Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Ege'de Sular Nasıl Durulur?

 
Old 11-02-2007, 13:23   #1
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan Ege'de Sular Nasıl Durulur?

Makalemi sizinle paylaşmak istedim, görüşlerinizi bekliyorum.


EGE’DE SULAR NASIL DURULUR?



Ege Denizi’nde ve Ege hava sahasında Yunanistan’ın haksız saldırıları 1936’da Lozan ile belirlenmiş sınırı ihlal ederek başlamış; günümüzde ise Yunanistan hiçbir antlaşmaya ve uluslar arası ilkelere uymayan bir şekilde Ege denizindeki kıta sahanlığının tamamına sahip olduğunu iddia etmekte ve Türkiye’yi üç millik bir sınıra hapsetmektedir. Yunanistan hava sahasında ise Ege hava sahası üzerinde haksız biçimde fiili hakimiyet kurmuş durumdadır, uluslar arası hukuka aykırı düşer şekilde hava ülkesi belirlemektedir. Sınırlar belirlenmemişken, Yunanistan Ege ve Kıbrıs’ta yayılmacı egemenlik iddialarını sürdürürken ve sürekli olarak ülkemize ve milli değerlerimize saygısızlık yaparken aynı siyasi ve ekonomik topluluğa üye olmamız hem gerçekçi değil hem de çıkarları bağdaştırıcı bir çözüm olamayacağından AB uğruna Yunanistan’a tavizler verilmesi tarihin ve gelecek kuşakların asla affedemeyeceği bir politika olacaktır. Her hukukçunun ve her politikacının ülkesinin çıkarlarına uygun çalışması beklenir. Bu nedenle bazı politikacıların aksi yönde açıklamalarda bulunmasını kınıyorum.
Türk-Yunan ilişkilerinde Ege sorunları çok yönlüdür. Öncelikle bunları esas hatlarıyla belirlemek yerinde olacaktır. Bunlar karasularının sınırlandırılması sorunu, kıtasahanlığı sorunu, bazı adaların mülkiyeti, adaların silahsızlandırılması ve askerden arındırılması, hava sahası sorunudur. Aslında Yunanistan’ın tezlerine bakıldığında Lozan dengesini bozmayı ve Sevr dengesizliğini getirmeye çalıştığı görülmektedir. Bunun temelinde ise tamamen ideolojik, hukuki olmayan esaslar vardır. İki ülkeyi ilgilendiren sorunlar ancak ve ancak o devletlerin ortak rızasıyla, anlaşmasıyla çözümlenebilir. Ama Yunanistan buna uymayıp kendi kendine çerçeve çizmekte ısrar etmektedir; üstelik uluslar arası bir antlaşmayı ve ilkeyi ihlal etmektedir, ahde vefa göstermemektedir.
Karasuları sorununda ilk dikkatimizi çeken husus Yunanistan’ın daha 1936’da Lozan’da 3 mille sınırlanmış karasuları genişliğini 6 mile çıkarmasıdır. Türkiye ise buna itiraz etmek yerine 1964’te çıkarılan Karasuları Kanunu ile o da karasularını 6 mile çıkarmıştır. Yunanistan şimdi de karasularını 12 mile çıkarabileceğini iddia ediyor ve eylemleriyle bunu gösteriyor. Bu iddiasını 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayandırmaktadır. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3.maddesine göre “her devletin karasularının genişliğini bu sözleşmeye uygun şekilde belirlenen esas hatlardan itibaren on iki deniz milini aşmayan bir sınıra kadar tespit etme hakkı vardır”. Dikkat edilirse karasuları genişliğini 12 mil olarak belirlememiştir, on iki mile kadar belirleyebilir. Ayrıca aynı sözleşmenin 15.maddesi kıyıları karşı karşıya veya yan yana olan devletler arasında karasularının nasıl sınırlandırılacağını öngörmüştür. Bu maddeye göre böyle bir durumda iki taraf arasında anlaşmayla belirlenmemişse hiçbiri aralarındaki orta hattın ötesinde karasuları genişliği belirleyemez. Yani eşit mesafede olacaktır. Yine madde özel şartların varlığı halinde farklı sınırlandırma gerekiyorsa genel kurala uyulmayacağını belirtmektedir. Ege Denizi, Marmara ve Akdeniz arasında bir geçiş denizi olduğuna ve yarı-kapalı bir deniz olduğuna göre karasularının genişliği 12 mil olamaz. Ayrıca buna Yunanistan tek başına karar veremez.
