Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Haksiz Tutuklamada Dava AÇma SÜresİ

Yanıt
Old 09-08-2010, 13:04   #1
Ercan Turgut

 
Varsayılan Haksiz Tutuklamada Dava AÇma SÜresİ

Herkese iyi çalışmalar,benim görüşlerinizi alacağım iki sorum olacak birincisi CMk 142/1 maddesinde haksız tutuklamada dava açmak için karar ve hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren diyor ancak bildiğiniz gibi süre tutum dilekçesi verilmeyen kararlar(beraat olduğu için verilmedi) sanığa tebliğ edilmiyor haliyle beraat kararının kesinleşmesi de tebliğ edilmeyecek bu durumda bu kesinleşme tebliğ edilmeden dava açılabilir mi yoksa mahkeme bu süreyi bekleyeceksin diyerek davayı reddedermi?
İkinci sorum ise beraatına karar verilen müvekkil 20 ay cezavinde kalıyor.ancak cezaevi öncesinde sabit bir işi yok şimdi de yok işsiz bu durumda mahkeme yine maddi tazminat verir mi?
Cevaplarınız için şimdiden teşekkürler.
Old 09-08-2010, 14:33   #2
Sinerji Hukuk Yazılımları

 
Varsayılan

466 Sayılı Kanun Bakımından;

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 1991/9-137
Karar: 1991/147
Karar Tarihi: 06.05.1991

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI - 466 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TAZMİNAT İSTEMİ - KANUNDIŞI YAKALAMA VEYA TUTUKLAMA - BERAAT KARARI - DAVA AÇMA SÜRESİ - HÜKMÜN BOZULMASI GEREĞİ

ÖZET: Henüz kesinleşmemiş bir karara dayanılarak tazminat davası açılması ve hak düşürücü süresinin hükmün tebliğinden sonra başlatılması olanaksızdır. Dava açma süresi, hakkında verilen beraat kararının kesinleştiğinin tutuklu kalan davacıya bildirilmesi ile başlanacağından bu yönde araştırma yapılarak sonucuna göre davanın süresinde olup olmadığının saptanması için direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

(466 S. K. m. 2) (1412 S. K. m. 322) (YCGK. 28.11.1988 T. 1988/9-447 E. 1988/502 K.) (YCGK. 15.10.1990 T. 1990/9-194 E. 1990/229 K.) (YİBK. 21.04.1975 T. 1975/3 E. 1975/5 K.)

Dava: 466 sayılı Yasaya göre maddi ve manevi tazminat isteğinde bulunan Hasan'ın bu davasının reddine ilişkin, (Bakırköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi)nce, 31.10.1989 gün 318/343 sayı ile verilen hükmü, davacı vekilinin temyizi üzerine inceleyen Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, 12.4.1990 gün 798/1567 sayı ile;

"1 - Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 28.11.1988 gün ve 447/502 sayılı kararı ile süreklilik gösteren yargısal görüşü karşısında tutuklu kalıp beraet eden sanıklara beraet kararının kesinleştiği tebliğ edilmeden veya kesinleşme tarihinden haberdar olduğu tarih kesin olarak tespit edilmeden 466 sayılı Kanunla tanınan dava açma süresinin işlemeye başladığından söz edilemeyeceği cihetle, kesinleşen beraet kararının ilgili sanığa tebliğ edilip edilmediğinin, tebliğ edilmiş ise tebliğ tarihinin araştırılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde tazminat isteminin süre yönünden reddine karar verilmesi,

2 - Kabule göre;

Sanığın ceza davasındaki vekilinin yetki ve görevi ceza davasıyla sona ermiş olup tazminat davası yeni ve başka bir dava olması nedeniyle sözü edilen tebligatın bizzat sanığa yapılması zorunlu iken sürenin, ceza davasındaki vekiline yapılan tebligattan başlatılmış olması" isabetsizliğinden bozulmasına, "hükmün onanması gerektiği" ve beraet kararının 25.2.1987 günü sanık vekiline tebliğ edildiği ve hükmen 6.4.1987 tarihinde kesinleştiği, bu tarihten itibaren üç aylık yasal sürede dava açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, davacı vekilinin temizi üzerine Yerel Mahkeme kararı Özel Dairece bozulmuştur.

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, tazminat davasının süresinde açılıp açılmadığına ilişkindir.

21.4.1975 gün, 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile Ceza Genel Kurulu'nun 28.11.1988 gün, 447/502 ve 15.10.1990 gün, 194/229 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, yasal hakların kullanılmasını sağlayabilmek için ilgililerin, haklarındaki karar ve hükümlerden haberdar edilmeleri usul hukukunun ana kurallarındandır. Bildirilmeyen bir karar sonucunda, kişilerin yasal haklarını arayamaz ve alamaz durumda bırakılmaları adalet ilkeleri ile bağdaşamaz.

466 sayılı Yasanın 2. maddesinin ilk fıkrasında, "Birinci maddede yazılı haksız tutuklama ve benzeri nedenlerle zarara uğrayanların, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan dava sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde dava açarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebileceği" belirtilmiştir. Burada yasa koyucu, davacının bildiği bir kesinleşmeyi kastetmiştir. Bu durumda, maddedeki "kesinleşmiş karar" sözünü ilgilinin haberdar olduğu kesin karar anlamında yorumlamak gerekir. Yasadaki üç aylık başvuru süresi, davacının beraet kararının kesinleştiğini öğrendiği tarihten itibaren başlamalıdır.

