Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Kararın kesinleşmesinden sonra vekilin istifası

Yanıt
Old 17-01-2011, 12:27   #1
Avukat Tekin

 
Varsayılan Kararın kesinleşmesinden sonra vekilin istifası

Sayın meslektaşlarım acil olarak Yargıtay İçtihadına ihtiyacım var.
Konu şu: İmza itirazı üzerine İcra Hukuk Mahkemesi tarafından karar veriliyor. Karar borçlu lehine, yani imzanın sahte olduğuna dair.
Söz konusu karar davalı/alacaklı vekiline tebliğ ediliyor ve aradan 2 aya yakın süre geçiyor. Biz karara kesinleşme şerhi almak için kaleme gittiğimizde müdür bize "Bugün davalı vekilinin istifa dilekçesi bize geldi. O sebeple kararı davalı asile tebliğe çıkartacağız" dedi.
hakime Hanımla görüştük ve o da aynı fikirde. Kendisine, istifadan önce yapılan usuli işlemlerin tekrarlanamayacağını, aynı durumda örneğin 6 ay önce kesinleşmiş bir kararla ilgili bir vekil istifası gelirse bu durumda haksız yere davanın taraflarından birine temyiz hakkı sağlanmış olacağını v.s. bildirdik ancak hakime hanım mutlaka bu konuda Yargıtay Kararı istiyor.
Yani bu konuda Yargıtay kararı bulmam lazım. Hakime Hanım "Öğleden sonra buna dair bir karar getirirseniz karara kesinleşme veririm yoksa asile tebliğe çıkartacağım" dedi.
Araştırmalarıma göre YHGK 31.12.2008 tarih 2008/1-772 Es. 2008/790 Kr. sayılı karar buna benzer nitelikteymiş ama ben metni bulamadım. Bu kararı (eğer tahmin ettiğim gibi bu nitelikte bir karar ise) ya da benzer bir başka karar metnini alabilirsem çok sevnirim.

Özetle; "Kararın vekile tebliğinden sonra ve temyiz süresi de geçmişken vekilin istifası kararın kesinleşmesini engellemez" niteliğinde bir karar lazım bana.
Şimdiden teşekkür ederim.
Old 17-01-2011, 12:52   #2
Av. Hilal Ceren HATİPOĞLU

 
Varsayılan

Aşağıda ekleyeceğim karar ceza yargılamasına ilişkin bir karar, ancak belki işinize yarayabilir umuduyla ekliyorum,
kolay gelsin.


T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2007/6-13
Karar: 2007/54
Karar Tarihi: 06.03.2007

YAĞMA DOLANDIRICILIK VE SAHTE KİMLİK KULLANMA SUÇLARI - AVUKATLIK SÖZLEŞMESİNİN KAMU DAVASINDA VERİLEN HÜKMÜN KESİNLEŞMESİYLE SONA ERMESİ - AVUKATLIK SÖZLEŞMESİ SÜRESİNİN NİTELENDİRİLMESİ

ÖZET: Avukat hükmün kesinleşmesine kadar dava ile ilgili her türlü işlemi yapabilir. Hükmün kesinleşmesinden sonra hukuk davalarının doğal sonucu olarak icra ile ilgili işlemleri yapabileceğinin belirtilmesi ceza yargılamasında Cumhuriyet Savcısının görev ve sorumluluk alanına giren infaza ilişkin işlemlerden sorumlu tutulmasını gerektirmez. Öte yandan ceza yargılamasında vekalet ilişkisine dayanılarak hukuki yardımda bulunan müdafiinin hükmedilen cezanın kesinleşmesinden sonra avukatlık sözleşmesine dayanılarak infazla ilgili dilekçe vermesi fiili olarak vekalet sözleşmesinin devam ettiğini göstermez. Somut olayda avukatlık sözleşmesinin, kamu davasında verilen hükmün kesinleşmesiyle sona erdiğinin, yazılı, sözlü ya da eylemli biçimde yenilendiğine ilişkin bir hal gerçekleşmediğinden uyarlama yargılamasında avukatın müdafi sıfatıyla temsil yetkisi olmadığının ve dolayısıyla temyiz süresini geçirme biçimindeki kusurlu davranışının hükümlü aleyhine değerlendirilemeyeceğinin kabulü gerekir.

(818 S. K. m. 386, 387, 388, 389, 390, 391, 392, 393, 394, 395, 396, 397) (1086 S. K. m. 62) (5271 S. K. m. 2, 37, 149, 223, 331) (765 S. K. m. 31, 33, 59, 64, 71, 74, 497, 503) (5237 S. K. m. 7, 53, 62, 149) (7201 S. K. m. 11, 21) (5320 S. K. m. 8) (1412 S. K. m. 317, 423) (1136 S. K. m. 163, 164, 171) (5252 S. K. m. 9) (Tebligat Tüzüğü m. 15, 16, 28, 29, 30, 31) (YİBK 14.02.1934 T. 1934/47 E. 1934/1 K.) (YCGK 27.05.2003 T. 2003/17-161 E. 2003/162 K.) (YCGK 26.04.1993 T. 1993/3-53 E. 1993/125 K.) (YCGK 02.07.2002 T. 2002/4-154 E. 2002/282 K.) (YCGK 06.11.1989 T. 1989/8-268 E. 1989/338 K.) (YCGK 05.03.1979 T. 1979/6-41 E. 1979/106 K.) (YHGK 02.07.2003 T. 2003/12-442 E. 2003/445 K.) (8 CD 26.01.1993 T. 1993/297 E. 1993/1133 K.)

Dava: Yağma, dolandırıcılık ve sahte kimlik kullanma suçlarından; Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesince 27.01.2003 gün ve 403-24 sayı ile; sanık Murat A...'ın, mağdur Semih G.......'e karşı suçu nedeniyle 765 sayılı Yasanın 64/1, 497/1, 59.maddeleri gereğince sonuç olarak 12 yıl 6 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında 31. ve 33. maddelerin uygulanmasına; mağdurlar Selçuk Y....... ve Namık Ç……..'e karşı suçu nedeniyle 765 sayılı Yasanın 497/1, 59. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında 31. ve 33. maddelerin uygulanmasına; mağdur Orhan Çelik'e karşı suçu nedeniyle 765 sayılı Yasanın 503/1,59. maddeleriyle sonuç olarak 10 ay hapis ve 216.666.666 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına; sahte kimlik kullanmak suçundan, 765 sayılı Yasanın 350/1,59. maddeleriyle 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; neticede toplam olarak, 765 sayılı Yasanın 71. ve 74. maddeleri uyarınca sanığın 24 yıl 12 ay ağır hapis, 20 ay hapis ve 216.666.666 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, mahsuba, tutukluluk halinin devamına, sahte kimlik belgelerinin dosyada delil olarak muhafazasına, kuru sıkı tabancanın müsaderesine, yargılama giderine....> karar verilmiş; sanık müdafi tarafından temyiz edilen bu hükümler Yargıtay 6. Ceza Dairesince incelenerek 19.01.2004 gün ve 5704-195 sayı ile; yağma ve sahtecilik suçlarından kurulan hükümlerin onanmasına, dolandırıcılık suçundan kurulan hükümle ilgili olarak ta, hapis cezasının yanında yer alan ağır para cezasının <216.666.000> liraya indirilmesi suretiyle, hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Hükümler bu şekilde kesinleşmiştir.

5237 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra hükümlünün cezasının infaz edildiği yer olan Muş Cumhuriyet Başsavcılığının 01.06.2005 gün ve 1054 ilm. sayılı yazı ile hükümlünün cezasının infazında ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesini istemesi ve buna dayalı olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 01.06.2005 gün ve 784 sayı ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden uyarlama kararı talep etmesi üzerine Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesince evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda 05.07.2005 gün ve 403-24 EK sayı ile; <Sanık Murat A...'ın, mağdur Semih G.......'e karşı suçu nedeniyle; 5237 sayılı Yasanın 149/a-d ve 62. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis, mağdurlar Selçuk Y....... ve Namık Ç........'e karşı suçu nedeniyle; 5237 sayılı Yasanın 149/a-d ve 62. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezaları ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Yasanın 53/11-2 maddesi gereğince, sürekli, süreli veya geçici kamu görevinin üstlenilmesinden, seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan, velayet vesayet veya kayyumluk hizmetlerinde bulunmaktan, vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan, bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, işlemiş olduğu suç dolayısıyla mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, dolandırıcılık suçu yönünden, 765 sayılı Yasadan kurulan hüküm lehe olduğundan, eski kararın 10 ay hapis ve 216,67 YTL olarak aynen infazına, sahte kimlik kullanma suçu yönünden, 765 sayılı Yasadan kurulan hüküm lehe olduğundan, eski kararın 10 ay hapis cezası olarak aynen infazına, sanığın cezasının sonuç olarak; 16 yıl 28 ay hapis ve 216,67 YTL adli para cezası olarak infazına, mahsuba, kararın ilgililere tebliğine,....> karar verilmiştir.

Ek karar; hükümlünün kesinleşen davada vekaletname ile atadığı Av. Mehmet G....'e 29.08.2005 günü Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca tebliğ edilmiştir.

Bunun üzerine; Av. Mehmet G.... tarafından 06.09.2005 tarihinde temyiz dilekçesi verilmiştir.

Aynı hüküm, 06.10.2005 tarihinde de, cezaevinde hükümlünün kendisine tebliğ olunmuştur. Tebliğ üzerine; 10.10.2005 tarihinde de, hükümlü Murat A... temyiz dilekçesi vermiştir.

Temyizlerin süresinde yapıldığı kabul edilerek düzenlenen bozma istekli tebliğname üzerine; Yargıtay 6. Ceza Dairesince 12.06.2006 gün ve 18471-5830 sayı ile;

"I- Hükümlü Murat A... hakkındaki kararlara yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

05.07.2005 tarihli ek kararın, hükümlü Murat A... savunmanına 29.08.2005 tarihinde tebliğ edilmesine karşın, 06.09.2005 gününde temyiz isteminde bulunduğunun anlaşılmasına göre, Murat A...'ın cezaevinde hükümlü olarak bulunması nedeniyle adli ara vermede sürenin işlemeye devam ettiğinin anlaşılması karşısında; kararın hükümlü savunmanına tebliğinden sonra gereksiz yere sonradan hükümlü Murat A...'a tebliği de, savunmana tebliğiyle başlayan temyiz süresinin başlangıcını değiştirmeyeceğinden, yasal süre içinde temyiz başvurusunda bulunmayan hükümlü Murat A... ve savunmanının bu konudaki isteğinin, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollaması ile 1412 sayılı CMUK. nun 317. maddesi gereğince tebliğnameye aykırı olarak reddine,...> karar verilmiştir.

Bu karar üzerine; hükümlü Murat A... müdafi Av. Mehmet G.... verdiği 05.09.2006 tarihli dilekçe ile temyizin süreden reddinin doğru olmadığı gerekçesiyle karar düzeltme talebinde bulunmuştur.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 04.01.2007 gün ve 234300 sayı ile;

İtiraza konu uyuşmazlık; esas itibariyle, ceza yargılamasında isteğe bağlı (avukatlık sözleşmesine dayanılarak) seçilmiş müdafiinin müvekkiline yapacağı hukuki yardımın hükmün kesinleşmesinden sonra, müvekkil tarafından açıkça kabul veya yasal bir görevlendirme ya da fiili olarak devam ettiğini gösteren bir uygulama bulunmadığı takdirde devam edip etmeyeceği hususudur.