Hava sahası sorunu ise Yunanistan’ın 1931 tarihli Kraliyet Kararnamesi ile 10 mile çıkarmasıyla başlamıştır. Ulusal mevzuatlarında yapılan bu değişiklik 1975’e kadar uluslar arası alana yansımamıştır. 1970’lerde Türkiye ve Yunanistan arasında çatışma yoğunlaşınca Yunanistan hava sahasının 10 mil olduğunu ileri sürerek uluslararası hava sahasına giren alanda askeri uçuşlar yapmıştır. Türkiye buna hemen itiraz etmiştir ve bu sorun günümüzde de devam etmektedir. Yunanistan’ın iddiasının hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Uluslar arası hukukun tüm ilke ve kurallarına aykırı bir tutum içindedir. Karasuları 3 mil, sonra 6 mil iken hava sahasının 10 mil olması mantıken de imkansızdır çünkü ulusal hava sahası kara ve deniz ülkesinin üstünü kapsar, onu aşamaz. Yunanistan bir yandan böylesine haksız bir iddiada bulunurken diğer yandan da FIR olarak kısaltılan Uçuş Bilgi Bölgesi’ni kendi hava sahası gibi kullanıp yönetmektedir. Uçuş bilgi bölgeleri 1944 Şikago Sivil Havacılık Sözleşmeleri ile oluşturulan birimlerdir. Buna göre hava sahaları uçuş bilgi bölgelerine ayrılır ve bunların yönetimi bazı devletlere verilir. Ancak bu, kesinlikle o devlete hava sahasına sahip olduğunu iddia etme hakkı vermez; devletler sahip değildir, yalnızca bazı teknik hizmetler verir. Uçuş bilgisi verir, NOTAM yayımlama yetkisine sahip olur. 1950’lerde Ege FIR’ını yönetme Türkiye’ye teklif edilmiş ancak bu yetki o zaman bir yük olarak görüldüğü için kabul edilmemiş ve daha sonra Yunanistan’a teklif edilince Yunanistan bunu kabul etmiştir. Yunanistan böylece Ege FIR’ı kendine aitmiş gibi bir tutum içine girmeye başlamıştır. Yunanistan Türkiye’nin bildirdiği NOTAM’ları ya değiştirerek yayımlamaktadır ya da hiç yayımlamamaktadır. Ayrıca Türkiye’nin kendi ulusal hava sahasında yaptığı askeri uçuşların planını Yunanistan haksız ve sebepsiz olarak istemektedir. Çünkü Yunanistan kendi hava sahasında görmektedir uçuş yapılan sahayı. Buna karşılık Türkiye’ye gelen uçaklarla ilgili uçuş bilgisi vermemektedir Yunanistan. Türkiye’nin güvenliği için gerekli olduğu halde bilgi verilmemektedir.
Ege FIR’ında koridorlar tesis edilebilmesi için bölge devletlerinin uzlaşması ve ICAO’nun yani Uluslar arası Sivil Havacılık Kuruluşu’nun onayıyla anlaşma haline gelmesi gerekirken Yunanistan tek taraflı olarak Limni’de 1300 millik Terminal Kontrol Alanı ilan etmiştir. Bu da uluslar arası hukuka tamamen aykırıdır.
Ege adaları sorununda da yine Lozan Barış Antlaşması ihlal edilmektedir, Yunanistan uluslar arası hukuka aykırı davranmaktadır. Yunanistan’ın 1830’da kurulmasıyla Ege’deki Türk hakimiyeti bozulmuş, Eğriboz Adası ile Kuzey Sporad Adaları ve Kiklad Adaları Yunanistan’a devredilmiştir. “İngiltere’nin 29 Mart 1864’te Yunanistan’a devrettiği Çuha ve Küçük Çuha adaları ile 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması’nın devrettiği Girit Adası’ndan başka Lozan Barış Antlaşması’na kadar, Ege’de herhangi bir ada egemenlik devrine konu olmamıştır.”(Ege’de Gri Bölgeler-Unutul(may)an Türk Adaları, Ali Kurumahmut-Sertaç Hami Başeren, 2004) Lozan Barış Antlaşması’nın 12 ila 15.maddeleri adalarla ilgili hükümler içermektedir. 