Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Kısmi Dava/Tespit Davası/Belirsiz Alacak davası ve HMK 106-107-109

Yanıt
Old 10-12-2012, 16:47   #541
Av.Nazife Eytemiş BAŞAR

 
Varsayılan

Bence de sizin taraflar arasında iş sahibi yüklenici sıfatları olması ve aktin de eser sözleşmesi olması çok zor,siz mirasçılık,intifadan men,men-i müdahale ve ecrimisil konularını düşünmelisiniz,en sonunda ortaklığın giderilmesi
Old 18-12-2012, 17:53   #542
Av.İrem ÖZTÜRK

 
Varsayılan

Sayın Meslektaşlarım, bugün konuyla ilgili bir Hukuk Genel Kurulu kararına rastladım, yararlı olacağını düşündüğüm için paylaşmak istedim.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/9-838 E. 2012/715 K. 17.10.2012 tarihli karar
Old 23-01-2013, 13:34   #543
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan Manevi tazminat, bölünür mü bölünmez mi, belirli mi, belirsiz mi? :)))

Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
Öte yandan yukarıdaki mantık silsilesini de kutlamak lazım. Manevi tazminat bütündür, bölünemez. Hakimin çok geniş taktir yetkisi olduğu halde bölemez. Bu kadar yetki ile donat, bölemesin..

Saygılar,
Alıntı:

Yargıtay 21.Hukuk Dairesi Esas: 2000/4323 Karar: 2000/4428

Dava: Davacı, iş kazası sonucu malüliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirttiği şekilde isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir. Hükmün, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi B. Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Karar: Dava, iş kazası sonucu meslekte %26 oranında kazanma gücünü yitiren işçinin duymuş olduğu acı ve üzüntünün karşılığı bulunan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacının Ankara 3. İş Mahkemesine 1992/442 Esas sayılı dosya ile fazlaya ait haklarını saklı tutmak suretiyle 100.000.000 maddi ve 50.000.000 manevi tazminat talebi ile dava açtığı ve taraflarca takip edilmeyen davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık manevi tazminatın bölünüp bölünmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten, hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler, o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle, manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.9.1996 gün ve 1996/21-397-637 karar ile 13.10.1999 gün ve 1999/21-684-818 sayılı kararda bu doğrultudadır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın ve özellikle manevi tazminatın bölünmezliği nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde taraflara iadesine, 01.06.2000 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Açılmamış sayılan bir davada, istenilmiş bulunan manevi tazminat talebinin, zamanaşımı süresi içerisinde yeniden açılacak bir davada değiştirilmeyeceğine ilişkin sayın çoğunluk kararına aşağıda gösterilen nedenlerle katılmak mümkün olmamıştır.

a) Açılmamış sayılmasına karar verilen bir dava yok hükmündedir.
Hukuk usulü sistemimizde, açılmamış sayılmasına karar verilen bir dava yok hükmündedir ve kendisine hiçbir hukuki sonuç bağlanamaz. Taraflar açısından olumlu veya olumsuz hukuksal sonuç doğurmayan ve yok hükmündeki bir davanın etkilerini zaman aşımı süresi içerisinde devam ettirmek hukuksal çelişki ortaya çıkarır ve savunulması mümkün olmayan bir durum yaratır.
Nitekim gerek doktrin, gerekse; Yargıtay kararlarında, açılmamış sayılmasına karar verilen davanın ortaya çıkardığı sonuçlar bakımından aynı görüş ve hükümler ortaya konmuştur. Buna göre; açılmamış sayılmasına karar verilen bir davanın maddi ve usul hukuku yönünden, çıkardığı sonuçlar şöylece belirlenmiştir.

a) Açılmamış sayılmasına karar verilen davadaki, davayı değiştirme veya savunmayı genişletme yasağı yeni davada uygulanmaz.

b) Açılmamış sayılan davaların maddi hukuk kurallarındaki süreleri (zamanaşımı ve hak düşürücü müddetleri) kesme işlevi ortadan kalkar.

c) Açılmamış sayılan dava dosyalarındaki delillerin yeni dosyada kesin bağlayıcılığı yoktur. (Prof. Kuru Baki H. M. Usuli 1979 Sh. III/2961 ve devamı Prof. Postacıoğlu M.U. Hukuku Davaları 1.7.1975 Sh. 525, Prof Alangoya, Yavuz, Yargılamanın Sevkindeki Prensipler ve bu açıdan 1711 sayı K. ile değiştirilen 409. madde Açısından düşünceler (H.M.U.K.'nu değiştiren 1711 S. Kanun Hakkında senpozyumu İst. 1976 ), Sh 112 vs...).

Yargıtay'da aynı görüşleri içtihatlarında açıkça belirlemiştir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 10.3.1986, gün 1986/2076-2361 sayılı kararında aynen;
Mahkemece uyuşmazlığın çözümünde göz önünde tutulan Asliye Hukuk Mahkemesine ait 1978/230 esas sayılı dava dosyası 31.5.1985 tarihinde davanın açılmamış sayılması ile kapanmıştır. HUMK.'nun 409/5 maddesi hükmüne göre ilk dava açılmamış sayıldığına göre bu sonraki dava önceki davanın devamı sayılmaz. Açılmamış olan bir dava hiç açılmamış sayılır ve bütün neticeleri ile ortadan kalkar. Ancak taraflar bu dosyaya dayandıkları takdirde delil olarak göz önünde tutabilir. Yoksa o dosyadaki bozmaya göre karar verilemez. Hal böyle olunca yeni davada tarafların gösterdikleri delillerin toplanması ve uyuşmazlığın buna göre çözümlenmesi gerekir. Davacının gösterdiği tanıkların çağrılıp dinlenmeleri, ayrıca davalı tarafın göstereceği delillerin toplanması ve bundan sonra uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekirken önceki davada toplanan delillere dayanılarak hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı ve temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile hükmün BOZULMASINA karar verilmiştir, denilmekle bu alandaki görüş ortaya konmuştur.

Öte yandan Yargıtay 4. Hukuk dairesi de, 3.7.1981 günlü 1981/8686-9461 sayılı kararında aynen şöyle demiştir.
<Davacı, 5.4.1978 günlü dilekçe ile açmış olduğu 978/106 esas sayılı davanın 27.2.1979 günlü oturumuna gelmediğinden usulün 409/1. maddesi gereğince dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilip bir yıl içinde dava yenilenmediğinden 12.5.1980 gününde dava açılmamış sayılmış ve önceki dosyanın kaydı usulün 409/4. maddesi gereğince 12.5.1980 gün 106/96 sayılı kararıyla kapatılmıştır. Bu durumda ilk dava ile meydana gelen hukuki sonuçlar tamamen ortadan kalkmış sayılır. Davacıda yeniden harç vermek suretiyle 30.6.1980 gününde bu son davayı açmış bulunmaktadır. Son dava ilk davadan tamamen ayrı ve bağımsız bulunan bir dava niteliğindedir. Bu itibarla mahkemece yapılacak iş, harcı verilmek suretiyle yeniden açılmış bulunan bu davadaki tarafların iddia ve savunmalarını inceleyip sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir. Davanın açılmamış sayılması hakkındaki 12.5.1980 günlü kararın ilk davadan feragat şeklinde yorumlanması ve yeniden harç verilerek 30.6.1980 tarihinde açılan davanın da açılmamış sayılmasına karar verilmiş bulunması usul ve yasaya aykırıdır.>

Bu sonuçları değerlendirdiğimizde; bir davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi işleminin hukuksal niteliğinin bir yaptırım olarak ortaya çıktığı görülür.

Hukuk Usuli Sistemimize göre; bu tür nihai bir kararla, davacı, yargılama
giderleriyle sorumlu tutulmakta, ayrıca yeni dava açtığında yeniden yargılama giderlerini yapmak zorunda bırakılmaktadır. Bunun sonucu ilk dava, hukuk dünyasında hiçbir hukuki sonuç ortaya çıkarmadan yok hükmünde sayılmaktadır.
Artık, tüm sonuçlarıyla ortadan kalkmış bir davaya hukuksal değer vermek ve davadaki işlemle davacıyı, sıkı sıkıya bağlı tutmak usul sisteminin özüne açıkça aykırılık oluşturur.

b) Sayın çoğunluk kararının ortaya çıkardığı diğer bir sonuçta zaman aşımı süresi içerisinde istenebilen ve kişisel bir hak olan manevi tazminat hakkının dolaylı biçimde ortadan kaldırmasıdır. Gerçekten, sayın çoğunluk yıllar önce açılmamış sayılan bir davada istenilmiş bulunan ve bugün için fazla değer ifade etmeyen 50.000.000 TL gibi bir meblağın yeni davada dahi değiştirilmeyeceğini kabul etmekle, dolaylı olarak davacının manevi tazminat istem ve hakkını önemli derecede kısıtlamıştır. Oysa, dava konusu olayda olduğu gibi, işgöremezlik oranının önemli ölçüde kaybolduğu durumlarda duyulan elem ve ızdırabın bir nebze olsun giderilmesi için kabul edilmiş bulunan bir hukuki yolun olabildiğince açık tutulması asıldır. B.K. bu amaçla oldukça uzun sayılabilecek bir süreç kabul etmiş ve "10" yıllık süre içerisinde kişilere bu haklarını kullanma imkanı tanımıştır. Kimi nedenlerle, bu haklarını kullanmayan veya kullanamayan kişilere, bu haklarını geç veya erken kullanmaları nedeni ile farklı işlem yapılamaz ve özellikle bu haklan ellerinden alınamaz. Davacının, zaman aşımı süresi içerisinde manevi tazminat davasını açmasına ve dava tarihine göre elem ve ızdırabı karşılığı takdir ettiği bir meblağı talep etmesine ve özellikle kendisine bu hakkı karşılığı herhangi bir bedel ödenmediği dikkate alınarak hakkını kaybettirecek hukuksal işleminde söz konusu olmaması karşısında yasal hakkının tanınması yerine, dava tarihi için değer ifade etmeyen bir meblağı, elem üzüntü karşılığı kabul etmek ancak, duyulan elem ve üzüntüyü artırmaktan başka bir şeye yaramaz ve B.K.'nun kabul ettiği bir hukuksal yolu ortadan kaldırdıktan öte hukuk sistemine duyulması zorunlu saygıyı yok eder.

