olduğunu, kendi soyadını kullanma hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı devredilemez bir hak olduğunu, bu hakkın ülkemizde sadece evleninceye kadar kadınlara tanındığını, evlenmelerinden sonra istemeseler dahi eşlerinin soyadını kullanmak zorunda bırakıldığını, bu sorunun çoğu Avrupa ülkesinde eşitlikçi bir yaklaşımla çözüldüğünü, kendi soyadını eşinin soyadına bağımlı olmaksızın evlendikten sonra da kullanabildiğini, Türk Medeni Kanununun 187. maddesi hükmünün daha üstün forum olarak kabul edilen uluslararası sözleşmelere aykırı olarak düzenlendiğini ve halen de bu aykırılığın devam ettiğini, Anayasanın 10. ve 41. maddelerinin kadınlar ile erkekler, eşler arasında eşitlik esasını getirdiğini, yine Anayasanın 90. maddesi ile usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası anlaşmaların kanun hükmünde olduğunun düzenlendiğini, kanunlar ile sözleşme hükümlerinin çelişmesi halinde uluslararası anlaşma hükümlerinin uygulanacağını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Avrupa Konseyinin Parlamenterler Meclisi ve Bakanlar Komitesi kararlarında, Uluslararası Medeni haklar ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme, bu sözleşmeye bağlı ihtiyari protokollerde kadının evlendikten sonra da kendi soyadını kullanmasını olanak sağlayan düzenlemeler yapıldığını, kadının bu hakkını kullanmasını sağlayan Türk mahkemelerinden kararların verildiğini, bu hakkın kullanmasını engelleyen kararlar nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurularda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesiyle birlikte düşünüldüğünde 14. maddesinin ihlal edildiğine karar verildiğini beyan ile davacının evlendikten sonra aldığı eşinin soyadının nüfus kayıtlarından iptaliyle sadece kendi soyadı ‘Yılmaz’ soyadını kullanmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı Nüfus İdaresi davaya karşı bir cevap vermemiştir.
Dahili davalı eş E.Y. davacının kişilik haklarının korunmasına yönelik olarak kendi soyadını kullanması isteğini içeren davayı kabul ettiğini 18.04.2011 tarihli dilekçesiyle bildirmiştir.
Davacıya ait nüfus aile kayıt tablosu getirtilmiş, davacının E.Y. isimli kişiyle evli olduğu, evlendiği kişinin soyadı yanında önceki soyadını da kullandığı görülmüştür.
Nüfus idaresi davada hasım gösterilmiş ise de esasen bu dava Nüfus Hizmetleri Kanunundan değil Türk Medeni Kanununun 187. maddesi uygulamasından kaynaklanan bir davadır.
Anayasanın 10. maddesi kadın ve erkek arasındaki eşitliğe, 41. maddesi ise eşler arasındaki eşitliğe yer vermiştir.
Türk Medeni Kanununun 187. maddesi kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağını, ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabileceğini düzenlemiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. ve 14. maddeleri ile de üye devletler herkesin özel ve aile hayatına saygı gösterilmesini, demokratik bir toplumda zorunlu olmadıkça bu hakların kullanılmasına müdahale etmemeyi, Sözleşme ile tanınan hak ve özgürlükten yararlanmanın cinsiyet de dahilolmak üzere hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanmasını taahhüt etmişlerdir.
Bu taahhüt AİHM’nin zorunlu yetkisini tanımayı ve mahkemenin kararlarıyla bağlı olmayı da içermektedir.
Kadınlara Karşı Her Tür Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi ile de Türkiye Cumhuriyeti devleti insan hakları ve temel özgürlüklerin kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak kullanılmasını, bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan cinsiyete bağlı bir ayrım yapılmamasını, kadın ve erkek eşitliği ilkesini yasalarına dahil etmeyi, kadın haklarının erkeklerle eşit temelde himayesini, kadınlara karşı herhangi bir ayrımcı hareket yapılmasından kaçınmayı, kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevzuatın değiştirilmesini ve bu arada sözleşmenin 16. maddesiyle de kadına evlenmede erkeklerle eşit hak sağlanmayı, bu arada aile adını, mesleğinin seçimini eşit olarak sağlamayı yükümlenmeyi, ihtiyari ek protokol ile de Sözleşme hükümlerine aykırı davranılması halinde Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesine başvuru koşunu kabul ve taahhüt etmiştir.
Diğer yandan Anayasanın 90. maddesi ile usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası anlaşmalara kanun gücü verilmiş, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerle yasanın aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağı hükmü getirilmiştir.
Davacı evlendikten sonra da kocasının soyadı yerine önceki soyadını kullanmak istemektedir. Türk Medeni Kanununun 187. maddesi davacının bu hakkını kullanmasına engeldir. Oysa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi ve bunlara bağlı ek protokoller kadının soyadını seçme hakkını bir temel hak olarak belirlemiş ve üye devletler kadının bu hakkını kullanmasına olanak sağlamayı taahhüt etmişlerdir.
Ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 28.04.1995 tarihli 1271 sayılı tavsiye kararında evlilikte ortak bir soyadının seçiminde eşler arasında tam bir eşitlik sağlamayı, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ise 05.02.1985 tarihli 2 sayılı tavsiyesinde eşlerden birinin kendi soyadını değiştirerek diğerinin soyadını almasını yasal bir zorunluluk olmaktan çıkarılmasına dair bir düzenleme yapılmasını önermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 20.12.1995 tarihinde yapılan bir başvuru üzerine 29865/96 başvuru numaralı Ünal-Tekeli davasında 16.11.2004 tarihinde verdiği karar ile evlenen kadının kocasının soyadını almasına dair hükümetin kocanın soyadı vasıtasıyla aile birliğini yansıtarak kamu düzenini sağlamaya yönelik savunmasını ikna edici bir gerekçe olarak kabul etmemiş, TMK.nun 187. maddesi ile getirilen kocanın soyadı önünde kadının önceki soyadını kullanma hakkını eşitlik ve ayrımcılığı ortadan kaldırılmasında yeterli görmemiş, sonuç olarak aile birliğini ortak bir aile ismi aracılığıyla yansıtma amacı söz konusu davada şikayet konusu olan cinsiyete dayalı farklı muamele için yeterli bir gerekçe oluşturmadığına karar vermiştir.
Davacı evlendikten sonra kocasının soyadını kullanmakla mesleki olarak tanınmasına dair engellerle karşılaştığına ilişkin belgeler ve gerekçeler sunmuştur. Elbette ki tanınmasına ilişkin olarak önceki soyadını kullanmakta hukuki yararı vardır. Fakat asıl olarak yukarıda bahsedildiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Devletinin taraf olduğu sözleşmenin de tanınan hakları kullanmak tamamiyle davacının tercihindedir ve devletimiz de bu sözleşmeleri tanımak ve yürürlüğe sokmak iradesiyle ve Anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklikle davacının bu hakkını kullanmayı korumayı taahhüt etmiştir. Zikredilen sözleşmeler kadının soyadını kullanmasına ilişkin TMK.nun 187. maddesiyle çeliştiğine göre üstün norm niteliğinde bulunan, Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyen bu sözleşme hükümlerinin mahkememizde görülen davada uygulanması gerekir.
Netice itibariyle davacının mesleki bakımdan tanınabilirliği nedeniyle evlendikten sonra da önceki soyadını kullanmakta hukuki yararı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tanıdığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, bunlara bağlı protokol ve tavsiye kararları hükümleri ile de davacının evlendikten sonra önceki soyadını kullanma hakkının korunması nedeniyle aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Davanın kabulü ile … nüfusa kayıtlı … TC kimlik numaralı davacı H.Y.Y.’ın evlilik soyadı olan Y’ın iptaline, soyadı olarak bekârlık soyadı olan ‘Y’ soyadını kullanmasına,
Peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına,
Davalı Nüfus İdaresinin yasal hasım olması, davalı eşin ise davanın açılmasına sebebiyet vermemesi nedeniyle davacı tarafından yapılan masrafların üzerinde bırakılmasına ve davacı lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına dair davacı vekilinin yüzüne karşı, davalıların yokluğunda HUMK.nun 432. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde temyiz için Yargıtay’a başvurma yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 12.05.2011
Kâtip 46866 Hâkim 29112
Old 21-10-2011, 09:16   #74
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

21 Ekim 2011 CUMA
Resmî Gazete
Sayı : 28091

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2009/85

Karar Sayısı : 2011/49

Karar Günü : 10.3.2011

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR :

1- Fatih 2. Aile Mahkemesi (Esas Sayısı: 2009/85)

2- Ankara 8. Aile Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/35)

3- Kadıköy 1. Aile Mahkemesi (Esas Sayısı: 2010/94)

İTİRAZLARIN KONUSU : 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 187. maddesinin Anayasa’nın 2., 10., 12., 17., 41. ve 90. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Evli kadının yalnız önceki soyadını kullanması istemiyle açılan davalarda itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler, iptali için başvurmuşlardır.

II- İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ

A- E. 2009/85 sayılı davada, başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“...

01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK’nun özellikle Aile Hukuku başlığını taşıyan 2. kitabında (118-494 maddeleri arası) 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinden farklı, gerek dünyada gerekse ülkemizde özgürlükler ve eşitlik konusundaki gelişmelere bağlı olarak köklü değişiklikler getirildiğini görürüz. Yeni düzenlemede eşler aileyi birlikte temsil ederler, aile konutunu birlikte belirler gibi... eşler arasında eşitlik ilkesini gözeten düzenlemeler yapıldığı halde TMK’nun olayımıza uygulanacak olan 187. maddesinde ise “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır...” hükmü getirilmiştir.

1982 Anayasasının 2. maddesi devleti tanımlarken “sosyal hukuk devleti” niteliğini vurguladıktan sonra 10. madde ile “herkesin dil, din, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri sebeplerle kanun önünde eşit olduğu” ilkesini getirmiş; 41. madde ile “Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır... Devlet...Özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır.” düzenlemesi ile toplumsal yaşamdaki önemi nedeniyle aileye, kadına ve çocuğa ilişkin özel düzenleme ile devlete sorumluluklar yüklemiştir.

Gerek İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gerekse Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi TBMM tarafından onaylanarak Anayasamızın 90/son maddesine göre iç hukuk kuralları haline gelmiştir. 2004 yılında 90. maddede yapılan değişiklikle temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletler arası anlaşmalar esas alınır denilmektedir. İç hukuk haline gelen ve yukarıda bahsedilen uluslar arası sözleşmeler temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerdir. Nihayet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ünal Tekeli-Türkiye davasında 16/11/2004 tarihinde kızlık soyadını kullanmak için dava açan, talebi reddedilen ve iç hukuk yollarını tüketen başvurucunun anılan düzenlemeler karşısında “mağdur olduğunu” belirleyerek Türkiye’yi tazminata mahkum etmiştir.

Anayasa Mahkemesi 29/10/1998 tarih ve 1997/61 esas, 1998/59 kararında aynı olayla ilgili itirazı değerlendirirken gerekçesinde “...Aile birliğinin sağlanması için yasa koyucu eşlerden birine öncelik tanımıştır. Kamu yararı, kamu düzeni ve kimi zorunluluklar, soyadının kocadan geçmesinin tercih nedeni olduğunu göstermektedir... Kadının evlenmekle kocasının soyadını almasının cinsiyet ayrımcılığına dayanan bir farklılaşma yarattığı savı da yerinde değildir. Kişilerin haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz...” şeklinde yorum yaparak talebi reddetmiştir. Bu karardan sonra yukarıda bahsettiğimiz AİHM kararı, Avrupa Konseyinin bu konuya ilişkin tavsiye kararları yeniden incelendiğinde dayanak TMK’nun 187. maddesinin uygulanabilir norm niteliği tartışılır hale geldiği gibi özellikle Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi herşeyden önce Anayasanın 10. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde “kadın evlenirken kocasının soyadının alır” kuralı cinsiyetler arasında ayrımcılığa, adaletsizliğe ve eşitlik ilkesine aykırılık yaratmaktadır. Bu aykırılığı gidermek hukuk devleti olmanın gereğidir. Hukuk kuralları da toplumsal yaşam gibi zaman içerisinde gelişir ve değişir Anayasa Mahkemesinin anılan red kararının yayınlanmasından sonra dünyada ve ülkemizde haklar ve özgürlükler konusunda büyük dönüşümler yaşanmıştır. Gerekçede belirtilen “kamu yararı, kamu düzeni ve kimi zorunluluklar” gibi gerekçeler her olaya, her topluma her döneme göre değişen, yoruma açık ve soyut kavramlar olup yarışan haklar teorisine göre özellikle ülkemizin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler (Örneğin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin 16. maddesi g fıkrası “Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil her iki eş için eşit kişisel haklar…” gibi düzenlemeler) Anayasanın 2., 10. ve 41. maddeleri ile birlikte değerlendirildiğinde eşitlik ilkesinin üstün tutulması gerektiği kanaatindeyiz.”

B- E. 2010/35 sayılı davada, başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“...

Dava, kadının evlenmesine rağmen kızlık soyadını kullanabilmesine izin verilmesi istemine ilişkindir.

İç hukukumuza göre ad ve soyadın değiştirilmesi kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır ve diğer nüfus kayıtlarındaki değişiklikler gibi hakim kararı ile gerçekleşir (Nüfus hizmetleri Kanununun 35. ve devamı maddeleri).

Türk Medeni Kanununun 27. maddesine göre, bekâr kadın soyadını, haklı sebeplerin varlığı halinde adın değiştirilmesi ile ilgili hükümlere göre değiştirebilir. Evliliğin boşanma ile sona ermesi durumunda boşanan kadın, evlenmeden önceki soyadını yeniden alabilir (m. 173). Ancak, hakimden boşanmadan önceki soyadını taşımasına izin verilmesini de isteyebilir. Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta yararı olduğunu ve bunun kocaya zarar vermeyeceği kanıtlaması halinde hakim kocasının soyadını taşımasına izin verir.

Evli kadının soyadı konusu ise TMK.nun 187. maddesinde düzenlenmiştir. “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra Nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” Buna göre yasa evli kadına iki seçenek sunmaktadır. Seçeneklerden birisi, kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağına; ikincisi ise, evlendirme memuruna veya nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilmesine ilişkindir.

Yasanın emredici düzenlemesi karşısında, kadının evlenmesi halinde tek başına kızlık soyadını kullanabilmesi olanaksız gibi görünmektedir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi de 29 Ekim 1998 tarih esas 1997/61, karar 1998/59 sayılı kararında, önceki Medeni Kanun’un aynı içerikteki 153. maddesinin iptaline ilişkin istemi ret etmiştir. Gerekçeye göre, itiraz konusu, “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır.” kuralı kimi sosyal gerçeklerin doğurduğu zorunluluklardan ve yasa koyucunun yıllar boyu kökleşmiş bir geleneği kurumsallaştırmasından kaynaklanmaktadır. Aile hukuku öğretisinde de kadının erkeğe göre farklı yaratıldığı, zorunluluklar ve toplumsal gerçekler karşısında kadının korunması, aile bağların güçlendirilmesi, evlilik birliğinde düzen ve uyum sağlanması, aile içinde iki başlılığın önlenmesi gerektiği gibi görüşler bulunmaktadır. Aile birliğinin sağlanması için yasa koyucu eşlerden birisine öncelik tanımıştır. Kamu yararı, kamu düzeni ve kimi zorunluluklar, soyadının kocadan geçmesinin tercih nedeni olduğunu göstermektedir. Kaldı ki itiraz konusu kuralda aile isminin sadece erkeğin soyadına bağlanacağı öngörülmemekte, kadının başvurusu durumunda kocanın soyadı ile birlikte kızlık soyadını da kullanma olanağı bulunmaktadır.

Kadının evlenmekle kocasının soyadını almasının cinsiyet ayrımına dayanan bir farklılaşma yarattığı savı da yerinde değildir. Anayasanın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, herkesin her yönden aynı kurala bağlı olacağı anlamına gelmez. Kişilerin haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik kurallarına aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler kimi kişiler yada topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerekli kılabilir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, evli kadının, sadece kendi soyadını taşıma istemine ilişkin Türkiye’den yapılan başvuruya ilişkin olarak 16 Kasım 2004 tarihli kararı ise oldukça farklıdır: “Başvuran Ayşe Ünal Tekeli 1965 doğumlu bir Türk Vatandaşıdır ve İzmir’de yaşamaktadır. 25 Aralık 1990 tarihinde yaptığı evliliğin ardından, o dönemde halen stajyer avukat olan başvuran Türk Medeni Kanununun 153. maddesi uyarınca eşinin soyadını almıştır. Meslek hayatında kızlık adıyla bilindiğinden, bu ismi yasalara göre aldığı soyadın önüne eklemeyi sürdürmüştür. Ancak resmi dosyalarda her iki ismi de kullanamamaktadır. 22 Şubat 1995’te Karşıyaka Asliye Mahkemesinde yalnızca kızlık soyadı “Ünal”ı kullanmasına izin verilmesi için dava açmıştır. Asliye Mahkemesi, 04 Nisan 1995 tarihinde Türk Medeni Kanununun 153. maddesine göre evli kadınların evlilikleri süresince kocalarının ismini taşımalarının gerektiğini, gerekçe göstererek başvuranın istemini ret etmiş, karar 6 Haziran 1995’te Yargıtay tarafından onanmıştır. 14 Mayıs 1994’te Medeni Kanunun 153. maddesinde yapılan değişikliklerden biri ile evli kadınlar, kızlık soyadlarını eşlerin soyadlarının önüne ekleyebilme olanağını kazanmıştır. Başvuran, söz konusu değişikliğin kendisinin soyadı olarak yalnızca kızlık adını kullanabilme yönündeki isteğini karşılamadığını düşündüğü için bu olasılıktan yararlanmamıştır. 22 Kasım 2001’de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanunu’nun 187. maddesi eski 153. madde ile aynı hükümleri taşımaktadır. 153. maddede yapılan değişiklikten sonra bu hükmün Anayasaya uygun olmadığı iddiasıyla yapılan başvuru ise Anayasa Mahkemesi tarafından ret edilmiştir. ... Avrupa Konseyine üye sözleşmeci devletler arasında eşlerin aile adının eşit bir durumda seçmeleri lehinde bir konsensüs de doğmuştur. Çift, başka türlü karar vermiş olsa bile kocanın soyadının çiftin soyadı olarak kullanılmasındaki yasal zorunluluk ve böylece kadının evlenmekle otomatik olarak kendi soyadını yitirdiği tek üye devletin Türkiye olduğu görülmektedir. ... Türk Hükümetinin aileye kocanın soyadının verilmesini, aile birliğinin ifade edilmesi için düzenlenmiş bir gelenekten doğduğuna ilişkin argümanına gerekçesine gelince mahkeme, aynı ada sahip olmanın kesin bir faktör olmadığı düşüncesindedir. Ayrıca Avrupa’daki diğer yasal sistemler tarafından benimsenen çözümle de onaylandığı gibi evli bir çiftin ortak bir aile adını taşımayı seçmediği yerde de aile birliği korunabilir ve sağlamlaştırılabilir. ... Sonuç olarak mahkeme farklı muamele konusunda 8. maddeye bağlı olarak 14. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. (Ünal Tekeli/Türkiye Davası, 29865/96, Strazburg, 16 KASIM 2004)

Avrupa Birliği Ülkelerinin tamamında kadının soyadı evlenmekle değişmemektedir, eşler dilerse birisinin (kadın veya erkeğin) soyadını “aile adı” olarak seçebilmektedir. Çocuk da ya bu aile soyadını ya da babanın soyadını taşımaktadır. (Özdamar, Demet; Cedaw Sözleşmesi, Seçkin Yayınevi, Ankara. 2009 s.339.)