12.maddeye göre Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları Yunanistan’a bırakılmıştır. 13 Şubat 1914’te alınan karara göre de Taşoz, Bozbaba ve İpsara’nın Yunanistan’a devredildiği Lozan’da kabul edilmiştir. 13.maddeye göre bazı adalar silahsızlandırılacak ve askerden arındırılacaktır. 15.maddede İtalya’ya devredilen adalar belirtilmiştir. Bu adalar II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin taraf olmadığı bir antlaşma ile Yunanistan’a devredilmiştir. Bu antlaşmaya göre de adalar silahsızlandırılacaktır. Ancak Yunanistan ne bu antlaşmaya ne de Lozan Barış Antlaşması’na uymuştur. Kıyıları yan yana veya karşı karşıya olan devletler arasındaki sorunların karşılıklı rıza ile çözümleneceği ile ilgili uluslar arası hukuk kuralına da uymamaktadır. “Gökçeada ve Bozcaada üzerindeki Türk egemenliğini şimdilik tartışma konusu yapmayan Yunanistan, Türkiye’yi Anadolu’nun üç mili içerisine hapsederek, sözde sınır olarak kabul ettiği bu hattın dışındaki tüm ada, adacık ve kayalıklara sahip olmak istemektedir. Ege’de uzun vadeli politik ve stratejik hesapları olduğunun emarelerini veren Yunanistan’ın ideolojik kökenli isteklerini karşılayabilecek tek uluslar arası düzenleme, hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş ve ölü doğmuş bir antlaşma olan Sevr’dir.”(Kurumahmut-Başeren)
Başeren ve Kurumahmut’un çalışmaları sonucunda ulaştığı sonuç daha önce belirttiğimiz egemenlik devrine konu olan adaların dışında 156 adanın Türkiye’ye ait olduğu, bu adaların unutturulmaya çalışıldığıdır. Çok derin olmayan uluslar arası hukuk bilgisiyle olaya ve belgelere baktığımızda bu sonucu görebiliyoruz. Türkiye’nin adaları unutmaması için yalnız bizim hatırlamamız yetmez, devlet olarak da buna uygun politikalar izlememiz gerekir. Üstelik bu politikalar bir hükümeti değil devleti ilgilendirdiği için hükümetler devletin uzun vadeli strateji ve politikalarına engel olmamalıdır.
Diğer önemli bir sorun da kıtasahanlığının sınırlandırılmasıdır. Yunanistan adaların 6 millik deniz alanı olduğunu, adalar ile Anadolu sahillerinin arasından sınır çizileceğini iddia etmektedir. Türkiye Ege’nin ortasından sınır çizileceğini ileri sürmektedir. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 83. Maddesine göre kıtasahanlığının sınırlandırılması kıyıları karşı karşıya veya yan yana olan devletler arasında hakça ilkelere göre anlaşma ile çözülecektir. Yargı kararlarının eğilimi de adalara deniz alanının az etki olması veya hiç etki olmaması yönündedir. Türkiye’nin iddiaları uluslar arası teamül ve içtihat yönünden haklıdır. Yunanistan her sorunda olduğu gibi bu sorunda da uluslar arası hukuku ihlal etmektedir.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Ege’de suların durulması, düşmanlığın bitmesi tavizlerle fedakarlıklarla değil saygıya, ahde vefaya, karşılıklı rıza ile sorunların çözümüne bağlıdır. Ege sorunlarına bir de Ege’yi çok yakından ilgilendiren Kıbrıs sorunu ve ülkesel egemenlik ve bağımsızlığa saygısızlık eklenince Türkiye-Yunanistan arasında bir dostluğun olamayacağı apaçık görülmelidir. İnsanlar birbiriyle dost olabilir ancak devletlerin dostluğu öncelikle karşılıklı saygıya, ahde vefaya, komşuluk hukukuna uygun davranmaya bağlıdır. Hatta “Komşuna zarar verme ama iyilik yapmak zorunda değilsin” sözüyle açıklanabilen komşuluk hukuku Ege’de suların nasıl durulacağının anahtarını vermektedir.