c) Hukuk sistemimizde, manevi tazminatın bölünmesine engel bir kuralda bulunmamaktadır. Gerçekten; nasıl ki, maddi tazminatın hüküm tarihine en yakın tarihteki verilere göre belirlenmesi gerekiyorsa manevi tazminatın da aynı şekilde hüküm tarihine en yakın değerler dikkate alınarak saptanması zorunludur. Gerek maddi gerekse manevi tazminatlar, kişide oluşan bedensel ve ruhsal zararların tazminini amaçlamaktadır. Maddi tazminatın gereğinde birden fazla dava ile talep edilmesini Hukuk Sistemimiz kabul etmektedir. Manevi tazminatın da aynı biçimde, hüküm tarihine kadar belirlenmesi, gerçekçi ve adil bir yaklaşım olur ve hukukça korunur. Aksine düşünce, tazminat hukuku ilkeleriyle çatışır ve hakkaniyete uygun düşmez. Yıllar önce enflasyonist gelişmelerin tahmin edilemeyeceği bir tarihte belirlenen miktarla kişiye sıkı sıkıya bağlı tutmak kişiyi açıkça yasal korumadan mahrum etmek giderek, hakkın özünü elinden almak anlamındadır. Maddi tazminatta, nasıl ki sosyal bir sistem hakimdir. Aynı durum manevi tazminat yönünden de öngörülmeli ve zarar karşılanmalıdır. Nitekim Yargıtay 10. Hukuk Dairesi vermiş olduğu kimi kararlarda, manevi tazminatın bölünebilirliğini tartışmış ve bu yönde olumlu sonuca ulaşmıştır.
Yüksek Dairenin bu yöndeki kararı aynen şöyledir.
"Davacılar, ziyadeye ilişkin haklarını açıkça saklı tutmak suretiyle manevi tazminat haklarının ilk davada sadece bir kesimini istemiş olmalarına, asıl tazminat hakkının istenilenin çok üstünde bulunmasına ve özellikle bu davadaki biçimiyle manevi tazminatın bölünüp saklı tutulmuş diğer kesiminin ikinci bir dava ile istenmesine yasaca bir engelden söz edilemeyeceğine ve tersi görüşün belirgin olarak hakkaniyet kurallarıyla bağdaşmaz bir nitelikte taşıyacağına göre mahkemece bazı düşüncelerle ikinci davanın reddolunması usule ve yasaya aykırıdır ve bozma nedenidir.
O halde davacı tarafın bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.> (Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 4.7.1975 gün 1975/2390-4490)
Öte yandan, değerli hukukçu Çenberci, manevi tazminatın bölünebilirliğini kabul etmiş ve bu yöndeki uygulamanın zorunlu olduğunu ileri sürmüştür. (Çenberci İş hukuku şerhi, 1986, sh. 1023).

d) Öte andan açılmamış sayılan davalardan sonra, manevi tazminatın, yeniden açılan davalarda artırılması; yargılaması uzun süren davalarda söz konusu olmaktadır. Bu tür durumlarda, haklı biçimde gerçek tazminatın belirlenmesini ve hükmünü yitirmiş ilk istemin artırılmasını kabul etmemek, bir yerde adaletin geç işlemesinin ve Devletin bu yoldaki görevini gereği gibi yerine getirememesinin bütün olumsuz sonuçlarını zarar gören ve adalet bekleyen kişinin omuzlarına yüklemek sonucunu doğurur. Devlet, adaleti, en kısa ve en az masrafla gerçekleştirmek yükümü altındadır. Dava konusu olayda olduğu gibi, sayın çoğunluğun kabul ettiği görüş sonucu; Yargılamanın kısa sürede sonuçlandırılmasının tüm olumsuzları, H.U.M.K ve Borçlar Hukuku sisteminde yer olmayan bir görüş ve kurala dayalı zarar gören kişinin üzerine yüklenmiştir.
Kısaca bu içtihat, H.U.M.K.'da kabul edilen ve tüm tazminat davaları için öngörülen kısmi dava yolunun dahi kapatılması gibi bir durum ortaya çıkarmış, hakkın gerçekleştirme yolunu tıkamıştır.

e) Davacının, dava konusu olayda olduğu gibi, gerçek zararını talep etmesi ve buna göre hüküm kurulması, davacının, bir hakkı suistimal veya davalı aleyhine aşırı bir kazanç değil, aksine, günün koşullarına, hak ve adalete uygun bir tazminatın belirlenmesine yöneliktir.
Eğer dava zamanında bitirilmiş olsaydı, ilk talep üzerine verilecek miktar, bir değer ifade edecekti. Mahkemenin, belirlediği yeni miktar ise, gerçek anlamda, dava konusunun artırılması olmayıp sadece enflasyon sonucu değerini kaybeden ilk miktarı günün koşuluna uygun hale getiren bir uyarlamadır. Bu durumda, ne davacı için fazladan menfaat sağlama ne de davalı yönünden zarar söz konusudur.

f) Nihayet bu konuda son olarak, denilebilir ki, zarar veren, sayın çoğunluğun görüşü doğrultusunda, sanki, tamamen kusursuz gibi kabul edilmekte, Hukuk Sisteminin öngördüğü tazminatın çok altında bir miktarla sorumlu tutulmakta, daha açık anlatımla tazminat yükümünden büyük oranda kurtulmaktadır. Oysa zarar veren davalının, olayda maddi hukuk açısından kusuru ortaya konduğu gibi, Usul Hukuku açısından dahi üzerine düşeni yerine getirmemek ve davayı takip etmemek suretiyle, davacı ile birlikte ilk davanın açılmamış sayılmasına karar verdirilmesine neden olmuştur. Eğer, davalı iyiniyetli davranmış olsaydı ilk dava sonuçlandırılabilecek zararın daha kısa bir zaman dilimi içerisinde karşılanması mümkün olacaktı. Davalı böyle bir davranışta bulunmadığına göre, artık usul kurallarından yararlanmak suretiyle zararın tazmininden kurtulmamalıdır. Aksine bir görüş, M.K.'nun 2. maddesinde ifadesini bulan, evrensel iyiniyet kuralları ile çelişir ve bu tür kimse ihmal veya kastına karşın mükafatlandırılmış olur.

Sayın çoğunluk kararı bu yönden dahi kabul edilir nitelikte değildir.
Sonuç: Yukarıda gösterilen nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmak mümkün olmamıştır.
Muhalif Üye
U. Araslı

http://www.turkhukuksitesi.com/showp...&postcount=347
http://www.turkhukuksitesi.com/showp...&postcount=372
http://www.turkhukuksitesi.com/showp...2&postcount=55

Demek ki bir zamanlar, hakim çok rahat manevi tazminatı bölebiliyormuş. Hatta kayıtlara geçmiş.

Davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin sonuçları ve manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği noktasında; karşı oy yazısına verilen emeği ayrıca saygı ile selamlıyorum.
Old 08-07-2013, 10:25   #544
omav

 
Varsayılan

Belirsiz alacak ve tespit davası

MADDE 107 - (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.


bu hüküm karşısında ;
İSTEM SONUCU şöyle mi olmalıdır;


(belirsiz bir durum var ve yasal faiz istenebiliyor);

"....... Fazlaya ilişkin tüm haklarımız saklı kalmak üzere, anılan sözleşmeden kaynaklanan hizmet bedelinin şimdilik 1.000,00-TL (binTL)’sinin ödenemsine karar verilmesini... "


sormak sitediğim kısım: 1000-TL veya benzeri bir rakam yazarsak dava kısmi dava sayılmaz ve belirsiz alacak davası olarak kalmaya devam eder diye düşünüyorum.

farklı bür düşünce veya aynı yönde düşünen meslektaşımız var mı / Yargıtay kararı ... teşekkürler ...
Old 12-08-2013, 09:39   #545
Hasan Ali KULAK

 
Varsayılan

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun konu hakkında açık bir kararı var kısmi dava açılabileceğine ilişkin. Zira bu tür davalarda alacak baştan belirli değildir.Kararı aşağıda bulabilirsiniz:

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2012/9-838

K. 2012/715

T. 17.10.2012

• FAZLA MESAİ ÜCRETİ / KIDEM TAZMİNATI ( İşyeri Ücret Bordrosu İle Banka Hesap Ekstresindeki Miktarın Farklılık Gösterdiği - Hesap Raporu Alınmasını Tazminat ve Alacağa Esas Ücretin Tespit Edilmesini Gerektirdiğinden Kısmi Dava Açılabileceği )

• KISMİ DAVA ( Fazla Mesai ve Kıdem Tazminatı İstemi İçinde Talep Konusunun Miktarının Tartışmalı Olduğu Açıkça Belirli Olmadığı -Yargılama Sırasında Hesap Raporu Alınmasını Tazminat ve Alacağa Esas Ücretin Tespit Edilmesini Gerektirdiği )

• KESİN DELİLLERLE FAZLA MESAİ SÜRESİNİN İSPATLANAMAMASI ( Takdiri Delillerle Belirlenen Süreden Bir Miktar Sürenin İndirilmesi Gerektiği - Fazla Mesai Ücretinin Talebi Hakkında Kısmi Dava Açılabileceği )

• İŞYERİ ÜCRET BORDROSU İLE BANKA HESAP EKSTRESİNİN FARKLI OLMASI ( Ücret İle İlgili Taraflarca Açıklayıcı Beyanda Bulunulmadığı/İşverene Yüklenen Yükümlülüklerini Gösterir Delil Dosyaya Sunmadığı - Kısmi Dava Açılabileceği )

6100/m.109

4857/m.8/3, 41

1475/m.14

ÖZET : Kesin delillerle fazla mesai süresinin ispatlanamadığı durumlarda, takdiri delillerle belirlenen süreden bir miktar sürenin indirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin aldığı ücretin ne olduğu konusunda bir açıklamada bulunmamış, keza davalı vekili de cevap dilekçesinde ücret ile ilgili açıklayıcı beyanda bulunmamıştır. Davacının ücreti ile ilgili iş yeri ücret bordroları ile banka hesap ekstresi farklılık gösterdiği gibi işverenin, işverene yüklenen yükümlülükleri yerine getirdiğini gösterir delil de davalı tarafça dosyaya sunulmamıştır. Fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için de talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir. Yargılama sırasında hesap raporu alınmasını, tazminat ve alacağa esas ücretin tespit edilmesini gerektirmektedir.

