Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Mal Rejimi / Katkı Payı-Katılım Alacağı/Değer Artış Payı/Yargıtay Kararları

Yanıt
Old 17-05-2013, 17:35   #61
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/8-268
K. 2012/420
T. 27.6.2012

• ALACAK DAVASI ( Mal Rejiminden Kaynaklanan - Boşanma Davasının Olumsuz Sonuçlanması Durumunda Davanın Görülebilirlik Koşulu Gerçekleşmediğinden Reddine Karar Verilmesi Olumlu Sonuçlanması Halinde ise Hükmün Kesinleşmesinin Beklenilmesi Gerektiği )

• MAL REJİMİ ( Alacak Davası - Davaların En Az Giderle ve Mümkün Olan Süratle Sonuçlandırılması Yargının Görevi Olduğundan Taraflar Arasındaki Derdest Boşanma Davasına İlişkin Dava Sonucunun Beklenmesi Gerektiği )

• KATKI PAYI ALACAĞI ( İstenebilmesi İçin Eşler Arasında Geçerli Bulunan Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminin Sona Ermesi Gerektiği - Mal Rejiminden Kaynaklanan Alacak Davası )

• GÖRÜLEBİLİRLİK KOŞULU ( Mal Rejiminden Kaynaklanan Alacak Davası - Boşanma Davasının Olumsuz Sonuçlanması Durumunda Davanın Görülebilirlik Koşulu Gerçekleşmediğinden Reddine Karar Verilmesi Olumlu Sonuçlanması Halinde ise Hükmün Kesinleşmesinin Beklenilmesi Gerektiği )

• BEKLETİCİ MESELE ( Mal Rejiminden Kaynaklanan Alacak Davası - Davaların En Az Giderle ve Mümkün Olan Süratle Sonuçlandırılması Yargının Görevi Olduğundan Taraflar Arasındaki Derdest Boşanma Davasına İlişkin Dava Sonucunun Beklenmesi Gerektiği )

4721/m.225,218,241
1086/m.77

ÖZET : Dava, mal rejiminden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir. Katkı payı alacağının istenebilmesi için eşler arasında geçerli bulunan edinilmiş mallara katılma rejiminin sona ermesi gerekmektedir. Tarafların evliliği hukuken devam ettiğine göre, mal rejimi sona ermemiş ve davanın görülebilirlik koşulu gerçekleşmemiştir. Ancak, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Bu bakımdan mahkemece yapılacak iş; taraflar arasındaki derdest boşanma davasına ilişkin dava sonucunun beklenmesi, boşanma davasının olumsuz sonuçlanması durumunda davanın görülebilirlik koşulu gerçekleşmediğinden şimdiki gibi davanın reddine karar verilmesi, boşanma davasının olumlu sonuçlanması halinde ise, hükmün kesinleşmesinin beklenilmesi ve tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde delilleri toplandıktan sonra elde edilecek sonuca göre bir karar verilmelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki “Katkı Payı Alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 1.Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 4.12.2009 gün ve 2009/645 E., 2009/823 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 6.12.2010 gün ve 2010/3289 E., 2010/5847 sayılı ilamı ile,

( ... Davacı vekili, dava dilekçesinde tarafların 1988 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edinilen 808 ada 562 parselde kayıtlı 32 nolu daire, 34 BM ... ve 34 DR ... plakalı araçlar, adresi açıklanan taraflara ait işyerlerinde bulunan tüm menkul mallar ile müşterek hesaplarında bulunan paralara katkısı sebebiyle fazla hakları saklı kalmak üzere 140.000,00 TL.nin faiziyle birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, henüz boşanmanın gerçekleşmediğinden tasfiyenin sözkonusu olamayacağını, dava şartının bulunmadığını bu nedenle davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, TMK.nun 225 maddesine göre mal rejiminin tasfiyesinin istenebilmesi için boşanma hükmünün kesinleşmesinin gerektiği, bu şartın gerçekleşmediğinden talep hakkının doğmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, mal rejiminden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir. Eldeki dava, 4721 sayılı TMK.nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden sonra 10.9.2009 tarihinde açılmıştır. Taraflar arasındaki boşanmaya ilişkin dava dosyası Bakırköy 1. Aile Mahkemesinin 2009/429 Esasında derdest bulunmaktadır. Katkı payı alacağının istenebilmesi için eşler arasında geçerli bulunan edinilmiş mallara katılma rejiminin ( TMK. 218-241.md ) sona ermesi gerekmektedir. ( TMK.nun 225.maddesi ). Tarafların evliliği hukuken devam ettiğine göre, mal rejimi sona ermemiş ve davanın görülebilirlik koşulu gerçekleşmemiştir. Ancak, TC Anayasasının 141. maddesinin son fıkrası ve HUMK.nun 77.maddesi hükümlerine göre; davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Bu bakımdan mahkemece yapılacak iş; taraflar arasındaki derdest boşanma davasına ilişkin dava sonucunun beklenmesi, dava dosyasının bekletici mesele yapılması, boşanma davasının olumsuz sonuçlanması durumunda davanın görülebilirlik koşulu gerçekleşmediğinden şimdiki gibi davanın reddine karar verilmesi, boşanma davasının olumlu sonuçlanması halinde ise, hükmün kesinleşmesinin beklenilmesi ve tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde delilleri toplandıktan sonra elde edilecek sonuca göre bir karar verilmelidir. Mahkemece yukarıda açıklanan hususlar nazara alınmadan yazılı nedenlerle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, hükmün tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.06.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

Kazancı
Old 17-05-2013, 17:54   #62
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/11954
K. 2012/12987
T. 20.12.2012

• KATILMA PAYI ALACAĞI DAVASI ( Dava Değeri Üzerinden Harç İkmalinin Sağlanması Ondan Sonra İşin Esasına Girilmesi Gerektiği - Mahkemece Resen Yerine Getirilmesi Gereken Bir Hususun Sorumluluğunun Davacı Tarafa Yüklenilmesinin Yanlış Olduğu )

• DAVA DİLEKÇESİNE YAZILAN DEĞER ( Yargılama Esnasında Tespiti Yapılan Tüm Taşınmazları Kapsayan Değerin Esas Alınması Gerektiği - Katılma Payı Alacağı Davası )

• HARÇ İKMALİ ( Sağlanması Ondan Sonra İşin Esasına Girilmesi Gerektiği - Katılma Payı Alacağı Davası )

• HÜKME ESAS ALINAN DEĞER ( Katılma Payı Alacağı Davası - Dava Dilekçesinde Beyan Edilen Değer Değil Yargılama Esnasında Tespiti Yapılan Tüm Taşınmazları Kapsayan Değerin Esas Alınması Gerektiği )

6100/m.120,492
1086/m.413
492/m.16,32

ÖZET : Dava, taşınmazlar üzerindeki katılma alacağına ilişkindir. Evlilik birliği içinde alınarak davalının üzerine tapu tescilleri yapılan taşınmazların tamamının katkı payından doğan mal rejimi gereği paylaştırılması için açılan davada; dava dilekçesinde beyan edilen değer değil yargılama esnasında tespiti yapılan tüm taşınmazları kapsayan değer esas alınarak hüküm kurulmalıdır. Dava değeri üzerinden harç ikmalinin sağlanması, ondan sonra işin esasına girilmesi gerekirken, belirtilen hususlar göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi mahkemece resen yerine getirilmesi gereken bir hususun sorumluluğunun davacı tarafa yüklenilmesi de hakkaniyete uygun olmaz. Kaldı ki; hükümle birlikte keşif sırasında belirlenen değer üzerinden Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken harçlara hükmedilmiştir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, evlilik birliği içinde alınarak davalı adına tapuya tescil edilen ve dava dilekçesinde ada ve parsel numaraları yazılı taşınmazlar üzerinde davacının katılma alacağı olduğunu açıklayarak, taşınmazların hisseli olarak, olmazsa satılarak taksim edilmesini, satılan taşınmaz bulunduğu takdirde bugünkü bedeli üzerinden davacının payının tazminat olarak davalıdan yasal faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiş, dava dilekçesinde gösterilen 10.000 TL.üzerinden harcını yatırmıştır. Davalı vekili, yersiz açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak davanın kısmen kabulü ile 203.563 TL katılma alacağının kararın kesinleşme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, Dairece; davalı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, ancak dava dilekçesinde harca esas değerin 10.000 TL. olduğu gösterilerek harcın bu miktar üzerinden yatırıldığı, yargılama sırasında dava konusu taşınmazların tamamının yasal mal rejimi gereği paylaştırılmasını istemiş ve davacının katılma alacağı 203.563 TL olarak tespit edilmiş ise de, davacı tarafça dava dilekçesindeki değerin artırılmadığı, ıslah talebinde bulunulmadığı gibi bu değerlere göre herhangi bir harç da yatırılmadığından taleple bağlılık ilkesi göz ardı edilerek davacının harcı yatırılan isteğinin 10.000 TL.olması sebebiyle bu miktar üzerinden kabule karar verilmesi ve davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulması gerekirken yazılı şekilde talepten fazlasına karar verilmiş olmasının doğru olmadığına işaret edilerek bozma sevk edilmiş, davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde ada ve parsel numaraları yazılı taşınmazlar üzerinde vekil edeninin katılma alacağı olduğunu açıklayarak, taşınmazların hisseli olarak, olmazsa satılarak taksim edilmesini, satılan taşınmaz bulunduğu takdirde bugünkü bedeli üzerinden müvekkilinin payının tazminat olarak davalıdan yasal faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiş olup, talep mal rejiminin tasfiyesine yöneliktir. O halde; davacı vekilinin dava dilekçesinin sonuç bölümünün “e” bendi kapsamına göre katılma alacağının tamamını istemiş olduğunun kabulü gerekir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davanın 10.000 TL.değer gösterilerek açıldığı ve bu değer üzerinden hükme bağlandığı anlaşılmaktadır. Ancak, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporu uyarınca dava konusu taşınmazların dava tarihindeki değerlerinin ve dolayısıyla dava değerinin bu miktarın fazlaca üzerinde olduğu, buna rağmen mahkemece, eksik harç ikmal edilmeden neticeye gidildiği görülmektedir.

Hemen belirtilmelidir ki talep, dava konusu taşınmazlar üzerindeki katılma alacağına ilişkin olup dava konusu hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu açıktır. Bu tür davada, 6100 sayılı HMK’un 120.maddesi ( HUMK’un 413 ) ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 16.maddesi uyarınca dava değeri üzerinden Harçlar Kanununun 26,27,28,30 ve 32.maddelerinin öngördüğü şekilde işlemlerin yerine getirileceği ve gerekli olan harcın alınacağı tartışmasızdır.

Öte yandan, Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden ( resen ) gözetilmesini hükme bağlamıştır. 492 sayılı Kanunun 32.maddesinde ise, yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe, müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmış, 30.madde hükmünde de; “…. Muhakeme sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur; takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz” düzenlemesine yer verilmiştir.

Hal böyle olunca, dava değeri üzerinden yukarıda değinilen ilkeler ve düzenlemeler uyarınca harç ikmalinin sağlanması, ondan sonra işin esasına girilmesi gerekirken, belirtilen hususlar göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi mahkemece resen yerine getirilmesi gereken bir hususun sorumluluğunun davacı tarafa yüklenilmesi de hakkaniyete uygun olmaz. Kaldı ki; hükümle birlikte keşif sırasında belirlenen değer üzerinden Harçlar Kanunu uyarınca alınması gereken harçlara hükmedilmiştir.

Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına, davanın niteliği gereği usul ve yasaya uygun denetime elverişli bilirkişi raporları dikkate alındığına, toplanan deliller ve alınan beyanlar karşısında davalının gerek şirket adına alındığı, gerek alınan taşınmazlarda tamir ve tadilat yapıldığına ilişkin savunmasını ispat edemediği, dava konusu 410 ada 13 parseldeki 2 numaralı meskenin satılarak diğer dava konusu 381 ada 1 parseldeki 7 numaralı meskenin alınması karşısında her iki taşınmazın da tasfiyeye girme imkanı olmadığına, davacı tarafça yargılama sırasında dava konusu taşınmazların tamamının yasal mal rejimi gereği paylaştırılmasını istenildiğine, mahallinde yapılan keşifler sonunda belirlenen değerler ve 20.10.2011 tarihli bilirkişi raporunda tasfiyeye girmesi gereken üç taşınmazın toplamı üzerinden davacının katılma alacağı usulüne uygun olarak belirlendiğine göre mahkemece yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin karar düzeltme isteği bu bakımdan yerinde bulunduğundan kabulüyle Dairenin maddi yanılgıya dayalı 10.07.2012 tarihve 2012/5096-6950 esas ve karar sayılı bozma ilamının KALDIRILMASINA, yerel mahkeme hükmünün açıklanan nedenlerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 43.90 TL.ret harcının onama harcına mahsubu ile kalan 12.047.74 TL.nin temyiz eden davacıdan alınmasına, 20.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 17-05-2013, 17:59   #63
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/9630
K. 2012/12553
T. 18.12.2012

• BOŞANAN EŞİN KATKI PAYI ALACAĞI DAVASI ( 01.01.2002 Tarihinden Önce Gerçekleşen Taşınmaz Tapu Tescili Nedeniyle Taraflar Arasında Mal Ayrılığı Rejimin Uygulanacağı - İspat Yükünün Davalı Üzerinde Olduğunun Gözetilmesi Gerektiği )

• MAL AYRILIĞI REJİMİ ( Taşınmaz Devrinin 1993 Yılında Olduğu - Kocanın İşyeri Sahibi ve Gelir Elde Eden Biri Olması Nedeniyle Taşınmaza Maddi Bir Değer Koyduğunun Kabulü/Bunun Aksini İddia Eden Davalının İspat Yükü Altında Olacağı )

• İSPAT YÜKÜNÜN DAVACI ÜZERİNDE OLMASI ( Davacının İşyeri Sahibi ve Gelir Elde Eden Biri Olduğu - Mal Ayrılığı Rejiminin Uygulandığı Dönemde Dava Konusu Taşınmaza Katkısının Bulunduğunun Kabulü/İspat Yükünün Davalı Üzerinde Olduğu/İspat )

• DAVACININ İŞYERİ SAHİBİ VE GELİR ELDE EDİYOR OLMASI ( Dava Konusu Taşınmaza Katkısının Bulunduğunun Kabulü - Aksini İddia Eden Davalının İspat Yükümü Altın Olduğu/Mahkemece İspat Yükünün Davalı Üzerinde Olduğunun Gözetilmesi Gerektiği )

• DAVALININ DOSYAYA SUNDUĞU TAPU KAYDI ( Babasına Ait Taşınmaz Hakkındaki Tapu Kaydının Dosya İçerisinde Bulunduğu Halde Bu Hususta Mahkemece Bir Değerlendirme Yapılmadığı - Davalının Savunması Üzerinde Durulmaksızın Hatalı Karar Verildiği )

743/m. 152,170
4721/m. 202,225/2.

ÖZET : Dava, katkı payı alacağına ilişkindir.Dava konusu taşınmazlar 15.04.1993 tarihinde taraflar arasında mal ayrılığı rejimini geçerli olduğu dönemde satın alınarak davalı adına tapuya tescil edilmişlerdir.Davacının bu taşınmazlar yönünden talebinin katkı payı alacağı olduğu hususunda tereddüt yoktur.743 sayılı TKM.nin yürürlükte olduğu; 01.01.2002 tarihinden önce eşler arasında yasal mal ayrılığının geçerli olduğu dönemde, karı ve kocanın diğerinden katkı payı karşılığında bir tazminat isteyebilmesi için mutlaka parasal veya para ile ölçülebilen maddi bir değer koymak suretiyle katkısının bulunması gerekir.Eşlerden birinin edindiği mala diğer eşin doğrudan maddi bir katkısı yoksa, bu talep kabul edilemez. Kural olarak, davacının işyeri sahibi olduğu ve gelir elde ettiği belirlendiğine göre mal ayrılığı döneminde edinilen taşınmazların alımına katkısının bulunduğunun kabulü gerekir. Bu durumun aksinin yani davacının geliri ile katkıda bulunmadığı ve gelirlerini farklı yerlerde değerlendirildiğinin veya alımın tümü ile kendi kişisel geliri veya malı ile edinildiğinin ispatı davalıya düşmektedir.Davacı çalışarak gelir elde ettiği anlaşıldığına göre kural olarak davacının katkısı bulunduğunun ve ispat yükünün yer değiştirerek davalıya geçtiğinin kabul edilmesi gerekir.Davacı tarafa verilen yetki ile Sultanahmet’te davalının babasına ait taşınmaza ait tapu kaydı çıkarttırılarak dosya arasına konmuş ise de bu hususta mahkemece bir değerlendirme yapılmamış, davalının savunması üzerinde durulmadan hatalı şekilde ispat yükünün davacıda olduğundan hareketle yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.Mahkemece ispat yükü davalıya düştüğü gözden kaçırılarak davacının iddiasını ispat edemediği gerekçesi ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

DAVA : İ Y. ile F Y. aralarındaki katkı payı alacağı davasının reddine dair Kadıköy 1. Aile Mahkemesinden verilen 21.03.2012 gün ve 851/250 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 18.12.2012 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacı vekili ve karşı taraftan davalı vekili geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek dosya incelendi gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı İvekili, dava dilekçesinde yazılı diğer taşınmazlar yanında, Bodrum Müsgebi köyü 206 ve 207 parsellerin 15.04.1993 de davacı tarafından alındığını ve bedellerinin ödendiğini, sırf davalının aldatıcı ve ikna edici çabası karşısında davalı üzerine tapuya tescil edildiklerini açıklayarak davalı adına tapuda kayıtlı taşınmazların bedellerinin şimdilik 5.000 TL'sinin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş.

Davalı F vekili, davalının babası M T.’ya ait Sultanahmet’te bulunan 4 katlı binanın 1993 yılında satılarak davalının payına düşen miktara, davalının kendi birikimlerinin de eklenerek meydana gelen toplam 199 milyon liranın davalının kardeşi MT. tarafından Halkbankası Cağaloğlu şubesinden İ Y.’a 12.04.1993 tarihinde havale edildiğini, bu parayla dilekçede belirtilen Bodrum’daki arsaların alındığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemenin ilk kararında davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Dairenin 22.12.2009 tarih 2009/2852 Esas 2009/6343 Karar sayılı ilamı ile 442 ada 68 parselde 20 numaralı daire bakımından davalının bu taşınmazı sahibi olduğu önceki taşınmazların satışından gelen gelirle edindiği ve davacının katkısının kanıtlanamadığı gerekçesi ile onanmasına karar verilirken, diğer dava konusu 206 ve 207 parsellerle ilgili olumlu olumsuz bir karar verilmediği açıklanarak bozma sevk edilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda dava konusu 206 ve 207 parsellerle ilgili 08.02.2012 tarihli ek bilirkişi raporunda davacı tarafın arsa alımı için Pamukbank havalesi ile 1992 yılında davalının erkek kardeşi Muzaffer T.’ya villa alımı konusunda kullanmak üzere para gönderildiği iddia edilmiş ise de, tapuda villa alımı konusunda kullanılan vekaletname talep edildiğinde davacı adına değil, davalının kardeşlerine gönderildiği ve davacı ile bir ilgisinin bulunmadığının, senetlerin bu taşınmazın alımında kullanıldığına dair belge de olmadığının ifade edildiği açıklanarak, dava konusu 206 ve 207 parsel sayılı arsa niteliğindeki taşınmazların alımına banka havalesi ile para çıkardığı iddia edilen davacının bu iddiası konusunda iddiayı kanıtlar ve bağlantı ortaya koyar belge ve kayıtlar elde edilmediğinden yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflar 11.01.1989 tarihinde evlenmiş, 06.06.2003 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 06.05.2005 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasında başka mal rejimi seçilmediğinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı ( 743 sayılı TKM.nin 170. m. ), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ( 4721 sayılı TMK’nun 225/2. m. ) yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( 4721 sayılı TMK.nun 202.m ).

Dava konusu Bodrum Müsgebi köyünde tarla niteliğindeki 206 ve 207 parseller 15.04.1993 tarihinde taraflar arasında mal ayrılığı rejimini geçerli olduğu dönemde satın alınarak davalı adına tapuya tescil edilmişlerdir. Davacının bu taşınmazlar yönünden talebinin katkı payı alacağı olduğu hususunda tereddüt yoktur.

Mahkemece, katkının ispat yükümlülüğünün davacı tarafa düştüğü, davacının da az yukarıda yazılı olduğu üzere iddiasında belirttiği havale ve para transferini ispat edemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Gerçekten de, TMK.nun 6 ve 222. maddeleri gereğince herkes iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Toplanan delillere göre edinme tarihine kadar olan dönemde davalı ev hanımı iken eşinin işyerinde işçi sıfatıyla çalışarak SSK’dan emekli olduğu, davacının ise, kendine ait işyeri bulunduğu ve çalışarak gelir elde ettiği anlaşılmaktadır. Taşınmazların edinme tarihi itibarıyla taraflar arasında mal ayrılığı rejimi geçerli olup, bu halde taraflar arasındaki bu uyuşmazlığın Borçlar Kanununun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekmektedir. 743 sayılı TKM.nin yürürlükte olduğu; 01.01.2002 tarihinden önce eşler arasında yasal mal ayrılığının geçerli olduğu dönemde, karı ve kocanın diğerinden katkı payı karşılığında bir tazminat isteyebilmesi için mutlaka parasal veya para ile ölçülebilen maddi bir değer koymak suretiyle katkısının bulunması gerekir.

Eşlerden birinin edindiği mala diğer eşin doğrudan maddi bir katkısı yoksa, bu talep kabul edilemez. Kural olarak, davacının gelir elde ettiği belirlendiğine göre mal ayrılığı döneminde edinilen taşınmazların alımına katkısının bulunduğunun kabulü gerekir. Bu durumun aksinin yani davacının geliri ile katkıda bulunmadığı ve gelirlerini farklı yerlerde değerlendirildiğinin veya alımın tümü ile kendi kişisel geliri veya malı ile edinildiğinin ispatı davalıya düşmektedir. Yani ispat yükü yer değiştirmekte ve davalıya geçmektedir.

Temyize konu olayda, davacının da çalışarak gelir elde ettiği anlaşıldığına göre kural olarak davacının katkısının kabul edilmesi gerekir. Ancak ispat yükü kendine düşen davalının savunmasında belirttiği Sultanahmet’te babasına ait taşınmazın satışından elde edilen gelirle alındığını, ziynetler veya kişisel birikimleri ile katkısını ispat etmesi gerekir. Davacı tarafa verilen yetki ile Sultanahmet’te davalının babasına ait taşınmaza ait tapu kaydı çıkarttırılarak dosya arasına konmuş ise de bu hususta mahkemece bir değerlendirme yapılmamış, davalının savunması üzerinde durulmadan hatalı şekilde ispat yükünün davacıda olduğundan hareketle yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.

Mahkemece, bu durumda yapılması gereken iş; ispat yükü kendine düşen davalı tarafa savunmasını ispat için süre ve imkan vermek, ispat edemediği takdirde her iki tarafın da gelir elde ettiğinden hareketle tarafların alım tarihine kadar elde ettikleri tüm gelirlere ilişkin belgeleri getirtip dosyaya eklemek, eşlerin sosyal statüleri ve mesleki kariyerleri gözetilerek her eşin olağan koşullarda yapabilecekleri giderlerinin saptanarak davacı kocanın 743 sayılı TKM.nin 152. maddesi uyarınca evi geçindirme yükümlülüğü de gözönünde tutularak yaptığı giderlerin de kişisel giderlerine eklemek, her eşin toplam giderlerinin, kişisel gelirlerinden ayrı ayrı düşülerek her eşin yapabileceği tasarruf miktarını bulmak, bu miktarlar birbirine oranlanarak bulunacak katkı payı oranı ile taşınmazların bilirkişi raporuyla belirlenen dava tarihindeki piyasa rayiç ( sürüm ) değerleri ile çarpmak, bu şekilde katkı payı alacağını tespit etmek olmalıdır. Hüküm kurulurken net belirlemenin yapılamadığı durumlarda hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkelerinin gözetilmesi, dava açılırken üç parça taşınmazla ilgili ayrı ayrı talep edilen değer bildirilmemiş olması sebebiyle de talebe konu 5.000 TL’nin eşit miktarda üç parça taşınmaza ait olduğunun düşünülmesi ve tarafların kazanılmış haklarının dikkate alınması gerektiği açıktır. Açıklandığı üzere mahkemece ispat yükü davalıya düştüğü gözden kaçırılarak davacının iddiasını ispat edemediği gerekçesi ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve yasaya uygun bulunmayan hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK.nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK.nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 900 TL avukatlık ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davacıya verilmesine ve 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 18.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 29-05-2013, 10:59   #64
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2013/8-375
K. 2013/520
T. 17.4.2013

• KATILMA ALACAĞI ( Katılma Alacağının 10 Yıllık Zamanaşımı Süresine Tabi Olduğu - Boşanma Hükmünün Kesinleşme Tarihi de Gözetildiğinde Islah Tarihinde 10 Yıllık Zamanaşımı Süresinin Geçmediğinin Kabulü Gerektiği )

• ISLAH ZAMANAŞIMI ( Tarafların 2002 Yılından Önce Evlendiği/Taşınmazın 2002 Yılından Sonra Edinildiği - Boşanma Hükmünün Kesinleşme Tarihi de Gözetildiğinde Islah Tarihinde Katılma Alacağında 10 Yıllık Zamanaşımı Süresinin Geçmediğinin Kabul Edileceği )

• ON YILLIK ZAMANAŞIMI ( Katılma Alacağının 1 Yıllık Değil 10 Yıllık Zamanaşımı Süresine Tabi Olduğu )

• BİR YILLIK ZAMANAŞIMI ( Katılma Alacağının 1 Yıllık Değil 10 Yıllık Zamanaşımı Süresine Tabi Olduğu )

• EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ ( Katılma Alacağının 10 Yıllık Zamanaşımı Süresine Tabi Olduğu - Boşanma Hükmünün Kesinleşme Tarihi de Gözetildiğinde Islah Tarihinde 10 Yıllık Zamanaşımı Süresinin Geçmediğinin Kabulü Gerektiği )

4721/m.178, 231
6098/m.146
818/m.125

ÖZET : Katkı payı ve katılma alacağı davasında; uyuşmazlık; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğünden sonra edinilen mallar konusunda, evlilik birliğinin boşanma ile sonuçlanması halinde, eşler arasında katılma alacağına ilişkin davalarda zamanaşımı süresinin bir yıl mı, yoksa on yıl mı olduğu; varılacak sonuca göre ıslah edilen kısmın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır. Tarafların 1990 yılında evlendikleri, uyuşmazlığın 01.01. 2002 tarihinden sonra edinilen taşınmaz yönünden katılma alacağına ilişkin bulunduğu, 12.12.2005 tarihinde açılan boşanma davasının kabulle sonuçlandığı ve boşanma hükmünün 13.10.2008 tarihinde kesinleşmiş bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, ıslah tarihi olan 11.10.2011 tarihi itibariyle Kanunda öngörülen on yıllık zamanaşımı süresinin geçmediği kabul edilmelidir.

Davacı-davalının katılma alacağına ilişkin ıslahın TMK m. 178 uyarınca bir ( 1 ) yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu yönündeki bozma kararına, yerel mahkemece "davanın on ( 10 ) yıllık dava zamanaşımı süresine tabi olduğu" şeklindeki gerekçe ile direnmesi, yerinde olup onanmalıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki "katkı payı ve katılma alacağı" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.11.2011 gün ve 2007/176 E.-2011/1000 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 08.05.2012 gün ve 2012/2056 E., 2012/3981 K. sayılı ilamı ile;

( ... Davacı-birleşen dosyada davalı E. Ayşe G. vekili, evlilik içinde alınan ve davalı S. adına tescil edilen Gelibolu ve Zekeriyaköy'de bulunan taşınmazlarla ilgili katkı payı ve katılma alacağı isteğinde bulunmuş, ayrıca vekil edenine ait antika yüzükle ilgili de talepleri olduğu bildirilmiş, birleşen dosyada vekil edeni aleyhine açılan davanın reddine karar verilmesini ve aksi halde belirlenecek miktarların karşılıklı takas ve mahsup edilmesini istemiş, 11.10.2011 tarihli harcını da yatırdığı dilekçesi ile taleplerini 111.300 TL katkı payı, 148.700 TL katılma alacağı olarak ıslah etmiştir.

Davalı S. Mert Ş. vekili, Zekeriyaköy'deki taşınmazda davacının katkısı olmadığını, Gelibolu'daki taşınmazın annesi tarafından bedelsiz verildiğini, yüzüğün varlığının ve vekil edeni tarafından alındığının ispat edilmesi gerektiğini açıklayarak davacının davasının reddine karar verilmesini savunmuş, birleşen dava dosyasında ise, evlilik içinde alınan ve E. adına tescil edilen iki adet araçla ilgili katkı payı ve katılma alacağı isteğinde bulunarak birleşen dosyanın davalısı E.'dan tahsilini istemiştir. Islah dilekçesine karşı cevabında ise katılma alacağı ile ilgili talebin zamanaşımına uğradığını açıklayarak reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, davacı E. Ayşe G. vekili tarafından açılan katkı payı alacağı davasının kabulü ile 111.300 TL katkı payı alacağının davalı-karşı davacı S. Mert Ş.'den tahsiline, hüküm altına alınan katkı payı alacağından 100.000 TL'ye dava tarihi, 1.300 TL'ye ise ıslah tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine, davacı E. Ayşe G. tarafından açılan denkleştirme katılım alacağı isteminin kısmen kabulü kısmen reddi ile 148.700 TL katılım alacağının karar tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı S. Mert Ş.'den tahsiline, fazlaya dair istemin reddine, davacı E. Ayşe G.'lın yüzük ile ilgili talebinin vazgeçme nedeni ile reddine, mahkememizin bu dosyası ile birleştirilen dava dosyasında davacı S. Mert Ş. lehine 10.000 TL katılım alacağının karar tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davacıdan alınıp davalı-karşı davacıya ödenmesine, davalı karşı davacının katkı payı davasının kısmen kabulü kısmen reddi ile 7.200 TL katkı payı alacağının davanın açıldığı 12.10.2009 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte E.'dan tahsiline, fazlaya dair istemin reddine, tarafların hüküm altına alınan alacakları ile doğacak yasal faizlerin karar kesinleştiğinde karşılıklı olarak takas ve mahsubuna karar verilmesi üzerine hüküm davalı-birleşen dosyanın davacısı S. Mert Ş. vekili ile katılma yolu ile davacı birleşen dosyanın, davalısı E. Ayşe G. vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkeme, davalı-karşı davacı vekilinin hükmün açıklanmasına ilişkin isteğini de hükümde açıklanması gereken bir husus veya maddi hata olmadığı gerekçesi ile reddetmiştir.

Taraflar 20.9.1990 tarihinde evlenmiş 12.12.2005 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 13.10.2008 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasında başka mal rejimi seçilmediğinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı ( 743 sayılı TKM.nin 170. m. ), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ( 4721 sayılı TMK.nun 225/2. m. ) yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( 4721 sayılı TMK.nun 202.m ).

Dava konusu mal varlığı değerlerinden Sarıyer Zekeriyaköy'deki 1431 parselde 7 nolu dubleks mesken kooperatif adına tapuda kayıtlı olup kooperatife S. Mert Ş. 22.5.2000 tarihinde ortak olarak girmiş ve kooperatif ortaklığını 26.7.2005 tarihinde A. G. G.'a devretmiştir. Diğer dava konusu Gelibolu Güneyli Köyündeki 2901 parsel ise erkeğin annesi A. Ş. adına tapuda kayıtlı iken 28.8.1996 tarihinde tapuda satış yolu ile S. Mert Ş.'e devredilmiştir. Birleşen dosyada dava konusu edilen 34 ... 3390 plakalı araç 29.9.1999, 34 ... 2248 plakalı araç ise 26.7.2004 tarihinde E. Ayşe G. adına trafikte tescil edilmiştir. Dava konusu mal varlıklarının edinme tarihleri itibariyle tarafların isteklerinin karşılıklı olarak katkı payı ve katılma alacağı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

Davacı E. vekili, vekil edeni aleyhine açılan boşanma davasına karşı harcını da yatırdığı 12.12.2005 tarihli karşı davasında "edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi ile vekil edenimizin kendi hissesi olan 100.000 TL'nin vekil edeninin banka hesabına geçirilmesini" istemiş, bu istek boşanma davasından tefrik edilerek ayrı esasa kaydedilmiştir. Bilahare mahkemenin isteği üzerine 11.10.2011 tarihli dilekçesi ile isteğini açıklamış ve aynı zamanda ıslah isteğinde de bulunmuş ve ıslah ettiği miktara ilişkin harcı da tamamlamıştır. Bu dilekçesinde açıkça davanın açılması sırasındaki isteklerini katkı payı alacağına özgülediklerini ve bu 100.000 TL katkı payı alacaklarının 111.300 TL'ye yükselttiklerini, bunun dışında 158.700 TL katılma alacağı talepleri olduğunu, aleyhlerine açılan dava sebebiyle varsa 10.000 TL katılma alacağının da takas edilmesini istediklerini açıklamış ve ıslah isteğinde bulunmuştur. Bu dilekçeye karşı 19.10.2011 tarihli dilekçesi ile S. vekili, ıslah edilen katılma alacağı ile ilgili 1 yıllık zamanaşımının geçtiğini açıklayarak zamanaşımı definde bulunmuştur. Öncelikle davacının ( E. Ayşe G. ) 12.12.2005 tarihinde açtığı davasında davanın niteliği tam anlaşılamamakta ise de 11.10.2011 tarihli dilekçesinde açıkça bu miktarı ( 100.000 TL'yi ) katkı payı alacağına özgülediklerini bildirdiğine göre mahkemenin taleple bağlı olması kuralı da gözetilerek davacının isteğinin mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteği olmakla birlikte 100.000 TL miktarındaki harcı yatırılan talebinin tamamının katkı payı alacağı olarak kabul edilmesi gerekir. Bunun dışında davacının ıslah dilekçesinde ayrıntılarını açıkladığı katılma alacağı isteği de bulunmaktadır. Diğer yandan birleşen dosyadaki S.'ın talebinin 34 ... 3390 plakalı araç bakımından katkı payı, 34 ... 2248 plakalı araç yönünden ise katılma alacağı olduğu hususunda tereddüt yoktur.

Bu belirlemeden sonra, dosya kapsamı, toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporları karşısında ortak hesaptan çekilen para ile alınması halinde de yarı yarıya taraflara ait olması gereken 34 ... 2248 plakalı aracın alım tarihi itibariyle aksi ispatlanamadığından edinilmiş mal olarak kabul edilerek, katılma alacağı hesaplanmasında, 34 ... 3390 plakalı araçla ilgili olarak da dava tarihindeki değer ve tarafların gelirleri, kişisel tasarrufları ve erkeğin TKM.nin 152. maddesinde yazılı evi geçindirme yükümlülüğü gözönünde bulundurularak belirlenen katkı payı oranı ile çarpılarak bulunan katkı payı alacağı miktarında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığına, alınan bilirkişi raporları ve yapılan hesaplamalar hüküm kurmaya yeterli görüldüğüne göre bu tür davalarda uygulanması gereken hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkeleri karşısında hükmü katılma yoluyla temyiz eden davacı-birleşen dosyada davalı E. vekilinin araçlarla ilgili temyiz itirazlarının tamamı yerinde görülmemiştir.

Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, dosya arasında bulunan banka dekontları ve hesap ekstreleri ile havale edilen miktarlar gözetilerek Gelibolu'daki taşınmazın bedelsiz değil erkeğin annesi tarafından satışla devredildiği kabul edildiğine, çalışarak gelir elde ettiği anlaşılan kadının gelirini başka yerde kullandığı ispat edilemediğinden alımlarda katkısı olduğunun kabulü gerektiğine, yapılan katkı payı hesaplanmasında taraf gelirleri, kişisel harcamaları ve TKM.nin 152. Maddesindeki erkeğin evi geçindirme yükümlülüğü dikkate alınarak belirlenen katkı payı oranı ile dava tarihindeki taşınmaz değerleri çarpılarak katkı payı alacağı bulunduğuna, bu hesaplamada Zekeriyaköy'deki taşınmaz bakımından 1.1.2002 tarihine kadar yapılan ödemeler de gözetildiğine, 111.300 TL bulunan katkı payı alacağı bakımından dava tarihi ve ıslah tarihindeki değerlere ayrı ayrı faiz yürütüldüğüne, faiz yürütülmeyen 10.000 TL miktar için mahsuptan söz edilerek ıslah dilekçesinde faiz istenmediğine, feragat sebebiyle reddine karar verilen antika yüzükle ilgili harcı yatırılarak artırılan bir değer olmadığından harcı yatmayan değerle ilgili vekalet ücreti takdir edilemeyeceğine, dava dilekçesinin açıklanması niteliğindeki 11.10.2011 tarihli dilekçede ayrıca yargılama giderleri ve vekalet ücretinden bahsedilmemiş olmasının, dava dilekçesinde açıkça yazılarak istenen bu taleplerle ilgili davacının hakkını ortadan kaldırmayacağına, taşınmazları veya hakkını alım tarihlerinde kocasına bağışladığına dair kadının bağışlama iradesini içeren herhangi bir delil veya beyan da dosyaya sunulmadığına, talep dikkate alınarak karşılıklı hükmedilen alacaklar ve faizleri bakımından takas ve mahsuba karar verildiğine göre davalı-birleşen dosyadaki davacı S. vekilinin aşağıda yazılı katılma alacağı dışındaki diğer temyiz itirazları da yerinde değildir.

Davalı-birleşen dosyanın davacısı S. vekilinin katılma alacağı ile ilgili temyiz itirazlarına gelince; mahkemece yapılan değerlendirmede açılan davanın esas itibariyle belirsiz davalar olduğu, TMK.nun 178. maddesinde yazılı zamanaşımı süresinin boşanmadan kaynaklanan maddi manevi tazminat ve yoksulluk nafakası ile ilgili olduğu, aleyhe yorumlanamayacağı açıklanarak zamanaşımı defi reddedilmiş ve yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Davacının katılma alacağı isteğini ıslah dilekçesinde 158.700 TL olarak bildirdiği ve harcını da ıslah ile birlikte yatırdığı, dava dilekçesindeki yazılı miktar içinde katılma alacağı olmadığı, dava dilekçesindeki 100.000 TL miktarın açıkça katkı payı alacağına özgülendiği, dava 1 yıllık sürede açılmakla birlikte dava dilekçesinde katılma alacağı olarak talep edilen bir miktarın olmadığının davacı E. vekili tarafından açıklandığı, tarafların boşanmalarına ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği 13.10.2008 tarihinden ıslah dilekçesinin verildiği 11.10.2011 tarihleri arasında katılma alacağı bakımından 1 yıllık zamanaşımı süresinin de geçtiği ve davalının ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı definde bulunduğu ihtilafsızdır. Uyuşmazlık, davacının katılma alacağı talebi bakımından zamanaşımı süresinin 1 yıl olarak uygulanıp uygulanamayacağı hususunda toplanmaktadır.

743 sayılı TKM.nin yürürlükte bulunduğu dönemde mal ayrılığı rejimi söz konusu idi. Mal ayrılığı rejimi için 743 sayılı TKM. de mal rejimi konusunda herhangi bir zamanaşımı süresi öngörülmemişti. Ancak, 743 sayılı TKM.nin Borçların Umumi Kaideleri başlığını taşıyan 5. ( 4721 sayılı TMK. m.5 ) maddesinde,

"Akitlerin in'ikadına ve hükümlerine ve sükutu sebeplerine taalluk edip borçlar kısmında beyan olunan umumi kaideler, medeni hukukun diğer kısımlarında dahi caridir" amir hükmüne yer verilmiştir. Bu durum karşısında anılan madde gereğince BK.nun zamanaşımına ilişkin uygun düşen hükmünün mal rejimleri konusunda da uygulanabileceği kabul edilmektedir. Bu durum karşısında, TKM.nin 5. maddesinin yollamasıyla mal ayrılığı rejimi dönemi bakımından BK.nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresi uygun düşmektedir. BK.nun 125. maddesinde; "Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı taktirde her dava 10 senelik mürur zamana tabidir", denilmiştir.

Madde metninde sözü edilen "her dava" sözcüğü her alacak olarak değerlendirilmektedir. Aynı Kanunun 132/1-3 nolu bendinde ise, "Nikah devam ettiği müddetçe karı kocadan birinin diğerinin zimmetinde olan alacakları hakkında zamanaşımı işlemez" hükmüne yer verilmiştir.

4721 sayılı TMK.nunda ise, zamanaşımına ilişkin hüküm yer almaktadır. Anılan Kanunun 178. maddesinde; "Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar" denilmiştir. Maddenin birinci bölümünden de açıkça anlaşılacağı üzere "evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları..." denilmektedir. Bu hükmün sadece boşanmanın feri niteliğinde bulunan nafaka, maddi ve manevi tazminat ile benzeri-.hakları kapsadığını söylemek güçtür. Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan -dava hakları ibaresinin aynı zamanda edinilmiş mallara katılma rejiminden doğan katılma alacağı ve değer artış payını da kapsadığı düşünülmektedir. Halihazırda Daire uygulaması bu yöndedir. 743 sayılı TKM.nun 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde katkı payı alacağına yönelik tüm davalar sözleşme olsun veya olmasın 743 sayılı TKM.nin ( 4721 sayılı TMK.nun ) 5. maddesinin yollamasıyla BK.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımına tabidir. TMK.nun 225/1. maddesi uyarınca mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona ermiş ( ki başka bir mal rejiminin kabulü halinde sözleşme söz konusu olur ) ya da aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince mahkemece evliliğin iptaline karar verilmesi hallerinde de 4721 sayılı TMK.nun 5. maddesinin yollamasıyla BK.nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı uygulanmaktadır. 01.01.2002 tarihinden sonra eşler arasında mal rejimi konusunda yapılmış bir sözleşme söz konusu ise, yine 10 yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. TMK.nun 225/2. fıkrasında; "Mahkemece evliliğin ( ... ) boşanma sebebiyle sona ermesi..." halinde katılma alacağı bakımından TMK.nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımının uygulanacağı Dairece kabul edilmektedir. Daha önce mal rejimine ilişkin davaların görüldüğü Yüksek Yargıtay 2. Hukuk Dairesinde de; 4721 sayılı TMK.nun 231. maddesine dayalı katılma alacağı konusundaki kararlar oyçokluğuyla verilmiştir. Çoğunluk; TMK.nun 5. maddesi yollamasıyla bu mal rejiminde BK.nun 125. maddesinde yer alan 10 yıllık, azınlık ise; TMK.nun 178. maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasını benimsemiştir ( 2.H.D. 05.02.2007 T. ve 9383/1228 E/K ).

Mal rejimleri konusunda on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının gerektiği görüşünü savunanlar; TMK.nun 178. maddesinin TMK.nun boşanma kısmında yer aldığı, bu nedenle sadece boşanmanın eki niteliğinde bulunan davalar hakkında uygulanması gerektiği, mal rejimleri konusunda uygulanmasının mümkün olmadığı, maddenin kanunda yer alış biçiminin de buna engel olduğu gerekçesine dayanmaktadırlar. Kanun sistematiğine göre gerçekten TMK.nun 178. maddesi boşanma kısmında yer almaktadır. Ne var ki, TMK.nun 158 ve 179. maddeleri de aynı bölümde yer almakta olup, TMK.nun 158/2. fıkrasında; "Eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi, tazminat, nafaka ve soyadı hakkında boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır", Mal Rejiminin Tasfiyesi başlığını taşıyan 179. maddesinde de, "mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır" denilmektedir. O taktirde bu maddelerin yer alış biçimine hangi gerekçe gösterilmelidir. Buna benzer bir çok hüküm bulmak mümkündür. O halde bu gerekçe tek başına on yıllık zamanaşımının uygulanmasının gerekçesi olamaz. Ancak, tali bir gerekçe olarak değerlendirilebilir. Bundan ayrı, istek sahibi için çok zorunlu ve yaşamsal bir değer taşıyan, aynı zamanda boşanmanın fer'i niteliğinde olan nafaka, maddi ve manevi tazminat davaları ve benzerleri bakımından daha kısa süre olan bir yıllık, mal rejimi bakımından ise oldukça uzun bir süre sayılan on yıllık zamanaşımının kabulünün bir çelişki oluşturacağı açıktır.

Yargıtay ve Daire uygulaması gereğince uygulanması gereken zamanaşımı süresi boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren başlar. Bugünkü koşullarda bir boşanma davasının temyiz süreci de dahil en az 4-6 yıl sürdüğü bilinmektedir. Kesinleşmeden itibaren on yıllık sürenin son yılı ya da gününde mal rejimine ilişkin davanın açıldığı da gözönünde tutulduğunda sosyal problemin asgari 15-20 yıla taşınacağı da bir gerçektir. Bir yıllık zamanaşımı süresinin çok kısa olduğu ancak, on yıllık zamanaşımı süresinin ise çok uzun olduğu ve sosyal problemi uzun süre ayakta tuttuğu ve başka sosyal problemlere de yol açtığı ya da açacağı gözardı edilemez.

Mal rejimine ilişkin zamanaşımı konusunda doktrinde de tam bir görüş birliği bulunmamaktadır. Çoğunluk görüşünü benimseyenler; farklı açılardan olayı değerlendirmekle birlikte on yıllık zamanaşımının uygulanacağını savunmaktadırlar. Azınlık ise; olayda bir yıllık zamanaşımının uygulanması gerektiğini ileri sürmekteler. Yani TMK.nun 178. maddesinin uygulama olanağının bulunmadığını ileri sürenler iki gerekçeye dayanmaktadırlar. Birincisi sözü edilen madde TMK.nun mal rejimleri bölümünde değil, kanunun sistematiği açısından TMK.nun boşanma kısmında yer almaktadır. İkincisi ise, TMK'nun 178. maddesi boşanmanın eki niteliğinde bulunan nafaka, maddi ve manevi tazminatlarla ilgili olup bunlar hakkında uygulanır. Mal rejimine ilişkin davalar ise boşanmanın eki ( fer'i ) niteliğinde davalar olmadığını söylemekteler. Konunun çok tartışmalı olduğu ve henüz bir birlikteliğin gerek doktrinde ve gerekse uygulamada sağlanamadığı görülmektedir. Taraflar arasında görülen boşanma davasının kesinleştiği 13.10.2008 tarihinden ıslah dilekçesinin tarihi olan 11.10.2011 tarihine kadar TMK.nun 178. maddesinde düzenlenen 1 yıllık zamanaşımı süresi gemiş bulunduğuna ve davalı S. vekili ıslah dilekçesi ile talep edilen katılma alacağı miktarı bakımından süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre, davacı E.'nın dava konusu ettiği mal varlığına ilişkin katılma alacağı miktarı zamanaşımına uğradığından mahkemece 148.700 TL katılma alacağı bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken bu kısım bakımından da yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Davalı-birleşcn dosyanın davacısı S. vekilinin temyiz itirazları aleyhine hükmedilen katılma alacağı açısından yerindedir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

KARAR : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; katkı payı ve katılma alacağı istemine ilişkindir.

Mahkemenin, davanın kabulüne dair verdiği karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçeyle katılma alacağı yönünden kısmen bozulmuş; Yerel Mahkemece, "katılma alacağına ilişkin davanın Borçlar Kanununun 125. maddesinde öngörülen on ( 10 ) yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve ıslah tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı gibi, esasen bu tür davaların belirsiz alacak davaları olduğu" gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize, davalı-davacı vekili getirmektedir.