Anayasa Mahkemesi’nin 1998 tarihindeki ret kararından sonra, on yıllık süre, dava tarihi itibariyle dolmuştur. Esasen Medeni Kanun’un toptan değiştiği anımsandığında, 187. maddenin Anayasaya aykırılığını ileri sürmek için herhangi bir zaman kısıtlaması yoktur. Üstelik temel yasalarda ve Anayasada, kadına yönelik olumsuz ayrımcılığın önlenmesi için etkili değişiklik ve düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin, Anayasanın 10. maddesine 2004 yılında “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” hükmü, 07.05.2004 gün ve 5170 sayılı Yasanın 1. maddesiyle eklenmiştir; (Resmi Gazete: 22.05.2004, 25469)

41. maddenin 1. fıkrasındaki “Aile, Türk toplumunun temelidir.” hükmüne “ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” ibaresi, 4709 sayılı Yasanın 17. maddesi ile eklenmiştir.

Anayasanın 90. maddesi de değiştirilerek 5. fıkraya: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeni ile çıkabilecek uyuşmazlıklar da milletler arası Antlaşma hükümleri esas alınır.” düzenlemesi getirilmiştir.

Hukuk Usulü ve Ceza Usulü yasalarında yapılan değişikliklerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ulusal mahkemeler açısından yargılamanın yenilenmesi sebebi olacağı kabul edilmiştir.

Öte yandan Türkiye’nin 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladığı ve 04.06.2003 tarihinde onayladığı, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 23/4. maddesine göre taraf devletler, eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacaktır.

Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme’(Cedav) nin 1 (g ) bendi de şu şekildedir:

“Taraf devletler kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacaklar ve özellikle kadın-erkek eşitliğine dayanılarak kadınlara aşağıdaki hakları sağlayacaklardır:

(g) Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil her iki eş (kadın-erkek) için geçerli, eşit kişisel haklar,”

Türkiye’nin çekincesiz olarak imzaladığı her iki sözleşme kuralları yanında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 05 Şubat 1985 tarihli 2 sayılı Tavsiye Kararı, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 28 Nisan 1995 tarihli 1271 sayılı Tavsiye Kararı ve Avrupa Yasal İşbirliği Komitesi’nce de üye ülkelere “Evlilikte ortak bir soyadının seçiminde eşler arasında tam bir eşitlik sağlanması” tavsiye edilmiştir.

Türkiye, yakın dönemde imzaladığı uluslararası sözleşmeler ve iş birliği içerisinde olduğu uluslararası kuruluşların tavsiyeleri doğrultusunda, yasaların kadına karşı ayrımcılık içeren bir çok düzenlemeyi kaldırmış, kadın ve erkek arasında yasalar önünde eşitliğin sağlanması açısından çok önemli adımları atmış olmasına karşın, evli kadının evlenmeden önceki soyadını kullanma isteğini engelleyen TMK.nun 187. maddesi halen yürürlüktedir.

Anayasanın 17. maddesi uyarınca, “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Kişinin var olan soyadını, evlense dahi sürdürebilme hakkının manevi varlığı içerisinde olduğunda kuşku yoktur. Öyle ise, evlenmekle kocanın soyadının alınacağına ilişkin TMK 187. maddedeki düzenleme, Anayasanın 17. maddesindeki kişinin manevi varlığını koruma ilkesine aykırıdır.

Anayasanın 41. maddesi uyarınca, “Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” TMK.nun 187. maddesindeki “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır.” şeklindeki düzenlemenin eşler arasındaki eşitlik ilkesini düzenleyen Anayasanın 41. maddesine aykırılığı tartışmasızdır.

O halde, kadının evlenmekle kızlık soyadını tek başına kullanabilmesini engelleyen TMK. nun 187. maddesi iptali, “... İnsan topluluğu kadın ve erkekten oluşur Kabilmidir ki bunun birini ilerletelim, ötekini ihmal edelim de topluluğun bütünü ilerleyebilsin!” diyen, Aziz Atatürk’e karşı bir borç ve Türk kadınının, erkek ile eşit konumda olabilmesi için ulusal ve uluslararası mevzuat açısından bir zorunluluktur.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere,

Davanın çözümü için uygulanması gerekebilecek olan TMK.nun 187. maddesinin “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra Nüfus idaresinin yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadını önünde önceki soyadını da kullanabilir” şeklindeki düzenlemesinin Anayasanın kanun önünde eşitlik başlıklı 10. maddesine, temel hak ve hürriyetleri niteliği başlıklı 12. maddesine, kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. maddesi ile Ailenin Korunması başlıklı 41. maddesi ve ülkemizin imzaladığı başta Cedav ile Ekonomik ve Sosyal Hakları bildirgesi gibi Uluslararası Sözleşmelere aykırı olduğu düşünüldüğünden iptali için Anayasa mahkemesine başvurulmasına...”

C- E. 2010/94 sayılı davada, başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 16.11.2004 tarih ve 29865-96 sayılı Ünal Tekel’ in Türkiye kararına göre evli kadının kızlık soyadını veya önceki soyadını kullanması bir insan hakları sorunu olarak ele alınmış yargılama yapılarak sonuçlandırılmıştır.

Mahkememizce oluşan kanaate göre kişinin adı soyadı hakkı bir insan hakkı olup, Anayasamıza göre vazgeçilmez, devredilmez haklardan bulunduğundan kamu otoritesinin bu haklara TC Anayasanın öngördüğü temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulmaksızın Anayasanın sözüne ve ruhuna demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkelerine uygun olarak ancak kanunla sınırlandırılabilir.

Yukarıda değinilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Ünal Tekel’i Türkiye davasında verdiği karardan sonra TC Anayasasının 90. maddesinde değişiklik yapılmış 07.05.2004 tarih ve 5170 sayılı Kanunun 7. maddesine göre “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeni ile çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır şeklinde düzenleme yapılmıştır. 4721 sayılı TMK’nun Anayasamızda belirtilen bu değişiklikten önce 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe girmiş olup İnsan Haklarına Dair Sözleşmelerin öncelikle uygulanacağını öngören bu değişiklik ile MK nun 187. maddesi arasında çelişki meydana geldiği görülmüştür. Anayasanın 90/son maddesi yollaması ile davamızda uygulanması gereken kurallar İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin yollaması ile aynı sözleşmenin 14. maddesi ile Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve TC Devleti tarafından da onaylanan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin 1. maddesinde yer alan “İş bu sözleşmeye göre, “Kadınlara Karşı Ayırım” deyimi, kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer alanlardaki insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tanınmasını kullanılmasının ve bunlardan yararlandırılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, dışlama ve sınırlama anlamına gelecektir” hükümlerdir.

Uygulanması gereken kurallar evli kadınların kızlık soyadlarını veya önceki soyadlarını kullanılmasını engelleyen T.M.K.nun 187. maddesi değil, İNSAN HAKLARINA DAİR AVRUPA SÖZLEŞMESİNİN 8 ve 14. maddeleri ile KADINLARA KARŞI HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİNE DAİR SÖZLEŞMENİN 1. maddesi olup, T.C Anayasasının 90. maddesindeki yapılan değişikliğe göre öncelikli olarak uygulanması gereken kural M.K.’nun bu konuya ilişkin hükümleri olmayıp, belirtilen sözleşme hükümleridir.

M.K.’nun 187. maddesinde yer alan, evli kadınların soyadını konusunu düzenleyen “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır, ancak evlendirme memurunu veya daha sonra nüfus idaresinin yapacağı yazılı başvuru ile kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir.” şeklindeki hüküm Uluslararası İnsan Hakları ile ilgili kurallarla çeliştiğine ve bu kurallar bir iç hukuk kuralı olduğuna göre bu maddenin öncelikle yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. İnsan haklarına özellikle çocuk ve kadın haklarına dair yapılan çalışmalar ve uygulamalar bir ulusu medeni uluslar arasına katmakta veya bu kurallara uyulmaması halinde bu ulus medeni uluslar arasında saygın yerini alamamaktadır. Bu bakımdan yasanın çağdaş gelişmelere paralel olarak “Evli kadının eşinin soyadını alması yanında eşlerin karşılıklı olarak diğer tarafın soyadını alması, evli erkeğin eşinin soyadını alması veya tarafların üzerinde uzlaşabilecekleri başka bir soyadın alınması veya her iki soyadın birleştirilerek kullanılması” şeklinde düzenleme yapılması T.B.M.M. ne düşen bir görevdir.

Evli kadının evlenmeden önceki soyadı veya kızlık soyadını kullanılması halinde bunun olumlu veya olumsuz bir sonuç doğurup doğurmayacağı toplumun temelinin aile olduğu şeklindeki anayasal ilke ve ailenin yaşatılması açısından değerlendirildiğinde ise, Anayasamıza paralel olarak toplumsal değer yargılarına göre, aile toplumun temel taşı, özü ve çekirdeğidir. Bu çekirdek sevgi haleleri ile kuşatıldığı taktirde eşlerin soyadının ailenin mutluluğunda veya mutsuzluğunda herhangi bir katkısı olmayacağı kuşkusuzdur. Mutlu ve müreffeh toplumlar için aile, cinslerin eşitliği ve dayanışması ile karşılıklı sevgi, saygı ve fedakarlık esası üzerine temelleri yükselen, sevgi ikliminin hüküm sürdüğü mutluluk merkezli şiddet, hiddet, öfke, nefret, gibi kötü duyguların yer almadığı bir limandır. Evli kadının evlilik sırasında kızlık soyadını kullanması ise, bu yapı üzerinde aile düzenine zarar veren hiçbir etki doğurmayacak, belki kadının kimlik ve kişiliğinin gelişmesine ve bu kişiliğin bir parçası olan soyadın kullanılmasının yaratacağı güvene göre aile düzenine mutluluk yönünde katkı yapacaktır. Bu nedenle yasalarımızda evli kadınlara belirtilen ilkeler çerçevesinde kendi kızlık soyadlarını kullanması veya bu konuda eşlerin özgürce belirli kurallar içersinde soyadı taşıma haklarının tanınmasının Türk aile düzenine pozitif etki yapacağı, yararlı olacağı konusunda kuşku bulunmamaktadır.

Çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren cinsiyet ayrımcılığı yer yer başlamakta eş ve diğer yakınlar anne adayından bir erkek çocuğu dünyaya getirmesini beklemektedirler. Kız çocuğunun dünyaya gelmesi ise annenin horlanmasına, aşağılanmasına, bazı durumlarda ise psikolojik ve fiziki anlamda şiddete maruz kalmasına yol açmakta, kadınlar erkek çocuğu doğurma baskısı ile karşı karşıya kalmakta, kız çocuğu dünyaya getirdiğinde ise erkek çocuk dünyaya getirmesi için çok sayıda çocuk doğurma zorunda kaldığı durumlar olmaktadır. Tıp otoriteleri çocuk doğurması halinde hayati tehlikesi olacağı uyarısını yapmasına karşılık erkek çocuk doğurma yükümlülüğü hissine kapılan bazı kadınların ise kendilerini ölüm iklimine sürüklemesine rağmen hamile kalmakta bazen bebeğini doğurmadan, çoğu zaman doğum sırasında veya doğumdan sonra ölmektedirler. Tüm bunların oluşumunda soyadının korunması güçlü bir etken olarak ortaya çıkmakta ve aileler erkeğin soyadı ile soylarının devamının sağlanacağı gibi yanlış bir inanca sahip bulunmaktadırlar. Türkçe düşünen, Türkçe soluyan, Türkçe konuşan ve yazan aşkın şairi Bağdatlı Fuzuli diyor ki ; “Canı kim cananı için sevse, cananın sever, canı için kim ki cananın sever, canı sever” yani kendisini sevgilisi için sevenler sevgilisini sevmiş olur. Canı için sevgiliyi sevenlerde canlarını sevmiş olurlar. Aşkın şairinin ifade buyurduğu gibi sevgiliyi kendisi için sevenler cananı için her türlü özveride bulunur ve kendisi için varolanların onların içinde olması gerektiğini kabul eder: Duygu, düşünce ve belleklerimizde ve toplumsal yapımızda yer eden cinsiyet ayrımcılığını aradan çıkaralım, cinslerin dayanışma ve sevgisi esası üzerine toplumsal yapıları oturtalım ve simgesel anlamı olan evlilerin soyadı konusunu bu çerçevede değerlendirerek çözelim ki daha büyük mutluluklar, huzur ve güven ortamı ülkemiz ve dünya insanlığı için olsun.

İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 8. maddesini yollamasıyla 14. maddesinde yer alan “iş bu sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerden istifade keyfiyeti, bilhassa cins, ırk, renk, din, dil, siyasi veya diğer kanaatler, milli veya sosyal menşe, milli bir azınlığa mensupluk, servet, doğum, veya herhangi bir durum üzerine müesses hiçbir tefrike tabi olmaksızın sağlanmalıdır.” şeklindeki kurala ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin 1. maddesinde yer alan hükme aykırılık oluşturduğu kanaatine varıldığından davacının koca soyadının nüfus kaydından iptal edilerek yerine kızlık soyadının verilmesi gerektiği sonucuna varılarak davanın kabulüne karar verilmiş, davalı nüfus idaresi temsilcisi tarafından kararın temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 14.07.2009 tarih ve 2008/9258 Esas, ve 2009/14043 Karar sayılı kararı ile M.K. 187. maddesine aykırı olarak verilen kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkememizin yukarda değinilen gerekçeleri Yargıtay 2. Hukuk Dairesi tarafından yeterince değerlendirilmediği görüşündeyiz.

Çocuk sağ doğmak kaydıyla ana rahmine düştüğü andan itibaren sayıdan sahiptir. Sağ doğmak kaydıyla bu soyad ile tanınır, bilinir, büyür ve çağrılır. Evlilik durumunda ise, erkeğin soyadı devam eder. Kadının doğuştan elde ettiği ve kişiliğinin bir parçası haline gelmiş soyadı ise erkeğin soyadına dönüşür. Bu durum ise kadının soyadı erkek egemen dokunun değirmenlerinde öğütülme ya da bu dokunun katmanlar arasında kadının soyadının kaybolması anlamına gelir. Bugün erkek egemen toplum yapısında bu konu az tartışılıyorsa kız çocuklarının bu kültürün denetiminde yetiştirilmesinin rolü büyüktür. Daha dün genelde aile içi şiddet, özel de kadına yönelik şiddeti görmüyorduk. Halen tam anlamıyla gördüğümüz söylenemez. Bu şiddetin önlenmesi konusunda toplum bütün kurum, kural ve katmanları ile ortaya kesin bir irade koymuş değildir. Aynı durum evlenen kadınların doğuştan elde ettikleri soyadlarının korunması konusunda da yaşanmaktadır. Sorunların üstünü ister şal ile, ister toprak ile örtelim, ister çelikliyelim, ister atom zırhı ile kapatalım, şal parçalanır, toprak savrulur, çelik erir, zırh delinir ve var olan sorunlar daha güçlü dalgalarla toplumun karşısına çıkar. Bu nedenle mahkememiz hükmü yerinde görüldüğünden direnme kararı verilmiştir.

Aynı konu yeniden Mahkememiz önüne dava olarak geldiğinden konu Mahkememiz uzmanı Psikolog ...’e tevdi edilerek, çeşitli görüşmeler yapılmak suretiyle rapor tanzim edilmiş, davacının kızlık soyadını kaybetmiş olmakla yaşadığı travma bu raporda açıkça ortaya konulmuştur.

Evli kadınların kızlık soyadlarını kullanması konusu Türkiye’de bir hak talebi olarak sürekli gündeme geldiğinden, mahkememizce konu Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü tarafından 10/07/2006 tarih ve 1442 sayı ile bakanlıkta bu konuda çalışma yapılmakta olduğu bildirilmiş ise de; Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğünün bu konudaki çalışmaları henüz sonuçlanmamıştır.

Yukarıda değinilen nedenlerle M.K.’nun 187. maddesi Avrupa Sözleşmesinin 8. maddesi yollaması ile 14. maddesine ve Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair sözleşmenin 1. maddesine aykırılık oluşturduğundan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 07/05/2004 tarih 5170 sayılı Yasa ile eklenen 90/son maddesine aykırılık oluşturduğundan iptal edilmesi gerektiği görüşündeyiz.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 187. maddesi şöyledir:

“Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararlarında Anayasa’nın 2., 10., 12., 17., 41. ve 90. maddelerine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, 2009/85 E. sayılı dosyada 3.12.2009 gününde, 2010/35 E. sayılı dosyada 13.5.2010 gününde, 2010/94 E. sayılı dosyada 7.12.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantılarında başvurularda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, oybirliğiyle karar verilmiştir.

V- BİRLEŞTİRME KARARLARI

2010/35 E. sayılı dosyada 10.3.2011 gününde, 2010/94 E. sayılı dosyada 7.12.2010 gününde, yapılan itiraz başvurularına ilişkin davaların, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2009/85 esas sayılı dava ile birleştirilmesine, esaslarının kapatılmasına, esas incelemenin 2009/85 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, oybirliğiyle karar verilmiştir.

VI- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararları ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Başvuru kararlarında, itiraz konusu kural ile evlenen kadının kocasının soyadını almak zorunda bırakıldığı, kadının kendi soyadını tek başına kullanmasına izin verilmediği, bu durumun eşler arasındaki eşitlik ilkesine, maddi ve manevi varlığın geliştirilmesi hakkına aykırı olduğu belirterek, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2., 10., 12., 17., 41. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun itiraz konusu 187. maddesinde kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağı; ancak kadının evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus memuruna yapacağı yazılı başvuru ile önceki soyadını kocasının soyadının önüne ekleyerek kullanabileceği, daha önce iki soyadı kullanan kadının bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabileceği hükme bağlanmıştır. Böylece kadın evlenmekle, ilke olarak kocasının soyadını almakta, ancak dilerse evlenmeden önceki soyadını kocasının soyadının önüne ekleyerek kullanabilme olanağına sahip olmakta, daha önce iki soyadı kullanması halinde bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilmektedir.

Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.

Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen eşitlik ilkesinin amacı, hukuksal durumları aynı olanların kanunlarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanun karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz.

Anayasa’nın 12. maddesinde, “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder” hükmüne yer verilmiştir. Maddenin bu şekilde düzenlenmesinden de açıkça anlaşıldığı gibi Anayasakoyucu kişiyi temel hak ve hürriyetlerle donatırken, bu hak ve hürriyetlerin kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı olan ödev ve sorumluluklarından ayrı düşünülemeyeceği vurgulanmış; 17. maddesinde “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir”; 41. maddesinde de “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar” denilmiştir.

Soyadı, belli bir ailenin bireylerini diğer ailenin bireylerinden ayırmaya yarayan ve kuşaktan kuşağa geçen addır. Bir kimsenin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsur olan soyadı, vazgeçilemez, devredilemez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır. Ayrıca 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 1. maddesinde yer alan “Her Türk öz adından başka soy adını da taşımağa mecburdur” hükmü gereğince, soyadı kullanmak kişilere yüklenmiş bir yükümlülüktür. Türk hukukunda aile ismi ile eş anlamda kullanılan soyadının, kişinin kimliğini belirleme işlevi yanında, ailesini ve soyunu belirleme, kişiyi başka ailelerin bireylerinden ayırt etme işlevleri de bulunmaktadır. Bu işlevleri nedeniyle yasakoyucu, nüfus kayıtlarının düzenli tutulması, resmi belgelerde karışıklığın önlenmesi, soyun belirlenmesi, ailenin korunması gibi sebeplerle soyadı kullanımını yasal düzenlemelerle kural altına almaktadır.

İtiraz konusu “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır” kuralının da aile birliğinin korunması ve aile bağlarının güçlendirilmesi başta olmak üzere, nüfus kayıtlarının düzenli tutulması, resmi belgelerde karışıklığın önlenmesi ve soyun belirlenmesi gibi kamu yararı ve kamu düzeni gerekleri nedeniyle kabul edildiği anlaşılmaktadır.

Milletlerin ayırıcı vasıflarının, değer yargılarının, inanç ve düşünce kalıplarının aktarılması ve kuşaklar arası bağın sürdürülmesini sağlayan aile, üstlendiği rol ve işlevleri ile geçmişten günümüze hemen her toplumun özelliklerini yansıtmaktadır. Bu bakımdan ailenin toplumdaki etkinliği ve algılanışı da toplumdan topluma değişmektedir. Toplumun temel ögesi olan aile, sevgi, saygı, hoşgörü ve benzeri insani ve ahlaki değerlerin, gelenek, görenek, dil, din ve diğer özelliklerin yaşandığı ve gelecek nesillere aktarıldığı kutsal bir kurumdur.

Aileyi Türk toplumunun temeli olarak tanımlayan Anayasa’nın 41. maddesinde ailenin birey ve toplum hayatındaki önemine işaret edilmiş, Devlete ailenin korunması için gerekli düzenlemeleri yapması ve teşkilatı kurması konusunda ödevler yüklenmiştir. Uluslararası hukukun temel belgelerinden olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 16. ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 10. maddelerinde de ailenin toplumun doğal ve temel unsuru olduğu ve devlet tarafından korunması gerektiği belirtilmiş; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde herkesin aile hayatına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu kabul edilmiştir.

İtiraz konusu kural ile aile ismi olarak kullanılan soyadının kuşaktan kuşağa geçmesiyle, Türk toplumunun temeli olan aile birliği ve bütünlüğünün devamı sağlanmış olmaktadır.

Soyadının kişilik haklarından olması, ona hiçbir müdahalede bulunulamayacağı anlamına gelmez. Yasakoyucunun soyadı kullanımına kamu yararı ve kamu düzeni gerekleri uyarınca Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla müdahalede takdir hakkının bulunduğu açıktır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de soyadı kullanımı ile ilgili başvuruları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde yer alan “özel hayatın ve aile hayatının korunması” ilkesi kapsamında incelemiş ve kararlarında, nüfusun eksiksiz ve doğru olarak kaydedilmesi, aile adlarının istikrarına verilen önem, kişisel kimlik saptaması veya belli bir ismi taşıyanların belli bir aile ile bağlantılarının kurulabilmesi gibi kamu yararının gerekleri uyarınca, soyadı değiştirme imkânına yasal sınırlamalar getirilebileceği; ulusal yasakoyucunun bu sınırlamaları da kendi devletiyle ilgili tarihi ve siyasal yapısına bağlı kalarak seçmesinde takdir hakkının bulunduğunu belirtmiştir.

Bu kapsamda, yasakoyucunun aile soyadı konusundaki takdir hakkını, aile birliği ve bütünlüğünün korunması ve aile bağlarının güçlendirilmesi başta olmak üzere, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği kimi zorunluluklar nedeniyle, eşlerden birisine öncelik tanıyacak biçimde kullanmasının hukuk devletine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Kaldı ki itiraz konusu kuralda kadının başvurusu durumunda önceki soyadını kocasının soyadının önüne ekleyerek kullanabileceği belirtilerek, kişilik hakkı ile kamu yararı arasında adil bir dengenin kurulması da sağlanmıştır.

Kadının evlenmekle kocasının soyadını almasının cinsiyet ayırımına dayanan bir farklılaşma yarattığı savı da yerinde değildir. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Belirtilen gerekçelerle yasakoyucunun takdir yetkisi kapsamında aile soyadı olarak kocanın soyadına öncelik vermesi eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa’nın 2., 10., 12., 17. ve 41. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ ve Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamıştır.

VII- SONUÇ

1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 187. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ ile Engin YILDIRIM’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

10.3.2011 gününde karar verildi.





Başkan

Haşim KILIÇ
Başkanvekili

Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye

Fulya KANTARCIOĞLU






Üye

Ahmet AKYALÇIN
Üye

Mehmet ERTEN
Üye

Fettah OTO






Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye

Serruh KALELİ
Üye

Zehra Ayla PERKTAŞ






Üye

Recep KÖMÜRCÜ
Üye

Alparslan ALTAN
Üye

Burhan ÜSTÜN






Üye

Engin YILDIRIM
Üye

Nuri NECİPOĞLU
Üye

Hicabi DURSUN






Üye

Celal Mümtaz AKINCI
Üye

Erdal TERCAN






KARŞIOY YAZISI

Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesi, kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağını, önceki soyadını ise kocasının soyadının önünde kullanabileceğini öngörmektedir.

Kural, soyadı kullanımında kadınlar ve erkekler arasında eşit bir düzenleme yapmamıştır.

Anayasa’nın 10. maddesinde kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip oldukları vurgulanmış, 17. maddesinde herkesin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Kişinin soyadı üzerindeki hakkı, kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın 17. maddenin güvencesi altındadır.

Yasakoyucunun soyadı kullanımına kamu yararı ve kamu düzeni gerekleri uyarınca müdahale edebileceği ve bunun aile birliği ve bütünlüğü bakımından gerekli olduğu yolundaki çoğunluk görüşüne katılmak mümkün değildir. Evlilik ve aile bağlarını yasal ve toplumsal gereklere uygun olarak göstermek için kadının kocasının soyadını taşıması zorunlu olmadığı gibi, neden erkeğin soyadının üstünlük taşıdığının ve kadının ikinci plana itildiğinin Anayasal bir açıklaması da yapılamaz. Çağdaş bir toplumda ve özgürlükçü bir düzende aile bağlarını koruma gerekçesiyle eşlerin soyadları arasında yasa zoruyla tercih yapmanın yeri olmadığı açıktır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Tekeli-Türkiye kararında bu konu etraflıca değerlendirilmiş ve evli kadının yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanmasına olanak verilmemesinin Sözleşme’nin ihlalini teşkil ettiğine hükmetmiştir.

Kuralın, Anayasa’nın 10. ve 17. maddelerine aykırı olduğu düşüncesiyle, çoğunluk görüşüne katılmıyorum.



Başkanvekili

Osman Alifeyyaz PAKSÜT



KARŞIOY GEREKÇESİ

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun itiraz konusu 187. maddesinde, “kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir” denilmektedir. Aynı kural, daha önce yürürlükte bulunan 17.2.1926 günlü, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 14.5.1997 günlü, 4248 sayılı Yasa ile değiştirilen 153. maddesinde de yer almış, bu kuralın iptali için yapılan başvuru Anayasa Mahkemesi’nin 29.9.1998 günlü E:1997/61, K:1998/59 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, konuya ilişkin başvuru üzerine verdiği 16.11.2004 günlü, 29865/98 başvuru sayılı Ünal Tekeli - Türkiye kararında,[1] Anayasa Mahkemesi’nin ret kararına da vurgu yapılarak, Ayten Ünal Tekeli’nin evlendikten sonra yalnızca kızlık soyadını kullanmasına ulusal mercilerce izin verilmemesinin, Sözleşmenin özel hayatın gizliliğini öngören 8. maddesiyle birlikte düşünüldüğünde, ayrımcılığı reddeden 14. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Mahkeme’ye göre:

“Başvuru sahibinin yaptığı şikâyet, evli kadınların evlendikten sonra yalnızca evlenmeden önceki soyadlarını yasal olarak kullanamamalarına karşın evli erkeklerin evlenmeden önceki soyadlarını kullanabilmeleri hakkındadır. Bu durumun, benzer konumdaki kişiler arasında cinsiyete dayalı “farklı muamele” teşkil ettiği şüphesizdir.

Hükümetin bahsettiği iki kategori (evli erkekler ve evli kadınlar) arasındaki, sırasıyla toplumsal konumları ve ekonomik bağımsızlıklarına ilişkin olgusal farklar AİHM’yi farklı bir sonuca götürmemektedir.

Şikâyet edilen farklı muamelenin haklı nedenleri olup olmadığı konusunun temelinde de bu ayrım yatmaktadır.

Hükümetin savunmasında söz konusu müdahale erkek eşin soyadı vasıtasıyla aile birliğini yansıtarak kamu düzenini sağlamaya yönelik meşru bir amaç gütmektedir. Başvuru sahibi bu sava itiraz etmiştir.

Taraf Devletlerin AİHS uyarınca, aile birliğini yansıtmaya yönelik önlemlere ilişkin bir takdir yetkisine sahip olmalarına rağmen AİHM, farklı muameleyi haklı çıkartacak ikna edici gerekçeler gösterilmediği müddetçe 14. madde ile bu tür önlemlerin ilkesel olarak, erkek ve kadına eşit şekilde uygulanmasının öngörüldüğünü yineler.

Söz konusu davada AİHM böyle bir neden olduğuna ikna olmamıştır.

İlk olarak AİHM, cinsiyetler arası eşitliğin geliştirilmesinin günümüzde Avrupa Konseyi’ne Üye Devletler arasında önemli bir hedef olduğunu hatırlatmaktadır. Bakanlar Komitesi’nin yayınladığı iki metin, yani medeni kanunda eşlerin eşitliğine ilişkin 27 Eylül 1978 tarihli 78 (37) No’lu Karar ve cinsiyet ayrımına karşı hukuksal korumaya ilişkin 5 Şubat 1985 tarihli R (85) 2 No’lu Tavsiye Kararı, bunun temel örnekleridir. Bu metinler Üye Devletleri, aralarında soyadı seçiminin de bulunduğu birçok konuda cinsiyete dayalı ayrımcılığı yok etmeye çağırmaktadır. Bu hedef, Parlamenterler Meclisi’nin (bkz. yukarıdaki 19-22. paragraflar) ve Avrupa Hukuki İşbirliği Komitesi’nin (bkz. yukarıdaki 23-27. paragraflar) çalışmalarında da belirtilmiştir.

Uluslararası düzeyde ise, Birleşmiş Milletler’deki kadın-erkek eşitliğine ilişkin gelişmeler, söz konusu alanda, eşlerden her birinin kendi soyadını kullanma ya da yeni aile isminin seçiminde eşit fikir bildirme hakkının tanınmasına doğru ilerlemektedir (bkz. yukarıdaki 23-27. paragraflar).

Ayrıca AİHM, Avrupa Konseyi’ndeki Taraf Devletler arasında, eşlerin aile isminin seçiminde eşit söz hakkına sahip olmasına yönelik bir fikir birliğinin oluşmakta olduğuna dikkat çekmektedir.

Avrupa Konseyi’nin Üye Devletleri arasında Türkiye –çift başka bir düzenlemeyi tercih etse bile- kocanın soyadının çiftin soyadı olarak kabul edilmesini ve bu nedenle kadının, evlendiğinde otomatik olarak kendi soyadını kaybetmesini yasalarla öngören tek ülke konumundadır. Türkiye’de, eşlerin böyle bir düzenlemeyi kabul etmesi halinde bile evli kadınlar yalnızca evlenmeden önceki soyadlarını kullanamamaktadır. Türk mevzuatında, 22 Kasım 2001 itibarıyla evlenmeden önceki soyadını kocanın soyadının önüne ekleyebilme olanağı da bu durumu değiştirmemektedir. Evliliklerinin soyadlarını etkilemesini istemeyen kadınların çıkarları dikkate alınmamıştır.

AİHM, ayrıca Türkiye’yi kendisini kadın ve erkeklerin aile içerisinde eşit haklara sahip olmasını sağlama yönündeki genel eğilimin dışında da konumlandırmamaktadır. İlgili yasal düzenlemelerde, özellikle de 22 Kasım 2001 tarihinden önce erkek, aile içerisinde baskın konumdaydı. Aile birliğinin erkeğin soyadı aracılığıyla yansıtılması, Türk yasalarının o zamana kadar savunduğu geleneksel aile görüşüne karşılık gelmekteydi. Kasım 2001’de yapılan reformların amacı ailenin temsilinde, ekonomik etkinliklerde ve aileyi ve çocukları etkileyen kararların alınmasında kadını erkekle eşit bir konuma getirmekti. Bu yasa ile, diğer bazı yeniliklerin yanı sıra erkeğin aile reisi olarak kabul edilmesinden vazgeçilmiştir. Erkek de kadın da aileyi temsil erkine kavuşmuştur. Ne var ki 2001’de yürürlüğe girmesine rağmen, Medeni Kanun’un kadınları evlilikten sonraki aile ismine yönelik eşlerinin ismini almaya zorlayan hükümler değişmeden kalmıştır.

AİHM’nin önündeki ilk soru aile birliğinin erkeğin ismi ile yansıtılması geleneğinin söz konusu davada nihai bir etken sayılıp sayılamayacağıdır. Bu geleneğin, erkeğin aile içerisinde sahip olduğu birincil ve kadının sahip olduğu ikincil rollerden kaynaklandığı açıktır. Günümüzde, erkek-kadın eşitliğinin, Türkiye de dahil, Avrupa Konseyi’ne üye devletler içerisinde gösterdiği gelişim ve özellikle de ayrımcılık yapmama ilkesine verilen önem, devletlerin bu geleneği uygulamasını engellemektedir.

Aile birliği, bu bağlamda aile soyadı olarak erkeğin soyadının kabul edilmesiyle yansıtılabileceği gibi kadının soyadının ya da çift tarafından seçilen ortak bir soyadın kabul edilmesiyle de yansıtılabilir (bkz. yukarıda bahsedilen Burghartz, S 28).

AİHM’nin yanıtlaması gereken ikinci soru aile birliğinin ortak bir aile ismiyle yansıtılmasının gerekli olup olmadığı ve evli çiftler arasında bir fikir ayrılığı halinde çiftlerden birinin soyadının diğerine empoze edilmesinin mümkün olup olmadığıdır.

Bu bağlamda AİHM, Taraf Devletlerin uygulamalarının, evli bir çiftin ortak bir aile adı taşımamayı tercih ettiği durumlarda bile aile birliğinin korunup güçlendirilebileceğini gösterdiğine dikkat çekmektedir. Avrupa’da uygulanan sistemlerin gözlemlenmesi bu bulguyu desteklemektedir. Söz konusu dava Hükümet, ortak bir aile ismi ile aile birliğinin yansıtılmaması halinde, evli çiftlerin ve/veya üçüncü tarafların karşılaşabileceği somut ya da önemli bir sorun gösterememiş ya da kamu çıkarının zarar gördüğünü kanıtlayamamıştır. Bu şartlar altında AİHM, evli kadınların aile birliği adına kocalarının soyadını taşımak zorunda bırakılmalarının –önüne kendi evlenmeden önceki soyadlarını ekleyebilseler de- nesnel ve makul bir nedeni olmadığı kanısındadır.

AİHM, kocanın soyadına dayalı geleneksel aile ismi sisteminden, evli çiftlerin kendi soyadlarını kullanabilmelerine ya da özgürce ortak bir aile ismi seçmelerine izin veren başka bir sisteme geçişin doğum, evlilik ve ölüm kayıtlarının tutulması konusunda yaratacağı sorunların önemini göz ardı etmemektedir. Ancak bireylerin seçtikleri isme göre, saygınlık ve itibarla yaşamalarını sağlamak için toplumdan bir miktar sıkıntı çekmesini beklemek makul olacaktır (bkz. benzer şekilde (mutatis mutandis), Christine Goodwin – Birleşik Krallık [GC], No. 28957/95, S 91, AİHM 2002-VI).

Sonuç olarak, aile birliğini ortak bir aile ismi aracılığıyla yansıtma amacı, söz konusu davada şikâyet konusu olan cinsiyete dayalı farklı muamele için yeterli bir gerekçe oluşturmamaktadır.

Dolayısıyla, söz konusu farklı muamele 8. maddeyle beraber düşünüldüğünde 14. maddeye aykırıdır.”

AİHM kararının dayanağını oluşturan Sözleşme’nin, 14. maddesine koşut düzenleme içeren Anayasa’nın 10. maddesinin ilk fıkrasında, Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” denildikten sonra 7.5.2004 günlü, 5170 sayılı Yasa ile eklenen ikinci fıkrasında, “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” kuralına yer verilmiş, aynı fıkraya 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Yasa ile yapılan ekle de bu maksatla alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacağı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, Anayasa’da cinsiyet ayırımcılığını reddeden eşitlik ilkesine açıkça vurgu yapıldıktan sonra bununla yetinilmeyerek, 2004 ve 2010 Anayasa değişiklikleri ile kadın lehine pozitif ayırımcılık yapılmasına olanak sağlanmış, böylece kadın-erkek eşitliği pekiştirilerek, Devlet’e de bu eşitliği yaşama geçirmesi konusunda direktif verilmiştir. Bu durum öncelikle kadın-erkek eşitliğini dikkate almayan, erkeği öne çıkaran yasal düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Uluslar arası hukukta da kadınlarla erkeklerin aynı haklardan eşit olarak yararlanmalarını engelleyen kuralların kaldırılması yolunda gelişmeler olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, kimi çekinceler içermekle birlikte Türkiye tarafından da imzalanıp 1985 de onaylanan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi; 1954 de onaylanan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve imzalanan ancak henüz onaylanmayan Ek 7. No’lu Protokol; 2003 de onaylanan BM Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi gibi belgelerde cinsiyete dayalı ayırımcılık reddedilirken, aile içinde eşlerin aynı haklara eşit biçimde sahip olmaları gereği açık biçimde kabul edilmiştir. Ayrıca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 27.9.1978 günlü, 37 sayılı ve 5.2.1985 günlü, 2 sayılı Tavsiye Kararlarında da konuya ilişkin tespitler ve eşler arasında cinsiyet ayrımcılığına neden olan kuralların kaldırılması konusunda çağrılar bulunmaktadır.