DAVA : Taraflar arasındaki “kıdem tazminatı ve fazla mesai ücreti alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 1. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 07.12.2011 gün ve 2011/945 E., 2011/592 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 27.12.2012 gün ve 2012/1756 E., 2012/5741 K. sayılı ilamı ile;

( … A ) Davacı İsteminin Özetiavacı vekili, davacının davalıya ait işyerinde 13.12.2005 tarihinden 02.08.2011 tarihine kadar hafta içi 08.30-18.30, hafta sonu Cumartesi günleri de 08.30-13.30 arası çalıştığını, haftalık 45 saat i aşan çalışması olmasına rağmen fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini, fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile iş sözleşmesini noterden gönderdiği ihtarname ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II.e maddesi uyarınca haklı nedenle feshettiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı olmak kaydı ile 200,00 TL kıdem tazminatının, 100,00 TL fazla çalışma ücretinin davalı işverenden tahsili amacı ile kısmi dava açmıştır.

B ) Davalı Cevabının Özetiavalı vekili, davacının 01.08.2011 tarihinde ücretin azlığı nedeni ile çalışmak istemediğini ve ayrılacağını söylediğini, istifa dilekçesi yazması gerektiği belirtilmesi üzerine tazminatlarını alıp almayacağını araştıracağını beyan ederek işyerini terk ettiğini, devamsızlık yaptığını, iş sözleşmesinin devamsızlık nedeni ile 03.08.2011 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II.g maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini, davacının yeni bir iş bulduğunu, kıdem tazminatına hak kazanmadığını, fazla mesai ücret alacağı da bulunmadığını, bir an için fazla mesai ücret alacağı olduğu kabul edilse bile 27.09.2006 tarihinden öncesinin zamanaşımına uğradığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

C ) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece ön inceleme aşamasında davacının çalıştığı süreyi ve ücretini bildiği, kullandırılmayan fazla çalışma süresini de bildiği, bu bilgiler doğrultusunda alacağının tamamını bildiği halde, HMK. 109/1 maddesi anlamında kısmi dava açtığı, aynı madde 2. fıkrasına göre alacak açıkça belli olduğundan kısmı dava açmasının mümkün olmadığı, HMK. 114/1-h maddesine göre hukuki yararın dava şartı olduğu, bunun yanında davacının talep sonucunu dava dilekçesinde HMK.nın 119/1-ğ maddesine göre açıkça bildirmek başka ifade ile taleplerini somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta hukuki yararının varlığından söz edilemeyeceği gerekçesi ile HMK. 109/2 maddesine aykırı davanın usulden reddine karar verilmiştir.

D ) Temyiz:Karar davacı vekili tarafından “tazminata ve alacağa esas ücretin belirlenmesi gerektiği, ayrıca fazla mesaide hakkaniyet indirimi yapıldığı, hak arama özgürlüğünün kısıtlandığı, kısmi davanın belirsiz alacak davasına göre daha geniş kapsamlı olduğu, kararın hatalı olduğu gerekçesi ile temyiz edilmiştir.

E ) Gerekçe:Uyuşmazlık davanın niteliği üzerinde toplanmaktadır.

Davacının aynı hukukî ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek açtığı davaya kısmî dava denir.

Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden ( örneğin iş sözleşmesinden ) doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekir ( Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, Ankara, 2011, s. 286 ).

Kısmi dava 6100 sayılı HMK.’un 109. maddesinde tanımlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasına göre “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir”. İkinci fıkrasına göre ise “Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz”.

Belirtilen düzenleme karşısında kısmi dava açılabilmesi için;

1 ) Talep konusunun niteliği itibari ile bölünebilir olması,

2 ) Talep konusunun miktarının, taraflar arasında tartışmalı veya açıkça belirli olmaması gerekir.

Talep konusu taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirlenebilir ise kısmi dava açılamayacaktır. ( Pekcanıtez/Atalay/Özekes: Medeni Usul Hukuku, 10. Bası, Ankara, 2011, s. 313 ).

Dava konusu edilen alacak, yargılama sırasında hesap raporu alınmasını gerektiriyor ( Kuru/Budak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler. İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 13 ) veya miktar veya değerinin belirlenmesi yargılama sırasında başka bir olgunun tespit edilmesini gerektiriyor ise talep konusu alacağın tartışmalı veya açıkça belirlenemeyeceği kabul edilmeli ve kısmi dava olarak görülmelidir.

Keza alacak miktarı veya değerinin hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak belirlendiği durumlarda da alacak belirsizdir. Fazla mesai ve tatil çalışmalarının kayda dayanmadığı durumlarda Dairemiz istikrarlı olarak “hastalık, izin gibi nedenlerle çalışılamayacak günler olduğu düşünülerek” bu tür alacaklarda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini kabul etmektedir.

Diğer taraftan, işçilik tazminat ve alacakların belirlenmesinde ispat yükü dışında ilgili yasalarda hesabın unsurları olarak bazı kriterlere yer verilmiştir.

İşçilikte bu hesabın unsurlarında hizmet süresi ile işçinin aldığı gerçek ücret önemli kriterlerdir. Kıdem ve ihbar tazminatı giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer tazminat ve alacaklar çıplak ücretten hesaplanmaktadır. Giydirilmiş ücrette, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatlerde dahil edilmektedir. Keza yıllık izin ücreti dışında çalışma olgusuna bağlı diğer işçilik alacakları muaccel oldukları tarihteki ücret üzerinden hesaplanmaktadır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki tazminat ve alacakların belirlenmesine ilişkin kayıtlar ise genelde işveren tarafından tutulmaktadır. Dava konusu edilen alacağın ( talep sonucunun ) miktar olarak belirlenmesi, karşı tarafın vereceği ( elindeki belgelerle ) bilgi sonucu mümkün ise alacağın tartışmalı ve belirli olmadığı sonucuna varılmalıdır. ( Kılıçoğlu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu El Şerhi, Legal Yayınevi, İstanbul, 2012 s: 582. )

4857 sayılı İş Kanunu’nun 67. Maddesi uyarınca, “günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatleri işyerlerinde işçilere duyurulur”. Aynı kanunun 8/3 maddesine göre ise “Yazılı sözleşme yapılmayan hallerde işveren işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür”. Özellikle fazla mesai ve tatil çalışmaları karşılığı ücret alacaklarının belirlenmesi için işverenin bu yükümlülüğünü yerine getirmesi şarttır.

HMK.’un 107/son maddesine göre ise “kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir”. Davacının kısmi dava açabilmesi için hukuki yararının olması şarttır. Buradan hareketle bir davanın kısmi dava olarak görülebilmesi için dava şartı olan davacının hukuki yararının bulunması gerekir.

Hukuki yarar, kanunun 114/h maddesi uyarınca dava şartı olarak kabul edilmiştir. Takip eden 115/2 maddedeki kurala göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hakim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

Diğer taraftan kanunun 119. maddesinde dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar sayılmış ve açık bir şekilde talep sonucunun da bulunacağı belirtilmiş ve maddenin ikinci fıkrasında ise talep sonucunun açık olmaması halinde hakimin davacıya talebini açıkça belirlemesi için süre vermesi gerektiği belirtilmiştir. Gerek 115 ve gerekse 119. maddelerde verilen kesin sürenin bir haftalık süre olacağı da belirtilmiştir.

Dosya içeriğine göre davacı vekili, davacı işçinin aldığı ücreti ve çalışma süresini, davacının iş sözleşmesini fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II.e maddesi uyarınca feshettiğini ve kıdem tazminatı ile ödenmeyen fazla mesai ücret alacağının ödenmesi gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak ve her bir talebine ilişkin miktar belirterek kısmi dava olarak davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı işveren davacının ücretine ilişkin bordro ve banka hesap ekstresi sunmuştur. Bordro ve hesap ekstresindeki ücretler farklılık göstermektedir.

Davacının istenilen alacağın türü ve hukuki niteliği belli olmasına rağmen, miktarını dava açarken tam olarak saptaması, belirlemesi olanaklı olmayabilir. Hesap raporu alınmasını, yargılama yapılmasını gerektiren bu durumda davacı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmi dava yoluna başvurabilir. Kısmi dava olarak açılan bu davada yargılama sırasında belirlenen bakiye alacağı için davalının muvafakat etmemesi halinde, ek dava yolu ile ayrı bir davada isteyebileceği gibi aynı davada ıslah sureti ile dava ettiği miktarları arttırarak talepte bulunabilir.

Kısmi dava olarak açıldığı uyuşmazlık dışı olan davada yukarıda belirtilen somut maddi ve hukuki olgulara göre;

1. Dava konusu edilen kıdem tazminatı ve fazla mesai ücret alacağına esas ücret taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Diğer taraftan fazla mesai ücretinin belirlenmesine esas kayıtlar sunulmadığı gibi, davalı işveren İş Kanunu’nun 8 ve 67. Maddesindeki yükümlülüklerini de yerine getirdiğini savunmamıştır. İş davalarına yansıyan yönüyle işçi ve işveren arasında en temel uyuşmazlık temel ücretin belirlenmesi noktasında ortaya çıkmaktadır.

Yargıtay uygulamasına göre işçinin iddia ettiği temel ücret miktarı işverence kabul edilmediğinde meslek kuruluşlarından olası ( adet-emsal olan ) ücret yönünden araştırmaya gidilmekte ve çoğunlukla meslek odasının bildirdiği ücret hesaplamaya esas alınmaktadır. Bu ihtimalde işçi iddia ettiği ücreti kanıtlayamamış olmaktadır. Zira ücretle ilgili tüm deliller işveren uhdesindedir ve işçinin çoğu kez bu delillere ulaşmasına imkan tanınmamaktadır. Bu yönüyle temel ücretin tespitindeki ve ispatındaki ülkemize has güçlükler sebebiyle kısmi davanın açılmasında işçinin hukuki menfaatinin olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca kıdem tazminatı giydirilmiş ücretten, fazla mesai alacağı da muaccel olduğu tarihteki ücret üzerinden hesaplanacak, fazla mesai alacağı kayda dayanmadığı takdirde indirime tabi tutulacaktır.