5271 sayılı Yasada müdafii <şüpheli ve sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı> (madde 2) şeklinde tanımlanmıştır. Yine aynı Yasanın 149. maddesinin 1. fıkrasında <Şüpheli ve sanık soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiinin yardımından faydalanabilir> Madde de, <soruşturma ve kovuşturma> diyerek hukuki yardımın muhakemenin tüm evresini kapsadığı belirtilmiştir. Ceza Muhakemesinde müdafii, şüpheli veya sanığın yardımcısı olarak kabul edilmektedir. Nitekim bunun sonucu olarak Tebligat Kanununun 11/1. maddesinde vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağı öngörülmüştür.

Ceza yargılamasında hükmün kesinleşmesinden sonra yeni bir görevlendirme olmadıkça hukuki yardımının devam edeceği konusunda mevzuatımızda bir hüküm bulunmamaktadır. Özel hukukta vekalet sözleşmesinin kapsamı ve sona ermesi Borçlar Yasasının 386 ila 397 ve HUMK. nun 62 inci maddesinde düzenlenmiştir.

Borçlar Kanunun 386. maddesinin 1.fıkrasında düzenlenen vekalet sözleşmesi öğretide <muayyen bir işin veya işlerin yapılması veya idaresini mevzuu edinen bir akit vekile başkasının menfaatine ve iradesine uygun olarak bir iş görme borcu yükleyen bir akit> olarak tanımlanmaktadır. 1136 sayılı Avukatlık Kanunun 163. maddesinde <avukatlık sözleşmesi> deyimiyle bunun avukat ile iş sahibi arasında vekalet sözleşmesinden ayrı, kendisine özgü bir <sözleşme> olarak kabul edilmiştir.

Vekalet sözleşmesinin sona ermesi Borçlar Kanununun 396 ve 397. maddesinde <azil> <istifa> <ölüm> <ehliyetsizlik> ve <iflas> olarak sayılmıştır.

Diğer yandan davada vekaletnamenin kapsamı HUMK. nun 62. maddesinde belirtilmiştir. Bu madde hükmüne göre <vekaletnamede açıklık olmasa dahi vekil hükmün kesinleşmesine kadar davanın takibi için gereken tüm işlemleri yapmaya yetkili sayılır. Hükmü icraya koyabilir, yargılama giderlerini tahsil edebilir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunun <avukatlık ücreti> başlığı altında düzenlenen 164 üncü maddesi hükmüne göre ise <..avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasında bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir….> şeklinde düzenlenmeyle ücret sözleşmesinin bulunmadığı durumlarda hükmün kesinleştiği tarihteki dava olunan değerinin esas alınacağı kabul edilmiştir.

Görüldüğü gibi, HUMK. nun 62. maddesine göre avukat hükmün kesinleşmesine kadar dava ile ilgili her türlü işlemi yapabilir. Hükmün kesinleşmesinden sonra hukuk davalarının doğal sonucu olarak icra ile ilgili işlemleri yapabileceğinin belirtilmesi ceza yargılamasında Cumhuriyet Savcısının görev ve sorumluluk alanına giren infaza ilişkin işlemlerden sorumlu tutulmasını gerektirmez. Öte yandan ceza yargılamasında vekalet ilişkisine dayanılarak hukuki yardımda bulunan müdafiinin hükmedilen cezanın kesinleşmesinden sonra avukatlık sözleşmesine dayanılarak infazla ilgili dilekçe vermesi fiili olarak vekalet sözleşmesinin devam ettiğini göstermez.

Ayrıca, ceza muhakemesinde zorunlu müdafilik dışındaki sanık avukat ilişkisi hukuku yardım esasına dayanan kendine özgü avukatlık sözleşmesidir. Bu ilişkinin sona ermesi hakkında genel ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir düzenleme mevcut değildir. Aksine kabulde hükümler için telafisi olanaksız zararlar doğabilecek gibi avukatlık sözleşmesine dayanılarak ceza yargılamasında hukuki yardımda bulunan müdafii içinde katlanılması zor olan ve avukatlık sözleşmesinin ruhuna aykırı yükümlülükler doğuracağı bir aşikardır.

Bilindiği üzere, uygulamada ceza yargılamasına konu hüküm kesinleştikten sonra müdafi ile sanık arasında fiili irtibat sona ermekte hatta bazen de menfaat çatışması ortaya çıkmaktadır. Böyle bir ortamda sanıkla avukat arasındaki vekalet ilişkisinin açık bir kabul ya da fiili olarak devam ettiğini gösteren bir uygulamaya rastlanılmaması halinde sözleşmeye konu işin hukuken neticelenmesiyle sona erdiğinin kabulü gerekir.

Konu hakkında Yargıtay'ın bazı özel daireleri tarafından aşağıda açıklandığı gibi irdelenip karar verildiği gözlemlenmiştir.

Yargıtay 4.Ceza Dairesi 17.07.2006 gün 2006/5179-13861 sayılı ilamında özetle şu görüşlere yer verilmiştir. <…Mahkemece verilen ek kararın müdafie tebliğin hukuken geçerliliği, irdelenmesi ve çözülmesi gereken öncelikli bir sorundur. Müdafiinin ceza davalarında müvekkiline yapacağı hukuki yardımın ne zaman sona ereceğini belirlediğimizde sorunun giderilmesi de olanaklı hale gelecektir. Mahkumiyet kararları kesinleştikten sonra, hükmün infazı aşamasına geçilmektedir. Kararda yer alan cezanın infazı Cumhuriyet Savcısı tarafından izlenir ve denetlenir. Avukatın yeni bir vekalet akdi ya da yasal görevlendirme olmadıkça bu aşamada da görevinin devam edeceğine ilişkin bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Bir başka değişle avukatın hukuki yardımı ceza yargılamasını sonuçlandıran kararın kesinleşmesiyle sona ermektedir….> Aynı doğrultuda Yargıtay 11.Ceza Dairesi 20.11.2006 günlü 2006/6647-9220 sayılı ilamında <..hükmün kesinleşmesiyle vekalet ilişkisinin sona erdiği ve bu nedenle ek kararı ile ilgili vekalet ilişkisinin devam edip etmeyeceği belli olmayan hükümlü müdafiinin yapılan tebligatın temyize esas alınamayacağını…> belirtmiştir.

Buna karşılık Yargıtay 1.Ceza dairesi 13.11.2006 günlü 2006/665-4873 sayılı ilamında uyarlama sonucu verilen ek kararın kesinleşen hükümle ilgili yargılamanın sonuçlarına bağlı olduğu cihetle yoklukta verilen hükmün ilk yargılamada vekil olarak hukuki yardımda bulunan ve halen vekaleti devam eden hükümlü vekiline tebliği gerekirken aynı adreste oturan annesine yapılan tebligatı geçersiz sayarak temyiz yasa yolunu kabul ettiği anlaşılmaktadır.

Öğretide de müdafiin görevinin istek üzerine, kendiliğinden (ölüm vs.) ve kovuşturmanın bitmesiyle sona ereceği kabul edilmektedir. Kovuşturma davaya son veren kararın kesinleşmesiyle biter. Kovuşturmaya son veren karar ise <beraat, ceza verilmesine yer olmadığına, mahkumiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi> kararlarıdır. (CMK. Md.223) (Krş. Nur Başar Centel Ceza Hukukunda Müdafii, s.106)

Somut olayda, hükümlü Murat A... hakkındaki Ankara 6.Ağır Ceza Mahkemesinin 27.01.2003 tarihli mahkumiyet hükmü Yargıtay 6.Ceza Dairesinin 19.01.2004 tarihli kararı onanarak kesinleşmiştir. Bu aşamadan sonra, 5237 sayılı TCK.nın yürürlüğe girmesiyle birlikte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5237 sayılı Kanunun 7. maddesinin 2. fıkrası ve 5252 sayılı Kanunun 9. maddenin 3. fıkrası uyarınca lehe kanun değerlendirilmesi yapılması talebi üzerine dosya üzerinden 05.07.2005 günlü ek kararı ile kesin yargı haline gelmiş hükümde değişiklik yapılmış ve anılan karar ilk ceza yargılamasında sanığa hukuki yardımda bulunan Avukat Mehmet G....'e tebliğ edilmiştir. Adı geçen avukat yasal süre geçtikten sonra hükmü temyiz etmiş, Yargıtay 6.Ceza Dairesi ise bu istemi süre yönünden reddetmiştir.

Yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere hükümlünün kesinleşen davada avukatlığını yapan Avukat Mehmet G....'in görevi anılan davanın kesinleşmesi ile sona ermiştir. Anılan avukatın yasal temyiz süresinden sonra yaptığı başvuru vekalet ilişkisinin ve dolayısıyla isteğe bağlı müdafilik görevinin devam ettiğini göstermemektedir. Zira bu temyiz başvurusu olgusu dışında dosyada hükümlü Murat A...'ın avukat ile vekalet ilişkisinin devam ettiğine ilişkin açıkça bir kabul ve görevlendirmesinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Gerçekten bu başvurudan sonra ek karar hükümlüye tebliğ edilmiş ve hükümlü tarafından kararın tebliğinden bir gün sonra temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

Bu açıklamalar ışığında; hükümlü Murat A...'ın temyiz başvurusu kabul edilerek hakkında esastan bir karar verilmesi gerekir iken, yazılı biçimde karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.> Açıklamasıyla; <Yargıtay 6.Ceza Dairesinin 12.06.2006 gün ve 2005/18471, 2006/5830 sayılı, hükümlü Murat A... hakkındaki kararının kaldırılmasına, dosyanın tebliğname doğrultusunda esastan incelenmek üzere Dairesine gönderilmesine karar verilmesi..> itiraz yoluyla talep edilmiştir.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Görüldüğü gibi; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık esas itibarıyla, ceza davalarında, avukat ile müvekkili arasındaki vekaletnameye dayalı avukatlık sözleşmesinin ne zamana kadar geçerli olduğuna ilişkindir.

İtirazın kapsamına göre; Ceza Genel Kurulu'ndaki inceleme hükümlü Murat A... hakkındaki hükümlere hasren yapılmıştır.

Somut olayda; Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 19.01.2004 gün ve 5704-195 sayılı onama ve düzelterek onama kararları ile kesinleşen Murat A... hakkındaki hükümler; 01.06.2005 tarihinde yapılan yasa değişiklikleri sonrası; infaz savcısı ve yerel Cumhuriyet savcısının talep etmesiyle uyarlama yargılaması için yeniden ele alınmış, duruşmasız yapılan yargılama sonunda Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesince 05.07.2005 gün ve 403-24 Ek sayı ile yeni bir hüküm kurulmuştur. Murat A... kesinleşen yargılama sırasında kendisini bir avukata temsil ettirdiği için ek karar öncelikle, adli tatil içerisinde 29.08.2005 günü Av. Mehmet G....'e Tebligat Kanunun 21. maddesi gereğince tebliğ edilmiştir. Av. Mehmet G.... 7 günlük yasal sürenin geçmesinin ardından, 8. güne denk gelen 06.09.2005 tarihinde temyiz dilekçesi vermiştir. Açık bir sebebi bulunmamakla birlikte aynı hüküm bu kez 06.10.2005 tarihinde, bu suçlardan hükümlü olarak cezaevinde bulunan Murat A...'a tebliğ edilmiştir. Murat A... ise, avukatından bağımsız olarak 10.10.2005 tarihinde ayrı bir temyiz dilekçesi vermiştir. Bu aşamadan sonra temyiz dilekçesinin süresinde olduğunu kabul eden tebliğnamenin aksine, Özel Dairece; vekil bulunan dosyalarda vekile yapılan tebligatla sürenin başlayacağı belirtilmiş, bu nedenle de temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Yargıtay C.Başsavcılığı itirazı ise, ilk hükmün kesinleşmesiyle birlikte; avukat ile sanık arasındaki ilişkinin son bulduğuna, bu nedenle tebligatın hükümlüye yapılması gerektiğine, dolayısıyla da hükümlünün kendisine yapılan tebligat üzerine süresinde verdiği temyiz dilekçesi nedeniyle temyiz incelemesi yapılması lüzumuna ilişkindir.