4721 sayılı Yasa’dan önce yürürlükte bulunan 743 sayılı Yasa’nın itiraz konusu kuralla aynı içerikteki 187. maddesi hakkında, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen red kararından sonra Anayasa’nın eşitlik ilkesine ilişkin 10. maddesinde, kadınlar lehine 2004 ve 2010 tarihli değişikliklerin yapılmasına karşın, aynı konuda 1998 yılında verilen kararda, çoğunluk oylarıyla da olsa ısrar edilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin, gerçekleştirilen Anayasa değişikliklerini ve uluslararası alandaki gelişmelerin somut bir göstergesi olan AİHM kararlarını dikkate almadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, temel hak ve özgürlüklerin korunup, güçlendirilmesi amacıyla evrensel hukuktaki gelişmeler doğrultusunda, Anayasa ve yasalarda yapılan değişikliklerin, onları uygulayan yargı yerleri tarafından özümsenip yaşama geçirilmedikçe, insanın onurlu bir yaşam sürdürmesi, maddi ve manevi varlığını geliştirebilmesi için gerekli ortamın oluşturulmasına bir katkı sağlayamayacağını göstermektedir. İtiraz konusu 187. maddeyle ilgili evlenen kadının, sadece kendi soyadını kullanabilmesine olanak sağlayan bir kanun tasarısı taslağının Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanarak görüşe sunulması ise Yasama açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Anayasa Mahkemesine daha önce verilen aynı konuya ilişkin 29.9.1998 günlü, E: 1997/61, K: 1998/59 sayılı kararın karşıoy gerekçesinde de belirtildiği gibi; cinsiyete dayalı ayırımları yasaklayan “farklı cinslerin eşit haklara sahip olması” ilkesinin sözleşmelerle uluslararası alana taşınarak ortak idealler haline dönüştürülmesi, bu ilkenin ulusal düzenlemelere yansıtılmasında itici bir güç oluşturması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Anayasa’nın Başlangıcı ile 174. maddesinde dile getirilen çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma amacı bu uygarlığın hukuk alanına yansıması olan hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası belgelerin, Anayasa kurallarıyla birlikte değerlendirilmesini gerektirmektedir.

Bu anlayış içinde bakıldığında, yalnız kadın yönünden zorlama getirdiği anlaşılan “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır.”biçimindeki itiraz konusu kural, evlilik birliği içinde hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda bulunan taraflardan kocayı kadın karşısında üstün duruma getirmektedir. Bu eşitsizliği kamu düzeni kamu yararı gibi soyut kavramlarla açıklamak da olanaklı değildir. Çünkü bu tür gerekçelerin, ancak kamu düzenini bozan ya da kamusal yararı zedeleyen somut olayların varlığı halinde geçerli olabileceği açıktır. Evlenen kadının soyadı üzerindeki kişilik hakkının, kimi olasılıklara veya varsayımlara dayanılarak sınırlandırılmasının, kadın-erkek eşitliği konusunu önceki düzenlemelerden farklı olarak, kadın lehine pozitif ayrımcılığa izin veren bir noktaya taşıyan Anayasa’nın 10. maddesi ile uyum içinde olduğu ileri sürülemez.

1976 tarihli Alman Evlilik ve Aile Hukuku Yasası’ndaki eşlerin ortak bir soyadı kullanacağı, aile soyadı olarak karının ya da kocanın soyadının seçilebileceği, eğer eşler bir karara varamazlarsa, kocanın soyadının ailenin soyadı olarak kabul edileceğine ilişkin kuralı inceleyen Alman Anayasa Mahkemesi 5.3.1991 günlü kararıyla kocanın soyadının, ikincil aile adı olarak seçilmesini Anayasa’ya aykırı bulmuştur. İptal kararının gerekçesinde şu görüşlere yer verilmiştir: “… bir ilişkinin geleneksel yapısı, eşitsizliği haklı kılamaz. Eğer mevcut toplumsal gerçeklik veri olarak ele alınırsa, anayasal bir emir olan farklı cinslerin eşit haklara sahip olmaları ilkesinin gerçekleştirilmesi işlevini kaybedecektir. Bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalınmalıdır. Esas olarak bu ilke, kadınların ayrımcılığa uğradığı yerlerde geçerlik kazanmaktadır. Çünkü Anayasa’nın 3. maddesinin ikinci fıkrası böylesi ayırımcılığı önleme amacına hizmet etmektedir. Doğumla kazanılan ad, kişinin bireyselliğinin ve kimliğinin ifadesidir. Bu nedenle birey hukuk düzeninin adına saygı göstermesini ve bunun korunmasını talep edebilir. Bir isim değişikliği, çok önemli nedenler olmadıkça talep edilemez” [2] Avrupa İnsan Hakları Divanı da, 1994 yılında verdiği İsviçre hakkında mahkûmiyetle sonuçlanan bir kararında, ismin kişinin kimliği anlamına geldiğini, buna yapılan müdahalenin, ailenin özel yaşamına müdahale sayıldığını bu nedenle eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirtmiştir.

Anayasa’nın herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu ifade eden 17. maddesi ve herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunduğunu belirten 20. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. maddesine aykırılığı, duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça ortaya çıkmaktadır.

Belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 10., 17. ve 20. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılan itiraz konusu kuralın iptali gerektiği kanısıyla çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.





Üye

Fulya KANTARCIOĞLU
Üye

Fettah OTO
Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR






Üye

Serruh KALELİ
Üye

Zehra Ayla PERKTAŞ
Üye

Recep KÖMÜRCÜ
Old 21-10-2011, 09:16   #75
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

KARŞI OY YAZISI

Nasıl ki bir koca, karısının soyadını almıyorsa,

bir kadında kocasının (soy)adını almamalıdır.

(Soy)adım kimliğimdir ve kaybolmamalıdır.

Lucy Stone

1855’de evlendiğinde, evlenmeden önceki soyadını kullanmakta ısrar ederek, bunu ABD’de kabul ettiren ilk kadın olan Lucy Stone (1818-1893), bireysel kimlik açısından soyadının ne kadar önem taşıdığını, yukarıdaki alıntıda dile getirmekteydi. Önemli bir kadın hakları öncüsü olan Lucy Stone, evlilik birliğine adım atan kadının kocasının soyadını almasını, kadının kimliğinin yok olması olarak değerlendirmişti. İnsanlık tarihinin önemli bir bölümünde siyasi, iktisadi ve toplumsal süreçler ve yapılar kadını ötekileştirilerek, hayatın çoğu alanında onu görünmez kılmış, adeta yok saymıştır. Genel olarak erkek karşısında ikincil konumda olmak, erkeğe göre tanımlanmak, erkeğin ötekisi olmak, tarihsel süreç boyunca kadının neredeyse alın yazısı olmuştur. Kaçınılmaz olarak, kadının soyadı ile ilgili toplumsal eğilimler ve hukuki düzenlemeler de bu durumdan nasibini almıştır. Soyadı düzenlemeleri cinsiyet farklılıklarının ve cinsiyet kimliklerinin toplumsal düzeyde sürdürülmesinde rol oynamıştır ve bazı ülkelerde hala oynamaktadır.

Moderniteyle birlikte birey odaklı hak düşüncesinin ve özgürlük anlayışının gelişmesi, demokrasinin bir yönetim ve hayat felsefesi olarak yaygınlık kazanmaya başlamasına yol açmış, insanlar arasında ırk, cinsiyet, dil ve dine dayalı her türlü eşitsizliğin ve ayrımcılığın azaltılması ve ortadan kaldırılması doğrultusunda çeşitli hukuki düzenlemelerin ortaya çıkması, cinsiyetler arası eşitlik yönünde adımlar atılmasına da vesile olmuştur.

Kadınların karşılaştıkları aile içi şiddet, töre cinayetleri gibi çok daha ciddi, yaşamsal öneme sahip durumlarla karşılaştırıldığında, soyadı, ilk bakışta, küçük, önemsiz bir konu gibi görülse de, dilediği soyadını kullanabilme hakkı kadın bireyin kendisini ve hayatını biçimlendirmede tercih hakkına sahip olup, olmadığının önemli bir göstergesidir. Günümüzde soyadı, kişinin kimliğinin belirtilmesini, onun hangi aileye, soya ait olduğunun gösterilmesini ve başka ailelerin bireylerinden ayırt edilmesini sağlayan bir işleve sahiptir. Soyadı, kişiyi diğer kişilerden ayırmaya yarayan hukuki bir araç olarak onun kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve kişi bununla toplumsal hayatın içinde yer alır.

Özel olanla, kamusal olanın kesiştiği bir noktada bulunan, kişinin kendisini ve kimliğini biçimlendiren soyadına müdahalenin kendisi, sadece kadın-erkek eşitliğini ihlal eden ve ayrımcılığa neden olan bir hak ihlalinin türevi olarak değil, başlı başına bir insan hakları ihlali olarak nitelendirilebilir. [3]

Cinsiyetler arası eşitlik ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususlar, sadece ulusal seviyedeki düzenlemelerde değil, insan hakları ile ilgili uluslar arası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi aile ve özel hayata saygıyı ifade ederken ve 14. maddesi cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklamaktadır. 22.11.1984 tarihli 7 No.lu Protokol’un 5. maddesinde “Eşler kendi aralarında ve çocuklarıyla ilişkilerinde, evlilikle ilgili, evlilik sırasında veya ayrıldıktan sonra, özel hukuk nitelikli haklara ve yükümlülüklere eşit olarak sahiptirler” denilmektedir. Türkiye’nin 04.06.2003 tarihinde onayladığı, BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 23/4. maddesine göre taraf devletler, eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacaktır. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme’nin (CEDAW) 1/g bendi de şu şekildedir: “Taraf devletler kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacaklar ve özellikle kadın-erkek eşitliğine dayanılarak kadınlara aşağıdaki hakları sağlayacaklardır: Aile adı, meslek ve iş seçimi dâhil her iki eş (kadın-erkek) için geçerli, eşit kişisel haklar...” Türkiye’nin imzaladığı her iki sözleşme yanında, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 05 Şubat 1985 tarihli 2 sayılı ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 28 Nisan 1995 tarihli 1271 sayılı Tavsiye Kararları ile üye ülkelere “Evlilikte ortak bir soyadının seçiminde eşler arasında tam bir eşitlik sağlanması” tavsiye edilmiştir. Avrupa Konseyi’nin, Medeni Hukukta Eşlerin Eşitliği Konusundaki 37 sayılı İlke Kararının 11/6. bendinde de, soyadı konusunda bir eşin diğerinin soyadını kullanmaya zorlanamayacağı ifade edilmektedir.

Mukayeseli hukuka baktığımızda soyadı ile ilgili çeşitli düzenlemeler olduğunu görmekteyiz. Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında kadının evlendiğinde kendi soyadını kaybetmesini yasayla öngören tek ülke Türkiye’dir. Bazı ülkelerde de evlenmeyle soyadının değişmesi yasal bir zorunluluktur. Mesela, Japon Medeni Kanun’u evli çiftlerin eşlerden birinin soyadını almasını zorunlu tutmuş ancak burada hangi eşin soyadının alınacağını belirtmemiş, tarafların kendilerine bırakmıştır.[4] Benzer bir düzenleme İsviçre hukukunda da yer almaktadır. Ortak Hukuk (Common Law)sisteminin olduğu ülkelerde, örneğin İngiltere’de eşlerden biri, diğer eşin soyadını kullanmak istiyorsa bunu evlendirme cüzdanına yazdırması yeterlidir. ABD’de konuyla ilgili federal bir düzenleme olmadığından, konu eyaletlerin takdirine bırakılmıştır. ABD’yi meydana getiren 50 eyaletin tamamında kadınlara evlendiklerinde soyadlarını muhafaza etme veya kocalarının soyadlarını alma hususunda tercih hakkı tanınmıştır.[5]

Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nin, Alman Medeni Kanun’un 1355/2. maddesine ilişkin iptal kararı, soyadına ilişkin hükümler açısından Alman Hukuku’nda tam anlamıyla kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında önemli rol oynamıştır. İlgili fıkrada yer alan “eşler bir evlilik adı seçmemişlerse, kocanın soyadı evlilik adı olur” hükmü Anayasanın (Art. 3/II) eşit haklara sahip olma ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle Alman Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir [6].

ABD’de evli bir kadının kocasının soyadı ile seçmen listesine kayıt olmasını zorunlu tutan yasal bir hükme karşı yapılan itirazı içeren Dunn v. Palermo davasında ise, Tennessee Eyalet Yüksek Mahkemesi, “Kişinin kendi adı üzerindeki denetimini bir özgürlük ve eşitlik sorunu” olarak değerlendirmiştir. Mahkeme’ye göre, “Gelenek ve görenekler hukuku yönetemez. Konu idari gerekçeler veya önemsiz bir toplumsal pratik diye geçiştirilemez”.[7]

AİHM kararlarına baktığımızda da, kadın-erkek eşitliğini sağlayıcı yönde bir eğilimin olduğunu görmekteyiz. AİHM, Tekeli/Türkiye kararında, evli kadınların evlendikten sonra yalnızca evlenmeden önceki soyadlarını yasal olarak kullanamamalarına karşın evli erkeklerin evlenmeden önceki soyadlarını kullanabilmekte olduğunu, bu durumunda benzer konumdaki kişiler arasında cinsiyete dayalı farklı muamele teşkil ettiğini belirtmiştir.[8] AİHM, “Cinsiyetler arasındaki hak eşitliği eğilimin güçlendiği günümüzde cinsiyete dayanan bir ayrımın kabulü için devletlerin çok daha ağırlıklı ve geçerli nedenlere”, sahip olması gerektiğini vurgulamıştır.[9] Karışıklık ya da kargaşa gibi kamu düzenine ilişkin gerekçeleri bireyselliğe aykırı gören Mahkeme, “Bireylerin seçtikleri isme göre saygınlık ve itibarla yaşamalarını sağlamak için toplumdan bir miktar sıkıntı çekmesini beklemek makul olacaktır” demektedir.[10] Sonuç olarak AİHM, AİHS’nin 8. madde (“özel ve aile hayatına saygı hakkı”) ile birlikte düşünüldüğünde 14. maddesinin (cinsiyete dayalı ayrımcılık yasağı) ihlal edildiğine hükmetmiştir. Mahkeme içtihadı 14. maddenin cinsiyet ayrımcılığına karşı bir koruma sağladığını vurgulamaktadır. Nitekim karısının soyadını almak isteyen bir kocanın talebinin İsviçre makamlarınca uygun bulunmaması üzerine açılan bir davada (Burghartz/İsviçre), AİHM İsviçre’nin 8. maddeyle birlikte düşünüldüğünde 14. maddeyi ihlal ettiğine hükmetmiştir. Mahkeme, burada sadece cinsiyet nedeniyle farklı muameleye tabi tutulmanın kabul edilebilmesi için çok güçlü gerekçeler gerektiğini belirtmiştir.[11]

Farklı soyadlarının aile birliğini zayıflatacağı, çocukların duygusal olarak olumsuz etkileneceği, bütün bunların da aile birliğine zarar vereceği iddia edilmiştir.[12] ABD’de de evli kadınların seçmen kütüğüne kaydolma, pasaport alma ve dava açma gibi konularda evlilik öncesi soyadlarını kullanmaları “yerleşik sosyal adetler ve gelenekler” gerekçe gösterilerek mahkemelerce 1970’lere kadar kabul edilmemiştir.[13]

Ülkemizde de Anayasa Mahkemesi bir kararında, kadının kocasının soyadını almasını, “Kimi sosyal gerçeklerin doğurduğu zorunluluklardan ve yasa koyucunun yıllar boyu kökleşmiş bir geleneği kurumsallaştırmasından” kaynaklandığını savunmuştur.[14] Mahkeme, aile birliğinin sağlanması, kamu yararı, kamu düzeni ve kimi zorunluluklardan dolayı soyadının kocadan geçmesinin tercih nedeni olduğunu ifade etmiştir.

Evlendikten sonra kadının kocasının soyadını almasının aile birliğini sağladığı ispat edilmesi gereken bir iddiadır. Bir an için bu iddianın doğru olduğunu varsaydığımızda bir soru ortaya çıkmaktadır. Neden kadının kocasının soyadını alması aile birliğinin teminatı olarak görülüyor da, bunun tersi, yani erkeğin karısının soyadını alması aile birliğinin göstergesi olarak görülmüyor? Bu sorunun cevabı, elbette, erkek egemen anlayışın tarihsel ve toplumsal olarak hâkim bakış açısı olmasında yatmaktadır. Ortak bir soyadının olması aile birliğinin bir sembolü olarak görülebilir. Ancak bu zorlamayla değil, aile birliğini kuran bireylerin özgür iradeleriyle gerçekleşmelidir.

Ülkemizde soyadı kullanımı 1934’den beri zorunludur. Dolayısıyla, soyadı kullanımı Türk toplumunun yüzyıllardır sürdüğü bir gelenek olmadığından kadının evlendiğinde evlilik öncesi soyadını kullanmasının aile birliğine zarar verdiği iddiası kendi içinde çelişkili olmaktadır. Zira böyle bir iddiadan, Soyadı Kanunu’ndan önce Türk toplumunda aile birliğinin zayıf olduğu sonucu kaçınılmaz olarak çıkmaktadır.