Tazminat ve alacaklar tartışmalı ve açıkça belirli değildir. Yargılama sırasında hesap raporu alınmasını, tazminat ve alacağa esas ücretin tespit edilmesini gerektirmektedir. Kısmi dava açılmasında yasanın aradığı unsurlar ve hukuki yarar şartı gerçekleştiğinden davanın görülmesi gerekir. Aksi gerekçe ile davanın usulden doğru değildir.

2. Kabule göre ise;

a ) Dava dilekçesinde talep sonucu açıkça belli olduğundan, mahkemenin “davacının talep sonucunu dava dilekçesinde HMK.’un 119/1-ğ maddesine göre açıkça bildirmek başka ifade ile taleplerini somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta hukuki yararının varlığından söz edilemeyeceği” gerekçesi yerinde değildir. Kaldı ki talep sonucunun açık olmadığı kabul edilse dahi 119/2 maddesi uyarınca dava dilekçesindeki bu eksikliğin tamamlanması için süre verilmesi gerekirken bu kurala da uyulmamıştır.

b ) Diğer taraftan mahkemece dava konusu alacağın belli olduğu, kısmi dava açılamasında davacının hukuki yararının olmadığı kabul edilmiştir.

Dava şartı olan hukuki yarar şartı tamamlanması gereken şartlardandır. Bu kabule göre ise yine davacı vekiline davasını tam dava olarak devam etmesi ve dava şartı olan hukuki yarar şartında eksikliği gidermesi için HMK.’un 115/2 maddesi uyarınca bir haftalık kesin süre verilmesi gerekirken Mahkemece kesin süre verilmeden yazılı şekilde davanın usulden reddi de isabetsizdir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, fazla mesai ücretinin ödenmemesi nedeni ile iş akdini haklı nedenle feshettiği iddiasıyla, işçi tarafından açılan kıdem tazminatı ve fazla mesai ücreti alacağının 300,00 TL lik kısmının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin, davalıya ait işyerinde 13.12.2005 tarihinden 02.08.2011 tarihine kadar hafta içi 08.30-18.30, hafta sonu cumartesi günleri de 08.30-13.30 arası çalıştığını, haftalık 45 saati aşan çalışması olmasına rağmen fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini, fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı olmak kaydı ile 200,00 TL kıdem tazminatının, 100,00 TL fazla çalışma ücretinin davalı işverenden tahsilini istemiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesinin devamsızlık nedeni ile 03.08.2011 tarihinde haklı nedenle feshedildiğini, davacının yeni bir iş bulduğunu, kıdem tazminatına hak kazanmadığını, fazla mesai ücret alacağı da bulunmadığını, bir an için fazla mesai ücret alacağı olduğu kabul edilse bile 27.09.2006 tarihinden öncesinin zamanaşımına uğradığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, ön inceleme aşamasında dilekçe üzerinde yapılan inceleme sonucu, davacının çalıştığı süreyi ve ücretini bildiği, fazla çalışma süresini de bildiği, bu bilgiler doğrultusunda alacağının tamamını bildiği halde, HMK. 109/1 maddesi anlamında kısmi dava açtığı, aynı madde 2. fıkrasına göre alacak açıkça belli olduğundan kısmı dava açmasının mümkün olmadığı, HMK.114/1-h maddesine göre hukuki yarar dava şartı olduğu, bunun yanında davacı talep sonucunu dava dilekçesinde HMK.nın 119/1-ğ maddesine göre açıkça bildirmek başka ifade ile taleplerini somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta hukuki yararının varlığından söz edilemeyeceği, gerekçesiyle HMK. 109/2 maddesine aykırı olarak açılan davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Özel Dairece, hüküm yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.

Davanın, kısmi dava ve dava konusu alacağın bölünebilir alacak olduğu uyuşmazlık konusu değildir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davaya konu olan kıdem tazminatı ve fazla mesai ücretine ilişkin alacak miktarının “taraflar arasında tartışmasız ve açıkça belli” olup olmadığı, varılacak sonuca göre de bu alacaklara ilişkin olarak HMK’nın 109 maddesine göre kısmi dava açılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle kısmi davanın hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.

Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir ( Yargıtay HGK 02.04.2003 gün ve 2003/4-260 Esas 271 K.sayılı ilamı;Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M.; Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, s. 320; Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, s.286 ).

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda açıkça kısmi dava düzenlenmediği halde, söz konusu Kanunun yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 109. maddesinde ise, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; İkinci fıkrasında ise; talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir.

Bu durumda; davadaki talep konusunun miktarı taraflar arasında “tartışmasız” ise veya taraflar arasında miktar veya parasal tutar bakımından bir tartışma olmakla beraber, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın, objektif olarak talep konusunun miktarı herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde “belirli” ise o talep konusunun sadece bir kısmı dava edilemeyecektir. Örneğin satım sözleşmesinde alıcının ödemesi gereken bedel, sözleşmede tereddüde yer bırakmayacak biçimde, açıkça yazılı ise kısmi dava caiz değildir. ( Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M, age s.328; Kuru/Arslan/Yılmaz, age s.286 ).

Doktrinde; talep konusunun miktarının, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın objektif olarak belirlenebilmesinde, İİK m. 67 hükmünde öngörülen icra inkâr tazminatına ilişkin “likit alacak” kavramının yol gösterici olabileceği ileri sürülmüştür. ( Kuru/Budak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 11; Yılmaz Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012 s.737 vd. ).

Genel bir kavram olarak “likid ( ligiude ) alacak”; “tutarı belli ( muayyen ), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır” Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez ( YHGK 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 Esas 397 K.sayılı ilamı ).

Likit alacak bakımından aranan “borçlunun, talep edilen alacağı veya alacağın bütün unsurlarını bilmesi veya bilmek ( kolayca hesap edebilmek ) durumunda olması; bu bağlamda alacağın miktarının belirlenmesi için tarafların ayrıca mutabakata varmasına ( anlaşmasına ) veya mahkemenin tayin edeceği bilirkişi eliyle bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaması, diğer bir anlatımla borçlunun, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması” ölçütü birçok tartışmayı sona erdirmekle beraber, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesinin, alacağın likit olup olmadığı ile ilgili başlı başına bir kıstas olarak kabul edilmesi de doğru değildir. Çünkü mahkeme uygulamasında “hesap işi”, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerden olduğundan borçlunun, kendi başına hesaplayabilecek durumda olduğu asıl alacak ve temerrüt faizine itiraz etmesi halinde, mahkemenin, alacaklının alacağının miktarını, bizzat tespit etmeyip bilirkişi vasıtasıyla belirleneceğinden, likit olan bir alacağın sırf bilirkişi incelemesi yapıldığı gerekçesi ile likit sayılmaması doğru olmayacaktır ( Yılmaz, age s. 737, 740 ).

Doktrinde, talep konusunun belirlenmesinin imkânsız olduğu durumlara örnek olarak: Biyolojik nedenlere bağlı imkânsızlık hali ( ağır yaralanan kişinin tedavisi sonuçlanmadan zararının belirlenmesinin mümkün olmaması; TBK. 75, mülga BK 46/2 maddeleri gibi ) ; hukuki anlamda imkânsızlık hali ( davacının talep sonucunu belirleyebilmesi için gereken bilgilerin üçüncü kişi veya davalının bünyesinde olması, hakimin takdir yetkisinin bulunduğu gibi durumlar ); sübjektif imkânsızlık hali ( kullanılmış bir aracın kısmen zarar görmüş olması durumunda araç değerindeki azalmanın tespit hali gibi ) hususlar gösterilmektedir. ( Pekcanıtez: Belirsiz Alacak Davası, Ankara, 2011, s. 43,44 )

Sonuç olarak; işçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.

Kıdem tazminatı alacağı ve fazla mesai ücreti alacağının hesaplanmasında, hizmet süresi ile işçinin aldığı gerçek ücret önemli kriterlerdir. Kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları çıplak ücretten hesaplanmaktadır. Giydirilmiş ücrete, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatler de dahil edilmektedir.

4857 sayılı İş Kanununun 67. maddesi uyarınca, “Günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatleri işyerlerinde işçilere duyurulur”. Aynı Kanunun 8/3 maddesinde de: “Yazılı sözleşme yapılmayan hallerde işveren işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür." hükmüne yer verilmiş olup, özellikle fazla mesai ve tatil çalışmaları karşılığı ücret alacaklarının belirlenmesi için işverenin bu yükümlülüğünü yerine getirmesi şarttır.

Uyuşmazlığa konu fazla mesai ücreti alacağı ve kıdem tazminatı alacağı istemleri yönünden yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre, gerçek fazla mesai ücretine ulaşmak için kesin delillerle fazla mesai süresinin ispatlanamadığı durumlarda, takdiri delillerle belirlenen süreden bir miktar sürenin indirilmesi gerektiği kabul edilmektedir ( Yargıtay HGK 05.05.2010 gün ve 2010/9-239 Esas 247 K.sayılı ilamı ). Ayrıca somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin aldığı ücretin ne olduğu konusunda bir açıklamada bulunmamış, keza davalı vekili de cevap dilekçesinde ücret ile ilgili açıklayıcı bir beyanda bulunmamıştır. Dosya içerisinde bulunan davacının 2011 yılı 7. aya ait ücret bordrosunda 30 günlük ücretinin 860,35 TL olduğu halde, banka hesap ekstresinde davacıya 05.07.2011 tarihinde 408,00 TL, 19.07.2011 tarihinde 250,00 TL olmak üzere 2011 yılı 7. ayında 658,00 TL ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacının ücreti ile ilgili iş yeri ücret bordroları ile banka hesap ekstresi farklılık gösterdiği gibi işverenin, 4857 sayılı İş Kanununun 8/3 maddesi uyarınca işverene yüklenen yükümlülükleri yerine getirdiğini gösterir bir delil de davalı tarafça dosyaya sunulmamıştır.