Kaynaklar:
1- Adalar konusunda; Ege’de Gri Bölgeler-Unutul(may)an Türk Adaları, Ali Kurumahmut-Sertaç Hami Başeren, 2004, TTK
2- Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler-Örnek Kararlar, Aslan Gündüz, 2003, Beta Basım
3- Ege Sorunları Paneli - Katılımcılar: Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren, Ali Kurumahmut, Prof. Dr. Yavuz Ercan, 30.05.2005, Ankara Üniversitesi Rektörlük Binası
Old 12-02-2007, 01:49   #2
Tiocfaidh

 
Varsayılan

Sayın Yücel, henüz bir öğrenci olmanıza rağmen böylesine mühim ve herkesin kolaylıkla yanaşamayacağı bir konuda makale yazabilmiş olmanızdan dolayı sizi tebrik ederek başlamak, hemen arkasından da kendimce tespit ettiğim ve makalenizdeki ana fikre uymayan bazı hususlarda karşı görüşlerimi belirtmek istedim.

Birincisi(şekle ilişkin görüşüm); yazınız her ne kadar hukuki bir değerlendirme ve derleme gibi görünse de, hukuki bir incelemenin sahip olması gereken temel kriter olan 'objektiflik'ten yoksun. Tek tek alıntı yapmak istemedim, ancak Türk kimliğiyle Yunanistan'ı hasım göstererek yazmış olduğunuz bu makaleniz hukuki olmaktan ziyade siyasi nitelikte.

İkincisi(esas hakkındaki görüşüm);

Alıntı:

Yunanistan Ege ve Kıbrıs’ta yayılmacı egemenlik iddialarını sürdürürken ve sürekli olarak ülkemize ve milli değerlerimize saygısızlık yaparken aynı siyasi ve ekonomik topluluğa üye olmamız hem gerçekçi değil hem de çıkarları bağdaştırıcı bir çözüm olamayacağından AB uğruna Yunanistan’a tavizler verilmesi tarihin ve gelecek kuşakların asla affedemeyeceği bir politika olacaktır.