Kadının evlendikten sonra kocasının soyadını alması aile içinde tek soyadının olmasını sağladığından, bunun idari işlemlerde karışıklıkların önlenmesi için gerekli olduğu görüşü dile getirilebilir. Bununla birlikte, TC kimlik numarası ile ilgili düzenlemeler, soyadının nüfus kayıtlarının düzenli tutulması ve resmi belgelerde karışıklığın önlenmesi işlevini azaltmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin kadın-erkek eşitliğini vurgulayan önemli kararları da olmuştur. Mesela, Mahkeme 1964’de verdiği bir kararda, “Cinsiyet yasa önünde eşitliği engelleyen bir neden değildir” açıklamasıyla, kadın erkek eşitliğinin sağlanması yönünde güçlü bir içtihat geliştirmeye başlamıştı.[15] Benzer şekilde, mülga 743 sayılı Medeni Kanun’un 159. maddesi kadının çalışmasını kocasının iznine bağlamış iken, bu düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine aykırı olduğu belirtilerek iptal edilmiştir. Bu olayda davacı kadın olduğu için eşitlik ilkesi onun aleyhine bozulmuş, kocaya erkek olduğu için üstünlük tanınmış, kadının çalışması Medeni Kanunun 159. maddesi gereğince kocanın iznine bağlanmıştı. Mahkeme haklı olarak, “Eğer herkes cinsiyet farkı gözetilmeksizin, kanun önünde eşitse, koca herhangi birinden izin almadan çalışabildiği halde bu hak kadına niçin tanınmamaktadır” sorusunu sormuştur.[16] Anayasa Mahkeme’si yukarıdaki davada haklı olarak sorduğu bu soruyu, itiraz konusu kuralla ilgili olarak sormaktan kaçınmıştır.

Gelenek ve görenek tek başına hukuki bir düzenlemenin meşruiyetini sağlamaz. Toplumun tarihsel olarak farklı gruplara farklı davranması eşitlik ilkesine aykırı olduğundan, günümüzde savunulamaz. Hukuk, esas olarak insan aklının bir ürünüdür ve belli ilkeler doğrultusunda, belli amaçlar güdülerek tasarlanır. Anayasasal haklarla gelenek ve görenek uyuşmadığında yapılması gereken anayasal haklar doğrultusunda karar vermektir. Buradan insan eylemlerinde ve toplumsal ilişkilerde geleneğin önemini yadsıdığımız sonucu çıkarılmamalıdır. Geçmiş kuşakların yaşam deneyimini ve birikimini günümüze aktaran gelenek, geçmişte donup kalmış, durağan ilişkiler ağı değildir. Tam tersine, yeni şartlar altında şu anki kuşaklar tarafından yeniden yorumlanır, üretilir, değerlendirilir. Geleneği insan toplumları için gerekli kılan, onu yok olmaktan kurtaran da bu dinamik özelliğidir. Zamanın ruhuna uymayan gelenek ve görenekler toplum tarafından adeta ayıklanır. Toplumumuzda kadının evinde oturması, çalışmaması da bir gelenekti ama zamanla bu değişime uğradı. Kadının toplumsal, iktisadi ve siyasi hayata katılımının artması geleneksel aile yapısı ve anlayışını da değiştirmekte, kadınla ilgili olan geleneksel tutum ve davranışların yeniden değerlendirilmesine yol açmaktadır.

Bir kimsenin birey olarak kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan soyadı, vazgeçilemez, devredilemez ve feragat edilemez, kişiye sıkı surette bağlı mutlak bir kişilik hakkıdır. Bununlar birlikte, kadının soyadı söz konusu olduğunda bu mutlak hak, nispi bir hakka dönüşmektedir.[17] Zira, itiraz konusu olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesine göre, “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır”. Bu madde evli kadına kocasının soyadının önünde evlenmeden önceki soyadını taşıma hakkını tanımakla birlikte, evli kadının sadece evlilik öncesi soyadını kullanmasına olanak tanımamaktadır. Bu durumda, bir kişilik hakkı olarak soyadının getirdiği koruma 187. madde bağlamında sadece erkekler için geçerli olmakta, kadının soyadı evlenme, boşanma, yeniden evlenme gibi her hukuki statü değişikliğinde değişmektedir. Kadının evlendiğinde veya boşandığında soyadını değiştirmek zorunda olması kadının birçok resmi veya özel belgeyi yeniden çıkarmasını gerektirmektedir. Medeni halindeki değişikliğe bağlı olarak soyadı değiştirmek zorunda kalan meslek sahibi kadınlar özellikle mağdur olmaktadırlar. Erkek ise doğduğu gün aldığı soyadını kural olarak yaşamı boyunca taşıma hakkına sahiptir.

Adlandırma sistemi toplumdaki farklı gruplar arasındaki güç/iktidar ilişkilerinin bir yansıması ve ifadesidir. Kocanın soyadını alma, kadının toplumsal ve siyasi olarak görünür kılınmamasına neden olmaktadır. Kadının evlenmesiyle soyadından vazgeçmeye zorlanması bireysel özerkliğinden vazgeçmesi anlamına gelebilmektedir.[18] Kadın’ın her evlendiğinde yeni kocasının soyadını alması, Amerika Birleşik Devletleri’nde kölelik döneminde, kölelerin adlarının sahiplerine göre değişmesinden çok da farklı değildir.[19]

Anayasa’nın 10. maddesinin, 2. fıkrasında, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz”, ibareleri yer almaktadır. Evlilik birliği içinde hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda bulunan eşlerden erkeğe tanınan soyadını dilediği gibi kullanabilme ve sonraki kuşaklara aktarabilme hakkının kadına tanınmaması ve kadının soyadının isteği dışında değiştirilmesi cinsiyete göre ayrım yapılmasına eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir. Yalnız kadın yönünden zorlama getiren, “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır”, biçimindeki itiraz konusu kural, evlilik birliği içinde hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda bulunan taraflardan kocaya kadın karşısında ayrıcalıklı bir durum sağlamaktadır. Evlenen kadının soyadı üzerindeki kişilik hakkının hangi gerekçeyle olursa olsun sınırlandırılması demokratik toplum düzeninin en önemli gereklerinden ve ilkelerinden olan eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Anayasanın 12. maddesi uyarınca, “Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir”. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir öğesi olan soyadını özgürce seçebilmesi kendisine tanınmış temel bir kişilik hakkı olup, soyadları onu taşıyanların kişiliğinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Cinsiyetinden dolayı bireyin bu temel kişilik hakkından mahrum bırakılması demokratik bir siyasi, hukuki ve toplumsal düzende düşünülemez. Bireyin kişiliğini geliştirmesi kendini tanımlama dolayısıyla adlandırma hakkını içermektedir. Kendimi nasıl adlandırdığım benim ifade hürriyetimin bir parçasıdır. Evli kadınların aile birliği adına kocalarının soyadını taşımak zorunda bırakılmaları onların en temel kişilik haklarının yok sayılması anlamına gelmektedir. Kişinin soyadını, evlense dahi koruyup kullanabilme hakkı, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak olduğundan, kadının evlenmekle eşinin soyadını alma zorunluluğu Anayasa 12. maddesini ihlal etmektedir.

Anayasa’nın 17. maddesinin ilk fıkrasına göre, “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Kişinin var olan soyadını, evlense dahi sürdürebilme hakkının manevi varlığı içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Kişiyi var eden, toplumsal ilişkilere katılımını etkileyen ve düzenleyen, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan ve diğer kişilerden farklılığını ortaya koyan değerlerin korunması ve özgürce geliştirilmesini temin eden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı insanın birey olmasının ve insan haysiyetinin özünü oluşturur. Özgürlüğün temelinde kişinin kendi varoluşunu kendisinin tanımlama hakkı vardır. Kişinin tercih ve tanımlama haklarına sahip olması özerk ve özgür bir birey olarak toplumsal yaşamı zenginleştirmesine önemli bir katkı yapacaktır.

Bireyin soyunun işareti olan soyadını temel bir kişilik hakkı olarak kullanması ve onu istemediği sürece değiştirmeye zorlanmaması kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının doğal bir sonucudur. Soyadları ve adlar kişinin kendisini, toplumsal dünyasını geçmiş nesiller ve şimdiki ailesiyle tanımlamasına sağlar. Kadının evlenme ile kocasının soyadını alması sadece kocanın soyadını kuşaktan kuşağa geçmesine olanak sağlayarak, kadının soyadının soyun işareti olma işlevini engellemektedir.

Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olması bağlamında koruma, kişinin maddi ve manevi varlığı ile ilgili hakların kullanım olanaklarının zorlaştırılmaması anlamına gelir. Gelişme ise, maddi ve manevi varlığı ile ilgili hakların mevcut konumunu daha da ileriye götürme, iyileştirme, bu haklardan kaynaklanan imkânlara ulaşmada kolaylık sağlanması anlamına gelir.[20]

İtiraz konusu kuralla, evlenen kadının kocasının soyadını almaya ve kendi soyadından vazgeçemeye zorlanması soyadının kişilik hakkı olması nedeniyle sahip olması gereken vazgeçilemezlik, devredilemezlik, kişiye sıkı surette bağlı olma gibi niteliklerinin kadının soyadı bakımından geçerliliğini büyük ölçüde yitirmesi ve kadının maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının sınırlandırılması sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla, itiraz konusu kural Anayasa’nın 17. maddesine aykırıdır.

Anayasa’nın 41. maddesinin ilk fıkrasına göre ise, “Aile, Türk toplumun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” 4721 sayılı Medeni Kanun’da her alanda eşler arası eşitlik kabul edilmesine rağmen, “Kadının Soyadı”na ilişkin kural bu eşitliğe aykırı olan tek düzenleme olarak varlığını sürdürmektedir.[21] Ülkemizde, son yıllarda gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri başta olmak üzere, yasalarda kadın erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla yeni düzenlemeler yapılmıştır. Medeni Kanunda değişiklik yapılmasının temel amaçlarından biri, ailede eşlerin eşit haklara sahip olmaları ilkesinin yerleştirilmesi ve kadın erkek eşitsizliğinin kaldırılmasıydı. Yeni Medeni Kanunun Genel Gerekçesinde de “günümüzde modern hukuk sistemlerinin istisnasız hepsinde temel ilke olarak kabul edilen kadın – erkek eşitliği ilkesinin hukukumuzda da tam anlamıyla yerleştirilmesi amacıyla” Medeni Kanunda değişiklik yapıldığı belirtilmektedir. Gerçektende 2002’de yürürlüğe giren Medeni Kanun’un Aile Hukuku bölümünde evlilik yaşı, konutun seçimi, evlilik birliğinin yönetimi ve temsili, birliğin giderlerine katılma, yasal mal rejimi gibi konular eşler arası eşitlik esasına dayandırılmıştır. Medeni Kanunun Aile Hukuku bölümünde Anayasal eşitlik ilkesine uymayan tek madde “Kadının Soyadı”dır. Zorunlu soyadı kullanımı kadının kişiliğinin zedelenmesi ve evlilik bağı içinde devlet zoruyla tabi konumda tutulması anlamına gelmektedir.

Kadınların toplumsal yaşamda tanındığı soyadını kullanmaya devam etmesi en doğal hakkıdır. Evli kadının evlenmeden önceki soyadını kullanması kadının kimlik ve kişiliğinin gelişmesine yol açarak, aile kurumunun eşitlikçi bir yapıya sahip olmasına katkı yapacaktır. Kadının evlilik öncesi sahip olduğu soyadının kullanılmasına izin verilmesiyle evlilikte taraflar arasında eşitliği sağlamada küçük ama önemli bir adım atılmış olacaktır.

Yeryüzünde var olan toplumların neredeyse tamamında erkeğin kadına üstünlüğü yerleşik bir değer yargısı olmuş ve bunun temelinde, kadının aciz, erkek tarafından korunmaya muhtaç bir varlık (inbeccillitas sexus) olduğu varsayımı yer almıştır. Aile kurumunun,”Toplumun kalbinde en küçük demokrasinin inşasına” imkân verecek bir şekilde, cinsiyetler arası eşitliğe dayalı olarak yapılanabilmesi, toplumsal düzeyde demokrasinin ve demokratik değerlerin yerleşmesine imkân tanıyacaktır.

Sonuç olarak, itiraz konusu olan kadının evlenmekle kocanın soyadını alınacağına ilişkin düzenlemenin, Anayasanın 10., 12., 17. ve 41. maddelerine aykırı olduğu düşüncesiyle çoğunluk görüşüne muhalefet ediyorum.



Üye

Engin YILDIRIM



Kaynakça

Anthbony, Deborah, J. (2010), “A Spouse by Any Other Name”, William & Mary Journal of Women and the Law, cilt 17, ss: 187-222.

Aslan, Betül (2009), Devletin Temel Amaç ve Ödevleri Işığında Öznel Gelişme Hakkı, İstanbul: On İki Levha Yayıncılık.

Göztepe, Ece (1999), “Anayasal Eşitlik İlkesi Açısından Evlilikte Kadınların Soyadı”, AÜ SBF Dergisi cilt 54, sayı 2, ss: 101-130.

Leissner, Omi Morgenstern (1998), “The problem that has no name”, Cardozo Women’s Law Journal, cilt 5, sayı 4, ss: 211-407.

MacClintock, Heather, (2010), “Sexism, Surnames, and Social Progress: The Conflict of Individual Autonomy and Government Preferences in Laws Regarding Name Changes in Marriage”, Temple International and Comparative Law Journal, cilt 24, Bahar, ss: 278-324.

Moroğlu, Nazan, “Medeni Kanun’a Göre Kadının Soyadı ve Bir Öneri, www.tukd.org.tr/dosya/kadinin_soyadi.doc (erişim tarihi, 26.04.2011).

Shin, Ki-Young (2008), “ ‘The Personal is the Political’: Women’s Surname Change in Japan”, Journal of Korean Law, cilt 8, ss: 161-179.

Suzanna, Kim, (2010) “Marital Naming/Naming Marriage: Language and Status in Family Law,” Indiana Law.Journal, cilt 85, ss: 893-953.

Tirosh, Yofi (2010), “A name of one’s own: gender and symbolic legal personhood in the European Court of Human Rights”, Harvard Journal of Law and Gender, cilt 33, ss: 247-307.












--------------------------------------------------------------------------------

[1] Gökçiçek Ayata – Sevinç Eryılmaz Dilek – Bertil Emrah Oder, Kadın Hakları Uluslar arası Hukuk ve Uygulama, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, Sh: 634-636

[2] Ece Göztepe, Anayasal Eşitlik İlkesi Açısından Evlilikte Kadının Soyadı, AÜHFD. C. 45, S. 17

[3] Tirosh, Yofi (2010), “A name of one’s own: gender and symbolic legal personhood in the European Court of Human Rights”, Harvard Journal of Law and Gender, cilt 33, s. 255.

[4] MacClintock, Heather, (2010), “Sexism, Surnames, and Social Progress: The Conflict of Individual Autonomy and Government Preferences in Laws Regarding Name Changes in Marriage”, Temple International and Comparative Law Journal, cilt 24, Spring, s.281.

[5] MacClintock, Heather, (2010), s. 292.

[6] Moroğlu, Nazan, “Medeni Kanun’a Göre Kadının Soyadı ve Bir Öneri, www.tukd.org.tr/dosya/kadinin_soyadi.doc (erişim tarihi, 26.04.2011).

[7] Suzanna, Kim, (2010) “Marital Naming/Naming Marriage: Language and Status in Family Law,” cilt 85, Indiana Law Journal, s.921.

[8]http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight= tekeli%20%7C%20turkey&sessionid=70140449&skin=hudo c-en, (erişim tarihi 26.04.2011), Ünal Tekeli v.Turkey, Application no. 29865/96, paragraf 55.

[9] Tekeli v. Turkey, paragraf 53.

[10] Tekeli v. Turkey, paragraf 67.

[11]http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight= burghartz&sessionid=70140449&skin=hudoc-en (erişim tarihi, 26.04.2011), Burghartz v. Switzerland , Application. No 16213/90, paragraf 24.

[12] Bu konuda Japonya’da yapılan tartışmalar için bkz. Shin, Ki-Young (2008), “ ‘The Personal is the Political’: Women’s Surname Change in Japan”, Journal of Korean Law, cilt 8, s. 177.

[13] Anthony, Deborah, J. (2010), “A Spouse by Any Other Name”, William & Mary Journal of Women and the Law, cilt 17, ss: 198-200.

[14] Esas Sayısı:1997/61, Karar Sayısı: 1998/59. http://www.anayasa.gov.tr/index.php?... 1427&content= (erişim tarihi, 26.04.2011).

[15] Esas Sayısı: 1963/148, Karar Sayısı: 1963/256, http://www.anayasa.gov.tr/index.php?...= 72&content= (erişim tarihi, 26.04.2011).

[16] Esas Sayısı: 1990/30, Karar Sayısı: 1990/31,

http://www.anayasa.gov.tr/index.php?... 923&content= (erişim tarihi, 26.04.2011).

[17] Göztepe, Ece (1999), “Anayasal Eşitlik İlkesi Açısından Evlilikte Kadınların Soyadı”, AÜ SBF Dergisi cilt 54, sayı 2, s. 115.

[18] Leissner, Omi Morgenstern (1998), “The problem that has no name”, Cardozo Women’s Law Journal, cilt 5, sayı 4, s. 358.

[19] Leissner, (1998), s. 356.

[20] Aslan, Betül (2009), Devletin Temel Amaç ve Ödevleri Işığında Öznel Gelişme Hakkı, İstanbul: On İki Levha Yayıncılık, s. 88.

[21]Moroğlu, Nazan, “Medeni Kanun’a Göre Kadının Soyadı ve Bir Öneri, www.tukd.org.tr/dosya/kadinin_soyadi.doc (erişim tarihi, 26.04.2011).
Old 08-10-2012, 09:40   #76
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Kadının soyadı yok

Yargıtay, AİHM kararına rağmen kadının sadece kızlık soyadını kullanmasının ‘Yasal dayanağı yok’ dedi.

Türkiye’de Yargıtay, evlendikten sonra sadece kızlık soyadını kullanmak isteyen bir kadının talebini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararına rağmen kabul etmedi. Yargıtay’ın bu kararı Strasbourg’a gönderildi ve 'hukuki değerlendirme' istendi.


AİHM, kadınların sadece kızlık soyadını kullanmasına izin verilmemesi nedeniyle Türkiye’yi mahkûm etmişti.

Mesleğinde kendi soyadı ile tanındığını gerekçe gösteren İzmirli Avukat Ayten Ünal (Tekeli), 2004’te dava açmış, AİHM ise 47 Avrupa Konseyi üyesi arasında sadece Türkiye’de bu yönde bir uygulama olduğunu belirterek, avukatı haklı bulmuş ve Türkiye’yi mahkûm etmişti. Avukat bunun üzerine İçişleri Bakanlığı’na başvurarak kararın uygulanmasını istemiş ve Nüfus Müdürlüğü de mahkeme kararı doğrultusunda soyadını değiştirmişti.

YASAYA UYMAK ZORUNDAYIZ
Ancak AİHM’in bu yöndeki kararına Yargıtay uymadı. Türk Medeni Kanunu’nun 187'nci maddesini gerekçe gösteren ve bu maddenin kadınların evlendikten sonra sadece kızlık soyadlarını kullanmalarına izin vermediğini belirten Yargıtay, Ankara’dan Tutku Yurdakul’un başvurusunu reddetti. Yurdakul, evlendikten sonra sadece kızlık soyadını kullanmak için Ankara 11'inci Aile Mahkemesi’ne dava açmış, yerel mahkeme de Tutku Yurdakul’un sadece kendi kızlık soyadını kullanmasına karar vermişti. Ancak bu karar, Yargıtay 2'nci Hukuk Dairesi tarafından bozuldu.

