Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

tapu iptali tescil davası- kooperatif- vekaletin kötüye kullanılması

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 18-01-2010, 16:19   #1
gujankaracay

 
Varsayılan tapu iptali tescil davası- kooperatif- vekaletin kötüye kullanılması

merhabalar;
hukuki nitelendirmesinden emin olamamakla yardımınızı rica ettiğim olay şu şekilde. yurt dışında yaşayan müvekkil türkiyede yaşayan kardeşine 2004 yılında banka aracılığı ile kendisi adına bir gayrimenkul satın alması için yüklüce bir miktar para gönderir. kardeş aynen gönderilen para bedelinde bir kooperatif hissesi satın alır ancak hisse devri sözleşmesini kendi adına yapar, hatta kooperatifin bir sebepten kardeşin kooperatif üyeliğini onaylamaması üzerine kooperatif üyeliğinin tesbiti için müvekkilden habersiz bir dava dahi açar. kooperatif sonlandıktan sonra kardeş tapuyu da kendi adına çıkartır ve hatta evde kendisi oturmaya başlar. müvekkil yurt dışında yaşadığından olaylardan çok geç haberdar olur kardeşinden durumu düzeltmesini ister. kardeş bir süre başka bir gayrimenkulle mübadele vaadiye müvekkili oyalar. ancak neticede olay çözümlenemez.
1- bu durumda tapu iptali tecil davası açmak mümkün olur mu yoksa sadece müvekkilin ödediği bedeli mi isteyebiliriz?
2-tapu iptali ve tescil açılabilirse iptal ve tescil istemek yeterli mi yoksa dava kooperatif üyeliğinin tespiti ile birlikte mi açılmalıdır?
3- dava vekaletin kötüye kullanılmasına mı hileye mi dayandırılmalıdır? ( vekalet paranın gönderilmesinden bir süre sonra verilmiş)

şimdiden görüş bildiren herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum...
Old 18-01-2010, 18:07   #2
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
14.Hukuk Dairesi

Esas: 2003/5267
Karar: 2003/8127
Karar Tarihi: 17.11.2003

İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - ZAMANAŞIMI DEFİ - İNANÇ SÖZLEŞMESİNDE ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BAŞLANGICI

ÖZET : Davacının inanç sözleşmesine dayalı olarak açtığı iade istemine ilişkin bu davada Borçlar Kanunun 125. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcının, dava konusu taşınmazın davalı tarafından kendisine verileceği ümit ve inancının sona erdiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir. Dava konusu bağımsız bölüm 21.9.1989 tarihinde tapuda davalı adına tescil edilmiştir. Davacı yurtdışında yaşadığından yurda geldiği tarihleri pasaportundan tespit etmek mümkündür. 6.9.1989 tarihinde yurtdışına gittikten sonra 1994 ve 2000 yıllarında tekrar yurda giriş yaptığı davacı pasaportundaki kaşelerle sabittir. Davalının tapuyu kendisine artık iade etmeyeceği hususundaki davacı inancı en son yurda giriş yaptığı 2000 yılında sona erdiğinden zamanaşımı süresinin bu tarihten itibaren hesaplanması gerekir. Belirtilen tarih dikkate alındığında ise davacının inançlı işleme dayalı olarak tapusunun kendisine iadesi hususundaki dava açma hakkının zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden mahkemenin tapuda davalı adına yapılan tescil tarihini esas alarak tescil istemi hakkında zamanaşımı geçtiğinden karar verilmediği hususundaki gerekçesi isabetsizdir.



(818 S. K. m. 125)

Dava: Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 18.8.2000 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali tescil veya bedelin tahsili istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; tescil isteminin reddine, alacak isteminin kabulüne dair verilen 25.3.2003 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, bu mümkün olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.

Davalı iddiaların doğru olmadığını, istemin zamanaşımına uğradığından davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme tescil isteminin zamanaşımına uğraması nedeniyle reddine, tazminat talebinin kabulüne karar vermiş, hükmü taraflar temyize getirmiştir.

Dosya kapsamına, toplanan delillere göre davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine karar vermek gerekmiştir.