Görüşünüze saygı duyuyorum, ancak Yunanistan'ı 'yayılmacı' bir ülke olarak değerlendirmek sorunun çözümü için yegane yol olan müzakere ve uzlaşmayı imkansız hale getirecektir. Yayılmacı olarak suçladığınız muhatabımızın da bizi aynı sıfatla itham ettiğini düşünürsek(ki üzerinde yaşadığımız coğrafyanın 1000 yıl önceki siyasi haritasıyla bugünün haritasını kıyaslarsak haklılık derecelerini anlayabiliriz), böyle bir karşı atağa geçmenin uzlaşma ortamını baltalamaktan başka bir işe yaramayacağını söyleyebiliriz. Yunanistan'ın Kıbrıs üzerindeki 'Helenleştirme' faaliyetleri konusunda size katılıyorum, ancak yukarıda belirttiğim gibi objektif bir uslupla bu konuda bizim altına imza attığımız yanlışlara da değinirseniz makaleniz tam anlamıyla hukuki bir nitelik kazanabilir. Mesela bunu yaparken Türkiye, Yunanistan ve İngiltere üçlüsünün Kıbrıs üzerinde 1959 yılında yaptığı Garantörlük Anlaşmasının hükümlerini gözden geçirebilirsiniz. Anlaşmanın garantör devletlere kendi tebaası sayılan kitleleri korumak adına adaya müdahale hakkı verdiğini, bu sebeple 1974 barış harekatının meşru olduğunu, ancak aynı anlaşmanın harekat düzenleyen devlete ada üzerinde egemenlik tesis etme yetkisini vermediğini, kendi kara ülkesinin çeşitli yörelerinden getirdiği yurttaşlarını egemenlik tesis ettiği topraklar üzerinde yerleştirmek suretiyle ada üzerindeki tebaa nüfusunu üç katına çıkarma hakkını tanımadığını, sonuç olarak Kıbrısta'ki Türk varlığının mevcut halinin illegal olduğunu yazınızda kaleme alabilirsiniz. Delil olarak da 1970'lerin sonlarından 1990'ların başlarına kadar Trabzon, Kayseri, Karaman, Adapazarı, Gümüşhane gibi yörelerden maaş bağlayarak Kıbrıs'a sistematik bir şekilde yerleştirdiğimiz yurttaşlarımızı gösterebilirsiniz.

Alıntı:

Karasuları sorununda ilk dikkatimizi çeken husus Yunanistan’ın daha 1936’da Lozan’da 3 mille sınırlanmış karasuları genişliğini 6 mile çıkarmasıdır. Türkiye ise buna itiraz etmek yerine 1964’te çıkarılan Karasuları Kanunu ile o da karasularını 6 mile çıkarmıştır. Yunanistan şimdi de karasularını 12 mile çıkarabileceğini iddia ediyor ve eylemleriyle bunu gösteriyor. Bu iddiasını 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayandırmaktadır. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3.maddesine göre “her devletin karasularının genişliğini bu sözleşmeye uygun şekilde belirlenen esas hatlardan itibaren on iki deniz milini aşmayan bir sınıra kadar tespit etme hakkı vardır”.

Yunanistan'ın karasularını 12 mile çıkarma girişiminde bulunması uluslar arası hukukta sizin de bahsettiğiniz anlaşma gereğince meşrudur. Yine uluslar arası hukuk kurallarınca belirlenen prosedüre göre Türkiye ile aralarında bir uzlaşma sağlanamazsa sorun Uluslararası Adalet Divanı'na taşınır. Ancak hukuken meşru bir girişimde bulunmaya karşı "casus belli" tehdidini masanın üzerine koymak gayrihukukidir.

Alıntı:

Dikkat edilirse karasuları genişliğini 12 mil olarak belirlememiştir, on iki mile kadar belirleyebilir. Ayrıca aynı sözleşmenin 15.maddesi kıyıları karşı karşıya veya yan yana olan devletler arasında karasularının nasıl sınırlandırılacağını öngörmüştür. Bu maddeye göre böyle bir durumda iki taraf arasında anlaşmayla belirlenmemişse hiçbiri aralarındaki orta hattın ötesinde karasuları genişliği belirleyemez. Yani eşit mesafede olacaktır.