Somut olayda, tüm bu açıklamalar dikkate alındığında dava konusu fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için de HMK m.109/2 anlamında talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan Yerel Mahkemenin, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup; verilen kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun m. 8/3. hükmü uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.10.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Old 15-12-2013, 17:10   #546
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
...Bu çerçevede ıslah konusunda fazlaya dair hakların saklı tutulmuş olması gerektiği yönünde değerlendirme yapılabileceği (gerekçede sadece ek dava belirtildi, ıslah aynı davada ileri sürülüyor mantığıyla) ihtimaline binaen dava dilekçelerinizde müvekkile vekaleten fazlaya ilişkin hakkların saklı tutulduğunu belirtmenizde fayda olduğu kanaatindeyim...



http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15223
Old 15-12-2013, 17:42   #547
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15223

Alıntı:
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Esas: 2013/8639, Karar: 2013/21826 İçtihat

Üyemizin Özeti
Maddi tazminat miktarının ıslah yoluyla artırımı bu hakkın dava dilekçesinde saklı tutulması halinde mümkündür.
(Karar Tarihi : 25.09.2013)
"Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, kusur belirlemesi, tazminatlar ve yoksulluk nafakası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-karşı davalı kocanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Davalı karşı davacı kadın, 01.03.2012 tarihli karşı dava dilekçesinde 1000 lira maddi tazminat talebinde bulunmuştur. 27.03.2012 tarihli ıslah dilekçesiyle maddi tazminat miktarını 30.000 liraya çıkarmak suretiyle ıslah ettiğini beyan etmiş, ıslah dilekçesi davacı karşı davalı kocaya 16.04.2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Maddi tazminat miktarının ıslah yoluyla artırımı bu hakkın dava dilekçesinde saklı tutulması halinde mümkündür. Davalı karşı davacı kadının 01.03.2012 tarihli karşı dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu beyan etmemiştir. O halde maddi tazminat miktarının ıslah yoluyla artırımı mümkün değildir. Mahkemece bu husus gözetilmeden karşı dava dilekçesinde talep edilen miktar aşılmak suretiyle maddi tazminata hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir.

KARAR : Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan yönlere ilişkin temyiz itirazlarının ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.09.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."




Alıntı:
Yazan 6100 Syl. HMK 109/
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.



Linkteki Yargıtay kararı Hmk.109/3'e pek uygun değil gibi...
Old 15-12-2013, 18:31   #548
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Karardaki maddi tazminat boşanmanın ferisi niteliğindeki maddi tazminat sanırım.

Edinilmiş malın tasfiyesinden doğan bir talep değil.

Bu durumda boşanmanın sonuçlarından olan, boşanma ile birlikte kusursuz tarafın miras hakkından mahrum kalması, mevcut ve beklenen menfaatlerini yitirmiş olması sebebiyle hükmedilecek maddi tazminatın da ıslahla arttırılamayacağı pekala düşünülebilir.

Talep sahibinin fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması dahi çözüm değildir. Çünkü Yargıtay Manevi tazminatın bölünemeyeceğini ve belirsiz alacağa konu edilemeyeceğini içtihat etti..

Boşanmanın ferisi niteliğindeki maddi tazminat da somut niceliğe sahip talepler değildir. O halde bu talebin de ıslah edilememesi gerekir..

Keza aşağıdaki Linkte Sayın Av.Nevra Öksüz de bu konuya işaret etmişti.

http://www.turkhukuksitesi.com/showp...&postcount=372

Selamlar,
Old 15-12-2013, 18:40   #549
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
... Bu durumda boşanmanın sonuçlarından olan, boşanma ile birlikte kusursuz tarafın miras hakkından mahrum kalması, mevcut ve beklenen menfaatlerini yitirmiş olması sebebiyle hükmedilecek maddi tazminatın da ıslahla arttırılamayacağı pekala düşünülebilir.

Talep sahibinin fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması dahi çözüm değildir. Çünkü Yargıtay Manevi tazminatın bölünemeyeceğini ve belirsiz alacağa konu edilemeyeceğini içtihat etti..

Boşanmanın ferisi niteliğindeki maddi tazminat da somut niceliğe sahip talepler değildir. O halde bu talebin de ıslah edilememesi gerekir...



Kararla ilgili değil de başka bir yaklaşım getirme saikiyle yazmışsanız bilemem ama burada 2 HD açık bir biçimde "davacı kadının 01.03.2012 tarihli karşı dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu beyan etmemiştir. O halde maddi tazminat miktarının ıslah yoluyla artırımı mümkün değildir." demiş. Yani bölünememeyle ilgili bir karar değil verdiği; alenen "fazlaya dair hakkını saklı tutmadığın için ıslah edemezsin" diyor...


P.S:
5 HD'nin -belirsiz alacak- yorumuyla birlikte kararı:
http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15226
Old 15-12-2013, 19:13   #550
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
Kararla ilgili değil de başka bir yaklaşım getirme saikiyle yazmışsanız bilemem ama burada 2 HD açık bir biçimde "davacı kadının 01.03.2012 tarihli karşı dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu beyan etmemiştir. O halde maddi tazminat miktarının ıslah yoluyla artırımı mümkün değildir." demiş. Yani bölünememeyle ilgili bir karar değil verdiği; alenen "fazlaya dair hakkını saklı tutmadığın için ıslah edemezsin" diyor...


P.S:
5 HD'nin -belirsiz alacak- yorumuyla birlikte kararı:
http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15226

Kısmi davada açıkça kalan kısmından feragat etmezsen talebini ıslah edebileceğin 109/3 de belirtiliyor. O halde davacının dava dilekçesinden alacağının bir kısmını dava ettiği sonucu çıkarılamıyor.

Boşanmaya bağlı maddi tazminatlar genelde farazi bir rakam içerdikleri için sonradan ıslahları pek mevzubahis de olmaz.

Eğer dava sürecinde bir değişkene bağlı maddi tazminat talebinde bulunulmuşsa miktarın ıslahı da mümkün olacaktır. Bu şekilde alacağın bir kısmının dava edildiği dilekçeden anlaşılıyorsa ve miktar taraflar arasında çekişmeli ise 109/3 işlemeliydi..Diye düşünüyorum.

Kısmi dava

MADDE 109. (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz.

(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.
Old 15-12-2013, 20:28   #551
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
Kısmi davada açıkça kalan kısmından feragat etmezsen talebini ıslah edebileceğin 109/3 de belirtiliyor. O halde davacının dava dilekçesinden alacağının bir kısmını dava ettiği sonucu çıkarılamıyor...



Konu bu zaten ; 2 HD'nin, 1. cümlenizi kabul etmediğini düşünüyorum:
2 HD'nin söylediğini kısaltalım:
"Maddi tazminat miktarını ıslah yoluyla artırman bu hakkı dava dilekçesinde saklı tutman halinde mümkündür; dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu beyan etmemişsen maddi tazminat miktarını ıslah yoluyla artırman mümkün değildir.".


Sizin söylediğinize yaklaştıralım: "Fazlaya dair hakkını saklı tutmamışsan kısmi dava açtığını kabul etmiyorum"




Kararın, HMK öncesi verdiği aşağıdaki kararı ile hiçbir farkı olmadığı kanaatindeyim:
"...Davacı, dava dilekçesinde; boşanma sebebiyle davalının sigortasından yararlanma hakkını yitireceğini ileri sürerek mevcut menfaatinin kaybı nedeniyle davalıdan 20.000.-TL maddi tazminat ( TMK. md. 174/1 )istemiş, fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmamıştır. Fazlaya ilişkin hak saklı tutulmuşsa ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarı artırılabilir. Fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutulmamışsa davacı ıslah yoluyla fazla kısım için talepte bulunamaz. Bu husus gözetilmeden ıslah dilekçesinde artırılan miktara karar verilmesi hatalıdır..." (Yargıtay 2 HD, 20.10.2009 T., E: 2008/11822, K: 2009/17851).


__________________________________________________ _
Bir şeye daha takıldım aslında; bu maddi tazminat istemi belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mıdır?


Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
...Maddi tazminat ne için verilir; miras hakkından yoksun kalma, bir daha evlenme şansının azalması ve hali hazırdaki hayat desteğinden mahrum kalma ve ileride de bu destekten mahrum kalınacağı için ve çok çok da evlenirken eşinin dayatması sonucu işten ayrılmak zorunda kalma vs.. gibi sebep ve gerekçelerle verilir...




Old 15-12-2013, 21:02   #552
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
Sizin söylediğinize yaklaştıralım: "Fazlaya dair hakkını saklı tutmamışsan kısmi dava açtığını kabul etmiyorum"



Bir şeye daha takıldım aslında; bu maddi tazminat istemi belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mıdır?







Ben de onu bulmaya çalışıyorum işte..

Uygulama üzerine konuşuyoruz;

Boşanmanın eki niteliğindeki tazminata belirsiz alacaktır denilemeyeceği kanaatindeyim, manevi tazminatı belirsiz alacak davası olarak nitelemediler. Maddi tazminat ise eğer somut bir değişkene göre istenirse ortada kısmi alacak davası vardır denilebilir. Örneğin eşinin sigortasından artık yararlanamama..Ki Yargıtay buna ilişkin kararında dahi fazlaya ilişkin hakları saklı tutmamışsa ıslah hakkı yoktur dedi.

Boşanmanın eki niteliğindeki maddi tazminatın hukuki mahiyeti nedir? Tam davadır da denemiyor çünkü illa ki fazlaya ilişkin hakkını saklı tutsaydın kısmi dava açmış olacaktın..Ama bu kısmi dava 109/3'e aykırı..

Belirsiz alacakta, ıslaha dahi gerek olmadığını kabul eden Yargıtay, boşanmanın eki niteliğindeki maddi tazminatta ıslah için dahi fazlaya ilişkin hakkı saklı tutmayı arıyor.

Bence, Yargıtay bu dava türünü kısmi alacak olarak görmüyor ama neden? ))

Ya belirttiğim gibi dava dilekçesinden istemin bir kısım olduğu anlaşılamıyor ya da..?

Dosyayı incelemek gerekir ki ben, istem sonucunun ve dava dilekçesindeki söylemin ileride arttırılmaya müsait biçimde kaleme alınmadığını düşünüyorum.
Old 16-12-2013, 21:56   #553
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
Ben de onu bulmaya çalışıyorum işte..
Ben çalışmıyorum; nitekim 2 kısmı kırmızı çizgiyle ayırmıştım Çünkü bu hususun 2 HD'nin yukarıdaki kararını yorumlamaya herhangi bir etkisi yok. Aşağıda da açıklayacağım üzere 2 HD'nin kabulü "somut olaydaki dava kısmi dava olarak açılabilir ama fazlaya dair hakkını saklı tutmuyorsan -hangi değişkeni yazarsan yaz- ben kısmi dava açtığını kabul etmiyorum" şeklinde.

Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
...Ya belirttiğim gibi dava dilekçesinden istemin bir kısım olduğu anlaşılamıyor ya da..?

Dosyayı incelemek gerekir ki ben, istem sonucunun ve dava dilekçesindeki söylemin ileride arttırılmaya müsait biçimde kaleme alınmadığını düşünüyorum.
2 HD, bir değişkeni yazdığınızda/kısmi davaya müsait bir isteminiz olduğunda siz dava dilekçenizde kısmi dava açtığınızı belirtmezseniz (yazdıklarınızla yukarıdaki yazdığımın farkı yok, aynı kapıya çıkıyor : fazlaya dair hakkınızı saklı tutmazsanız/şimdilik demezseniz...v.b.) -açık feragatiniz olmamasına rağmen- ıslahı kabul etmiyor...
Old 16-12-2013, 22:05   #554
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan 2 HD
...Davalı karşı davacı kadın, 01.03.2012 tarihli karşı dava dilekçesinde 1000 lira maddi tazminat talebinde bulunmuştur...


Anılan dilekçede ilgili kısım:
1- Dilekçe metninde: "...Boşanma halinde, davalı karşı davacı müvekkil eş, diğer eşin maddi desteğini yitirmiş olması nedeni ile TMK'nun 174/1. maddesi uyarınca 1.000 TL maddi tazminata... karar verilmesini arz ve talep ederiz..."

2- Sonuç kısmı: "...1.000 TL maddi tazminata...karar verilmesini arz ve talep ederim..."

Alıntı:
Yazan 2 HD
...27.03.2012 tarihli ıslah dilekçesiyle maddi tazminat miktarını 30.000 liraya çıkarmak suretiyle ıslah ettiğini beyan etmiş...


Anılan dilekçe:
"01.03.2012 tarihinde vermiş olduğumuz cevap dilekçemiz ile birlikte karşı dava ile açtığımız maddi tazminat talebimiz 1.000 TL'dir. Talep edilen 1.000 TL maddi tazminat talebini 30.000 TL'ye çıkararak davamızı ıslah ederek arttırıyoruz..."



Yerel Mahkeme kararının maddi tazminata ilişkin kısmı:
"... Davalı- karşı davacının maddi tazminat istemi 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi hükmüne göre değerlendirilmiştir. Bu bağlamda maddi tazminat isteminde bulunan davalı-karşı davacının mevcut ve beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiştir. Bu durumda kusursuz veya daha az kusurlu olan taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminatı isteyebileceğinden davalı-karşı davacının istemi yerinde görülmüştür. Davalı-karşı davacının boşanma sonucunda kendisine evlilik birliğinin sağladığı yararlar ve içinde bulunduğu olumlu koşullar geleceğe dönük olarak ortadan kalkacaktır. Ayrıca boşanmadan sonra hayat standardı (yaşam biçimi, seviyesi) olumsuz etkilenecektir. Tarafların evlendikleri ve boşandıkları yaşları, evlilikte geçen süre ve evlilik birliğine verilen emek ve katkılar, tarafların ekonomik ve sosyal durumları, yaşadıkları çevre ve fiziksel ve bedensel sağlık durumları ve özellikle mali durumları gözetilmiş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesine göre ve ayrıca kusur durumları ve görülecek zarar dengesi de gözetilerek karşı tarafın ödeyeceği maddi tazminatın miktarı belirlenmiştir. Buna göre değerlendirme yapılarak maddi tazminat hüküm altına alınmıştır...

HÜKÜM:
...
3- Davalı-karşı davacının maddi tazminat istemine göre; 10.000,00 TL maddi tazminatın davacı-karşı davalıdan alınarak davalı-karşı davacıya verilmesine,..."

Yukarıdaki durum karşısında 2 HD'nin
buradaki maddi tazminatın kısmi dava şeklinde açılmaya müsait bir dava olduğunu kabul ettiğini,
her ne kadar kısmi davaya müsait bir istem olsa da fazlaya dair hak saklı tutulmamışsa (dava, kısmi dava olduğu belirtilerek açılmamışsa) talebin sınırlandırıldığını kabul ettiğini,
söyleyebiliriz...


P.S: Yargıtay'ın ilgili temyiz kararına konu dava Antalya 4. Aile Mahkemesi'nin kararı olmakla; UYAP üzerinden dosya inceleme talebimi aynı gün içinde kabul eden yerel mahkemenin Sayın Hakimine teşekkürler...
Old 16-12-2013, 22:23   #555
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz

Anılan dilekçede ilgili kısım:
1- Dilekçe metninde: "...Boşanma halinde, davalı karşı davacı müvekkil eş, diğer eşin maddi desteğini yitirmiş olması nedeni ile TMK'nun 174/1. maddesi uyarınca 1.000 TL maddi tazminata... karar verilmesini arz ve talep ederiz..."

2- Sonuç kısmı: "...1.000 TL maddi tazminata...karar verilmesini arz ve talep ederim..."



Anılan dilekçe:
"01.03.2012 tarihinde vermiş olduğumuz cevap dilekçemiz ile birlikte karşı dava ile açtığımız maddi tazminat talebimiz 1.000 TL'dir. Talep edilen 1.000 TL maddi tazminat talebini 30.000 TL'ye çıkararak davamızı ıslah ederek arttırıyoruz..."

[/size][/font]

Ayrıntılı inceleme ve bilgiler için teşekkür ederim..

Yukarıda talep kısmında "şimdilik" gibi kısmi talebe işaret eden bir söylem veya anlam yoktur. Maddi desteğini yitirmiş olma klasik boşanmanın eki sayılan ölçülmesi matematik hesaba dayanmayan bir talep.

Bu durumda adı maddi tazminat da olsa eğer kısmi olarak talepte bulunduğun dava dilekçesinden anlaşılmıyorsa ki yukarıdaki örnekte anlaşılmadığını düşünüyorum. Davacı talebini 1.000 TL. ile sınırlamış durumda bana göre, bu halde Yargıtay'ın kısmi dava açılabilir ama sen fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmamışsın deyimini ben şu şekilde anlıyorum; talebinin kısmi olduğu anlaşılmadığından tam dava olarak niteliyorum.

Islah kurumu ya kısmi davada kullanılacak ya belirsiz alacak davasında..

109/3 Kısmi davada fazlaya ilişkin hakkı saklı tutmana gerek diyorsa; yukarıdaki örnek davanın Yargıtay 2.Hukuk Dairesi gözünde kısmi dava olmadığı sonucuna varıyorum.

Aksi halde 109/3 hükmünü uygulama olanağı yoktur. Hikayedir.
Alıntı:
P.S: Yargıtay'ın ilgili temyiz kararına konu dava Antalya 4. Aile Mahkemesi'nin kararı olmakla; UYAP üzerinden dosya inceleme talebimi aynı gün içinde kabul eden yerel mahkemenin Sayın Hakimine teşekkürler...



Saygılarımla
Old 16-12-2013, 22:30   #556
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
... Bu durumda adı maddi tazminat da olsa eğer kısmi olarak talepte bulunduğun dava dilekçesinden anlaşılmıyorsa...



Ne yazarsa anlaşılacak?
Old 17-12-2013, 07:27   #557
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz




P.S: Yargıtay'ın ilgili temyiz kararına konu dava Antalya 4. Aile Mahkemesi'nin kararı olmakla; UYAP üzerinden dosya inceleme talebimi aynı gün içinde kabul eden yerel mahkemenin Sayın Hakimine teşekkürler...



Böyle hakimlerimiz de varmış demek ki. Dosyada vekaletimiz olduğu halde, Uyap'ta aynı vekaletteki diğer meslektaşımızın adı yazıldığı için göremediğim dosya nedeniyle UYAP üzerinden durumu da açıkça izah edip, onay istememe rağmen Bakırköy adliyesindeki değerli bir hakimimiz talebimi yine Uyap üzerinden "gerekçesiz" reddetmişti.


Öylesi de var böylesi de var demek ki. Tekrar saygıdeğer hakimi saygı ile selamlıyorum.
Old 17-12-2013, 13:40   #558
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
Yukarıdaki durum karşısında 2 HD'nin
buradaki maddi tazminatın kısmi dava şeklinde açılmaya müsait bir dava olduğunu kabul ettiğini,
her ne kadar kısmi davaya müsait bir istem olsa da fazlaya dair hak saklı tutulmamışsa (dava, kısmi dava olduğu belirtilerek açılmamışsa) talebin sınırlandırıldığını kabul ettiğini,
söyleyebiliriz...
Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
Bu durumda adı maddi tazminat da olsa eğer kısmi olarak talepte bulunduğun dava dilekçesinden anlaşılmıyorsa ki yukarıdaki örnekte anlaşılmadığını düşünüyorum. Davacı talebini 1.000 TL. ile sınırlamış durumda bana göre, bu halde Yargıtay'ın kısmi dava açılabilir ama sen fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmamışsın deyimini ben şu şekilde anlıyorum; talebinin kısmi olduğu anlaşılmadığından tam dava olarak niteliyorum.

Şu yazdıklarımız aynı şeyler zaten..


Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
Ne yazarsa anlaşılacak?

1.000 TL. istiyoruz ama zararımız daha fazladır ibaresi de bana göre kısmi talepte bulunulduğunu gösterir. Ya da şimdilik demek de kısmi talepte bulunduğunu gösterecektir.

Yoksa yargıtayın yerleşik içtihatlardaki "dava dilekçesinin tamamından kişinin aslında alacağının talebinden daha fazlasının olabileceğinin anlaşıldığı durumlarda, fazlaya ilişkin hakları saklı tuttuğu sözleri aranmaz vs.." cümlesinin de bir anlamı olmazdı.

Bana göre asıl sorulması gereken soru: Yargıtay 2.Hukuk Dairesi'nin değerlendirmesinde 109/3'ün uygulama alanı var mıdır? Varsa ne zamandır?