KIZLIK SOYADI BİZE UYMAZ


Daire, yerel mahkemenin kararını bozarken, “Kocasının soyadında bir değişiklik olmadıkça evlenen kadın kocasının soyadını taşımak zorundadır. Yasal düzenleme böyledir. Evlilik boşanma veya iptal kararıyla sona ermedikçe evli kadının yalnız evlenmeden önceki soyadını kullanması, yasal olarak mümkün değil” ifadesine yer verdi. Zeynel LÜLE7 Ekim 2012e

http://www.hurriyet.com.tr/planet/21637863.asp
Old 13-11-2012, 15:52   #77
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/7737
K. 2012/16695
T. 18.6.2012

• EVLİ KADININ SOYADINDA DEĞİŞİKLİK (Evlilik Boşanma veya İptal Kararıyla Sona Ermedikçe Evli Kadının Yalnızca Evlenmeden Önceki Soyadını Kullanamayacağı)

• SOYADINDA DEĞİŞİKLİK (Evli Kadının Soyadı Kocasına Bağlı Olarak Değişebileceği - Kocasının Soyadında Bir Değişiklik Olmadıkça Evlenen Kadın Kocasının Soyadını Taşımak Zorunda Olduğu)

• KADININ KOCASININ SOYADINI TAŞIMASI (Kocasının Soyadında Bir Değişiklik Olmadıkça Evlenen Kadın Kocasının Soyadını Taşımak Zorunda Olduğu - Evlilik Sona Ermedikçe Evli Kadının Yalnızca Evlenmeden Önceki Soyadını Kullanamayacağı)

• KOCANIN SOYADINI TAŞIMA ZORUNLULUĞU (Evlilik Boşanma veya İptal Kararıyla Sona Ermedikçe Evli Kadının Yalnızca Evlenmeden Önceki Soyadını Kullanamayacağı)

• KIZLIK SOYADI (Evlenen Kadın Kocasının Soyadını Taşımak Zorunda Olduğu - Evlilik Sona Ermedikçe Evli Kadının Yalnızca Evlenmeden Önceki Soyadını Kullanamayacağı)

4721/m.187

ÖZET : Evli kadının soyadı, kocasına bağlı olarak değişebilir. Kocasının soyadında bir değişiklik olmadıkça evlenen kadın kocasının soyadını taşımak zorundadır. Evlilik boşanma veya iptal kararıyla sona ermedikçe evli kadının yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanması yasal olarak mümkün değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı, evlenmekle yasa gereği kocasının soyadını almıştır. Kocasının soyadı önünde evlenmeden önceki soyadını da kullanmaktadır. Mahkemece; davacının evlenmekle aldığı kocasının soyadının iptaline, kızlık soyadını kullanmasına izin verilmesine karar verilmiş, hükmü nüfus idaresi temyiz etmiştir.

Verilen karar, evlenen kadının soyadı ile ilgili olduğuna göre, işin aile mahkemelerinin görevine girdiği kabul edilmiş ve karar aile kütüklerinde değişiklik sonucunu hasıl edeceğinden nüfus idaresinin kararı temyiz yetkisinin bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır (5490 s. NHK m. 37).

Mahkemece verilen karar, evli kadının soyadında değişikliğe ilişkindir. Evli kadının soyadı, kocasına bağlı olarak değişebilir. Kocasının soyadında bir değişiklik olmadıkça evlenen kadın kocasının soyadını taşımak zorundadır. Yasal düzenleme böyledir (TMK m. 187). Evlilik boşanma veya iptal kararıyla sona ermedikçe evli kadının yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanması yasal olarak mümkün bulunmamaktadır. Anayasa'nın 10. maddesinde 5170 sayılı Yasa'yla ve 41. maddesinde 4709 sayılı Yasa'yla yapılan değişikliklere rağmen Anayasa Mahkemesi, Türk Medeni Kanunu'nun 187. maddesinde yer alan düzenlemeyi Anayasa'ya aykırı görmemiş, bu hükmün iptali için yapılan itiraz başvurusunu 10.03.2011 tarihli 2009/85 esas, 2011/49 karar sayılı kararıyla reddetmiştir (21.10.2011 tarihli 28091 sayılı Resmi Gazete). Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar (Anayasa m. 153/son). Yasa hükmü yürürlükte bulundukça mahkemenin yasal düzenlemeye aykırı düşecek şekilde karar tesis etmesi olanağı yoktur. Anayasa'nın 90. maddesine 5170 sayılı Yasa'yla ilave edilen, milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağına ilişkin düzenleme "temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hüküm içermesi" hali için geçerlidir. Türkiye'nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin başta İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile temel hak ve özgürlükleri düzenleyen diğer sözleşmelerde, evli kadının "evlenmeden önceki soyadını muhafaza edeceğine" ilişkin açık bir hüküm ve düzenleme bulunmamaktadır. Başka bir ifade ile "aynı konuda farklı hüküm" söz konusu değildir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi "Tekeli-Türkiye" kararında kişinin soyadını, özel hayatın kapsamında kabul etmiş, Türk Medeni Kanunu'nun 187. maddesindeki düzenlemenin "evli kadına kocasının soyadını taşımayı dayattığını, bunun da soyadını seçme ve evlenmeden önceki soyadını muhafaza etme hakkını ortadan kaldırdığını" belirterek, yasal düzenlemenin Sözleşmenin 8. maddesinde düzenlenen "özel hayata" müdahale oluşturduğunu kabul ederek ihlal kararı vermiştir. Burada ihlale yol açan, ulusal mahkemelerin uygulaması veya yasa hükmünü yorum tarzı değil, yasal düzenlemenin bizatihi kendisidir. Bu düzenleme değiştirilmedikçe mahkemeler yasaya uygun karar vermekle yükümlüdür. Bu bakımdan, yerel mahkemenin olayda uygulanma olanağı bulunmayan Anayasa'nın 90/son maddesinden hareketle ulaştığı sonuç, doğru olmadığı gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılık etkisini de bertaraf edici niteliktedir. Böyle bir yaklaşım "yürürlükte olan yasa hükmüne aykırı kararlar verilmesi" sonucunu hasıl eder. Bu ise Türk Medeni Kanunu'nun benimsediği aile birliğinin ve bütünlüğünün kocanın soyadı üzerinden devamına ilişkin genel prensibi ve kamu düzenini bozar. Öyleyse davanın reddine karar verilmelidir. Açıklanan hususlar gözetilmeksizin yasal olmayan gerekçelerle yazılı şekilde karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 28-05-2013, 14:51   #78
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

AİHM, bugün Leventoğlu Abdulkadiroğlu v. Türkiye davasında oybirliğiyle verdiği kararla, kadının evlendikten sonra resmi belgelerde yalnızca kendi soyadını kullanmasına izin verilmemesini ayrımcılık olarak tanımladı ve 14. madde (ayrımcılık yasağı) ile bağlantılı 8. madde (özel hayata ve aile hayatına saygı) ihlali olduğuna hükmetti. Karar nihai değil.


Alıntı:
issued by the Registrar of the Court

ECHR 160 (2013)
28.05.2013

Impossibility for married women to use just their maiden name
is discriminatory

In today’s Chamber judgment in the case of Leventoğlu
Abdulkadiroğlu
v. Turkey
(application no. 7971/07), which is not final1, the European Court of Human Rights held,
unanimously, that there had been:

A violation of Article 8 (right to respect for private and family life) in
conjunction with Article 14 (prohibition of discrimination) of the European
Convention on Human Rights.

The case concerned the complaint by a woman that, under Turkish law, she was not
allowed to keep just her maiden name in official documents after getting married,
whereas married men kept their surname.

The Court held that this difference in treatment on grounds of sex between persons in an
analogous situation had no objective and reasonable justification.

Principal facts

The applicant, Bahar Leventoğlu
Abdulkadiroğlu,
is a Turkish national who was born in
1972 and lives in Izmir (Turkey). Following her marriage in July 1996, she had to take
her husband’s surname, Abdulkadiroğlu,
for use in official documents, pursuant to the
Turkish Civil Code. At the same time, she continued to use her maiden name,
Leventoğlu,
as she was known by it in her academic and professional life. In 2005 she
brought court proceedings seeking permission to use only her maiden name. Her request
was dismissed by the courts in a decision which became final in July 2006.

Complaints, procedure and composition of the Court

Ms Leventoğlu
Abdulkadiroğlu
claimed in particular that the fact that Turkish law allowed
married men but not married women to use their own surname after marriage amounted
to discrimination based on sex. She relied in particular on Article 8 (right to respect for
private and family life) and Article 14 (prohibition of discrimination).

The application was lodged with the European Court of Human Rights on 8 February
2007.

Judgment was given by a Chamber of seven judges, composed as follows:

Guido Raimondi (Italy), President,
Danute
Jociene
(Lithuania),
Dragoljub Popovic
(Serbia),

1 Under Articles 43 and 44 of the Convention, this Chamber judgment is not final. During the three-month
period following its delivery, any party may request that the case be referred to the Grand Chamber of the
Court. If such a request is made, a panel of five judges considers whether the case deserves further
examination. In that event, the Grand Chamber will hear the case and deliver a final judgment. If the referral
request is refused, the Chamber judgment will become final on that day.
Once a judgment becomes final, it is transmitted to the Committee of Ministers of the Council of Europe for
supervision of its execution. Further information about the execution process can be found here:

www.coe.int/t/dghl/monitoring/execution



András Sajó (Hungary),
Işıl
Karakaş
(Turkey),
Paulo Pinto de Albuquerque (Portugal),
Helen Keller (Switzerland),


and also Stanley Naismith, Section Registrar.

Decision of the Court

Article 8 in conjunction with Article 14

The Court noted that the case raised issues similar to another case, Ünal Tekeli v.
Turkey.2 In that case, it had found that the fact that married women could not bear their
maiden name alone after they married, whereas married men kept their surname,
amounted to a difference in treatment on grounds of sex between persons in an
analogous situation.

In its judgment in the case of Ünal Tekeli, the Court had underlined that there was a
consensus among European States in favour of choosing the spouses’ family name on an
equal footing. It had considered that the Turkish Government’s argument that the fact of
giving the husband’s surname to the family stemmed from a tradition designed to reflect
family unity by having the same name was not a decisive factor. Family unity could
result from the choice of the wife’s surname or a joint name chosen by the married
couple. Accordingly, the obligation imposed on married women to bear their husband’s
surname – even if they could put their maiden name in front of it – had no objective and
reasonable justification, in breach of Article 8 in conjunction with Article 14.

The Turkish Government had not brought forward any facts or arguments leading to a
different conclusion. There had accordingly been a violation of Article 8 in conjunction
with Article 14 in Ms Leventoğlu
Abdulkadiroğlu’s
case.

Article 41 (just satisfaction)

Ms Leventoğlu
Abdulkadiroğlu
had not submitted any claim for just satisfaction.
Accordingly, the Court did not make an award on that account.

The judgment is available only in English.

This press release is a document produced by the Registry. It does not bind the Court.
Decisions, judgments and further information about the Court can be found on
www.echr.coe.int. To receive the Court’s press releases, please subscribe here:
www.echr.coe.int/RSS/en or to follow us on Twitter @ECHr_press.

Press contacts

echrpress@echr.coe.int | tel: +33 3 90 21 42 08

Nina Salomon (tel: + 33 3 90 21 49 79)

Tracey Turner-Tretz (tel: + 33 3 88 41 35 30)
Denis Lambert (tel: + 33 3 90 21 41 09)
Jean Conte (tel: + 33 3 90 21 58 77)


2 Ünal Tekeli v. Turkey (29865/96), Chamber judgment of 16.11.2004

2



The European Court of Human Rights was set up in Strasbourg by the Council of
Europe Member States in 1959 to deal with alleged violations of the 1950 European
Convention on Human Rights.

3



Old 04-09-2013, 10:09   #79
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Alıntı:
Soyadı çilesini AİHM bitirdi - SÜMEYRA TANSEL - 04.09.2013

Soyadı çilesini AİHM bitirdi AİHM, kocasının soyadını kullanmak istemeyen kadınlar için emsal kabul edilecek karar aldı. Gülizar Tuncer’i haklı bularak Türkiye’yi mahkûm etti



Kocasının soyadını kullanmak istemeyen Avukat Gülizar Tuncer, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından haklı bulundu. AİHM dün verdiği kararda Türkiye’nin evli kadınlara uyguladığı kocanın soyadını kullanma zorunluluğunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özel yaşamın bütünlüğüne ilişkin 8. maddesine ve ayrımcılıkla ilgili 14. maddesine aykırı bularak Türkiye’yi mahkum etti. AİHM ayrıca Tuncer’e 1500 Euro tazminat ve 3030 Euro mahkeme masrafının ödenmesine karar verdi. Avukat Gülizar Tuncer kararla birlikte Türkiye’nin iç hukukta değişikliğe gitmek zorunda olduğunu belirterek şöyle konuştu, “Türkiye şimdi AİHM kararının gereğini yerine getirmek ve mevzuat değişikliğine gitmek yükümlülüğünde. Aksi takdirde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yaptırım uygulamak durumunda kalabilir.”


SÖZLEŞMELERE AYKIRI

Kadınların evlenmeden önceki soyadlarını kullanmalarının hem yerel mahkeme hem de Yargıtay tarafından Medeni Kanun’un 187. maddesi gerekçe gösterilerek reddedildiğini belirten Tuncer, “Oysa ki hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.ve 14. maddeleri hem de “Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” ve “Uluslararası Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” gereği talebimizin kabul edilmesi gerekirdi. Medeni Kanun’da aleyhe hüküm olsa da yargı organları Anayasa 90. madde gereği yasayı değil öncelikle uluslararası sözleşme hükümlerini uygulayarak iç hukukta lehimize karar vermek durumundaydılar. Hükümet yıllardır geleneksel muhafazakâr anlayışı savunarak Medeni Kanun’da değişiklik yapmaktan ısrarla kaçındı” diye konuştu.

EŞİNİN SOYADINI İSTEMEDİ

Gülizar Tuncer 1992 yılından beri İstanbul’da avukatlık yapıyordu. 2005 yılında yaptığı evlilik sonucu, halen yürürlükte bulunan Medeni Kanun gereğince, zorunlu olarak nüfus kayıtlarında kendi soyadının yanında eşinin de soyadı olan “Güneş”i yazdırmak durumunda kaldı. 2007 yılında Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvuruda bulunan Tuncer, 15 senedir avukatlık yaptığını ve bugüne kadar Gülizar Tuncer olarak tanınıp mesleğini bu isim ve soyadı ile yürüttüğünü, ayrıca okul diploması, vergi levhası, avukat kimliği, vekaletnameler ve diğer tüm resmi belgelerin Gülizar Tuncer adına düzenlendiğini ifade ederek eşinin soyadı olan “Güneş”i kullanmak istemediğini belirtti. Şişli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi aynı yıl verdiği kararda Medeni Kanun’un 187. maddesini gerekçe göstererek Tuncer’in talebini reddetti. Tuncer kararı temyiz etti ancak Yargıtay 18. Hukuk Dairesi temyiz talebini reddederek mahkeme kararını onadı.

1000 EURO’LUK “DOSTANE” ÇÖZÜM

Gülizar Tuncer davayı AİHM’e götürdü. Türkiye, Tuncer’e davayı düşürmesi karşılığında nüfus cüzdanında kendi soyadını kullanabileceği değişiklik ve 1000 Euro’luk ödemeyi içeren “Dostane çözüm önerisi” sundu. Tuncer, “Dostane çözüm”e verdiği cevap dilekçesinde devletin sadece kendisini kapsayacak değişikliğini ve ödeme vaadini redderek bir hukukçu olarak “yalnızca kendisi için değil aynı konumda bulunup da bu durumdan ötürü rahatsızlık duyan tüm kadınları etkileyebilecek bir karar alınması gerektiğini” belirtti. Dava AİHM’de görülmeye devam etti. AİHM dün verdiği kararda Türkiye’yi mahkum etti.

ENGEL 187. MADDE:

Kadınların kendi soyadlarını kullanmalarına engel olarak gösterilen Medeni Kanun’un 187. maddesi şöyle: “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir.”

http://www.radikal.com.tr/turkiye/ka...itirdi-1149226
Old 07-01-2014, 16:39   #80
Av.mehmet.av

 
Karar Kadın evlilikten önceki soyadını tek başına kullanabilecek

Ben soru sormaktan ziyade bir kararı paylaşacağım. Uygun yer göremediğim için buraya yazıyorum. Anayasa Mahkemesi evlilikten önceki soyadını kullanmak isteyen kadının(başvurucu da bir meslektaşımız) başvurusunu kabul etmiş. Karar bugünkü(07.01.2014) resmi gazetede yayınlanmıştır. Kararı PDF olarak indirdiğim için buraya ekleyemiyorum malesef.
Hak ihlalinin giderilmesi için olumlu görmekle birlikte pratikte birtakım karışıklıklara meydan vereceğini düşünüyorum. Bundan başka soyadları farklı olan evli çiftin çocuğunun soyadı ne olacak mesela.
Old 09-01-2014, 20:58   #81
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

BİRİNCİ BÖLÜM KARAR

Başvuru Numarası : 2013/2187

Karar Tarihi : 19/12/2013

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, evli kadının evlilik öncesi soyadını tek başına kullanmasına engel olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 187. maddesine istinaden yapılan uygulama neticesinde, cinsel olarak ayrımcılığa maruz tutularak özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 2., 10., 12., 17., 20., 41. ve 90. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 21/3/2013 tarihinde İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 2/8/2013 tarihli görüş yazısı 12/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.


6. Başvurucu tarafından 23/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. İstanbul Barosuna bağlı avukat olarak çalışan başvurucu, evlenmekle Akat Eşki olan soyadının Akat olarak düzeltilmesi istemiyle dava açmıştır.

9. Fatih 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/11/2007 tarih ve E.2007/277, K.2007/325 sayılı görevsizlik kararı ile dosya aile mahkemesine devredilmiştir.

10. Fatih 3. Aile Mahkemesinin 17/7/2008 tarih ve E.2008/93, K.2008/511 sayılı kararı ile nüfus müdürlüğü aleyhine açılan dava husumet yönünden reddedilmiştir.