İlk bakışta sorunun sadece temyiz süresinin ne zaman başlayacağına ilişkin olduğu zannı oluşabiliyorsa da; bu sorunun çözülebilmesi için başka bir takım sorulara yanıt verilmesi gerekmektedir.

Dosya incelendiğinde; birden çok geceleyin yağma, dolandırıcılık ve sahte kimlik düzenleyerek kullanma suçlarından haklarında soruşturma yapılan hükümlü Murat A...'ın henüz şüpheli konumunda olduğu aşamada kendisine bir müdafi atandığı görülmektedir.

Gürbüz T.....Ş......isimli bu avukat sadece kolluktaki 23.01.2000 tarihli savunma sırasında hazır bulunmuş, sonraki aşamalara iştirak etmemiştir. Hakkında dava açılan ve artık sanık olan Murat A... ilk yargılama sırasında yeni bir avukat tutmamıştır. İlk yargılama bu şekilde 22.05.2000 tarihinde bitmiş ve karar verilmiştir. Bu aşamada sanık 29.05.2000 tarihli vekaletname ile Av. Ünal D....... ve Av. Mehmet G....'e vekillik yetkisi vermiştir. Av. Ünal D....... ilk olarak 02.08.2000 tarihinde temyiz dilekçesi vermiş, bundan sonra da birçok dilekçe ile yargılama sürecine iştirak etmiştir. Nitekim, ilk hüküm Yargıtay'da bozulmuş ve bozmadan sonraki 08.11.2000 tarihli duruşmadan itibaren yargılama sürecine Av. Mehmet G.... de katılmaya başlamıştır. Av. Mehmet G...., bu tarihten sonra gerek duruşmalara katılarak, gerekse dilekçeler vermek suretiyle hüküm kesinleşinceye kadar, kesintisiz olarak vekaletnameye dayalı savunmanlık görevini sürdürmüştür. Murat A... tarafından, Av. Mehmet G....'e verilen vekaletnamedeki yetkiler oldukça geniştir. Söz konusu yetkiler; yeniden yargılama talebinde bulunma ve karar düzelttirilmesi dahil hemen hemen tüm yargılama faaliyetlerini kapsar şekilde ve süresizdir.

Genel Kurul'daki görüşmeler sırasında ilk olarak Av. Mehmet G....'e yapılan tebligatın adli tatil içerisinde yapılmış olması gündeme gelmiştir. Bilindiği üzere bu konu 1412 sayılı Yasanın 423. ve 5271 sayılı Yasanın 331. maddelerinde düzenlenmiştir. Gerek bu yasalarda olsun, gerekse 14.02.1934 gün ve 47/1 sayılı içtihadı birleştirme kararında olsun, adli tatil içerisinde yapılan tebligatların geçerli olacağı, fakat sürelerin işlemeyeceği kabul edilmiştir. Bununla birlikte; adli tatilde görülen işlerde sürelerin işleyeceği Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.05.2003 gün ve 161-162 ve 26.04.1993 gün ve 53-125 sayılı kararlarında olduğu gibi, benzer kararlarında da açıkça ortaya konulmuştur. Bu durumda, somut olayda vekile yapılan tebligat (29.08.2005) günlü olup adli tatil içerisindedir. Temyiz tarihi ise adli tatilin bittiği 06.09.2005 tarihine tesadüf etmektedir. Yargılamaya konu suçtan hükümlü ve bu nedenle cezaevinde olduğu anlaşılan Murat A...'ın durumu değerlendirildiğinde, hakkındaki yargılamanın adli tatil içerisinde görülebilecek işlerden sayılabileceği konusunda Genel Kurulda bir tereddüt oluşmamıştır. Bu itibarla; sürelerin işlemesine bir engel bulunmadığından, temyiz süresinin son günü 05.09.2005 tir. Dolayısıyla, Av. Mehmet G....'in temyiz dilekçesinin yasal süreden sonra verildiği kabul edilmiştir.

Bu aşamada; asıl uyuşmazlığa geçilmeden önce Av. Mehmet G....'e 7201 sayılı Tebligat Yasasının 21. maddesine göre yapılan tebligatın geçerli olup olmadığı konusu Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun yapılmış ve öncelikle bu konu görüşülmüştür.

Ön sorunla ilgili olarak yapılan incelemede:

Tebligatın Av. Mehmet G....'e, 7201 sayılı Tebligat Yasasının 21. maddesine göre yapıldığı görülmektedir. 21. maddeye göre tebligat yapılırken, bu maddede yazılı olan usule olduğu kadar, Tebligat Tüzüğünün 28. maddesinde yazılı olan usule de uyulması zorunludur. Her iki düzenlemeye bakıldığında; Tebligat Yasasının 21. maddesinin başlığının <Tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden imtina> olduğu görülmektedir. Madde metni ise şu şekildedir:

<Madde 21 - (Değişik madde: 06/06/1985 - 3220/7 md.) Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.

(Ek fıkra: 19/03/2003 - 4829 S.K./5. md.) Muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurları yukarıdaki fıkra uyarınca kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecburdurlar.>

Başlığı <Tebliğ imkansızlığı> olan Tebligat Tüzüğünün 28. maddesinde ise şöyle bir düzenleme yer almaktadır:

<Madde 28 - (Değişik fıkra: 05/10/1987 - 87/12170 K.) Muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiç biri gösterilen adreste bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar kurulu veya meclisi üyeleri, zabıta amir ve memurlarından tahkik ederek beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp altını imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir.

(Değişik fıkra: 05/10/1987 - 87/12170 K.) Muhatap ölmüşse veya gösterilen adresten devamlı olarak ayrılmış ve yeni adresi de tebliğ memurunca tespit edilmemişse, tebliğ evrakı, çıkaran mercie geri gönderilir.

Yeni adres tebliğ memuru tarafından tesbit edilmiş ise bu adres tebliğ mazbatasındaki mahsus yerine ve tebliğ evrakındaki adresin bulunduğu tarafa yazılır.

Bu halde;

A) Yeni adres, tebliğ memurunun tevzi bölgesi dahilinde bulunduğu takdirde tebligat o adrese yapılır.

B) Yeni adres, aynı PTT merkezinin diğer bir tevzi bölgesinde veya başka bir PTT merkezinin mıntıkası içinde bulunursa, tebliğ evrakı yeni adreste tebliğinin temini için tebliğ memuru tarafından bağlı olduğu merkeze iade olunur.

Tebligat evrakında yazılı tarihe kadar 12 nci Maddede gösterilen müddetlerden daha az bir zaman kalmış veya yeni adres yabancı bir memlekete ait ise PTT merkezi tebliğ evrakını tebligatı çıkaran mercie geri gönderir.

Muhatap ve onun yerine tebligat yapılacak kimseler, o adreste bulundukları halde tebliğin yapılacağı sırada orada mevcut değillerse 30 uncu Maddeye göre muamele yapılır.>

Tüzüğün 29. maddesinin başlığı <Tebellüğden imtina>, 30. maddesinin başlığı <Tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden imtina halinde yapılacak muamele>, 31. maddesinin başlığı ise; <Tebliğ evrakının saklanması ve ihbarnamenin talik müddeti> dir. Maddelerin içeriği ise şu şekildedir:

Madde 29 - Kendisine tebliğ yapılacak kimse veya yukarı ki Maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimseler tebellüğden imtina ederlerse 30 uncu Maddeye göre muamele yapılır.

Madde 30 - 28 inci Maddenin son fıkrasında ve 29 uncu Maddede zikredilen ahvalde tebliğ memuru, tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti veya meclisi azasından birine veyahut zabıta amir, veya memuruna imza mukabilinde teslim eder.

(Değişik fıkra: 05/10/1987 - 87/12170 K.) Tebliğ memuru, Tüzüğe ekli 2 numaralı örneğe uygun olarak düzenlenen ihbarnameyi, gösterilen adresteki kapıya yapıştırır. Durumu, muhataba duyurmasını mümkünse en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirir.

İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.

Madde 31 - Yukarıdaki maddenin 1 inci fıkrasında zikredilen kimseler, kendilerine teslim edilen tebliğ evrakını, 3 ay saklamakla mükelleftirler. Tebliğ evrakı muayyen müddeti ihtiva ederse, mezkur evrak ihtiva ettiği müddetin bitiminden itibaren 3 ay daha saklanır.

Yukarı ki Maddede yazılı ihbarname kapıya yapışmış olarak 10 gün kalır.>

Yasal düzenlemeden de fark edileceği üzere; Yasanın 21. maddesinde açıkça ifade edilmese bile, Tüzüğün 28. maddesine göre; tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar kurulu veya meclisi üyeleri, zabıta amir ve memurlarından tahkik ederek beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp altını imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir. Yine, muhatap ölmüşse veya gösterilen adresten devamlı olarak ayrılmış ve yeni adresi de tebliğ memurunca tespit edilmemişse, tebliğ evrakı, çıkaran mercie geri gönderilir.

Bu husus yargısal kararlara da konu olmuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 16.03.1999 gün ve 30-40 sayılı kararında; Tüzüğün 28. maddesinin ilk fıkrasında düzenlenen <adresten uzun süreli ayrılmalarda> yukarıda belirtilen usulün uygulanması, dolayısıyla ilgililerin beyanlarının da tutanağa yazılmasının gerekli olduğu; buna karşılık, Tüzüğün 28. maddesinin son fıkrasında düzenlenen <sadece tevziat esnasında orada bulunmama> halinde ise Tüzüğün 30. maddesindeki usule göre, komşuya haber verilip, tutanak kapıya yapıştırıldıktan sonra, tebligatın muhtara bırakılmasının yeterli olduğu kabul edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.07.2002 gün ve 154-282 sayılı kararı da bu ikinci durumla ilgilidir.

Tebliğ mazbatasında; tebligatın 21. maddeye göre yapıldığı, bu kapsamda, kendisine tebliğ yapılacak olan avukatın komşusu Dursun Yaşar'a haber verildiği ve tebligat evrakının mahalle muhtarı Hamza Yılmaz'a teslim edilerek kapıya da yapıştırıldığı yazılıdır. Tüm bu işlemler, 29.08.2005 tarihinde yapılmıştır. Tebligatın yapıldığı yer avukatlık bürosu olup, avukatın tevziatın yapıldığı sırada geçici olarak büroda bulunmadığı bellidir. Şu halde, Tüzüğün 30. maddesindeki usule göre, komşuya haber verilip, tutanağın kapıya yapıştırılması ve tebligatın muhtara bırakılması yeterli olduğundan, yapılan tebligat geçerlidir.

Ön sorunla ilgili olarak 06.02.2007 tarihli ilk müzakerede gerekli oy çoğunluğu sağlanamadığı için, karar 06.03.2007 tarihli ikinci görüşmede oybirliği ile verilmiş ve Tebligat Yasası>nın 21. maddesince yapılan tebligat geçerli sayılarak, diğer sorunlarla ilgili görüşmelere geçilmiştir.

5271 sayılı Yasanın 37. maddesi gereğince; ceza işlerinde tebligat esas itibarıyla Ceza Yargılaması Usulü Yasasına göre yapılır. Burada hüküm bulunmayan hallerde ise ilgili yasa olan Tebligat Yasası hükümleri uygulanacaktır.

Gıyapta verilen kararların tebliği gereklidir. Süreler tebellüğ ile birlikte işlemeye başlayacağından, tebligatın kime yapılacağı konusu önem arz etmektedir. Hangi hallerde tebligatın kime yapılması gerektiği 7201 sayılı Tebligat Yasasında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bunların içerisinde, konumuzu ilgilendiren düzenleme Tebligat Yasasının 11. maddesidir. Madde aynen şu şekildedir:

<Vekile ve kanuni mümessile tebligat:

Madde 11 - (Değişik fıkra: 06/06/1985 - 3220/5 md.) Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.

Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere yapılır.

Buna bağlı olarak Tebligat Tüzüğünün 15. ve 16. maddeleri de şu şekildedir:

<Vekile tebligat:

Madde 15 - (Değişik madde: 05/10/1987 - 87/12170 K.)

Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine dair hükümleri saklı kalmak üzere, tebliğ, vekile yapılır.

Vekil birden çoksa, tebliğin bunlardan birine yapılması yeterlidir. Birden çok vekile tebliğ yapılmışsa ilkine yapılan tebliğin tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır.

Kanuni mümessile tebligat:

Madde 16 - Tebligat, kanuni mümessili bulunanların mümessillerine yapılır.

Kanuni mümessili olmayıp da bulunması gerekenlere usulü dairesinde kanuni mümessil tayini cihetine gidilir.

Kanunlara göre, kanuni mümessili bulunanların bizzat kendilerine tebligat yapılması icap ederse, mümessile tebligat yapılamaz.>

Bu düzenlemeler karşısında, vekil vasıtasıyla temsil edilen işlerde tebligatın vekile yapılması gerektiği açıktır. Yerleşik yargısal kararlar da bu yöndedir. Ancak, vekile tebligatın yapılamaması nedeniyle ortaya çıkacak olan zorunlu hallerde asıla da tebligat yapılabileceği kabul edilmektedir. (YCGK 06.11.1989/268-338; YHGK 22.01.2003/25-7; YCGK 26.04.1993/53-125; YCGK 05.03.1979/41-106)

Halen cezaevinde hükümlü bulunan ve hükümlü bulunduğu suçtan aldığı cezanın miktarına bakıldığında kendisine bir vasi atanması gereken hükümlüye tebligatın, Tebligat Yasasının 11. maddesinin 2. fıkrası ile Tebligat Tüzüğünün 16. maddesi gereğince vasi (yasal temsilci) aracılığıyla yapılmamış olması ise bir sorun olarak görülmemiştir.

Şu halde; uyuşmazlık Av. Mehmet G.... ile hükümlü Murat A... arasındaki temsil ilişkisinin devam edip etmediği noktasında düğümlenmiştir.

İtiraz yazısında öne çıkarılan husus da bu konu ile ilgilidir. Bu kapsamda öncelikle ilişkisinin mahiyetini ortaya koymakta yarar vardır.

Bilindiği gibi 5271 sayılı Yasaya göre; bir ceza davasında avukat ile şüpheli, sanık veya hükümlü arasında iki yöntemden birisi ile ilişki kurulabilir. Bunlardan birincisi, koşulları oluştuğunda yasa gereği baroca avukat atanmasıdır. İkincisi ise, şüpheli, sanık veya hükümlünün vekaletname ile avukat tayin etmesidir. 1412 sayılı Yasa döneminde, birinci şekilde görevlendirilen avukata müdafi, ikinci şekilde görevlendirilen avukata ise vekil denilmekte idi. 5271 sayılı Yasa bu ikili ayrımı kaldırmış ve usulün 2. maddesinin c fıkrasında bunların her ikisi de müdafi olarak tanımlanmıştır. Buna karşın; birinci durumda bir görevlendirme, ikinci durumda ise sözleşmeden kaynaklanan ilişki söz konusudur. Bu yönüyle iki kurum, görevin başlaması, yürütülmesi, sona ermesi, ücret gibi konularda farklılıklar arz etmektedir.

Bizim konumuzu bunlardan ikincisi oluşturmaktadır. O yüzden birincisi üzerinde durulmayacaktır.

Sözleşme ile kurulan ilişkide; avukat, vekil eden tarafından yurt içinde noterde düzenlenen bir vekaletname ile yetkilendirilmektedir. Bu nedenle, aslında söz konusu ilişkinin temelinde Borçlar Yasasının 386. vd. maddelerinde düzenlenmiş olan <vekalet sözleşmesinin> bulunduğu söylenebilir.

Fakat, Avukatlık Yasası ile, <Avukatlık Sözleşmesi> adı altında farklı bir sözleşme türü ihdas edilmiştir. Avukatlık sözleşmesi, vekalet sözleşmesine benzemekle birlikte aynısı değildir. Avukatlık Yasasının 163. maddesine göre; <avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı ve meblağı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.> Görüldüğü gibi, düzenleme <Avukatlık Sözleşmesi> adı altında yeni bir sözleşme türü ihdas etmekle birlikte, bu sözleşmeyi yeterince tanımlamamıştır.

Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için; <Avukatlık Sözleşmesi>nin ihdas edilmesi sürecini kısaca gözden geçirmek gerekecektir: 1924 yılında yürürlüğe giren 460 sayılı Muhammat Yasasında, 1938 yılında yürürlüğe giren 3499 sayılı Avukatlık Yasasında ve 1969 yılında yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Yasasında bu konuda bir tanım ve düzenleme yoktur. 1136 sayılı Yasanın 164. maddesinde sadece <ücret sözleşmesi> ibaresi geçmekte olup bunun da avukatlık sözleşmesini tanımlayan, sözleşmenin niteliklerini ortaya koyan bir yanı bulunmamakta idi. Uygulamada karşılaşılan aksaklıklar nedeniyle konu bilimsel yapıtlarda ele alınmış ve tartışılmıştır. Tartışmalarında etkisiyle Avukatlık Yasasında yapılacak değişiklikler arasına bu konu da alınmıştır. Avukatlık Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısının Genel Gerekçesinde, avukatlık sözleşmesi için, <bir başka düzenleme de avukatın sunduğu hukuki yardımın yapılması ve işlevi konusundadır. Bu hizmet artık Borçlar Yasasındaki klasik vekalet akdinin sınırlarını aşmıştır. Mimarlık sözleşmesi ve benzeri sözleşmelerde olduğu gibi, tamamen sui generis (kendine özgü) karakterde ve bütünüyle yeni olan bir <avukatlık sözleşmesi> olarak ihdas edilmiştir.> açıklaması yapılmıştır. (Av. Semih G....; Avukatlık Hukuku, Ankara-2007, s.196-197)

Avukatlık Yasasında sözleşmenin adının konulmuş; fakat yeterince tanımlanmamış olmasının bir nedeninin de, sözleşmenin mahiyetine ve özelliklerine ilişkin tartışmaların oluşum sürecine katkı sağlayacağı düşüncesi olduğu öğretide belirtilmektedir.

Şu halde; avukatlık sözleşmesinin henüz tam anlamıyla tanımlanmadığı ortada ise de; Borçlar Yasasında yer alan vekalet sözleşmesinden farklı bir sözleşme olduğu kesindir. Nitekim bu iki sözleşme arasında; ücret yönünden, biçimsel yönden, kişi yönünden, tarafların yükümlülükleri yönünden, işe son verme ve işten çekilme yönünden, tazminat isteklerinde zamanaşımı süreleri yönünden ve yorum ilkelerindeki kurallar yönünden ciddi farklılıklar bulunduğu öğreti tarafından da kabul edilmektedir. Buna göre; <Avukatlık Sözleşmesi> her iki tarafa borç yükleyen, belli bir hukuki yardımı veya bir hizmetin yapılmasını konu edinen, kendine özgü kuralları olan (sui generis), tekel hakkına sahip kişilerce yapılabilecek ve ücret karşılığı yapılabilen ivazlı bir sözleşmedir.(Av. Semih G....; Avukatlık Hukuku, Ankara-2007, s.198-207)

Bu nedenle, avukat ile müvekkili arasındaki ilişkinin sona ermesini Vekalet Sözleşmesine göre izah etmemiz mümkün görünmemektedir.

Ülkemizdeki uygulamada, avukatlık sözleşmesinin uygulanabilir hale gelmesi için, öncelikle bir vekaletnamenin varlığı gerekmektedir. Bu vekaletname yurtiçinde noterlerce düzenlenmektedir. Bir kısım yargı kararlarında da bahsedildiği gibi, avukatlık sözleşmesi gereğince avukatın göreve başlaması için bu genel vekaletten sonra, ayrıca özel bir talimat gerekmektedir. Uygulamamızda çok büyük bir ekseriyetle vekaletnameler süresiz olarak verilmektedir. Yasalarımızda da, bunu sınırlayan herhangi bir hüküm yoktur. Bu nedenle, avukatlık sözleşmesinin uygulamaya geçirilebilmesi için özel bir talimat aranmalıdır görüşü oldukça isabetlidir. Şu halde; bir kişi herhangi bir avukata, o an için yaptıracak bir işi olmasa dahi vekaletname verebilir. Ancak, ileride avukat tarafından yapılacak bir iş olduğunda özel bir talimat verir ve o işin yapılmasını avukattan ister. Avukat, vekaletnameyi kabul etmiş olduğu halde, bu işi yapmayı kabul edip, etmemekte özgürdür. Ancak kabul ettiği takdirde, avukat ile vekalet veren arasında avukatlık sözleşmesi kurulmuş olur. Bu sözleşme çerçevesinde herhangi bir şekille bağlı kalınmadan ücret vs. ye ilişkin anlaşmalar yapılabilir.

Sözleşmenin başlayacağı, biteceği aşamaların ve diğer ayrıntıların yazılı bir sözleşme ile ya da başka biçimlerde belirlenmiş olması halinde, sözleşmenin ne zaman başladığını veya ne zaman bittiğini tespitte bir sorunla karşılaşılmayacaktır. Sorun, aradaki sözleşmenin ayrıntıları kapsamadığı ya da kapsasa dahi bunun ispat edilemediği durumlarda ortaya çıkacaktır.

Dosyamızdaki uyuşmazlık ta daha çok böyle bir durumla ilgilidir. Bu durumda; avukatlık sözleşmesi ile ilgili genel hükümlere gitmek ya da bu konuya ilişkin genel bağlayıcı kurallar belirlemek gerekecektir.

Avukatlık sözleşmesinin özel bir talimatla başlayacağı belirtilmişti; o halde, avukatlık sözleşmesi ne zaman sona erecektir. Yanıtlanması gereken en önemli soru budur. Zira bu sorunun cevabı, büyük ölçüde üzerinde durulan meseleyi çözebilecektir. Avukatlık sözleşmesinin ne zaman biteceği mevzuatta açıkça düzenlenmemiştir. Fakat, öğretide ve yargısal kararlarda genel olarak, vekalet sözleşmesini de sona erdiren ölüm, istifa, azil, vekilin ehliyetlerinin ortadan kalkması, iflas, gaiplik, avukatın işten veya meslekten çıkarılması gibi sınırlayamayacağımız sayıda sebeple avukatlık sözleşmesinin son bulabileceği kabul edilmektedir. Bu ve benzeri durumların bulunması halinde dahi, sözleşmenin bittiği zamanın tespiti o kadar zor olmayacaktır. Zira, dosyadaki uyuşmazlık ta bu şekilde sona erme ile ilgili değildir. Asıl zorluk, bu durumlardan birisi bulunmadığında sözleşmenin ne zaman bittiğini belirleme noktasında çıkmaktadır.

herhangi bir suç işlemiş, bu suçla ilgili soruşturma başlatılmış ve bu aşamada noterden düzenlediği vekaletname ile avukatı <müdafi> olarak tayin etmiştir. Avukat ta müdafi sıfatıyla soruşturma aşamasında savunma faaliyetini yürütmüş, kovuşturma aşamasında da görev yapmıştır. Böyle bir durumda, sözleşmenin açıkça sona erdiğini gösteren bir neden yoksa, avukatlık sözleşmesi sonsuza dek sürecek midir ya da belli bir zamanda bitmesi mi gereklidir? Çözülmesi gereken problem budur. Zira bu problem çözüldüğünde, tebligatın hangi aşamada kime yapılacağı hususundaki temel sorun da giderilmiş olacaktır.