Davaya konu edilen, Sarıyer Zekeriyaköy 1431 parselde 7 nolu dubleks meskenin davalı-davacı koca adına kooperatife üyelik suretiyle edinildiği 1.1.2002 tarihinden, kooperatif hissesinin elden çıkarıldığı 26.7.2005 tarihine kadar ödemelerin devam ettiği taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğünden sonra edinilen mallar konusunda, evlilik birliğinin boşanma ile sonuçlanması halinde, eşler arasında katılma alacağına ilişkin davalarda zamanaşımı süresinin TMK 178. maddesi uyarınca bir yıl mı, yoksa aynı Kanunun 5. maddesi yollaması ile Türk Borçlar Kanunu 146. maddesi ( eBK m. 125 ) uyarınca on yıl mı olduğu; varılacak sonuca göre ıslah edilen kısmın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.

Mahkeme ilk karar gerekçesinde; zamanaşımı savunmasını ret ederken uygulanacak zamanaşımı süresi tartışması yanında, katılma alacağı davalarının esasen "belirsiz alacak" davaları olduğunu ve zamanaşımı savunmasının bu nedenle de kabul edilmediğini belirtmiş ve özel Dairecc bu hususun tartışılmamış, uygulanacak zamanaşımı hükmü ( TMK m. 178 ) yönüyle mesele ele alınmış ve salt bu nedene hasren bozma yapılmış olması karşısında, Yerel Mahkeme'nin terditli olarak; gerek uygulanacak zamanaşımı süresi itibariyle, gerekse de davanın bir belirsiz alacak davası olduğundan bahisle direnmesinin "yeni hüküm" niteliğinde olup olmadığı önsorun olarak tartışılmış ve oyçokluğu ile önsorun olmadığı kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasının incelemesinde; uyuşmazlığa konu taşınmaz yönünden uygulanacak mal rejiminin niteliği Yerel Mahkeme ve Özel Daire arasında çekişmeli değildir. Çekişme; eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen mala ilişkin katılma alacağı yönünden uygulanacak zamanaşımı süresi konusundadır.

Taraflar arasında bir sözleşme bulunmaması nedeniyle, Kanuna göre belirlenecek olan; Kanun'daki düzenleme şekliyle "artık değere katılma" alacağı olarak ifade edilen ve uygulama ile öğretide "katılma alacağı" olarak adlandırılan eşler arasındaki bu alacak 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile kabul edilen "edinilmiş mallara katılma" rejimine ilişkin bir kavram olup, TMK'nın 231 maddelerinde düzenlenmiştir.

Alacağın açıklanan bu niteliğine göre, Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlığa dönülecek olursa; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'na bakıldığında, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminde, katılma alacağına özgü olarak bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir ( KILIÇOGLU, Ahmet: "Katılma Alacağında Zamanaşımı", Fırat Öztan'a Armağan, C. I, Ankara 2010, s. 1289; ACAR, Faruk: Aile Konutu, Mal Rejimleri, Eşin Yasal Miras Payı, 3.B, Seçkin Yayınevi, Anaka 2012, s. 275; SONSUZOĞLU, Elif: Medeni Kanun'da Mal Rejimi Düzenlemeleri ve Vergi Hukukundaki Etkileri, Legal Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 50; ÖZUGUR, Ali İhsan: Mal Rejimleri, 5. B., Seçkin Yayınevi, Ankara 2008, s. 82 ). Bu nedenle edinilmiş mallara katılma rejiminden doğan katılma alacağına uygulanacak zamanaşımı konusu tartışmalara neden olmuştur. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında azınlıkta kalan bir kısım üyeler TMK m. 178'deki zamanaşımı süresinin bu dava da uygulanması gerektiğini belirtmiş iseler de bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Katılma alacağının niteliği itibariyle, eşler arasında bir alacak olduğu ve dolayısıyla boşanmanın bir fer'î olmadığı ( CEYLAN, Ebru: Türk ve İsviçre Hukukunda Boşanmanın Hukuki Sonuçları, Galatasaray Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2006; s. 68; KILIÇOGLU, s. 1292 ); "evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan bir dava" da olmadığı, kaldı ki edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinin boşanmanın değil mal rejiminin sona ermesinin bir sonucu olduğu kabul edilmektedir ( DURAL, Mustafa/ÖĞÜZ, Tufan/GÜMÜŞ, Alper: Türk Özel Hukuku, C.III, Aile Hukuku, Filiz Kitabevi, istanbul 2005, s. 391 ). Zira boşanmanın fer'ileri; boşanma davası ile birlikte veya ayrı olarak açılan maddi-manevi tazminat ( TMK m. 174/1-2 ) ve nafaka ( TMK m. 175 ) gibi hususlardır. Belirtmek gerekir ki; TMK m. 178'in salt boşanmanın fer'î niteliğindeki tazminat ve nafakayı kapsadığı madde gerekçesinde açıkça vurgulanmıştır.

Boşanma olgusu; salt mal rejiminin sona ermesini, dolayısıyla katılma alacağı gibi taleplerin gündeme gelmesini sağlayan harici bir olgudur ( ERDEM, Mehmet: Özel Hukukta Zamanaşımı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 203;KILIÇOĞLU, s. 1291; ACAR, s. 284 ). Ancak ifade etmek gerekir ki; katılma alacağını gündeme getiren; eş söyleyişle katılma alacağını talep edilebilir hale getiren tek harici olgu boşanma değildir ( TMK. m. 225 ).

Öğretide, mal rejimlerinden doğan davaların boşanmanın fer'î olmadığı kabul edilmekle birlikte; mal rejiminin tasfiyesinin aile hukukunun bir parçası olduğu, bu nedenle katılma alacağı davalarında, zamanaşımı süresinin TMK. m. 178'e göre belirlenmesinin isabetli olacağı da savunulmaktadır ( ACAR, s. 284; ÖZUGUR, s. 82 ). Bu düşünce tarzının, esasen bir kıyas olmayıp, genişletici bir yorum olduğu ileri sürülse de, maddenin Kanun sistematiği içinde bulunduğu yer nazara alındığında, bu fikir zamanaşımında kıyas yasağına takılacaktır.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu sistematiği incelendiğinde; 178. maddenin, Kanunun "İkinci Kitap, Birinci Kısım, İkinci Bölüm-Boşanma" düzenlemesi içinde, "Boşanmada tazminat ve nafaka" kenar başlığı altında yer aldığı görülür. Oysa katılma alacağı TMK, "İkinci Kitap, Birinci Kısım, Dördüncü Bölüm-Eşler Arasındaki Mal Rejimi" düzenlemesi kapsamında ( TMK m. 231 vd. ) yer almaktadır.

Mal rejiminin "boşanma" dışındaki sebeplerle sona ermesi halinde, katılma alacağında zamanaşımı süresinin TBK m. 146 ( eBK m. 125 ) uyarınca on yıl olacağı genel kabul gören bir husustur ( ANIL, Yaşar Şahin/TANER, Yonca: Eşler Arasındaki Mal Rejimleri, Legal Kitabevi, İstanbul 2011, s. 191-193; DURAL/ÖĞÜZ/GÜMÜŞ, s. 391 ). Özel Dairede, yukarıya metni alınan kararında belirttiği üzere, mal rejiminin boşanma dışındaki hallerde; yani eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona ermiş ya da aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince mahkemece evliliğin iptaline karar verilmesi hallerinde 4721 sayılı TMK.nun 5. maddesinin yollamasıyla TBK m. 146 ( eBK m. 125 ) uyarınca on ( 10 ) yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağını kabul etmektedir.

Mal rejiminin boşanma nedeniyle sona ermesi halindeki zamanaşımı süresini, salt TMK. m. 178'deki "evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları" ifadesine dayandırmak kanun koyucunun amacına da uygun düşmez. Zira, kanun koyucu mal rejimleri için ayrı ve özel bir zamanaşımı süresi öngörmek isteseydi, bunu ayrıca düzenler ve salt boşanma ile sınırlı olarak değil de mal rejiminin diğer sona erme halleri ( TMK m. 225 ) için de öngörürdü ( KILIÇOGLU, s. 1292 ). Şu halde katılma alacağında zamanaşımı süresinin TMK m. 178 uyarınca belirlenmesine imkân bulunmamaktadır.

Bu durumda katılma alacağında zamanaşımı sürelerinin belirlenmesi katılma alacağının hukuki niteliğine göre belirlenecektir. Uygulanacak zamanaşımı bakımından da, öncelikle özel hukuktaki zamanaşımı süreleri üzerinde durmakta yarar vardır.

Uygulanması ve dolayısıyla ele alınması gereken zamanaşımı ıskati ( düşürücü ) zamanaşımı olup, özel hukuktaki teknik anlamı ile borcu sona erdirmeyen, ancak kanunda belirlenen sürelerin geçmesi ile alacaklının alacak ve dava hakkı karşısında borçlunun geçen süreyi ileri sürerek borcu ifadan kaçınma hakkı kazanmasıdır ( HGK. 05.05.2010, E.2010/8-231; K.2010/255 ). Bu niteliği ile zamanaşımı maddi hukuka ilişkin bir kurum olsa da; hem esasa, hem de usule ilişkin yönleri bulunmaktadır ( YILMAZ, Ejder: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Yetkin Yayınevi, Ankara 2012, s. 867 ).

Bu açıklamalar ışığında katılma alacağının niteliğine baktığımızda; katılma alacağının kanundan doğan bir ( parasal ) alacak hakkı olduğu görülür ( AKINTÜRK, Turgut/ATEŞ KARAMAN, Derya: Türk Medeni Hukuku: Aile Hukuku, C. 2, 14. B., Beta Yayınevi, İstanbul 2012, s. 174; ZEYTİN, Zafer: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2. B, Seçkin Yayınevi, Ankara 2008, s. 234; YETİK, Nurten: Boşanma, Anlaşmalı Boşanma ve Mal Rejimleri, 3. B, Bilge Yayınevi, Ankara 2008, s. 128; KIRMIZI, Mustafa: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Aile Konutu, Yargın Hukuk Yayınları, İstanbul 2012, s. 245 ). Bu niteliği gereğiyle; katılma alacağının doğumuyla bu alacak artık temlik edilebilir, haczedilebilir ve rehnedilebilir ( GUMUŞ, Mustafa Alper: Teori ve Uygulamada Evliliğin Genel Hükümleri ve Mal Rejimleri, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2008, s. 380 ). Katılma alacağı kanundan doğan bir alacak olduğundan, TMK m. 5 yollaması ile Borçlar Kanunu genel hükümlerinin bu alacak bakımından da uygulanacağı açıktır ( ŞIPKA, Şükran: "Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminde, Tasfiyeyi ve Katılma Alacağını Talep Hakkına İlişkin Zamanaşımı Süreleri", Bilge Öztan'a Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara 2008, s. 843 )

01.01.2002 Tarihinde yürürlüğe giren 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nda, yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminde, katılma alacağına uygulanacak zamanaşımı süresi konusunda Türk Medeni Kanunu'nda ayrı bir hüküm bulunmadığına ve niteliği itibariyle hakkın bir alacak hakkı olduğunun açık olmasına göre, olayda uygulanması gereken hükümler, TMK. m. 5 yollaması ile TBK. m. 146 ( eBK m. 125 ) uyarınca belirlenecektir. Anılan hükümde; "kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir" ( 6098 Sayılı TBK. m. 146; eBK. m. 125 ) düzenlemesi yer almaktadır. Şu halde, katılma alacağında zamanaşımı süresi TBK m. 146 ( eBK m. 125 ) uyarınca on ( 10 ) yıl olarak uygulanmalıdır ( DURAL/ÖĞÜZ/GÜMÜŞ, s. 391; ŞIPKA, s. 846; KILIÇOĞLU, s. 1294 ).

Eldeki olayda; tarafların 20.9.1990 tarihinde evlendikleri, uyuşmazlığın 01.01. 2002 tarihinden sonra edinilen taşınmaz yönünden katılma alacağına ( TMK m. 231 vd. ) ilişkin bulunduğu, 12.12.2005 tarihinde açılan boşanma davasının kabulle sonuçlandığı ve boşanma hükmünün 13.10.2008 tarihinde kesinleşmiş bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, ıslah tarihi olan 11.10.2011 tarihi itibariyle Kanunda öngörülen ( TBK m. 146; eBK m. 125 ) on yıllık zamanaşımı süresinin geçmediği kabul edilmelidir.

Özel Dairenin; davacı-davalının katılma alacağına ilişkin ıslahın TMK m. 178 uyarınca bir ( 1 ) yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu yönündeki bozma kararına, yerel mahkemece "davanın on ( 10 ) yıllık dava zamanaşımı süresine tabi olduğu" şeklindeki gerekçe ile direnmesi, yukarıdaki açıklamalar nedeniyle yerinde olup onanmalıdır.

Ne var ki, Özel Dairece bozma kapsamında kalan işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları, hükmün zamanaşımı süresi yönünden bozulması nedeniyle incelenmemiş olduğundan, diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daire'ye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan dayalı-davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 8. HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440/1.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.04.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

Bu karar, kullanıcılarımızdan Sayın Avukat Hilal Ülker ÇAHANTİMUR tarafından gönderilmiştir.

Kazancı
Old 11-02-2014, 15:02   #65
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/2927
K. 2012/4997
T. 29.5.2012

• KATKI PAYI ALACAĞI ( Davacı Tarafından Davaya Konu Taşınmazın Bağışlandığına İlişkin Bir İradeden Bahsedilemeyeceği - Boşanma Protokolünde Taşınmazla İlgili Katkı Payına İlişkin Davaya Dair Hakların Saklı Tutulduğu )

• DEĞER ARTIŞ PAYI ALACAĞI ( Davacı Tarafından Davaya Konu Taşınmazın Bağışlandığına İlişkin Bir İradeden Bahsedilemeyeceği - Boşanma Protokolünde Taşınmazla İlgili Katkı Payına İlişkin Davaya Dair Hakların Saklı Tutulduğu )

• BOŞANMA PROTOKOLÜNDE DAVAYA DAİR HAKLARIN SAKLI TUTULMASI ( Taşınmazla İlgili Katkı Payına İlişkin - Bağışlanan Taşınmaz Bakımından Protokolde Böyle Bir Taşınmazın Yer Alması Hayatın Olağan Akışına Aykırı Olduğunun Kabulü )

• MAL PAYLAŞIMI ( Katkı Payı Alacağı - Davacı Tarafından Davaya Konu Taşınmazın Bağışlandığına İlişkin Bir İradeden Bahsedilemeyeceği/ Boşanma Protokolünde Taşınmazla İlgili Katkı Payına İlişkin Davaya Dair Hakların Saklı Tutulduğu )

4721/m.202,225,227

ÖZET : Dava katkı payı alacağı istemine ilişkindir.Mahkemece davaya konu taşınmaz davacı tarafından bağışlandığı kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir.Boşanma davasına verilen dilekçedeki davacının beyanları bütünüyle değerlendirildiğinde davacının bağış iradesi ve kastının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dosya arasında bu beyanlar dışında davacı veya vekilinin bağış anlamına gelebilecek herhangi bir ifadeleri de yoktur. Ayrıca bu beyandan sonra düzenlenen boşanma protokolünün 3. maddesinde bu taşınmazla ilgili katkı payına dair dava hakları saklı tutulduğuna göre artık erkek tarafından kadına bu taşınmazın bağışlandığından söz etmek mümkün değildir. Bağışlanan taşınmaz bakımından protokolde böyle bir taşınmazın yer alması hayatın olağan akışına da uygun değildir.

Mahkemece, tüm taraf delillerinin toplanarak, davaya konu mal varlığına dair değer artış payı alacağı isteğiyle ilgili işin esasına dair olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekir.

DAVA : İ. K. S. K. aralarındaki katkı payı alacağı davasının reddine dair İzmir 6. Aile Mahkemesinden verilen 19.01.2012 gün ve 1160/61 Sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 29.05.2012 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacı vekili karşı taraftan davalı vekili geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı İ. K. vekili, evlilik birliği içinde alınan ve davalı adına tescil edilen 3248 ada 1 parselde bulunan 6 numaralı dairenin alımında vekil edenine ait banka hesabındaki paralar ve işyerinden aldığı nakitle katkıda bulunulduğunu açıklayarak T.M.K.nun 227. maddesine göre mal rejiminin tasfiyesine, faiz ve fazlaya dair hakları saklı tutulmak üzere toplam 20.000 TL katkın tasfiyenin sona ermesinden itibaren yürütülecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı S. K. ( K. ) vekili, davaya konu dairenin vekil edenine ait takılar, şahsi altınların bozdurulması, vekil edeninin çevresinden aldığı borçlarla edinildiğini, evin tadilatlarının da vekil edenince yapıldığını, sonrasında borçların kapatılabilmesi amacıyla davacının da bilgisi dahilinde satıldığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, davacının 08.05.2009 tarihli dilekçesinde davacının ısrarı üzerine ev alma kararının verildiğini, davalının doğum günü olması sebebiyle güzel bir jest olacağı düşünülerek gayrimenkulün davalı adına tescil edildiğini beyan ve ikrar ettiği, bu açıklama karşısında taşınmazın alımında verilen paranın eşe yapılan elden bağışlama niteliğinde olduğu, bunun davalının kişisel malı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar 11.12.2007 tarihinde evlenmiş, 03.04.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne dair hükmün 30.09.2009 tarihinde kesinleşmesiyle, mal rejimi sona ermiştir ( T.M.K.nun 225/2.m. ). Sözleşmeyle başka mal rejimi seçilmediğinden, eşler arasında evlenme tarihinden mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( T.M.K.nun 202, 4722 s.Y.nın 10.m. ).

Dava konusu 3248 ada 1 parselde bulunan 6 numaralı daire 26.02.2009 tarihinde davalı adına satın alınarak tescil edilmiş, 14.04.2009 tarihinde dava dışı A.A. satılmıştır. Alım tarihi ve davacının katkıda bulunduğu iddiası ile T.M.K.nun 227. maddesine göre mal rejiminin tasfiyesini istediğine göre talebinin değer artış payı alacağı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

Mahkemece, davacının gerekçede yazılı beyanının bağış niteliğinde olduğundan hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de ulaşılan sonuç dosya kapsamına uygun bulunmamaktadır.

Şöyle ki; davacı İ., aleyhine açılan boşanma davasına karşı verdiği 08.05.2009 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde "evlilik birliği içinde davacının ısrarı üzerine ev alma kararı verilmiş, müvekkilin o ana kadar ki tüm nakit birikimleri ve düğünde takılan takılar bozdurularak 26.02.2009 tarihinde şu anda davalı adına kayıtlı İzmir Konak 3248 ada 1 parselde kayıtlı daireyi almışlardır. Dairenin alımının öncesinde alınan dairenin kimin üzerine kayıtlı olması gerektiği konusunda davalı tarafından ısrarla tek taraflı olarak kendi üzerine kayıtlı olması gerektiği konusunda tartışma çıkarılmış, bu belirsizlik döneminde tapu satışı sırasında kullanılacak olan müvekkile ait fotoğraflar ortadan kaybolmuş, satışın yapılacağı gün gayrimenkulün satımına aracılık edecek emlakçının önünde dahi bu tartışma davalı tarafından sürdürülmüştür. Davalının bitmeyen ısrarı ve tartışmaları sürdürmesi üzerine satış tarihinden 2 gün sonrasının davalının doğum günü olması nedeni ile de güzel bir jest olacağı düşünülerek gayrimenkulün tapu kaydı davalının üzerine yapılmıştır şeklinde açıklamada bulunmuştur. Mahkemece bu açıklamalar içinde geçen doğum günü sebebiyle jest ifadesinden hareket edilmiştir. Ancak bu açıklamadan yaklaşık 4 ay sonra taraflar ve taraf vekillerinin katılımıyla düzenlenerek imzalarıyla tasdik edilen, mahkemece de, onaylanarak boşanma davasına esas alınan 04.09.2009 tarihli protokolün 3. maddesinde "S. K. üzerine kayıtlı bulunan taşınmaz hakkında katkı payına dair her türlü dava hakları saklı kalarak tarafların müşterek ikametgahı olarak evde bulunan menkul mallar açısından bir ihtilaf bulunmayıp özel eşyalar dahil olmak üzere birbirlerinin kabulü dahilinde paylaşım yapılmıştır" yazmaktadır. Görüldüğü gibi 08.05.2009 tarihli dilekçedeki davacı İ.'in beyanları bütünüyle değerlendirildiğinde davacının bağış iradesi ve kastının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dosya arasında bu beyanlar dışında davacı veya vekilinin bağış anlamına gelebilecek herhangi bir ifadeleri de yoktur. Ayrıca bu beyandan sonra düzenlenen 04.09.2009 tarihli boşanma protokolünün 3. maddesinde bu taşınmazla ilgili katkı payına dair dava hakları saklı tutulduğuna göre artık erkek tarafından kadına bu taşınmazın bağışlandığından söz etmek mümkün değildir. Bağışlanan taşınmaz bakımından protokolde böyle bir taşınmazın yer alması hayatın olağan akışına da uygun değildir.

Mahkemece, tüm taraf delillerinin toplanarak, davaya konu mal varlığına dair değer artış payı alacağı isteğiyle ilgili işin esasına dair olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekirken davacının 08.05.2009 tarihli dilekçesindeki açıklamalarının bağış niteliğinde olduğu kabul edilerek yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle usul ve yasaya uygun bulunmayan hükmün 6100 Sayılı H.M.K.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 900 TL avukatlık ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davacıya verilmesine ve 21,15 TL peşin harcın istenmesi halinde temyiz eden davacıya iadesine 29.05.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 11-02-2014, 15:03   #66
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/10430
K. 2013/946
T. 29.1.2013

• KATILMA ALACAĞI DAVASI ( Davalı Tarafın Artık Değer Hesabında Dikkate Alınması Gerektiği Anlaşılan Banka Kredileri ile İlgili Tüm Belgelerin İlgili Bankadan Getirtilmesi Gerektiği )

• BOŞANMA DAVA TARİHİ ( Sonrasına İsabet Eden Kredi Ödemelerinin Davalının Kişisel Malı Olduğunun Gözetilmesi Gerektiği - Katılma Alacağı Davası )

• BANKA KREDİSİ ( Katılma Alacağı Davası - Boşanma Dava Tarihi Sonrasına İsabet Eden Kredi Ödemelerinin Davalının Kişisel Malı Olduğunun Gözetilmesi Gerektiği )

• ARTIK DEĞER ( Katılma Alacağı Davası - Davalı Tarafın Artık Değer Hesabında Dikkate Alınması Gerektiği Anlaşılan Banka Kredileri ile İlgili Tüm Belgelerin İlgili Bankadan Getirtilmesi Gerektiği )

4721/m.231,230,229,219,236,222
ÖZET : Dava, katılma alacağı davasıdır. Davalı tarafın artık değer hesabında dikkate alınması gerektiği anlaşılan banka kredileri ile ilgili tüm belgeler ilgili bankadan getirtilerek dikkate alınması, boşanma dava tarihi sonrasına isabet eden kredi ödemelerinin davalının kişisel malı olduğunun gözetilmesi ve bu şekilde artık değer bulunduktan sonra yarı oranda davacı lehine katılma alacağına hükmedilmesi, gerektiğinde bu hesaplamada konusunda uzman bilirkişilerden gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınması, ondan sonra sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.

DAVA : N. ile E. aralarındaki katılma alacağı davasının kabulüne dair İstanbul Anadolu 1. Aile Mahkemesi'nden verilen 15.5.2012 gün ve 1222/715 Sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 29.1.2013 günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalı E. vekili geldiler. Karşı taraftan kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı N. vekili, boşanma davasından tefrik edilen davada, 1901 ada 194 parselde 2 numaralı aile konutunun 1/2'sinin davacı adına tapuda tesciline, tescilin mümkün olmaması durumunda mahkemece değer tespiti yaptırılarak taşınmazın 1/2'sinin değerinin katılma alacağı olarak davacıya ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı E. vekili, taşınmazın bankadan çekilen kredi ve borçlarla alındığını, davacının herhangi bir katkısını ispat edemediğini açıklayarak davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının 1901 ada 194 parselde 2 numaralı mesken ile ilgili 1/2' sinin değerinin katılma alacağı olarak tahsile dair davasının kabulüne, 75.000.-TL katılma alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesi üzerine hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar 5.4.2002 tarihinde evlenmiş, 26.5.2006 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne dair hükmün, 25.11.2010 tarihinde kesinleşmesiyle, mal rejimi sona ermiştir ( TMK'nun 225/2. m. ). Sözleşmeyle başka mal rejimi seçilmediğinden, eşler arasında evlenme tarihinden mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( TMK'nun 202,4722 S.Y.nın 10. m. ).

Dava konusu 1901 ada 194 parselde 2 numaralı mesken, evlilik içinde taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli iken, 25.5.2005 tarihinde davalı adına alınarak tapuya tescil edilmiştir.

Evlilik içinde 1.1.2002 tarihi sonrası eşlerden biri adına edinilen malvarlığı üzerinde, diğer eşin yasadan kaynaklanan artık değerin yarısı oranında katılma alacağı isteme imkanı bulunmaktadır ( TMK'nun 231, 236/1. m. ). TMK'nun 222. maddesi gereğince, belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Bir eşin bütün mallarının aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilmesi gerekir. Katılma alacağı bakımından talepte bulunan eşin çalışıp çalışmaması veya herhangi bir katkıda bulunup bulunmamasının bir önemi de yoktur. Katılma alacağı yasadan kaynaklanmaktadır. Bu tür davalarda, eklenecek değerlerden ( TMK m. 229 ) ve denkleştirmeden ( TMK m. 230 ) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere edinilmiş malın ( TMK m. 219 ) toplam değerinden mala dair borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin ( TMK m. 231 ) yarısı üzerinden ( TMK m. 236/1 ) tarafların kazanılmış haklan da dikkate alınarak katılma alacağının hesaplanması gerekir. Mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar bu durumları ile tasfiyeye konu edilir ( TMK'nun 231/1 m. ). Söz konusu malvarlıklarının devredilmesi durumunda ise, devredildiği tarih esas alınarak hesaplama yapılır ( TMK'nun 235 /son m. ).

Davalı taraf, 6.11.2008 tarihli dilekçesinde açıkça taşınmazın daha önce de vurgulandığı gibi ... Bankası'ndan çekilen banka kredisi ile alındığını, ödemelerin tamamının davalı tarafından yapıldığını ve ödemelerin de devam ettiği savunulmasına, dilekçe ekinde de banka kredisi ile ilgili belge ve bilgileri kısmen sunmasına rağmen mahkemece davaya konu taşınmazın karar tarihine en yakın belirlenen 150.000.-TL değeri dikkate alınıp artık değer kabul edilerek, banka kredisi ile ilgili bir inceleme yapılmadan yarı oranında katılma alacağına karar verilmiştir. Dava konusu taşınmaza ait tapu kaydında .... Bankası lehine 36.000.-TL bedelli 3.4.2006 kayıt tarihli ipotek de görülmektedir.

Az yukarıdaki açıklamalar karşısında davalı tarafın artık değer hesabında dikkate alınması gerektiği anlaşılan banka kredileri ile ilgili tüm belgeler ilgili bankadan getirtilerek dikkate alınması, boşanma dava tarihi sonrasına isabet eden kredi ödemelerinin davalının kişisel malı olduğunun gözetilmesi ve bu şekilde artık değer bulunduktan sonra yarı oranda davacı lehine katılma alacağına hükmedilmesi, gerektiğinde bu hesaplamada konusunda uzman bilirkişilerden gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınması, ondan sonra sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken banka kredisi ile ilgili herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmamıştır

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazları açıklanan sebeple yerinde görüldüğünden kabulüyle usul ve yasaya uygun bulunmayan hükmün 6100 Sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK'nun 428. maddesi hükmü uyarınca BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 990,00.-TL avukatlık ücretinin davacı N.'den alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m. 297/ç ) ve HUMK'nun 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve istenmesi halinde 1.115,00.-TL peşin harcın temyiz eden davalıya iadesine, 29.01.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Kazancı
Old 11-02-2014, 15:08   #67
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/1927
K. 2013/5882
T. 18.4.2013

• EŞİN ÖLÜMÜ NEDENİYLE DİĞER EŞİN KATILMA ALACAĞI DAVASI ( Davacı Sağ Kalan Eş Olduğundan Sağ Eşin Mal Rejiminin Tasfiyesinden Kaynaklanan Alacak Hakkının Terekeye Ait Borç Olduğu - Davacının 1/4 Oranında Miras Payı Bulunduğu )

• DAVALININ KATILMA ALACAĞININ TAMAMINDAN SORUMLU OLMAMASI ( Taşınmazın Karar Tarihine En Yakın Değerinden Taşınmaz İçin Ödenen Kredi Borcunun Düşülmesiyle Artık Değerin Bulunacağı - Artık Değerin Tespiti/Sonra Katılma Alacağının Belirleneceği )

• KATILMA ALACAĞININ YANLIŞ HESAPLANMASI ( Artık Değer/Sağ Kalan Eşin Davacının 1/4 Oranında Mirasçı Olduğunun Dikkate Alınacağı - Terekeden Davacıya Düşen Payın Mahsup Edileceği/Elde Edilecek Miktara Katılma Alacağı Olarak Karar Verileceği )

4721/m. 202,499

ÖZET : Dava, eşin ölümünden kaynaklanan evlilik birliğinin sona ermesi sonucu katkı payı alacağı istemine ilişkindir.Eşler arasındaki mal rejimi ölüm tarihinde sona ermiştir.Dava konusu taşınmazdaki bağımsız bölüm 16.06.2005 tarihinde satış sonucu muris eş adına tescil edilmiştir ve taşınmazın edinilmesinde banka kredisi kullanılmıştır.Mahkemece dava konusu taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki değeri ( sürüm değeri ) tespit edilmiş, taşınmaza ilişkin banka kredisi düşülerek artık değer belirlenmiş ve bu miktarın yarısına katılma alacağı olarak hükmedilmiştir.Ancak, davacı sağ kalan eş olduğundan ağ eşin mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı, terekeye ait borç olup, davacının 1/4 oranında miras payı bulunmaktadır.Bu durumda, davalı, belirlenen katılma alacağının tamamından sorumlu tutulamaz.Yeniden yapılacak keşif sonucunda taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki sürüm değeri tespit edilerek bu değerden taşınmaz için ödenen kredi borcunun düşülmesi suretiyle artık değer bulunmalı, artık değerin tespitinden sonra katılma alacağına karar verilirken, sağ kalan eş davacının 1/4 oranında mirasçı olduğu dikkate alınarak terekeden davacıya düşen pay mahsup edilmeli ve bu şekilde elde edilecek miktara katılma alacağı olarak karar verilmesi gerekir.

DAVA : E.B. ile A.Ö. Baykal aralarındaki dava hakkında İstanbul 14. Aile Mahkemesi'nden verilen 29.09.2010 tarih ve 267/1064 sayılı hükmün Daire'nin 17.09.2012 gün ve 6164/7468 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmişti. Davalı vekili tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde; vekil edenin eşi R.F.B.'ın 06.07.2005 tarihinde vefatı ile geriye mirasçı olarak vekiledenle birlikte davalının kaldığını, evlilik birliği içerisinde 2002 yılından sonra edinilen 1108 ada 26 parsel 6 numaralı bağımsız bölümün tapuda muris adına kayıtlı olup, taraflar arasındaki yasal mal rejimi nedeniyle taşınmazın 1/2'sinin vekiledenin olduğunu açıklayarak taşınmazın tapusunun iptali ile 1/2 payının vekiledeni adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davacı vekili 20.10.2006 tarihli dilekçesiyle isteğinin artık değerin yarısı olan katılma alacağı olduğunu açıklamış, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesinden sonra, davalı vekilinin temyizi üzerine, Daire'nin 17.09.2012 tarih ve 2012/6164-7488 Esas ve Karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Davalı vekili, süresinde karar düzeltme isteğinde bulunmuştur.

Toplanan deliller ve dosya kapsamından; davacı ve müteveffa F.B. 10.04.1997 tarihinde evlenmiştir. Evlilik birliği F.B.'ın 06.07.2005 tarihinde ölümü ile sona ermiştir. Eşler arasındaki mal rejimi TMK 225/1. maddesi gereğince ölüm tarihinde sona ermiştir. Bu durum karşısında evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK.nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM.nin 170.maddesi uyarınca eşler arasında mal ayrılığı rejimi, 01.01.2002 tarihinden F.B.'ın ölüm tarihine kadar 4722 sayılı Kanunun 10. maddesi gereğince, eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden TMK'nun 202. maddesine göre edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.

Dava dilekçesinin içeriği, davacının yargılama aşamasındaki beyanları ve taşınmazın edinme tarihine göre dava 4721 sayılı TMK.nun 202 ve devam maddeleri gereğince kabul edilen yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan ve TMK.nun 231, 232, 235 ve 236. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir. Bu tür davalarda, eklenecek değerlerden ( TMK.m.229 ) ve denkleştirmeden ( TMK.m.230 ) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere edinilmiş malın ( TMK.m.219 ) toplam değerinden mala ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin ( TMK.m.231 ) yarısı üzerinden ( TMK.m.236/1 ) tarafların kazanılmış hakları da gözetilerek taşınmazın tasfiye tarihindeki değeri dikkate alınarak ( TMK. m.235/1 ) katılma alacağı belirlenmelidir.

Uyuşmazlık konusu 1108 ada 26 parseldeki 6 numaralı bağımsız bölüm 16.06.2005 tarihinde satış sonucu muris F.B. adına tescil edilmiş, taşınmazın edinilmesinde F... bank'tan sağlanan 50.00,00 TL kredi kullanılmıştır. Mahkemece dava konusu taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki değeri ( sürüm değeri ) tespit edilmiş, TMK'nun 230. maddesi gereğince taşınmaza ilişkin banka kredisi düşülerek artık değer belirlenmiş ve bu miktarın yarısına katılma alacağı olarak hükmedildiğine göre, davalı vekilinin sair karar düzeltme nedenleri yerinde değildir.

Ancak, davacı sağ kalan eştir. Sağ eşin mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı, terekeye ait borç olup, davacının TMK'nun 499. maddesine göre 1/4 oranında miras payı bulunmaktadır. Bu durumda, davalı, belirlenen katılma alacağının tamamından sorumlu tutulamaz. Yeniden yapılacak keşif sonucunda taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki sürüm değeri tespit edilerek bu değerden taşınmaz için ödenen kredi borcunun düşülmesi suretiyle artık değer bulunmalı, artık değerin tespitinden sonra TMK'nun 236 maddesi gereğince katılma alacağına karar verilirken, sağ kalan eş davacının 1/4 oranında mirasçı olduğu dikkate alınarak terekeden davacıya düşen pay mahsup edilmeli ve bu şekilde elde edilecek miktara katılma alacağı olarak karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

SONUÇ : Davalı vekilinin karar düzeltme isteği açıklanan nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle Dairenin 17.09.2012 gün ve 2012/6164 Esas, 2012/7488 Karar sayılı onama kararının 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440. maddesi gereğince ortadan kaldırılmasına ve mahalli mahkemenin 29.09.2010 gün ve 2006/267 Esas, 2010/1064 Karar sayılı hükmünün BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 61,05 TL'nin temyiz eden davalıdan alınmasına, 18.04.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, 4721 sayılı TMK.nun 202 ve devamı maddeleri gereğince yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan ve TMK.nun 219, 230, 231, 232, 235 ve 236. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir.

Yerel mahkemece; 67421,15 TL katılma alacağının davalıdan yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi ve hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yüksek Daire 17.09.2012 tarih ve 2012/6144 Esas 2012/7488 Karar sayılı kararıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir.

Davalı vekili, bu sefer 15.11.2012 havale tarihli karar düzeltme dilekçesiyle, murisin 06.07.2005 tarihinde ölümü ile eşler arasındaki evliliğin sona erdiğini, Yeniköy'deki evin satılmasından gelen 40000,00 TL para ile bankadan çekilen 50000,00 TL kredinin toplamı olan 90000,00 TL ile yeni evin alındığını, bu alımdan kısa bir süre sonra muris Ramazan Fahrettin Baykal'ın öldüğünü, kredi taksitlerini ödemeden vefat etmiş olması nedeniyle kredinin davacı ve davalı mirasçılar tarafından ortaklaşa miras payları oranında ödendiğini, davalının bir katkısının olmadığını, karşılığını vererek davacı tarafından edinilen bir mal bulunmadığını, 40000,00 TL nin kişisel mal olduğunu açıklayarak onama ilamının kaldırılmasıyla Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

Karar düzeltme isteği üzerine yapılan incelemede, değerli çoğunluk tarafından "uyuşmazlık konusu 1108 ada 26 parseldeki 6 nolu bağımsız bölümün 16.06.2005 tarihinde satın alma sonucu muris Fahrettin Baykal adına tescil edildiğini, taşınmazın edinilmesinde Fortis Banktan sağlanan 50000,00 TL kredinin kullanıldığını, Mahkemece, dava konusu taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki değerinin ( sürüm değeri ) tespit edildiğini, TMK'nun 230. maddesi gereğince taşınmaza ilişkin banka kredisi düşülerek artık değerin belirlendiğini ve bu miktarın yarısının katılma alacağı olarak hüküm altına alındığını, bu nedenle davalı vekilinin sair karar düzeltme nedenlerinin yerinde olmadığını, ancak davacının sağ kalan eş olduğunu, sağ eşin mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkının terekeye ait borç olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu bakımdan davacının TMK'nun 499. maddesi uyarınca ¼ oranında miras payı bulunduğunu, bu durumda davalı belirlenen katılma alacağının tamamından sorumlu tutulamayacağını, yeniden yapılacak keşif sonunda taşınmazın karar tarihine en yakın tarihteki sürüm değerinin tespit edilerek, bu değerden taşınmaz için ödenen kredi borcunun düşürülmesi suretiyle artık değerin bulunması gerektiğini ve bu değerin tespitinden sonra TMK'nun 236. maddesi gereğince katılma alacağına karar verilirken, sağ kalan eş olan davacının ¼ oranında miras payı gözetilerek terekeden davacıya düşen payın mahsup edilmesi ile elde edilecek miktarın katılma alacağı olarak hüküm altına alınması gerektiği gerekçesiyle davacının miras payı bakımından hükmün bozulmasına" karar verilmiştir.

Çoğunluk ile azınlık arasındaki görüş ayrılığı davacıya ait ¼ oranındaki miras payının terekeye olan borcu nedeniyle istek olsun veya olmasın doğrudan doğruya yani kendiliğinden katılma alacağından düşürülmesi olanağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Katılma alacağı, TMK.nun 202 ve devamı maddeleri gereğince kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan ve kanundan doğan şahsi nitelikte bir alacak hakkıdır. Gerek katılma alacağı ve gerekse katkı payı alacağı için aynı hakkın ( mülkiyetin ) istenemeyeceği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. ( 07.03.1953 T.1953/8E, 1953/7 s. YİBBGK. )

TMK.nun 219. maddesinde, "edinilmiş mal, her eşin bir mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleridir" biçiminde tanımlanmıştır.

TMK.nun 495 ve devamı maddelerinde, düzenlenen Miras Hukukundan ( terekeden ) doğan hak bir alacak hakkı olmayıp ayni nitelikte bir haktır. Yani bir aynı paylaşım söz konusudur. TMK.nun 641. maddesine göre, mirasçılar, tereke borçlarından müteselsilen sorumludur. Aynı kanunun 654. maddesinde ise, miras bırakanın bir mirasçıdaki alacağı, paylaşma sırasında o mirasçının payına mahsup edilir, denilmektedir. Ancak, TMK.nun 654. maddesi, katılma alacağı bakımından somut olayda uygulama olanağı bulunmamaktadır. Yalnızca miras paylaşımı sırasında miras bırakanın bir mirasçıdaki alacağı için uygulanabilmektedir. Halbuki katılma alacağı murisin borcu olup, ödünç verilmiş bir alacağının olduğundan söz edilemez.

Eşler arasındaki mal rejimi TMK.nun 225/1. maddesi uyarınca, diğer eş R.F.B.'ın 06.07.2005 tarihinde ölümü ile sona ermiştir. TMK.nun 202 ve devamı maddeleri gereğince katılma alacağı terekenin öncelikli borçlarından olup, terekenin paylaşımından önce ödenmesi gereken bir alacak hakkıdır. Bu durum karşısında davacı, aynı zamanda terekenin borçlarından da sorumludur. Bu konuda da azınlık ve çoğunluk arasında bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Ne var ki katılma alacağı ile terekenin paylaşımına ilişkin hükümler birbirlerinden farklı olup, tasfiyeleri de birbirlerinden farklı hükümlere ve kurallara göre yapılmaktadır.

Katılma alacağı ve terekeden kaynaklanan haklar arasındaki farklılıkları şöyle sıralamak mümkündür; katılma alacağı bakımından; 1- Katılma alacağı şahsi hak niteliğinde bir nisbi alacak hakkıdır, 2- Katılma alacağı kanundan kaynaklanmaktadır, 3- Ölümle sona eren edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi ölen eşin terekesinin paylaşılmasının bir ön koşulu olarak ortaya çıkmaktadır, 4- Katılma alacağı terekenin öncelikle ve peşin ödenmesi gereken borçları arasında yer almaktadır, 5- Katılma alacağı, miras bırakanın borcudur, 6- Miras bırakanın ölümü ile borçlu olma sıfatı mirasçılarına geçer ve mirasçılar TMK.nun 641. maddesine göre borçlardan müteselsilen sorumludurlar, 7- Davacı sağ eş, hem katılma alacağı nedeniyle tereke alacaklısı ve hem de tereke borcundan dolayı mirasçı sıfatıyla tereke borçlusudur. Bu nedenle alacaklı ve borçlu sıfatı davacı sağ eşte birleşmiş durumdadır, 8- Katılma alacağı alacaklısı miras payı oranında tereke borçlarından sorumludur, 9- Sağ eş katılma alacağını aldıktan sonra borca batık mirası ( terekeyi ) reddetme hakkı vardır, 10- Edinilmiş malların sürüm değerleri tasfiye anındaki yani karar tarihine en yakın tarihteki değerleri hesaplamaya esas alınır ( TMK.m.235/1 ), bu sebeple davanın sürecine göre ölüm tarihi ile karar tarihi arasında uzun süre geçmiş olabilir ( 3-5 yıl, hatta daha fazla olabilir ), 11- Sağ eşin aldığı katılma alacağı, ölenin evlilik süresince edindiği mallara katkısının bir karşılığıdır, 12- Mal rejiminin tasfiyesinde yetkili ve görevli mahkeme Aile Mahkemesidir, 13- Katılma alacağı oranı kanun gereği ½ ( yarısı ) olup, sabit bir oran olarak belirlenmiştir ( TMK.236/1 ), 14- Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesine konu mallar kural olarak edinilmiş mallardır. Miras ( tereke ) hakları bakımından; 1- Terekeden doğan hak şahsi hak niteliğinde bir nisbi alacak hakkı olmayıp, miras hukukundan kaynaklanan bir ayni haktır. Yani bir ayni paylaşımdır. 2- Mirasçılar tereke borçlarından müteselsilen sorumludur. ( TMK.m.641/1 ), 3- Terekenin tasfiyesine konu mallar murisin hem kişisel malları ve hem de edinilmiş mallarıdır. 4- Terekenin net miktarının ( net terekenin ) bulunması için öncelikle tasfiyede sağlanan eşin katılma alacağının çıkarılması gerekmektedir. Böylece terekenin tasfiyesinden düşecek paydan önce, eş mal rejiminin tasfiyesinden düşecek paya sahip olacaktır. 5- Miras, miras bırakanın ölümü ile açılır. Miras bırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirilir ( TMK.m.575 ), yani terekedeki tüm kişisel ve edinilmiş malların sürüm değeri ölüm anındaki ( tarihindeki ) durumuna göre saptanır, 6- Katılma alacağı alacaklısının miras hakkı, ölenin mirasçısı olması nedeniyle aldığı bir karşılıktır, 7- Terekenin tasfiyesi ile ilgili tüm davalarda yetkili ve görevli mahkeme miras bırakanın yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesidir ( TMK.m.658 ), 8- Sağ eşin yasal miras payı 1. zümre ile ¼, 2. zümre ile ½, 3. zümre ile ¾, ve hiç mirasçı kalmamış ise tamamıdır ( TMK.m.499 ), yani miras payı açıklandığı gibi değişkendir, 9- Sağ kalan eşin mirasçılık sıfatı sona ermiş olsa da ( mirastan feragat, mirası ret, mirastan çıkartma, mirastan yoksunluk gibi ) yasal mal rejimi tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağını mirasçılardan isteyebilir, mirastan feragat ve mirasın reddi, katılma alacağı bakımından feragat anlamına gelmez, 10- Terekenin ( mirasın ) paylaşımı için kanunda herhangi bir süre yer almamaktadır. TMK.nun 642. maddesine göre, mirasçılardan her biri, sözleşmeye veya kanun gereğince ortaklığı sürdürmekle yükümlü olmadıkça, her zaman mirasın paylaşılmasını isteyebilir ( TMK.m.639, istihkak davası için zamanaşımı söz konusudur ). Belirtildiği gibi açıklanan farklılıklar nedeniyle katılma rejiminin tasfiyesi ile terekenin tasfiyesinin birlikte yapılmasının kesinlikle doğru olmadığı görüşündeyim. Çünkü bizi beklenmeyen sorunlar ve sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir. Bu konuda isteğin olup olmaması da sonuca etkili değildir.

Davacı eş ölen eşin mirasçısı olup davalı ise, murisin ilk eşinden olan mirasçısıdır. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, bankadan çekilen kredi iki mirasçı tarafından miras payları oranında kapatıldığı savunulmaktadır. Kredinin mirasçılardan biri tarafından az veya çok ödenmiş bulunması nedeniyle diğer eşten istenmesi genel hükümlere göre çözümlenmesi gereken bir husus olup Aile Mahkemesinin görevi dahilinde bulunmamaktadır.

Katılma alacağı, terekenin borcu olduğu konusunda uyuşmazlık yoktur. Ancak bu alacak hakkı terekeden öncelikle ödenmesi gereken bir alacak hakkıdır. Davacı, terekeden alacaklı olduğu gibi, aynı zamanda az önce açıklanan TMK.nun 641. maddesi uyarınca da terekenin borçlusu durumundadır. Yani somut olayda, alacaklı ve borçlu sıfatı davacıda birleşmiş durumdadır.

Çoğunluğun görüşü benimsendiği takdirde katılma alacağının tasfiyesi ile terekenin paylaşımının birlikte yapılması yolunun açılacağı konusunda kuşku duyulmamalıdır. Zaten bir formülü bulunmayan, tam aksine adeta sayısız formüle sahip olan katılma alacağının hesaplanması yönteminin oldukça karmaşıklığı karşısında, birde mirasın paylaşımı buna eklendiğinde mal rejiminin tasfiyesini daha da içinden çıkılmaz hale getirileceğinden kuşku duyulmamalıdır. En büyük endişem buradan kaynaklanmaktadır. Farklı tasfiye kurallarına bağlı bulunan her iki hakkın aynı anda ve birlikte tasfiyesi halinde ileride beklenmeyecek ve kestirilemeyecek sorunlarla karşılaşılması mümkün olabilir. Örneğin, mal rejiminin tasfiyesi yapıldıktan sonra, murisin sağ kalan eşini mirastan mahrum ( yoksun ) bırakıldığına yada mirastan çıkartıldığına veya tüm mirasını davacı eş dışında başkalarına bıraktığına ilişkin bir vasiyetnamenin ortaya çıkması halinde durum ne olacaktır ve nasıl değerlendirilecektir. Ya da, sağ kalan eş öncelikli olan katılma alacağını terekeden aldıktan sonra terekenin borca batık olduğunu öğrenmesi üzerine mirası reddetmek istediğinde sorun ne şekilde değerlendirilecektir. Bu ve benzeri durumların beklenmeyen ve kestirilemeyen haller olduğunda duraksamamak gerekir.