Davacı temyizine gelince;

Davacı, yurt dışında yaşadığını, yazları geldiğinde kalabileceği bir eve ihtiyaç duyması nedeniyle nizalı bağımsız bölümü inşaat halindeyken yükleniciden 25.000 Kanada Doları karşılığı satın aldığını, bir kısım kaparo verdiğini, bakiye bedeli Kanada'ya döndükten sonra davalı aracılığı ile ödediğini, bu bağımsız bölümle ilgili işlemleri takip etmesi için de davalıya vekalet verdiğini, ancak davalının tapuda adına tescil yaptırdığını, kendisine de iade etmediğini belirterek iptal ve tescil istemiştir. Davalı zamanaşımı defini ileri sürmüştür.

5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, inanç sözleşmesi inanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla, inanç gösterilen kişi, inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra taşınmazın mülkiyetini ona yani inanç gösterene geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

Davacının inanç sözleşmesine dayalı olarak açtığı iade istemine ilişkin bu davada Borçlar Kanunun 125. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcının, dava konusu taşınmazın davalı tarafından kendisine verileceği ümit ve inancının sona erdiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir. Dava konusu bağımsız bölüm 21.9.1989 tarihinde tapuda davalı adına tescil edilmiştir. Davacı yurtdışında yaşadığından yurda geldiği tarihleri pasaportundan tespit etmek mümkündür. 6.9.1989 tarihinde yurtdışına gittikten sonra 1994 ve 2000 yıllarında tekrar yurda giriş yaptığı davacı pasaportundaki kaşelerle sabittir. Davalının tapuyu kendisine artık iade etmeyeceği hususundaki davacı inancı en son yurda giriş yaptığı 2000 yılında sona erdiğinden zamanaşımı süresinin bu tarihten itibaren hesaplanması gerekir. Belirtilen tarih dikkate alındığında ise davacının inançlı işleme dayalı olarak tapusunun kendisine iadesi hususundaki dava açma hakkının zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden mahkemenin tapuda davalı adına yapılan tescil tarihini esas alarak tescil istemi hakkında zamanaşımı geçtiğinden karar verilmediği hususundaki gerekçesi yerinde değildir.

Davalı vekili 28.11.2000 tarihli cevap dilekçesinde, davacının söz konusu bağımsız bölümü almak için yüklenici Yusuf ile anlaştığını, bir miktar kaparo verdiğini, daha sonrada bu işlemlerin takibi için davalıya vekaletname vererek Kanada'ya döndüğünü, ancak Kanada'ya gittikten sonra davacının dava konusu bağımsız bölümü satın almaktan vazgeçtiğini bildirmesi üzerine davalının bu yeri satın almaya karar verdiğini, kalan bedeli davalının ödediğini hatta ödemelerde güçlük çektiğinde ise davacıdan borç aldığını, sonradan aldığı bu borcuda davacıya ödediğini savunmuş, ancak davacının dava konusu bağımsız bölümü satın almaktan vazgeçtiği ve kalan bedelin kendisi tarafından ödendiği hususunu ispat edememiştir.

Dosyada bulunan ve davacının delil olarak dayandığı belgelerden 2.8.1989 tarihli harici sözleşmede davalı ile satıcı arasındaki satış bedeli Kanada Doları olarak belirlenmiştir. Bir miktarda kaparo verilmiştir. Davacı bu sözleşmenin düzenlenmesinden sonra 5.9.1989 tarihli vekaletname ile 4856 parselde bulunan 6 numaralı daireyi satın alma, ferağ takririni kabul etme, tapuda her türlü işlemleri yapma, oturma ruhsatı alma, elektrik su bağlama gibi işlemler için davalı kardeşini yetkilendirmiştir.

Dava konusu taşınmazın davacı tarafından satın alındığı ve işlemlerin takibi için kendisine yetki verildiği hususu, yetkili vekilin verdiği 28.11.2000 tarihli dilekçede belirtildiği üzere davalının kabulündedir. Harici satış sözleşmesinde tespit edilen satış bedelinin Kanada Doları üzerinden olması, davalının kabulü ve bu kabulü destekleyen taraf delilleri birlikte ele alındığında dava konusu bağımsız bölümün davacı tarafından bedeli ödenerek satın alındığı, ancak davalının aralarındaki anlaşma ve vekalete aykırı olarak tapuda kendi adına işlem yaptığı anlaşılmakla, tapunun iptali ile tescile karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda yazılı nedenlerle;

1-Dosya kapsamına, toplanan delillere göre yerinde görülmeyen davalı vekilinin temyiz itirazlarının REDDİNE,