5.Hukuk Dairesi gerekli uygulamayı aşağıdaki kararda yapmış mesela:
Alıntı:
Yargıtay 5. H.D. 2012/2120 E. 2012/8074 K. 18.04.2012 Tarih : "...Mahkemece asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın ise asıl davada verilen ıslah dilekçesi ile talep sonucunun 21.409,62 TL olarak arttırıldığı ve fazla hakkın saklı tutulmadığı, bu durumda davacının ek dava ile isteyebileceği fazla hakkı kalmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Kısmen arazi, kısmen kapama elma bahçesi niteliğindeki taşınmaza net geliri dikkate alınarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Bu nedenle davalı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir.
Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince;
6100 sayılı HMK'nın geçici 1. maddesi nazara alınarak, karar tarihinde yürürlükte bulunan aynı Kanun'un 109/3. maddesindeki "Dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında kısmi dava açılması talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez." hükmü uyarınca, ıslah dilekçesinde fazlaya dair hak saklı tutulmasa dahi, davacı ek davada talep ettiği miktar yönünden açıkça feragat etmediğinden, ek davada talep edilen miktarın da kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması,Doğru görülmemiştir..."

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi; boşanmanın eki niteliğindeki maddi tazminat için fazlaya ilişkin haklarımı saklı tutuyorum cümlesini açıkça aramaktaysa bu da 109/3'e boşanmalarda uygulama alanı bırakmamaktadır.[Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.]

Alıntı:
Gerekçesi: "...Maddenin üçüncü fıkrasında ise dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamasına ilişkin bir kayda yer verilmemiş olmasının, dava dışı tutulan kesim bakımından feragat edilmesi anlamına gelmeyeceği hususu açıkça hüküm altına alınmış, bu konudaki suskunluğun ileride ek dava açma imkânını ortadan kaldırmayacağına işaret edilmiştir.

Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmişse, bu durumda feragat nedeniyle alacak da zaten sona ermiş olacağından ek dava yoluyla ileri sürülmesi mümkün bir alacaktan söz edilemeyecektir."

Bu halde de yukarıdaki örnekte, dava dilekçesi içeriği ve talep bütünlüğüne bakan Yargıtay kısmi dava yorumunu yapamamıştır. Bari fazlaya ilişkin haklarını saklı tutsaydın da oradan anlasaydım da demiş olabilir..))

Bir soru daha buldum: Fazlaya ilişkin hakları saklı tutmakla, alacağın kalan kısmından feragat etmemek farklı şeyler midir?

Saygılarımla,
Old 19-12-2013, 01:31   #559
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ufuk Bozoğlu
...Yoksa yargıtayın yerleşik içtihatlardaki "dava dilekçesinin tamamından kişinin aslında alacağının talebinden daha fazlasının olabileceğinin anlaşıldığı durumlarda, fazlaya ilişkin hakları saklı tuttuğu sözleri aranmaz vs.." cümlesinin de bir anlamı olmazdı...

Çok güzel bir örnek vermişsiniz. Böylece benim anladığım şu: değişen hiçbir şey yok aslında.


109/3: "Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez." düzenlemesi yapılırken -bence- amaç, kısmi dava açmaya elverişli olan bir hakkımı talep etmem hâlinde benim iradem dışında feragat kabulünü (zımni feragati) yasaklamaktı.
Ama madde metnindeki "kısmi dava açılması" ibaresini Yargıtay, "önce kısmi dava açtığını anlayayım" olarak alacak ve sizin belirttiğiniz Yargıtay kararlarındaki kabulle düzenlemenin hiçbir farkı kalmayacak. Başka bir deyişle Yargıtay'a göre; 109/3 (bu konuda) kendi kabullerinin kanunî düzenlemeye bağlanmış hâli...


P.S 1:
http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15237

P.S:
Evet, 5 HD ıslah dilekçesindeki fazlaya dair hakkın saklı tutulması konusundaki görüşünü değiştirmiş görünüyor...



11 HD de "...Mevcut bir davada ıslah yapılmış olması, dava dilekçesinde fazlaya dair hakların saklı tutulması kaydıyla, fazlaya dair haklar yönünden ek dava açılmasına engel değildir. Islahla müddeabih artırılırken, yargılaması süren davadaki müddeabih artırılmaktadır, uyuşmazlığın tümü için müddeabih sınırlandırılmamaktadır. Dava dilekçesinde fazlaya dair hakların saklı tutulması nedeniyle, ıslah edilen miktardan fazlasının ek davayla istenmesi mümkündür. Bu açıdan ıslah dilekçesinde fazlaya dair haklara değinilmemesinin de sonuca bir etkisi bulunmamaktadır... (07.05.2012 T., E: 2012/3337, K: 2012/7155)" demiş...
Old 20-12-2013, 16:11   #560
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan Bir başka açıdan...

Alıntı:
Yazan 2 HD; 2013/8639 E.
...Davalı karşı davacı kadın, 01.03.2012 tarihli karşı dava dilekçesinde 1000 lira maddi tazminat talebinde bulunmuştur. 27.03.2012 tarihli ıslah dilekçesiyle maddi tazminat miktarını 30.000 liraya çıkarmak suretiyle ıslah ettiğini beyan etmiş, ıslah dilekçesi davacı karşı davalı kocaya 16.04.2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Maddi tazminat miktarının ıslah yoluyla artırımı bu hakkın dava dilekçesinde saklı tutulması halinde mümkündür. Davalı karşı davacı kadının 01.03.2012 tarihli karşı dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu beyan etmemiştir. O halde maddi tazminat miktarının ıslah yoluyla artırımı mümkün değildir. Mahkemece bu husus gözetilmeden karşı dava dilekçesinde talep edilen miktar aşılmak suretiyle maddi tazminata hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir.



Davalı-karşı davacı kadının süresinde cevap ve karşı dava dilekçe tarihi: 01.03.2012
Davacı-karşı davalı kocanın süresinde karşı davaya cevap ve cevaba cevap dilekçesi tarihi: 22.03.2012
(Davalı kadının bu cevaba cevap dilekçesini tebellüğ tarihini bilemiyorum)
Davalı-karşı davacı kadının ıslah dilekçesi tarihi: 27.03.2012
(Islah dilekçesinin konusu kısmında 2. cevap dilekçesi olduğu yazılı değil ve sadece "ıslah talebimiz hk." yazılı)...


Boşanmada yargılama usulünde 4787 sayılı Kanun m.7 ve TMK m.184 atfıyla HMK uygulanıyor. Boşanma (ve fer'i maddi tazminat) HMK m.316'da sayılan basit yargılama usulüne tâbi davalardan değil; yani burada boşanma ve maddi tazminat davası yazılı yargılama usulüne tâbi.


Yazılı yargılama usulünde HMK m.141'e göre; taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ... iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler.


Davalı-karşı davacı kadının 27.03.2012 tarihinde verdiği ıslah dilekçesi, 2. cevap dilekçesinin (ve karşı davada cevaba cevap) süresinin içinde olmakla; bu ıslah dilekçesi 2. cevap dilekçesi (ve karşı davada cevaba cevap dilekçesi) hükmünde ve HMK m.141'e istinaden boşanmanın fer'i maddi tazminatın artırılması da iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tâbi olmayan sürede talep edilmiş kabul edilebilir mi?
Old 24-12-2013, 14:57   #561
Porsuk

 
Varsayılan

Üstat Av. Mehmet Saim Dikici'den aldığım ışıkla...
Hakimin hukuku resen uygulaması ilkesi gereği davanın türünü de hakim tespit edecektir. Fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamasının talebin geri kalanından feragat edildiği anlamına gelmeyeceği HMK'da açıkça düzenlenmiştir. Hakim hukuku resen uygularsa fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmadığında dahi önüne gelen davanın kısmi ya da belirsiz alacak davası olduğunu tespit ettiği takdirde, fazlaya ilişkin talepte bulunulabileceğini de ön görebilecek ve ıslah ya da ek davadaki talepleri de buna göre değerlendirecektir.Davanın (tam) eda davası olduğunu tespit ettiği takdirde ise fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmuş olsa dahi ıslah ya da ek dava ile yapılan talepleri ( müddeabih artırımları )reddedecektir...diye düşünüyorum.
Old 27-11-2014, 20:26   #562
Batu Han

 
Varsayılan

Belirsiz alacak davası açıldığında sizce fazlaya ilişkin hakları saklı tutma imkanı veya gereği var mı?

Mesela bir mal paylaşımı davası açtık. Tasviyeye esas değer tespit edildi. Belirsiz alacak davası hükümlerine istinaden dava değeri arttırıldı ve alacak tahsil edildi. Karar kesinleşti dava sona erdi. Bundan sonra ortaya çıkabilecek hakların ek dava ile talep edilebilmesi konusunda kafam karıştı açıkcası.
Old 18-02-2015, 15:57   #563
Yeni Hukukçu

 
Varsayılan

Değerli meslektaşlarım..Müvekkilimizin Şua izni ve fazla mesai alacaklarını talep edeceğim..Sorularım;
1) İhtarnamede her iki rakamı da iptidai bir şekilde de olsa belirlemiştim (çünkü davalı kurum müvekkilimize resmi yolla rakamı belirleyip talep edin ödeyelim demiş)açıkçası hataya düştüm..Bu alacak rakamını içeren ihtarname dava aşamasında davayı belirsiz/ya da kısmi açtığımda red sebebi olabilir mi?(Özellikle Yargıtay 22. daire kararlarını göz önüne aldığımızda) Ya da ıslah ettiğimde ihtardaki rakamlar üst limit olarak beni bağlar mı? (ihtarda fazlaya ilişkin haklarımı saklı tutmadım deneyimsizlik diyelim)
2) Şua izni alacaklarının da fazla mesai cinsi alacak olduğuna ilişkin ilgili YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2009/36989 K. 2012/5590 T. 23.2.2012 künyeli kararı var.Sadece buna dayanarak ve fazla mesainin her halükarda belirsiz alacak olduğunu varsayarsak Şua iznine de belirsiz alacak deme şansım var mıdır?
3) Eğer fazla mesaiye belirsiz şuaya belirli dersem ve şua için rakamı yazarsam ( 14000 civarı tutuyor ) yine de bu alacak için bilirkişi tespiti istemeli miyim?
Şimdiden teşekkür ederim.
Old 14-06-2015, 12:59   #566
sailor1981

 
Varsayılan

Belirsiz alacağın kısmi olarak davaya konu olması halinde, bu dava kısmi eda külli tespit davası olarak kabul edilmelidir.
T.C.
YARGITAY
Dokuzuncu Hukuk Dairesi

E:2014/31734 K:2014/35646 T: 26.11.2014

Belirsiz Alacak Davası
Kısmi Dava
Belirli ve Belirsiz Alacak Ayrımı
Likit Alacak Kriteri
Hukuki Yarar Tamamlanabilir Dava Şartı

Özet: Belirsiz alacağın kısmi olarak davaya konu olması halinde, bu dava kısmi eda külli tespit davası olarak kabul edilmelidir.