Tüm bunlar gözönünde bulundurulduğunda, katılma alacağı ile terekenin birlikte tasfiyeye tabi tutulmasının doğuracağı sakıncaların ve ortaya çıkabilecek çözümsüzlüklerin şimdiden kestirilmesi oldukça güçtür. Bu bakımdan istek olsun ya da olmasın sağ kalan davacı eşe ait miras payının katılma alacağından düşürülmesi katılma alacağına hakim olan ilkeler ile miras hukukuna hakim olan ilkelere aykırı düştüğü kanısındayım.

O halde, öncelikle davacının katılma alacağının terekenin öncelikli borcu olarak terekeden ödenmeli, ondan sonra mirasçılar kalan net terekeyi aralarında miras payları oranında paylaşmaları gerekecektir. Davacının terekeye olan borucu ancak terekenin tasfiyesi sırasında göz önünde bulundurulmalı ve terekeye olan borcu miras payından düşürüldükten sonra kalan miras payı varsa kendisine ödenmelidir. Öte yandan, mirasçıların birbirlerine karşı rücu davasını açarak alacaklarını tahsil etmeleri de mümkündür.

Kaldı ki, davalı ve vekili dosyaya sundukları tüm dilekçelerde, davacının aynı zamanda tereke borçlusu olduğunu, bu nedenle miras payı oranında katılma alacağından bu borcun düşürülmesi gerektiğini savunma olarak getirmemişler ve bu konuda herhangi bir beyanda bulunmamışlardır. İstek dahi olmadan, HMK.nun 26. maddesine aykırı olarak Daire çoğunluğunca bu hususun kendiliğinden göz önünde bulundurulmasının doğru olmadığı ve yukarıda açıklanan ilkelere uygun düşmediği kanısındayım.

Saptanan bu somut olgular karşısında, davalı vekilinin karar düzeltme isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü ile davacının miras payı bakımından hükmün bozulmasına karar verilmesi biçiminde gerçekleşen değerli çoğunluğun görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum. 18.04.2013

Kazancı
Old 11-02-2014, 15:14   #68
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/9607
K. 2013/6424
T. 2.5.2013

• EVLİLİK BİRLİĞİNİN SONA ERMESİ NEDENİYLE KATKI PAYI ALACAĞI DAVASI ( Dairenin Bozma Kararının Yerel Mahkemece Uyulduğu Halde Yerine Getirilmediği - Tayin Edilen Bilirkişinin Hazırladığı Raporun Yetersiz Olduğunun Kabulü Gereği/Bilirkişi )

• TAŞINMAZIN İNŞAAT SEVİYESİNİN BELİRLENMESİ ( Tarafların Tüm Gelir Bilgilerinin Tespiti/Ait Olduğu Dönemlere Uygun Mal Rejimleri Esas Alınarak Hesaplama Yapılması Gereği - Katkı ve Katılma Alacaklarının Ayrı Ayrı Belirlenmesi Gerektiği )

• KOOPERATİF ÜYELİĞİ YOLUYLA EDİNİLEN TAŞINMAZ ( Dava Konusu Araç ve Taşınmaz Bakımından Katkı ve Katılma Alacaklarının Ayrı Ayrı Belirlenerek Uzman Bilirkişiye Açıklattırılması Gerektiği/Gerekirse Hukukçu Bilirkişiden de Faydalınabileceği )

• BİLİRKİŞİ RAPORUNUN YETERSİZ OLDUĞU ( Dava Konusu Taşınmazın Bozma İlamında Belirtilen Tarihteki İnşaat Seviyesinin Belirlenmesi Açısından Tanık ve Gerekirse Kooperatif Yönetim kurul Başkan ve ÜYelerinin Bilgilerinden Faydalanılacağı )

• TANIK VE YÖNETİM KURULU BAŞKAN VE ÜYELERİNİN BEYANLARI ( Kooperatif Üyeliği Yolu ile Edinilen Taşınamzın Bozma İlamında Belirtilen Tarihler İtibariyle İnşaat Seviyesinin Belirlenmesi Açısından Hükme Esas Alınan Raporun Yetersiz Olduğu )

• EŞLERİN BİRBİRİNE KARŞI TAKAS İRADESİ ( Davalının Bunu İleri Sürmesi ve Davacı Adına Bulunan Mal ve Eşyaların Takasa Tabi Tutulması Konusunda İsteği Bulunması Gereği - Eldeki Davada Bu Konuda Bir Takas İradesi Bulunmadığının Gözetilmesi Gereği )

• RE'SEN TAKASA VE KÜLLÜ TASFİYEYE GİRİLEMECEĞİ ( En Azından Bu Konuda Davalı Tarafında Davacıdan Ne İstediğinin Savunma Olarak Getirilmesi Gerektiği - Doska Kapsamında Takas İradesi Bulunmadığının Yerel Mahkemece Gözetilmesi Gerektiği/Takas )

4721/m. 227,231,236

ÖZET : Dava, evlilik birliğinin sona ermesi nedeniyle katkı payı alacağı istemine ilişkindir.Yerel mahkeme kararı, daire tarafından bozulmuştur.Ancak, mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde bozma gerekleri yerine getirilmemiştir. Dava konusu kooperatif üyeliği yoluyla edinilen taşınmazın, bozma ilamında belirtilen tarihler itibariyle inşaat seviyesinin tanık ve bilirkişi gerekirse kooperatif yönetim kurulu başkanı ve üyeler dinlenerek saptanması gerekir. Tayin edilen inşaat bilirkişinin kooperatif mali müşavirinden haricen edindiği bilgiler vasıtasıyla belirlenmesi hatalıdır.Bundan ayrı olarak her eşin diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olacağıdan ve alacakların takas edilebileceğinden takas yapılabilmesi için davalının bunu ileri sürmesi ve davacı adına bulunan mal ve eşyaların takasa tabi tutulması konusunda isteği bulunması gerekir.Dosya kapsamında bu konuda istek bulunmamaktadır.Tarafların açıklamalarının tespitiyle, dosya kapsamında bu yönde bir talep olmadığı halde altın, para ve servis aracının hesaplamaya dahil edilerek takas olarak değerlendirilmesi, başka bir anlatımla resen takasa ve külli tasfiyeye girilmesi isabetsiz bulunmaktadır. Külli ( tam ) tasfiyenin ve takasın yapılabilmesi için en azından bu konuda davalı tarafında davacıdan ne istediğinin savunma olarak getirilmesi gerekir.

DAVA : N.D. ile M.N.D. aralarındaki alacak davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair Eskişehir 3.Aile Mahkemesi'nden verilen 05.06.2012 gün ve 691/453 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı N.D. vekili, evlilik birliği içinde edinilen 586 ada 54 parselde 5 numaralı bağımsız bölüm ile 26 NN ... plakalı aracın alımına vekil edeninin katkıda bulunduğunu açıklayarak, tapu kaydı ve araca ilişkin tescilin iptali ile 1/2 paylarının vekil edeni adına tescilini; olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak 30.000 TL'nin boşanma davasının açıldığı tarihten itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsili ile vekil edenine ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı M.N.D. vekili, dava konusu kooperatif yoluyla edinilen taşınmazın peşinat ve 2001 yılı ara ödemelerine davacının 4500 TL katkısı olduğunu, bunun dışında gerek kooperatif ve gerekse de araca ilişkin ödemelerin vekil edeninin gelirinden karşılandığını, evlilik süresince davacının ayrı bütçesi olduğunu, aslen davacıya ait olduğu halde 26 NC ... plakalı aracın davacının annesi adına kayıtlı bulunduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 14.550 TL katkı alacağı, 12.546 TL edinilmiş mal alacağı olmak üzere 27.096 TL'nin karar tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazla istemin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davanın kısmen kabulüne ilişkin ilk hüküm taraf vekillerinin temyizi üzerine Dairenin 14.4.2011 gün, 2010/4843 Esas ve 2011/2186 Karar sayılı ilamıyla "… Dava konusu taşınmaz ve aracın ½ paylarının iptal ve tescil isteğinde bulunulmuş ise de, katkı payına dayanarak ayın talep edilemeyeceğinden buna ilişkin talebin reddinde isabetsizlik olmadığı, mal rejiminin sona ermesi nedeniyle davalı üzerinde kayıtlı bulunan nizalı taşınmaz ve araca ilişkin iddiaya konu alacağın hesaplanmasında yargılama aşamasında dosyaya yansıyan bilgilerin resen değerlendirilmesi suretiyle takas ve mahsup yapılamayacağı, taraflar çalıştığına göre nizalı aracın edinim tarihi 02.09.1998 tarihi itibariyle eşler arasında mal ayrılığı rejimi geçerli olduğundan buna ilişkin talebin Borçlar Kanunu'nun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulması, 743 sayılı MK'nun 152.maddesinin nazara alınması, 28.02.2001 tarihinde davalı adına üye olunan ve bir kısım ödeme mal ayrılığı, bir kısım ödeme edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde, bir kısım ödeme ise boşanma davasının açıldığı tarihten sonra yapılarak boşanma davasının kesinleştiği tarihten sonra ferdileşme yoluyla davalı adına tescil edilen niza konusu taşınmaz bakımından davacının talebine ilişkin hesaplamanın ait olduğu dönem gözönünde bulundurularak yapılması, buna göre öncelikle kooperatif üyelik tarihinden TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 ve mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar inşaatın tamamlanma oranı ile tamamlanmış halinin tasfiye tarihindeki sürüm değerinin tespit edilmesi, evlenme tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar eşlerin çalışmaları karşılığı gelirlerine ilişkin tüm evrakların getirtilmesi, davalı kocanın 743 sayılı MK'nun 152. maddesi gereğince geçim yükümlülüğü ve her iki eşin kişisel harcamaları çıktıktan sonra yapabilecekleri tasarruf miktarının saptanması, her bir eşin tasarruf oranının belirlenmesi, bulunan bu oranların dava konusu taşınmazın 01.01.2002 tarihindeki inşaat tamamlama oranı da gözönünde bulundurularak 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle tarafların edinilmiş mallara katılma rejimine kişisel malları olarak gireceğinin kabul edilmesi, 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 ile mal rejiminin sona erdiği 26.12.2003 tarihleri arasında edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli olduğundan, bu dönemde tarafların yaptıkları kooperatif aidat ve ara ödemelerinin aksi kanıtlanmadıkça edinilmiş mallardan karşılandığının ve edinilmiş malların yerine geçen değerlerin de edinilmiş mal sayılacağının kabulü ile mal rejiminin sona erdiği tarih itibariyle inşaatın tamamlanma oranının da gözönünde bulundurularak TMK'nun 227, 231, 236. maddeleri uyarınca hesaplanması, 01.01.2002 tarihinden önceki katkı oranı, dava konusu taşınmazın tasfiye tarihi ( karara en yakın tarih ) itibariyle belirlenecek sürüm değeri karşısındaki oranına dönüştürülerek, bulunacak miktarın her bir eşin aktifine kişisel malı olarak eklenmesi, 01.01.2002 ile 26.12.2003 tarihleri arasındaki harcamaların ve inşaat yapım oranının yine taşınmazın tasfiye tarihindeki sürüm değeri karşısındaki oranına dönüştürülerek TMK'nun 227, 231 ve 236. maddeleri uyarınca tasfiyeye konu edilmesi, bunlardan ayrı boşanma davasından sonra tapu maliki olan davalı tarafından yürütülen inşaat nedeniyle yapılan harcamaların mal rejiminin tasfiyesi nedeniyle alacak davasına konu edilemeyeceğinin gözönünde bulundurulması, bu tespitler yapılırken halen tasfiye halinde olan SS E... Konut Yapı Kooperatifi'nden belirtilen tarihler itibariyle inşaatların yapım aşamasına ilişkin belgelerin getirtilmesi, gerektiği takdirde keşif yapılması ve ihtiyaç duyulması halinde konusunun uzmanı mali müşavir, inşaat mühendisi, emlakçı ve hukukçu bilirkişilerin bilgilerine başvurulması, ondan sonra tüm dosya kapsamı değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulması…",
Gereğine işaret edilerek bozulmuştu.

Mahkemece bozma ilamına uyulduğu halde bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. Bozmaya uyulmakla taraf yararına usuli kazanılmış hak doğar ve bozma ilamı çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması gerekir. Dava konusu kooperatif üyeliği yoluyla edinilen taşınmazın bozma ilamında belirtilen tarihler itibariyle inşaat seviyesinin tanık ve bilirkişi gerekirse kooperatif yönetim kurulu başkanı ve üyeler dinlenerek saptanması gerekirken, tayin edilen inşaat bilirkişinin kooperatif mali müşavirinden haricen edindiği bilgiler vasıtasıyla belirlenmesi doğru olmamıştır.
Bundan ayrı, TMK'nun 236/1.fıkrasında her eşin diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olacağı ve alacakların takas edileceği düzenlenmiştir. Ancak, takas yapılabilmesi için davalının bunu ileri sürmesi ve davacı adına bulunan mal ve eşyaların takasa tabi tutulması konusunda isteği bulunması gerekir. Dosya kapsamında bu konuda istek bulunmamaktadır. Tarafların açıklamalarının tespitiyle, dosya kapsamında bu yönde bir talep olmadığı halde altın, para ve servis aracının hesaplamaya dahil edilerek takas olarak değerlendirilmesi, başka bir anlatımla resen takasa ve külli tasfiyeye girilmesi isabetsiz bulunmaktadır. Külli ( tam ) tasfiyenin ve takasın yapılabilmesi için en azından bu konuda davalı tarafında davacıdan ne istediğinin savunma olarak getirilmesi gerekmektedir.
Mahkemece yapılacak iş; dava konusu kooperatif üyeliği yoluyla edinilen bağımsız bölümün inşaat seviyesinin yukarıda açıklanan tarihler itibariyle belirlenmesi, tarafların evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar tüm gelir bilgilerinin eksiksiz getirtilmesi, ondan sonra uyulan bozma ilamında açıklandığı üzere ait oldukları dönemler itibariyle denetime uygun hesap yapılması, gerektiği takdirde bu hususta hukukçu bilirkişiden rapor alınması, dava konusu araç ve kooperatif üyeliği yoluyla edinilen taşınmaz bakımından katkı ve katılma alacaklarının ayrı ayrı belirlenip açıklanması suretiyle, temyiz edenin sıfatı da nazara alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
Kabule göre de; davacı tarafta kaldığı gerekçesiyle hesaplamaya dahil edilen ziynet eşyalarının değerinin belirlenmesi hususunda dosya kapsamında bilirkişi raporu veya Kuyumcular Odasından sorulduğuna ilişkin belgeye rastlanmamıştır. Ziynet eşyalarının değerinin belirlenmesi uzmanlık gerektiren konu olup, yapılan hesaplama denetime elverişli bulunmamıştır. Ayrıca; tarafların açıklamalarından yola çıkılarak mahkemece yapılan hesaplamaya göre, davalı tarafından ileri sürülen davacıya ait olduğu halde annesi adına kayıtlı bulunduğu iddia olunan araç konusunda olumlu veya olumsuz karar verilmemiş olması da isabetsizdir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle usul ve yasa hükümlerine uygun bulunmayan hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, yine 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla HUMK.nun 388/4 ( HMK.m 297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine 402,00 TL peşin harcın istek halinde davalıya iadesine, 02.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 11-02-2014, 15:19   #69
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/11057
K. 2013/7419
T. 20.5.2013

• EDİNİLMİŞ MAL NİTELİĞİNDEKİ TAŞINMAZDAN KAYNAKLANAN KATILMA ALACAĞI ( Taşınmazın 08.06.2004 Tarihinde Satın Alındığı ve Üzerine 5 Katlı Bina Yapılmış Olduğu - Edinilmiş Malların Yerine Geçen Değerlerin Edinilmiş Mal Niteliğinde Sayılacağı )

• TASFİYE SIRASINDA BORÇLU EŞİN MAL VARLIĞININ KATILMA ALACAĞINI KARŞILAMAMASI ( Alacaklı Eşin Edinilmiş Mallarda Hesaba Katılması Gereken Karşılıksız Kazandırmaları Bunlardan Yararlanan Üçüncü Kişilerden Eksik Kalan Miktarla İsteyebileceği )

• AYNİ HAKKIN İSTENEMEMESİ ( Alacak Niteliğindeki Şahsi Hakkın İstenebileceği - Mahkemece Hüküm Altına Alınan Artık Değerin Sadece Davalı Eşten Tahsiline Karar Verileceği - Eldeki Davada Üçüncü Kişi Durumdaki Davalının Müşterek Sorumlu Olmadığı )

• EDİNİLMİŞ MAL YERİNE GEÇEN DEĞERLER ( Taşınmazdan Kaynaklanan Alacağın Katılma Alacağı Niteliğinde Olduğu - Mahkemece Değer Artış Payı Alacağı Olarak Nitelendirme Yapılmasının Maddi Hata Olarak Kabulü/Katılma Alacağı/Edinilmiş Mal/Alacak )

• ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARA KARŞI ALACAK TALEBİ ( Tasarruf ve Devirlerden Yararlanan Üçüncü Şahıslara Davanın İhbar Edilmesi Gereği )

ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARA KARŞILIKSIZ KAZANDIRMALAR ( Alacaklı Eşin Edinilmiş Mallara Dahil Olması Gereken Fakat Karşılıksız Kazandırma ile Üçüncü Şahıslar Yararına Yapılmış Kazandırmaları İsteyebileceği - Katılma Alacağı Davası/Şahsi Hak Talebi )

• TENKİS DAVASI HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI ( Üçüncü Şahıslara Karşı Dava Açma Hakkı - Edinilmiş Mallara Dahil Olması Gereken Fakat Karşılıksız Kazandırma ile Üçüncü Şahıslar Yararına Yapılmış Kazandırmaları İstenebileceği/Katılma Alacağı Oranında )

4721/m. 202,218,229,241

ÖZET : Dava, edinilmiş mal katılma niteliğindeki taşınmazdan kaynaklanan katılma alacağı talebine ilişkindir.Dava konusu taşınmaz, 08.06.2004 tarihinde satın alındığından edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. Dava konusu taşınmazın, 2005-2007 tarihleri arasında üzerinde 5 katlı bina yapılmıştır.Edinilmiş malların yerine geçen değerler edinilmiş mal niteliğindedir. Bu durum karşısında taşınmazdan kaynaklanan alacak, katılma alacağı niteliğinde bulunduğu halde, Mahkemece, değer artış payı alacağı olarak nitelendirilmesi maddi hatadır çünkü alacağın katılma alacağı olduğu konusunda bir duraksama söz konusu değildir.Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda katılma alacağının elde edilemediği ve tasarrufta bulunan eşin mal varlığının bunu karşılamadığını belirtir mahkeme kararı, tasarruf ve devirden yararlanan üçüncü şahıslara ancak davanın ihbar edilmesi olması koşuluyla ileri sürülebilecektir. Bu halde alacaklı durumda olacak kişinin istekte bulunması imkanı olacaktır.TMK.nun 229. maddesinin TMK.nun 241. maddesinden ayrı ve bağımsız olarak uygulanması mümkün görülmemektedir.Tasfiye sırasında borçlu eşin mal varlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde alacaklı eş, edinilmiş mallara dahil olması gereken fakat karşılıksız kazandırma ile üçüncü şahıslar yararına yapılmış kazandırmaları isteyebilecektir.Ancak, alacaklı eş, yerine getirilmeyen katılma alacağı oranında bunu isteme hakkına sahiptir. Bu nedenle, TMK.nun 241. maddesiyle katılma alacağı ihlal edilen eşe, üçüncü şahsa karşı dava açma hakkı tanınmıştır.Doktrinde bu davaya Miras Hukukundan kaynaklanan tenkis davasına benzetilmekte ve tenkis davasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı öngörülmektedir.Ancak, aralarında farkların bulunduğu ve ileri sürme davasının mal rejimine özgü bir tenkis davası olarak bazı yazarlarca isimlendirildiği görülmektedir.Saptanan bu durum karşısında, TMK.nun 229. maddesiyle getirilen istek sadece, eş tarafından tahsil edilemeyen katılma alacağı miktarı ile sınırlı kazandırma veya devir oranında değerini para olarak üçüncü şahıstan isteme olanağına sahiptir. TMK.nun 241/1. fıkrası açıkça bunu göstermektedir. Yani üçüncü şahıstan kazandırma veya devirle elde ettiği malın geri istenmesi mümkün değildir. İstenecek olan tek şey maddenin birinci fıkrasında da belirtildiği gibi, tasfiye sırasında borçlu eşin mal varlığı veya terekesi katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir.Şu halde istenen şey, alacak niteliğinde bir şahsi haktır. Aynı hakkın istenmesi olanaksız görülmektedir.Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere TMK.nun 229. maddesinin tek başına ve aynı kanunun 241. maddesinden bağımsız olarak ve ayrı yorumlanarak suretiyle uygulanması düşünülemez. Bu nedenle, Mahkemece hüküm altına alınan artık değerin sadece davalı eşten tahsiline karar verilmesi gerekirken hükmü temyiz eden ve üçüncü kişi durumunda bulunan davalı S' de dahil edilmek suretiyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

DAVA : Ö. A. ile S. S. ve müşterekleri aralarındaki katkı payı, aile konutu şerhi konulması, tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne, kısmen karar verilmesine yer olmadığına ve mahkemenin görevsizliğine dair Mersin 3. Aile Mahkemesi'nden verilen 22.05.2012 gün ve 951/386 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı Ş. A. vekili ile davalı S. S. vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı Ö. vekili dava dilekçesinde; vekil edeni ile davalı Ş.'nin 1986 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edindikleri 47 ada 14 sayılı parselin davalı Ş. adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, davacı Ö.'in hırdavatçılık yaptığını, davalı Ş.'nin ise ev hanımı olup herhangi bir gelirinin olmadığını, 14 sayılı parselin 2002 tarihinden sonra arsa niteliği ile davalı adına tapuya kaydedildiğini ve alındığını, ancak arsa üzerine 5 katlı binanın yapıldığını, inşaatın 2007 yılında bittiğini, 05.06.2009 tarihinde kat irtifakına geçildiğini, taşınmazın 14.08.2008 tarihinde davalı tarafından diğer davalı S.A.'ya onun tarafından da 07.04.2009 tarihinde diğer davalı S. S.'ya satılıp devredildiğini, gerçek değerinden düşük bir fiyata satışlarının yapıldığını, birinci satışta tapuda 22.200,00 TL ikinci satışta ise resmi senette, 142.500,00 TL satış değeri gösterildiğini, ard arda ve kısa aralıklarla satışların yapılması, ortada bir tertibin olduğunu gözler önüne serdiğini, 4 nolu dairenin aile konutu olduğunu, taşınmazı alan S.A. ve S. S.'ın bunun aile konutu olduğunu bildiklerini açıklayarak aile konutu ile ilgili olarak yapılan satışın iptaline eski hale getirilerek, davalı Ş.A. adına tapuya kayıt ve tesciline, tapuya aile konutu şerhi verilmesine, 2002 yılından sonra edinilen ve davalı eş üzerinde tapuda kayıtlı bulunan taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı Ş. adına tapuya kayıt ve tesciline, olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla şimdilik 150000,00 TL katkı payı alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı S. S. 06.11.2009 tarihli cevap dilekçesinde, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Davalı Ş. vekili cevap dilekçesinde, "vekil edeni tarafından dava konusu taşınmazın 03.09.2000 tarihinde vefat eden vekil edeninin babasından kalan miras mallarının paylaşımı sonucu ve birikimleri ile kardeşlerinden gelen yardım parasıyla evi aldığını, davacı ile bir ilgisinin bulunmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur."

Davalı S. taşınmazı 100.000,00 TL karşılığında davalı Ş.'dan satın aldığını, 50.000,00 TL'sini peşin verdiğini, kalan, 50.000,00 TL'yi de inşaatı bitirmek için masraf yaptıklarını, daha sonra 145.000,00 TL'ye diğer davalı S.'a sattığını, Ş.'ın kalan borcunu ödediğini belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, "aile konutunun satışının iptali ve eski hale getirilerek davalı Ş. üzerine tescili talebiyle ilgili olarak Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi görevli olduğundan bu yönden dava dilekçesinin reddine, karar kesinleştiğinde yasal süre içerisinde ve talep halinde dosyanın görevli ve yetkili Mersin Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, Aile konutu şerhi konulmasıyla ilgili istek konusuz kaldığından buna ilişkin olarak karar verilmesine yer olmadığına, davacı tarafın değer artış payı isteğinin kabulüne, karar tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte 231.500,00 TL değer artış payı alacağının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, davacıya ödenmesine..", karar verilmesi üzerine hüküm, yalnızca davalı Ş. ve diğer davalı S. tarafından temyiz edilmiştir. Davacı ile davalı S.'in herhangi bir temyizi söz konusu değildir.

Dava, 4721 sayılı TMK.nunca yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimi süresi içerisinde edinilen taşınmazdan kaynaklanan ve TMK.nun 202, 218, 229, 231, 232, 235 ve 236. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı isteğine ilişkindir.

Taraflar 28.11.1986 tarihinde evlenmiş, 01.12.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulü ve hükmün 09.06.2011 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Taraflar arasında, evlendikleri 28.11.1986 tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM.nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, taraflar sözleşmeyle başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerine göre 4721 sayılı TMK.nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı 01.12.2008 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. ( TKM. m. 202, 4722 sk..m.10 ) Taraflar arasındaki mal rejimi TMK.nun 225/2. fıkrası uyarınca boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir.

Davalı Ş. vekilinin temyiz itirazları bakımından yapılan incelemede; davalı vekili temyiz dilekçesinde, katkı payı alacağı olduğu halde Mahkemece değer artış payı olarak değerlendirilip karar verilmesinin doğru olmadığını, bilirkişi raporunda katılma alacağı olarak değerlendirildiğini, terditli istek konusunda görevsizlik kararı verilmesinin doğru olmadığını, aile konutu bakımından görevsizlik kararı verildiğine göre vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda hüküm kurulmamasının yerinde bulunmadığını, dava dilekçesinde öncelikle tapu iptali isteğinde bulunduğundan dava harcının 231,500 TL değil taşınmazın değeri olan 463,00 TL üzerinden eksik harcın tamamlanması gerektiğini, vekil edeninin taşınmazı babasından gelen miras malı ve kardeşlerinin yardımı ile aldığını açıklayarak hükmün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre 47 ada 14 sayılı parselin 08.06.2004 tarihinde arsa niteliğiyle alındığı ve davalı adına tapuda kayıtlı bulunduğu, 2005-2007 yılları arasında üzerine 5 katlı binanın yapıldığı daha sonra kat irtifakına geçildiği, 1, 2, 3, 4 ve 5 nolu bağımsız bölümlerle ilgili olarak irtifak hakkının kurulduğu, taşınmazın 14.08.2008 tarihinde davalı eş Ş. tarafından S. A.'ya, daha sonra bunun tarafından da 07.04.2009 tarihinde diğer davalı S. S.'ya tapuda satış yapılarak devir edildiği, taşınmazın halen S. S. adına tapuda kayıtlı bulunduğu belirlenmiştir.

Taşınmaz, edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 01.01.2002 tarihinden sonra 8.6.2004 tarihinde satın alındığına ve aksi de kanıtlanmadığına göre TMK.nun 219 ve 222/3. fıkrası gereğince edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. Davalı Ş. her ne kadar babasından gelen miras malından kaynaklanan para ve kardeşlerinin yardımı ile söz konusu evi aldığını ileri sürmüş ise de, bu savunmasını kanıtlayamadığı dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile sabittir.

Taşınmazın, tasfiye tarihine yani karar tarihine yakın bir tarihte tespit edilen sürüm değeri ( TMK. m. 232, 235/1 ) esas alınarak TMK.nun 236/1. fıkrası uyarınca, artık değerin yarısı olan 231.500 TL katılma alacağının hüküm altına alınmasında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmamıştır. Bundan ayrı, aile konutu satışının iptali ve eski hale getirilmesi isteği konusunda verilen görevsizlik kararı yerinde bulunmaktadır. HMK.nun 331/2.maddesi gereğince, "görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi halinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder" denildiğine göre bundan sonra bakacak görevli ve yetkili Mahkemece vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda bir karar verileceğinden davalı Ş. vekilinin katılma alacağına görevsizlik kararı ile ilgili olarak vekalet ücreti ve yargılama giderlerine ilişkin tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Davalı S. S. vekilinin temyiz itirazlarına gelince; davalı S. vekili temyiz dilekçesinde; davacı yararına 231.500,00 TL değer artış payı alacağının davalılardan müştereken ve müteselsilen alınmasına karar verildiğini, taşınmazı ilk alan Ş. A.'ın kiracısı olduğunu, Ş.'ı bu şekilde tanıdığını, çeşitli konularda mülk sahibi olması nedeniyle yardımına başvurduğunu, bu nedenle vekil edeninin taşınmazı muvazaalı olarak değil gerçek bir satış işlemiyle devraldığını, bilirkişilerce katılma alacağı olarak nitelendirilen miktarın değer artış payı ( katkı payı ) olarak nitelendirilip mahkemece hükmedilmesinin doğru olmadığını, ortada muvazaanın unsurlarının bulunmadığını, Ş. tarafından taşınmazın önce davalı S.'e, ondan da vekil edeni tarafından tapuda yapılan satış ve devirle aldığını, tapu iptali ve tescil davası bakımından görevsizlik kararı verildiğine göre vekil edeni yararına vekalet ücreti takdiri gerektiğini, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığını ve bu nedenle vekil edeninin katılma alacağından sorumlu olamayacağını açıklayarak hükmün bozulmasına karar verilmesi isteğinde bulunmuştur.

Davalı S. taşınmazı alan üçüncü el durumundadır. Az yukarıda da açıklandığı üzere HMK.nun 231. /1. maddesi gereğince vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda dosyanın gideceği görevli ve yetkili Mahkemece karar verileceğinden davalı S. vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yukarıda açıklandığı biçimde yerinde görülmemiştir. Katılma alacağı bakımından yapılan temyiz incelemesinde ise, davalı S., 07.04.2009 tarihinde 47 ada 14 sayılı parselde bulunan taşınmazı davalı S. A.'dan satın almıştır. Mahkemece, katılma alacağının müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline ve davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Davalı S. bu nedenle davaya göre üçüncü kişi durumundadır. TMK.nun eklenecek değerler başlığını taşıyan 229. maddesine göre; "Aşağıda sayılanlar, edinilmiş mallara değer olarak eklenir,

1-Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar,

2-Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler,

Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir."

Dava konusu 47 ada 14 sayılı parselde bulunan taşınmaz, 08.06.2004 tarihinde edinildiğine, 2005-2007 tarihleri arasında üzerinde 5 katlı bina yapılıp bitirildiğine göre edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğinden TMK.nun 219 ve 222/3. fıkrası gereğince edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. TMK.nun 219/.-5. bendi uyarınca edinilmiş malların yerine geçen değerler de edinilmiş mal sayılır. Bu durum karşısında taşınmazdan kaynaklanan alacak, katılma alacağı niteliğinde bulunduğu halde, Mahkemece, değer artış payı alacağı olarak nitelendirilmesi maddi hata niteliğinde kabul edilmiştir. Çünkü alacağın katılma alacağı olduğu konusunda bir duraksama söz konusu değildir. Temyiz edenlerin bu yöne ilişkin temyiz itirazları bu bakımdan, yerinde olup, ancak sonuca etkili bulunmamaktadır.

TMK.nun üçüncü kişilere karşı dava başlıklı 241. maddesine göre de; " tasfiye sırasında, borçlu eşin mal varlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir. Dava hakkı, alacaklı eş veya mirasçılarının haklarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her halde mal rejiminin sona ermesinin üzerinden beş yıl geçmekle düşer."

Somut olayda, TMK.nun 229. maddesi gözönünde bulundurularak, davacının istediği katılma alacağından hükmü temyiz eden S.'ın müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulup tutulamayacağı, sözü edilen maddenin tek başına uygulama olanağının bulunup bulunmadığı, TMK.nun 229 ve 241. maddelerinin birlikte değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve üçüncü kişilerin ne zaman katılma alacağından sorumlu olacakları uyuşmazlık noktası oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu hususun değerlendirilip sonuca ulaşılması gerekmektedir.

TMK.nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerini uygulanabilmesi için eşler dışında başka kimselere kazandırma veya devrin yapılması gerekmektedir.

Eşler arasında yapılan bu tür devirlerde sözü edilen bentlerin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Madde kapsamından da anlaşıldığı üzere, amaç bir eşin diğer eşin rızası olmaksızın edinilmiş mallardan üçüncü kişilere yaptıkları belirli niteliklerdeki sağlar arası tasarruf veya borçlandırıcı karşılıksız kazandırmaların mal rejiminin tasfiyesi sırasında değeri itibariyle artık değer hesabında edinilmiş mallar arasında aktiflere katılmasını sağlamaktır. Yani ekleme, sadece hesabi bir işlem olarak ortaya çıkar ve TMK.nun 241. maddesi hükmü saklı kalmak koşuluyla yapılan karşılıksız kazandırmaların geçerliliğine dokunulamaz. ( Doç. Dr. Mustafa Alper Gümüş, Evliliğin Genel Hükümleri ve Mal Rejimleri, 2008 bası, s.366 vd. )

TMK.nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerine göre, bu tür kazandırma ve devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı davanın, kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.

TMK.nun 229/1. fıkranın 1 ve 2. bentlerinde belirtilen mal varlığı değerleri mal rejiminin sona ermesi anında mevcut bulunmamaktadır. Çünkü mallar elden çıkarılmış mallardır. Fakat artık değerin bulunmasında teorik olarak ya da kağıt üzerinde hesaba katılırlar. Ekleme sonrası oluşan artık değerden hesap yoluyla elde edilen katılma alacağını bir eş diğer eşten elde edebilirse eklenecek değer olarak ifade edilen bu tür işlemler geçerliliğini korurlar. ( Doç. Dr. Faruk Acar, Aile Konutu Mal Rejimleri, 2012 bası, s. 244 vd. )

Şu halde, TMK.nun 229. maddesinin uygulanabilmesi için bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda katılma alacağının elde edilemediği ve tasarrufta bulunan eşin mal varlığının bunu karşılamadığını belirtir mahkeme kararı, tasarruf ve devirden yararlanan üçüncü şahıslara ancak davanın ihbar edilmesi olması koşuluyla ileri sürülebilecektir. Bu halde alacaklı durumda olacak kişinin istekte bulunması imkanı olacaktır.

Bu somut olgu karşısında, TMK.nun 229. maddesinin TMK.nun 241. maddesinden ayrı ve bağımsız olarak uygulanması mümkün görülmemektedir. Alacaklı eşin bu isteğinin hangi hallerde ve ne şekilde ileri sürülebileceği TMK.nun 241. maddesinde açıklanmıştır. Bu maddeye göre, "tasfiye sırasında borçlu eşin mal varlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde alacaklı eş, edinilmiş mallara dahil olması gereken fakat karşılıksız kazandırma ile üçüncü şahıslar yararına yapılmış kazandırmaları isteyebilir." Ancak, alacaklı eş, yerine getirilmeyen katılma alacağı oranında bunu isteme hakkına sahiptir. Bu nedenle, maddenin açık kapsamından da anlaşılacağı üzere, TMK.nun 241. maddesiyle katılma alacağı ihlal edilen eşe, üçüncü şahsa karşı dava açma hakkı tanınmıştır. Doktrinde bu davaya Miras Hukukundan kaynaklanan tenkis davasına benzetilmekte ve tenkis davasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı öngörülmektedir. Ancak, aralarında farkların bulunduğu ve ileri sürme davasının mal rejimine özgü bir tenkis davası olarak bazı yazarlarca isimlendirildiği görülmektedir.

Saptanan bu durum karşısında, TMK.nun 229. maddesiyle getirilen istek sadece, eş tarafından tahsil edilemeyen katılma alacağı miktarı ile sınırlı kazandırma veya devir oranında değerini para olarak üçüncü şahıstan isteme olanağına sahiptir. TMK.nun 241/1. fıkrası açıkça bunu göstermektedir. Yani üçüncü şahıstan kazandırma veya devirle elde ettiği malın geri istenmesi mümkün değildir. İstenecek olan tek şey maddenin birinci fıkrasında da belirtildiği gibi, "tasfiye sırasında borçlu eşin mal varlığı veya terekesi katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir". Şu halde istenen şey, alacak niteliğinde bir şahsi haktır. Aynı hakkın istenmesi olanaksız görülmektedir.

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere TMK.nun 229. maddesinin tek başına ve aynı kanunun 241. maddesinden bağımsız olarak ve ayrı yorumlanarak suretiyle uygulanması düşünülemez. Bu nedenle, Mahkemece hüküm altına alınan 231.500,00 TL artık değerin sadece davalı eş Ş.'dan tahsiline karar verilmesi gerekirken hükmü temyiz eden ve üçüncü kişi durumunda bulunan davalı S. S.'da katılmak suretiyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Çünkü TMK.nun 219. maddesinde öngörülen ekleme, sadece hesabi bir işlem olarak görülmektedir. Doktrinde ağırlıklı görüşte bu yöndedir. Dosya kapsamından, TMK.nun 241. maddesinde öngörülen katılma alacağından eksik kalan kısmın olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Eksikliğin bulunması halinde TMK.nun 241. maddesi devreye girmektedir.

Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ile dosya kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, katılma alacağı olarak hesaplanan 231.500,00 TL bakımından hükmü temyiz edenlerin temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır. Ancak davalı S. vekilinin temyiz itirazları sorumluluk ( ödeme-tahsil ) yönünden yerinde bulunmaktadır.

SONUÇ : Davalı S. S. vekilinin temyiz itirazları katılma alacağının tahsiline ilişkin hüküm fıkrası bakımından yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK.nun geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca "sadece hüküm fıkrasında yer alan müştereken ve müteselsilen" ibaresi bakımından BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 3.437,75 TL peşin harcın davalı Ş. A. ve davalı S. S.'ya ayrı ayrı iadesine 20.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 11-02-2014, 15:23   #70
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/3578
K. 2013/7411
T. 20.5.2013

• EVLİLİK BİRLİĞİNİN SONA ERMESİ NEDENİYLE KATKI PAYI ALACAĞI DAVASI ( Mal Ayrılığı Rejiminin Geçerli Olduğu Dönemde Edinilen Taşınmaz Üzerindeki Payın Alınmasına Yapılan Katkıdan Kaynaklanan - Katkının Bağış Niteliğinde Olmadığının Kabulü )

• TAŞINMAZ PAYININ DAVALI EŞ ADINA TAPUYA KAYDEDİLMESİNE KARŞI ÇIKMAMAK ( Tek Başına Davacının Gizli Bağış İradesini Ortaya Koymak İçin Yeterli Olmadığı - Davacının Babasının Yardımları ve Diğer Katkıların Usulüne Uygun Olarak Belirlenmesi Gereği )

• TAŞINMAZIN İNŞAASINDA DAVACI EŞİN KİŞİSEL GELİR VE YARDIMLARININ BULUNDUĞU ( Yerel Mahkemece Davacı Eşin Yardımlarının Yöntemine Uygun Olarak Belirlenmesi Gerektiği - Davacı Eşin İradesinin Bağış Olduğu Yönündeki Gerekçenin Hatalı Olduğu )

• KATKININ BAĞIŞ NİTELİĞİNDE OLMADIĞI ( Taşınmazın Kaba İnşaatının Yapılmasında Davacının Babasının Yaptığı Nakti Yardım/Abisinden Aldığı Borç ve Elişi Yapmak Suretiyle Katkıda Bulunduğu - Bu Katkıların Bağış Niteliğinin Bulunmadığı )

EŞİN BAĞIŞ İRADESİ VE KASTININ BULUNMADIĞI ( Karşılıklı Güven ve Sadakat ve Aile bütünlüğü kavramı ile Gerekse Olağan Yaşam Koşulları Gereği Eşin Birinin Diğerine Para İntikal Ettirmek Suretiyle Katkı - Katkı Payı Alacağı Davası/Katkı )

4721/m. 202,225/2
743/m. 170

ÖZET : Dava, mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen taşınmaz üzerindeki payın alınmasına yapılan katkıdan kaynaklanan katkı payı alacağı isteğine ilişkindir. Mahkemece davalı eş üzerindeki 1/2 paya yapılan katkının bağış niteliğinde olduğu, bağıştan dönüldüğü yönünde bir istek bulunmadığı açıklanarak davanın reddine karar verilmiş ise de verilen karar usul ve yasa ile toplanan delillere uygun düşmemektedir.Davacı vekili, taşınmazın kaba inşaatının yapılmasına babasının yaptığı nakdi yardım, abisinden aldığı borç ve el işi yapmak ve tarlalarda işçi olarak çalışmak suretiyle elde ettiği gelirlerle katkıda bulunduğunu, dairenin iç işlerinin babası ve abisi tarafından yapıldığını ileri sürerek istekte bulunmuş dava konusu taşınmazın tamamına yakın müvekkili tarafından ödendiğini açıklamıştır.Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır.Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edinilmeleri mümkündür. Bunda bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak oldukça güçtür. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre, baskısı neticesinde taşınmazın 1/2 payının davalı adına yazılmasına karşı çıkmamak, tek başına davacının gizli bağış iradesinin ortaya konduğunu göstermez.Mahkemece, dava konusu taşınmaz üzerindeki davalı kocaya ait payın alınmasına, kaba inşaatı ile iç işlerinin yapılmasına davacının kişisel gelir ve birikimleriyle ya da babası ve abisinden aldığı yardımlarla sağladığı katkı ve davacının katkı payı alacağı yöntemine uygun olarak belirlenmesi ve işin esasına ilişkin olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekir.

DAVA : M.K. ile M.Ö. aralarındaki tapu iptali, tescil ve katkı payı alacağı davasının kısmen reddine dair Ödemiş 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 07.02.2012 gün ve 446/90 sayılı hükmün Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş ise de; duruşma talebinin masraf yönünden reddine karar verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, tarafların 1993 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edinilen 179 ada 39 parsel üzerindeki 7 nolu dairenin babasının yardımı, abisinden aldığı borç ve el işi yapmak ve tarlalarda işçi olarak çalışmak suretiyle elde ettiği gelirlerle taşınmazın kaba inşaatının yapıldığını, iç işlerinin ise babası ve kardeşi tarafından yapıldığını, davalının baskıları nedeniyle taşınmazın 1/2 payının davalı eş, kalan payın annesi H. adına tescil edildiğini, davalının taşınmaz üzerindeki 1/2 payı muvazaalı olarak annesine devrettiğini açıklayarak tapu kaydının iptaliyle 1/2 oranında müvekkili adına tapuya tesciline, olmadığı takdirde bilirkişi tarafından belirlenecek taşınmaz değerinin yarısının davalı taraftan alınmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalılar vekilleri ayrı ayrı, davanın yersiz açıldığını, taşınmazın alınmasına ve üzerindeki dairenin yapılmasına davacının hiçbir katkısı olmadığını, taşınmazın mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğini, davacının babasının ekonomik durumunun davacıya yardım etmesine uygun olmadığını, 1/2 payın devrinde muvazaa bulunmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.

Mahkemece, tapu iptali ve tescil yönünden davanın tefriki ile ayrı esasa kaydına, katkı payı alacağı yönünden taşınmazın satın alındığı sırasında 1/2'şer oranında davalılar adına tescil edildiği, davacı taşınmazın alınmasına kişisel geliri ile katkıda bulunmuş ise de, davacının bağış iradesi ile hareket ettiği, bağış nedeniyle davalı payının davalının kişisel malı olduğu, katkıdan dolayı alacak isteğinde bulunulamayacağı bağıştan dönüldüğü yolunda bir istek bulunmadığından davanın bağışlama nedeniyle reddine karar verilmiştir. Hükmün redde ilişkin bölümü davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar, 10.04.1993 tarihinde evlenmişler, 07.03.2003 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 13.06.2005 tarihinde kesinleşmesi üzerine boşanmışlardır. 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden sonra bir yıl içinde başka mal rejimi seçilmediğinden, taraflar arasında bu tarihe kadar 743 sayılı TKM'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, bu tarihten sonra ise yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( TMK'nun 202, 4722 SK.10 m. ). Yanlar arasındaki mal rejimi, boşanma davasının açıldığı 07.03.2003 tarihinde sona ermiştir ( TMK'nun 225/2 ). Dava konusu 179 ada 39 parsel üzerindeki 7 nolu bağımsız bölüm 19.11.1996 tarihinde satış yoluyla 1/2'şer oranında davalılar M.Ö. ve H.Ö. adına tescil edilmiş, M.Ö. taşınmaz üzerindeki 1/2 payını 22.12.2006 tarihinde satış yoluyla aynı zamanda paydaş davalı annesi H.Ö.'e devretmiştir.

Toplanan deliller ve dosya kapsamından, dava; mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen taşınmaz üzerindeki payın alınmasına yapılan katkıdan kaynaklanan 743 sayılı TKM'nun 170.maddesi uyarınca açılan katkı payı alacağı isteğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece davalı eş üzerindeki 1/2 paya yapılan katkının bağış niteliğinde olduğu, bağıştan dönüldüğü yönünde bir istek bulunmadığı açıklanarak davanın reddine karar verilmiş ise de verilen karar usul ve yasa ile toplanan delillere uygun düşmemektedir.