Avukatlık Yasasının 171. maddesinde (02.05.2001- 4667/83 ile değişik) <Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.> şeklinde bir düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeden çıkan sonuç şudur; avukat vekalet sözleşmesi son bulana kadar değil, iş (yani avukatlık sözleşmesi) son bulana kadar takiple mükelleftir. Öyleyse, yazılı sözleşme bulunmayan hallerde <işin sonu> ne zamandır. Bu sorunun yanıtı, hukuk yargılamasında ve ceza yargılamasında farklıdır. Hukuk Usulü Muhakemesi Yasasının 62. maddesinde; <Kanunen salahiyeti mahsusa itasına mütevakkıf hususlar müstesna olmak üzere vekalet, hüküm katiyet kesbedinceye kadar davanın takibi için icap eden bilumum muameleleri ifaya ve hükmün icrasına ve masarifi muhakemenin tahsiliyle bundan dolayı makbuz itasına ve kendisi aleyhinde de işbu muamelatın kaffesinin ifa edilebilmesine mezuniyeti mutazammındır.> denilmek suretiyle, avukatla vekil arasındaki sözleşmenin hükmün icrası aşamasında dahi devam edeceği düzenlenmiştir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 02.07.2003 gün ve 442-445 sayılı kararı başta olmak üzere, aynı konuyu vurgulayan çok sayıda yargısal karar bulunmaktadır. Bunlara göre; kesinleşen hükümde taraf kendisini vekille temsil ettirmişse ve bu husus ilamdan anlaşılıyorsa, ilamın infazı işlemlerinde tebligatın bu vekile yapılması zorunludur. Buna rağmen; hukuk davalarında dahi, ilamların infazı aşamasında cezai sonuç doğuracak tebligatların vekile değil asile yapılması gerektiği bir kısım kararlarda vurgulanmaktadır. (Yargıtay 8. Ceza Dairesi 26.01.1993 gün 297-1133) Ceza yargılamasında ilamların infazı işlemlerinin devlet tekelinde ve genel olarak Cumhuriyet savcısı tarafından yürütüldüğü düşünüldüğünde, cezadaki durumun hukuktakinden daha farklı olması gerektiği ortadadır.

O halde, ceza yargılamasında durum ne olmalıdır? Avukatlık Yasasının 171. maddesinden biraz önce bahsedilmiş ve avukatın işi sonuna kadar takip etmesi gerektiğinin belirtildiği vurgulanmıştı. Şimdi, o soruyu tekrar sormak gerekir; ceza yargılamasında <işin sonu> denildiğinde ne anlaşılmalıdır?

Bu konuda uygulamada birlik bulunmamaktadır. Bir kısım Yargıtay Özel Dairesi, işin sonunun hükmün kesinleşmesi olduğunu vurgulayan kararlar verirken (Yargıtay 4. Ceza Dairesi 17.07.2006 gün ve 5179-13861; Yargıtay 11. Ceza Dairesi 20.11.2006 gün ve 6647-9220; Yargıtay 9. Ceza Dairesi 14.03.2006 gün ve 694-1566; 26.04.2006 gün ve 773-2468; 10.04.2006 gün ve 1168-2153); bir kısım daireler ise tersi yönde kararlar vermektedirler. (Yargıtay 1. Ceza Dairesi 13.11.2006 gün ve 665/4873; Yargıtay 8. Ceza Dairesi 18.10.2005 gün ve 2731-9779; Yargıtay 6. Ceza Dairesi, incelenen dosyadaki karar)

Bu konuyla ilgili bir hüküm de; Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 2. maddesinde bulunmaktadır. Buna göre; <Bu tarifede yazılı avukatlık ücreti kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır.> Avukatlık sözleşmesine ilişkin olarak herhangi bir ücret anlaşması yapılmış ise o anlaşma geçerli olacaktır. Buna karşılık, böyle bir anlaşma yoksa, tarifedeki ücretler uygulanacaktır. Tarifede bir iş için belirlenen ücret, o işin, dolayısıyla da sözleşmenin tamamını kapsayacağına göre, tarife düzenlenirken avukatlık sözleşmesinin kesin hüküm elde edilince sona ereceği açıkça kabul edilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise, bu sürece dahil olduğunda şüphe bulunmayacağından temyiz aşamasındaki duruşmanın ayrı bir ücrete tabi olacağı ayrıca belirtilmiştir. Bu faaliyet, kesinleşme sürecinde yer almasına rağmen yasa koyucunun tercihiyle ayrı bir ücrete bağlanmıştır. Bunun yanında Hukuk Usulü Muhakemesi Yasasının 62/1. maddesine uygun olarak icra takipleri de sürecin içinde gibi değerlendirilmiştir.

Avukatlık sözleşmesinin süresiz olarak devam ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir kabul, birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Belli bir ücret karşılığı iş yapan vekilden, kesinleşen bir hükümden yıllarca sonra, bu hükümle ilgili yeni bir durum ortaya çıktığında, o hususu da kendiliğinden halletmesi bir görev olarak beklenemez. Şu durumda, yasal düzenlemelere uygun olanı avukatlık sözleşmesinin hükmün kesinleşmesi ile sona ermesidir. Olağan olmayan yasa yolları bu sürece dahil edilmemelidir.

Ancak, açıkça sonlandırılmadığı veya diğer sona erme nedenleri bulunmadığı takdirde, vekalet ilişkisi halen devam ediyor olacağından, eğer ki, kesinleşme sürecinden sonraki işlemler için de aynı avukatın işe devam etmesi isteniyorsa, ayrı bir avukatlık sözleşmesi yapılmalıdır. Bu sözleşme, şekle bağlı olarak açıkça yapılabilecektir. Ancak bu şart değildir. Aynı sözleşme, müvekkilin vereceği sözlü bir talimatla kurulabileceği gibi, vekilin müvekkilinin lehine işe girmesi ve müvekkilinin buna izin vermesi ya da ses çıkarmaması şeklinde de ihdas edilebilir.

Tüm soruların yanıtları birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda; hüküm kesinleştikten sonra, mahkemece yeni yasal düzenlemeler nedeniyle ve Cumhuriyet savcılarının başvurusu üzerine uyarlama yargılaması yapılmasına karar verilmiş ve dosya yeniden ele alınmıştır. Yargılama dosya üzerinde yapıldıktan sonra; önceki kararda sanık müdafi olarak Av. Mehmet G....'in adı yazılı olduğu için verilen karar bu avukata tebliğ edilmiştir. Oysa; hüküm kesinleştikten sonra, Av. Mehmet G.... ile sanık Murat A... arasındaki avukatlık sözleşmesi sona ermiştir. Uyarlama yargılaması ile ilgili olarak, hükümlü Murat A... ile Av. Mehmet G.... arasında yapılmış açık bir sözleşme dosyada bulunmadığı gibi, Murat A...'ın kendisinin temsil edilmesi yönünde yazılı, sözlü ya da eylemli yeni bir onay verdiği de belirsizdir.

Kaldı ki, uyarlama hükmünün sonradan kendisine tebliğ edilmesi üzerine hükümlü Murat A...'ın bizzat yeni bir temyiz dilekçesi vermesi ve Av. Mehmet G....'in daha önce vermiş olduğu temyiz dilekçesinden, bu avukatın isminden ya da avukatının varlığından bahsetmemiş olması, böyle bir talimatının bulunma olasılığını azaltmaktadır. Av. Mehmet G....'in işi takip etme iradesini açıkça ortaya koymuş olması ve hatta bununla ilgili olarak, temyiz talebinin reddedilmesi üzerine 05.09.2006 tarihinde karar düzeltme istemiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvurması dahi bu talimatın varlığını kabule yetmemektedir. Bunun dışında tek olasılık Murat A...'ın talimatı olmaksızın Av. Mehmet G....'in kendiliğinden iş yapmış olup olmadığıdır. Eğer, avukatın temyiz dilekçesi süresinde verilmiş ve hükümlü de buna herhangi bir itirazda bulunmamış olsa idi, bunun kabulü olanaklı ise de dilekçe süresinde verilmemiş, hükümlünün, uyarlamaya ilişkin son hükmü temyiz davasına konu edebilme olanağı ortadan kalkmıştır. Bu ahvalde devam ettiği kuşkulu hale giren eski bir vekalet ilişkisinden bahisle hükümlünün aleyhine sonuç yaratmak düşünülmemelidir.

Unutulmamalıdır ki;

Hukukun üstünlüğü ve koruyuculuğu ilkesi, kuşkunun var olduğu hallerde haktan yararlanma hal ve yeteneğini genişletmeyle gerçekleşir.

O halde; konu olayda, avukatlık sözleşmesinin, kamu davasında verilen hükmün kesinleşmesiyle sona erdiğinin, yazılı, sözlü ya da eylemli biçimde yenilendiğine ilişkin bir hal gerçekleşmediğinden uyarlama yargılamasında avukatın müdafi sıfatıyla temsil yetkisi olmadığının ve dolayısıyla temyiz süresini geçirme biçimindeki kusurlu davranışının hükümlü aleyhine değerlendirilemeyeceğinin kabulü gerekmektedir.

Açıklanan bu gerekçeler doğrultusunda;

Yargıtay C.Başsavcılığı itirazı yerindedir. Bu itibarla özel daire kararı kaldırılmalı, hükümlü Murat A...'a 06.10.2005 tarihinde yapılan tebligat üzerine 10.10.2005 tarihinde süresinde verdiği temyiz dilekçesine istinaden inceleme yapılması için dosya Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Genel Kurul Üyesi ise; <hükümlü ile Av. Mehmet G.... arasındaki vekaletnameye dayalı müdafi-vekil ilişkisini sona erdiren sebeplerden herhangi birisinin bulunmadığını, bu nedenle vekalet ilişkisinin devam ettiğini, dolayısıyla da avukata yapılan tebligatla yasa yoluna başvuru süresinin başladığını> ileri sürerek, itirazın reddi yönünde karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 12.06.2006 gün ve 18471-5830 sayılı <temyiz talebinin reddine> ilişkin kararının KALDIRILMASINA,

3- Hükümlü Murat A...'ın yasal sürede verdiği temyiz dilekçesi nedeniyle, temyiz incelemesi yapılması için, dosyanın Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 06.03.2007 günü oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 17-01-2011, 13:01   #3
Avukat Tekin

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım çok teşekkür ederim ancak bu kararı ben de bulmuştum ve karardan benim istediğim sonucun çıkması için ciddi bir yorum kaabiliyetine ihtiyaç var. SPmut olayda muhatabımda bu niteliğin olduğundan çok şüpheliyim o sebeple mümkün olduğunca net bir karar arıyorum.
Gene de ilginiz için teşekkür ederim.
Old 17-01-2011, 14:53   #4
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan Yol gösterecek karar 1

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/3897
K. 2005/6568
T. 29.3.2005
• VEKALETTEN AZİL VEYA İSTİFA ( Mahkemeye Ulaşıp Karşı Tarafa Bildirilmedikçe Karşı Taraf İçin Hüküm İfade Etmeyeceği )
• TEBLİGAT ( Vekaletten İstifa Ve Azil İcra Dosyasına Bildirilinceye Kadar Tebligatın Vekile Yapılacağı Ve Bu Tebligat İle Sürelerin İşlemeye Başlayacağı )
• VEKİLE TEBLİĞ ( Vekaletten İstifa Ve Azil İcra Dosyasına Bildirilinceye Kadar Tebligatın Vekile Yapılacağı Ve Bu Tebligat İle Sürelerin İşlemeye Başlayacağı - İstifa Ve Azil İcra Dairesine Ulaşıp Karşı Tarafa Bildirildikten Sonra Vekile Tebligat Yapılamayacağı )
1086/m. 68
ÖZET : Bir tarafın vekilini azletmesi veya vekilin istifa etmesi halinde bu istifa veya azil mahkemeye ulaşıp karşı tarafa bildirilmedikçe karşı taraf için hüküm ifade etmez, hukuki sonuç doğurmaz. Bu nedenle istifa ve azil, icra dosyasına bildirilinceye kadar tebligat vekile yapılır ve bu tebligat ile süreler işlemeye başlar. Buna karşın istifa ve azil icra dairesine ulaşıp karşı tarafa bildirildikten sonra vekile tebligat yapılamaz.