Dava konusu alacağın değeri veya miktarı karşı tarafın (işverenin) vereceği bilgi veya tahkikat aşamasında belirlenecek (bilirkişiden hesap raporu alınması gibi) ise alacağın, dava açıldığında davacı tarafından objektif olarak belirlenebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği kabul edilmelidir.

Davacı, alacak belirli değilse belirsiz alacak ve tespit davası açabileceği gibi fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmi dava da açabilecektir. Alacak miktarı belirli ise, kısmi dava veya belirsiz alacak ve tespit davası açılamaz. Talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmalıysa kısmi dava açılabilir.

Bir alacağın davanın açıldığı anda belirli ya da belirsiz, tartışmalı ya da tartışmasız olduğuna dair en önemli kriter, alacağın likit olup olmadığı ölçütüdür. “Likit olma alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olmasını ifade eder.

Yargılama sırasında hesap raporu alınmasını gerektiren her alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Dava açıldığında alacak belirli değil veya tartışmalı ise, belirsiz alacak ve tespit davası açılması için hukuki yarar vardır. Ancak, belirsiz alacak davası veya kısmi dava açıldığında, dava konusu edilen alacak açık ve tam olarak belirli ise davacıya tam eda davası açması, tamamlanabilir hukuki yarar şartını yerine getirmesi için öncelikle süre verilmeli, süre sonunda yerine getirmediği takdirde davanın hukuki yarar şartı yokluğu nedeni ile usulden reddine karar verilmelidir. Alacağın belirsiz alacak davası konusu yapılmayacağı kabul edilse dahi tamamlanabilir dava şartı olan hukuki yarar şartını yerine getirmesi için davacıya kesin süre verilmelidir.

Alacaklardan açıkça belirli olan ve tartışmalı olmayanlar için belirsiz alacak davası veya kısmi dava ile talepte bulunulamaz.

Bu nedenle dava şartlarının da her talep açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

İş sözleşmesinin feshi nedeniyle davacının kıdem ve ihbar tazminat alacaklarını belirsiz alacak davasına konu etmesi ve kısmi miktar belirtilmesi nedeniyle açılan dava, kısmi eda külli tespit niteliğindedir.

Bu itibarla, ücretin taraflar arasında ihtilaflı ve tartışmalı olması nedeniyle tazminatların belirsiz alacak niteliğinde olduğunun ve davacının kısmi eda külli tespit niteliğinde belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararı bulunduğunun kabulü gerekir.
Old 14-06-2015, 20:27   #567
Mozkul

 
Varsayılan

Bu karar 6100 sayılı HMK 109/2 fıkrasının mülga edilmiş halinden önce verilmiş olduğundan bu kararda alacak belirliyse kısmi dava açılamaz şeklindeki belirlemenin dikkate alınmaması gerekmektedir.

Madde 109- (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

(2) (Mülga fıkra: 01/04/2015-6644 S.K./4. md)

(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.
Old 14-06-2015, 20:59   #568
sinanben

 
Varsayılan

sayın meslektaşlarım işçi alacaklarının belirsiz alacak davası olup olmadığı konusunda içtihadı birleştirme kararı çıkacaktı haberdar olan var mı? halen görülen belirsiz işçi alacakları için neler yapabilirim 100e yakın davam şu an sürüncemede.
Old 23-06-2015, 18:09   #569
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Tartışmak istediğim husus:

Bilindiği üzere 6545 sayılı Kanunun 45'nci maddesi ile 28.6.2014 Tarihinden itibaren konusu para olan davaların değeri 300.000 TL'den yüksek ise, heyet halinde Ticaret mahkemesinde görüleceği... hükme bağlanmıştır. İlgili hüküm aşağıya alıntılanmıştır.

Bu çerçevede dava konusu değeri gerçekte 300.000 TL'nin çok üstünde olmasına rağmen, Davacı taraf, dava belirsiz alacak davası açmaya müsait ise (harç ve vekalet ücreti riski gibi) çeşitli nedenlerle HMK.107'ye göre belirsiz alacak davası açmayı tercih etmektedir. Buraya kadar sorun yoktur.

Sorun şurada oluşuyor:

Dava belirli aşamaya ulaştıktan sonra, örneğin bilirkişi raporu da sunulduktan sonra dava konusu şekillenmesine rağmen HMK.107'nci madde, Davacının ek bir dilekçe ile dava tutarını artırmaya imkan vermesine rağmen, artırmaya mecbur bırakmamaktadır. Davacı isterse tutarı artırmayabilir! bu durumda tek hakim ile alacağın tam tutarı için eda davası içinde tespit kararı da verilmiş olur.

Örneğin 20.000 TL için açılan belirsiz alacak davasının bilirkişi incelemesi ile 10.000.000 TL civarında bir alacak hakkını doğurabileceği belli olduktan sonra, Davacı, yasaya göre belirli hale gelen bu tutara kadar davasını dilekçe ile artırabilecek iken bunu yapmaması halinde, gerçekte dava konusu heyeti ilgilendirecek boyutta bir ihtilaf olmasına rağmen, davanın 20.000 TL ile karara çıkması ve daha sonra bu kararı delil gösterip, kalan bakiyeyi dava etmesi mümkündür. Bu durumda, yasa koyucunun 6545 sayılı yasa ile heyet halinde görülme sınırını koymasında güttüğü amaç dolanılmış olmaktadır. Çünkü ilk mahkemenin kararı eda niteliğinde olsa bile alacağın tamamı bakımından aynı zamanda tespit kararı da olacaktır. Karar kesinleştiği an bakiye tutar için açılacak ikinci dava heyet halinde görülse dahil ilk davadaki bu tespit, ikinci davanın mahkemesince de nazara alınacaktır. Bu durum ise kanunun amacına aykırı bir durum yaratacaktır.

Kanaatime göre, BÖYLE BİR DURUMDA, yargılama sırasında alacak tutarı belirginleştiği an davacı taraf davasının tutarını belirlenen,(ya da belirli hale gelen) tutara kadar artırmaması halinde, mahkeme re'sen davayı heyete sevk etmeli ve belirgin hale gelen dava tutarı temelinde kararı heyet vermelidir.

Bu konuda fikirlerinizi almak ve tartışmak isterim.




Alıntı:
Belirsiz alacak ve tespit davası
(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.


Alıntı:
28 Haziran 2014 CUMARTESİ
Resmî Gazete
Sayı : 29044

KANUN

TÜRK CEZA KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK

YAPILMASINA DAİR KANUN

Kanun No. 6545 Kabul Tarihi: 18/6/2014


MADDE 45 – 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve mülga üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

“Sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimlidir.”

“Asliye ticaret mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemelerde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Konusu parayla ölçülebilen uyuşmazlıklarda dava değeri üç yüz bin Türk lirasının üzerinde olan dava ve işler ile dava değerine bakılmaksızın;

1. İflas, iflasın ertelenmesi, iflasın kaldırılması, iflasın kapatılması, konkordato ve yeniden yapılandırmadan kaynaklanan davalara,

2. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda hâkimin kesin olarak karara bağlayacağı işler ile davalara,

3. Şirketler ve kooperatifler hukukundan kaynaklanan genel kurul kararlarının iptali ve butlanına ilişkin davalara, yönetim organları ve denetim organları aleyhine açılacak sorumluluk davalarına, organların azline ve geçici organ atanmasına ilişkin davalara, fesih, infisah ve tasfiyeye yönelik davalara,

4. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa ve 21/6/2001 tarihli ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanununa göre yapılan tahkim yargılamasında; tahkim şartına ilişkin itirazlara, iptal davalarına, hakemlerin seçimi ve reddine yönelik davalar ile yabancı hakem kararlarının tanıma ve tenfizine yönelik davalara,

ilişkin tüm yargılama safhaları, bir başkan ve iki üye ile toplanacak heyetçe yürütülür ve sonuçlandırılır. Heyet hâlinde bakılacak davalarla ilgili olmak üzere, dava açılmadan önce veya açıldıktan sonra talep edilen ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbirler de heyet tarafından incelenir ve karara bağlanır. Bu fıkrada belirtilen dava ve işler dışında kalan uyuşmazlıklar mahkeme hâkimlerinden biri tarafından görülür ve karara bağlanır. Başkan ve üye hâkimler arasında dağılıma ilişkin esaslar, işlerde denge sağlanacak biçimde mahkeme başkanı tarafından önceden tespit edilir.”
Old 24-06-2015, 09:31   #570
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici

Kanaatime göre, BÖYLE BİR DURUMDA, yargılama sırasında alacak tutarı belirginleştiği an davacı taraf davasının tutarını belirlenen,(ya da belirli hale gelen) tutara kadar artırmaması halinde, mahkeme re'sen davayı heyete sevk etmeli ve belirgin hale gelen dava tutarı temelinde kararı heyet vermelidir.

Ben de aynı şekilde düşündüm..

Davacı geçici talep sonucunu arttırsa da arttırmasa da; alacağın belirli hale geldiği anda mahkeme görevsizlik ve uyuşmazlık hakkında nihai hüküm vermek üzere dosyayı görevli mahkemeye göndermelidir.

Aksi halde kamu düzenine ilişkin olan görev hususu işletilmemiş olur. Bozma sebebidir.

Saygılarımla,
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Menfi tespit davası ile alacak (eda) davası birlikte açılabilir mi? av.s_ulusinan Meslektaşların Soruları 6 22-05-2014 11:24
menfi tespit ve alacak davası av.senemyuksel Meslektaşların Soruları 5 09-04-2012 13:10
Kiralanın kötü kullanımı nedeniyle tespit ve akabinde alacak davası Av. Can Özbalık Meslektaşların Soruları 1 20-08-2010 23:26
likit alacak - kısmi dava namutenahi Meslektaşların Soruları 24 17-09-2009 21:36
hizmet tespit ve alacak davası parézer Meslektaşların Soruları 2 05-10-2007 14:28


THS Sunucusu bu sayfayı 0,13683009 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.