Davacı vekili, taşınmazın kaba inşaatının yapılmasına babasının yaptığı nakdi yardım, abisinden aldığı borç ve el işi yapmak ve tarlalarda işçi olarak çalışmak suretiyle elde ettiği gelirlerle katkıda bulunduğunu, dairenin iç işlerinin babası ve abisi tarafından yapıldığını ileri sürerek istekte bulunmuş dava konusu taşınmazın tamamına yakın müvekkili tarafından ödendiğini açıklamıştır. Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edinilmeleri mümkündür. Bunda bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak oldukça güçtür. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre, baskısı neticesinde taşınmazın 1/2 payının davalı adına yazılmasına karşı çıkmamak Dairemiz ve Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamasına göre tek başına davacının gizli bağış iradesinin ortaya konduğunu göstermez. Mahkemece, tüm taraf delillerinin toplanarak, dava konusu taşınmaz üzerindeki davalı kocaya ait payın alınmasına, kaba inşaatı ile iç işlerinin yapılmasına davacının kişisel gelir ve birikimleriyle ya da babası ve abisinden aldığı yardımlarla sağladığı katkı ve davacının katkı payı alacağı yöntemine uygun olarak belirlenmesi ve işin esasına ilişkin olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekirken bağış nedeniyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 20.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 11-02-2014, 15:25   #71
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/11453
K. 2013/9715
T. 20.6.2013

• KATILMA ALACAĞI DAVASI ( Keşfin Yapıldığı Tarih İle Karar Tarihi Arasındaki Uzun Süre Gözetildiğinde Taşınmazın Değerinin Düşük Hesaplandığının Açık Olduğu - Keşifte Belirlenen Değer Güncelliğini Yitirdiğinden Değerin Karar Tarihine Yakın Bir Tarihte Uzman Bilirkişi veya Bilirkişiler Aracılığıyla Saptanması Gerektiği )

• EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ ( Uyuşmazlık Konusu Bağımsız Bölüm Dosya Arasında Bulunan Tapu Kaydına Göre Davalı Koca Tarafından Satış Yoluyla Edinildiğinden Edinilmiş Mal Olduğunun Kabulü Gerektiği - Keşifte Belirlenen Değerin Güncelliğini Yitirdiği/Değerin Karar Tarihine Yakın Bir Tarihte Yeniden Saptanacağı )

• MAL REJİMİNİN TASFİYESİ ( Uyuşmazlık Konusu Bağımsız Bölümde Keşfin Yapıldığı Tarih İle Karar Tarihi Arasındaki Uzun Süre Gözetildiğinde Taşınmazın Değerinin Düşük Hesaplandığı - Değerin Karar Tarihine Yakın Bir Tarihte Uzman Bilirkişi veya Bilirkişiler Aracılığıyla Saptanması Gerektiği/Katılma Alacağı Davası )

• TERDİTLİ DAVA ( Tapu İptali ve Tescil Olmazsa Katılma Alacağı İsteminde Bulunulduğu/Kademeli Davalarda Bu Davaların Niteliği Gereği Her İki İstek Konusunda Mahkemece Olumlu Hüküm Kurulamayacağı - Tapu İptali ve Tescil Davasının Reddi Üzerine Davalı Yararına Vekalet Ücreti Takdir Edilmesinin Hatalı Olduğu )

• VEKALET ÜCRETİ ( Mahkemece Katılma Alacağı Konusunda Hüküm Kurulup Vekalet Ücreti Takdir Edildiğine Göre Ayrıca Tapu İptali ve Tescil Davasının Reddi Üzerine Davalı Yararına Vekalet Ücreti Takdir Edilmesinin Doğru Görülmediği )

4721/m.232,235
ÖZET : Dava, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen taşınmazdan kaynaklanan katılma alacağı istemine ilişkindir. Mahkemece, keşfin yapıldığı tarih ile Karar tarihi arasındaki uzun süre gözetildiğinde değerin düşük hesaplandığı açıktır. Çünkü bu süre içerisinde değer artışının olmaması düşünülemez. Şu aşamada, keşifte belirlenen değer güncelliğini yitirmiş bulunduğundan T.M.K.nun 232 ve 235. maddeleri gereğince verilecek değerin karar tarihine yakın bir tarihte yeniden uzman bilirkişi veya bilirkişiler aracılığıyla saptanması gerekmektedir. Öte yandan, davacı vekili dava dilekçesinde taşınmazın tapu kaydının 1/2 oranında iptaliyle vekil edeni adına tesciline, olmadığı takdirde fazlaya dair hakları saklı kalmak koşuluyla tahmini değerin yarısı olan miktarın mal rejiminin sona ermesinden sonra yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istediğine göre, isteğin terditli olduğunun kabulü gerekir. Kademeli davalarda bu davaların niteliği gereği her iki istek konusunda Mahkemece olumlu hüküm kurulması olanaksızdır. Tapu iptali ve tescil davası kabul edildiği takdirde alacak konusunda hüküm kurulması mümkün değildir. Mahkemece haklı olarak katılma alacağı konusunda hüküm kurup vekalet ücreti takdir ettiğine göre, ayrıca tapu iptali ve tescil davasının reddi üzerine davalı yararına vekalet ücreti takdir edilmesi Yargıtay uygulamasına ve bu tür davaların niteliğine aykırı düşmektedir.

DAVA : N. D., A. D. aralarındaki katılma alacağı davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair Kocaeli 1. Aile Mahkemesi'nden verilen 1.3.2012 gün ve 709/181 Sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı kadın vekili dava dilekçesinde, tarafların Kocaeli 1. Aile Mahkemesi'nin 2007/843 Esas sayılı dava dosyasıyla boşandıklarını, 1.1.2002 tarihinden itibaren tabi oldukları edinilmiş mallara katılma rejiminin başlangıcından itibaren boşanma davasının açıldığı tarihe kadar olan malların tasfiyesinin yapılması gerektiğini, I... Konut Yapı Kooperatifi, E Blok, Daire: ... evlilik birliği içerisinde edindiklerini, eşler arasında T.M.K.nun 202. maddesi gereğince edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğunu açıklayarak 1900 parselde bulunan 6 numaralı bağımsız bölümün tasfiyesi ile 1/2'si oranında vekil edeni adına tesciline, bu mümkün değil ise, fazlaya dair hakları saklı kalmak koşuluyla tahmini değerin yarısı olan 10.000,00 TL'nin mal rejiminin sona erme tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı koca vekili 7.1.2009 havale tarihli cevap dilekçesinde, taşınmazın tarafların evlendikleri tarihten itibaren yaklaşık 10 ay sonra edinildiğini, davalının o tarihlerde asgari ücretle çalıştığını, asgari ücretle çalışan birinin bu tarihlerde taşınmaz almasının yaşamın olağan akışına düşmediğini, vekil edeninin 2001 yılında satın aldığı 34 ... ... plakalı özel aracın satışından elde edilen para, babasından intikal eden taşınmazlardaki miras paylarına karşılık mirasçılar arasında yapılan harici taksim sözleşmesine göre kendisine düşen miras payı karşılığı para ve kardeşleri tarafından verilen parayla taşınmazın edinildiğini, miras yoluyla gelen paranın kişisel mal niteliğinde olduğunu, aracın da 2001 yılında alınması sebebiyle satış yoluyla elde edilen paranın yine kişisel mal olarak kabul edilmesi gerektiğini açıklayarak haksız ve yersiz olarak açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, "mal rejimine yönelik şahsi hak talebi yönünde toplanan deliller tanık beyanları, dosya kapsamı, bilirkişilerin yeterli ve denetime elverişli raporlarıyla davacının 8.888,00 TL katılma alacağının mevcut olduğu, taşınmazın güncel değerinin keşif tarihi itibariyle belirlendiği, ek raporlarla belirlenen değerin de aynı olduğunun saptandığı gerekçesiyle 8.888,00 TL'nin davalıdan tahsiline, fazlaya dair isteğin reddine, karar tarihinden itibaren ödenmeyen günler için yasal faiz işletilmesine" karar verilmesi üzerine hüküm yalnızca davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen taşınmazdan kaynaklanan ve T.M.K.nun 202, 218, 219, 229, 231, 232, 235, 236 ve 239. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı istemine ilişkindir.

Mahkemece, yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır.

Taraflar 22.9.2001 tarihinde evlenmiş, 16.7.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulü ve hükmün 12.12.2008 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Taraflar arasında, evlendikleri 22.9.2001 tarihinden 1.1.2002 tarihine kadar 743 Sayılı TKM'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, taraflar sözleşmeyle başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerine göre 4721 Sayılı T.M.K.nun yürürlüğe girdiği 1.1.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı 16.7.2008 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. ( TKM. m. 202, 4722. s. K. M. 10 ) Taraflar arasındaki mal rejimi T.M.K.nun 225/2. fıkrası uyarınca boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir.

Uyuşmazlık konusu 1900 parselde bulunan 6 numaralı bağımsız bölüm dosya arasında bulunan tapu kaydına göre, 28.8.2002 tarihinde davalı koca tarafından satış yoluyla edinildiğinden T.M.K.nun 219. maddesi gereğince edinilmiş mal olduğunun kabulü gerekir. Kural olarak, edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen taşınmazdan kaynaklanan katılma alacağı bakımından davacının çalışıp çalışmamasının, ya da herhangi bir gelire sahip olup olmamasının sonuca bir etkisi bulunmamaktadır. Davalı vekili cevap dilekçesinde, her ne kadar 34 ... ... plakalı aracın 2001 yılında alındığını ve bunun 4.4.2003 yılında yapılan satışından elde edilen paranın evin alımına katkı yaptığını bildirmiş ise de, söz konusu aracın dosya arasında bulunan trafik kaydına göre 19.4.2002 tarihinde alındığı ve T.M.K.nun 219. maddesi gereğince edinilmiş mal olduğu konusunda duraksamamak gerekir. Davacının araca yönelik bir istemi bulunmamaktadır. Aracın satışından elde edilen para da aynı maddenin 2. fıkrasının 5. bendi gereğince edinilmiş malın yerine geçen değer olarak kabul edilmektedir. Kaldı ki, araç taşınmazın satın aldığı 28.8.2002 tarihinden sonra 4.4.2003 tarihinde üçüncü kişiye satılmış olup bu paranın evin iyileştirilmesine ya da edinilmiş maldan kaynaklanan borçların ödenmesine harcandığı konusunda herhangi bir savunmada söz konusu olmadığından bu paranın eve harcandığına olanak bulunmamaktadır. T.M.K.nun 6 ve 221/1. maddeleri gereğince herkes iddia ve savunmasını kanıtlamakla yükümlüdür.

Yine, davalı vekili her ne kadar 1.5.2002 tarihinde mirasçılar arasında yapılan taksim sözleşmesi uyarınca Hazine adına tapuda kayıtlı bulunan 370 ada 79 parseldeki taşınmazın tapu tahsis belgesiyle miras bırakanları babalarına ait olduğunu, bundan ayrı yine miras bırakanlarına ait tapusuz taşınmazların satışından davalıya düşen 6.000,00 TL ile miras malının satışından kardeşlerine düşen ve yine davalıya verilen 8.000,00 TL olmak üzere toplam 14.000,00 TL'nin evin alınmasına ve iyileştirilmesine ( boya, badana, mutfak dolapları vs. ) harcandığını ileri sürmüş ise de, mirasçılar arasında yapılan 1.5.2002 tarihinde yapılan sözleşmenin her zaman düzenlenebilecek nitelikte bir belge olduğu, bunun dışında söz konusu malların satıldığı ve açıklandığı biçimde harcandığı yönünde ciddi ve samimi herhangi bir kanıta rastlanılmadığı, davalının kardeşlerinin beyanlarından başka bağımsız tanıkların beyanlarının bulunmadığı, zaten kardeşlerinin isim ve imzalarının söz konusu taksim sözleşmesinde de yer aldıkları bu sebeple bu beyanlara değer verilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

Kural olarak, edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan katılma alacağı söz konusu olduğunda T.M.K.nun 235/1. fıkrası uyarınca tasfiye anındaki değerleri yani karar tarihine yakın tarihteki sürüm değerleri aynı Kanun'un 232. maddesi gereğince belirlenir. Mahkemece, keşfin yapıldığı 19.8.2010 tarihi itibariyle taşınmazın değerinin 80.000,00 TL olarak belirlendiği anlaşılmıştır. Karar tarihi ise 1.3.2012 olup aradaki uzun süre gözetildiğinde değerin düşük hesaplandığı açıktır. Çünkü bu süre içerisinde değer artışının olmaması düşünülemez. Şu aşamada belirlenen değer güncelliğini yitirmiş bulunduğundan T.M.K.nun 232 ve 235. maddeleri gereğince verilecek değerin karar tarihine yakın bir tarihte yeniden uzman bilirkişi veya bilirkişiler aracılığıyla saptanması gerekmektedir.

O halde Mahkemece yapılacak iş; davaya konu yapılan 6 numaralı bağımsız bölüm 28.8.2002 tarihinde edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde satın alındığından kural olarak, bu tür davalarda, eklenecek değerlerden ( T.M.K. m. 229 ) ve denkleştirmeden ( T.M.K. m. 230 ) elde edilen miktarlarda dahil olmak üzere edinilmiş malın ( T.M.K. m. 219 ) toplam değerinden mala dair borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin ( T.M.K. m. 231 ) yarısı üzerinden ( T.M.K. m. 236/1 ) tarafların kazanılmış hakları da gözetilerek hüküm kurulması gerekir.

Öte yandan, davacı vekili dava dilekçesinde taşınmazın tapu kaydının 1/2 oranında iptaliyle vekil edeni adına tesciline, olmadığı takdirde fazlaya dair hakları saklı kalmak koşuluyla tahmini değerin yarısı olan 10.000,00 TL'nin mal rejiminin sona ermesinden sonra yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istediğine göre, isteğin terditli ( kademeli ) olduğunun kabulü gerekir. Kademeli davalarda bu davaların niteliği gereği her iki istek konusunda Mahkemece olumlu hüküm kurulması olanaksızdır. Tapu iptali ve tescil davası kabul edildiği takdirde ( ki mal rejimi davalarında 7.3.1953 tarih ve 1953/8 Esas 1953/7 Karar sayılı Yargıtay Birleştirme İçtihadına göre aynı istenmesi olanağı bulunmamaktadır. ) alacak konusunda hüküm kurulması mümkün değildir. Mahkemece haklı olarak katılma alacağı konusunda hüküm kurup vekalet ücreti takdir ettiğine göre, ayrıca tapu iptali ve tescil davasının reddi üzerine davalı yararına vekalet ücreti takdir edilmesi açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına, Yargıtay uygulamasına ve bu tür davaların niteliğine aykırı düşmektedir. Hüküm kurulurken, isteğin göz önünde tutulması gerekir. Çünkü davacı tarafın herhangi bir ıslahı da söz konusu değildir. Fazla isteğin zamanaşımı süresince davaya konu yapılması mümkündür.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 Sayılı H.M.K.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı H.U.M.K.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca H.U.M.K.nun 388/4. ( H.M.K.m.297/ç ) ve H.U.M.K.nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 120,00 TL peşin harcın istenmesi halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 10-03-2014, 12:23   #72
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/8-1137
K. 2013/879
T. 26.6.2013

• KATKI PAYI VE KATILMA ALACAĞI TALEBİ ( Davacı Kadının Annesinden Kalan Kooperatif Hissesini Satarak Eşinin Bağımsız Bölüm Edinmesine Katkıda Bulunup Bulunmadığı - Tanıklar Yakın Akraba Olacağından İspatın Güç Hale Geleceğinin Gözetileceği )

• TANIK BEYANI ( Katkı Payı ve Katılma Alacağı - Olağan Hayat Deneyimlerine Göre Kadının Kooperatif Hissesinin Satışından Elde Ettiği Geliriyle Koca Adına Alınan Bağımsız Bölümlerin Edinilmesine Katkıda Bulunduğunun Kabulü Gereği )

• İSPAT ( Davacı Kadının Annesinden Kalan Kooperatif Hissesini Satarak Eşinin Bağımsız Bölüm Edinmesine Katkıda Bulunup Bulunmadığı - Tanıklar Yakın Akraba Olacağından İspatın Güç Hale Geleceğinin Gözetileceği )

• DAVACI KADININ KOOPERATİF HİSSESİNİ SATARAK EŞİNE KATKIDA BULUNUP BULUNMADIĞI ( Olağan Hayat Deneyimlerine Göre Kadının Koca Adına Alınan Bağımsız Bölümlerin Edinilmesine Katkıda Bulunduğunun Kabul Edileceği )

• HAYATIN OLAĞAN AKIŞI ( Davacı Kadının Annesinden Kalan Kooperatif Hissesini Satarak Eşinin Bağımsız Bölüm Edinmesine Katkıda Bulunup Bulunmadığı - Kadının Koca Adına Alınan Bağımsız Bölümlerin Edinilmesine Katkıda Bulunduğunun Kabul Edileceği )
4721/m.202, 225, 229

ÖZET : Dava; katkı payı ve katılma alacağı istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; Davacı-davalı kadının; annesinden intikal eden, kooperatif hissesini satarak, Davalı-davacı koca adına kayıtlı, bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunup bulunmadığı noktasında toplanmakta olup, uyuşmazlık sübuta ilişkindir. Kadın iddiasını tanıkla ispatlayabilir. Ne var ki, olayların eşler arasında ve çoğu zaman dört duvar arasında olup bittiği göz önüne alındığında tanıkların yakın akrabalar olacağı, hatta tanıkla ispatın dahi güç hale geleceği açıktır. Bu halde olağan hayat deneyimleri, ülke gerçeklerinin de sübutun kabulünde gözden ırak tutulmaması gerekir.

Satış ve edinme tarihleri ile kadının iddiası göz önüne alındığında, olağan hayat deneyimlerine göre kadının kooperatif hissesinin satışından elde ettiği geliriyle koca adına alınan bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Zira, bu dönemde evin bakımı eş ve çocukların iaşe yükümlülüğü kocaya aittir. Davalı-davacı kocanın bu olağan durumun aksine, kadının kooperatif hissesinin satışından elde edilen gelirin başka bir şekilde kullanıldığını ileri sürüp ispatlaması gerekir ki, kocanın böyle bir iddiası da esasen olmamıştır.

Davacı-davalı kadının kooperatif hissesinin satışından elde ettiği gelir ile koca adına kayıtlı bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunulduğu kabul edilmelidir. Ancak, kooperatif payının satış tarihindeki bedelinin belirlenmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki “katkı payı ve katılma alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 4. Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.4.2010 gün ve 2006/344 E., 2010/360 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 15.02.2011 gün ve 2010/5844 E., 2011/729 K. sayılı ilamı ile;

( ... Davacı A. vekili dava dilekçesinde; vekil edeniyle davalı Şener'in 1971 yılında evlendiklerini, ... Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan boşanma davasıyla boşandıklarını, davalı eşin ısrarı üzerine öğretmenlik görevini yürüten vekil edeninin 1977 yılında işinden ayrıldığını, kazancından ve işten ayrılırken aldığı tazminatlardan yaptığı birikimlerle Güzelbahçe’den alınan arsa üzerine villa yapıldığını, bu villanın davalı adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, davalının daha sonra burayı satarak 657 ada 1 parseldeki araziyi satın aldığını, 1988 yılında davalı bu taşınmazdan bir kısmını T. C. ve R. Y. adındaki şahıslara satmak üzere anlaştığını, satış bedelini tahsil ettiği halde tapuda alıcılar adına ferağ vermediğini, ailenin onurunu kurtarmak amacıyla vekil edeni aynı mevkide bulunan 258 ada 10 parseldeki kendisine ait taşınmazın bir kısmını bu şahıslara tapuda devrettiğini, böylece 657 ada 1 parselde bulunan ve T. ve R.’e gitmesi gereken taşınmazdaki bir bölümünü davalıya kazandırdığını, bundan ayrı 1992 yılında Hatay-Üçyol’da annesinden miras olarak intikal eden payını ablasına 40.000.000 TL ile yine vekil edenine ait kooperatif hissesini de 11.000.000 TL’ye satarak davalı tarafından 1998 ada 4 nolu parselde kayıtlı iş merkezinin 18 nolu bağımsız bölümü ile birinci kat 2 nolu bağımsız bölümüne katkıda bulunduğunu, bunlarında davalı adına tapuda kayıtlı olduğunu açıklayarak 657 ada 1, 1898 ada 4 sayılı parselde bulunan 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlerin edinilmesinde vekil edeninin katkısının hesaplanarak dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak vekil edenine verilmesini istemiş, mahkemenin istemi üzerine dosyaya sunmuş olduğu 04.10.2006 tarihli dilekçe ile istek miktarının 300.000 YTL olduğunu bildirmiş ve bu miktar üzerinden peşin harcını yatırmıştır.

Davacı A. vekili, birleştirilen Karşıyaka 2. Aile Mahkemesinin ait 2006/511 Esas sayılı dava dosyasına ait 15.05.2006 tarihli dilekçesiyle de; 01.01.2002 tarihinden sonra yürürlüğe giren yeni MK.nun hükümleri uyarınca davalı eş tarafından edinilen tüm taşınmaz mal varlığının bankalarda bulunan mevduat ve hisse senetlerinin davalının çocuklarına devrettiği taşınmazların ayrıca davalının ortağı olduğu A...san Elektronik Ltd.Şti. ile A... Elektronik Ltd.Şti’ndeki davalıya ait hisse ve kar oranlarının da belirlenerek tasfiyeye tabi tutulmasını ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla vekil edenine ait olan ve belirlenecek payın vekil edenine ödenmesini istemiş, harca esas değeri 1.000 TL olarak göstererek açmış olduğu bu davada ıslahla değerin 50.000 TL olduğunu açıklayarak açıklamış ve bu değer üzerinden harcı yatırmıştır.

Davalı-birleşen davanın davacısı Ş.vekili ise; A. tarafından açılan davaların yerinde olmadığını, zira talep konusu 657 ada 1 parsel ile 1898 ada 4 parseldeki 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlerin edinilmesine, A.’nin hiçbir katkı sağlamadığını, vekil edeninin 01.01.2002 yılından sonra edindiği, 25272 ada 1 parsel dışında taşınmazı bulunmadığını, borsa ve bankalarda parası ve hisse senedi olmadığını, çocuklarına muvazaalı olarak devrettiği herhangi bir taşınmaz da bulunmadığını, vekil edeninin ortağı olduğu şirketlerde 01.01.2002 den sonra kar payı dağıtılmadığını belirterek reddine karar verilmesini savunmuş ve 03.12.1982 tarihinde tüm bedeli vekil edeni tarafından ödenerek satın alınmasına rağmen A. adına kayıtlanan 1173 ada 2 parseldeki 9/10 hisse ile yine tüm bedeli vekil edeni tarafından ödenerek satın alınmasına rağmen A. adına tapuda kayıtlı bulunan 258 ada 10 parselin bedelleri toplamı olan 450.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte A.’den alınarak vekil edeni Şener’e verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine dava konusu yapılan Urla 1 parselde kayıtlı taşınmazın katkı payı talebinin reddine, davacıya ait Urla daki 15 parsel nolu taşınmazın harici satış sözleşmesiyle davalı tarafça üçüncü kişilere satıldığı bedelin davacıya ödenmediği anlaşıldığından 52260 TL’lik alacaktan 400 TL’lik kısmının dava tarihinden, bakiye kalan kısmın ise ıslah tarihi olan 04.10.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının davalıya ait Kahramanlar'daki taşınmaza yönelik katkı payı talebinin reddine, birleştirilen Karşıyaka 2.Aile Mahkemesinin 2006/511 Esas sayılı dosyasındaki davanın kısmen kabul ve kısmen reddi ile davacının Karşıyaka şemiklerde kain 25272 ada 1 parselde kayıtlı taşınmaz nedeniyle doğan 140.000 TL’lik katılma alacağının keşif tarihi olan 25.01.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının müşterek çocukları üzerine muvazaalı olarak geçirildiği iddia ettiği taşınmazlar ile İMKB’de işlem gören hisse senetleri ve davalının hissedarı olduğu limited şirketlere yönelik katılım alacağı talebinin reddine, birleştirilen İzmir 10.Aile Mahkemesinin 2007/540 Esas sayılı dosyasında davalı-karşı davacının davacıya ait taşınmazlara yönelik katkı alacağı davasının reddine karar verilmesi üzerine hükmün kendi açtıkları davaların reddine ilişkin bulunan bölümleri davacı-karşı davalı A. vekili tarafından hükmün davalı-karşı davacı Ş.tarafından açılan davanın reddine yönelik bölümü ise Ş.vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar 31.03.1971 tarihinde evlenmişler, 09.06.2003 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün kesinleşmesiyle 30.01.2006 tarihinde boşanmışlardır.

Taraflar arasında evlenme tarihinden 4721 sayılı TMK.nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinde kadar 743 sayılı TKM’nin 170.maddesi gereğince mal ayrılığı, bu tarihten boşanma davasının açıldığı 09.06.2003 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. ( TMK. m.202, 225 )

Uyuşmazlık konusu 657 ada 1 sayılı parselin tapu kaydına göre 19/42 payı davacı-karşı davalı A. adına kayıtlı olup, bu payın A. tarafından 29.09.1998 tarihinde davalı-karşı davacı Şene’e satılması sonucunda tam payı olarak Ş.adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşılmıştır. Davacı A., Şener’e devrettiği 19/42 payın bu taşınmaza yapmış olduğu katkılar karşılığı olduğunu kabul ettiğine ve bu payı bedelsiz devrettiğini ileri sürdüğüne göre davalı eşi Şener’e bağışladığının kabulü gerekir. Yani yapılan işlem satış değil, bağıştır. Bağıştan dönme konusunda Borçlar Kanununun 244 ve devamı maddeleri gereğince yöntemine uygun biçimde açılmış bir dava ve istek bulunmadığına ve yerel mahkemece de bu istek aynı gerekçeyle reddedildiğine göre davacı-karşı davalı A. vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır.

Davacı A. tarafından açılan ve birleşen davada kabulüne karar verilen taşınmazdan başka Ş.adına kayıtlı başka bir taşınmaz bulunmadığı, hisse senedi ve mevduat olmadığı, davalının ortağı olan ve 01.01.2002’den önce taraflar arasındaki mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde kurulduğu anlaşılan şirketlerin 01.01.2002’den sonra kâr elde etmedikleri, davalının çocukları Barış ve Serkan adına 01.01.2002 tarihi ile taraflar arasındaki mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı 09.06.2003 tarihi arasında kayıtlanmış herhangi bir taşınmaz bulunmadığı anlaşıldığına göre A.’in 01.01.2002’den sonra edinildiğini ileri sürdüğü mal varlığına yönelik olarak katılma alacağının bulunmadığı açık olduğundan aynı gerekçelerle bu yöndeki davanın reddine karar verilmesinde de herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Davalı-karşı davacı Ş.vekilinin temyiz itirazlarına gelince: Davalı Ş.vekili, birleşen Karşıyaka 4.Aile Mahkemesine ait 2007/534 Esas sayılı dava dosyasına ait dilekçeyle dava konusu yaptığı 1173 ada 2 sayılı parseldeki 9/10 pay ile 258 ada 10 parselin bedeli vekil edeni Ş.tarafından ödendiğini ve bu şekilde alınan taşınmazların davacı-karşı davalı A. adına tapuda kayıtlandığını ileri sürmüştür. İddianın ileri sürülüş biçimine göre bu şekilde davacı-karşı davalı A. adına alınan taşınmazlara ilişkin satın alma gizli bağış niteliğindedir. Az yukarıda 657 ada 1 sayılı parsel için belirtilen durum bu taşınmazlar için de geçerlidir. Bağıştan dönme konusunda yöntemine uygun bir biçimde açılan bir dava ve istekte bulunmadığına göre birleşen davanın davacısı Ş.vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerinde görülmemiştir.

Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında davacı-karşı davalı A. vekili ile davalı-karşı davacı Ş.vekilinin 657 ada 1, 258 ada 10, 1173 ada 2 parseldeki A. adına kayıtlı 9/10 pay ile hüküm fıkrasının 2/b bendinde açıklanan çocuklar üzerine geçirildiği iddia edilen taşınmazlar İMKB’de işlem gören hisse senetleri ve davalı Şener’in hissedarı olduğu limited şirketlerdeki isteklere yönelik tüm temyiz itirazları yerinde bulunmadığından reddi ile açıklanan hususlara ilişkin hüküm fıkralarının oybirliğiyle ONANMASINA,

Davacı-karşı davalı A. vekilinin ... İli, K... İlçesi, 1898 ada, 4 parseldeki 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlere ilişkin temyiz itirazlarına gelince: Söz konusu bağımsız bölümler inşaat halindeyken 29 Nisan 1986 tarihli harici satış sözleşmesiyle bedeli taksitler halinde 15 Temmuz 1986 ilâ 15 Mayıs 1987 tarihleri arasında ödenmek üzere toplam 11.000.000 TL bedelle üçüncü kişiden satın alınarak sonradan davalı-birleşen dosya davacısı Ş.adına tapuya 06 Kasım 1992 tarihinde tescil edilmiştir. Dosya içeriğine göre satış bedelinin sözleşmede belirtilen tarihlerde taksitler halinde ödendiği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Her ne kadar tapu daha sonraki tarihte davalı-birleşen dosya davacısı Ş.adına tescil edilmiş ise de edinme tarihi olarak, harici satış sözleşmesinin düzenlendiği ve bedellerin ödendiği tarih sürecini kabul etmek gerekir.

Kooperatif yönetim kurulu karar defterine göre, A. adına kayıtlı dava dışı kooperatif payını 20 Kasım 1986 tarihinde üçüncü kişiye satmıştır. Her ne kadar 11.000.000 TL’ye satıldığı ileri sürülmüş ise de, karar defterinde satış bedeline ilişkin bir açıklama yapılmadığı gibi bu yöne ilişkin araştırma ve inceleme de yapılmamıştır.

Davacı-karşı davalı A. adına kayıtlı kooperatif payının satış tarihi ile dava konusu 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlerin edinme tarihleri çakışmaktadır. Olağan hayat akışına ve Yargıtay’ın önceki uygulamalarına göre, A. adına kayıtlı kooperatif payının satışından elde edilen gelirin bir başka yere harcandığı ileri sürülüp kanıtlanamadığına göre aynı tarihlerde satın alınarak sonradan davalı-birleşen dosya davacısı Ş.adına tapuya tescil edilen bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunulduğunun kabulü gerekir. Ne var ki; Ayşe tarafından üçüncü kişiye satılan kooperatif payının satış tarihindeki bedeli belirlenmemiştir. Mahkemece, inşaat mühendisi ve emlak uzmanından oluşan bilirkişi kurulundan söz konusu dava dışı kooperatif payının satış tarihindeki inşaat seviyesi de göz önünde bulundurularak değerinin belirlenmesi, bundan sonra 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlere alım tarihi itibariyle yapılan katkı oranının saptanması, bulunan bu oranlar ile bağımsız bölümlerin dava tarihindeki değerleri çarpılarak davacı-karşı davalının katkı payı alacağı miktarının tespit edilmesi gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi doğru görülmemiştir... ) ,

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; katkı payı ve katılma alacağı istemine ilişkindir.

Mahkemenin, davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçeyle katkı payı alacağı yönünden kısmen bozulmuş; Yerel Mahkemece, " ... İli, K. İlçesi, 1898 ada, 4 parseldeki 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlere davacı-davalı kadının katkısının kanıtlanamadığı...” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize, davacı-davalı vekili getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; Davacı-davalı kadının; annesinden intikal eden, Hatay-Üçyol’daki kooperatif hissesini satarak, Davalı-davacı koca adına kayıtlı, ... İli, K... İlçesi, 4 parsel, 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunup bulunmadığı noktasında toplanmakta olup, uyuşmazlık sübuta ilişkindir.

Söz konusu 2 ve 18 nolu bağımsız bölümler, inşaat halindeyken 29.04.1986 tarihli harici satış sözleşmesiyle, bedeli taksitler halinde 15.07.1986 ilâ 15.05.1987 tarihleri arasında ödenmek üzere toplam 11.000.000 TL bedelle üçüncü kişiden satın alınarak, sonradan davalı-davacı Ş.adına tapuya 06.11.1992 tarihinde kat mülkiyeti kurulmak suretiyle tescil edilmiş olup, satış bedelinin sözleşmede belirtilen tarihlerde ve taksitler halinde ödendiği konusu taraflar uyuşmazlık konusu değildir.

Eşler arasında, başka mal rejimi seçilmediğinden, yasal mal rejimi geçerlidir. Buna göre; tarafların evlendiği 31.3.1971 tarihinden 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı ( 743 sayılı TKM.nin 170. m. ), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği ( boşanma davasının açıldığı ) 9.6.2003 tarihine kadar ( 4721 sayılı TMK.nun 225/2. m. ) yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi ( 4721 sayılı TMK.nun 202.m ) geçerlidir ( 4722 Sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun m. 10 ).

Dava konusu bağımsız bölümlere ilişkin, haricen satın alınma sözleşmesinin düzenlenme tarihi ve bedellerin ödendiği tarih süreci nazara alındığında; taşınmazların 1.1.2002 tarihinden önce edinilmiş olmaları nedeniyle, o dönemde taraflar arasında geçerli olan mal rejiminin, yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejimi olduğu da ( 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi m. 170 ) çekişme konusu değildir.

743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi’nde katkı payı alacağı konusunda bir düzenleme bulunmamakta ise de, gerek Yargıtay uygulamasında ( ( H.G.K. 03.02.1999 gün ve 1999/2-56 E. - 40 K.; 07/06/2000 gün ve 2000/2-959 E. - 972 K. ) gerekse de öğretide ( Dural, Mustafa/Öğüz, Tufan/Gümüş, Alper.: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, İstanbul 2005, S.417; Özuğur, A. İhsan: Mal Rejimleri, 4.B, Ankara 2007, S.147; Zeytin, Zafer: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B., Ankara 2008, s.139 ) anılan dönem için bir eşin diğer eşe ait malın edinilmesine katkı yaptığının kanıtlanması halinde, bu katkıyı isteyebileceği kabul edilmektedir. Nitekim bu husus 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 S. Türk Medeni Kanunu ile kabul edilmiş ve “Değer Artış Payı” başlığı ile TMK m. 227’de yer almıştır. Düzenleme; “eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur” şeklinde ifade edilmiştir.

Eldeki olayda; davacı-davalı kadın, kendisine ait kooperatif hissesini satmak suretiyle koca adına kayıtlı 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunduğunu iddia etmiş, koca ise kadının katkısı olmadığını savunarak iddiaya karşı çıkmıştır. Uyuşmazlığın sübuta ilişkin bulunmasına göre; eşler arasında ispat sorunu gündeme gelecektir.

Konu eşler arasında cereyan etmiş olmakla, davacı-davalı kadın katkısı her türlü delille kanıtlanabilecektir ( HMK m. 203/1-a ). Buna göre, kadın iddiasını tanıkla ispatlayabilir. Ne var ki, olayların eşler arasında ve çoğu zaman dört duvar arasında olup bittiği göz önüne alındığında tanıkların yakın akrabalar olacağı, hatta tanıkla ispatın dahi güç hale geleceği açıktır. Bu halde olağan hayat deneyimleri, ülke gerçeklerinin de sübutun kabulünde gözden ırak tutulmaması gerekir.

Davacı-davalı tanıklarından S., davacı- davalı kadının kardeşi olup, kadının kooperatif hissesinin satılarak bedelinin kocaya aktarıldığını belirtmiştir. Hatta bu aktarımların, kocanın iş yerine katkı olsun diye yapıldığını da aynı tanık ifade etmiştir.

Kadına ait kooperatif hissesinin satış tarihini ve yeniden kocanın taşınmazları edinme tarihlerini hatırlatmak gerekirse;

i. Kooperatif kayıtlarına göre, kadın kendisine ait kooperatif payını 20.11.1986 tarihinde üçüncü kişiye satmıştır.

ii. 2 ve 18 nolu bağımsız bölümler 29.4.1986 tarihli harici satış sözleşmesiyle alınmıştır. Bedeli taksitler halinde 15.7.1986 ilâ 15.5.1987 tarihleri arasında ödenmiştir.

Her ne kadar tapu, kat mülkiyetinin kurulması ile 06.11.1992 tarihinde koca adına oluşmuş ise de, taşınmazın edinme sürecini, harici satın alma ve taksitlerin ödenme tarihleri olarak kabul etmek gerekir.

Şu hale göre; kadının kooperatif hissesini satma ve kocanın davaya konu bağımsız bölümleri edinme tarihleri örtüşmektedir. Eş söyleyişle, kadının katkı iddiası tarih olarak doğrulanmaktadır. Kadına ait kooperatif hissesinin satışının, kocaya ait taşınmazların edinme tarihinin başında ya da öncesinde olmaması da sonuca etkili değildir. Zira, kooperatif hissesinin satışı tarihinde edinilen taşınmazlara ait taksit ödemeleri devam etmiştir.

Bu açıklamalardan sonra, davacı-davalı kadının kooperatif hissesini salt katkı amacıyla satıp satmadığı noktasında ispat külfetinin kimde olduğu konusunun irdelenmesi gerekecektir.

Öğreti ve Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer ( Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. II, 6. B, İstanbul 2001, s. 1989; HGK., T.17.02.2010, E. 2010/6-46, K. 2010/75 ).

Somut olayda; yukarıdaki satış ve edinme tarihleri ile kadının iddiası göz önüne alındığında, olağan hayat deneyimlerine göre kadının kooperatif hissesinin satışından elde ettiği geliriyle koca adına alınan bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Zira, bu dönemde evin bakımı eş ve çocukların iaşe yükümlülüğü kocaya aittir ( 743 S. Türk Kanunu Medenisi m. 152 ). Davalı-davacı kocanın bu olağan durumun aksine, kadının kooperatif hissesinin satışından elde edilen gelirin başka bir şekilde kullanıldığını ileri sürüp ispatlaması gerekir ki, kocanın böyle bir iddiası da esasen olmamıştır.

Açıklanan bu nedenlerle, davacı-davalı kadının kooperatif hissesinin satışından elde ettiği gelir ile koca adına kayıtlı bağımsız bölümlerin edinilmesine katkıda bulunulduğu kabul edilmelidir. Ancak, kooperatif payının satış tarihindeki bedelinin belirlenmesi gerekir. Yerel Mahkemece, aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı-davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440/1.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.06.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY : Dava, 743 sayılı TKM.nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen mallardan kaynaklanan katkı payı alacağı ile 4721 sayılı TMK.nun 202 ve devamı maddeleri gereğince yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminden doğan katılma alacağı isteğine ilişkindir.

Yerel mahkemenin kararının temyizi üzerine katılma alacağı ile katkı payı alacağına ilişkin bazı hüküm fıkralarının Dairece oy birliği ile onanmasına karar verildiği, sadece katkı alacağına ilişkin 11.000 TL’nin davacı tarafından davalı eş adına kayıtlı bulunan ve onun tarafından satın alınan 1898 ada 4 parselde ki 2 ve 18 nolu bağımsız bölümlerin alımına katkı yapılıp yapılmadığı hususunda bozma sevk edilmiştir.

Uyuşmazlık konusu 1898 ada 4 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölüm 16.05. 1986, aynı parselde yer alan 18 sayılı bağımsız bölüm ise 29.04.1986 tarihinde davalı tarafından harici satış sözleşmelerine dayalı olarak edinilmiştir.

Davacı-davalı A. vekili, dava dilekçesinde; vekil edenine ait kooperatifte ki payının 20.11.1986 tarihinde üçüncü kişiye satıldığını, bu payın satışından elde edilen 11.000 TL’nin 2 ve 18 sayılı bağımsız bölümlerin alınmasına katkı yapıldığını açıklamış, 13.09.2010 tarihli temyiz dilekçesinde ise 2 nolu bağımsız bölüm ( dükkan ) 11.000 TL ye satın alındığına göre kooperatif payından elde edilen 11.000 TL’nin bu taşınmaza harcanmak üzere davalı-davacı Şener’e verildiğinin kabul edilmesi gerektiği iddiasında bulunmuştur.

Dava konusu 2 nolu bağımsız bölümün alım tarihi olan 16.05.1986 tarihinde altı ay dört gün, 18 sayılı büronun alım tarihi olan 29.04.1986 tarihinde altı ay yirmi yedi gün sonra davacı-davalı A. tarafından kooperatif payının 20.11.1986 tarihinde üçüncü kişiye satıldığı dosya kapsamıyla sabittir. Saptanan bu durum karşısında bağımsız bölümlerin satın alındığı tarihlerde henüz kooperatif payı A. tarafından satılmamıştır. Bu bakımdan dilekçedeki açıklamalar ile 13.09.2010 tarihli temyiz dilekçesindeki iddialara değer verme olanağı bulunmamaktadır. Davacı-davalı A. vekili ve A., yargılamanın hiçbir aşamasında sundukları her türlü dilekçe ile delil dilekçeleri de dahil 20.11.1986 tarihinde satılan kooperatif payının satışı sonucu elde edilen 11.000 TL’nin davacı tarafından haricen satın alınan dükkan ( harici satış senedine göre taksitleri 15 Ekim 1986 ila 15 Mayıs 1987 tarihleri arasında ödenmesi ön görülmüştür. ) ve satın alınan büronun ( taksitlendirme planı 15 Ekim 1986 ila 15 Haziran 1987 olarak belirlenmiştir. ) taksit ödemelerine harcandığı ya da bu taksitler karşılığı verildiği konusunda bir iddia ve beyanlarına rastlanılmamıştır.

Dinlenen davalı tanıkları söz konusu paranın bağımsız bölümlerin alımına harcanmadığını, davacı-davalı A.’in tanıkları olan kardeşleri her ne kadar söz konusu paranın davalı tarafından satın alınan dükkan ve büroya harcandığını belirtmişlerse de, A.’in kardeşleri olup, beyanlarının objektif olduğundan söz edilemez ve bu beyanlara değer verilemez. Bağımsız bir tanığın beyanı ise, sonucu ulaşmak açısından yeterli bilgiye sahip olmadığı saptanmıştır.

Somut olgular böyle olunca kooperatif payı, söz konusu dükkan ve büronun alım tarihinden çok sonra 20.11.1986 tarihinde evlilik birliği içerisinde satıldığı ve bu satımın taksitlerinin ödeme tarihleriyle kısmen çakıştığı, bu nedenle hayatın olağan akışı da gözetildiğinde söz konusu paranın taksit ödemelerine harcandığı yolundaki değerli çoğunluğun görüşlerine katılma olanağı bulunmamaktadır. TMK.nun 6. maddesi gereğince davacı iddiasını, davalı ise savunmasını kanıtlamakla yükümlüdür. Davacı-davalı A. ve vekili yukarıda açıklandığı gibi bu yöndeki iddialarını kanıtlayamamışlardır. Bu nedenle yerel mahkemenin bu bakımdan verdiği red kararı dosya kapsamına usul ve kanuna uygun bulunmaktadır. Hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi kuralları da buna uygun düşmektedir.

Saptan bu somut ve hukuki olgular karşısında direnme kararının onanmasına karar verilmesi gerekirken sayın Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca bozulmasına karar verilmesi biçiminde gerçekleşen görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum.

Kazancı
Old 10-03-2014, 13:50   #73
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/3286
K. 2014/737
T. 22.1.2014

• MUVAZAA İDDİASINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Davalılardan Birinin Katkı Payı Alacağına İlişkin Hükmedilecek Tazminatı Ödememek Amacıyla Dava Konusu Edilen Taşınmazı Danışıklı Olarak Diğer Davalıya Devrettiği - Taşınmazın Haciz ve Satışını İsteyebilmesi Yönünde Hüküm Kurulacağı )

• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Davalılardan Birinin Katkı Payı Alacağına İlişkin Hükmedilecek Tazminatı Ödememek Amacıyla Dava Konusu Edilen Taşınmazı Danışıklı Olarak Devrettiği - Tapu İptaline Gerek Olmaksızın Taşınmazın Haciz ve Satışını İsteyebilmesi Yönünde Hüküm Kurulması Gerektiği )

• KATKI PAYI ALACAĞINA İLİŞKİN TAZMİNATI ÖDEMEME AMACIYLA TEMLİK ( Muvazaa İddiası - İİK 283/1 Md. Gözetilerek Tapu İptaline Gerek Olmaksızın Davacının Alacağını Alabilmesini Sağlamak İçin Dava Konusu Taşınmazın Haciz ve Satışını İsteyebilmesi Yönünde Hüküm Kurulacağı )

• TAZMİNATI ÖDEMEME AMACIYLA TEMLİK ( Katkı Payı Alacağına İlişkin/Muvazaa İddiası - Tapu İptaline Gerek Olmaksızın Taşınmazın Haciz ve Satışını İsteyebilmesi Yönünde Hüküm Kurulması Gerektiği )

2004/m.283/1
818/m.18

ÖZET : Dava, muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı, davalılardan birinin katkı payı alacağına ilişkin hükmedilecek tazminatı ödememek amacıyla dava konusu edilen taşınmazı danışıklı olarak diğer davalıya devredildiği iddiası ile eldeki bu davayı açmıştır. Satışın muvazaalı olduğu kanıtlanmıştır. O halde, davanın İİK 283/1 maddesi gözetilerek tapu iptaline gerek olmaksızın davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekir.

DAVA : Davacı H. Ö. vekili tarafından, davalılar A. Ö. vd. aleyhine 25/03/2011 gününde verilen dilekçe ile muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 16/07/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin reddine karar verilmiş; karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir..

Davacı vekili, davacı ile davalılardan A. Ö.'ün İzmir 4. Aile Mahkemesi'nin 06/06/2005 tarih ve 2003/207 Esas, 2005/674 Karar sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiğini, davacı tarafından davalı Alaiddin aleyhine katkı payı alacağına ilişkin açılan davada İzmir 12. Aile Mahkemesi'nin 2008/542 Esas, 2009/991 Karar sayılı kararı ile 30.960,00 TL'nin tahsiline karar verildiğini, boşanma kararından bir hafta sonra 13/06/2005 tarihinde davalı Alaiddin'in üzerine kayıtlı 188 ada 1 nolu parselde kayıtlı L Blok 3. kat 7 nolu bağımsız bölümü çok düşük bir bedelle, hiç bir işi olmayan yeğeni diğer davalı Tijen Komodoroğlu'na satış göstrerek tapudan devrettiğini, yapılan satış işleminin mal kaçırma amacıyla muvazaalı yapıldığını belirterek dava konusu taşınmazın tapusunun iptali ile davalı A. Ö. adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir.

Davalı A. Ö. davanın reddini savunmuştur.

Yerel mahkemece, davalı A. Ö.'ün hayatta olduğu, kısıtlı bulunmadığı, davacının muvazaa nedeniyle tapu iptali talep etmesi yönünde aktif dava ehliyetinin bulunmadığı, istemin tasarrufun iptali mahiyetinde düşünülmesi durumunda dahi koşullarının oluşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verimiştir.

Dava, Borçlar Yasasının 18. maddesinde düzenlenmiş bulunan danışık ( muvazaa ) iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Kural olarak üçüncü kişiler, danışıklı işlem ( muvazaalı muamele ) nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü; danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi, onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Ancak, üçüncü kişilerin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların, danışıklı işlemde bulunandan alacakları bulunmalı ve danışıklı işlem o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış olmalıdır.

Diğer yandan; zarara uğradıklarını ileri süren üçüncü kişilerin, danışıklı işlemde bulunduğu iddia edilen kişi hakkında tazminat davası açmış olmaları, bu davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığından danışıklı işlemde bulunanın, üçüncü kişilere borçlu bulunduğunun gerçekleşmesi ve borcunu ödememek için danışıklı hukuki işlem yapmış olması gerekir.

Somut olayda; davacı, davalılardan Alaiddin'in katkı payı alacağına ilişkin hükmedilecek tazminatı ödememek amacıyla dava konusu edilen taşınmazı danışıklı olarak diğer davalıya devredildiği iddiası ile eldeki bu davayı açmıştır. Yargılama sonunda satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması durumunda davacı, satışa konu edilen maldan alacağının tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil şahsi bir sonuç doğuracağından tapunun iptaline değil, İ.İ.K.'nun 283/1. maddesi gereğince, iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya taşınmazın haciz ve satışını isteyebilme hakkı tanınmasına karar verilecektir. Bu davada güdülen amaç da budur. Davacı ile davalı Alaiddin'in İzmir 4. Aile Mahkemesi'nin 06/06/2005 tarih ve 2005/207 Esas, 2005/674 Karar, sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiği, kararın 07/07/2005 tarihinde kesinleştiği, yine davacı tarafından davalı Alaiddin aleyhine katkı payı alacağına ilişkin davada İzmir 12. Aile Mahkemesi'nin 2008/542 Esas, 2009/991 Karar sayılı kararı ile 30.960,00 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verildiği ve kararın 28/01/2011 tarihinde kesinleştiği, davalı Alaiddin'in üzerine kayıtlı 188 ada 1 nolu parselde kayıtlı L Blok 3. kat 7 nolu bağımsız bölümü boşanma davasının karara bağlanmasından bir hafta sonra çok düşük bir bedelle, hiç bir işi olmayan yeğeni diğer davalı T. K.'na satış göstererek tapudan devrettiği, yapılan satış işleminin katkı payı alacağından kurtulmaya yönelik olarak muvazaalı yapıldığı anlaşılmaktadır.