DAVA : Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1- İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının duruşmalı olarak yapılmasına HUMK'nun 438. ve İİK'nun 366. maddeleri hükümleri müsait bulunmadığından bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi:

2- Bir tarafın vekilini azletmesi halinde bu istifa veya azil mahkemeye ulaşıp karşı tarafa bildirilmedikçe karşı taraf için hüküm ifade etmez, sonuç doğurmaz. Bu nedenle vekilini azleden asil, icra dosyasına azli bildirilinceye kadar tebligat azledilmiş olan vekile yapılır ve bu tebligat ile süreler işlemeye başlar. Buna karşılık vekilin istifasının veya azlinin icra dairesine ulaşıp karşı tarafa bildirilmesinden sonraki dönemde azledilmiş olan vekile tebligat yapılamaz. Tebligat var ise geçersiz olur ( Prof Dr. Baki Kuru, Hukuk Usuli Muhakemeleri Kanunu, C. 5. S. 5540 ).

Somut olayda ise ilamdaki vekil 16.01.2003 tarihinde İcra dosyasından gönderilen örnek 53 İcra emrini 17.01.2003 tarihinde almıştır. Ancak vekaletten azledildiğini tebliğ mazbatası altına derçetmiş ise de bu hususu 21.01.2003 tarihinde İcra dosyasına ekteki azilname ile bildirdiğinden yukarıda açıklanan kurallar doğrultusunda azledilen vekile yapılan 17.01.2003 tarihli tebliğ işleminin usulüne uygun olduğunun kabulü gerekir. 17.01.2003 tebliğ tarihi esas alındığında da vekil ile takip edilen işlerde tebliğin vekile yapılacağı asıl olduğundan borçlu asil adına çıkarılan ve 22.01.2003 tarihinde tebliğ olunan tebligat şu duruma göre hukuki sonuç doğurmaz. İcra mahkemesince açıklanan nedenlerle icra emri 17.01.2003 tarihinde tebliğ olunmuş sayılacağından şikayetin reddine karar vermek gerekirken kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366. ve HUMK. 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 29.03.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 17-01-2011, 14:54   #5
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan Yol gösterecek karar 2

T.C.
YARGITAY
20. HUKUK DAİRESİ
E. 1994/3269
K. 1994/4437
T. 20.4.1994
• VEKİLİN VEKALETTEN ÇEKİLMESİ ( Tebliğ Zorunluluğu )
• TEBLİĞ ZORUNLULUĞU ( Vekilin Vekaletten Çekilmesi )
• VEKALETTEN ÇEKİLMENİN ŞEKLİ
7201/m.11
1136/m.41
ÖZET : Vekilin, vekaletten çekilmesini bildirmesi halinde vekil edene, çekilmenin açık bir biçimde masrafı vekile ait olmak üzere mahkemece tebliği gerekir. Vekil edene, vekilinin çekildiğine dair dilekçesi tebliğ edilmedikçe de vekalet devam eder.

DAVA: Taraflar arasındaki kadastro tesbitine itiraz davasının yapılan duruşması sonunda, davanın reddi yolunda kurulan hükmün Yargıtay`ca incelenmesi davacı tarafından istenilmekle; süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenerek, gereği düşünüldü:

KARAR: Davacı vekili ( dava vekili ) 21.10.1989 günlü dilekçesi ile vekaletten çekildiğini, taşınmazı satın almış olması nedeniyle davaya kendi adına katılmak istediğini ve dilekçesinin davacı R.`ye tebliğini talep etmiştir.

Avukatlık Yasasının 41. maddesi hükmünce; vekilin, vekaletten çekilmesini bildirmesi halinde vekil edene, çekilmenin açık bir biçimde masrafı vekile ait olmak üzere mahkemece tebliği gerekir. Vekil edene, vekilinin çekildiğine dair dilekçesi tebliğ edilmedikçe de vekalet devam eder. Ve bu durumda, tüm tebliğlerin vekile yapılması zorunludur ( 7201 s. K. m. 11 ).

Mahkemece, zabıta marifetiyle duruşma günü ve keşif giderleri ile ilgili tebliğ yapılmış ise de, vekilin çekildiğine dair dilekçe tebliğ edilmemiştir. Bu durumda yapılan tebliğlerin geçerli olduğunu kabul etmek, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 41 ve 7201 sayılı Yasanın 11. maddesine aykırıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacının temyiz itirazlarının kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair yönlerin şimdilik incelenmesine gerek olmadığına, 20.4.1994 günü oybirliği ile karar verildi.
Old 18-01-2011, 11:42   #6
Avukat Tekin

 
Varsayılan

Suat Bey teşekkür ederim. Yoğun aramalar sonucu bulduğum üç adet Yargıtay Kararı ve sert bir dilekçe ile kesinleşmeyi alabildim. Kararlardan biri sizin ilk paylaştığınız YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E. 2005/3897
K. 2005/6568. Diğer ikisini de aşağıda paylaşıyorum aynı durumda kalacak bir meslektaş yararlanır belki.

YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2008/1-772
Karar Numarası: 2008/790
Karar Tarihi: 31.12.2008

BİRDEN FAZLA KİŞİNİN BİRLİKTE DAVA AÇMASI
VEKALETNAME VERME ZORUNLULUĞU VE VERMEMEDEN SORUMLULUK
VEKİLİN İSTİFASININ VEYA AZLİNİN KARŞI TARAFA TEBLİĞİ
DAVA DOSYASININ İŞLEMDEN KALDIRILMASI
AVUKATIN VEKALETTEN ÇEKİLMESİ

1086 s. HUMK/43, 67, 68, 409
1136 s. AvK/41

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil ile el atmanın önlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 6. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce asıl davanın açılmamış sayılmasına; karşı davanın kabulüne dair verilen 01.12.2006 gün ve 2001/1204 E. - 541 K. sayılı kararın incelenmesi davacı-karşı davalı Kemal vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 13.06.2007 tarih ve 2007/5728-6860 sayılı ilamı ile; (“...Asıl dava, 14 nolu parseldeki 68/792 arsa paylı 4 nolu meskenin tapusunun iptali ve tescil isteğiyle Ramazan ve Fadile aleyhine açılmış, davalı Fadile davacı aleyhine açtığı karşılık davasında 4 nolu meskene el atmanın önlenmesi isteğinde bulunmuştur.
Mahkemece, davacı vekilinin vekillikten çekildiği, vekilin çekildiğinin asile tebliğ edilmediği, vekilin davayı takip etmediği davanın 04.04.2006 günlü oturumda başvuruya bırakıldığı gerekçesiyle asıl davanın açılmamış sayılmasına, karşı davanın kabulüne karar verilmiştir.
Toplanan delillerden ve tüm dosya içeriğinden, asıl davanın davacısının avukatı tarafından açıldığı, davacı vekilinin 20.12.2005 günlü dilekçesi ile vekillikten istifa ettiği ve vekilin yatırdığı tebligat giderinin kullanıldığı, ancak durumun davacıya, “askere gittiğinden ve sevk adresi belirlenemediğinden tebliğ edilmediği, davacı vekilinin sonraki oturumlara katılmadığı, davalı ve karşı davacı vekillerinin davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri, bunun üzerine 04.04.2006 günlü oturumda asıl davanın başvuruya bırakıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere vekilin, vekillikten istifa etmesi (çekilmesi) ile davadaki vekalet görevi son bulur. Ancak Avukatlık Yasası'nın 41. maddesine göre, belli bir işi takipten ya da savunmadan isteği ile çekilen avukatın o işe ait vekalet görevi, durumun müvekkiline tebliğinden itibaren on beş gün süre ile devam eder. Bu on beş günlük süre içinde mahkeme, istifa eden vekilin huzuru ile yargılama yapamaz. Mahkemenin her halde istifa eden vekilin müvekkiline tebligat yaparak onu duruşmaya çağırması gerekir ve tebligatta asile vekilin istifa ettiği, bu nedenle duruşmaya çağrıldığının açıkça bildirilmesi icabeder (HUMY 67/III). Bu tebligat üzerine asıl ya da yetkili kıldığı başka bir vekil duruşmaya gelirse yargılamaya devam olunur, gelmezse yargılama asilin yokluğunda sürdürülür.
Bu hüküm vekil ile müvekkil arasındaki iç ilişkiyi düzenlemiştir.
Bir tarafın vekili ile karşı taraf ve mahkeme arasındaki dış ilişki ise HUMK'nun 68. maddesinde düzenlenmiştir.
Buna göre vekil duruşmada vekaletten istifa ettiğini bildirirse mahkeme oturumu (duruşmayı) başka bir güne bırakamaz; bilakis yargılamaya devam eder. Mahkeme, istifa eden vekilin müvekkilini ancak bundan sonraki duruşmaya çağırır. Bu çağrıda (tebligatta) müvekkile, vekilin istifa ettiği, bu nedenle duruşmaya çağrıldığının açıkça bildirilmesi gerekir.
Vekil duruşmadan önce vekaletten istifa ettiğini mahkemeye yazılı olarak bildirirse, bu istifa nedeniyle yargılama başka bir güne bırakılamaz; (HUMY 67/III) istifa eden vekilin müvekkilinin duruşmaya gelmesi gerekir.
Müvekkil duruşmaya (oturuma) gelmezse mahkeme karşı tarafın isteği üzerine tahkikata ya da yargılamaya gelmeyen tarafın (müvekkilin) yokluğunda devam eder veya dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir; yoksa duruşmayı başka bir güne bırakamaz.
Ancak, her halükarda bir tarafın vekilinin istifa ettiğinin mahkemeye ve karşı tarafa bildirilmesi zorunludur. Aksi halde karşı taraf (ve mahkeme) hakkında hüküm ifade etmez. Bu halde, (vekilin istifası mahkemeye ulaşıncaya ve karşı tarafa bildirilinceye kadar) mahkeme ve diğer taraf (istifa etmiş olan) vekile karşı usul işlemleri yapmaya devam ederler.
Somut olayda, davacının vekili 20.12.2005 günlü dilekçesi ile vekillikten istifa ettiğini bildirmiş, istifa asile bildirilmemiş, 04.04.2006 günlü oturumda davalı Ramazan ve karşı davacı vekilleri hazır bulunmuşlar, davacının davasını takip etmeyeceklerini bildirmeleri üzerine davacı Kemal'in davası HUMY'nın 409. maddesi uyarınca müracaata bırakılmış, ancak tebligat yapılamadığı halde davacı asil bir biçimde vekilinin istifa ettiğini öğrenip 27.07.2006 günlü mazeret dilekçesi vermiş, davanın müracaata bırakıldığı 04.04.2006 günlü oturumda davacı asilin mazereti kabul edilmiş, bir sonraki 01.12.2006 günlü oturumda da dava karara bağlanmıştır.
HUMY'nun 409. maddesine göre “usulüne uygun biçimde çağrıldıkları halde davanın taraflarından hiçbiri duruşmaya gelmezse (ya da bir taraf gelip de takip etmeyeceğini bildirirse) dava yenileninceye kadar, dava dosyasının işlemden kaldırılmasına” karar verilir.
Olaya yukarıdaki ilkeler ışığında bakıldığında, vekilin istifa ettiği, davacıya tebliğ edilmediği halde, durumu öğrenen ve mazereti kabul edilen davacının davasının 01.12.2006 günlü oturumda müracaata bırakılması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile bu tarih itibariyle açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir...”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı-karşı davalı Kemal.