11. Başvurucu tarafından, evlilik öncesi soyadının kullanılmasına izin verilmesi talebiyle, eşi hasım gösterilmek suretiyle Fatih 2. Aile Mahkemesinin E.2009/189 sayılı dosyası üzerinde açılan davanın yargılaması sırasında, Mahkemece 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 187. maddesinin Anayasa'nın 2., 10. ve 41. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunulmuş, Anayasa Mahkemesi'nin 10/3/2011 günlü, E.2009/85, K.2011/49 sayılı kararıyla talep reddedilmiştir.

12. Fatih 2. Aile Mahkemesinin 14/6/2011 tarih ve E.2009/189, K.2011/386 sayılı kararı ile başvurucunun davası reddedilmiştir.

13. Başvurucu tarafından yapılan temyiz talebi Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24/11/2012 tarih ve E.2011/22361, K.2012/31270 sayılı kararı ile reddedilerek, Yargıtay ilamı başvurucuya 22/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

14. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Kadının soyadı" kenar başlıklı 187. maddesi şöyledir:

"Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna
veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı

önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu

haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir. "

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

15. Mahkemenin 19/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/3/2013 tarih ve 2013/2187 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu, İstanbul Barosuna bağlı avukat olarak çalıştığını, 2005 yılında evlendiğini, ancak evlendikten sonra uzunca bir süre evlilik öncesindeki soyadını kullanmaya devam ettiğini, yurt dışına çıkış işlemleri nedeniyle nüfus müdürlüğüne başvurarak evlilik öncesi soyadı ve evlilik soyadını beraber içeren kimlik belgesi aldığını, fakat diğer resmi işlemlerini evlilik öncesi soyadı ile yapmaya devam ettiğini, bu duruma bağlı olarak yaşadığı zorluklar nedeniyle evlilik öncesi soyadının kullanılmasına izin verilmesi talebiyle açtığı davanın reddedildiğini, belirtilen durum nedeniyle cinsel olarak ayrımcılığa tabi tutularak özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmediğini belirterek, Anayasa'nın 2., 10., 12., 17., 20., 41. ve 90. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

17. Başvurunun incelenmesi neticesinde, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas İnceleme
18. Başvurucu evli kadınların yalnızca evlilik öncesindeki soyadlarını kullanmasını engelleyen 4721 sayılı Kanun'un 187. maddesine dayanılarak yapılan uygulama nedeniyle, Anayasa'nın 17. ve 20. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

19. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM), somut başvuruya benzer başvurular açısından, evli erkeklerin evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanma imkanları bulunmasına rağmen, evli kadınların evlilikten önceki soyadlarını tek başına kullanma imkanlarının bulunmamasının cinsiyete dayalı farklı bir muamele oluşturduğuna ve bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesi ile birlikte düşünüldüğünde 14. maddesini ihlal ettiğine karar verildiği belirtilerek, başvurucu tarafından açılan davanın 4721 sayılı Kanun'da kadının evlendikten sonra evlilik öncesi soyadını tek başına kullanabileceğine ilişkin bir hüküm bulunmaması nedeniyle reddedildiğinin yapılacak değerlendirmede nazara alınması yönünde beyanda bulunulduğu anlaşılmıştır.

20. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesinde, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarına rağmen, iç hukukta gerekli yasal düzenlemenin yapılmadığını ve bu durumun somut başvuru benzeri birçok ihlal iddiasına neden olduğunu beyan etmiştir.

21. Başvurucu tarafından, Anayasa'nın 2., 10., 12., 17., 20., 41. ve 90. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüş olmakla beraber, belirtilen ihlal iddiasının mahiyeti gereği sadece Anayasa'nın 17. maddesi açısından değerlendirme yapılması uygun görülmüştür.

22. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, § 18,26/3/2013)

23. Başvurucunun ihlal iddiasına konu isim hakkı, Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme'nin 8. maddesinde düzenlenmiştir.

24. Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına

sahiptir. "

25. Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi

şöyledir:

"(J) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir. "

26. Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen "özel yaşam" kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçın ılmaktadır.

27. Kişinin bireyselliğinin, yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin hukuken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece önemlidir. Birçok uluslar arası insan hakları belgesinde "kişiliğin serbestçe geliştirilmesi" kavramına yer verilmekle beraber, Sözleşme kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir.

28. Bununla birlikte, Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında, "bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramının, özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel yaşamın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında, kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dahil edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim hakkı da, Sözleşme denetim organları tarafından ön ad ve soyadını kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır.

29. AİHM, Sözleşmenin 8. maddesinin ad ve soyadı konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber, kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle, belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkıyla ilgili olduğunu ve bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve Devletin adların düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir. Bu kapsamda, soyadı değiştirme ile çocuğun ve kadının soyadı bağlamında AİHM içtihatlarına konu edildiği görülen soyadının da Sözleşme'nin 8. maddesinin koruma alanında olduğu anlaşılmaktadır. AİHM'e göre soyadı, mesleki bağlamın yanı sıra, bireylerin özel ve aile yaşamında diğer insanlarla sosyal, kültürel ya da diğer türden ilişkiler kurabilmesi için önemli olup, onları dış dünyaya tanıtma fonksiyonunu üstlenmektedir (Burghartz/lsviçre, B.No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B.No: 18131/91, 25/11/1994, § 37; Niemietz/Almanya, B.No: 13710/88, 16/12/1992, § 29).

30. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru haline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olan soyadının da kişinin manevi varlığı kapsamında olduğu açıktır.

31. Cinsiyet, doğum kaydı gibi kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler ile bunlarda değişiklik ve düzeltme yapılmasını isteme hakkının yanı sıra, isim hakkı da Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (E.2011/34, K.2012/48,30/3/2012; E.2009/85, K.2011/49, 10/3/2011).

32. Başvuruya konu yargılama kapsamında başvurucunun sadece evlenmeden önceki soyadını kullanmasına yetkili idari ve yargısal merciler tarafından izin verilmemesi şeklindeki uygulamanın, kişinin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan soyadının vazgeçilemezlik, devredilemezlik ve kişiye sıkı surette bağlı olma niteliklerinin kadının soyadı bakımından geçerliliğini etkilediği görülmekle, belirtilen uygulamanın Anayasa'nın 17. maddesinde tanımlanan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.

33. Anayasa'nın 17. maddesinde, manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.

34. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın

ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla

sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum

düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. "

35. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır.

36. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır.

37. Sözleşme'nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da, Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukilik unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 8. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz. Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 95; Bykov/Rusya, B. No:4378/02, 10/3/2009, §82).

38. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için, müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur.

39. Başvuru konusu olayda başvurucunun evlilik öncesi soyadını kullanması yönündeki talebinin, ilk derece mahkemesince, 4721 sayılı Kanun'da evli kadının kocasının soyadı olmaksızın yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanabileceğine dair bir hüküm bulunmadığı belirtilerek reddedildiği anlaşılmaktadır.

40. Anayasa'nın "Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma" kenar başlıklı 90. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:

"Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. "

41. Belirtilen düzenlemeyle, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslarası andlaşmalarda yer alan düzenlemelerin kanun hükmünde olduğu belirtilerek, 7/5/2004 tarihinde yapılan değişiklikle fıkraya eklenen son cümle ile, hukukumuzda kanunlar ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalar arasında bir çeşit hiyerarşi ihdas edilmiş ve aralarında uyuşmazlık bulunması halinde andlaşmalara öncelik tanınacağı hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme uyarınca, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası bir andlaşma ile bir kanun hükmünün çatışması halinde, uluslararası andlaşma hükmünün öncelikle uygulanması gerekir. Bu durumda başta yargı mercileri olmak üzere, birbiriyle çatışan temel hak ve özürlüklere ilişkin bir uluslararası andlaşma hükmü ile bir kanun hükmünü önlerindeki olaya uygulamak durumunda olan uygulayıcıların, kanunu göz ardı ederek uluslararası andlaşmayı uygulama yükümlülükleri vardır.

42. Belirtilen düzenleme uyarınca, uluslararası insan hakları hukukunun temel belgelerinden olan ve Türkiye'nin usulüne uygun olarak onaylayıp taraf olduğu Sözleşme iç hukukta doğrudan uygulanma kabiliyetini haizdir. Sözleşme'nin 8. maddesi özel hayata ve aile hayatına saygıyı ifade ederken, 14. maddesi cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklamaktadır. AİHM'in, kişinin soyadını özel hayat kapsamında değerlendirerek evli kadının kocasının soyadını kullanma zorunluluğunu özel hayata müdahale olarak kabul ettiği birçok kararında, soyadı kullanımı ile ilgili başvurular, Sözleşme'nin 8. maddesinde yer alan "özel hayatın ve aile hayatının korunması" ilkesi kapsamında incelenmiş ve kadının evlendikten sonra yalnızca evlilik öncesi soyadını kullanmasına ulusal mercilerce izin verilmemesinin, Sözleşmenin özel hayatın gizliliğini öngören 8. maddesiyle bağlantılı olarak, ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır (bkz. Ünal Tekeli/Türkiye, B. No: 29865/96, 16/11/2004; Leventoğlu Abdulkadiroğlu/Türkiye, B. No: 7971/07, 28/5/2013; Tuncer Güneş/Türkiye, B. No: 26268/08, 3/10/2013; Tanbay Tüten/Türkiye, B. No:38249/09, 10/12/2013).

43. Cinsiyetler arası eşitlik ve cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili diğer bir takım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Türkiye'nin 4/6/2003 tarihinde onayladığı, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 23. maddesinin 4. fıkrasında taraf devletlerin, eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacakları; Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme'nin 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde ise yine taraf devletlerin kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacakları ve özellikle kadın erkek eşitliğine dayanılarak aile adı, meslek ve iş seçimi dahil her iki eş için geçerli, eşit kişisel haklar sağlayacakları düzenlemesine yer verilmiştir.

44. Anayasa'nın 90. maddenin beşinci fıkrası uyarınca, sözleşmeler hukuk sistemimizin bir parçası olup, kanunlar gibi uygulanma özelliğine sahiptir. Yine aynı fıkraya göre, uygulamada bir kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olan sözleşme hükümleri arasında bir uyuşmazlığın bulunması halinde, sözleşme hükümlerinin esas alınması zorunludur. Bu kural bir zımni ilga kuralı olup, temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır.

45. Başvuruya konu yargılama kapsamında verilen kararın 4721 sayılı Kanun'un 187. maddesine dayanarak verildiği anlaşılmaktadır. Ancak, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, ilgili Kanun hükmünün sözü edilen Sözleşme hükümleri ile çatıştığı görülmektedir. Bu durumda, uyuşmazlığı karara bağlayan derece Mahkemelerinin, AİHS ve diğer uluslararası insan hakları andlaşmaları ile çatışan 4721 sayılı Kanun'un 187. maddesini kararlarına esas almayarak, başvuru konusu uyuşmazlık açısından Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca uygulanması gereken uluslararası sözleşme hükümlerini dikkate alması gerektiği sonucuna varılmaktadır.

46. Somut başvuru açısından, başvurucunun temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası andlaşmaların kanun hükümlerine nazaran öncelikle uygulanacağı ve bu kapsamda Sözleşmenin ve AİHM içtihadının uyuşmazlığın karara bağlanmasında nazara alınması noktasındaki itirazlarının yargı mercilerince dikkate alınmadığı ve tartışılmadığı anlaşılmaktadır.

47. Uluslararası sözleşmelerin, evli erkek ve kadının evlilik sonrasında soyadları bakımından eşit haklara sahip olmasını öngören hükümleri ile evli kadının kocasının soyadını kullanması zorunluluğunu öngören iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı hükümler içermesi nedeniyle, ilgili sözleşmenin hükümlerinin somut uyuşmazlık açısından esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmakla, başvurucunun manevi varlığı kapsamında güvence altına alınan isim hakkına yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.

48. Yapılan bu tespit çerçevesinde, söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

49. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

50. Başvurucu, 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

51. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat talebine ilişkin görüş bildirilmemiştir.

52. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve

sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili

mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan

hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava

açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarım ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. "

53. Mevcut başvuruda müdahalenin kanuniliği şartının sağlanmaması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

54. Başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından, başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

55. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 2.640,00 TL vekalet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine,

Ç. Başvurucunun manevi tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 2.640,00 TL vekalet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

19/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan Serruh KALELİ

Üye

Mehmet ERTEN

Üye

Zehra Ayla PERKTAŞ

Uye Burhan ÜSTÜN

Uye

Zühtü ARSLAN
Old 07-11-2015, 12:35   #82
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/20471
K. 2015/8704
T. 28.4.2015

• EVLİ KADININ BEKARLIK SOYADINI KULLANABİLMESİ ( Davacının Mesleki ve Sosyal Yaşam Ortamı Bakımından Tanınabilirliği Sebebiyle Evlendikten Sonra da Önceki Soyadını Kullanmakta Hukuki Yararı Olduğu - Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Tanıdığı Uluslararası Sözleşmeler İle de Davacının Evlendikten Sonra Önceki Soyadını Kullanma Hakkının Korunduğu/ Evli Davacının Bekarlık Soyadını Kullanabileceği )

• EVLENMEKLE EDİNİLEN SOYADININ İPTALİ TALEBİ ( 4721 S.K. Hükümlerinin Kadının Kocasının Soyadı Yerine Kendi Soyadını Kullanmasına Engel Olduğu - Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Tanıdığı Uluslararası Sözleşmelerde Kadının Soyadını Seçme Hakkının Temel Bir Hak Olarak Belirlendiği/Uluslararası Sözleşme Hükümleri Esas Alınarak Kadının Evlenmeden Önceki Soyadını Kullanmasına İmkan Sağlanacağı )

• KADININ SOYADINI SEÇME HAKKI ( Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Tanıdığı Uluslararası Sözleşmelerde Kadının Soyadını Seçme Hakkının Temel Bir Hak Olarak Belirlendiği - Yürürlüğe Konmuş Uluslararası Anlaşmalara Kanun Gücü Verildiği/Evli Kadının Evlenmeden Önceki Soyadını Kullanabileceği )

• CİNSİYETE BAĞLI AYRIMCILIK YAPILAMAMASI ( Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Tanıdığı Uluslararası Sözleşmeler İle de Davacının Evlendikten Sonra Önceki Soyadını Kullanma Hakkının Korunduğu - Cinsiyet de Dahil Olmak Üzere Hiçbir Ayrım Yapılmaması Gerektiği/Evli Davacının Bekarlık Soyadını Kullanabileceği )

• YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞ ULUSLARARASI ANLAŞMALARA KANUN GÜCÜ VERİLMESİ ( Usulüne Göre Yürürlüğe Konulmuş Uluslararası Anlaşmalar Hakkında Anayasaya Aykırılık İddiasıyla Anayasa Mahkemesine Başvurulamayacağı - Uluslararası Sözleşmeler İle Yasaların Aynı Konuda Farklı Hükümler İçermesi Sebebiyle Çıkabilecek Uyuşmazlıklarda Uluslararası Sözleşme Hükümlerinin Esas Alınacağı )

2709/m. 10, 41
4721/m. 187
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m. 8, 14

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi/m. 16

ÖZET : Davacı, evlenmekle edindiği soyadının iptaliyle kendi soyadının kullanmasına karar verilmesine talep ve dava etmiştir.

Türk Medeni Kanunu' nda kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağı, ancak kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabileceğini düzenlemiştir. Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ile de üye devletler herkesin özel ve aile hayatına saygı gösterilmesini, demokratik bir toplumda zorunlu olmadıkça bu hakların kullanılmasına müdahale etmemeyi, Sözleşmeyle tanınan hak ve özgürlükten yararlanmanın cinsiyet de dahil olmak üzere hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanmasını taahhüt etmişlerdir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi ile de Türkiye Cumhuriyeti devleti insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınla erkek eşitliğine dayalı olarak kullanılmasını, bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan cinsiyete bağlı bir ayrım yapılmamasını, kadın ve erkek eşitliği ilkesini yasalarına dahil etmeyi, kadın haklarının erkeklerle eşit temelde himayesini, kadınlara karşı herhangi bir ayrımcı hareket yapılmasından kaçınmayı, kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevzuatın değiştirilmesini ve kadına evlenmede erkeklerle eşit hak sağlanmayı, bu arada aile adını, mesleğinin seçimini eşit olarak sağlamayı yükümlenmiştir. Yürürlüğe konulmuş uluslararası anlaşmalara kanun gücü verilmiş, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası sözleşmelerle yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi sebebiyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağı hükmü getirilmiştir.

Davacı evlendikten sonra da kocasının soyadı yerine önceki soyadını kullanmak istemektedir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 187. maddesi davacının bu hakkını kullanmasına engeldir. Oysa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi ve bunlara bağlı ek protokoller kadının soyadını seçme hakkını bir temel hak olarak belirlemiş ve üye devletler kadının bu hakkını kullanmasına olanak sağlamayı taahhüt etmişlerdir.

Davacının mesleki ve sosyal yaşam ortamı bakımından tanınabilirliği sebebiyle evlendikten sonra da önceki soyadını kullanmakta hukuki yararı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tanıdığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, bunlara bağlı protokol ve tavsiye kararları hükümleri ile de davacının evlendikten sonra önceki soyadını kullanma hakkının korunması nedeniyle davanın kabulüyle evli davacının bekarlık soyadını kullanmasına karar verilmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalılardan Nüfus İdaresi tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşüldü:

KARAR VE SONUÇ : Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz isteğinin reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile, 28.4.2015 tarihinde karar verildi.

YEREL MAHKEME İLAMI

T.C.

ANKARA

11. AİLE MAHKEMESİ

ESAS NO : 2012/1392

KARAR NO : 2014/824

KARAR TARİHİ : 10/06/2014

DAVA : Davacı vekili 16.10.2012 tarihli dava dilekçesinde, müvekkilinin doçent doktor sıfatıyla ... Üniversitesinde İngiliz Dili ve Edebiyatı Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümlerinde ders veren bir akademisyen olduğunu, müvekkilinin geçmişinin başarılarla dolu olduğunu, uluslararası düzeyde makalelerinin bulunduğunu, ilk kitabını dünyanın en ünlü akademik yayınevlerinden biri olan "Oxford Üniversitesi Yayınevi" aracılığıyla piyasaya sürdüğünü, anadili İngilizce olmadığı halde Anglo-Amerikan edebiyatı alanında dünya çapında kendine yer edinen nadir bilim insanlarından biri olduğunu, müvekkilinin bu akademik çalışma ve yayınlarını kendi soyadı olan "Ç..." ile verdiğini, edebiyat ve bilim alanında bu soyadıyla tanındığını, müvekkilinin Prof. Dr. A. Ç...'un tek çocuğu olup ailesinin soy ismini kendisinden sonra devam ettirecek bir varisinin de bulunmadığını, ... Üniversitesinde Kültürler, Uygarlıklar ve Fikirler adlı programda yardımcı doçent sıfatıyla öğretim üyesi olan W. N. C. ile 7.7.2012 tarihinde evlendiğini, evlendikten sonra kendi soyadının yanında "C..." soyadını kullanmak zorunda kaldığını, soyadının değişmesinin akademik kariyeri ve mesleğinde bir takım zorluklarla karşılaştığını, müvekkilinin kadın olarak bir birey olduğunu ve soyadı gibi kişiye sıkı sıkıya bağlı devredilmez bir kişilik hakkının kullanım hakkına haiz olduğunu, bu hakkın kullanılmasının Anayasanın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu belirterek, müvekkilinin evlenmekle edindiği "C..." soyadının iptaliyle kendi soyadı olan "Ç..."u kullanmasına karar verilmesine talep ve dava etmiştir.