Şu durumda, satışın muvazaalı olduğu kanıtlanmıştır. O halde, davanın İİK 283/1 maddesi gözetilerek tapu iptaline gerek olmaksızın davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilmeden yerinde görülmeyen yazılı gerekçeyle istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 22.01.2014 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.22/01/2014

Kazancı
Old 10-03-2014, 13:59   #74
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/10621
K. 2013/9724
T. 20.6.2013

• KATILMA ALACAĞI DAVASI ( Çekilen Kredinin Boşanma Davasının Açıldığı Tarihe Kadarki Taksitlerinin Edinilmiş Mallardan Ödendiği - Kalan Taksit Karşılığı Olan Edinilmiş Malın Borcunun Boşanma Dava Tarihinden Sonra Davalı Tarafından Ödeneceğinin Gözetilmesi Gerektiği )

• EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ ( Kalan Kredi Taksidi Karşılığı Olan Edinilmiş Malın Borcunun Boşanma Dava Tarihinden Sonra Davalı Tarafından Ödeneceği Gözetilerek Karşılığının Karar Tarihine Yakın Bir Tarihte Hesaplanacak Taşınmazın Sürüm Değerinden Edinilmiş Malın Borcunun Düşürülmesi Gerektiği )

• EŞLERİN KİŞİSEL MALLARI ( Evlilik Öncesi Edinilen Aracın Davalı Tarafından Üçüncü Kişiye Satılarak Edinilen Paranın Davalı Tarafından Kooperatifin Ara Taksitlerine Ödendiği - Bu Davacının Babasının Beyanıyla Sabit Bulunduğundan Davalının Kişisel Malı Olarak Hesaplamada Gözetileceği/Katılma Alacağı )

• TAKAS MAHSUP ( Katılma Alacağı Davası - Aracın Üçüncü Kişiye Satış Tarihindeki Sürüm Değerinin Konunun Uzmanı Bilirkişi Aracılığıyla Saptanması Gerçek Satış Bedelinin Belirlenmesi ve Bu Paranın Davalının Kişisel Malı Olduğu Gözetilerek Hesaplanacak Artık Değerden Düşürülmesi Gerektiği )

• FAİZ ( Davacı Vekilinin Dava Dilekçesi ve Islah Dilekçesinde Dava Tarihinden İtibaren Reeskont Faizine Hükmedilmesini İstediği - Tasfiyenin Sona Erdiği Tarih Kararın Verildiği Tarih Olduğundan Karar Tarihinden İtibaren Edinilmiş Mallar Bakımından Yasal Faize Hükmedilmesi Gerektiği/Katılma Alacağı Davası )

4721/m.232,235,236,239

ÖZET : Dava, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde katılma alacağı istemine ilişkindir. Dosya kapsamında bulunan banka hesap ekstralarına ve taksitlendirme cetveline göre davalı tarafından anapara olarak kredi çekildiği, 60 taksit halinde ödenmesi öngörülmüş olup, boşanma davasının açıldığı tarihe kadar taksitlerin edinilmiş mallardan ( tarafların gelirlerinden ) ödendiği, kalan taksitlerin ise boşanma davasının açıldığı ve mal rejiminin sona erdiği tarihten sonra davalının kişisel malından karşılanması gereken para olup davalının kişisel malı olarak göz önünde tutulması gerekir. Yani kalan taksit karşılığı para davalı adına tapuda kayıtlı bulunan bağımsız bölümden kaynaklanan edinilmiş malın pasifi ( borcu ) olduğu konusunda bir duraksama bulunmamaktadır. Bu bakımdan kalan taksit karşılığı olan edinilmiş malın borcunun boşanma dava tarihinden sonra davalı tarafından ödeneceği gözetilerek karşılığının karar tarihine yakın bir tarihte hesaplanacak taşınmazın sürüm değerinden edinilmiş malın borcu ( pasifi olarak ) düşürülmesi gerekir. Bundan ayrı evlilik öncesi edinilen aracın davalı tarafından üçüncü kişiye satılarak edinilen paranın davalı tarafından kooperatifin ara taksitlerine ödendiği bu hususun davacının babasının yargılama oturumunda alınan beyanıyla sabit bulunduğundan davalının kişisel malı olarak hesaplamada gözetilmesi gerekir. Ne var ki 3 kişiye satılan aracın satış tarihindeki değerinin mahkemece belirlenmediği saptanmıştır. Bu sebeple söz konusu aracın üçüncü kişiye satış tarihindeki sürüm değerinin konunun uzmanı bilirkişi aracılığıyla saptanması, gerçek satış bedelinin belirlenmesi ve bu paranın davalının kişisel malı olduğu gözetilerek hesaplanacak artık değerden düşürülmesi, yani T.M.K.nun 236/1. fıkrasının son cümlesi gereğince takas ve mahsubun yapılması gerekmektedir. Davacı vekili her ne kadar dava dilekçesi ve ıslah dilekçesinde dava tarihinden itibaren reeskont faizine hükmedilmesini istemiş ise de T.M.K.nun 239 /son fıkrası gereğince tasfiyenin sona erdiği tarih kararın verildiği tarih olduğundan karar tarihinden itibaren edinilmiş mallar bakımından yasal faize hükmedilmesi gerekir.

DAVA : V. N. B. ile A. Y. aralarındaki katılma alacağı davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair Konya 4. Aile Mahkemesi'nden verilen 5.6.2012 gün ve 323/600 Sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili ve davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde; S.S. E... Konut Yapı Kooperatifi'ne davalı kocanın üye olduğunu, vekil edeniyle davalı arasında T.M.K.nun 256. vd. maddeleri gereğince 1.1.2002 tarihinden itibaren mal ortaklığı rejiminin devam ettiğini, bu rejime göre davalının üyesi bulunduğu kooperatif hissesinin edinilmiş mallar kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, Konya 1. Aile Mahkemesi'nin 2007/ 21 Esas ve 2009/50 Karar sayılı ilamıyla tarafların boşandıklarını açıklayarak 10.000,00 TL harca esas olan mal ortaklığı sebebiyle sonradan edinilmiş mallardan davalıya ait kooperatif payının boşanma sebebiyle tasfiyesiyle Vasinin vekil edenine verilmesi isteğinde bulunmuş, 10.4.2012 tarihli harçlı ıslah dilekçesiyle; davacının öğretmen olduğunu, davalı tarafından edinilen kooperatif evine vekil edeninin % 50 oranında olduğunu, 10.000,00 TL'den davayı açtıklarını, taşınmazın karar tarihine yakın sürüm bedelinin 80.000,00 TL olarak tespit edildiğini, buna göre davanın ıslah edilerek 30.000,00 TL arttırılmak suretiyle 40.000,00 TL'ye çıkartıldığını açıklayarak bu miktarın davalıdan tahsiline ve dava tarihinden itibaren reeskont faiz yürütülmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili 27.3.2009 tarihli cevap dilekçesiyle; vekil edeninin kooperatife üye olduğunu ve kura çekimi sonucu konut edindiğini, babası Ö.'ye ait evi ipotek etmek suretiyle kooperatif evi için 30.000,00 TL konut kredisi çektiğini, bu bedeli hemen kooperatif başkanlığı hesabına yatırdığını, toplam ödenecek miktarın 56.712,60 TL olduğunu, her ay vekil edeninin maaşından 945,21 TL kesilerek kredi ödemesi yapıldığını, ayrıca kooperatife yapılacak ara ödeme sebebiyle evlilik öncesi alınan 06 ... ... plakalı 1986 model aracın 15.000,00 TL'ye satıldığını, kooperatif ödemesi için kullandığını, bundan ayrı vekil edeninin silahını 2.000,00 TL'ye sattığını, evin sonradan çıkan borcuna ödediğini, Oyakbank Mevlana Şubesi'nden 6.000,00 TL tüketici kredisi çektiğini, kooperatif evinin fayans, mutfak dolabı, vestiyer, taban döşemesi, boya, badana, duvar alçı, duvar kağıdı gibi giderlerine harcadığını, tüm bu ödemelerin vekil edeni tarafından yapıldığını, banka kredi borçlarının bulunduğunu, davacının katkısının olmadığını, iddianın haksız ve dayanaksız olduğunu açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, "... kooperatif üyeliğinin davalı tarafından 24.12.2004 tarihinde satın alındığını, edinilmiş mal olduğunu, davacının öğretmen, davalının ise subay olarak görev yaptığını, bu sebeple her ikisinin de eve katkılarının olduğunu. Halk Bankası'na ait dosyaya sunulan dekonttan anlaşıldığı üzere davacının babasının 29.4.2005 tarihinde 6.000,00 TL'yi davalı A. Y. adına havale ettiğini, yine davacının davalının çekmiş olduğu 35.000,00 TL krediyi davalıyla birlikte müştereken ve müteselsilen kefil olduğunu, sonuç olarak edinilmiş mal olarak kabul edilen toplam 49.598,54 TL katkı parası olarak hesaplanan bedelin 1/2 paya isabet eden 24.799,27 TL'nin karar tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline..." karar verilmesi üzerine hüküm, davacı vekili tarafından taşınmazın sürüm değeri 80.000,00 TL tespit edildiği halde, bunun 1/2'si olan 40.000,00 TL bakımından hüküm kurulması ve istek tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiği görüşü ile, davalı vekili tarafından ise, hükmedilen miktarın fahiş olduğu, vekil edeni tarafından çekilen kredilerle aracın bedelinin ve boşanma dava tarihinden sonra ödenmesi gereken borçların hesaplamada göz önünde tutulmadığı gerekçesiyle temyiz etmişlerdir.

Dava, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde T.M.K.nun 202, 218, 219, 229, 231, 232, 235, 236 ve 239. maddeleri gereğince açılan katılma alacağı istemine ilişkindir.

Mahkemece, yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ise de, hükme esas alınan hukukçu bilirkişi raporu dosya kapsamındaki gerçekleri yansıtmadığı ve hesabın yanılgılı bir şekilde yapıldığı belirlenmiştir.

Taraflar 31.10.1999 tarihinde evlenmişler, 9.11.2007 tarihinde açılan boşanma davasının kabulü ve hükmün 7.5.2010 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Taraflar arasında, evlendikleri 31.10.1999 tarihinden 1.1.2002 tarihine kadar 743 Sayılı T.K.M.'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, taraflar sözleşmeyle başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerine göre 4721 Sayılı T.M.K.nun yürürlüğe girdiği 1.1.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı 12.3.2007 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. ( T.K.M. m. 202, 4722 s. K. m. 10 ) Taraflar arasındaki mal rejimi T.M.K.nun 225/2. fıkrası uyarınca boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir.

Uyuşmazlık konusu, kooperatif üyeliği davalı tarafından edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde 24.12.2004 tarihinde satın alınmış ve 27.2.2005 tarihinde çekilen kura ile 7 numaralı bağımsız bölümün davalıya düştüğü belirlenmiştir. Taşınmaz edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğinden, davacının çalışıp- çalışmamasının sonuca bir etkisi olmayıp, kural olarak edinilmiş mal borcu olan ve çekilen kredilerle kişisel maldan yapılan katkıların hesaplamada göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Davacı vekili, her ne kadar davacının babası tarafından davalıya havale edilen 6.000,00 TL'nin kooperatif borçlarına harcandığını belirtmiş ise de gerek dava dilekçesinde ve gerekse ıslah dilekçesinde bu borcun ileri sürülmediği ve istekleri arasında yer almadığı, sadece dekontun dosya arasına konulduğu anlaşılmıştır. Bu parayla ilgili olarak harcı yatırılmak suretiyle açılmış bir istek ve dava bulunmamaktadır. Şayet Baba bu parayı davacı kızına bağış amacıyla davalıya göndermiş ise zamanaşımı süresi kapsamında bunu ayrı bir davayla değer artış payı olarak isteme olanağı bulunmaktadır. Bu nedenle, bu paranın hesaplamada göz önünde tutulması olanağı bulunmamaktadır. Ancak, baba kızına parayı borç olarak göndermiş ya da davalı damadına borç olarak vermiş ise dava dışı baba tarafından genel mahkemede açılacak bir davayla davalıdan isteyebilir. Bu sebeple mahkemece bu farklılığın araştırılması gerekir.

Dosya kapsamında bulunan Oyakbank'a ait hesap ekstralarına ve taksitlendirme cetveline göre 22.2.2005 tarihinde davalı A. Y. tarafından anapara olarak 35.000,00 TL kredinin çekildiği, 60 taksit halinde ödenmesi öngörüldüğü ve faiziyle birlikte 56.712,60 TL'nin ödenmesi gerektiği belirlenmiş olup, boşanma davasının açıldığı 9.11.2007 tarihine kadar 32/60 taksitin edinilmiş mallardan ( tarafların gelirlerinden ) ödendiği, 28/60 taksitin ise boşanma davasının açıldığı ve mal rejiminin sona erdiği 9.11.2007 tarihinden sonra davalının kişisel malından karşılanması gereken para olup davalının kişisel malı olarak göz önünde tutulması gerekir. Yani 28/60 taksit karşılığı para davalı adına tapuda kayıtlı bulunan bağımsız bölümden kaynaklanan edinilmiş malın pasifi ( borcu ) olduğu konusunda bir duraksama bulunmamaktadır. Bu bakımdan 28/60 taksit karşılığı olan edinilmiş malın borcunun boşanma dava tarihinden sonra davalı tarafından ödeneceği gözetilerek karşılığının karar tarihine yakın bir tarihte hesaplanacak taşınmazın sürüm değerinden edinilmiş malın borcu ( pasifi olarak ) düşürülmesi gerekir.

Bu konuda T.M.K.nun 219, 229, 231, 232, 235 ve 236. maddelerinin hesaplamada göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ancak 20.1.2012 tarihinde taşınmazın sürüm değeri 80.000,00 TL olarak belirlenmiş ise de bu değer güncelliğini yitirdiğinden verilecek karar tarihine yakın bir tarihteki sürüm değerinin T.M.K.nun 232 ve 235/1. fıkrası gereğince yeniden uzman bilirkişi veya kişiler aracılığıyla saptanmalıdır. Bundan ayrı evlilik öncesi 3.8.1998 tarihinde edinilen 06 ... ... plakalı aracın 8.4.2005 tarihinde davalı tarafından üçüncü kişiye satılarak edinilen paranın davalı tarafından kooperatifin ara taksitlerine ödendiği bu hususun davacının babası E. Ü.'nün 16.6.2011 tarihli yargılama oturumunda alınan beyanıyla sabit bulunduğundan davalının kişisel malı olarak hesaplamada gözetilmesi gerekir. Ne var ki 8.4.2005 tarihinde 3 kişiye satılan 06 ... ... plakalı aracın satış tarihindeki değerinin mahkemece belirlenmediği saptanmıştır. Bu sebeple söz konusu 1986 model aracın üçüncü kişiye satış tarihi olan 8.4.2005 tarihindeki sürüm değerinin konunun uzmanı bilirkişi aracılığıyla saptanması, gerçek satış bedelinin belirlenmesi, 15.000,00 TL olup olmadığının ortaya çıkarılması ve bu paranın davalının kişisel malı olduğu gözetilerek hesaplanacak artık değerden düşürülmesi, yani T.M.K.nun 236/1. fıkrasının son cümlesi gereğince takas ve mahsubun yapılması gerekmektedir.

Öte yandan, davalı vekili vekil edeninin tabancasını satarak bu kişisel maldan gelen parayı da kooperatif taksitlerine harcadığını bildirmiş ise de bu yöndeki savunmalarını kanıtlamadıkları dosya kapsamıyla sabittir. Yine 6.7.2007 tarihinde boya, badana vb. işler için çekilen tüketici kredisinin edinilmiş mal olması ve taksitlerinde edinilmiş maldan karşılanmış olması sebebiyle hesaplamada göz önünde tutulması doğru değildir. T.M.K.nun 6 ve 222/1. maddesi gereğince herkes iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Söz konusu kredi taksitlerinin kişisel maldan karşılandığı kanıtlanamamıştır.

Dosya arasında bulunan taşınmazın edindiği Kooperatif Başkanlığından gönderilen 29.4.2011 tarihli yazıya göre 29.4.2011 tarihine kadar davalı tarafından 57.575,00 TL'nin kooperatife ödendiği, kalan borcun toplam 10.000,00 TL olduğunun açıklandığı, Dairenin geri çevirmesi üzerine aynı Kooperatif Başkanlığından gelen 10.5.2013 tarihli karşılık yazılarında ise boşanma davasının açıldığı ve mal rejiminin sona erdiği 9.11.2007 tarihine kadar 57.575,00 TL'nin davalı tarafından ödendiği, 31.12.2012 tarihine kadar ödenen toplam miktarın ise 63.925,00 TL olduğunun açıklandığı, bu durum karşısında boşanma dava tarihinden sonra kalan borcun ( kredi borcu dışında ) 6.350,00 TL olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece bu çelişki üzerinde durulması böyle bir borç var ise bunun da davacının kişisel malından karşılandığı esasından hareketle hesaptan indirilmesi düşünülmelidir.

Davacı vekili her ne kadar dava dilekçesi ve ıslah dilekçesinde dava tarihinden itibaren reeskont faizine hükmedilmesini istemiş ise de T.M.K.nun 239 /son fıkrası gereğince tasfiyenin sona erdiği tarih kararın verildiği tarih olduğundan karar tarihinden itibaren edinilmiş mallar bakımından yasal faize hükmedilmesi gerektiğinden davacı vekilinin bu sebeple bu yöne dair temyiz itirazları yerinde bulunmamaktadır.

SONUÇ : Taraf vekillerinin temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 Sayılı H.M.K.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı H.U.M.K. 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca H.U.M.K.nun 388/4. ( H.M.K.m.297/ç ) ve H.U.M.K.nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine 594,00'er TL peşin harcın istenmesi halinde davacı ve davalıya iadesine, 20.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 13-08-2014, 13:11   #75
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/8297
K. 2014/5096
T. 24.3.2014

• KATKI PAYI ALACAĞI DAVASI ( Taraflar Arasındaki Mal Rejimi 4721 S. Kanunun Yürürlük Tarihi Öncesinde Mal Ayrılığı Sonrasında İse Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi Geçerli Bulunduğundan Mahkemece Paylaşmalı Mal Ayrılığı Rejimine İlişkin Hükümlerin Uygulanarak Karar Verilmesinin Doğru Olmadığı )

• EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ ( Evliliğin İptal veya Boşanma Kararıyla Sona Erdirilmesi Halinde Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminde Aile Konutu ve Ev Eşyasına Yönelik Koruma Uygulanmayacağının Gözetilmesi Gerektiği - Katkı Payı Alacağı Davası )

• AİLE KONUTU VE EV EŞYASINA YÖNELİK KORUMA ( Katkı Payı Alacağı Davası - Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminde Aile Konutu ve Ev Eşyalarına Yönelik Düzenlemenin Uygulanabilmesi İçin Eşler Arasındaki Mal Rejiminin Ölüm Nedeniyle Son Bulması Gerektiği )

• MAL REJİMİNİN TESPİTİ ( Taşınmaz Üzerindeki Bina 4721 S. Kanunun Yürürlük Tarihinden Sonra Yapılmış ve Tamamlanmış İse Binanın Yapımında Edinilmiş Malların Harcandığının Kabulü 4721 S. Kanunun Yürürlük Tarihinden Öncesinde Yapılmış İse Katkı Hususunun İspatı Gerektiği )

• TANIKLARA SORU YÖNELTİLMESİ ( Katkı Payı Alacağı Davası - Dava Dilekçesinde Binanın Arsa Alındıktan Sonra İnşa Edildiğinin Açıklandığı/Dinlenen Davacı Tanıkları Binanın İnşa Edildiği Tarih Konusunda Mahkemece Soru Yöneltilmediği İçin Açıklama Yapmadığı/Gerekli Araştırma ve İnceleme Yapılmadan Hüküm Kurulamayacağı )
4721/m.240,254

ÖZET : Dava, katkı payı alacağı istemine ilişkindir. TMK.nun 254. Maddesi hükmüyle iptal ve boşanma halinde paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde aile konutu ve ev eşyası düzenleme konusu yapılmıştır. Kural mal rejiminde, diğer deyişle edinilmiş mallara katılma rejiminde ise aile konutu ve ev eşyalarına yönelik düzenlemenin uygulanabilmesi için eşler arasındaki mal rejiminin ölüm nedeniyle son bulması gerekir. ( TMK.240md ). Başka bir anlatımla evliliğin iptal veya boşanma kararıyla sona erdirilmesi halinde edinilmiş mallara katılma rejiminde aile konutu ve ev eşyasına yönelik koruma uygulanmaz. Somut olayda taraflar arasındaki mal rejimi 4721 sayılı kanunun yürürlük tarihi öncesinde mal ayrılığı, sonrasında ise edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli bulunduğundan mahkemece, paylaşmalı mal ayrılığı rejimine ilişkin hükümlerin uygulanarak karar verilmesi doğru olmamıştır.

Öte yandan, dosya kapsamına göre, taşınmaz üzerinde bulunan binanın ne zaman inşa edildiği konusunda tereddüt bulunmaktadır. Dava dilekçesinde, binanın arsa alındıktan sonra inşa edildiği açıklanmış, dinlenen davacı tanıkları binanın inşa edildiği tarih konusunda mahkemece soru yöneltilmediği için açıklama yapmamışlardır. Ayrıca, mahkemece, davacıya binanın inşaatının ne zaman başlandığı ve bitirildiği açıklattırılmamış, bu konuda gerekli araştırma ve inceleme yapılmadan hüküm kurulmuştur. Bu durum, nizalı binanın tabi olacağı mal rejiminin tespitinde önem arz etmektedir. Şöyle ki, bina 4721 sayılı kanunun yürürlük tarihinden sonra yapılmış ve tamamlanmış ise, binanın yapımında edinilmiş malların harcandığının kabulü, 4721 sayılı kanunun yürürlük tarihinden öncesinde yapılmış ise katkı hususunun ispatı gerekir. Öte yandan, Mahkemece, taşınır mallar bakımından da TMK.nun 254. Maddesi hükmü uyarınca hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir.

DAVA : A. T. ile A. T. aralarındaki katkı payı davasının kısmen kabulüne, kısmen reddine dair Bozyazı Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 15.11.2011 gün ve 231/193 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili ve davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, tarafların müşterek oturdukları evin inşaatında vekil edeninin bizzat çalıştığını, ayrıca başkalarının tarlalarında da çalışarak gelir elde ettiğini, düğününde takılan 2 adet ray bilezik ile reşat altınla büyük kolyesini de verdiğini, ayrıca evde bulunan eşyalarda da katkısının bulunduğunu açıklayarak evin içindeki eşyalarla birlikte 409 parselde kayıtlı evin vekil edenine tahsisine, yine evlilik birliği içerisinde vekil edeninin katkısı ile edinilen ... plakalı aracın da yarı payının, bunun mümkün bulunmaması durumunda da yarı oranındaki değerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, dava konusu ev ve araca davacının katkısının ispat edilemediğini, davacının evlilik birliği içerisinde hiç çalışmadığını, katkısının bulunmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, 409 parsel sayılı taşınmazın ve ev eşyalarının olayın özellikleri, eşlerin ekonomik ve sosyal durumları ve çocukların menfaatleri göz önünde bulundurularak 5 yıl süre ile davacıya tahsisine, bu hususun tapu kütüğüne şerhi için tapu müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, ... ... plakalı araç yönünden ise davacının katkısının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine, hüküm; davacı vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar 06.03.1989 tarihinde evlenmişler, 04.11.2003 tarihinde açılan boşanma davasının kabulü ve hükmün 01.03.2011 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. 4721 sayılı TMK'nun 179. maddesine göre mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanacaktır. Taraflar arasında başka bir mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğine göre, evlenme tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar TMK'nun 202. maddesine göre yasal edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olacaklardır. Eşler arasındaki mal rejimi TMK'nun 225/2. maddesine göre boşanma davasının açıldığı 04.11.2003 tarihi itibariyle sona ermiştir. Dava konusu taşınır ve taşınmaz mallar bakımından dava dilekçesindeki ve daha sonra aşamalarda davacı ve vekilinin beyanlarından taleplerinin birbirinden farklı sonuçlara varılacak açıklamalar içerdiği, bilhassa ileri sürülen hususun katkı iddiası olduğu ancak sonuçtaki isteğin mahkemece tam olarak belirlenmediği görülmektedir. Öncelikle, davacının isteğinin tereddüte meydan verilmeyecek biçimde açıklattırılması gerekir. Mahkemece bu husus gözden kaçırılmıştır. Mahkemece TMK.nun 254. Maddesi esas alınarak yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de; varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemektedir. TMK.nun 254. Maddesi hükmüyle iptal ve boşanma halinde paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde aile konutu ve ev eşyası düzenleme konusu yapılmıştır. Kural mal rejiminde, diğer deyişle edinilmiş mallara katılma rejiminde ise aile konutu ve ev eşyalarına yönelik düzenlemenin uygulanabilmesi için eşler arasındaki mal rejiminin ölüm nedeniyle son bulması gerekir. ( TMK.240md ). Başka bir anlatımla evliliğin iptal veya boşanma kararıyla sona erdirilmesi halinde edinilmiş mallara katılma rejiminde aile konutu ve ev eşyasına yönelik koruma uygulanmaz. Somut olayda taraflar arasındaki mal rejimi 01.01.2002 öncesinde mal ayrılığı, 01.01.2002 tarihinden sonra ise edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli bulunduğundan mahkemece, paylaşmalı mal ayrılığı rejimine ilişkin hükümlerin uygulanarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

Dava konusu ... ... plakalı araç, dava dışı 3. Kişi adına kayıtlı olup motosiklet niteliğindeki araçtır. Davacı, yargılama sırasında, dava konusu ettiği aracın plakasını hatırlamadığını bildirmiş, mahkemece trafik kayıtlarında yapılan araştırma sonucu davalı adına araç kaydına rastlanmadığı belirlenmiştir. Şu halde dava konusu yapılan araç yönünden mahkemece davanın ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar verilmiş olmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık konusu 409 parsel sayılı taşınmaz ise, 19.12.2001 tarihinde hükmen, satış ve intikal hukuki nedenlerine dayalı olarak paylı biçimde kargir ev ve tarla niteliği ile dava dışı 3. Kişiler adlarına tescil edilmiştir. Davacı 16.12.2004 tarihli yargılama oturumunda dava konusu olan konutun bulunduğu arsanın haricen kayıt maliki D. A. Y.'dan davalı eşi tarafından satın alındığını, ancak kendisinin katkısı ile üzerine bina yapıldığını açıklamıştır. Dava konusu 409 parsel sayılı taşınmaz, arsa ve kargir ev vasfı ile 743 sayılı TKM'nin 170. maddesine göre eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğine ve ayrıca davacının açık beyanına göre arsanın davalı eşi tarafından alındığı kendisinin arsanın alımına katkısını ileri sürmediğine göre; davacının arsanın edinilmesine ilişkin katkısından söz edilemeyecektir.

Ne var ki, davacı arsa üzerindeki binanın yapımı sırasında bizzat kendisinin çalıştığı gibi, ayrıca tarlalarda çalışarak para kazandığını, düğününde takılan 2 adet ray bilezik ile reşat altınlı büyük kolyesini satarak katkıda bulunduğunu açıklamış, binanın 2001 yılından sonra yapıldığını bildirmiştir. Şu durumda dosya kapsamına göre, taşınmaz üzerinde bulunan binanın ne zaman inşa edildiği konusunda tereddüt bulunmaktadır. Dava dilekçesinde, binanın arsa alındıktan sonra inşa edildiği açıklanmış, dinlenen davacı tanıkları binanın inşa edildiği tarih konusunda mahkemece soru yöneltilmediği için açıklama yapmamışlardır. Ayrıca, mahkemece, davacıya binanın inşaatının ne zaman başlandığı ve bitirildiği açıklattırılmamış, bu konuda gerekli araştırma ve inceleme yapılmadan hüküm kurulmuştur. Bu durum, nizalı binanın tabi olacağı mal rejiminin tespitinde önem arz etmektedir. Şöyle ki, bina 01.01.2002 tarihinden sonra yapılmış ( veya bu tarihten sonra yapılan kısımları bakımından ) ve tamamlanmış ise, binanın yapımında edinilmiş malların harcandığının ( TMK'nun 222.maddesi son fıkrası hükmüne göre davalı tarafça aksi ispat edilebilir ) kabulü, 01.01.2002 tarihinden öncesinde yapılmış ise katkı hususunun ispatı gerekir. Öte yandan, Mahkemece, taşınır mallar bakımından da TMK.nun 254. Maddesi hükmü uyarınca hüküm kurulmuş olması yukarıda açıklanan nedenlerle doğru görülmemiştir.

Hal böyle iken, mahkemece, taraflara iddia, savunma ve delillerini sunmaları için süre ve imkan tanınması, öncelikle davacı tarafa, talebinin tereddüte meydan vermeyecek biçimde açıklattırılması, talebin niteliğine göre dava konusu yapılan malların değerlerinin ayrı ayrı belirlenmesinin istenilmesi, yine dava konusu yaptığı ev eşyaları ve binanın inşaatının başlandığı ve bitirildiği tarihleri bildirmesi ve bu hususta delillerini sunması için süre ve imkan tanınması, bildirilen taraf tanıklarının yeniden dinlenilmek suretiyle, davacının tarlalarda çalışıp çalışmadığının, çalışıyor ise ne şekilde, ne kadar süre ile çalıştığının ve kazanç durumunun, ileri sürülen altınların varlığı ve satılıp satılmadığının, binanın yapımına katkısı olup olmadığının, binanın yapımına ne zaman başlanıldığı, ne kadar süre sonra tamamlandığı hususlarının açık bir biçimde tanıklardan sorularak beyanlarının alınması, uyuşmazlığın çözümlenmesine çalışılması, tüm taraf delillerinin yöntemine uygun şekilde toplanması, gerekirse meslek odalarından görüş istenilmesi, bundan ayrı, uzman hukukçu ve mali müşavir bilirkişilerden rapor alınması, bu şekilde iddia ve savunma çerçevesinde tüm delillerin birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir. Eksik araştırma ve inceleme ile hüküm kurulması doğru olmamıştır.

SONUÇ : Davacı vekili ile davalı vekilinin temyiz itirazları yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 18,40 TL peşin harcın istek halinde temyiz edenlere ayrı ayrı iadesine, 24.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 10-11-2014, 16:40   #76
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/11479
K. 2014/7834
T. 22.4.2014


KATKI PAYI ALACAĞI ( Murisin Çalışarak Gelir Elde Ettiği ve Geliri İle Katkıda Bulunduğunun AnlaşılmasıAncak Ne Miktar Katkıda Bulunduğunun Net Şekilde Tesbit Edilememesi Halinde Davanın Reddine Karar Verilemeyeceği )

• MURİSİN KATKI BEDELİNİN BELİRLENEMEMESİ ( Katkı Payı Alacağı - Muris İle Davalının Evlenme Tarihinden Alım Tarihine Kadar Taraf Gelirlerinin Araştırılarak Dosya Arasına Getirtilmeye Çalışılıp Taraf Gelirleri Kişisel Harcamalar ve Taşınmazın Dava Tarihindeki Değeri Üzerinden Belirlenecek Tazminat Niteliğinde Bir Miktar Paranın Katkı Payı Alacağı Olarak Hüküm Altına Alınacağı )

• BAĞIŞ İRADESİ ( Katkı Payı Alacağı - Murisin Çalışarak Elde Ettiği Geliri İle Katkıda Bulunması Neticesi Davalı Eşi Adına Taşınmaz Alınması Durumunda Murisin Bağış İradesinin Bulunduğunun Açıkça Belirlenmemesi Halinde Salt Tescilin Davalı Eş Adına Yapılmış Olması Bağışlama Olarak Kabul Edilemeyeceği )

• KATKI MİKTARININ NET ŞEKİLDE TESBİT EDİLEMEMESİ ( Davanın Reddine Karar Verilemeyeceği - Muris İle Davalının Evlenme Tarihinden Alım Tarihine Kadar Taraf Gelirlerinin Araştırılarak Dosya Arasına Getirtilmeye Çalışılıp Dava Tarihindeki Değeri Üzerinden Belirlenecek Tazminat Niteliğinde Bir Miktar Paranın Katkı Payı Alacağı Olarak Hüküm Altına Alınacağı )

743/m.170
4721/m.152,202
6098/m.50,51
ÖZET : Dava, katılma alacağı ve katkı payı alacağına ilişkindir. Uyuşmazlık konusu mesken 743 sayılı TKM'nin 170. maddesine göre eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğine göre; uyuşmazlığın Borçlar Kanunu'nun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Uyuşmazlık konusu taşınmaz 01.01.2002 tarihinden önce edinildiği için, davacının katkı payı alacağı isteğinde bulunabilmesi için, taşınmazların edinilmesinde maddi katkı sağlaması zorunludur. Murisin çalışarak gelir elde ettiği ve geliri ile katkıda bulunduğunun anlaşılması ancak ne miktar katkıda bulunduğunun net şekilde tesbit edilememesi halinde davanın reddine karar verilemez. Bu durumda Mahkemece yapılması gereken iş, muris ile davalının evlenme tarihinden alım tarihine kadar taraf gelirlerinin araştırılarak dosya arasına getirtilmeye çalışılması, tesbit edilecek taraf gelirleri, kişisel harcamalar, TKM’nin 152.maddesi, tasarruf edebilecekleri miktarlar ile birlikte davacı yararına, hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi ve 6098 sayılı TBK'nun 50. ve 51. maddelerinin kapsamları gözetilerek dava konusu taşınmazın dava tarihindeki değeri üzerinden belirlenecek tazminat niteliğinde bir miktar paranın katkı payı alacağı olarak hüküm altına alınması gerekir. Murisin çalışarak elde ettiği geliri ile katkıda bulunması neticesi davalı eşi adına taşınmaz alınması durumunda murisin bağış iradesinin bulunduğunun açıkça belirlenmemesi halinde salt tescilin davalı eş adına yapılmış olması bağışlama olarak kabul edilemez.

DAVA : Ş. Y. ile A. Y. aralarındaki Katılma alacağı, katkı payı alacağı davasının reddine dair İzmir 8. Aile Mahkemesi'nden verilen 02.11.2012 gün ve 254/818 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı Şahal vekili, davacının ve davalının miras bırakanı H. H. ile davalının evlilikleri sırasında edindikleri ve davalı adına tescil edilen taşınmazlarda miras bırakanın da çalışarak elde ettiği geliri ile katkısı olduğunu, 6429 ada 16 parseldeki 20 numaralı meskenin de miras bırakanın elde ettiği geliri ile alındığını açıklayarak mal rejiminin tasfiyesi kapsamında 6429 ada 16 parseldeki 20 numaralı meskenin miras bırakanın ölüm tarihindeki rayiç değerinin belirlenerek miras bırakanın katkı payı alacağından davacıya düşecek alacak bölümünün fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 10.000 TL'sinin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Ayten vekili, dava konusu taşınmazın davalının ticaretle iştigali sebebiyle elde ettiği gelirle edinildiğini, davalının ev hanımı olmadığını, miras bırakan H. H.’nün de taşınmazın alımında katkısı bulunmadığını, bir an katkıda bulunduğu kabil bile edilse bunun bağış sayılması gerektiğini açıklayarak davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacı tanıklarının taşınmazın kim tarafından alındığı hususunu bilmedikleri, davalı tanıklarının ise taşınmazın davalının kazancı ve parası ile alındığını bildirdikleri, davacının davasını bu nedenle ispatlayamadığı, murisin katkısının varlığı kabul edilecek olsa bile yapılan bu katkının bağış niteliğini taşıdığı, muris tarafından sağlığında bağıştan dönme ile ilgili olarak davalı aleyhine açılmış herhangi bir davada olmadığı gibi davacı tarafça davalı aleyhine muris muvazaasına dayalı açılmış bir dava da bulunmadığı gerekçesi ile sübut bulmayan davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından; H. H. ile davalı Ayten 14.04.1958 tarihinde evlenmişler, H. H.’nün 18.04.2011 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak murisin ilk eşinden olma kızı davacı Şahal ile davalı eş Ayten ve Ayten’den olma çocuklar Levent ile Lale kalmışlardır. 4721 sayılı TMK'nun 179.maddesine göre mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanacaktır. Taraflar arasında başka bir mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğine göre, evlenme tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği ölüm tarihine kadar TMK'nun 202.maddesine göre yasal edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olacaklardır. Eşler arasındaki mal rejimi TMK'nun 225/1.maddesine göre H. H.’nün 18.04.2011 tarihinde ölümü ile sona ermiştir.

Uyuşmazlık konusu 6429 ada 16 parseldeki 20 numaralı bağımsız mesken 743 sayılı TKM'nin 170. maddesine göre eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde 12.11.1992 tarihinde edinildiğine göre; uyuşmazlığın Borçlar Kanunu'nun genel hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Uyuşmazlık konusu taşınmaz 01.01.2002 tarihinden önce edinildiği için, davacının katkı payı alacağı isteğinde bulunabilmesi için, taşınmazların edinilmesinde maddi katkı sağlaması zorunludur. Mahkeme tarafından da maddi katkıda bulunulduğunun ispatlanamaması gerekçe gösterilerek dava reddedilmiştir. Dosya arasına getirtilen sigorta belgeleri incelendiğinde muris H. H.’nün de evlilik içinde çalıştığı ve gelir elde ettiği anlaşıldığına göre dava konusu taşınmazın edinilmesinde katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Daire'nin yerleşik içtihatları da bu yöndedir. Ne var ki, dosya kapsamı itibariyle murisin katkı oranının belirlenmesi mümkün değildir. Murisin çalışarak gelir elde ettiği ve geliri ile katkıda bulunduğunun anlaşılması ancak ne miktar katkıda bulunduğunun net şekilde tesbit edilememesi halinde davanın reddine karar verilemez. Bu durumda Mahkemece yapılması gereken iş, muris ile davalının evlenme tarihinden alım tarihine kadar taraf gelirlerinin araştırılarak dosya arasına getirtilmeye çalışılması, tesbit edilecek taraf gelirleri, kişisel harcamalar, TKM’nin 152.maddesi, tasarruf edebilecekleri miktarlar ile birlikte davacı yararına, hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi ve 6098 sayılı TBK'nun 50. ve 51. maddelerinin kapsamları gözetilerek dava konusu taşınmazın dava tarihindeki değeri üzerinden belirlenecek tazminat niteliğinde bir miktar paranın katkı payı alacağı olarak hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olmuştur. Murisin çalışarak elde ettiği geliri ile katkıda bulunması neticesi davalı eşi adına taşınmaz alınması durumunda murisin bağış iradesinin bulunduğunun açıkça belirlenmemesi halinde salt tescilin davalı eş adına yapılmış olması bağışlama olarak kabul edilemez. Mahkemenin bu gerekçesi de yerinde değildir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle, yerel mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollaması ile halen yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK. m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 24,30 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 22.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 10-11-2014, 16:51   #77
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/9389
K. 2014/4769
T. 20.3.2014

• MAL REJİMİNE DAYALI ALACAK DAVASI ( Anlaşmalı Boşanma Davasına Konu Müşterek İmzalı Protokol Metninde Eşyaların Rızaen Paylaşıldığının Belirtildiği - İlk Duruşmada Tarafların Eşyaların Paylaşıldığını ve Sonradan Talepte Bulunulmayacağını Belirttiği/Mal Rejiminin Tasfiye Edilmiş Sayılacağı )

• ANLAŞMALI BOŞANMA PROTOKOLÜNDE MAL REJİMİ TASFİYESİ ( Müşterek İmzalı Protokolde Eşyaların Rızaen Paylaşıldığının Belirtildiği - İlk Duruşmada Tarafların Sonradan Talepte Bulunulmayacağını Belirttiği/Mal Rejiminin Tasfiye Edilmiş Kabul Edileceği )

• EVLİLİK BİRLİĞİNDE EDİNİLEN MALLARIN PAYLAŞIMI ( Anlaşmalı Boşanma Davasına Konu Müşterek İmzalı Protokol Metninde Eşyaların Rızaen Paylaşıldığının Belirtildiği - İlk Duruşmada Tarafların Eşyaların Paylaşıldığını ve Sonradan Talepte Bulunulmayacağını Belirttiği/Mal Rejiminin Tasfiye Edilmiş Sayılacağı )

4721/m. 202
ÖZET : Dava mal rejimine dayalı alacak davasıdır.

Taraflar, anlaşmalı boşanma davasına konu müşterek imzalı protokol metninde, evlilik birliğinde edindikleri eşyaları rızaları ile paylaştıklarını belirtmişlerdir. Evlilik birliğinde edinmiş oldukları eşyaları rızaen paylaştıklarını, sonradan her iki taraf da bir talepte bulunmayacağını ilk duruşmada da kabul etmişlerdir. Tarafların aralarındaki mal rejimini tasfiye ettiklerinin kabul edilmesi gerekir.

DAVA : K. ile M. aralarındaki mal rejimine dayalı alacak davasının reddine dair Lüleburgaz 2. Asliye Hukuk ( Aile ) Mahkemesinden verilen 25.12.2012 gün ve 425/567 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına, aynı Mahkemenin 2012/307 Esas sayılı dosyasında görülüp sonuçlandırılan anlaşmalı boşanma davasına konu müşterek imzalı dava dilekçesinde "...Boşanmamızın doğuracağı mali sonuçları... belirtir anlaşma-protokol imzaladık... dilekçe ekinde sunuyoruz..." biçiminde işaret edilen 02.07.2012 tarihli protokol metninde "...Evlilik birliğinde edinmiş olduğumuz eşyaları rızaen paylaştık, sonradan her iki taraf da bir talepte bulunmayacaktır..." cümlesi ile mutabık kalmalarına, 13.07.2012 günlü ilk oturuma gelen tarafların serbest iradeleri ile protokolü tekrarla "...Aramızda mal paylaşımına ilişkin anlaşmazlık bulunmamaktadır..." sözleri ile bu durumu kabullendiklerini açıkça bildirmelerine, emsal nitelikteki Y. HGK.'nın 27.11.2013 gün ve 2013/8-185 Esas, 2013/1601 Karar sayılı içtihadına nazaran tarafların aralarındaki mal rejimini tasfiye ettiklerinin kabulü gerekmesine göre,

SONUÇ : Yerinde bulunmayan davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK'nın 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nın 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 24,30 TL peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 0,90 TL'nin temyiz eden davacıdan alınmasına, 20.03.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, mal rejiminden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir. Yerel mahkemece verilen davanın reddine ilişkin hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairece oyçokluğuyla onanmasına karar verilmiştir.

Taraflar, 22.07.1993 tarihinde evlenmiş, 02.07.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulle sonuçlanması ve temyizden feragat nedeniyle 11.09.2012 tarihinde kesinleşmesi ile boşanmışlardır.

Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre, dava konusu taşınmazın tapu kaydı dosya arasında bulunmadığından ve edinim tarihi bu nedenle tam olarak tespit edilemediğinden mal rejiminin türü konusunda kesin bir nitelendirme yapma olanağı olmamıştır.

Anlaşmalı boşanma dosyasına taraflarca imzalanmak suretiyle sunulan 02.07.2012 tarihli protokolün 1 nolu bendinde; evlilik birliğinde edinilmiş olduğumuz eşyaları rızaen paylaştık, sonradan her iki tarafta bir talepte bulunmayacaktır..." boşanma dava dilekçesinin 5 nolu bendinde ise; "...boşanmamızın doğuracağı mali sonuçları ve çocuklarımızın durumlarını belirtir bir anlaşma -protokol imzaladık. Bunu dilekçemize ekli olarak sunuyoruz...", yargılamanın 13.07.2012 tarihli yargılama oturumunda da her iki taraf aynı; "aramızda mal paylaşımına ilişkin anlaşmazlık bulunmamaktadır...", beyanları yer almaktadır.Alınan bu beyanlar gözetildiğinde mal rejiminden kaynaklanan katkı payı alacağı veya katılma alacağı hakkının taraflar arasında ortadan kalkıp kalkmadığı mal rejimi kapsamında kalan malların örneğin somut olayda bağımsız bölümün anılan beyanlar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği çoğunluk ile azınlık arasında uyuşmazlık noktasını oluşturmaktadır.

1 - Hukuki nitelendirme

Dava, mal rejiminden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir. L... İlçesi, ... K... İlçesi T... K... evleri ... Blok, K:..., Daire: ... 1... ada ... parselde bulunan bağımsız bölümün dava konusu yapıldığı ancak tapu kaydının dosya arasında bulunmadığı, söz konusu meskenin krediyle alındığı ve kredi borcunun halen devam ettiği emlak konuta ait dosya arasında bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılmıştır.

2- Mahkemenin ret gerekçesi

Mahkemece, "boşanma davasının 13.07.2012 tarihli yargılama oturumunda sözü edilen "mal" ve "eşler" sözcüklerinden taraflara ait ve mal rejiminin tasfiyesine konu olabilecek taşınır ve taşınmaz malların tümünün amaçlandığının kabulü gerektiğinden davacının davasının reddine karar verilmesi üzerine hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.

3- Anlaşmalı boşanma koşulları ve eşlerin anlaşmalı boşanmanın mali sonuçları konusunda anlaşmaları zorunluluğu TMK.nın 166/3. fıkrası gereğince hakimin anlaşmalı boşanmaya karar verebilmesi için, anılan fıkrada öngörülen tüm koşulların gerçekleşmiş bulunması gerekir. Buna göre evlilik 1 yıl sürmüş olacak, taraflar huzurda dinlenilecek, bundan ayrı nafakalar ve çocukların velayeti ile maddi ve manevi tazminat konularında anlaşmaları zorunludur. Fıkrada belirtilen boşanmanın mali sonuçları ibaresiyle, "kastedilen TMK.nın 174. maddesinde yer alan maddi ve manevi tazminat, aynı Kanun'un 175. maddesinde yer alan yoksulluk nafakası, çocuklar için bağlanacak nafaka ve boşanmanın fer'i ( eki ) sayılan diğer haklar kastedilmektedir". Mal rejimlerinden kaynaklanan mallar kesinlikle TMK.nın 166/3. fıkrasında kastedilen boşanmanın mali sonuçları arasında sayılmamaktadır. Çünkü, gerek doktrinde ve gerekse uygulamada baskın görüş; mal rejimleri ile ilgili davaların boşanmanın eki niteliğinde davalar olmadığı, onlardan bağımsız bir dava oldukları yönündedir. Uygulamada bu konuda bir duraksama söz konusu değildir. Bu bakımdan tarafların anlaşmalı boşanma protokolü yaparken mal rejimi konusunda anlaşmaları zorunlu değildir. Bu konuda anlaşma sağlanamadığı gerekçesiyle de anlaşmalı boşanma davasının reddi sonucunu doğurmaz. Ve anlaşmalı boşanmaya bir etkisi olamaz.

Ancak, taraflar anlaşmalı boşanma protokolü yaparken aralarındaki mal rejiminden kaynaklanan mallar bakımından anlaşmalarını engelleyen bir hükümde bulunmamaktadır. Bu nedenle, mal rejimi konusunda bir anlaşma yaparken bunu açık bir şekilde ifade etmeleri gerekmektedir. Örneğin, katılma alacağı ile değer artış payı alacağına konu mallar üzerinde herhangi bir hak talep etmiyorum, yada ev eşyalarından, taşınır ve taşınmaz mallardan kaynaklanan bir alacak isteğim yoktur veya katkı, katılma ve değer artış payı alacağı istemiyorum şeklinde açık bir biçimde genel kavramlardan hareket edilerek protokol yapmaları mümkündür. Tüm sorun katkı, katılma ve değer artış payı alacağı isteyip istemediklerini belirten genel kavramların protokolde yer alması ve bunun açık bir biçimde ifade edilmesidir. Böyle bir durumda dahi Hukuk Genel Kurulu'nun 24.02.2010 tarih ve 2010/2-96 Esas, 2010/106 Karar sayılı kararına göre, bu tür protokoller ve tutanağa geçen imzalı beyanlar mahkeme içi ikrar olarak nitelendirilmektedir. Mal rejiminin tasfiyesi olarak değerlendirilmemektedir.