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava, tapu iptali ve tescil; karşı dava el atmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.
Asıl davanın davacısı Kemal, kayden maliki olduğu 14 parsel sayılı taşınmazın 4 nolu bağımsız bölümünü, borca teminat olmak üzere davalılardan Ramazan'a temlik ettiğini, borcun kapatılmaya çalışıldığı sırada anılan davalının çekişme konusu taşınmazı diğer davalı Fadile'ye temlik ettiğini, bu temlikin kötü niyetle yapıldığını, muvazaalı olduğunu ve hukuka aykırı bulunduğunu ileri sürerek, taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Fadile, dava konusu taşınmazı iyi niyetli olarak satın aldığını, davanın reddi gerektiğini cevaben bildirmiş; karşı davasında ise, kayden maliki olduğu dava konusu 14 parsel sayılı taşınmazın, 4 nolu bağımsız bölümüne asıl davacı Kemal'in el atmasının önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Diğer davalı Ramazan da, davacının nakit sıkıntısına düşmesi nedeniyle taşınmazı sattığını, iddiaların doğru olmadığını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiştir.
Mahkemece, asıl davanın işlemden kaldırıldığı ve süresinde yenilenmediği gerekçesi ile açılmamış sayılmasına; karşı davanın ise kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden; davacı Kemal'in, 09.04.2001 tarihli resmi akitle maliki olduğu dava konusu 14 parsel sayılı taşınmazın 4 nolu bağımsız bölümünü davalılardan Ramazan'a satış suretiyle temlik ettiği, anılan davalı tarafından da taşınmazın 10.10.2001 tarihli resmi akitle diğer davalı Fadile'ye temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı-karşı davalı Kemal vekilinin 20.12.2005 günlü celsede vekillikten çekilmesi nedeniyle, vekilinin talebi üzerine mahkemece anılan davacıya bu hususun tebliğ edilmesine karar verilerek duruşma 04.04.2006 gününe bırakılmış; davacıya gönderilen tebligat, askerde olması ve adresinin bilinememesi nedeniyle bila tebliğ iade edilmiştir. 04.04.2006 günlü ve sonraki oturumlara davacı vekili katılmamıştır. 04.04.2006 günlü oturumda davalı-karşı davacı Fadile vekili asıl davayı takip etmediğini bildirip, davanın işlemden kaldırılmasını talep etmiş, diğer davalı Ramazan'ın vekili ise “...Önceki beyanlarımı tekrar ederim. Esasa ilişkin beyanda bulunacağım...” şeklinde beyanda bulunmuştur. Aynı oturumda mahkemece dosyanın işlemden kaldırılması yönünde ara karar verilmiştir.
Karşı davacı-davalı Fadile vekili 17.03.2006 havale tarihli dilekçesinde, asıl davacı Kemal'in adresini bildirerek o adrese tebligat yapılmasını talep etmiş; 3,50. YTL tutarlı posta pulu ve tebliğ zarfının ekli olduğunu dilekçesinde açıklamıştır. Anılan dilekçe dosyanın işlemden kaldırıldığı 04.04.2006 günlü oturumdan önce hakime havale ettirilmiş ve dosyaya sunulmuştur.
Davacı asıl Kemal 27.07.2006 günlü dilekçesi ile mazeret bildirmiş; mahkemece aynı günlü oturumda mazereti kabul edilmiş ve “duruşma gününü kalemden öğrenmesi” şeklinde, bir ara kararla duruşma 01.12.2006 tarihine talik edilmiştir.
Dosyanın, konu ile ilgili içeriği bu şekildedir.
Yukarıya özet olarak alınan dosya sefahatına göre;
Daire bozması görüşünde olanlar bu bozmaya ilave yapılması gerektiğini ve vekili istifa eden davacı asıla her şartta duruşma günün bildirilmesinin yerinde olacağını vurgulamışlardır.
Direnme kararının doğru olduğu yönünde görüş açıklayanlar ise, vekili istifa eden davacı asıla tebligat yapılmasının gerekmediğini bildirmişlerdir.
Müzakereler sırasında çoğunluk ise; azınlığın görüşlerinin bu aşamada incelenmesinin gerekmediğini, zira olayda mecburi dava arkadaşlığının bulunduğunu, konun bu yönden müzakere edilmesinin uygun olacağını açıklamışlardır.
Somut olay değerlendirildiğinde;
Asıl dava kötü niyetli davalıların muvazaalarına dayanan tapu iptali ve tescil olup, karşı dava ise, bir davalının, davacı aleyhine açtığı men'i müdahale davasıdır. Tapu iptali ve tescil davasında birden fazla davalı bulunmaktadır. Dava sebebi ve konusu aynıdır. Davalılar arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır. 04.04.2006 günlü oturumda davalı-karşı davacı Fadile vekili asıl davayı takip etmediğini bildirip, davanın işlemden kaldırılmasını talep etmiş; diğer davalı Ramazan'ın vekili ise, “...önceki beyanlarımı tekrar ederim. Esasa ilişkin beyanda bulunacağım...” şeklinde açıklamada bulunmuş ve böylece asıl davayı takip etmek istediğini zımnen açıklamıştır. Aynı oturumda mahkemece dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu karar, mecburi dava arkadaşlığı olan durumlarda aynı tarafta olanlardan birinin davayı takip edeceği yönünde irade açıklaması karşısında usule ve kanuna aykırıdır. Mecburi dava arkadaşlarından diğerinin davayı takip etmeyeceğini, işlemden kaldırılmasını istemesine değer verilemez. Açıklanan nedenlerle önce dosyanın işlemden kaldırılmasına, daha sonrada açılmamış sayılmasına karar verilmesi isabetsizdir.
Yukarıda izah edilen dosya kapsamına ve somut olayın özelliğine göre, yerel mahkemenin dosyanın işlemden kaldırılmasına ve davanın açılmamış sayılmasına dair kararı usul ve yasaya aykırıdır. Yerel mahkemenin direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı-karşı davalı Kemal'in temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 31.12.2008 gününde, yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.



T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/13969
K. 2007/1274
T. 5.2.2007
� TEBLİGAT ( Vekil Birden Çok İse Bunlardan Birine Tebligat Yapılmasının Yeterli Olacağı/Sürelerin İlk Vekile Yapılan Tebliğ Tarihinden İtibaren İşlemeye Başlayacağı - İlk Avukatın Vekillikten İstifa Ettiğine Yada Azil Olunduğuna Dair Bir Bilginin Dosyaya Sunulmadığı )
� TEMYİZİN SÜRE GEÇTİKTEN SONRA YAPILMASI ( Temyiz İsteminin Reddine Yerel Mahkemenin Karar Verebileceği Gibi Yargıtayın da Bu Konuda Karar Verebileceği )
� VEKİLLİKTEN ÇEKİLME ( İlk Avukatın Vekillikten İstifa Ettiğine Yada Azil Olunduğuna Dair Bir Bilginin Dosyaya Sunulmadığı/İlk Vekile Yapılan Tebligatın Yasal Olarak Geçerli Bulunduğu - Usulüne Uygun Yapılan Tebligata Rağmen Hüküm Süre Geçirildikten Sonra Diğer Vekil Tarafından Temyiz Edildiği )
� VEKİLE TEBLİGAT ( Birden Fazla Vekil ile Temsil Edilen Tarafın Vekillerinden Birine Yapılan Tebligatın Yeterli Olacağı - Diğer Vekillere Tebligat Yapılmış Olsa Bile Sürelerin İlk Vekile Yapılan Tebliğ Tarihinden İtibaren İşlemeye Başlayacağı )
1086/m. 432/4
7201/m. 11
ÖZET : Bir tarafın birden fazla vekili varsa, tebligat bunlardan yalnız birine yapılır. Diğer vekillere tebligat yapılmış olsa bile, süreler ilk vekile yapılan tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar. Bu durumda, ilk avukatın kooperatif vekilliğinden istifa ettiğine yada vekillikten azil olunduğuna dair bir bilgi dosyaya sunulmadığından, ilk vekile yapılan tebligat yasal olarak geçerli bulunduğu ve usulüne uygun yapılan tebligata rağmen hüküm süre geçirildikten sonra, davalı kooperatifin diğer vekili tarafından temyiz edildiği anlaşıldığından ve süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi,Yargıtay da bu konuda karar verebileceğinden, davalı vekilinin temyiz isteminin süre yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı Kadıköy Asliye 3.Ticaret Mahkemesi'nce verilen 15.02.2005 gün ve 2004/294 - 2005/125 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, davalı kooperatifin ortağı iken haksız olarak ortaklıktan çıkarıldığını, zira; kendisine, tahsis edilen dairenin ödemelerinde çevre düzenlemesi ve kombi bedeli dışında başka bir ödeme alınmayacağına dair yazılı taahhüt verildiğini, dairenin 2001 yılında teslim edilmesi gerekirken halen teslim edilmediğini, kooperatifin taahhüdünü yerine getirmediği halde kendisinden ödeme talep etmesinin doğru olmadığını, hatta dairenin anasözleşme ve yasaya aykırı olarak davalı tarafından başkasına devir edildiğini ileri sürerek, davalı kooperatif yönetim kurulunun aldığı ihraç kararının iptalini talep etmiştir.
Davalı vekili, ihraç kararının yasa ve anasözleşmeye uygun olduğunu, kesin fiyatla ortak alımının genel kurul kararı ile mümkün olacağını savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, ödeme yükümlülüğü bulunmayan ihtarnamelere dayalı ihraç kararının usulsüz olduğu gerekçesiyle ihraç kararının iptaline karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, ihraç kararının iptali istemine ilişkindir. Davalı kooperatif davada ilk olarak Avukat Bayram Sıvacı tarafından temsil olunmuş, daha sonra yargılama sırasında kararı temyiz eden vekiller tarafından temsil edilmiştir.
Tebligat Kanunu 11 ve Tüzüğün 15 nci maddesi hükümleri uyarınca, bir tarafın birden fazla vekili varsa, tebligat bunlardan yalnız birine yapılır. Diğer vekillere tebligat yapılmış olsa bile, süreler ilk vekile yapılan tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar.
Bu durumda, ilk avukatın kooperatif vekilliğinden istifa ettiğine yada vekillikten azil olunduğuna dair bir bilgi dosyaya sunulmadığından, ilk vekile 05.04.2005 tarihinde yapılan tebligat yasal olarak geçerli bulunduğu ve usulüne uygun yapılan tebligata rağmen hüküm HUMK.nun 437 nci maddesinde yazılı süre geçirildikten sonra, davalı kooperatifin diğer vekili tarafından 07.11.2005 tarihinde temyiz edildiği anlaşıldığından ve aynı Yasa'nın 432/4 üncü maddesine göre süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay da bu konuda karar verebileceğinden, davalı vekilinin temyiz isteminin süre yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı S.S. Si Yılmaz Konut Yapı Kooperatifi vekilinin temyiz isteminin HUMK.432/4 üncü maddesi uyarınca REDDİNE, aşağıda yazılı bakiye 1.90 YTL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 05.02.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 20-12-2012, 16:02   #7
Av. D. Koca

 
Varsayılan Yetki Belgesi, Tebliğ, Tebligat üzerine yazılan yazıyla istifa?

Selamlar Sayın Meslektaşlarım,

Benim de bu başlıktaki konuya benzer bir sorunum bulunmakta.

Aile Mahkemesi'nde bir davamızda, gerekçeli kararın tebliği için gereken masrafı verip, sonucunu bekledik.

Dava boyunca karşı taraf vekili ( Vekil A), yetki belgesi aracılığıyla birden fazla vekille(Vekil B,C,D...vs) beraber dosyayı takip etmiştir.