2-Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile usul ve yasaya aykırı hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde yatırana iadesine, 17.11.2003 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)




Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 18-01-2010, 18:15   #3
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
14.Hukuk Dairesi

Esas: 2005/10887
Karar: 2006/1068
Karar Tarihi: 08.02.2006

TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - TAŞINMAZIN DAVACI TARAFINDAN ALINMASINA RAĞMEN KENDİSİ YURT DIŞINDA BULUNDUĞUNDAN TAPU KAYDININ KADIN ADINA YAPILDIĞI İDDİASI - RESMİ SÖZLEŞME İLE İDDİANIN KANITLANAMADIĞI - DAVANIN REDDİ GEREĞİ

ÖZET: Davacı eş, dava konusu taşınmazın kendisinin satın aldığını ancak, yurt dışında bulunması nedeniyle taşınmazın tapu kaydının davalı eş adına oluştuğunu iddia etmiş ise de, davacı bu iddiasını resmi bir sözleşme ile kanıtlayamamıştır. Bu nedenle hukuki nedeni olmayan davanın reddi gerekir.

(4721 S. K. m. 706) (YİBK. 07.10.1953 T. 1953/8 E. 1953/7 K.)

Dava: Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 8.4.2002 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 7.7.2005 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Dava, eşler arasında inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

7.10.1953 tarih 7/8 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulandığı üzere; sicilde eşlerden biri adına kayıtlı bir taşınmazın gerçekte kendi adına satın alınması gerektiğini ve bedelini de kendisinin ödediğini, ileri sürerek kaydın adına düzeltilmesini isteyen eşin, bu iddiasını Medeni Kanunun 706. maddesi hükmüne göre düzenlenmiş resmi bir sözleşmeye dayandırması gerekir.

Somut olayda davacı eş, dava konusu taşınmazın kendisinin satın aldığını ancak, yurt dışında bulunması nedeniyle taşınmazın tapu kaydının davalı eş adına oluştuğunu iddia etmiş ise de, davacı bu iddiasını az yukarıda açıklandığı gibi resmi bir sözleşme ile kanıtlayamamıştır. Bu nedenle hukuki nedeni olmayan davanın reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, usul ve yasaya aykırı hükmün BOZULMASINA, istek halinde temyiz harcının yatırana iadesine, 08.02.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 18-01-2010, 18:19   #4
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2002/14-452
Karar: 2002/480
Karar Tarihi: 05.06.2002

TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - EVLİLİK BİRLİĞİ İÇERİSİNDE ORTAK ALINAN TAŞINMAZ - DAVACININ İBRAZ ETTİĞİ MAKBUZLARIN GÖNDERENİNİN VE NE İÇİN GÖNDERİLDİĞİNİN BELLİ OLMAMASI - MAKBUZLARIN YAZILI DELİL BAŞLANGICI SAYILAMAYACAK OLMASI - HÜKMÜN ONANMASI GEREĞİ

ÖZET: Somut olayda; davacı, evlilik birliği içerisinde ortak olarak taşınmaz satın aldığını, bu nedenle taşınmazın 1/2 payının iptali ile kendi adına tescilini istemiştir. Davacının evlilik birliği içerisinde edinilen taşınmazın tapusunun 1/2 payının iptali ile adına tesciline yasal olanak bulunmamaktadır. Yerel mahkemenin; davacının ibraz ettiği makbuzlarını göndereni ve ne için gönderildiğinin belli olmadığı, bu nedenle yazılı delil başlangıcı sayılamayacağından savını tanıkla kanıtlama olanağının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine dair verdiği direnme kararı, sonucu itibariyle doğru görülmüştür. Davacının dava dilekçesinde yalnızca tapu iptali ve tescilini istediği aşamalı olarak katkı payının ödenmesi konusunda bir isteminin bulunmadığı anlaşıldığından, Genel Kurul'da bu konu üzerinde durulmamıştır. Sonucu itibarıyla doğru bulunan yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerekir.