Somut olayda, 02.07.2012 tarihli protokolün 1 nolu bendinde, "evlilik birliğinde edinmiş olduğumuz eşyaları rızaen paylaştık sonradan her iki tarafta bir talepte bulunmayacaktır" şeklinde bir ibare yer almaktadır. Bu ibareyle dava dilekçesinde ve yargılama oturumunda yer alan ibareler oldukça kapalı ve ne anlama geldiği de tam olarak anlaşılamamaktadır. Söz edilen ibare teknik anlamda bir feragati ifade etmektedir. Feragat ise, Hukuk Genel Kurulunun 22.02.2012 tarih, 2011/2-733 Esas, 2012/87 Karar sayılı kararında vurguladığı gibi, açık ve seçik olarak yapılması gerekir. Çünkü, feragat sadece mevcut davadan değil o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde, feragata konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz. Bu bakımdan, davadan veya herhangi bir haktan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması kanun gereğidir.

Nitekim, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 22.05.1987 gün ve 1986/4 Esas 1987/5 Karar sayılı ilamının gerekçesinde; "yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olmadan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul edilmiştir" öğretide de, feragatin açık ve kesin olması gerektiği kabul edilmektedir. Bu bakımdan protokolün 3 nolu bendinde yer alan ibare teknik anlamda bir feragat olmakla beraber açık, seçik, kesin ve koşulsuz olduğu söylenemez. Böyle bir feragatin hukuki sonuç doğurduğunu kabul etmek mümkün değildir. Öte yandan, tarafların mal talepleri yoktur ibaresi katılma alacağından kaynaklanan her türlü malı kapsadığını da kabul etmek olanaksızdır. Bu ibareden, eşlerden biri diğerine bir bakıma ben senin kişisel malını istemiyorum anlamı da çıkmaktadır. İbarenin her türlü malı kapsadığının kabulü halinde hukukun bir bakıma şekle feda edileceği sonucuna ulaşılacaktır. Bu haliyle hakkın özü hatta kendiside ortadan kalkmış olacaktır.

Söz konusu protokolün boşanma kararının eki haline geldiği ve onaylandığı da söylenemez. Çünkü, anlaşmalı boşanma kararının hüküm fıkrasında taraflar mal konusunda anlaştıklarında bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Yani mallar konusunda kurulmuş bir hüküm olmadığı gibi, tarafların imzalarını taşıyan protokolün mahkemece onaylanmasına şeklinde bir ifade de yer almamaktadır. Sadece, bu husus gerekçe kısmında yer almış olup, bilindiği gibi mahkemelerin kararlarının gerekçesi açıklayıcı nitelikte olduklarından, bağlayıcı bir özellikleri bulunmamaktadır. Kararların bağlayıcı kısmı hüküm fıkralarıdır. Bu bakımdan protokolün mahkemece onaylandığı ve kararın eki haline geldiğini söylemek güçtür. Boşanma veya ayrılığın fer'i sonuçlarına ilişkin anlaşmalar, hakim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz ( TMK.m. 184/1-5.bent ).

4- Doğmayan haktan feragat olmaz

TMK.nın 23. maddesine göre, "Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez." Bu hüküm, " doğmayan haktan feragat olmaz ", ilkesini içermektedir. Doğmayan haktan feragat olmaz ilkesinin kaynağı iç hukukta TMK.nın 23. maddesidir. Evrensel hukuk kuralları da doğmayan haktan feragat olmaz ilkesini öngörmektedir. Esasen bu konuda gerek doktrinde ve gerekse uygulamada bir görüş ayrılığına rastlanılmamaktadır. Söz konusu madde medeni haklardan yararlanma ve aynı zamanda medeni hakları kullanmaktan feragat etmeyi yasaklamıştır. Henüz doğmamış haklar, gerek iç hukuk ve gerekse evrensel hukuk kurallarına göre medeni hak niteliğinde olduğu veya oldukları kabul edilmektedir.

5- " Doğmayan haktan feragat olmaz " ilkesinin yargısal kararlara yansıması

Cezayı icap ettiren olaydan şikayet etmek hakkı şahsiyet ile ilgili medeni haklardandır. Medeni Kanun'un 23. maddesi uyarınca, bir kimse medeni haklardan ve onları kullanmaktan kısmen olsun vazgeçemez. Türk Ceza Kanunu'nda; karının veya kocanın zinasına, diğer eşin evvelce muvafakat etmiş olması hali şikayet hakkını önleyecek bir olay olarak kabul edilmemiştir. Bundan başka zina fiilinin başlamasından evvel kadının, kocasının evli olmayan bir kadınla zinasına rıza gösterdiğine ve bu rızanın her türlü baskıdan uzak bulunduğuna yer vermek, kadının sosyal durumuyla bağdaşamaz. Bu itibarla kadının kocasının zinasına önceden muvafakat etmiş olması veya muvafakatini belli edecek şekilde davranmış olması TCK'nın 180. maddesinde yazılı 6 aylık süre içerisinde şikayet hakkını kullanmasına engel olamaz ( YİBK 23.5.1966 T. 1966/3 Esas, 1966/5 K ).

Medeni Kanun'un 23. maddesine göre kimse, medeni haklarını kullanmaktan feragat edemez. Doğmamış haklar, medeni hak niteliğindedir. Onun için henüz hükme bağlanmamış bir kararın temyiz edilemeyeceğine dair sözleşme ve beyan geçersizdir. Çünkü, doğmamış haklardan feragat etmek caiz değildir. İlmi ve kazai içtihatlar da hükümden önce temyiz hakkından vazgeçilemeyeceği hususunda mutabakat halindedir ( 2. HD. 7.1.1971 T. 16 E, 1971/49 K ).

Dava hakkı, şikayet haklarından olup, feragat edilemez ( TKM. m.23 ). Bu itibarla, nafakadan önceden vazgeçme hüküm ifade etmez ( 2.HD.11.4.1972 T.315 Esas,1972/1285 K ).

Doğmamış haktan peşinen vazgeçilemeyeceği yolundaki evrensel hukuk ilkesi gözden kaçırılarak, davacının borç miktarına itiraz etmeyeceği ve dava açmayacağına dair beyanına dayanılmak suretiyle sonradan çıkarılan borca karşı dava hakkından feragat ettiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır ( 11. HD. 14.10.1997 T. 1997/4264 E, 1997/7002 K ).

Taraflar arasındaki sözleşmede her ne kadar cezai şartın fahiş olmadığına ilişkin hüküm bulunduğu iddia edilmiş ise de, doğmamış haktan feragat edilemeyeceğinden bu husus araştırılmalıdır. Mahkemece, hükmedilen cezai şartın fahiş olmadığı tartışılmalı, şayet fahiş görülür ise indirilecek miktar belirlenip, sonucuna göre bir karar verilmelidir ( 13. HD. 11.10.2004 T. 2004/6611 E, 2004/14120 K ).

Kadastro komisyonu tarafından karar verilmedikçe 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesi gereğince doğrudan kadastro mahkemesine dava açması mümkün değildir. Davacı, yasal prosedüre uygun dava açmadığını öğrenince, erken açtığı davayı yürütmek istememiş ve davadan feragat etmiştir. Doğmayan bir haktan feragat hukuken sonuç doğurmaz ( HGK. 31.3.1993 T. 1992/16-759 E, 1993/132 K ).

Kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca yapımı yüklenilen inşaatın gecikmesi nedeniyle cezai şart ve kira kaybı zararının tahsili istemiyle açılan davada, davalı yüklenici mal sahibi olan davacının gecikmeden kaynaklanan cezai şart ve gelir kaybına ilişkin feragat verdiğini ileri sürerek davanın reddini istemiş ise de, feragat tarihinden sonra oluşan zarar için feragat hüküm doğurmayacağından zararın hesaplanarak hüküm altına alınması gerekir ( 15. HD. 4.4.2007 T. 2006/1819 E, 2007/2112 K )

Boşanma davasında, tazminat ve nafaka talebinden vazgeçildiğine ilişkin beyan, hakkın doğumundan önce feragat mümkün olmadığından geçerli değildir ( 2. HD. 24.2.2003 T. 2003/1076 E, 2003/2320 K ).

Feragat ve kabul gibi irade beyanları kayıtsız ve koşulsuz olmalıdır ( 7. HD. 22.4.2005 T. 2005/1253 E, 2005/1268 K ).

Katılma alacağı tasfiye ile birlikte " MUACCEL " olur. Bu nedenle katılma alacağının derhal ifası gerekir. Katılma alacağının, katılma alacağı borçlusu eşin mal varlığından veya terekesinden elde edilip edilmeyeceği tasfiye sonunda katılma alacağının doğduğu, belirlendiği ve elde edilemeyeceğinin anlaşıldığı andan itibaren üçüncü kişiden istenilebilecektir.

6- Eşler Arasındaki Mal Rejiminin Sona Ermesi Anı ile Mal Rejiminin Tasfiyesi Anı

TMK. 225. maddesine göre, mal rejimi; eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulü durumunda ölüm ve sözleşme tarihlerinde sona erdiği gibi, mahkemece, evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer.

Evlilik boşanmayla sona ermiş ise, boşanma kararı kesinleşmeden eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesinin yapılması olanaklı görülmemektedir. Şayet boşanma davasıyla birlikte veya ondan ayrı olarak mal rejiminin tasfiyesi davası boşanma kararının kesinleşmesinden önce açılmış ise, HGK.nın 26.9.2012 T. 2012/8-192 E, 2012/629 Karar sayılı kararına göre bekletici mesele yapılmakta ve açılan boşanma davasının olumlu sonuçlanıp kesinleşmesi beklenmektedir. Boşanma davasının reddi halinde mal rejiminin tasfiyesi davasının da reddedileceği bir gerçektir. Çünkü açılan boşanma davasının olumlu sonuçlanıp kesinleşmesi, mal rejiminin tasfiyesi davasının görülebilirlik ön koşulunu oluşturmaktadır.

4721 sayılı TMK.nın Değerlendirme Anı, başlığını taşıyan 235/1. maddesine göre; mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar, tasfiye anındaki değerleriyle hesaba katılırlar. Görüldüğü gibi, mal rejiminin sona erme tarihi, boşanma dava tarihi olduğu halde malların değerlendirme anı, kanuni deyimle tasfiye anındaki değer olarak belirtilmiş olup, bu tarih; kural olarak, verilecek karar tarihidir. Bu nedenle mal rejiminin tasfiyesine konu malların değeri verilecek karar tarihine en yakın tarihteki bir tarihte belirlenir. Değer tespit tarihi ile kararın verileceği tarih arasında değer artışına yol açacak bir süre olmamalı yada önemli sayılmayacak bir değer artışı söz konusu olmalıdır. Hali hazırda uygulama bu yönde gelişme göstermekte ve bu ilke sapma göstermeksizin uygulanmaktadır.

Şu halde, mal rejiminin tasfiyesi davası, kural olarak, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılması gerekmektedir. Ve bu tarihten sonra açılacak mal rejimi davasının karara bağlanması ve kesinleşmesiyle mal rejiminin tasfiyesi sona ermektedir. Bu durum karşısında katılma alacağı, beklenen, beklenti halinde olan ve gelecekte elde edilmesi gereken beklemece bir hak olarak gerek doktrin ve gerekse uygulama tarafından kabul edilmektedir. İşte bu nedenle doğmayan haktan feragat olmaz, görüşünü savunmaktayım.

Zira katılma alacağı davası açılmakla birlikte henüz katılma alacağının hak edilip edilemeyeceği yada ne miktarda olacağı, daha ötesi katılma alacağının olup olmadığı henüz belli ve belirlenebilmiş değildir. Alacağın ancak, mal rejiminin tasfiyesinin yapılıp sona ermesiyle belirgin hale geldiğinin kabulü gerekmektedir. Doktrinde ağırlıklı görüş bu yöndedir.

7- Borçlu Eşin Alacaklısı, Katılma Alacağını Haczedebilir mi

Katılma alacağına konu taşınmaz borçlu eş adına iken anlaşmalı boşanma protokolü ile diğer eşe bırakıldığı yada tapuda yaptığı satış ve devirle diğer eşe intikal ettirildiği bir an için varsayalım. Borçlu eşin alacaklısı, anlatıldığı biçimde taşınmazın diğer eşe bırakılması yada intikalinin muvazaalı olduğunu, alacaklıyı zarara uğratmak amacını taşıdığını gerekçe göstermek suretiyle borçlu eş hakkında icra takibi yaparak ve takibin kesinleşmesi sonucu haczedilecek borçluya ait mal bulunmadığı durumlarda diğer eşe intikali sağlanan taşınmaz için İcra İflas Kanunu'nun 120/2. maddesi gereğince icra müdürü tarafından verilen yetki üzerine borçlunun yerine geçmek suretiyle diğer eşe karşı katılma alacağı davasını açıp açmayacağı ve bu konuda takip yapıp yapmayacağı tartışmalı olmakla birlikte bir dosya nedeniyle bu konu Dairece görüşülmüş ve şu sonuca varılmıştır.

Birinci olarak, gerek uygulamada ve gerekse doktrinde boşanma davası açılana kadar icra takibinin yapılamayacağı ve borçlu eşin borcundan dolayı alacaklının katılma alacağı davasını açamayacağı yönündedir.

İkinci olarak, boşanma davası olumlu sonuçlanıp, kesinleşmeden mal rejiminin tasfiyesi davasının eşler tarafından dahi açılamayacağı, açılmış ise az yukarıda açıklandığı üzere HGK. kararı uyarınca bekletici mesele yapılacağı söz konusu olduğuna göre boşanma kararının kesinleştiği tarihe kadar da, borçlu eşin alacaklısı tarafından icra takibi yapılamayacağı ve katılma alacağı davasının açılamayacağı görüşü benimsenmiştir. Varılan bu sonuç doğmayan haktan feragat" olmaz ilkesinin açık bir ifadesi değil midir? Bu konuda Daire başkan ve üyeleri arasında fikir birliğine varılmıştır. Kural olarak, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra eşlerin birbirlerine karşı katılma alacağı davasını açma imkanları bulunduğuna göre artık bu tarihten sonra borçlu eşin alacaklısının da icra müdürünün vereceği yetki üzerine borçlunun yerine geçerek açıklanan örnekte olduğu gibi diğer eşe karşı katılma alacağı davasını açmalıdır. Doğal ki, yapılacak yargılama sonunda borçlu eşin katılma alacağı olduğu belirlendiği taktirde yada belirlenen oranda alacaklının bu katılma alacağından alacağını alması imkanına kavuşacaktır. Hal böyle iken, doğmayan haktan feragat olmaz ilkesinin göz ardı edilmesi düşünülemez.

Doktrinde ağırlıklı görüş; mal rejiminin tasfiyesine ilişkin kararın kesinleşmesiyle beklenen ( ileride alınması gereken beklemece ) hak niteliğinde bulunan katılma alacağı belirgin hale geleceğinden ancak kesinleşme tarihinden sonra borçlu eşin alacaklısı katılma alacağını icra takibine koyabilir ve haczedebilir yönündedir.

Haciz uygulanan taşınmaz, tapuda şikayetçiler adına kayıtlıdır. Kat karşılığı inşaat sözleşmesine göre borçluya düşeceği belirtilen bağımsız bölümler için haciz uygulanmıştır. Borçlu ile üçüncü kişi arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinin icrasına bağlı olarak ileride doğması muhtemel haklar üzerine haciz konulması yasaya aykırıdır. Bir hakkın yerine getirilmesi ve kamu düzeniyle ilgili olan bu konudaki şikayetin İİK.nun 16/2. maddesi gereğince süreye tabi olmadığı da gözetilerek şikayetçilere ait taşınmazlar üzerine konulan hacizlerin kaldırılması yerine istemin reddi isabetsizdir ( 12. HD. 6.5.2010 T. 2010/10087 E, 2010/11314 K ).

30.11.2006 tarihinde haciz yapılan iş yerinin davacılar ile borçlu tarafından adi ortaklık şeklinde işletildiği dolayısıyla haczedilen malların adi ortaklık malı olduğu anlaşılmaktadır. Adi ortaklıkta, ortaklık malı, ortaklardan birinin şahsi borcu dolayısıyla haczedilemez. BK.nın 534. maddesine ( 6098 s. TBK. m. 638 ) göre bir ortağın alacaklıları

haklarını ancak ortağın tasfiyedeki payı üzerinde kullanabilirler ( 21. HD. 1.12.2008 T: 2008/3210 E,. 2008/18587 K ).

Somut olgu şöyle bir örnekle de açıklanabilir; Eşler anlaşmalı yada diğer boşanma sebeplerinden biriyle boşanma davasını açabilirler. Ne var ki, yargılama devam ederken henüz açılan boşanma davası herhangi bir biçimde sonuçlanmadan eşlerden birinin ölümü halinde ve mirasçılar yada mirasçılardan biri TMK.nın 181. maddesindeki hakkı kullanmadıkları takdirde, artık evliliğin boşanmayla değil, ölümle sona erdiğinin ve mal rejiminin de ölüm tarihinde son bulduğunun kabulü gerekir. Böyle bir durumda doğmayan haktan feragat olmaz ilkesi göz ardı edildiğinde durum nasıl değerlendirilecektir? Buna karşın eldeki davaya konu olayda, anlaşma protokolün 1 nolu bendi ile az yukarıda da açıklandığı üzere dava dilekçesinde yer alan 5 nolu bentteki açıklamalar ve yargılamanın 13.07.2012 tarihli oturumunda tarafların verdikleri, "aramızda mal paylaşımına ilişkin anlaşmazlık bulunmamaktadır" açıklamaları esas alınarak mal rejimi redle sonuçlandırılabilecek midir? Buna olumlu cevap vermek mümkün müdür? Çünkü yargılama sırasında ölüm olayı gerçekleşmiş ve eşler arasındaki mal rejimi, ölüm tarihinde sona ermiştir. Bu da, doğmayan haktan feragat olmaz ilkesini doğrulayan bir gerçekliktir.

4721 sayılı TMK.nın eşler arasındaki mal rejimiyle ilgili kısmında yer alan madde başlıklarında bulunan "mal" ibaresinden hareketle ( karşı oy yazısında ) anlaşmalı boşanma protokolündeki "tarafların mal talepleri yoktur" ibaresinin her türlü malı kapsadığı sonucuna ulaşmak kesinlikle mümkün değildir. Bu yönde gerçekleşen Yüksek HGK'nın değerli çoğunluğun görüşüne de katılamıyorum. Her şeyden önce bu tür bir gerekçe hukuki bir gerekçe olamaz. Bu görüşten hareket edilirse anlaşmalı boşanmayı düzenleyen TMK.nın 166/3. maddesinde yer alan "...boşanmanın "mali" sonuçlarıyla çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulmaları şarttır" cümlesinde yer alan "mali sonuçları" özellikle de "mali=mal" tümcesinin de her türlü malı kapsadığı ve buna bağlı olarak katkı, katılma ve değer artış payı alacağına konu malların da bu kapsama girdiği sonucuna ulaşılacaktır. Ne var ki azınlık görüşü sahipleri ile birlikte HGK'lunun değerli çoğunluğunun bunu kabul etmedikleri ortadadır. Az yukarıda da açıklandığı üzere mal rejimi davaları boşanmanın eki niteliğinde olmayıp, ondan bağımsız bir dava olduğundan, bu maddede geçen ve sözü edilen "mali=mal" ibaresi yada tümcesi kesinlikle her türlü malı kapsamamaktadır. Doktrin dahil azınlık ile çoğunluğun bu yönde farklı düşünmediği kanısındayım. Boşanma dava dilekçesinin 5. nolu bendindeki beyan açıkça boşanmanın fer'i ( eki ) hakları kapsamakta olup, mal rejimleri ile bir ilgisinin olmadığı açıktır.

Saptanan tüm bu somut ve hukuki olgular karşısında dava konusu taşınmazın edinilmiş mal olduğu, anlaşmalı boşanma protokolünde yer alan ibareler ile boşanma dava dilekçesinin 5 nolu bendindeki açıklamayla yargılama oturumunda alınan beyanların mal rejimleriyle bir ilgisinin bulunmadığı ve davaya konu mallan kapsamadığı, bu anlaşmanın yapıldığı ve beyanların alındığı tarihte eşler arasında henüz evliliğin devam ettiği ve sonuçlanmadığı, alacak hakkının bu nedenle henüz doğmadığı, ancak, mal rejiminin tasfiyesi ve sona ermesi sonucu mal rejiminden kaynaklanan alacağın belirgin hale geleceği, dolayısıyla tüm bunlardan hareketle henüz doğmayan haktan feragat olamayacağı ilkesi gözetilerek yerel mahkeme kararının bozulması gerekirken, onanması şeklinde gerçekleşen Dairenin sayın çoğunluğunun görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum. 20.03.2014

Kazancı
Old 10-11-2014, 22:07   #78
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan Sadece 6 ay önce..

http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15900

"tarafların evlilik birliğinin devamı esnasında alınan mallar ile ev eşyalarını aralarında paylaştıkları için bu konuda herhangi bir anlaşmazlıkları bulunmadığı"

Alıntı:
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden evlilik birliği içerisinde edinilen 3 parça arsanın davalı üzerinde kayıtlı bulunduğu görülmektedir. Başka bir anlatımla; protokolde tasfiyenin ne şekilde yapıldığı ayrıca ve açıkça belirtilmemiştir. O halde; genel ifadeler kullanılarak anlaşmalı boşanma dosyasına verilen, duruşma tutanağına geçirilmediği gibi tasdik edildiği hüküm fıkrasından anlaşılmayan dayanak protokolün düzenlediği zaman ve koşullar dikkate alındığında geniş yorumlanmak suretiyle evlilik birliği içerisindeki mal varlığının tamamını kapsadığı şeklinde yorumlanması denkleştirici adalet ve hakkaniyet ilkesine de uygun bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca; Mahkemece evlilik süresinde davacı adına tescil edilen malvarlığı bulunup bulunmadığının araştırılması, protokol içeriği dikkate alınarak mal paylaşımı yapılmış ise davacıya hangi mallar ve değerlerin düştüğü üzerinde durulması, dosya kapsamındaki tüm deliller birlikte değerlendirilerek elde edilecek sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru ve yerinde görülmemiştir.

Saygılarımla
Old 29-01-2015, 18:26   #79
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/23110
K. 2014/33
T. 13.1.2014

• MAL AYRILIĞI REJİMİ ( Katkı Payı Alacağı İstemi - Eşin Birinin Diğerine Para İntikal Ettirmek Suretiyle Mal Edinilmeleri Mümkün Olup Bağış İradesi ve Kastının Olduğu Sonucuna Varılamayacağı/Dava Konusu Taşınmazın Alınmasına Davacının Kişisel Gelir ve Birikimleriyle Sağladığı Katkı İle Davacının Katkı Payı Alacağı Yöntemine Uygun Olarak Belirlenmesi Gerektiği )
• KATKI PAYI ALACAĞI İSTEMİ ( Mal Ayrılığı Rejimi - Dava Konusu Taşınmazın Alınmasına Davacının Kişisel Gelir ve Birikimleriyle Sağladığı Katkı İle Davacının Katkı Payı Alacağı Yöntemine Uygun Olarak Belirlenmesi ve İşin Esasına İlişkin Olumlu ya da Olumsuz Bir Karar Verilmesi Gerekirken Bağış Nedeniyle Yazılı Şekilde Davanın Reddine Karar Verilmiş Olmasının Doğru Olmadığı )
• EŞE TAŞINMAZ BAĞIŞLANMASI ( Katkı Payı Alacağı İstemi - Karşılıklı Güven ve Sadakat Gerek Örf ve Adet Aile Bütünlüğü Kavramı ve Gerekse Olağan Yaşam Koşulları Gereği Eşin Birinin Diğerine Para İntikal Ettirmek Suretiyle Mal Edinilmeleri Mümkün Olduğu Bunda Bağış İradesi ve Kastının Olduğu Sonucuna Varmak Oldukça Güç Olduğu )
• GİZLİ BAĞIŞ İRADESİ ( Katkı Payı Alacağı İstemi - Eşin Birinin Diğerine Para İntikal Ettirmek Suretiyle Mal Edinilmeleri Mümkün Olduğu Bunda Bağış İradesi ve Kastının Olduğu Sonucuna Varmak Oldukça Güç Olduğu/Tek Başına Davacının Gizli Bağış İradesinin Ortaya Konduğunu Göstermeyeceği )
743/m.170
ÖZET : Dava; mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen taşınmazın alınmasına yapılan katkıdan kaynaklanan 743 sayılı TKM'nin 170.maddesi uyarınca açılan katkı payı alacağı isteğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Davacı vekili, taşınmazın müvekkilinin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, miras bırakanın katkısı olmadığını, ancak o tarihte müvekkiline iyi bir hayat yaşattığı, sırf eşini onore etmek çocuğu olmayan eşinin moralini düzeltmek ve ona değer verdiğini göstermek için taşınmazı eşi adına tescil edildiğini açıklamıştır. Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edinilmeleri mümkündür. Bunda bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak oldukça güçtür. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre, Dairemiz ve Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamasına göre tek başına davacının gizli bağış iradesinin ortaya konduğunu göstermez. Mahkemece, tüm taraf delillerinin toplanarak, dava konusu taşınmazın alınmasına, davacının kişisel gelir ve birikimleriyle sağladığı katkı ile davacının katkı payı alacağı yöntemine uygun olarak belirlenmesi ve işin esasına ilişkin olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekirken bağış nedeniyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.

DAVA : M. ile M. ve Z. aralarındaki katkı payı alacağı davasının reddine dair İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesi'nden verilen 28.02.2012 gün ve 414/129 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, miras bırakan H. ile vekil edenin 1958 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edinilen 407 ada 18 parsel üzerindeki 11 nolu bağımsız bölümün tamamının vekil edenin gelir ve birikimleriyle satın alındığını ancak o tarihte müşterek çocuklarının bulunmaması nedeniyle eşini onore etmek maksadıyla miras bırakan eş adına tescil edildiğini açıklayarak fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere 10.000 TL alacağın dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte davalılardan alınmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı Z. ile M.vekili, davanın yersiz açıldığını, miras bırakanın yurt dışındaki çalışmalarından elde ettiği gelirlerle alındığını, davacının katkısı bulunmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.

Mahkemece, dava konusu taşınmazın davalı eş adına tescil edilmesinin bağış niteliğinde olduğu, bağıştan rücu koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı ile miras bırakan 25.12.1952 tarihinde evlenmişler, eşlerden H., 05.01.2010 tarihinde ölmüştür. 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden sonra bir yıl içinde başka mal rejimi seçilmediğinden, taraflar arasında bu tarihe kadar 743 sayılı TKM'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, bu tarihten sonra ise yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( TMK'nun 202, 4722 SK.10 m. ). Yanlar arasındaki mal rejimi, H.'in 05.01.2010 tarihinde sona ermiştir ( TMK'nun 225/2 ). Dava konusu 407 ada 18 parsel üzerindeki 11 nolu bağımsız bölüm 23.12.1986 tarihinde satış yoluyla ortak miras bırakan H. adına tescil edilmiştir.

Dava; mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen taşınmazın alınmasına yapılan katkıdan kaynaklanan 743 sayılı TKM'nin 170.maddesi uyarınca açılan katkı payı alacağı isteğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, yapılan katkının bağış niteliğinde olduğu, bağıştan dönüldüğünün kanıtlanamadığı görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de verilen karar usul ve yasa ile toplanan delillere uygun düşmemektedir.

Davacı vekili, taşınmazın müvekkilinin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, miras bırakanın katkısı olmadığını, ancak o tarihte müvekkiline iyi bir hayat yaşattığı, sırf eşini onore etmek çocuğu olmayan eşinin moralini düzeltmek ve ona değer verdiğini göstermek için taşınmazı eşi H. adına tescil edildiğini açıklamıştır. Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edinilmeleri mümkündür. Bunda bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak oldukça güçtür. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre, Dairemiz ve Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamasına göre tek başına davacının gizli bağış iradesinin ortaya konduğunu göstermez. Mahkemece, tüm taraf delillerinin toplanarak, dava konusu taşınmazın alınmasına, davacının kişisel gelir ve birikimleriyle sağladığı katkı ile davacının katkı payı alacağı yöntemine uygun olarak belirlenmesi ve işin esasına ilişkin olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekirken bağış nedeniyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 13.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 29-01-2015, 18:30   #80
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/11523
K. 2014/8939
T. 8.5.2014

• KATKI PAYI ALACAĞI İSTEMİ ( Eşe Taşınmaz Bağışlanması - Davacı Vekilinin Dava Dilekçesindeki Davalı Eşine Jest Olarak Devretmiş Cümlesi İle Anılan Kooperatif Başkanlığına Bizzat İmzalayarak Sunduğu Muhtevası Yazılı Kooperatif Hissesinin Devrine İlişkin Dilekçesi Kapsamı ve Buna Dayalı Olarak Davalı Adına Ferdileştirme Yoluyla Oluşturulan Tapu Kaydı Dikkate Alındığında Bu İşlemin Gizli Bağış Olduğu )

• EŞE TAŞINMAZ BAĞIŞLANMASI ( Katkı Payı Alacağı İstemi - Davacının Yazılı Kooperatif Hissesinin Devrine İlişkin Dilekçesi Kapsamı ve Buna Dayalı Olarak Davalı Adına Ferdileştirme Yoluyla Oluşturulan Tapu Kaydı Dikkate Alındığında Bu İşlemin Gizli Bağış Olduğu/Gizli Bağıştan Rücu Koşullarında Gerçekleşmediği/Davacının Davasının Reddine Karar Verilmesi Gerektiği )

• DEĞER ARTIŞ PAYI İSTEMİ ( Eşe Taşınmaz Bağışlanması - Gizli Bağıştan Rücu Koşullarında Gerçekleşmediğinden Böyle Bir Dava ve İddiada Bulunulmadığından Davacının Davasının Reddine Karar Verilmesi Gerektiği )

• YASAL MAL REJİMİ ( Katkı Payı Alacağı İstemi - Eşler Başka Bir Mal Rejimini Seçtiklerini İleri Sürmediklerinden Evlilik Tarihinden 4721 S. TMK'nun Yürürlüğe Girdiği Tarihe Kadar 743 S. TKM'nin 170. MD.si Uyarınca Mal Ayrılığı 01.01.2002 Tarihinden Boşanma Davasının Açıldığı Tarihe Kadar TMK'nun 202. Md.si Uyarınca Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminin Geçerli Olduğu )
4721/m.225
743/m.170
ÖZET : Dava, katkı payı alacağı-değer artış payı istemine ilişkindir. Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Dosya da mevcut bilgi ve belgelere göre; eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden; evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe kadar TMK'nun 202. maddesi uyarınca edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Davacı vekilinin dava dilekçesindeki “... davalı eşine jest olarak devretmiş...” cümlesi ile anılan kooperatif başkanlığına bizzat imzalayarak sunduğu muhtevası yazılı kooperatif hissesinin devrine ilişkin dilekçesi kapsamı ve buna dayalı olarak davalı adına ferdileştirme yoluyla oluşturulan tapu kaydı dikkate alındığında bu işlemin gizli bağış olduğu, gizli bağıştan rücu koşullarında gerçekleşmediği; esasen, böyle bir dava ve iddiada bulunulmadığından; davacının davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere kabul kararı verilmesi isabetsizdir.

DAVA : C. K. ile H. K. aralarındaki katkı payı alacağı-değer artış payı davasının reddine dair Edirne Aile Hukuk Mahkemesi'nden verilen 21.01.2013 gün ve 641/20 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili 03.09.2010 havale tarihli dava dilekçesinde özetle; davacı ile davalının 27.05.1995 tarihinde evlendiklerini, davacının 1991 yılında üyesi olduğu kooperatif hissesini jest olarak davalı eşine 15.12.2003 tarihinde devrettiğini ve 30.12.2003 tarihinde tapuda davalı adına tescil edildiğini, şimdi ise boşanma davası açıldığından; davalı adına olan kaydın iptaliyle davacı adına tesciline, bu mümkün olmadığında 15.000,00 TL'nin davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiştir. 12.12.2012 tarihli ıslahla talep 32.730,00 TL artırarak toplam 47.730,00 TL hükmedilmesini istemiştir.

Davalı taraf 13.01.2011 tarihli cevap dilekçesinde; davalının 1989 yılından itibaren Almanya'da işçi olarak çalışmaya başladığını, tarafların 25.07.1995 tarihinde resmi nikah işleminin yapıldığını ve davalının davacıyı Ağustos-1996 tarihinde Almanya'ya aldırdığını, Almanya yasalarına göre; Türkiye'den evlenerek Almanya'ya gelenlere 5 yıl süre geçmedikçe çalışma izni verilmediğinden davacının kooperatif aidatının davalı tarafça ödendiğini yirmibin Alman Markı kredi çekildiğini, Kredi borcunun dahi davalı tarafından faiziyle bankaya ödendiğini, davacının 2003 yılından itibaren çalışma hakkı kazandığını ve davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, tapu iptali ve tescil davasının reddine, alacak davasının kabulüne, 47.730,00 TL'nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller, tüm dosya kapsamından; taraflar 25.07.1995 tarihinde evlenmiş, 08.10.2010 tarihinde Almanya ... Asliye Mahkemesi'nde açılan boşanma davasının kabulle neticelenmesi ve kesinleşmesinden sonra Edirne Aile Mahkemesi'nin 18.03.2011 gün ve 2011/172-201 Esas ve Karar sayılı tanıma ve tenfiz kararının 05.05.2011 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmış sayılmalarına karar verilmiştir. TMK'nun 225/ son maddesi uyarınca: Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Dosya da mevcut bilgi ve belgelere göre; eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden; evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe kadar TMK'nun 202. maddesi uyarınca edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.

Somut olaya gelince, davacının kooperatif üyeliği 1991 yılında başlamıştır. Yanlar, 25.07.1995 tarihinde resmi nikahlı evlenmişlerdir. Tanıma ve tenfiz kararı 05.05.2011 tarihinde kesinleşmiştir.

Dava konusu taşınmaz kaydı ferdileştirme yoluyla 30.12.2009 tarihinde davalı adına oluşturulmuştur. Davacı taraf tasfiye halindeki Yeni ...Konut Yapı Kooperatifi Başkanlığına verdiği 15.12.2003 tarihli dilekçesiyle “... kooperatif hissesini, borçsuz olarak davalıya devrettiğini, kendi adına olan üyelik kaydının silinerek, davalı eşi H. K.'nın üye kaydedilmesine muvafakat ettiğini...” talep etmiştir.

Bu durumda, davacı vekilinin 03.09.2010 günlü dava dilekçesindeki “... davalı eşine jest olarak devretmiş...” cümlesi ile anılan kooperatif başkanlığına bizzat imzalayarak sunduğu az yukarıda muhtevası yazılı kooperatif hissesinin devrine ilişkin dilekçesi kapsamı ve buna dayalı olarak davalı adına ferdileştirme yoluyla oluşturulan tapu kaydı dikkate alındığında bu işlemin gizli bağış olduğu, gizli bağıştan rücu koşullarında gerçekleşmediği; esasen, böyle bir dava ve iddiada bulunulmadığından; davacının davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere kabul kararı verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazları açıklanan bu nedenlerle yerindedir. Kabulüyle yerel mahkeme kararının açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 815,15 TL peşin harcın istek halinde davalıya iadesine, 08.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 29-01-2015, 18:33   #81
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/13147
K. 2014/12817
T. 19.6.2014

• KATKI PAYI ALACAĞI İSTEMİ ( Davalı Peşinatın Annesi Tarafından Ödendiğini İleri Sürmüş İse de Bu Hususta Somut Herhangi Bir Delil Sunmadığından Taşınmazın Bütün Ödemelerinin Tarafların Elde Etmiş Olduğu Gelirle Yapıldığının Kabul Edilmesi Gerektiği )

• DEĞER ARTIŞ PAYI İSTEMİ ( Taşınmaz İçin 01.01.2002 Tarihine Kadar Yapılan Ödemelerde Davacının Maaş Geliri İle Katkıda Bulunduğu ve Bu Tarihe Kadar Yapılan Ödemelerdeki Katkı Oranı İle Taşınmazın Tamamı İçin Yapılan Ödemelerin Miktarı Dikkate Alındığında Hesap Bilirkişi Tarafından Düzenlenen Rapor Doğrultusunda Davacı Lehine Katkı Payı Alacağına Karar Vermek Gerektiği )

• EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ ( Değer Artış Payı İstemi- Taşınmaz İçin 01.01.2002 Sonrasında Yapılan Ödemelerin Kim Tarafından Yapıldığı Dikkate Alınmadan Bu Ödemeler Edinilmiş Maldan Karşılandığından Bu Ödemelerin Yarısının Davacı Kadının Edinilmiş Malından Davalının Kişisel Malına Yapılan Katkı Olarak Değerlendirilip Davacı Lehine Değer Artış Payına Karar Verilmesinin Doğru Olduğu )

• MAL AYRILIĞI REJİMİ ( Katkı Payı Alacağı İstemi - Davacı Düzenli Olarak Çalışıp Gelir Elde Ettiğinden 01.01.2002 Öncesi Yapılan Bütün Ödemelerde Katkısının Bulunduğunun Kabulünün Zorunlu Olduğu )

4721/m.202,225/2
743/m.170
ÖZET : Dava, katkı payı alacağı-değer artış payı istemine ilişkindir. Mahkemece, taşınmaz için 01.01.2002 sonrasında yapılan ödemelerin kim tarafından yapıldığı dikkate alınmadan bu ödemeler edinilmiş maldan karşılandığından bu ödemelerin yarısının davacı kadının edinilmiş malından davalının kişisel malına yapılan katkı olarak değerlendirilip davacı lehine değer artış payına karar verilmesi doğru ise de, evlilik birliği içinde öğretmen olarak çalışan davalının ancak, evlilik içinde biriktirdiği 900 DM ile katkıda bulunduğunun kabulü doğru değildir. Zira davacı düzenli olarak çalışıp gelir elde ettiğinden, 01.01.2002 öncesi yapılan bütün ödemelerde katkısının bulunduğunun kabulü zorunludur. Öte yandan davalı peşinatın annesi tarafından ödendiğini ileri sürmüş ise de, bu hususta somut herhangi bir delil sunmadığından taşınmazın bütün ödemelerinin tarafların elde etmiş olduğu gelirle yapıldığı kabul edilmelidir. Bu halde, taşınmaz için 01.01.2002 tarihine kadar yapılan ödemelerde davacının maaş geliri ile katkıda bulunduğu ve bu tarihe kadar yapılan ödemelerdeki katkı oranı ile taşınmazın tamamı için yapılan ödemelerin miktarı dikkate alındığında hesap bilirkişi tarafından düzenlenen rapor doğrultusunda davacı lehine katkı payı alacağına karar vermek gerekirken yazılı şekilde katkı payı alacağına hükmedilmesi doğru değildir.

DAVA : N. ile Y. aralarındaki katkı payı alacağı-değer artış payı davasının kısmen kabulüne, kısmen reddine dair Kocaeli 2. Aile Mahkemesi'nden verilen 28.02.2013 gün ve 105/182 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, evli olan tarafların mahkeme kararı ile boşandıklarını , davacının 1989 yılından beri MEB'de öğretmen olduğunu, taraflara ait aile konutu niteliğindeki taşınmazın 26.04.1996 tarihinde 940.000.000 TL ( 940,00 TL ) ye ve ... ... plakalı aracın 01.01.2002 den sonra edinilerek davalı adına tescil edildiğini ve taşınmazın alımında davacının biriktirdiği 900 DM'nin kullanıldığını açıklayarak, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL katkı payı alacağı ile katılma alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 18.01.2013 tarihli dilekçesiyle talep miktarını 19.12.2012 tarihli hesap bilirkişi raporu doğrultusunda 61.000 TL olarak ıslah etmiştir.

Davalı, dava konusu taşınmazın 1996 yılında babasının katkısıyla alındığını bütün ödemelerin kendisi tarafından yapıldığını, davacının evliliğin başından itibaren gelirini kendisinden sakladığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, dava konusu taşınmazın davalının annesinin vermiş olduğu 900 TL peşinatla alındığı, taksitlerin davalı tarafından ödendiği ve davacı taşınmazın alımına 900 DM ile katkıda bulunduğundan 3.132 TL katkı payı alacağının dava tarihinden, 10.174,79 TL değer artış payı alacağının ise, karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesi üzerine; Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar 23.11.1990 tarihinde evlenmiş, 21.11.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 13.07.2010 tarihinde kesinleşmesiyle evlilik birliği son bulmuştur. TMK.nun 225.maddesinin 2.fıkrasına göre evliliğin boşanma ile sona erdirilmesi durumunda, eşler arasında mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle son bulur. Sözleşmeyle başka mal rejimi seçilmediğinden eşler arasında, evlenme tarihinden 4721 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM'nin 170. maddesi gereğince mal ayrılığı ve bu tarihten boşanma davasının açıldığı tarihe kadar, 4721 sayılı TMK.nun 202. maddesi uyarınca yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.

Dosya kapsamı ve dava dilekçesindeki açıklamalara, dava konusu taşınmazın 26.04.1996 tarihinde davalı tarafından edinilmiş olup ödemeleri 12.10.2005 tarihine kadar sürdüğüne göre; davacı vekilinin talebi 743 sayılı TMK'nun yürürlükte olduğu dönemde satın alınan taşınmazın alımına yapılan katkıdan kaynaklanan katkı payı alacağı ve 01.01.2002 tarihinden sonra yapılan ödemeler nedeniyle değer artış payı isteğine ilişkindir. Kural olarak, 743 sayılı TKM'nin yürürlükte olduğu; 01.01.2002 tarihinden önce eşler arasında yasal mal ayrılığının geçerli olduğu dönemde, karı ve kocanın diğerinden katkı payı karşılığında bir tazminat isteyebilmesi için mutlaka parasal veya para ile ölçülebilen maddi bir değer koymak suretiyle katkısının bulunması ve 4721 sayılı TMK'nun 227.maddesi hükümleri uyarınca; eşlerden birinin, diğerine ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuş ise, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında değer artış payı alacağının belirlenmesi gerekir.

Mahkemece, taşınmaz için 01.01.2002 sonrasında yapılan ödemelerin kim tarafından yapıldığı dikkate alınmadan bu ödemeler edinilmiş maldan karşılandığından bu ödemelerin yarısının davacı kadının edinilmiş malından davalının kişisel malına yapılan katkı olarak değerlendirilip davacı lehine değer artış payına karar verilmesi doğru ise de, evlilik birliği içinde öğretmen olarak çalışan davalının ancak, evlilik içinde biriktirdiği 900 DM ile katkıda bulunduğunun kabulü doğru değildir. Zira davacı düzenli olarak çalışıp gelir elde ettiğinden, 01.01.2002 öncesi yapılan bütün ödemelerde katkısının bulunduğunun kabulü zorunludur. Öte yandan davalı peşinatın annesi tarafından ödendiğini ileri sürmüş ise de, bu hususta somut herhangi bir delil sunmadığından taşınmazın bütün ödemelerinin tarafların elde etmiş olduğu gelirle yapıldığı kabul edilmelidir.

Bu halde, taşınmaz için 01.01.2002 tarihine kadar yapılan ödemelerde davacının maaş geliri ile katkıda bulunduğu ve bu tarihe kadar yapılan ödemelerdeki katkı oranı ile taşınmazın tamamı için yapılan ödemelerin miktarı dikkate alındığında 19.12.2012 tarihli hesap bilirkişi ... tarafından düzenlenen rapor doğrultusunda davacı lehine katkı payı alacağına karar vermek gerekirken yazılı şekilde 3.132,00 TL katkı payı alacağına hükmedilmesi doğru değildir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı görülen hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3.maddesi yollaması ile HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/1. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 227,25 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 19.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kazancı
Old 13-02-2015, 14:11   #82
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/17758
K. 2014/2032
T. 17.2.2014

• YABANCI İLAMIN KESİN HÜKÜM VEYA KESİN DELİL ETKİSİ ( İlamın Kesinleştiği Andan İtibaren Hüküm İfade Edeceği )

• MAL AYRILIĞI REJİMİ DÖNEMİNDE EDİNİLEN MALLARLA İLGİLİ KATKI PAYI ALACAĞI İSTEMİ ( 10 Yıllık Zamanaşımı Süresinin Uygulanacağı - Yabancı Mahkeme Tarafından Verilen Boşanma Kararı Kesinleştiği Tarihten Davanın Açıldığı Tarihe Kadar Zamanaşımı Süresi Geçtiğinden Davanın Reddedileceği )


• KATKI PAYI ALACAĞI DAVASINDA ZAMANAŞIMI ( Yabancı İlamın Kesinleştiği Andan İtibaren Hüküm İfade Edeceği -Boşanma Kararı Kesinleştiği Tarihten Davanın Açıldığı Tarihe Kadar 10 Yıllık Zamanaşımı Süresi Geçtiğinden Davanın Reddedilmesi Gerektiği )
5718/m. 8, 52, 59
4721/m. 5, 166, 181
818/m. 125
ÖZET : Hollanda Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan boşanma davası kesinleşmiştir.

Yabancı ilamın kesin hüküm veya kesin delil etkisi kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade eder. Dava mal ayrılığı rejimi döneminde edinilen taşınmazlarla ilgili katkı payı alacağı isteğine ilişkin olup, 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinden, yabancı mahkeme tarafından verilen boşanma kararının kesinleştiği tarihten, davanın açıldığı tarihe kadar 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle dava reddedilmelidir.

DAVA : Hava ile Ömer aralarındaki dava hakkında Kayseri 2. Aile Mahkemesi'nden verilen 09.10.2012 tarih ve 1217/812 sayılı hükmün Daire'nin 28.05.2013 gün ve 1236/8028 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmişti. Davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, dava dilekçesinde; vekil edeni ile davalı evli iken davalının yurt dışına çalışmak için gittiğini, vekil edeninde bu sırada halı dokuma ve örgü işlerinden kazanç elde ettiğini, davalının gitmesinden beş yıl sonra vekil edenin de yurt dışına gittiğini ve orada da çalıştığını, davalı iki yıl yurt dışında çalıştıktan sonra malülen emekli olduğunu, vekil edeninin yabancı dil bilmemesinden faydalanarak boşanma kağıtları imzalattığını, vekil edenine bağlanan dul aylığını yıllarca vekil edeninden habersiz çektiğini, bu aylıklar ile ziynet eşyalarını da alarak Türkiye'de taşınmazlar satın aldığını belirterek, davanın kabulü ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla yüzbin TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesi ile TMK.nın 178. maddesi uyarınca, davanın evliliğin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde açılmadığından bu sebeple davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini , davalının davacıya hiçbir zaman "senin hakkını vermeyeceğim" demediğini, davacının söz konusu taşınmazlara ve araca hiçbir katkısının olmadığını belirterek zamanaşımı ve esastan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece; "... süresinde yapılan zamanaşımı definin değerlendirildiğini, davanın 6098 sayılı TBK.nın 146 ve gerekse ondan önce yürürlükte bulunan 818 sayılı BK.nın 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımı süresine tabii olduğunu, taraflar arasındaki boşanma davasına ait kararın 21.12.1993 tarihinde kesinleştiğini, bu tarih itibarıyla on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, gerekçe göstermek suretiyle yerinde bulunan zamanaşımı def'i nedeniyle zaman aşımından davanın reddine" karar verilmesi ve hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairenin 28.05.2013 tarih ve 2013/1236 Esas, 2013/8028 Karar sayılı ilamı ile onanmıştır.