Dünya üzerinde kıyı şeridi bulunan hemen hemen tüm ülkelerin karşı veya yan cephelerinde bir veya birden fazla komşusu olduğunu düşünürsek aslında bu çok büyüttüğümüz sorunun sadece bize has olmadığını görebiliriz. İngiltere ve Fransa da birbirlerine çok yaklaştıkları Manş denizinde benzer bir pozisyon içindedirler, ancak uluslar arası hukukun öngördüğü şekilde her iki taraf da 12 mil uygulamasını kabul etmiştir. Keza bizim de Akdeniz ve Karadeniz'de yan yana veya karşı karşıya pozisyonlarda bulunduğumuz komşularımızla 12 mil rejimini uyguladığımız bilinmektedir. Mesele yan yana veya karşı karşıya kıyı şeritlerine sahip olmak değil, akşam ışıklarını batı sahillerimizden çıplak gözle görebilecek kadar yakın olduğumuz, amiyane tabiriyle burnumuzun dibindeki adaların Yunanistan'a ait olması gerçeği, ya da garipliğidir. Bu nedenle Türkiye'nin ileri sürdüğü argüman Yunanistan'la coğrafi olarak karşı karşıya pozisyonlarda olma durumu değil, Ege denizinin siyasi olarak dünya üzerinde başka hiç bir örneği bulunmayan sui generis bir yapı içinde bulunması ve dolayısıyla 1982 sözleşmesi hükümlerinin kapsamı dışında kalması gerektiğidir. Türkiye bu savunmasında haklıdır, ancak savunmayı dile getirme uslubu karşı tarafı casus belli ile tehdit etmek olmamalıdır.

Daha fazla uzatmak yerine burada nokta koymayı tercih ediyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi hukuki bir inceleme yapabilmek için gözü bağlı adalet meleğini rolünü oynayan kişiler olarak izlememiz gereken metodu bazı gerçeklerle destekleyerek tasvir etmeye çalıştım. Vel hasılı duygusallık ve milliyetçilikle gerçek adaletin tesis edilemeyeceğini, hukukun siyasetle karıştırılmaması ve siyasetin bir aracı olmaması gerektiğini, ayrıca mensubu bulunduğumuz aile, toplum, aşiret, ulus, din vs kalıplardan soyutlanarak tüm tarafları kendimize eşit mesafede kabul etmemiz gerektiğini dilim döndüğünce ifade etmeye çalıştım.

PS1: Yazdıklarım siyasi görüşlerim değil, delil niteliğindeki belgelerden edindiğim ve objektif bir muhakemeyle konu hakkında sahip olduğum kanaatimdir.
PS2: Bu konuya eğilme cesareti gösterdiğiniz için sizi bir kez daha tebrik ederim.

Saygılar
Old 12-02-2007, 13:19   #3
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Yazımı değerlendirip değerli görüşlerinizi belirttiğiniz için teşekkür ederim. Ancak 12 mil konusunda benzer durumlarda olan ülkelerin olduğunu belirtmişsiniz. Ancak Başeren-Kurumahmut'un çalışmasında belgelendiği gibi Yunanistan'ın 12 mil karasularına sahip olduğunda Türkiye'ye 3 mil kalması uluslararası hukuka ne derece uygun düşer? Eğer biz de 12 mil ileri sürersek karasuları kavramının içini boşaltmış olmaz mıyız? Benim demek istediğim somut şartlar altında hakkaniyetli sonuca ulaşılabilmesi 12 mil iddialarını bir yana bırakıp anlaşmacı ve hakkaniyetli davranmak olmalıdır. Bunu 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi de böyle kabul eder.
 


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Kotu haber nasil verilir? :)) Cest la vie Site Lokali 5 28-11-2009 19:47
Alacak Nedİr? Nasil İstenİr? Dava Talebİ Nasil Olacaktir? Ramazan NARİN Hukuk Soruları Arşivi 3 17-04-2006 21:08
Nafakayi Nasil Yükseltebiliriz Halil Hukuk Soruları Arşivi 1 25-10-2004 09:51
Nafakayi Nasil Yükseltebiliriz Halil Hukuk Soruları Arşivi 0 28-06-2004 18:22
Universiteye Nasil Dava Acilir? Dila Hukuk Soruları Arşivi 2 12-02-2002 00:41


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04702997 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.