(743 S. K. m. 146, 632, 642) (1086 S. K. m. 292) (YİBK 05.02.1947 T. 1945/20 E. 1947/6 K.) (YİBK 07.10.1953 T. 1953/8 E. 1953/7 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <tapu iptali ve tescil> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 22.12.1998 gün ve 1997/87 E. 1998/1236 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin 25.10.1999 gün ve 7126-7207 sayılı ilamıyla;

(...Davacı, 943 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki binanın 1/3 hissesinin davalılar miras bırakanı Ş. Köse adına kayıtlı olduğunu, bu taşınmazın Ş. ile evli iken alınıp, üzerine bina yapıldığını, taşınmazın alım parasını kendisinin ödediğini ileri sürerek, Ş. Payının 1/2 sinin iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalılar, Nihal ve Habibe davayı kabul etmiş, diğer davalılar davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen ilk karar, Dairemizce 5/2/1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delil başlangıcı sayılabilecek bir belge olmadığı halde tanık anlatımlarına dayanarak davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmediğinden, dayanılan diğer deliller yönünden bir inceleme yapılmak üzere, hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozmadan sonra davanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş, hükmü davacı temyize getirmiştir.

Dava, inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir. Bilindiği ve 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, inanç sözleşmesi, inanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Eş anlatımla inanç gösterilen kişi inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra taşınmazın mülkiyetini ona (inanç gösterene) geçirme yükümlülüğü altına girmiş ise, yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesini isteyebilir. Aslında inanç sözleşmeleri her türlü delille kanıtlanabilir nitelikte bir sözleşmedir. Yalnız değeri usul kanunundaki miktarı aştığı takdirde, usulen yazılı delille kanıtlanması gerekir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri imzalı belgeler ya da en azından olayın tamamen ispatına kâfi olmamakla birlikte bunun vukuuna delalet edebilecek bir delil başlangıcı niteliğinde bulunması gerekir. Yazılı delil başlangıcının varlığı halinde, artık her türlü yasal delil ile dava kanıtlanabilir.

Somut olayda, davacı dava konusu taşınmazda kocası adına oluşan payın 1/2'sinin kendisine ait olduğunu, üzerindeki evi de birlikte yaptırdıklarını, bunun için yurt dışından para gönderdiğini ileri sürmüş, bozma kararımızdan sonra para gönderdiğine ilişkin belgeler sunmuştur. Davacı, yargılama aşamasında delillerini hasretmediğinden ve mahkemece diğer delillerin de değerlendirilmesi gerekçesiyle verilen karar bozulduğundan sunulan bu belgelerin değerlendirilmesi gerekir. Ancak, bu belgelerin yukarıda açıklandığı şekilde bir yazılı delil başlangıcı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğinin saptanması gerekir. Bu belgeleri davacı ibraz ederek ve kendisinin 18.9.1976 tarihinde 15.000 DM gönderdiğini bildirmiş, tapu bundan kısa bir süre sonra 29.9.1976’da eşi Ş. adına oluşmuştur. Mahkemece, tapunun dayanağı resmi senet getirtilerek, taşınmazın kim ya da kimler tarafından alındığının saptanması, vekil aracılığıyla sözleşme yapılmış, paralarında onun tarafından alınmış ise inanç gösterilen kişinin hakları kullanılmasında davranışların vekilinin de inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak zorunda olduğundan artık yazılı delil başlangıcı niteliğinde sayılabilecek havale belgelerinin varlığı nedeniyle tanık dahil her türlü delille davacının iddiasını ispatı mümkün olduğundan tüm bu deliller değerlendirilerek sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacı vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, evlilik birliği içinde alınan mala katkı payı nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasından ibarettir.

Davacı vekili, müvekkilinin Almanya'da yaşadığını, eşi Ş. ile ortaklaşa olarak ev satın alınmasına rağmen tapunun yalnızca eşi adına çıkarıldığını, daha sonra boşandıklarını belirterek, eşi adına olan tapu payının iptali ile 1/2'sinin kendisi adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir.

Davalı vekili, davacının bu yerin alımında bir katkısının olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemenin, davacı tarafından sunulan Alman Postanesi, para havale makbuzunda parayı gönderenin ve ne için gönderildiğinin belli olmadığı bu nedenle yazılı delil başlangıcı sayılamayacağı, tanık anlatımlarının da davacının savını doğrulamadığı anlaşılarak, kanıtlanamayan davanın reddine ilişkin olarak verdiği karar, özel dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.