Davacı Hava vekilleri bu sefer 08.07.2013 havale tarihli dilekçeleriyle, karar düzeltme isteğinde bulunarak onama kararının kaldırılmasıyla, yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesini istemişlerdir.

Taraflar 18.12.1969 tarihinde evlenmiş, Hollanda / Amsterdam Asliye Hukuk Mahkemesinde 06.07.1993 tarihinde davacı Hava tarafından açılan boşanma davasının 01.11.1993 tarihinde karara bağlandığı ve yabancı mahkeme kararının 21.11.1993 tarihinde kesinleştiği belirlenmiştir. Bu durum karşısında evlenme tarihinden boşanma davasının açıldığı 06.07.1993 tarihine kadar eşler arasında 743 sayılı TMK.nın 170. maddesi uyarınca eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Eşler başka bir seçimlik mal rejimini seçtiklerini ileri sürmemişlerdir.

Eldeki davanın davalısı ve yabancı mahkemece, verilen boşanma kararının tanınması davasında davacı Ömer tarafından 30.01.2004 tarihinde Kayseri 2. Aile Mahkemesinde 2007/377 Esas ile tanıma/tenfiz davasının açıldığı, bu davanın kabulle sonuçlandığı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin denetiminden geçerek 07.11.2008 tarihinde kesinleştiği belirlenmiştir.

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanunun 59. maddesi uyarınca; "Yabancı ilamın kesin hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade eder."

Hemen belirtmelidir ki, her mahkeme kararının kesin hüküm ve icra kabiliyeti olmak üzere iki ayrı sonucu bulunmaktadır. Kesin hüküm teşkil eden

mahkeme kararları-istisnalar dışında- icra kabiliyeti de taşırlar. Ne var ki, hem kesin hüküm, hem de icra kabiliyetini birlikte taşımayan mahkeme kararları da bulunmaktadır.

Bir mahkeme kararının kesin hüküm ve icra kabiliyeti olmak üzere iki sonucu birlikte taşıyıp taşımadığı, kesin hüküm teşkil eden o mahkeme kararının hukuki niteliğine göre belirlenir. Aynı sonuç yabancı mahkeme kararları için de söz konusudur.

Kesin hüküm, bir uyuşmazlığı nihai olarak ortadan kaldıran ve o hususun mahkemelerde yeniden inceleme konusu yapılmasına engel olan kanuni hakikat vasfıdır ve kararın aynı konuda, aynı taraflar arasında, aynı sebeple yeniden kaza organı önünde muhakeme konusu yapılamamasıdır.

İstisnalar dışında icra kabiliyeti olan kararlar, hem maddi hem de şekli kesinlik taşıyan kararlardır.

Maddi anlamda kesin hükmün, taşıdığı niteliğin gereği olarak, iki sonucu bulunmaktadır: kararın kesin delil teşkil etmesi ve aynı konuda, aynı taraflar arasında, aynı sebeple dava açılması halinde karşı tarafın kesin hüküm itirazında bulunabilmesidir.

İşte yabancı mahkeme kararının tanınmasının hukuki gerekçesini, kararın kesin hüküm kuvveti oluşturmaktadır.

Tanıma; "Bir mahkeme kararının kesin hüküm kuvvetinin yabancı ülkede kabulü"; tenfiz ise; "Bir mahkeme kararının, sahip olduğu kesin hüküm kuvvetinin sonucu olarak, maddi icra muamelelerini gerekli kılan kamu gücünü harekete geçiren vasffdır.

Her mahkeme kararı hem kesin hüküm, hem de icra kabiliyetini birlikte taşımamakta; bazı kararlar nitelikleri gereği yalnız kesin hüküm teşkil etmekte, fakat icra kabiliyetleri bulunmamaktadır.

İşte bu tür yabancı mahkeme kararları yalnız tanınabilir; tenfiz edilemezler. Çünkü icra kabiliyetleri yoktur.

Tespit kararları ile yenilik doğurucu kararların Türkiye'de yalnız tanınmaları mümkün olup; bunlara tanıma şartları uygulanacaktır. Eda kararlarının ise, hem tanınmaları hem de tenfizleri mümkündür.

Boşanma kararları hukuksal nitelikçe yenilik doğurucu kararlardandır. Yenilik doğrucu kararlar ise, bir hukuki durumun kurulması, değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması için hak sahibinin iradesinin kafi gelmemesi ve durumun ancak bir mahkeme kararı ile doğmasının gerekli olduğu hallerde açılan dava sonucu verilen karardır. Bu kararların hukuki alanda etkili olmaları için icraya ihtiyaçları yoktur. Bu kararlar taşıdıkları inşai tesir ( yenilik doğrucu etki ) ile arzu edilen sonuçları doğururlar. Hukukumuzda, yenilik doğurucu oldukları kabul edilen kararlar, babalık kararı, evlenmenin butlanı, ölüme bağlı tasarrufların iptali, nesebin reddi, evlat edinmeye izin ve boşanma kararları olarak sayılabilir. Bu kararların icra özelliği olmayıp; yabancı mahkeme kararı sadece bu kararlara yönelikse ve Türkiye'de nüfus kayıtlarında işlem yapılması amaçlanıyorsa, tanıma kararı bu amacı gerçekleştirmeye yeterli olacaktır.

Görülmektedir ki, boşanma kararları hukuki nitelikçe yenilik doğurucu kararlardan olmakla, tanınmaları olanaklıdır.

Ne var ki, bir boşanma kararı aynı zamanda icraya koymayı gerektiren, bir eda kararını ( tazminat, nafaka, çocuk teslimi gibi ) da taşıyorsa bu halde kararın eda bölümü için tenfiz şartlarının aranması gerekir.

Diğer taraftan, tanıma yabancı mahkemece verilen kesinleşmiş bir kararın kabul edilmesi işlemi olup; tanımada amaç, sadece kararın maddi anlamda kesinliğinden yararlanılmasıdır.

O halde, tanıma kararı verilebilmesinin ön koşulu bir yabancı mahkeme kararının varlığı ve bu kararın kesinleşmiş olmasıdır.

5718 sayılı Kanunun ( MÖHUK ), yukarıya metni aynen alınan 59. maddesinde; yabancı ilâmın kesin hüküm veya kesin delil etkisinin, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edeceği düzenlenmiştir.

Bu hükümle, yabancı mahkemeye ait ilamın kesin hüküm veya kesin delil etkisinin yabancı mahkeme kararının tanınmasından itibaren değil, somut olayda tanımaya konu yabancı mahkemeye ait boşanma kararının kesinleştiği andan itibaren etkisini göstereceği kabul edilmiştir.

Bir başka deyişle, tanıma kararları nitelikleri gereği, verildikleri andan geriye etkili olarak yabancı mahkeme kararının kesinleştiği tarih itibariyle hüküm ifade edecektir. Bunun sonucu olarak da; boşanma kararının tanınması halinde taraflar, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren boşanmış kabul edilecek; boşanmanın kesinleşmesine bağlı hukuki sonuçlar da, yine bu tarihten itibaren hüküm ifade edecektir.

Açıklanan bu yasal düzenlemeye paralel bir başka düzenleme de, 23.11.2006 gün 26355 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 58. maddesinde yer almaktadır. Sözü edilen düzenlemede; yabancı mahkemelerce verilen boşanma kararları için Türk mahkemelerince tenfiz veya tanıma kararı verilip, tanıma ve tenfiz kararının kesinleşmesi halinde; boşanma tarihinin tanıma ve tenfiz kararının kesinleşme tarihi değil; yabancı mahkemece verilmiş olan kararın kesinleşme tarihi olacağı kabul edilmiştir.

Aynı Yönetmeliğin 157. maddesinde:

" ( 1 )... Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun hükümleri uyarınca, yabancı devlet mahkemelerinden verilen ve ilgili devletin kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların işleme konulabilmesi için, yetkili Türk mahkemesince tenfiz edilmesi veya tanınması zorunludur.

( 2 ) Devletimizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin bu konudaki hükümleri saklıdır." düzenlemesi yer almaktadır.

Bu hükme göre de, yabancı mahkeme kararlarının Nüfus Müdürlüklerince işleme konulabilmesi için, yetkili Türk Mahkemesince tenfizi veya tanınması gerekmektedir. Öte yandan, 5718 sayılı Kanunun ( MÖHUK ) 52. maddesinin ilk cümlesinde, kararın tenfiz edilmesinde "hukukî yararı" bulunan "herkes"in tenfiz isteminde bulunabileceği düzenlenmiştir.

Vurgulamakta yarar vardır ki, bu düzenleme, daha önceki Kanun metninde olmayıp, 5718 sayılı Kanunla getirilmiştir.

MÖHUK.nın 8. maddesine göre, "Zamanaşımı, hukuki işlem ve ilişkinin esasına uygulanan hukuka tabidir."

Şıpka," Yabancı mahkemenin boşanma kararının Türkiye'de tanınması

ön koşulu ile, bu boşanma kararı yabancı mahkemede kesinleştiği andan itibaren hüküm doğurmuş sayılacağından, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davalarda da Yargıtay'ın kabul ettiği zamanaşımı süresi olan bir yıllık süre, yabancı mahkemede kesinleşen boşanma davasının kesinleşme tarihinden itibaren başlaması gerekir. Zira boşanma kararlarının tenfizi için belirli bir zamanaşımı süresi bulunmadığından, yabancı mahkemece verilen kesinleşmiş boşanma kararı uzun yıllar sonra Türkiye'de açılan tenfiz kararının kesinleştiği tarihten başlatmak, 5718 sayılı MÖHUK'ın 59. maddesinin hükmüne, amacına ve gerekçesine aykırı olduğu gibi, bu uygulama sonucunda, 20-25 yıl önce yabancı ülkelerde boşanmış olan eşleri, bugün dahi mal rejimi tasfiyesi ya da katkı payı davaları ile karşı karşıya getirebileceği endişemizi belirtmek isteriz" görüşünü savunmuştur. ( Doç. Dr. Şükran Şıpka, Türk Hukukunda, Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Uygulamaya İlişkin Sorunlar. 1. baskı, 2011, İstanbul, s: 365, ayrıca aynı kitap, s: 361 vd. bkz, Dairenin 8.6.2009 tarih ve 2030 E, 2937 sayılı kararı hariç bugüne kadarki kararları aynı yöndedir. )

Tanıma yada tenfiz kararı kesinleştiği tarihten itibaren yabancı mahkemenin boşanma kararı hukuki sonuçlarını doğurur, yargısına varıldığı takdirde karşılaşılan şu sonuçları ortaya koymak mümkündür.

1-Mal rejimi yabancı mahkemede açılan boşanma davasının dava tarihinde değil, yabancı mahkeme kararının tanıma ya da tenfizi kararının kesinleştiği andan itibaren sona erer ve tasfiye bu tarihten sonra yapılabilir.

2-Zamanaşımının başlangıcı; zaman aşımı tanıma/tenfiz edilen ve kesinleşen bu kararlardan sonra yabancı boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren değil, yani tanıma ve tenfiz kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlar.

3-Eşler arasındaki evlilik, bu durum karşısında yabancı boşanma kararının tanınmasından ya da tenfizinden sonra kesinleştiği tarihte değil, tanıma/ tenfiz karanının kesinleştiği tarihte sona ermiş olur.

4-Boşanmanın fer'i ( eki ) haklarına ilişkin olarak zaman aşımının yer aldığı TMK.nun 178. maddesindeki bir yıllık özel zaman aşımı süresinin başlangıcı, yabancı boşanma kararının kesinleştiği tarih ( MÖHUK.m.59 ) değil, tanıma/tenfiz kararının kesinleştiği tarih olacaktır.

5-Eşlerin ikisi de Türk asıllı ve yurt dışında çalışıyorlar. Eşlerden biri yabancı mahkemede açtığı boşanma davasının reddedilmesi ve o ülke hukukuna göre kesinleşmesi durumunda ve TMK.nın 166/4. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi ile 3 yıllık fiili ayrılığa dayanılarak yeniden boşanma davası açıldığında 3 yıllık sürenin başlangıç tarihi hangi karara göre ve nasıl değerlendirilecektir

Yabancı mahkemeden verilen boşanmanın reddine ilişkin kararın yetkili Türk Mahkemesi'nce tanınmasına ya da tenfizine karar verilip, bu karar da kesinleştiğinde MÖHUK'ın 59. maddesinin amacına uygun olarak yabancı mahkemenin kesinleşme tarihi esas alındığında tarafların boşanmalarına karar verilmesi mümkün olacaktır.

Tanıma ya da tenfiz kararının kesinleşme tarihi baz alındığında ise, aradan beklide çok uzun süre geçmesine karşın yine en azından bir 3 yıl daha bekleyecekler ve ondan sonra TMK.nın 166/4. fıkrasına dayanılarak boşanma davasını açabileceklerdir.

Bunun ise, toplum ve aile yapısı üzerinde yaratacağı aksi yöndeki etki, eşlerin karşı karşıya kalacağı psikolojik sorunlar vs. lerin etkisini hesaplamak mümkün müdür

TMK.nın 166/4. maddesindeki 3 yıllık sürenin başlangıcı konusu önemli bir sorun olarak ortada kalmaktadır.

6-Boşanma kararlarının tenfizi ya da tanınması için belirlenmiş bir zaman aşımı süresi de yoktur. Bu nedenle, yabancı mahkeme kararının tanıma ve tenfizi konusunda her zaman dava açılabilir. Tanıma ya da tenfizin kesinleşme tarihi esas alındığında işin daha da uzamasına neden olacağı açıktır. Yabancı mahkemeden verilen boşanma kararının kesinleştiği tarihten tanıma/tenfiz kararının kesinleştiği tarihe kadar edinilen malların durumu ne olacaktır?.

7-Yabancı mahkemeden verilen boşanma kararının verildiği ülke hukukuna göre kesinleşmesinden sonra fakat bu kararın tanınması ya da tenfizi için yetkili Türk Mahkemesinde açılan davanın devamı sonrasında veya böyle bir dava hiç açılmamış ancak bu arada eşlerden biri ölmüş olsa, böyle bir varsayımda; yabancı mahkemenin verdiği boşanma kararının tanınmasına ya da tenfizine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra yabancı boşanma kararının kesinleştiği tarih zaman aşımının başlangıç tarihi olarak kabul edildiğinde, sağ kalan eş, ölen eşin mirasçısı olmayacaktır. Bu durum, TMK.nın 181, MÖHUK'un 52,54,58 ve 59. maddelerini amacına uygun düşecektir. Fakat zaman aşımının başlangıcı tanıma yada tenfiz kararının kesinleşme tarihi kabul edildiğinde ise, sağ kalan eş ölen eşin mirasçısı olabilecektir.

8- Eşlerden biri Türk vatandaşı, diğeri ise, yabancı uyruklu olduğu varsayımından hareket edildiğinde yabancı uyruklunun ülkesinde verilen boşanma kararı kesinleştiği tarihte o ülke hukukuna göre tüm hukuki sonuçlarını doğuracak yabancı uyruklu eş kararın kesinleştiği tarihten itibaren boşanmış olacak, ancak Türk vatandaşı eş tanıma ve tenfiz kararının kesinleştiği tarihten itibaren boşanmış kabul edilecektir. Böyle bir çelişkili ve garip bir durum ortaya çıkmış olacaktır.

Tüm bu açıklamalar karşısında her ne kadar tanıma kararı 07.11.2008 tarihinde kesinleşmiş ise de, yabancı mahkemenin boşanmaya ilişkin ilamı 21.12.1993 tarihinde kesinleştiğinden hukuki sonuçlarını bu tarih itibariyle doğurduğu, anılan madde hükmü gereğidir. Dava mal ayrılığı rejimi döneminde edinilen taşınmazlarla ilgili katkı payı alacağı isteğine ilişkin olduğuna göre olayda, Borçlar Kanununun başka türlü hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava için öngördüğü 10 yıllık zamanaşımı süresini öngören TMK.nun 5. maddesi yollamasıyla 125. maddesindeki düzenlemenin uygulanması gerektiği hususunda duraksama da yoktur.

Yabancı Mahkemeden verilen boşanma kararının kesinleştiği 21.12.1993 tarihinden eldeki davanın açıldığı 28.09.2009 tarihine kadar 10 yıllık zaman aşımı süresi geçtiğinde zaman aşımı nedeniyle davanın reddi ile hükmün onanması doğrudur.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle dosya muhtevasına, dava evrakı ile tutanakları münderecatına ve Yargıtay ilamında açıklanan gerektirici sebeplere göre davacı vekilinin yerinde olmayan ve HUMK.nın 440. maddesinde yazılı hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin REDDİNE, anılan Kanunun 442. maddesi uyarınca ( 6100 sayılı HMK'nın Geçici 3. maddesi gereğince 1086 sayılı HUMK'nın 427 ila 454. maddeleri yürürlükte bulunduğundan ) takdiren 228,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazine'ye irad kaydına ve peşin harcın red harcına mahsubu ile kalan 1,95 TL'nin karar düzeltme isteyen davacıdan alınmasına, 17.02.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Taraflar 18.12.1969 tarihinde ( Türkiye'de evlenmiş, Hollanda/Amsterdam Mahkemesi'nden verilen 21.12.1993 tarihinde kesinleşen yabancı mahkeme boşanma kararıyla boşanmış; bu boşanma kararı Kayseri 2. Aile Mahkemesi'nin 07.11.2008 tarihinde kesinleşen kararı ile tanınmış ve bu suretle Türk Hukuku bakımından da boşanma kararı geçerli hale gelmiştir. 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun ( MÖHUK )'un 59. maddesi uyarınca evliliğin sona erdiği tarih olarak, yabancı boşanma ilamının kesinleştiği, tarihin esas alınması gereklidir. Bu nedenle, Türk Hukuku bakımından da evlilik geriye etkili olarak 21.12.1993 tarihinden geçerli olarak sona ermiş; böylece bu tarih ve sonrasında taraflar yönünden evliliğe bağlanan karşılıklı yükümlülüklerden; bu kapsamda sadakat, birbirine yardım etme, birlikte yaşama gibi yükümlülüklerden söz etme imkanı kalmamıştır. Aynı nedenle 21.12.1993 tarihi ve sonrasında edinilen malvarlığı nedeniyle eski eşlerin birbirinden evlilik hukukuna bağlı hak ve alacak talep etmeleri de söz konusu olmayacaktır. Davacının davaya konu ettiği taşınır ve taşınmaz malvarlığına ilişkin alacak talebinin bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. Evlilik birliği içinde ( 18.12.1969-21.12.1993 ) edinilen malvarlığı yönünden bir eşin diğerinden katkı payı alarak adlandırılan alacak talebinin hukuki niteliğinin bir tür "vekalet sözleşmesi" ( eBK. md 386 vd. TBK md. 502 vd ) olduğu gözönüne alınarak zamanaşımı süresinin buna göre değerlendirilmesi ( eBK. md. 126, TBK md. 147 ) gerekir. Evliliğin sona erdiği 21.12.1993 ve sonrasında edinilen malvarlığı yönünden ise; taraflar arasında bir sözleşme varsa buna göre yoksa sebepsiz zenginleşme ( eBK. md. 61 vd. TBK. md. 77 vd ) hükümlerine göre zamanaşımı süresi tayini gerekir. Diğer yönden evlilik devam ettiği sürece eşlerin diğerinden alacak hakları için zamanaşımı durur ( eBK. md. 132/3, TBK. md. 153/3 ). Bu bakımdan; Yabancı Mahkeme boşanma kararının, Türk Mahkemeleri'nce tanınmasına karar verilip, bu kararın kesinleşmesine kadar eşlerin alacak davalarının zamanaşımı sürelerinin durduğunun ( işlemediğinin ) kabulü gerekir. MÖHUK'nın 59. maddesindeki, Yabancı Mahkeme ilamının tanınması veya tenfizine karar verildiğinde, yabancı ilamın kesin hüküm ve kesin delil gücünün yabancı ilamın kesinleştiği tarihten itibaren hüküm ifade etmesi ile zamanaşımının durması kurumunu birbirine karıştırmamak gereklidir. Zira zamanaşımının durması kurumu, MÖHUK'nın 59. madde ile ilgili olmayıp; MÖHUK'nın 50. maddesindeki "yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye'de icra olunabilmesi yetkili Türk Mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır" şeklindeki hükmüyle ilişkilidir. Diğer yandan Türk Borçlar Kanunu'nun 153/6 ( eBK. md. 132/6 ) maddesi, "alacağı, Türk Mahkemeleri'nde ileri sürme imkanının bulunmamasını" bir zamanaşımının durması sebebi olarak göstermiştir. TBK'nın 646. maddesi ise, bu Kanunun 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun Beşinci Kitabı olup, onun tamamlayıcı olduğunu belirterek; TBK'nın TMK. ile ilişkisini açıklamıştır. O halde, bir alacak hakkının ileri sürülmesi yabancı mahkeme kararını, tanınması/tenfizine bağlı ise; yabancı ilamın Türk Mahkemeleri'nden tanınmasına/tenflzine karar verilip, bu kararın kesinleşmesine kadar zamanaşımının duracağının; kesinleşme ile birlikte zamanaşımının işlemeye başlayacağının kabulü gerekir. Aynı nedenle, alacak hakkı dışındaki hakların doğumu veya sona ermesi ise; yabancı mahkeme ilamının kesinleşme tarihine göre belirlenmek gerekecektir. Bu açıklamalar karşısında; değerli çoğunluğun zamanaşımı süresini tanımasına/tenfizine karar verilen yabancı mahkeme kararının kesinleşme tarihinden başlayacağına ilişkin kararına katılmıyorum.

Yukarıda açıkladığım nedenlerle, Yerel Mahkeme'nin zamanaşımı nedeniyle davanın reddine ilişkin hükmünün isabetli olmadığını, karar düzeltme talebinin kabulüyle, davanın; esasına yönelik inceleme yapmak üzere temyiz edilen hükmün BOZULMASINA karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

KARŞI OY :

Taraflar Amsterdam Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 21.12.1993 tarihinde kesinleşen ilamı ile boşanmışlardır. Söz konusu boşanma ilamı, Kayseri 2. Aile Mahkemesi'nin 07.11.2008 tarihinde kesinleşen kararıyla tanınmıştır. Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin temyize konu dava ise 28.09.2009 tarihinde açılmış, davalı tarafça, süresinde zamanaşımı definde bulunulmuştur.

Mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine dairemizce yapılan inceleme sonunda 28.05.2013 gün 2013/1236 Esas 2013/8028 Karar sayılı ilam ile onanmasına karar verilmiş, bu kez davacı vekili karar düzeltme isteğinde bulunmuştur.

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 50. maddesi hükmüne göre, yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye'de icra olunabilmesi yetkili Türk Mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır. Aynı Kanunun 58/1.maddesine göre de, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi, yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. 59. madde de ise, yabancı ilâmın kesin hüküm veya kesin delil etkisinin, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edeceğine yer verilmiştir.

Karşılığı Mülga 2675 sayılı Kanun'da bulunmayan 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 59. maddesi, yabancı mahkemelerce verilen kararların maddi hukuk bakımından ülkemizde hüküm ifade etmeye başlayacağı tarihi göstermeye ilişkin olup, önemli bir eksikliğin giderilmesi bakımından oldukça yerinde bir düzenlemedir. Bu kanun maddesi gereğince; yabancı mahkemelerce verilen hukuk davalarına ilişkin ilamların maddi hukuka ilişkin etkisinin tanıma tenfiz kararının kesinleşmesinden sonra değil de, yabancı mahkeme ilamlarının kesinleşmesinden itibarına hüküm ifade edeceği belirlenmiştir. Söz konusu kanuni düzenleme sayesinde, özellikle ticaret, borçlar, miras ve aile hukuku yönünden maddi hukuk bakımından belirsizlik giderilmek suretiyle önemli haksızlıklar engellenmiştir.

Somut olay bakımından anılan kanun maddelerinin değerlendirilmesi gerekirse; tanıma tenfiz kararı verilmek koşuluyla, eşler yabancı mahkemenin boşanmanın kabulüne ilişkin ilamının kesinleştiği tarihten itibaren boşanmış sayılırlar. Bu kanuni düzenlemeye göre, sonraki tarihlerde tanıma tenfiz kararı verilse dahi, evlilik birliği yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarihte sona erer. 5718 sayılı Kanun'un 59. maddesiyle getirilen bu düzenleme sayesinde, eşler yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarihten itibaren boşanmış sayılacaklarından tanıma tenfiz kararının verildiği tarihe kadar geçen ara dönemde birbirlerine mirasçı olmayacaklar, duruma göre doğan çocuk evlilik dışı doğmuş sayılacaktır. Bu düzenlemeyle, yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarih ile tanıma tenfiz kararının kesinleştiği tarih arasındaki ara dönemdeki belirsizlik ortadan kaldırılmıştır. Aksi takdirde, bu dönemde, henüz tanıma tenfiz kararı verilmediğinden evliliğin devam ettiğinin kabulü gerekir ve beraberinde çözümü zor yeni uyuşmazlıklara neden olur. Açıklandığı üzere; 59. madde, yabancı mahkeme ilamının maddi hukuk bakımından etkisinin hüküm ifade edeceği döneme açıklık getirmiştir.

Sayın çoğunluk ile muhalefet arasındaki görüş ayrılığı, dava hakkının kullanılmasında karşılaşılan zamanaşımı süresinin yabancı mahkeme ilamının kesinleşmesi tarihinde mi? Yoksa tanıma tenfiz kararının kesinleştiği tarihte mi? Başlatılacağıdır. Çoğunluk görüşüne göre, dava hakkının kullanılması için gereken zamanaşımı süresinin yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarihte başlatılması gerekmektedir.

Yabancı mahkemelerce verilmiş ve kesinleşmiş boşanma ilamı hakkında, Türk Mahkemeleri'nce tanınma tenfiz karar verilmedikçe eşler Türk Kanunlarına göre boşanmış sayılmayacaklarından, ara dönemde boşanmaya bağlı olarak Türkiye de açılacak tazminat, nafaka ve mal rejiminin tasfiyesi gibi bazı dava haklarının kullanılması imkanı olmayacaktır. Başka bir anlatımla, bu ara dönemde açılan davaların, davanın görülebilirlik ön koşulu ( evlilik devam ettiğinden ) gerçekleşmediğinden reddedilmesi gerekecektir. Sayın çoğunluğun savunduğu görüşün benimsenmesi durumunda; tanıma tenfiz kararından önceki ara dönemde, taraflar boşanmaya bağlı diğer dava haklarını kullanamayacak, ancak zamanaşımı işlemeye devam edecektir. Zamanaşımı, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği tarihte başlayacağından, tanıma tenfiz kararından sonra açılacak davaların zamanaşımı süresinin geçmiş olması sonucu ile karşılaşılması kaçınılmaz olacaktır. Bu görüş, hak sahibinin haktan yararlanmasına izin vermeden, zamanaşımını başlatmak demektir ki; bu durum, hakkın özüne, hakkaniyete, toplum vicdanına ve adalete aykırıdır.

Evrensel hukuk genel prensibine göre; zamanaşımına bağlanan hakların kullanılmasında, zamanaşımı, söz konusu hakkın kullanılabilir duruma geldiği tarihte başlar. Bir hak kullanılabilir duruma gelmeden zamanaşımı işletilemez.

O halde; mal rejiminin tasfiyesine ilişkin alacak davalarındaki, dava açma zamanaşımı, boşanmaya bağlı dava haklarının kullanılabilir hale geldiği, tanıma tenfiz kararının kesinleşmesi tarihinde başlatılması gerekir. Nitekim, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 15.7.2009 gün 8466/4071 ile 15.07.2009 gün 8466/14071 ve 8. Hukuk Dairesi'nin 08.06.2009 gün 2030/2937 sayılı kararları da muhalefet görüşü doğrultusundadır.

Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin kabulüyle, dairemizin önceki onama kararından dönülerek yerel mahkeme hükmünün bozulması gerektiğinden sayın çoğunluğun karar düzeltme isteğinin reddi yönündeki görüşüne katılmamaktayım.

Kazancı
Old 28-07-2015, 14:11   #83
Av.Nazife Eytemiş BAŞAR

 
Varsayılan

Y2HD
Esas : 2015/3260
Karar : 2015/4166
Tarih : 11.03.2015
MAL REJİMİNİN TASFİYESİ ( Edinilmiş Mal Ortaklığı ve Mal Ayrılığı Rejimlerinin Geçerli Olduğu Dönemde Edinilen Mallar Yönünden )
MAL AYRILIĞI DÖNEMİNDE EDİNİLEN MALLAR
EDİNİLMİŞ MAL AYRILIĞI DÖNEMİNDE EDİNİLEN MALLAR

Boşanma sonucu, mal rejiminin tasfiyesiyle ilgili olarak:

Dava konusu araç,
Eşler arasında mal ayrılığının geçerli olduğu dönemde edinilmiş ise, bu rejimde mal kime ait ise onundur. Şayet diğer eş, bu aracın edinilmesine maddi bir katkı sağlamış ise, ispatlaması şartıyla, katkısı karşılığı bir alacak talep edebilir.

Edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilmiş ise, bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir

Eklenecek ve denkleştirilecek bir değer mevcut değilse, diğer eşin maddi bir katkısının bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, rejimin sona erdiği tarihte mevcut olan edinilmiş malın, tasfiye anındaki değerinin (artık değer) yarısı üzerinde diğer eş katılma alacağına sahiptir.fk
TMK.170, 202, 222, 224, 226, 227, 228, 229, 230, 231, 236
DAVA VE KARAR:
Taraflar arasındaki "boşanma" davalarının birleştirilerek yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-davacı (koca) tarafından, mal rejiminden kaynaklanan alacak talebi hakkında verilen hüküm yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ KARARI:
Mahkemece, her iki boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş, bu hüküm, davalı-davacı (koca)`nın birleştirilen boşanma davasıyla birlikte talep etmiş olduğu mal rejiminin tasfiyesi yönündeki isteği bakımından “harç noksanlığının tamamlanması, boşanma hükmünün henüz kesinleşmemiş olduğu nazara alınarak, bu talebin boşanma davasından tefrik edilmesi, bundan sonra mal rejiminin tasfiyesine ilişkin isteğin esasının incelenmesi” gerektiğinden bahisle bozulmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyulmuş, harç noksanlığı ilgilisine tamamlattırılmış, ancak hükmün boşanmaya ilişkin bölümünün kesinleşmiş olduğu, dolayısıyla mal rejiminin tasfiyesine ilişkin talebin esasının incelenebilir hale geldiği dikkate alınarak, tefrik kararı verilmeyip, aynı dosya üzerinden davaya devam edilerek, hüküm kurulmuştur.

Mahkeme, davalı-davacının, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin talebini “katkı payı alacağı” olarak nitelendirmiş, “ispatlanamadığı” gerekçesiyle reddetmiştir.

Karar, davalı-davacı (koca) tarafından temyiz edilmiştir.

Davalı-davacı, birleştirilen boşanma davasına ilişkin dava dilekçesinde
“Türk Medeni Kanununda yer alan edinilmiş mal rejimleri hükümleri gereğince, eşine ait 6.000 TL.değerindeki ...... tescil plakalı aracın tasfiyesi ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere aracın 1/2 hissesine isabet eden 3.000 liranın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini" istemiştir.
Davalı-davacının mal rejiminin tasfiyesiyle ilgili talebi budur.

Davacı-davalı (kadın), bu taleple ilgili bir cevap vermemiştir.
Dosyaya alınan araca ait Araç Takyidat Bilgisi başlıklı belgede, aracın 1992 model Tofaş-Fiyat marka olduğu, kadın adına kayıtlı bulunduğu yazılıdır. Bu belgede aracın “edinme tarihi” ve “edinme sebebi” gösterilmemiştir. Dosyada bununla ilgili başka bir bilgi ve belge mevcut değildir.

Tarafların 27.11.1993 tarihinde evlendikleri, aralarında bu tarihten 01.01.2002 tarihine kadar “mal ayrılığı rejiminin” (TMK md.170), bu tarihten, boşanma davasının açıldığı 04.07.2011 tarihine kadar ise “edinilmiş mallara katılma” rejiminin (4721s.TMK.m.202) geçerli olduğu tartışmasızdır.

Araç, eşler arasında mal ayrılığının geçerli olduğu dönemde edinilmiş ise, bu rejimde mal kime ait ise onundur. Şayet diğer eş, bu aracın edinilmesine maddi bir katkı sağlamış ise, ispatlaması şartıyla, katkısı karşılığı bir alacak talep edebilir.

Araç edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilmiş ise, bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir (TMK.md.222/3). Edinilmiş malların ne şekilde tasfiye edileceği ise, Türk Medeni Kanununun 226-231’nci maddelerinde gösterilmiştir.

Bu hükümlere göre, eklenecek (TMK.md.224) ve denkleştirilecek (TMK.m230) bir değer mevcut değilse, diğer eşin maddi bir katkısının bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, rejimin sona erdiği tarihte mevcut olan edinilmiş malın, tasfiye anındaki değerinin (artık değer) yarısı üzerinde diğer eş katılma alacağına sahiptir (TMK.md.236).

Davalı-davacının araçla ilgili talebinin yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde incelenerek, neticesine göre karar verilmesi gerekirken, açıklanan yönler araştırılmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeplerle ( BOZULMASINA ), işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.
Y2HD 11.03.2015 - K.2015/4166
____________ oOo ____________
Old 28-07-2015, 14:20   #84
Av.Nazife Eytemiş BAŞAR

 
Varsayılan

Y8HD
Esas : 2013/17854
Karar : 2014/16361
Tarih : 18.09.2014
EVLİLİK BİRLİĞİ İÇİNDE EDİNİLEN MALLAR
KATKI PAYI ALACAĞI
EDİNİLMİŞ MALLARA KATILIM ALACAĞI
BANKA HESABINDAKİ PARALAR ÜZERİNDE EDİNİLMİŞ MALLARA KATILIM ALACAĞI

Taraflar arasındaki, evlilik birliği içinde edinilen mal ve taşınmazlardan 2002 öncesi edinilenler için katkı payı ve 2002 sonrası edinilenler için katılma alacağı istemi ile açılan davada:
Davacı, eski Medeni Kanun döneminde edinilen mallar üzerinde katkı payı alacağını isbat edememişse de...
Yeni Medeni Kanun dönemindeki edinimler yönünden:
Davacının ..444 plaka sayılı araç ile banka hesaplarında bulunan paraya ilişkin isteklerinin tek tek açıklattırılması,
Davacı tarafça yapılacak bu açıklamadan sonra,
..444 plaka sayılı aracın sicil kaydı getirtilerek edinilmiş mal olup olmadığı,
banka hesaplarının açıldığı tarihten boşanma dava tarihine kadar hareketleri gösterecek şekilde hesap dökümünün ilgili bankadan getirtilerek bankacı, muhasebeci ve hukukçu bilirkişilerden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetine tevdi edilerek edinilmiş mal teşkil eden bir miktar bulunup bulunmadığına dair gerekçeli, Yargıtay denetime uygun rapor temin edilerek ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulması doğru değildir.mfk
TMK.202, 219, 225, 229, 230, 235, 236
743 Sa.Ka.170
HMK.31
DAVA VE KARAR:
Nihal... ile Adnan... aralarındaki katılma alacağı ve katkı payı alacağı davasının reddine dair 3. Aile Mahkemesi`nden verilen 03.04.2013 gün ve 557/239 sayılı hükmün Yargıtay`ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ KARARI:
Davacı vekili, 1991 yılında evlenen tarafların 2008 yılında davalının kusuru ile boşandıklarını, davacının ailesinin yardımları, davacıya ait ziynetler ve birlikte yapılan birikimlerle, menkul ve gayrimenkuller edinildiğini, davalı adına banka hesaplarında para biriktirildiğini açıklayarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla evlilik birliği içinde edinilen mal ve taşınmazlardan 2002 öncesi edinilenler için katkı payı ve 2002 sonrası edinilenler için katılma alacağı olmak üzere toplam 8.600 TL nin boşanma dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 07.05.2010 tarihli dilekçesiyle dava konusu edilen taşınmazların ...ada 239 parsel 2 numaralı dükkan, ...ada 169 parsel 11 numaralı dükkan, ...ada 14 parsel 6 numaralı mesken ile ...ada 36 parsel 5 numaralı mesken, araçların ... 444 ve ... 01 plaklı araçlar olduğunu bildirmiştir.

Davalı vekili, dava konusu edilen taşınmaz ve araçların davalının kişisel malı olup davacının herhangi bir katkısı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, dava konusu ...ada, 239 parseldeki 2 nolu bağımsız bölüm 04.08.1993 tarihinde, nizalı ...İli, ...İlçesi, ...Mah. ...ada, 36 parseldeki 5 nolu bağımsız bölüm ise 28.07.1998 tarihinde, ...444 plaka sayılı araç 16.11.2001 tarihinde satış sonucu davalı adına tescil edilmiş olup ev hanımı olan davacı katkısını ispatlamadığından ve ...01 plaka sayılı araç davalının kardeşi adına kayıtlı olduğundan davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar, 13.06.1991 tarihinde evlenmişler, 02.11.2007 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 06.01.2010 tarihinde kesinleşmesi üzerine boşanmışlardır.
Eşler arasındaki mal rejimi TMK`nun 225/son maddesi gereğince boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Bu durum karşısında eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden evlilik tarihinden 4721 sayılı Yasa`nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM`nin 170. maddesi gereğince mal ayrılığı ve bu tarihten boşanma dava tarihine kadar 4721 sayılı TMK`nun 202 ve devamı maddelerine göre edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.

Dava dilekçesinin içeriği, dava konusu taşınmazlar ile araçların edinme tarihi ve banka hesaplarına göre istek, 01.01.2002 öncesi edinilen mal varlığı yönünden katkı payı alacağı isteğine ve 01.01.2002 tarihinden sonra edinilen mal varlığı yönünden katılma alacağı isteğine ilişkindir. 743 sayılı TKM`nin 170. maddesi uyarınca taraflar arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu tarihte edinilen mal varlığına ilişkin olarak katkı payı istenebilmesi için mutlaka parasal veya para ile ölçülebilen maddi bir değer koymak suretiyle katkısının bulunması gerekir. Öte yandan 4721 sayılı TMK`nun yürürlükte olduğu tarihte edinilen mal varlığı edinilmiş mal niteliğinde olup bu tür davalarda, eklenecek değerlerden (TMK.m.229) ve denkleştirmeden (TMK.m.230) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere edinilmiş malın (TMK.m.219) toplam değerinden mala ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin (TMK.m.231) yarısı üzerinden (TMK.m.236/1) tarafların kazanılmış hakları da gözetilerek taşınmazın tasfiye tarihindeki değeri dikkate alınarak (TMK. m.235/1) katılma alacağı belirlenmelidir.

Dava konusu edilen ...ada 169 parsel 11 numaralı dükkan 22.05.1987 tarihinde evlilik öncesi, ...ada 239 parsel 2 numaralı dükkan 04.08.1993, ...ada 14 parsel 6 numaralı mesken 16.10.1990, ...ada 36 parsel 5 numaralı mesken 28.07.1998 tarihinde edinilmiş olup ev hanımı olan davacının kişisel malı ile katkıda bulunduğuna ilişkin soyut iddiası dışında kanıt bulunmadığına,
... 01 plakalı araç 10.12.2008 tarihinde satıştan davalının kardeşi N... adına tescil edilmiş olup TMK`nun 6. maddesi uyarınca bu aracın fiilen davalıya ait olduğu ispatlanmadığına,
davacıya ait bir takım ziynetlerin davalı tarafından alınmış olmakla birlikte daha sonradan farklı tarihlerde davacıya hediye olarak iade edildiği davacı tanığı B... beyanından açıkça anlaşıldığına,
dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre;
davacı vekilin taşınmazlar ve 33 ... plaka sayılı araca ilişkin yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul ve Kanuna uygun olan hükmün bu bölümünün onanmasına,

Davacı vekilinin ...444 sayılı araç ve banka da bulunan paralara ilişkin temyiz isteğine gelince:
Dosya içinde ...444 plaka sayılı araca ilişkin sicil kaydı bulunmadığından ev hanımı olması nedeniyle 01.01.2002 öncesinde edinilmiş olması halinde katkı payı istenemeyecekse de, aracın bu tarihten sonra edinilmiş olması halinde katılma alacağı söz konusudur. Ancak bu hususta bir değerlendirme yapılamamıştır.
Öte yandan, davalı adına açılan ...Bankası ve... bank şubelerindeki hesaplar celp edilmişse de, ilgili hesapların açılış tarihleri ile 01.01.2002 den sonra yatırılan miktarlar ile bu tarihten sonraki faiz geliri üzerinde durularak davacının TMK`nun 236. maddesi gereğince katılma alacağı bulunup bulunmadığıda araştırılmamıştır.

Bu halde Mahkemece, öncelikle dava dilekçesi HMK`nun 31. maddesi gereğince açıklattırılarak,
Davacının ...444 plaka sayılı araç ile banka hesaplarında bulunan paraya ilişkin isteklerinin tek tek açıklattırılması,
Davacı tarafça yapılacak bu açıklamadan sonra, ...444 plaka sayılı aracın sicil kaydı getirtilerek edinilmiş mal olup olmadığı, banka hesaplarının açıldığı tarihten boşanma dava tarihine kadar hareketleri gösterecek şekilde hesap dökümünün ilgili bankadan getirtilerek bankacı, muhasebeci ve hukukçu bilirkişilerden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetine tevdi edilerek edinilmiş mal teşkil eden bir miktar bulunup bulunmadığına dair gerekçeli, Yargıtay denetime uygun rapor temin edilerek ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulması doğru değildir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı görülen hükmün, ... 444 palaka sayılı araç ve banka hesapları yönünden ( BOZULMASINA ), taraflarca HUMK`nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK`nun 440/1. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, oybirliğiyle karar verildi.
Y8HD 18.09.2014 - K.2014/16361
____________ oOo ____________
Old 02-08-2015, 12:49   #85
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO :2013/8-185
KARAR NO:2013/1601
KARAR TARİHİ:27.11.2013

Taraflar arasındaki “mal rejiminden kaynaklanan alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; S___ Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 04/03/2011 gün ve 2010/139 E. - 2011/45 K. sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 5.6.2012 gün ve 2012/3587 E.-5314 K. sayılı ilamıyla;

(...Davacı vekili, vekil edeninin çalışarak elde ettiği gelir ve babası M. tarafından verilen 6.500 TL para ile evlilik birliği içinde kooperatif üyeliği sonucu davalı adına tapuya kayıt ve tescil edilen 93 ada 366 parsel sayılı taşınmazda 19 numaralı meskenin edinilmesine davacının katkıda bulunduğunu açıklayarak, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 30.000 TL katkı payının dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak vekil edenine ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, boşanma davası sırasında tarafların imzaladıkları protokolün 3. maddesine göre, tarafların birbirlerinden mal talepleri olmadığı hususunun düzenlendiğini ve kesinleştiğini belirterek, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, davacının boşanma davası sırasında protokol düzenleyerek mal talebinde bulunmadığı ve bu şekilde anlaşmalı olarak davalı eski eşinden boşandığı, protokolün mahkemece onaylandığı, protokoldeki mal ibaresinin dar kapsamlı algılanamayacağı kanaatine varılmakla davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edildikten sonra, Dairemizin 27.12.2011 gün ve 2011/3139 Esas 2011/7755 Karar sayılı ilamı ile çoğunluk görüşüyle onanması üzerine, davacı vekili tarafından süresi içinde karar düzeltme isteğinde bulunulmuştur.

Dava, mal rejiminden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir.
S___ Asliye Hukuk Mahkemesinin (Aile Mahkemesi sıfatıyla) 13.10.2009 tarih 2009/160 Esas, 2009/244 Karar sayılı dosyası arasında bulunan “Protokol” başlığını taşıyan davacı S. ile davalı E. tarafından imzalanan 07.10.2009 tarihli protokolün 3 nolu bendinde; “tarafların mal talepleri yoktur” ibaresi yer almaktadır. Bunun dışında malla ilgili başka bir açıklama ve belirleme söz konusu değildir. Anılan protokol anlaşmalı boşanma için hazırlanmış ve dosyaya sunulmuştur. Yargılama oturumunda da, davacı, protokolün içeriğini kabul ediyorum, açıklamasında bulunmuştur. Kural olarak, boşanma davalarıyla birlikte mal rejimine ilişkin açıklamaların ve eşler arasında varılan sonuçların anlaşma protokolünde yer almalarında herhangi bir sakınca bulunmayıp bunu engelleyen bir kanun hükmü de yoktur. Yine ilke olarak, dar kapsamlı olarak ifade edilen ibarelerin boşanmanın feri niteliğinde bulunan nafaka, maddi–manevi tazminat gibi istekleri kapsadığı kabul edilebilir. Mal rejiminden kaynaklanan istekler boşanmanın eki niteliğinde istekler olmadığından anlaşma ya da protokol, mal rejimlerini de kapsıyor ise bu taktirde taşınır ve taşınmaz mal niteliğinde bulunan katkı payı ya da artık değere konu olan bu tür eşyaların açık bir biçimde tek tek, bentler halinde protokolde yer alması gerekir. Somut olayda, herhangi bir açık ibare bulunmamaktadır. Sadece, "mal talepleri yoktur" ibaresi yer almaktadır. Mal tabirinin tüm taşınır ve taşınmazları kapsadığını kabul etmek mal rejimi davalarının mantığına ve hakkın özüne aykırı düşer. Mal tabiri oldukça dar bir kavramdır. Bu nedenle bu tabirin katkı payı ya da edinilmiş mallardan kaynaklanan taşınmaz ya da taşınır niteliğindeki eşyaları da kapsadığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Mahkemece, katkı payı ve katılma alacağına ilişkin taraf delillerinin toplanması ve tüm taraf deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre işin esası ile ilgili olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulması gerekirken, dava konusu taşınmazın protokol kapsamında kaldığı görüşünden hareketle yukarıda yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır...)

gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, eşler arasında mal rejiminden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.

Davacı vekili özetle; kooperatif evinin yarısının davacıya ait olduğunu, bedelinin davacıya ödenmediğini, davaya konu evin iç kısım işlerinin yaptırılması aşamasında davacının babasının 6.500 TL verdiğini, taraflar söz konusu gayrimenkulü evlendikten sonra aldıklarını, 30.000 TL katkı payının davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili savunmasında; boşanmaya esas protokolün 3. maddesinde, tarafların birbirinden mal taleplerinin olmadığı belirterek davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, protokol ve tüm dosya kapsamından davacının protokol düzenleyerek mal talebinde bulunmadığını ve bu şekilde anlaşmalı olarak boşandığı, protokolün mahkemece onaylandığı, protokoldeki mal ibaresinin dar kapsamlı algılanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, önce onanmış, daha sonra karar düzeltme aşamasında Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık tarafların anlaşmalı boşanma davası sırasında düzenledikleri protokolde yer alan “tarafların mal talepleri yoktur” şeklindeki ifadenin, eşler arasında “mal rejiminden kaynaklanan alacak” isteklerini de kapsayıp kapsamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle tarafların boşanmalarına ilişkin S___ Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi'nin 2009/160-244 sayılı kesinleşen kararı ile onanan protokol hükmü uyarınca tarafların karşılıklı mal taleplerinin bulunmadığına ilişkin protokoldeki ifadenin mal rejiminden kaynaklanan alacağı da kapsadığının anlaşılmasına göre, yerel mahkemenin aynı hususları gözeterek yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden, direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan, başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/1.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.11.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.