Tebligat, yetki belgesi ile ilk duruşmaya giren vekil B'ye tebliğ edilmiş ancak bu vekil, tebligat zarfına " benim dosyada vekaletim yoktur, ilgili merciiye iadesini talep ederim" yazmış , ve tebligat iade edilmiştir.

Hakim, sözlü görüşmemizde bu nedenle tebligatın yenilenmesi gerektiğini ifade edince, ben de özetle :

1-) 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun ( Vekile ve Kanuni Mümesile Tebligat) 11/1. Maddesi gereğince birden fazla vekil var ise,bunlardan birine yapılan tebligatın geçerli olduğunu:

VEKİLE VE KANUNİ MÜMESİLE TEBLİGAT:
http://www.turkhukuksitesi.com/mevzuat.php?mid=7740

2-) Davalı Vekili(Vekil A) tarafından Avukatluk Kanunu 56/5 ve 171/2 ye uygun şekilde, vekaletname hükmünde bulunan yetki belgesi ile tevkil edilen vekil ( Vekil B)'in tebligattan kaçınabilmesi için istifa etmiş veya azledilmiş olması gerektiğini,

Av.K. Madde 56
http://www.turkhukuksitesi.com/mevzuat.php?mid=87

Av. K. Madde 171/2
http://www.turkhukuksitesi.com/mevzuat.php?mid=242

3-) Azil veya istifanın hüküm ifade edebilmesi için 6100 Sayılı Hmuk ((Vekilin azli ve istifasının şekli)81/1. Madde gereğince dilekçe ile bildirilip, tarafıma tebliğ edilmesi gerektiğini,

Vekilin azli ve istifasının şekli
http://www.turkhukuksitesi.com/mevzuat.php?mid=10397

4-) Vekil A'nın tevkil etmiş olduğu Vekil B'nin 28 Kasım'da tebliği almış olduğunu ancak dosyadan öğrendiğim Vekil A'nın, Vekil B'yi azletme dilekçesinin tarihinin 15 Aralık olduğunu bu nedenle Temyiz süresinin dolduğunu,

5-)(Av. Suat Ergin ve Av.Tekin Bey'in eklemiş olduğu) Yargıtay Kararlarına göre " tebligatın geçerli olduğu ve sürelerin işleyeceğini",

T.C. YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E. 2005/3897 K. 2005/6568 T. 29.3.2005

"...Bir tarafın vekilini azletmesi halinde bu istifa veya azil mahkemeye ulaşıp karşı tarafa bildirilmedikçe karşı taraf için hüküm ifade etmez, sonuç doğurmaz. Bu nedenle vekilini azleden asil, icra dosyasına azli bildirilinceye kadar tebligat azledilmiş olan vekile yapılır ve bu tebligat ile süreler işlemeye başlar. ..."

T.C.YARGITAY11. HUKUK DAİRESİE. 2005/13969K. 2007/1274T. 5.2.2007

"...Bu durumda, ilk avukatın kooperatif vekilliğinden istifa ettiğine yada vekillikten azil olunduğuna dair bir bilgi dosyaya sunulmadığından, ilk vekile 05.04.2005 tarihinde yapılan tebligat yasal olarak geçerli bulunduğu…”


6-)Vekil B'nin tebligatı almayıp iade etmiş olması nedeniyle tebliatın usulsüz olduğu kabul edilse bile Tebligat Kanunu 32'ye göre muhatabın tebliğe muttali olması nedeniyle sürenin 28 Kasım'da başlamış sayılması gerektiği

USULÜNE AYKIRI TEBLİĞİN HÜKMÜ:
http://www.turkhukuksitesi.com/mevzuat.php?mid=7761

ve de temyiz süresinin bu halde de dolmuş olacağını,


7-) bu nedenle kesinleşme şerhinin işlenmesini,


***

talep eden dilekçemiziMahkemeye sundum ancak Hakim " Vekil B'nin tebligat parçasına yazdığı yazıyı çekilme olarak yorumlayıp reddetmiş".

*

Yardımcı olabilecek meslektaşlara sorularım şunlar:

1-) Acaba benim bu konuda yorumum mu yanlış?

Vekil B'nin dosyadan çekilmesi için sadece tebligat parçasının arkasına " ilgili merciiye iadesini istediğini yazması" kafi midir?

HMK 81'e göre bu beyanın " dilekçe" ile olması gerekmez mi"?



2-)

Vekil A, 17'sinde "çalışanı aracılığıyla", Vekil B ve Vekil C'yi azlettiğini ve tebligatın kendisine yapılmasını gerektiğini bildirir dilekçeyi Mahkemeye sunmuş ancak tebligatı bizzat gelip almamıştır.

Vekil A'nın 1 bu işlemi; " Vekil B'ye yapılan tebligata (Teb.K. madde 32) muttali olduğu yönünde yorumlanarak, Vekil A açısından 17 Aralık tebliğ tarihi olarak görülebilir mi?
Old 30-12-2012, 14:50   #8
Av. D. Koca

 
Varsayılan Vekilin azli ve istifasının şekli

İlk dilekçeme almış olduğum olumsuz yanıttan sonra tekrar bir araştırma yapıp, altta sunmuş olduğum H.G.K. kararını buldum. Bu karar Türk Hukuk Sitesi'nde üyelerden Sayın İlhan Erden'in yanıtlamış olduğu başlıkta da varmış:

"HGK 9.2.2000 gün 2000/19-23 E. 2000/78 K. sayılı karararını arıyorum?"
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=70734

Ancak başlıkta konusu yer almadığı için, site içi aramada bulamamışım.

Bu kararı Mahkemeye sunduktan sonra kesinleşme talebim kabul edildi.

Benzer sorunla karşılaşabilecek meslekdaşlar için kararı bu başlığa da ekliyorum:

Karara göre, vekil kendine tebliğ edilen tebliğ zarfına istifa ettiğini veya azil olunduğunu yazarak iade edemez, etse bile tebligat geçerli sayılır.

Vekil, tebliğden önce HMK 81 ( Hmuk 68)'e göre istifa ettiğini veya azlediliğini bildirmek zorunda:

6100 S.lı Hukuk Muhakemeleri Kanunu MADDE 81 Vekilin azli ve istifasının şekli
(1) Vekilin azli veya istifasının, mahkeme ve karşı taraf bakımından hüküm ifade edebilmesi için, bu konudaki beyanın dilekçeyle bildirilmesi veya tutanağa geçirilmesi ve gerektiğinde ilgilisine yapılacak tebligat giderinin de peşin olarak ödenmesi zorunludur.

http://www.turkhukuksitesi.com/mevzuat.php?mid=10397


T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2000/19-123
Karar: 2000/78
Karar Tarihi: 09.02.2000

Dava: Taraflar arasındaki "menfi tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 12.3.1998 gün ve 1996/415 E-1998/135 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi'nin 5.10.1998 gün ve 1998/4306-5757 sayılı ilamıyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: HUMK'nun 432/1. maddesine göre, Asliye Hukuk Mahkemelerinden verilen kararlar 15 gün içinde temyiz edilebilir. Bu süre hükmün usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.

Temyize konu menfi tespit davasında 24.6.1999 gününde verilen direnme kararı 23.10.1999 gününde davalı vekili Av. D.G.'ya tebliğ edilmiştir.

Adı geçen davalı vekili HUMK. 68. maddesine göre işlem yapmadan vekillikten azledildiğini üzerine yazarak, tebliğ zarfını iade etmiş ve bundan sonra davalı asıla kararın tebliği üzerine davalının diğer vekili Av. Ç.D. Ç. tarafından direnme kararı 23.11.1999 gününde temyiz edilmiştir.

Bu durumda HUMK 68. maddesine göre vekillikten azledildiği yolunda herhangi bir işlem yapılmayan davalı vekiline yapılan tebligattan sonra 15 günlük yasal süre geçirilerek yapılan temyiz isteminin reddi gerekir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle süre geçtikten sonra yapılan temyiz isteminin REDDİNE, 9.2.2000 gününde oybirliği ile karar verildi.
Old 01-09-2015, 19:18   #9
erturkerdal

 
Varsayılan

Iyi çalışmalar, konu başlığı kararın kesinleşmesinden sonra vekilin istifası da olsa, benim sorum kesinleşme öncesi istifaya dair olacak.

Gerekçeli karar vekile tebliğ edildikten sonra temyiz süresi devam ederken vekilin istifa etmesi üzerine temyiz süresi bu durumdan nasıl etkileniyor? Asile tebliğ oluncaya kadar temyiz süresi dolarsa asil için ayrıca karar tebliğine gerek var mı?

Teşekkürler.
Old 02-09-2015, 10:46   #10
Av. Duygu T

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan erturkerdal
Iyi çalışmalar, konu başlığı kararın kesinleşmesinden sonra vekilin istifası da olsa, benim sorum kesinleşme öncesi istifaya dair olacak.

Gerekçeli karar vekile tebliğ edildikten sonra temyiz süresi devam ederken vekilin istifa etmesi üzerine temyiz süresi bu durumdan nasıl etkileniyor? Asile tebliğ oluncaya kadar temyiz süresi dolarsa asil için ayrıca karar tebliğine gerek var mı?

Teşekkürler.

Sayın erturkerdal,
Hemen yukarıda meslektaşımız Av. D. Koca'nın paylaştığı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun Esas: 2000/19-123 Karar: 2000/78 ve 09.02.2000 tarihli kararında sorduğunuz husus açıkça belirtilmiş.

Karara göre; "HUMK'nun 432/1. maddesine göre, Asliye Hukuk Mahkemelerinden verilen kararlar 15 gün içinde temyiz edilebilir. Bu süre hükmün usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.

Temyize konu menfi tespit davasında 24.6.1999 gününde verilen direnme kararı 23.10.1999 gününde davalı vekili Av. D.G.'ya tebliğ edilmiştir.

Adı geçen davalı vekili HUMK. 68. maddesine göre işlem yapmadan vekillikten azledildiğini üzerine yazarak, tebliğ zarfını iade etmiş ve bundan sonra davalı asıla kararın tebliği üzerine davalının diğer vekili Av. Ç.D. Ç. tarafından direnme kararı 23.11.1999 gününde temyiz edilmiştir.

Bu durumda HUMK 68. maddesine göre vekillikten azledildiği yolunda herhangi bir işlem yapılmayan davalı vekiline yapılan tebligattan sonra 15 günlük yasal süre geçirilerek yapılan temyiz isteminin reddi gerekir." denilmiştir.

Dolayısıyla, henüz istifa dilekçesini vermemiş ve usulüne uygun tebliğ edilmiş temyiz dilekçesini tebliğ alan vekil için süre başlamış olacaktır. Bu arada vekillikten çekilmesi süreyi kesmez ya da durdurmaz diye düşünüyorum. Ancak, müvekkili ile irtibatı kesilmiş ve kendisinin ulaşma imkanı olmadığına dayanıyorsa burada durum biraz değişebilir gibi geliyor.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
boşanmanın kesinleşmesinden sonra nafaka,tazminat ve ziynet eşyalarının istenmesi mna6323 Meslektaşların Soruları 6 20-03-2010 03:31
Red Kararının Kesinleşmesinden Üç Yıl Sonra Açılan Boşanma Davası Kemosabe Meslektaşların Soruları 1 13-06-2009 14:06
Çek bedelinin cezanın kesinleşmesinden sonra ödenmesi şimşek08 Meslektaşların Soruları 2 19-07-2008 12:42
çıkışından 1 ay sonra istifası istenen işçinin durumu hakkında.. SINIRSIZ Meslektaşların Soruları 4 12-11-2007 22:03
ihalenin kesinleşmesinden sonra KDV'nin tahsil edilmesi av.remzi sulhan Meslektaşların Soruları 1 23-11-2006 11:04


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07058096 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.