Böyle bir davanın kabul olunabilmesi için öncelikle davacının gayrimenkul adına tescilini haklı kılacak hukuksal bir nedene dayanması gerekir. Davacı kadın, kocanın taşınmazı üçüncü kişiden satınaldığı sözleşmenin tarafı olmamıştır. Belirli bir gayrimenkulü ortaklaşa ve yarı pay oranında satın alması için, kocası Ş.'e bedelini verdiği halde, kocanın, gayrimenkulün önceki maliki ile yaptığı satınalma sözleşmesinde kendisine asaleten ve eşine temsilci sıfatıyla hareket etmeyerek, taşınmazın satınaldığı payının tamamını, kendi adına alarak taahhüdünü yerine getirmediği iddia edilmektedir.

Buna göre; yanlar arasındaki hukuksal ilişkinin vekalet sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekir. O halde; vekil ile müvekkil arasındaki vekalet sözleşmesi vekilin üçüncü şahıs ile yaptığı satınalma sözleşmesi sonucunda edindiği taşınmazın mülkiyetinin ½ payının müvekkiline geçirilmesi için 743 sayılı Medeni Yasanın 642.maddesinde belirtilen biçimde, davalıyı taşınmazın mülkiyetini devretme zorunluluğu altına sokan bir sözleşme olarak nitelendirilemez.

Öte yandan aynı yasanın 632. maddesinin geçerlilik koşulu olarak aradığı, biçimde uygun bir devir yükümlülüğü de yanlar arasında yoktur.

Bu şekilde davacının savının hukuksal dayanaktan yoksun bulunduğu anlaşılınca, artık böyle bir ilişkinin varlığını davacıya kanıtlattırmaya da gerek kalmaz. Yargıtay İnançları Birleştirme Kurulunun 07.10.1953 tarih ve 1953/8 Esas ve 1953/7 Karar sayılı ilamı da aynı ilkeleri ortaya koymuştur.

Burada önemle belirtilmelidir ki, 743 sayılı Türk Medeni Yasası evlilik birliği içindeki malların yönetimi konusunda yasal rejim olarak mal ayrılığı rejimini kabul etmiş bulunduğundan ve dolayısıyla boşanan eşler kendi mallarını esasen alabileceklerinden, MK.146/1 de ifade edilen boşanma halinde malların tasviyesine ilişkin hüküm ancak diğer mal rejimleri için uygulanabilecektir. Bunun bir anlamı da yasal mal ayrılığı rejiminde tasfiyenin söz konusu olmamasıdır. Hal böyle olunca, eşlerden birinin katkısıyla diğer eşin taşınmaz alıp kendi üzerine tapu siciline kayıt ettirmesi halinde tapunun yarı (ya da katkı) payı oranında iptali ile katkıda bulunan eş üzerine tescili kural olarak mümkün değildir (Namık Yalçınkaya-Şakir Kaleli Boşanma Hukuku 1987, cilt:2 S.1776).

Somut olayda; davacı, Ş. ile evlilik birliği içerisinde ortak olarak taşınmaz satın aldığını, bu nedenle taşınmazın 1/2 payının iptali ile kendi adına tescilini istemiştir. Yukarıda değinilen ilkeler karşısında; davacının evlilik birliği içerisinde edinilen taşınmazın tapusunun ½ payının iptali ile adına tesciline yasal olanak bulunmamaktadır.

Yerel mahkemenin; davacının ibraz ettiği makbuzlarını göndereni ve ne için gönderildiğinin belli olmadığı, bu nedenle yazılı delil başlangıcı sayılamayacağından savını tanıkla kanıtlama olanağının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine dair verdiği direnme kararı, yukarıda yazılı gerekçelerle sonucu itibariyle doğru görülmüştür.

Davacının dava dilekçesinde yalnızca tapu iptali ve tescilini istediği aşamalı olarak katkı payının ödenmesi konusunda bir isteminin bulunmadığı anlaşıldığından, Genel Kurul'da bu konu üzerinde durulmamıştır.

Hal böyle olunca; bu gerekçelerle sonucu itibarıyla doğru bulunan yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerekir.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 05.06.2002 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Vekaletin kötüye kullanılması ex lege Meslektaşların Soruları 4 11-04-2015 12:50
tapu iptali ve tescil vekaletin kötüye kullanılması Av.şebnem çiçek Meslektaşların Soruları 1 21-08-2008 23:54
vekaletin kötüye kullanılması-ipotek Nuriye Değer Meslektaşların Soruları 1 12-09-2007 01:36
vekaletin kötüye kullanılması Avukat Kamer Akgül Meslektaşların Soruları 3 01-12-2006 13:38


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04544497 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.