Dahili davalı W. N. C. 12.3.2013 tarihli duruşmadaki beyanında, davacı eşi tarafından açılan kendi kızlık soyadını kullanmasına dair davayı kabul ettiğini belirtmiştir.

Davalı Nüfus İdaresine ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına tebligat yapılmasına karşın davaya karşı bir cevap vermemişlerdir.

KARAR : Davacıya ait nüfus aile kayıt tablosu getirtilmiş, davacının Amerika Birleşik Devletleri uyruklu W. N. C. isimli kişiyle evli olduğu, evlendiği kişinin soyadı yanında önceki soyadını da kullandığı görülmüştür.

Nüfus idaresi davada hasım gösterilmiş ise de esasen bu dava Nüfus Hizmetleri Kanunundan değil Türk Medeni Kanununun 187. maddesi uygulamasından kaynaklanan bir davadır.

Anayasanın 10. maddesi kadın ve erkek arasındaki eşitliğe, 41. maddesi ise eşler arasındaki eşitliğe yer vermiştir.

Türk Medeni Kanununun 187. maddesi kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağını, ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabileceğini düzenlemiştir.

Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 8 ve 14. maddeleri ile de üye devletler herkesin özel ve aile hayatına saygı gösterilmesini, demokratik bir toplumda zorunlu olmadıkça bu hakların kullanılmasına müdahale etmemeyi, Sözleşmeyle tanınan hak ve özgürlükten yararlanmanın cinsiyet de dahil olmak üzere hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanmasını taahhüt etmişlerdir.

Bu taahhüt AİHM'nin zorunlu yetkisini tanımayı ve mahkemenin kararlarıyla bağlı olmayı da içermektedir.

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi ile de Türkiye Cumhuriyeti devleti insan hakları ve temel özgürlüklerin kadınla erkek eşitliğine dayalı olarak kullanılmasını, bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan cinsiyete bağlı bir ayrım yapılmamasını, kadın ve erkek eşitliği ilkesini yasalarına dahil etmeyi, kadın haklarının erkeklerle eşit temelde himayesini, kadınlara karşı herhangi bir ayrımcı hareket yapılmasından kaçınmayı, kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevzuatın değiştirilmesini ve bu arada sözleşmenin 16. maddesiyle de kadına evlenmede erkeklerle eşit hak sağlanmayı, bu arada aile adını, mesleğinin seçimini eşit olarak sağlamayı yükümlenmiş, ihtiyari ek protokol ile de Sözleşme hükümlerine aykırı davranılması halinde Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesine başvuru koşulunu kabul ve taahhüt etmiştir.

Diğer yandan Anayasanın 90. maddesiyle usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası anlaşmalara kanun gücü verilmiş, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası sözleşmelerle yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi sebebiyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağı hükmü getirilmiştir.

Davacı evlendikten sonra da kocasının soyadı yerine önceki soyadını kullanmak istemektedir. Türk Medeni Kanununun 187. maddesi davacının bu hakkını kullanmasına engeldir. Oysa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi ve bunlara bağlı ek protokoller kadının soyadını seçme hakkını bir temel hak olarak belirlemiş ve üye devletler kadının bu hakkını kullanmasına olanak sağlamayı taahhüt etmişlerdir.

Ayrıca Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi 28.4.1995 tarihli 1271 Sayılı tavsiye kararında evlilikte ortak bir soyadının seçiminde eşler arasında tam bir eşitlik sağlamayı, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ise 5.2.1985 tarihli 2 Sayılı tavsiyesinde eşlerden birinin kendi soyadını değiştirerek diğerinin soyadını almasını yasal bir zorunluluk olmaktan çıkarılmasına dair bir düzenleme yapılmasını önermektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 20.12.1995 tarihinde yapılan bir başvuru üzerine 29865/96 başvuru numaralı Ünal-Tekeli davasında 16.11.2004 tarihinde verdiği kararla evlenen kadının kocasının soyadını almasına dair hükümetin kocanın soyadı vasıtasıyla aile birliğini yansıtarak kamu düzenini sağlamaya yönelik savunmasını ikna edici bir gerekçe olarak kabul etmemiş, TMK.'nun 187. maddesiyle getirilen kocanın soyadı önünde kadının önceki soyadını kullanma hakkını eşitlik ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasında yeterli görmemiş, sonuç olarak aile birliğini ortak bir aile ismi aracılığıyla yansıtma amacı söz konusu davada şikayet konusu olan cinsiyete dayalı farklı muamele için yeterli bir gerekçe oluşturmadığına karar vermiştir.

Davacı evlendikten sonra mesleki ve sosyal hayatta tanınabilirliğine engel olunmaması bakımından kocasının soyadını kullanmak istememektedir. Elbette ki tanınmasına dair olarak önceki soyadını kullanmakta hukuki yararı vardır. Fakat asıl olarak yukarda bahsedildiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Devletinin taraf olduğu sözleşmenin de tanınan hakları kullanmak tamamiyle davacının tercihindedir ve devletimiz de bu sözleşmeleri tanımak ve yürürlüğe sokmak iradesiyle ve Anayasa'nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle davacının bu hakkını kullanmayı korumayı taahhüt etmiştir. Zikredilen sözleşmeler kadının soyadını kullanmasına dair TMK.'nun 187. Maddesiyle çeliştiğine göre üstün norm niteliğinde bulunan, Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülemeyen bu sözleşme hükümlerinin mahkememizde görülen davada uygulanması gerekir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru sonucu baktığı 2013/2187 başvuru numaralı davada 19.12.20013 tarihinde oybirliğiyle evli kadının önceki kendi adını kullanmasının engellenmesi sonucunu doğuran kararla Anayasanın 17. maddesiyle güvence altına alınan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Anayasa Mahkemesi'nin 10.3.2011 tarih 2009/85-2011/49 Sayılı kararı yönünden bir değerlendirme yapacak olursak hemen söylemek gerekir ki, Anayasa Mahkemesi'nin TMK'nun 187. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına dair bu kararı bir tespit kararıdır. Zaten Anayasa'nın 90/son maddesindeki düzenleme de iç hukuk kurallarıyla milletlerarası anlaşma hükümlerinin çatışması halinde Anayasa'ya aykırı olsa dahi milletlerarası anlaşma hükümlerinin uygulanması gerektiğine dairdir. Dolayısıyla eylemli olarak Anayasa Mahkemesinin, TMK'nun 187. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığının bağlayıcılığı ilkesi sadece bu yasa hükmüne hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyici şekilde aykırı davranılması halinde söz konusu olabilecektir.

Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi'nin iki kararı arasında bir çelişkinin varlığından söz edilemez. Hatta uyumlu, bir birini tamamlayan iki karar olduğu söylenebilir.

Netice itibariyle davacının mesleki ve sosyal yaşam ortamı bakımından tanınabilirliği sebebiyle evlendikten sonra da önceki soyadını kullanmakta hukuki yararı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tanıdığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, bunlara bağlı protokol ve tavsiye kararları hükümleri ile de davacının evlendikten sonra önceki soyadını kullanma hakkının korunması nedeniyle" davanın kabulüyle evli davacının bekarlık soyadını kullanmasına karar verilmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Davanın kabulüyle ... ili, Merkez ilçesi, 15 Mayıs Mah/köyü, C: ..., H: ...'te nüfusa kayıtlı A. ve H.'den olma, 13.1.19... doğumlu, ... ... T. C. kimlik numaralı davacı A. Ç. C.'in evlenmekle edindiği "C..." soyadının iptaliyle davacının sadece kendi kızlık soyadı olan "Ç..." soyadını kullanmasına,

Alınması gerekli 4,05 TL harcın davacıdan tahsiliyle hazineye irat kaydına.

Davalı Nüfus İdaresinin ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yasal hasım olması, davalı eşin ise davanın açılmasına sebebiyet vermemesi sebebiyle davacı tarafından yapılan masrafların üzerinde bırakılmasına,

Davacı vekili lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,

Davacı tarafından yatırılan gider avansından kullanılan ve karar tebliğ giderlerinden geriye kalan avansın karar kesinleştiğinde ve istenmesi halinde davacıya iadesine,

Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalının yokluğunda HUMK.nun 432 maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde temyiz için Yargıtay'a başvurma yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 10.6.2014

Kazancı
Old 13-06-2017, 19:22   #83
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

SECOND SECTION



CASE OF YAVUZ NAL AND OTHERS v. TURKEY

(Applications nos. 11736/09, 592/11, 47028/11 and 49731/11)



JUDGMENT


STRASBOURG

13 June 2017


This judgment is final but it may be subject to editorial revision.


In the case of Yavuz Nal and others v. Turkey,
The European Court of Human Rights (Second Section), sitting as a Committee composed of:
Ledi Bianku, President,
Paul Lemmens,
Jon Fridrik Kjølbro, judges,
and Hasan Bakırcı, Deputy Section Registrar,
Having deliberated in private on 16 May 2017,
Delivers the following judgment, which was adopted on that date:
PROCEDURE

1. The case originated in four applications (nos. 11736/09, 592/11, 47028/11 and 49731/11) against the Republic of Turkey lodged with the Court under Article 34 of the Convention for the Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms (“the Convention”) by four Turkish nationals, whose details are set out in the appendix.
2. The Turkish Government (“the Government”) were represented by their Agent.
3. The applications were communicated to the Government.
THE FACTS

I. THE CIRCUMSTANCES OF THE CASE

4. Following their respective marriages, the applicants had to take their husbands’ surnames pursuant to the Civil Code. On various dates, they initiated proceedings before the first instance courts seeking permission to use only their maiden names. Their requests were rejected on the ground that according to Article 187 of the Civil Code, married women had to bear their husbands’ name throughout their marriage and were not permitted to use their maiden name alone. The details of the applications appear in the attached table.
II. RELEVANT DOMESTIC LAW AND PRACTICE

Article 17 of the Constitution

“Everyone has the right to life and to protect and develop his/her physical and spiritual existence.”

Article 187 of the Civil Code

“Married women shall bear their husband’s name. However, they can make a written declaration to the Registrar of Births, Marriages and Deaths on signing the marriage deed or at the Registry of Births, Marriages and Deaths after the marriage, if they wish to keep their maiden name in front of their surname ...”

5. Following the enactment of Article 187 of the Civil Code, three Family Courts raised an objection with the Constitutional Court, arguing that the provision was unconstitutional. In a decision of 10 March 2011 (E. 2009/85, K. 2011/49), the Constitutional Court dismissed the objection.
6. On 19 December 2013, 6 March 2014 and 16 April 2015 respectively; the Constitutional Court delivered three decisions on three individual applications which concerned the inability of the applicants to bear solely their maiden name following their marriage (Applications nos. 2013/2187, 2013/4439 and 2014/5836). Referring to the Court’s judgments in the cases of Ünal Tekeli v. Turkey (no. 29865/96, ECHR 2004‑X (extracts)), Leventoğlu Abdulkadiroğlu v. Turkey (no. 7971/07, 28 May 2013), Tuncer Güneş v. Turkey (no. 26268/08, 3 September 2013) and Tanbay Tüten v. Turkey (no. 38249/09, 10 December 2013), the Constitutional Court held that Article 187 of the Civil Code was in contradiction with the Convention. Recalling that pursuant to Article 90 of the Constitution, international treaties that were duly in force were legally binding and that in case of a conflict between the domestic law and the Convention and its Protocols, the latter should take precedence over domestic law, the Constitutional Court held that the fact that a married woman could not solely bear her maiden name constituted a breach of Article 17 of the Constitution.
7. Based on the decisions of the Constitutional Court, on 30 October 2015 the Joint Civil Chambers of the Court of Cassation revised its case-law and concluded that a married woman could solely bear her maiden name.
8. Article 187 of the Civil Code still remains in force.
THE LAW

I. JOINDER OF THE APPLICATIONS

9. Having regard to the similar subject matter of the applications, the Court finds it appropriate to examine them jointly in a single judgment.
II. ALLEGED VIOLATION OF ARTICLES 8 AND 14 OF THE CONVENTION

10. The applicants complained that the national authorities’ refusal to allow them to bear only their maiden name after their respective marriages amounted to a breach of Articles 8 and 14 of the Convention. They further maintained that the fact that Turkish law allowed married men to bear their own surnames after marriage and not married women constituted discrimination on grounds of sex and was incompatible with Article 14 of the Convention.
11. The Government contested that argument.
A. Admissibility

12. The Government asked the Court to reject the applications for non-exhaustion of domestic remedies. In this connection, they stated that there had been a change in the case-law of the Court of Cassation and consequently the applicants had now the possibility of lodging fresh applications before the domestic courts which would enable them to use solely their maiden name by court decisions.
13. The Court reiterates that the question of whether domestic remedies have been exhausted is normally determined by reference to the date when the application was lodged with the Court. The rule is subject to exceptions which may be justified by compelling reasons deriving from the specific circumstances and the context in which the remedy becomes available to the applicant (see Baumann v. France, no. 33592/96, § 47, ECHR 2001‑V (extracts)). In the present case, the Court does not find any reasons justifying such an exception. In this connection, it notes that the change in the case-law of the Court of Cassation was in October 2015, whereas the present applications were lodged with the Court between 2009 and 2011. While the change in the case-law of the Court of Cassation could provide an effective remedy for new applications, in the present cases, the applicants, who had lodged their applications prior to the aforementioned change, could not be expected to make fresh applications in domestic law before lodging their applications with the Court. The Court therefore rejects the Government’s preliminary objection in this regard.
14. The Court notes that the applications are not manifestly ill-founded within the meaning of Article 35 § 3 (a) of the Convention. It further notes that it is not inadmissible on any other grounds. It must therefore be declared admissible.
B. Merits

15. The applicants complained that the authorities had refused to allow them to bear only their own surname after their respective marriages, whereas Turkish law allowed married men to bear their own surname. They submitted that this resulted in discrimination on grounds of sex and was incompatible with Article 14 taken together with Article 8 of the Convention.
16. The Government did not submit any observations on the merits.
17. The Court notes that in the case of Ünal Tekeli v. Turkey (no. 29865/96, ECHR 2004‑X (extracts), which raised issues similar to those in the present case, it observed that this difference in treatment on grounds of sex between persons in an analogous situation was in breach of Article 14 taken in conjunction with Article 8 (ibid., §§ 55-69).
18. Having examined all the material submitted to it, the Court considers that the Government have not put forward any fact or argument capable of persuading it to reach a different conclusion in the present cases. Having regard to its case-law on the subject, the Court considers that there has been a violation of Article 14 of the Convention in conjunction with Article 8.
19. Having regard to that conclusion, the Court does not consider it necessary to determine whether there has also been a breach of Article 8 taken alone.
III. APPLICATION OF ARTICLE 41 OF THE CONVENTION

A. Damage

20. The first three applicants, namely, Ms Yavuz Nal, Ms Kaplantaş Karakoç and Ms Yazgan Occhetta claimed 10,000 euros (EUR), EUR 500,000 and EUR 5,000 in respect of non-pecuniary damage. The fourth applicant, Ms Aydın did not submit any just satisfaction claim.
21. The Government contested the claims.
22. In the circumstances of the present cases, the Court considers that the finding of a violation of Article 14 of the Convention, in conjunction with Article 8, constitutes in itself sufficient just satisfaction for any non-pecuniary damage sustained by the applicants (see Ünal Tekeli, cited above, § 73).
B. Costs and expenses

23. The first three applicants, namely, Ms Yavuz Nal, Ms Kaplantaş Karakoç and Ms Yazgan Occhetta claimed EUR 2,000, EUR 4,933 and 12,706.61 pounds sterling (GBP) in respect of costs and expenses. The fourth applicant, Ms Aydın did not submit any claim for costs and expenses.
24. The Government contested the claims.
25. Regard being had to the documents in its possession and to its case-law, the Court considers it reasonable to award the sum of EUR 1,000 covering costs under all heads to each of the first three applicants. Regarding application no. 49731/11, the Court considers that there is no call to award her any sum on that account.
C. Default interest

26. The Court considers it appropriate that the default interest rate should be based on the marginal lending rate of the European Central Bank, to which should be added three percentage points.
FOR THESE REASONS, THE COURT, UNANIMOUSLY,

1. Decides to join the applications;

2. Declares the applications admissible;

3. Holds that there has been a violation of Article 14 of the Convention in conjunction with Article 8;

4. Holds that it is unnecessary to consider the application under Article 8 of the Convention taken alone;

5. Holds the finding of a violation constitutes in itself sufficient just satisfaction for the non-pecuniary damage sustained by the applicants;

6. Holds
(a) that the respondent State is to pay each of the first three applicants, within three months from the date on which the judgment becomes final in accordance with Article 44 § 2 of the Convention, EUR 1,000 (one thousand euros), plus any tax that may be chargeable to the applicants, in respect of costs and expenses, to be converted into the currency of the respondent State at the rate applicable at the date of settlement;
(b) that from the expiry of the above-mentioned three months until settlement simple interest shall be payable on the above amount at a rate equal to the marginal lending rate of the European Central Bank during the default period plus three percentage points;

7. Dismisses the remainder of the applicants’ claim for just satisfaction.
Done in English, and notified in writing on 13 June 2017, pursuant to Rule 77 §§ 2 and 3 of the Rules of Court.
Hasan BakırcıLedi Bianku
Deputy RegistrarPresident
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Boşanmış Kadının Soyadı Yargıtay Kararları Av.Habibe YILMAZ KAYAR Aile Hukuku Çalışma Grubu 9 16-05-2013 13:55
Soyadı Değişikliği, Yeni Soyadı Seçimi Av.Nebi Meslektaşların Soruları 16 12-02-2013 22:54
Eşi ölen kadının soyadı?? Av.Habibe YILMAZ KAYAR Meslektaşların Soruları 10 20-08-2008 22:39
Sanığın soyadı ile yakının soyadı aynı değilse duruşmaya(adliyeye alınmama) Av.Barış Hukuk Sohbetleri 4 30-01-2008 20:15
Annenin Soyadı Değişikliği durumunda Velayet altında çocuğun soyadı Av.Ufuk Meslektaşların Soruları 7 12-01-2007 13:39


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07625699 saniyede 15 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.