KARŞI OY YAZISI

1-Hukuki nitelendirme
Dava, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklanan katılma alacağı (TMK. m.202, 218, 219, 222, 229, 230, 231, 232, 235, 236) ile değer artış payı alacağı (TMK.m.227) isteğine ilişkindir.

2-Mahkemenin ret gerekçesi
Mahkemece, “boşanma dosyasında yer alan 07.10.2009 tarihli protokol ve tüm dosya kapsamı ile davacının protokol düzenleyerek mal talebinde bulunmadığı, bu şekilde anlaşmalı olarak boşandığı ve protokolün mahkemece onaylandığı, protokoldeki “ mal ” ibaresinin dar kapsamlı algılanamayacağı gerekçesiyle eski kararında ısrar edilerek davanın reddine karar verilmesi ve kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine“, ısrar hükmü, Yüksek Hukuk Genel Kurulu’nun sayın çoğunluğunca onanmasına karar verilmiştir.

3-Karşı oy gerekçesi
Taraflar 26.05.2002 tarihinde evlenmiş, 12.10.2009 tarihinde açılan anlaşmalı boşanma kararının 13.10.2009 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Evlilik tarihinden boşanma davasının açıldığı 12.10.2009 tarihine kadar eşler başka bir mal rejimini de seçtiklerini ileri sürmediklerinden aralarında yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (TMK.m. 202,4722 S.K.m.10). Eşler arasındaki yasal mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir (TMK.m.225/2). Eldeki davaya konu olan mesken eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde 28.12.2007 tarihinde davalı eş (koca) adına alınmıştır. Her iki eşte çalışmakta olup, belirli bir gelire sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ancak, edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde edinilen mallardan kaynaklanan katılma alacağı açısından istekte bulunan eşin çalışıp çalışmamasının yada bir gelire sahip bulunup bulunmamasının herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Kanun gereği, diğer eşin edinilmiş malları üzerinde yarı oranında katılma alacağı hakkı mevcuttur (TMK.m.236/1).

4-Anlaşmalı boşanma koşulları ve eşlerin anlaşmalı boşanmanın mali sonuçları konusunda anlaşmaları zorunluluğu TMK.nun 166/3. fıkrası gereğince hakimin anlaşmalı boşanmaya karar verebilmesi için, anılan fıkrada öngörülen tüm koşulların gerçekleşmiş bulunması gerekir. buna göre evlilik 1 yıl sürmüş olacak, taraflar huzurda dinlenilecek, bundan ayrı nafakalar ve çocukların velayeti ile maddi ve manevi tazminat konularında anlaşmaları zorunludur. Fıkrada belirtilen boşanmanın mali sonuçları ibaresiyle, “ kastedilen TMK.nun 174. maddesinde yer alan maddi ve manevi tazminat, aynı Kanunun 175. maddesinde yer alan yoksulluk nafakası, çocuklar için bağlanacak nafaka ve boşanmanın fer’i (eki) sayılan diğer haklar kastedilmektedir”. Mal rejimlerinden kaynaklanan mallar kesinlikle TMK.nun 166/3. fıkrasında kastedilen boşanmanın mali sonuçları arasında sayılmamaktadır. Çünkü, gerek doktrinde ve gerekse uygulamada baskın görüş; mal rejimleri ile ilgili davaların boşanmanın eki niteliğinde davalar olmadığı, onlardan bağımsız bir dava oldukları yönündedir.uygulamada bu konuda bir duraksama söz konusu değildir. Bu bakımdan tarafların anlaşmalı boşanma protokolü yaparken mal rejimi konusunda anlaşmaları zorunlu değildir. Bu konuda anlaşma sağlanamadığı gerekçesiyle de anlaşmalı boşanma davasının reddi sonucunu doğurmaz. Ve anlaşmalı boşanmaya bir etkisi olamaz.

Ancak, taraflar anlaşmalı boşanma protokolü yaparken aralarındaki mal rejiminden kaynaklanan mallar bakımından anlaşmalarına engelleyen bir hükümde bulunmamaktadır. Bu nedenle, mal rejimi konusunda bir anlaşma yaparken bunu açık bir şekilde ifade etmeleri gerekmektedir. Örneğin, katılma alacağı ile değer artış payı alacağına konu mallar üzerinde herhangi bir hak talep etmiyorum, yada ev eşyalarından, taşınır ve taşınmaz mallardan kaynaklanan bir alacak isteğim yoktur veya katkı, katılma ve değer artış payı alacağı istemiyorum şeklinde açık bir biçimde genel kavramlardan hareket edilerek protokol yapmaları mümkündür. Tüm sorun katkı, katılma ve değer artış payı alacağı isteyip istemediklerini belirten genel kavramların protokolde yer alması ve bunun açık bir biçimde ifade edilmesidir.böyle bir durumda dahi Hukuk Genel Kurulunun 24.02.2010 tarih ve 2010/2-96 Esas, 2010/106 Karar sayılı kararına göre, bu tür protokoller ve tutanağa geçen imzalı beyanlar mahkeme içi ikrar olarak nitelendirilmektedir. Mal rejiminin tasfiyesi olarak değerlendirilmemektedir.

Somut olayda, 07.10.2009 tarihli protokolün 3 nolu bendinde, “tarafların mal talepleri yoktur“ şeklinde bir ibare yer almaktadır. Bu ibare oldukça kapalı ve ne anlama geldiği de tam olarak anlaşılamamaktadır. Söz edilen ibare teknik anlamda bir feragati ifade etmektedir. Feragat ise, Hukuk Genel Kurulunun 22.02.2012 tarih, 2011/2-733 Esas, 2012/87 Karar sayılı kararında vurguladığı gibi, açık ve seçik olarak yapılması gerekir. çünkü, feragat sadece mevcut davadan değil o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde, feragata konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz. Bu bakımdan, davadan veya herhangi bir haktan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması kanun gereğidir.
Nitekim, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 22.05.1987 gün ve 1986/4 Esas 1987/5 karar sayılı ilamının gerekçesinde; “yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olmadan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul edilmiştir.” Öğretide de, feragatin açık ve kesin olması gerektiği kabul edilmektedir. Bu bakımdan protokolün 3 nolu bendinde yer alan ibare teknik anlamda bir feragat olmakla beraber açık, seçik, kesin ve koşulsuz olduğu söylenemez. Böyle bir feragatin hukuki sonuç doğurduğunu kabul etmek mümkün değildir. öte yandan, tarafların mal talepleri yoktur ibaresi katılma alacağından kaynaklanan her türlü malı kapsadığını da kabul etmek olanaksızdır. Bu ibareden, eşlerden biri diğerine bir bakıma ben senin kişisel malını istemiyorum anlamı da çıkmaktadır. İbarenin her türlü malı kapsadığının kabulü halinde hukukun bir bakıma şekle feda edileceği sonucuna ulaşılacaktır. Bu haliyle hakkın özü hatta kendisi de ortadan kalkmış olacaktır.

Söz konusu protokolün boşanma kararının eki haline geldiği ve onaylandığı da söylenemez. Çünkü, anlaşmalı boşanma kararının hüküm fıkrasında taraflar mal konusunda anlaştıklarında bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Yani mallar konusunda kurulmuş bir hüküm olmadığı gibi, tarafların imzalarını taşıyan protokolün mahkemece onaylanmasına şeklinde bir ifade de yer almamaktadır. Sadece, bu husus gerekçe kısmında yer almış olup, bilindiği gibi mahkemelerin kararlarının gerekçesi açıklayıcı nitelikte olduklarından, bağlayıcı bir özellikleri bulunmamaktadır. Kararların bağlayıcı kısmı hüküm fıkralarıdır. Bu bakımdan protokolün mahkemece onaylandığı ve kararın eki haline geldiğini söylemek güçtür. Boşanma veya ayrılığın fer’i sonuçlarına ilişkin anlaşmalar, hakim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz (TMK.m.184/1-5.bent).

5- Doğmayan haktan feragat olmaz
TMK.nun 23. maddesine göre, "Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez." Bu hüküm, "doğmayan haktan feragat olmaz" ilkesini içermektedir. Doğmayan haktan feragat olmaz ilkesinin kaynağı iç hukukta TMK.nun 23. maddesidir. Evrensel hukuk kuralları da doğmayan haktan feragat olmaz ilkesini öngörmektedir. Esasen bu konuda gerek doktrinde ve gerekse uygulamada bir görüş ayrılığına rastlanılmamaktadır. Söz konusu madde medeni haklardan yararlanma ve aynı zamanda medeni hakları kullanmaktan feragat etmeyi yasaklamıştır. Henüz doğmamış haklar, gerek iç hukuk ve gerekse evrensel hukuk kurallarına göre medeni hak niteliğinde olduğu veya oldukları kabul edilmektedir.

6- "Doğmayan haktan feragat olmaz" ilkesinin yargısal kararlara yansıması
"Cezayı icap ettiren olaydan şikayet etmek hakkı şahsiyet ile ilgili medeni haklardandır. Medeni Kanunun 23. maddesi uyarınca, bir kimse medeni haklardan ve onları kullanmaktan kısmen olsun vazgeçemez. Türk Ceza Kanunu'nda; karının veya kocanın zinasına, diğer eşin evvelce muvafakat etmiş olması hali şikayet hakkını önleyecek bir olay olarak kabul edilmemiştir. Bundan başka zina fiilinin başlamasından evvel kadının, kocasının evli olmayan bir kadınla zinasına rıza gösterdiğine ve bu rızanın her türlü baskıdan uzak bulunduğuna yer vermek, kadının sosyal durumuyla bağdaşamaz. Bu itibarla kadının kocasının zinasına önceden muvafakat etmiş olması veya muvafakatını belli edecek şekilde davranmış olması TCK’nun 180. maddesinde yazılı 6 aylık süre içerisinde şikayet hakkını kullanmasına engel olamaz." (YİBK 23.5.1966 T. 1966/3 Esas, 1966/5 K).

"Medeni Kanunun 23. maddesine göre kimse, medeni haklarını kullanmaktan feragat edemez. Doğmamış haklar, medeni hak niteliğindedir. Onun için henüz hükme bağlanmamış bir kararın temyiz edilemeyeceğine dair sözleşme ve beyan geçersizdir. Çünkü, doğmamış haklardan feragat etmek caiz değildir. İlmi ve kazai içtihatlar da hükümden önce temyiz hakkından vazgeçilemeyeceği hususunda mutabakat halindedir." (2. HD. 7.1.1971 T. 16 E, 1971/49 K).

"Dava hakkı, şikayet haklarından olup, feragat edilemez (TKM. m.23). Bu itibarla, nafakadan önceden vazgeçme hüküm ifade etmez." (2.HD.11.4.1972 T.315 Esas, 1972/1285 K).

"Doğmamış haktan peşinen vazgeçilemeyeceği yolundaki evrensel hukuk ilkesi gözden kaçırılarak, davacının borç miktarına itiraz etmeyeceği ve dava açmayacağına dair beyanına dayanılmak suretiyle sonradan çıkarılan borca karşı dava hakkından feragat ettiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır." (11. HD. 14.10.1997 T. 1997/4264 E, 1997/7002 K).

"Taraflar arasındaki sözleşmede her ne kadar cezai şartın fahiş olmadığına ilişkin hüküm bulunduğu iddia edilmiş ise de, doğmamış haktan feragat edilemeyeceğinden bu husus araştırılmalıdır. Mahkemece, hükmedilen cezai şartın fahiş olmadığı tartışılmalı, şayet fahiş görülür ise indirilecek miktar belirlenip, sonucuna göre bir karar verilmelidir." (13. HD. 11.10.2004 T. 2004/6611 E, 2004/14120 K).

"Kadastro komisyonu tarafından karar verilmedikçe 3402 sayılı Kadastro Kanununun geçici 5. maddesi gereğince doğrudan kadastro mahkemesine dava açması mümkün değildir. Davacı, yasal prosedüre uygun dava açmadığını öğrenince, erken açtığı davayı yürütmek istememiş ve davadan feragat etmiştir. Doğmayan bir haktan feragat hukuken sonuç doğurmaz." (HGK. 31.3.1993 T. 1992/16-759 E, 1993/132 K).

"Kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca yapımı yüklenilen inşaatın gecikmesi nedeniyle cezai şart ve kira kaybı zararının tahsili istemiyle açılan davada, davalı yüklenici mal sahibi olan davacının gecikmeden kaynaklanan cezai şart ve gelir kaybına ilişkin feragat verdiğini ileri sürerek davanın reddini istemiş ise de, feragat tarihinden sonra oluşan zarar için feragat hüküm doğurmayacağından zararın hesaplanarak hüküm altına alınması gerekir." (15. HD. 4.4.2007 T. 2006/1819 E, 2007/2112 K)

"Boşanma davasında, tazminat ve nafaka talebinden vazgeçildiğine ilişkin beyan, hakkın doğumundan önce feragat mümkün olmadığından geçerli değildir (2. HD. 24.2.2003 T. 2003/1076 E, 2003/2320 K).
Feragat ve kabul gibi irade beyanları kayıtsız ve koşulsuz olmalıdır." (7. HD. 22.4.2005 T. 2005/1253 E, 2005/1268 K).

Katılma alacağı tasfiye ile birlikte "MUACCEL" olur. Bu nedenle katılma alacağının derhal ifası gerekir. Katılma alacağının, katılma alacağı borçlusu eşin mal varlığından veya terekesinden elde edilip edilmeyeceği tasfiye sonunda katılma alacağının doğduğu, belirlendiği ve elde edilemeyeceğinin anlaşıldığı andan itibaren üçüncü kişiden istenilebilecektir.

7-Eşler Arasındaki Mal Rejiminin Sona Ermesi Anı ile Mal Rejiminin Tasfiyesi Anı
TMK. 225. maddesine göre, mal rejimi; eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulü durumunda ölüm ve sözleşme tarihlerinde sona erdiği gibi, mahkemece, evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer.

Somut olayda, eşler arasındaki evlilik anlaşmalı boşanma kararının 13.10.2009 tarihinde kesinleşmesiyle sona ermiştir. Eşler arasındaki yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi de anlaşmalı boşanma davasının açıldığı 12.10.2009 tarihinde sona ermiş bulunmaktadır. Evlilik tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe kadar edinilen mallar, edinilmiş mal sayılır (TMK.m.219).

Evlilik boşanmayla sona ermiş ise, boşanma kararı kesinleşmeden eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesinin yapılması olanaklı görülmemektedir. Şayet boşanma davasıyla birlikte veya ondan ayrı olarak mal rejiminin tasfiyesi davası boşanma kararının kesinleşmesinden önce açılmış ise, HGK.nun 26.9.2012 T. 2012/8-192 E, 2012/629 Karar sayılı kararına göre bekletici mesele yapılmakta ve açılan boşanma davasının olumlu sonuçlanıp kesinleşmesi beklenmektedir. Boşanma davasının reddi halinde mal rejiminin tasfiyesi davasının da reddedileceği bir gerçektir. Çünkü açılan boşanma davasının olumlu sonuçlanıp kesinleşmesi, mal rejiminin tasfiyesi davasının görülebilirlik ön koşulunu oluşturmaktadır.

4721 sayılı TMK.nun Değerlendirme Anı, başlığını taşıyan 235/1. maddesine göre; mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar, tasfiye anındaki değerleriyle hesaba katılırlar. Görüldüğü gibi, mal rejiminin sona erme tarihi, boşanma dava tarihi olduğu halde malların değerlendirme anı, kanuni deyimle tasfiye anındaki değer olarak belirtilmiş olup, bu tarih; kural olarak, verilecek karar tarihidir. Bu nedenle mal rejiminin tasfiyesine konu malların değeri verilecek karar tarihine en yakın tarihte ki bir tarihte belirlenir. Değer tespit tarihi ile kararın verileceği tarih arasında değer artışına yol açacak bir süre olmamalı yada önemli sayılmayacak bir değer artışı söz konusu olmalıdır. Hali hazırda uygulama bu yönde gelişme göstermekte ve bu ilke sapma göstermeksizin uygulanmaktadır.

Şu halde, mal rejiminin tasfiyesi davası, kural olarak, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılması gerekmektedir. Ve bu tarihten sonra açılacak mal rejimi davasının karara bağlanması ve kesinleşmesiyle mal rejiminin tasfiyesi sona ermektedir. Bu durum karşısında katılma alacağı, beklenen, beklenti halinde olan ve gelecekte elde edilmesi gereken beklemece bir hak olarak gerek doktrin ve gerekse uygulama tarafından kabul edilmektedir. İşte bu nedenle doğmayan haktan feragat olmaz, görüşünü savunmaktayım.
Zira katılma alacağı davası açılmakla birlikte henüz katılma alacağının hak edilip edilemeyeceği yada ne miktarda olacağı, daha ötesi katılma alacağının olup olmadığı henüz belli ve belirlenebilmiş değildir. Alacağın ancak, mal rejiminin tasfiyesinin yapılıp sona ermesiyle belirgin hale geldiğinin kabulü gerekmektedir. Doktrinde ağırlıklı görüş bu yöndedir.

8-Borçlu Eşin Alacaklısı, Katılma Alacağını Haczedebilir mi?
Katılma alacağına konu taşınmaz borçlu eş adına iken anlaşmalı boşanma protokolü ile diğer eşe bırakıldığı yada tapuda yaptığı satış ve devirle diğer eşe intikal ettirildiği bir an için varsayalım. Borçlu eşin alacaklısı, anlatıldığı biçimde taşınmazın diğer eşe bırakılması yada intikalinin muvazaalı olduğunu, alacaklıyı zarara uğratmak amacını taşıdığını gerekçe göstermek suretiyle borçlu eş hakkında icra takibi yaparak ve takibin kesinleşmesi sonucu haczedilecek borçluya ait mal bulunmadığı durumlarda diğer eşe intikali sağlanan taşınmaz için İcra İflas Kanunun 120/2. maddesi gereğince icra müdürü tarafından verilen yetki üzerine borçlunun yerine geçmek suretiyle diğer eşe karşı katılma alacağı davasını açıp açmayacağı ve bu konuda takip yapıp yapmayacağı tartışmalı olmakla birlikte bir dosya nedeniyle bu konu Dairece görüşülmüş ve şu sonuca varılmıştır.

Birinci olarak, gerek uygulamada ve gerekse doktrinde boşanma davası açılana kadar icra takibinin yapılamayacağı ve borçlu eşin borcundan dolayı alacaklının katılma alacağı davasını açamayacağı yönündedir.

İkinci olarak, boşanma davası olumlu sonuçlanıp, kesinleşmeden mal rejiminin tasfiyesi davası eşler tarafından dahi açılamayacağı, açılmış ise az yukarıda açıklandığı üzeri HGK. kararı uyarınca bekletici mesele yapılacağı söz konusu olduğuna göre boşanma kararının kesinleştiği tarihe kadar da, borçlu eşin alacaklısı tarafından icra takibi yapılamayacağı ve katılma alacağı davasının açılamayacağı görüşü benimsenmiştir. Varılan bu sonuç "doğmayan haktan feragat" olmaz ilkesinin açık bir ifadesi değil midir? Bu konuda Daire başkan ve üyeleri arasında fikir birliğine varılmıştır. Kural olarak, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra eşlerin birbirlerine karşı katılma alacağı davasını açma imkanları bulunduğuna göre artık bu tarihten sonra borçlu eşin alacaklısının da icra müdürünün vereceği yetki üzerine borçlunun yerine geçerek açıklanan örnekte olduğu gibi diğer eşe karşı katılma alacağı davasını açmalıdır. Doğal ki, yapılacak yargılama sonunda borçlu eşin katılma alacağı olduğu belirlendiği taktirde yada belirlenen oranda alacaklının bu katılma alacağından alacağını alması imkanına kavuşacaktır. Hal böyle iken, doğmayan haktan feragat olmaz ilkesinin göz ardı edilmesi düşünülemez.

Doktrinde ağırlıklı görüş; mal rejiminin tasfiyesine ilişkin kararın kesinleşmesiyle beklenen (ileride alınması gereken beklemece) hak niteliğinde bulunan katılma alacağı belirgin hale geleceğinden ancak kesinleşme tarihinden sonra borçlu eşin alacaklısı katılma alacağını icra takibine koyabilir ve haczedebilir yönündedir.

"Haciz uygulanan taşınmaz, tapuda şikayetçiler adına kayıtlıdır. Kat karşılığı inşaat sözleşmesine göre borçluya düşeceği belirtilen bağımsız bölümler için haciz uygulanmıştır. Borçlu ile üçüncü kişi arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinin icrasına bağlı olarak ileride doğması muhtemel haklar üzerine haciz konulması yasaya aykırıdır. Bir hakkın yerine getirilmesi ve kamu düzeniyle ilgili olan bu konudaki şikayetin İİK.nun 16/2. maddesi gereğince süreye tabi olmadığı da gözetilerek şikayetçilere ait taşınmazlar üzerine konulan hacizlerin kaldırılması yerine istemin reddi isabetsizdir." (12. HD. 6.5.2010 T. 2010/10087 E, 2010/11314 K).

"30.11.2006 tarihinde haciz yapılan iş yerinin davacılar ile borçlu tarafından adi ortaklık şeklinde işletildiği dolayısıyla haczedilen malların adi ortaklık malı olduğu anlaşılmaktadır. Adi ortaklıkta, ortaklık malı, ortaklardan birinin şahsi borcu dolayıyla haczedilemez. BK.nun 534. maddesine (6098 s. TBK. m.638) göre bir ortağın alacaklıları haklarını ancak ortağın tasfiyedeki payı üzerinde kullanabilirler." (21. HD. 1.12.2008 T: 2008/3210 E,. 2008/18587 K).

Somut olgu şöyle bir örnekle de açıklanabilir; Eşler anlaşmalı yada diğer boşanma sebeplerinden biriyle boşanma davasını açabilirler. Ne var ki, yargılama devam ederken henüz açılan boşanma davası herhangi bir biçimde sonuçlanmadan eşlerden birinin ölümü halinde ve mirasçılar yada mirasçılardan biri TMK.nun 181. maddesindeki hakkı kullanmadıkları takdirde, artık evliliğin boşanmayla değil, ölümle sona erdiğinin ve mal rejiminin de ölüm tarihinde son bulduğunun kabulü gerekir. Böyle bir durumda doğmayan haktan feragat olmaz ilkesi göz ardı edildiğinde durum nasıl değerlendirilecektir? Buna karşın eldeki davaya konu olayda, anlaşma protokolün 3 nolu bendinde açıklandığı gibi “tarafların mal talepleri yoktur” ibaresi esas alınarak mal rejimi davası redle sonuçlandırılabilecek midir? Buna olumlu cevap vermek mümkün müdür? Çünkü yargılama sırasında ölüm olayı gerçekleşmiş ve eşler arasındaki mal rejimi, ölüm tarihinde sona ermiştir. Bu da, doğmayan haktan feragat olmaz ilkesini doğrulayan bir gerçekliktir.

4721 sayılı TMK.nun eşler arasındaki mal rejimiyle ilgili kısmında yer alan madde başlıklarında bulunan “mal” ibaresinden hareketle (karşı oy yazısında) anlaşmalı boşanma protokolündeki “tarafların mal talepleri yoktur” ibaresinin her türlü malı kapsadığı sonucuna ulaşmak kesinlikle mümkün değildir. Bu yönde gerçekleşen Yüksek HGK’nun değerli çoğunluğun görüşüne de katılamıyorum. Her şeyden önce bu tür bir gerekçe hukuki bir gerekçe olamaz. Bu görüşten hareket edilirse anlaşmalı boşanmayı düzenleyen TMK.nun 166/3. maddesinde yer alan “...boşanmanın mali sonuçlarıyla çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulmaları şarttır” cümlesinde yer alan “mali sonuçları” özellikle de “mali=mal” tümcesinin de her türlü malı kapsadığı ve buna bağlı olarak katkı, katılma ve değer artış payı alacağına konu malların da bu kapsama girdiği sonucuna ulaşılacaktır. Ne var ki azınlık görüşü sahipleri ile birlikte HGK’lunun değerli çoğunluğunun bunu kabul etmedikleri ortadadır. Az yukarıda da açıklandığı üzere mal rejimi davaları boşanmanın eki niteliğinde olmayıp, ondan bağımsız bir dava olduğundan, bu maddede geçen ve sözü edilen “mali=mal” ibaresi yada tümcesi kesinlikle her türlü malı kapsamamaktadır. Doktrin dahil azınlık ile çoğunluğun bu yönde farklı düşünmediği kanısındayım.
Saptanan tüm bu somut ve hukuki olgular karşısında dava konusu taşınmazın edinilmiş mal olduğu, anlaşmalı boşanma protokolünde yer alan “tarafların mal talepleri yoktur.” ibaresinin mal rejimleriyle bir ilgisinin bulunmadığı ve edinilmiş mallara katılma rejimine konu malları kapsamadığı, bu anlaşmanın yapıldığı tarihte eşler arasında henüz evliliğin devam ettiği ve sonuçlanmadığı, katılma alacağının bu nedenle henüz doğmadığı, ancak, mal rejiminin tasfiyesi ve sona ermesi sonucu katılma alacağının belirgin hale geleceği, dolayısıyla tüm bunlardan hareketle henüz doğmayan haktan feragat olamayacağı ilkesi gözetilerek direnme kararının bozulması gerekirken, onanması şeklinde gerçekleşen Yüksek Hukuk Genel Kurulu’nun sayın çoğunluğunun görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum.
Old 07-11-2015, 12:45   #86
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/7361
K. 2014/13668
T. 27.6.2014

• KATILMA ALACAĞI DAVASI ( Davacı Tarafın İlk Talebinin Değer Artış Payına İkinci Bölümün İse Katılma Alacağına Dair Olduğu Kabul Edilerek Davanın Kısmen Kabulüne Dair Verilen Kararın Usul ve Yasaya Uygun Olduğu )

• EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİ ( İkramiye Çıkan Milli Piyango Biletinin Günlük Harcama Kapsamında Edinilmiş Malla Alındığı ve Bu Sebeple Edinilmiş Mal Grubuna Dahil Olduğunun Kabulü Gerektiği )

• GÜNLÜK HARCAMA ( Davalının İkramiye Çıkan Milli Piyango Biletini Kişisel Mal ya da Kişisel Mal Yerine Geçen Bir Değerle Aldığını İddia Etmediği ve Aksini Kanıtlayamadığı - Biletin Günlük Harcama Kapsamında Edinilmiş Malla Alındığı ve Bu Sebeple Edinilmiş Mal Grubuna Dahil Olduğu )

• İKRAMİYE ÇIKAN MİLLİ PİYANGO BİLETİNİN MAL REJİMİNE ETKİSİ ( Davalının Kişisel Mal ya da Kişisel Mal Yerine Geçen Bir Değerle Aldığını İddia Etmediğine ve Aksini Kanıtlayamadığına Göre Biletin Günlük Harcama Kapsamında Edinilmiş Malla Alındığı ve Bu Sebeple Edinilmiş Mal Grubuna Dahil Olduğunun Kabulü Gerektiği )

4721/m.202

ÖZET : Dava, katılma alacağı istemine ilişkindir. Davalı ikramiye çıkan milli piyango biletini kişisel mal ya da kişisel mal yerine geçen bir değerle aldığını iddia etmediğine ve aksini kanıtlayamadığına göre biletin günlük harcama kapsamında edinilmiş malla alındığı ve bu sebeple edinilmiş mal grubuna dahil olduğunun kabulü gerekmektedir. Mahkemece, davacının dava dilekçesindeki ziynet eşyalarına dair taleplerinin ve ziynetlerinde bedeli indirildikten sonraki yarı bedelinin birlikte değerlendirilmesinde; davacı tarafın ilk talebinin değer artış payına, 2. bölümün ise katılma alacağına dair olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulüne dair verilen karar usul ve yasaya uygundur.

DAVA : A. S. ile E. E. aralarındaki değer artış payı ve katılma alacağı davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair Bakırköy 10. Aile Mahkemesi'nden verilen 25.10.2012 gün ve 996/758 Sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davaya konu 8671 parsel sayılı taşınmazın 30/1008 hissesinin evlilik birliği içinde 19.12.2003 tarihinde satın alınarak davalı adına tescil edildiğini, taşınmazın edinilmesinde ve sonrasında dubleks daireye dönüştürülmesinde vekil edenine nişan ve düğünde takılan takı ve paraların kullanıldığını, davaya konu taşınmazın davalı tarafından 7.6.2007 tarihinde kardeşi E. E.'ye muvazaalı olarak satıldığını açıklayarak, 25.000 TL ziynet eşyası bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini, tarafların edinilmiş malları olduğundan taşınmazın karar tarihindeki toplam bedelinden ziynet eşya bedeli indirildikten sonra artan bedelin 1/2'sinin yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, 25.000 TL'lik takıların hayal ürünü olduğunu, davacının evlilik birliğinin başından beri çalışmadığı için evin alımına katkısının bulunmadığını, iddia edilen ziynet ve para olsa dahi bunları davacının götürmüş olabileceğini, davalının 30/1008 hisse için yükleniciye 76.000 TL ödediğini, bunun 30.000 TL'lik kısmının müvekkiline piyangodan çıkan para ile karşılandığını, MK 220 uyarınca bu miktarın kişisel malı olduğunu, kalan bedelin ise, davalının baba ve ağabeyinin desteği ile ödendiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, '...davacının dava dilekçesindeki ziynet eşyalarına dair taleplerinin ve ziynetlerinde bedeli indirildikten sonraki yarı bedelinin birlikte değerlendirilmesinde; davacı tarafın ilk talebinin değer artış payına, 2. bölümün ise katılma alacağına dair olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulüne, davacının ziynetlere yönelik talebinin 5.680.829 TL'sinin değer artış payı, 37.392.085 TL'nin ise katılma alacağı olarak kabul edilmesi gerektiğinden, toplam 43.073.00 TL değer artış payı ve katılma alacaklarının davalıdan tahsiline, fazla talebin reddine karar verilmiştir.' Hüküm süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar 15.9.2001 tarihinde evlenmişler, 18.4.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne dair kararın 15.9.2009 tarihinde kesinleşmesi ile boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi TMK'nun 225 /son maddesi gereğince boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Bu durum karşısında evlilik tarihinden 4721 Sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 1.1.2002 tarihine kadar 743 Sayılı TKM'nin 170.maddesi uyarınca eşler arasında mal ayrılığı rejimi, 1.1.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe kadar 4722 Sayılı Kanunun 10. maddesi gereğince, eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden TMK'nun 202. maddesine göre edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde davaya konu taşınmazın edinilmesinde kullanılan paranın 30.000 TL'sinin vekil edenine milli piyangodan çıkan para ile ödendiğini iddia etmiş ve bu iddiasını dosyaya ibraz ettiği 28.5.2002 tarihli Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü'nün kaşesini ihtiva eden 29. 574, 55 TL ( 29.574.550.000 TL ) bedelli tahsil dekontu ile desteklemiştir. Ayrıca yargılama sırasında dinlenen davalı tanıklarından C. B. da davaya konu evin alımında davalıya çıkan ikramiyeden kullanıldığını beyan etmiştir. Bu halde, Mahkemenin milli piyangodan para çıktığına dair davalının iddiasından başka delil bulunmadığı yönündeki gerekçesi yerinde değildir. Mahkemece, milli piyango biletine çıkan ikramiye edinilmiş mal sayılmış ise de Yasada bu hususta açıklık bulunmadığından bu hususun ayrıca irdelenmesinde fayda vardır.

Milli Piyango, bingo, tombala, spor toto, sayısal loto, süper loto, on numara, iddia, at yarışı ve bahis oyunu gibi şans oyunları ile sıkça televizyon kanallarınca düzenlenmekte olan yarışma programlarından kazanılan ikramiyelerin ( para veya eşya ) hangi mal grubuna ait olacağı konusunda; Türk Doktrininde görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

Konuyla ilgili olarak İsviçre hukukundaki hakim görüşün piyango ve şans oyunlarında, bilet veya kupon ya da katılma bedeli olarak yapılan ödeme hangi mal grubundan yapılmış ise ( ikame kuralına göre ) kazanılan ikramiye veya kazancın da aynı mal grubuna ait olacağı şeklindedir.

Kılıçoğlu; piyangodan, spor totodan, sayısal lotodan, çekilişlerden kazanılan mallar ve paraların kişisel mal grubuna girdiğini belirtmektedir.

Zeytin; şans oyunlarından elde edilen ikramiyelerin kişisel mal sayılarak, tasfiyede dikkate alınmaması gerekir, şeklinde görüş bildirmektedir.

Acar; Loto veya piyango gibi yollarla kazanç elde edilmesinde, kişisel mal karakterinin büyük ölçüde baskın olduğunu, koçan veya bilet parasına oranla elde edilen ikramiye miktarının bin katı, milyon katı fazla olabileceğini, piyango biletini alan kimselerin çok büyük çoğunluğunun ikramiye kazanamadığını, bir milyon veya daha fazla kimse içinden bir ya da birkaç kişinin ikramiyeyi elde ettiğini, böyle bir yapının kazanımın tesadüfiliğini de ortaya koyduğunu, tesadüfiliğin ( şansın ) ilk planda görünmekte olduğunu bu sebeplerle karşılığını vererek elde etme durumunun olmadığını gösterdiğini, loto veya piyangoya harcanan katılım ücretinin edinilmiş mallardan karşılanması halinde, TMK.m.230/3 hükmünden yararlanılarak edinilmiş mallara döndürülmesinin mümkün olduğu görüşünü dile getirmektedir.

Gençcan; talih oyunlarından kazanılan para ya da malın eşin talihine dayalı hiçbir emek vermeden kazanılmasından dolayı TMK m. 220 b.2 hükmünce kişisel mal olduğu görüşündedir.

Ateş; konuyu 'kanundan dolayı kişisel mallar' başlığı altında karşılıksız kazanma yoluyla elde edilen mallar grubu içinde ele alarak milli piyangodan, lotodan ve bahis oyunlarından kazanılan malların bu gruba girdiğini belirtiyor.

Öztan; İsviçre Federal Mahkemesi'nin ( BGE 121 III 203 E.4. ) yukarda anılan kararına atıfta bulunarak lotodan elde edilen kazanç, eğer bu loto kağıdı edinilmiş mal ile alınmış ise edinilmiş mal grubuna girer ( TMK 219/II b.5 ), şeklinde görüş bildiriyor.

Dural/Öğüz/Gümüş; edinilmiş mallardan karşılanan piyango biletine isabet eden ikramiye ile elde edilen kazancın MK 220/b.4 uyarınca edinilmiş mallara dahil sayılması gerektiğini açıklamaktadırlar.

Gümüş; edinilmiş mallardan karşılanan piyango biletine isabet eden ikramiye ile elde edilen kazanç TMK 220/b.4 uyarınca edinilmiş mallara dahil sayılması gerekir, şeklinde görüş bildiriyor.

Özuğur; Şans oyunlarından elde edilen ikramiyelerin hangi mal grubuna ait olacağının belirlenmesinde şans oyunlarının hangi mal değeri kullanılarak oynandığının ölçü olarak alınması ve buna göre de oyun bedeli edinilmiş mallardan ödenmişse ikramiyenin edinilmiş mal grubuna ait olacağı, kişisel mal grubundan ödenmiş olması durumunda kişisel mal grubuna ait olacağı görüşündedir.

Sarı; bu konudaki görüşünü: mevcut yasal düzenleme karşısında; katılma bedeli edinilmiş mallardan karşılanan piyango, loto vb. talih oyunları neticesinde elde edilen kazançların edinilmiş mal olarak nitelendirilmesi gerektiği düşünülmektedir, şeklinde açıklamaktadır.

Acabey; piyango ve benzeri talih oyunlarından elde edilen kazançta, eşler arasında paylaşımı haklı kılan karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ve işbölümünün bir etkisinin olmaması, ikramiyenin kazanılmasında, kazanan eşin şansının önemli bir faktör olarak gözükmesi hususları dikkate alınarak, olması gereken hukuk ( delegeferanda ) açısından, yapılacak bir yasa değişikliğinde bu yollardan elde edilen kazancın kişisel mal sayılması gerektiğinin savunulabileceği, fakat var olan hukuk ( delegelata ) açısından bunu savunmanın güç olduğu, öncelikle bir malın ivazlı sayılabilmesi için, edimler arasında ekonomik anlamda bir dengenin olması zorunlu olmayıp, hukuki anlamda bir karşılık ilişkisinin olması yeterli olduğu, bu nedenle, piyango ve benzeri oyunlarda katılma bedeli ile kazanılan ikramiye arasında aşırı bir fark olduğu durumlarda bile ivazsız iktisaptan bahsedilemeyeceğini ifade etmektedir. ( Geniş bilgi için; M. Beşir Acabey; Edinilmiş Katılma Rejiminde Tartışmalı Bazı Konular Hakkında Düşünceler, İzmir Barosu Dergisi, yıl:73, Nisan 2009, sayı:2, S:170-174 ).

Şıpka; '... Bizimde katıldığımız baskın görüşe göre; piyango biletine isabet eden para eşin emek ve çalışmasının karşılığı olmayıp, kişinin kendine özel şansıdır. Bu sebeple piyango, loto, at yarışı, kumar, bahis gibi talih ( şans ) oyunlarından çıkan ikramiye, kişisel mal sayılmalıdır. Buna karşılık, eşin bir emeği ya da bilgisi ile kazandığı yarışmalardan elde ettiği para ya da mal varlığının, edinilmiş mal sayılması gerektiği kanaatindeyiz", açıklamasında bulunmaktadır.

Türk doktrininde talih oyunları yönündeki hakim görüş yukarda açıklandığı gibi, kişisel mal olduğu yönündedir.

Doktrindeki görüşlere kısaca değindikten sonra ikramiyelerin hangi mal grubuna ait olacağının tespiti açısından yasal düzenlemelere bakmakta fayda vardır; 4271 Sayılı TMK'nun , 'Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir' şeklindeki 219/I hükmü 'Edinilmiş malların yerine geçen değerler' şeklindeki 219/II, b.5 hükmü ile 'Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri' şeklindeki 220/b.2 hükmü ile 'Kişisel mallar yerine geçen değerler' şeklindeki 220/b.4 hükmüdür. Yani söz konusu ikramiyelerin karşılık verilerek edinildiği ve bu karşılığında edinilmiş mallardan karşılandığı kabul edildiğinde, TMK m.219/I hükmünce edinilmiş mal, edinilmiş mal yerine geçen bir değer olarak kabul edildiğinde ise, 219/II, b.5 hükmünce edinilmiş mal sayılabilir. Karşılıksız kazanma yoluyla elde edildiği kabul edildiğinde, TMK'nun 220/b.2 hükmünce kişisel mal, kişisel mal yerine geçen bir değer olarak kabul edildiğinde de, TMK'nun 220/b.4 hükmünce kişisel mal olarak kabul edilebilir. O zaman bu malların hangi mal grubuna ait olduğunun belirlenebilmesi, bu oyunlara katılmak için ödenen bilet, kupon vs. parasının çıkan ikramiyenin karşılığı olarak kabul edilip edilemeyeceği ya da ikramiyenin ikame değer olarak sayılıp sayılmayacağı hususlarındaki değerlendirmeye ve ispata bağlı olacaktır.

Bu kapsamda, Daire'ce yapılan tartışmalar sonucunda şu sonuca varılmıştır; milli piyango bileti ( ve diğer şans oyunlarının ) satın almak için verilen meblağ kazanılan ikramiyeye göre çok düşük de olsa sonuçta bir karşılıktır. Burada önemli olan ekonomik karşılık değil, hukuki karşılıktır. Yani, bir malın ivazlı sayılabilmesi için, edimler arasında ekonomik anlamda bir dengenin olması zorunlu olmayıp, hukuki anlamda bir karşılık ilişkisinin olması yeterlidir. Evlilik eğer bir hayat ortaklığı bir kader birliği olarak görülüyorsa, iyi günde, kötü günde yoksullukta zenginlikte sonuç itibariyle kaynağı şans olsa bile bir karşılık varsa ve o karşılık edinilmiş mallardan karşılanmış ise, bu edinilmiş mal sayılmalıdır. Evliliğin genel hükümleri başlığını taşıyan TMK'nun 185 vd. maddelerinde yer alan ve Aile Hukukuna hakim olan bu genel ilkelerin de az önce açıklanan somut olguyu ve görüşü doğruladığı kabul edilmelidir. TMK'nun 185/1. fıkranın 1. cümlesinde 'Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler,' amir hükmüne yer verilmiş, son fıkrasında ise 'Eşler, birlikte yaşamak birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar,' şeklinde, emir niteliğindeki bu ibare yer almaktadır. Gerek sözü edilen maddelerde yer alan ilkeler ve gerekse karşılıklı fedakarlık, sevgi ve saygı üzerine kurulu evlilik birliğinin amacı gereği de; piyango biletinin alımı için harcanan para edinilmiş maldan karşılanmış ise, çıkan ve onun yerine geçen ikame değer sayılan paranın da edinilmiş mal sayılmasını gerektirir. Şans oyunları için verilen karşılığın hangi mal grubundan karşılandığını ispatlamak da oldukça güçtür. Ancak, aksi kanıtlanmadığı takdirde bedelinin edinilmiş maldan karşılandığının kabulü gerekir. Eşlerin mevcut ekonomik durumu açısından önemli sayılabilecek veya yatırım olarak değerlendirilebilecek harcamalar dışında yapılan günlük harcamaların edinilmiş mal grubundan yapıldığının kabulü hayatın olağan akışına uygun olduğu gibi, Örneğin, ev, araba veya şirket hissesi alımında kişisel mal grubuna ait değerlerin de kullanılması hayatın olağan akışına uygun düşmektedir. Tüm bu açıklamalardan hareketle bedel karşılığı oynanan şans oyunlarından kazanılan ikramiyeler edinilmiş mal grubuna dahildir. Yeter ki katılım bedelinin kişisel mallardan sağlandığı açıkça ispatlanmış olmasın. Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; davalı ikramiye çıkan milli piyango biletini kişisel mal ya da kişisel mal yerine geçen bir değerle aldığını iddia etmediğine ve aksini kanıtlayamadığına göre biletin günlük harcama kapsamında edinilmiş malla alındığı ve bu sebeple edinilmiş mal grubuna dahil olduğunun kabulü gerekmektedir. Kaldı ki, TMK'nun 222/3. fıkrasına göre; 'Bir eşin bütün malları aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir.'

SONUÇ : Bu halde, Mahkeme'nin takdirinde de bir isabetsizlik bulunmadığına göre yerinde olmayan davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve aşağıda dökümü yazılı 639,65 TL peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 2.302,66 TL'nin temyiz eden davalıdan alınmasına, 27.06.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Dava mal rejiminden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Davalı Milli Piyango biletine isabet eden ikramiyenin kişisel mal kabul edilerek evlilik birliği içinde edinilen taşınmaza yaptığı katkının hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini savunmuştur.

Yerel mahkemece milli piyango biletine çıkan ikramiye edinilmiş mal olduğundan ve dosyada tahsil belgesi olmasına rağmen bu konuda belge bulunmadığından davalının savunmasının reddine karar verilmiştir.

Şans oyunlarından elde edilen ikramiyenin kazanılmasında edinilmiş mallardan ödenen katılım bedelinden çok eşin şansı önemli olduğundan ve kazanılan bedel hiçbir emek verilmeden kazanıldığından kişisel mal niteliğindedir.

Dava konusu olayda davalı eşin aldığı milli piyango biletine isabet eden ikramiye miktarı ile biletin alınması için ödenen miktar arasında büyük orantısızlık mevcut olup çekiliş sırasında davalının biletine isabet eden ikramiye biletin karşılığı olmayıp, ikramiyenin çıkmasında şans faktörü en önemli etken olduğundan, kişisel mal olarak kabulüyle hesaplama yapılması gerektiğinden kararın bozulması görüşündeyim. Bu sebeple Dairemizin sayın çoğunluğunun onama görüşüne katılamıyorum.

Kazancı
Old 12-07-2016, 11:59   #87
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Ömer Uğur Gençcan
����ÖNEMLİ İÇTİHAT DEĞİŞİKLİĞİ����
Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin mal rejiminin tasfiyesinde zamanaşımı süresinin BAŞLANGICINA yönelik 10.02.2016 E. 2014/21309, K. 2016/2135 günlü kararı:
"Dairemizce on yıllık zamanaşımı süresinin yabancı mahkeme ilamının kesinleştiği tarihten başlatılmasına yönelik ÖNCEKİ UYGULAMASINDAN VAZGEÇİLEREK, tanıma tenfiz kararının kesinleşmesinden itibaren işletilmesi kabul edilmiştir. "
Old 12-07-2016, 13:11   #88
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Ömer Uğur Gençcan

����MAL REJİMİ DAVASI ''BELİRSİZ ALACAK" DAVASIDIR����
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi mal rejimi davalarının BELİRSİZ ALACAK DAVASI'' olduğunu AÇIKLADI.
''....Mal rejiminin tasfiyesi davalarının niteliği gereği ''BELİRSİZ ALACAK davası olduğunun kabulü gerekir."
(Y8HD, 08.02.2016 E. 2014/19870, K. 2016/1924)
Old 20-07-2016, 13:15   #89
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Katılma Alacağının Hesaplanmasında
Çok Önemli İÇTİHAT DEĞİŞİKLİĞİ
YARGITAY'IN ÖNCEKİ İÇTİHADI:
Tereke borcu ve miras payı ''DİKKATE ALINMAKSIZIN'' katılma alacağına hükmedilmesi gerekir.
Y8HD, 30.03.2016, E. 2014/27588, K. 2016/5782
YARGITAY'IN SON İÇTİHADI (OYBİRLİĞİ) :
Tereke borcundan davacının yasal miras payına ''İSABET EDEN BÖLÜMÜN DÜŞÜMÜ SURETİYLE'' katılma alacağına hükmedilmesi gerekir.
Y8HD, 31.05.2016, E. 2016/8527, K. 2016/9582.

KAYNAK : ÖMER UĞUR GENÇCAN
YARGITAY 2. HD BAŞKANI
Old 24-07-2016, 21:22   #90
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Ömer Uğur Gençcan





KATILMA ALACAĞI DAVASI ''EŞLE BİRLİKTE ÜÇÜNCÜ KİŞİYE KARŞI AÇILMIŞSA'' YAPILACAK İŞLEM NEDİR?

Eşle birlikte eşten kazandırma yapılan veya devralan üçüncü kişiye karşı EKSİK KATILMA ALACAĞI DAVASI (TMK m. 241) açılması durumunda Aile Mahkemesince;
1- Üçüncü kişiye karşı açılan dava hakkında "AYIRMA KARARI" verilerek davanın ayrı bir esasa kaydı sağlanmalıdır.
2- Ayırma kararı verilen bu davada eski eşe karşı açılan katılma alacağı davası "SONUCUNUN BEKLENMESİ" gerekir.
3- Katılma alacağına karar verilmiş ise, eşten tahsil edilebilme durumunun “BEKLETİCİ SORUN” yapılması gerekir.
(Y8HD, 13.04.2016, E. 2014/25885)
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Yargıtay Kararları adıge Hukuk Sohbetleri 5 28-07-2007 15:24
yargıtay kararları sedaoner Hukuk Soruları Arşivi 0 17-03-2006 23:30
Aile İçi Şiddet ve Yargıtay Kararları Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 2 13-04-2004 10:34
Yargıtay Kararları onur Hukuk Soruları Arşivi 6 27-02-2002 03:44


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10848999 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.