Öte yandan, beraet kararının sanık veya vekilinin yüzüne karşı tefhim olunması veya yokluklarında verilen hükmün tebliğ olunması da yeterli değildir. Tefhim veya tebliğ edilen karar, kesinleşmiş bir beraet kararı değildir. Ayrıca ceza davasındaki vekilin yetki ve görevi, ceza davası ile sona ermiş olup, tazminat davası ise yeni bir davadır. Ceza davasının takip eden vekilin tazminat davası açma ve takip etme yükümlülüğü de yoktur.

Beraet kararlarının Yargıtay'ca onanması veya CMUY.nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak davanın esasına hükmedilmek suretiyle Yargıtay'ca doğrudan beraet kararı verilmesi halinde de, Yargıtay kararının Yerel Mahkemece ilgiliye tebliği gerekir.

Açıklanan nedenlerle, beraet kararı ister yüze karşı isterse gıyapta verilsin, kesinleştikten sonra vaki tebliğden itibaren, 466 sayılı Yasanın öngördüğü üç aylık yasal dava açma süresi işlemeye başlayacaktır.

Olayımızda, sanık ve ceza davasını takip eden vekilinin yokluğunda verilen İstanbul Sıkıyönetim İki Nolu Askeri Mahkemesi'nin 29.7.1986 tarihli kararı, sanık vekiline 25.2.1987 günü tebliğ edilmişse de, kararın bu tarihte kesinleşip kesinleşmediği ve komutanlıkça temyiz edilip edilmediği bilinmemektedir. Nitekim, Askeri Mahkemece; kararın 6.4.1987 tarihinde kesinleştiği bildirilmiştir. Henüz kesinleşmemiş bir karara dayanılarak tazminat davası açılması ve hak düşümü süresinin hükmün tebliğinden başlatılması olanaksızdır. Dava açma süresi, hakkında verilen beraet kararının kesinleştiğinin tutuklu kalan davacıya bildirilmesi ile başlayacağından bu yönde araştırma yapılarak sonucuna göre davanın süresinde olup olmadığının saptanması için direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkeme direnme hükmünün istem gibi BOZULMASINA, 06.05.1991 günü oyçokluğuyla karar verildi.
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 09-08-2010, 14:38   #3
Sinerji Hukuk Yazılımları

 
Varsayılan

5271 Sayılı Kanun Bakımından;

T.C. YARGITAY
10.Ceza Dairesi
Esas: 2008/7819
Karar: 2008/11738
Karar Tarihi: 08.07.2008

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİNİN REDDİ KARARINA İTİRAZ - DAVACININ HAKSIZ OLARAK TUTUKLU KALDIĞI GÜNLER - BERAAT KARARININ TEBLİĞ EDİLDİĞİNE DAİR BİR BELGENİN MEVCUT OLMADIĞI - DAVANIN SÜRE YÖNÜNDEN REDDİNE KARAR VERİLMESİNİN İSABETSİZLİĞİ

ÖZET: Haksız tutuklamaya konu beraat kararının kesinleştiği ve kesinleşen bu beraat kararının davacıya tebliğ edildiğine dair herhangi bir belgenin mevcut olmadığı, davanın süresinde açıldığı kabul edilerek yargılamaya devamla sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, davanın süre yönünden reddine karar verilmesi bozmayı gerektirir.

(5271 S. K. m. 142)

Dava: Haksız olarak tutuklu kaldığı günler için maddi ve manevi tazminat isteğinde bulunan davacı Mehmet İsa Tabaru'nun maddi ve manevi tazminat talebinin reddine ilişkin Batman Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 26.12.2007 tarih ve 2007/212 esas, 2007/303 karar sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olduğundan dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma isteyen tebliğnamesi ile 06.05.2008 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi. Gereği Görüşülüp Düşünüldü:

Karar: 5271 sayılı CMK. nun 142. maddesinin 1. fıkrasının, <karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği> yönündeki hükmü dikkate alınarak yapılan incelemede, haksız tutuklamaya konu beraat kararının 15.11.2006 tarihinde kesinleştiği ve kesinleşen bu beraat kararının davacıya tebliğ edildiğine dair herhangi bir belgenin mevcut olmadığı, bu hali ile 31.10.2007 tarihinde açılan davanın süresinde açıldığı kabul edilerek yargılamaya devamla sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, davanın süre yönünden reddine karar verilmesi,

Sonuç: Yasaya aykırı, davacı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan hükmün istem gibi BOZULMASINA, 08.07.2008 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Old 09-08-2010, 14:43   #4
SINIRSIZ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Ercan Turgut
Herkese iyi çalışmalar,benim görüşlerinizi alacağım iki sorum olacak birincisi CMk 142/1 maddesinde haksız tutuklamada dava açmak için karar ve hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren diyor ancak bildiğiniz gibi süre tutum dilekçesi verilmeyen kararlar(beraat olduğu için verilmedi) sanığa tebliğ edilmiyor haliyle beraat kararının kesinleşmesi de tebliğ edilmeyecek bu durumda bu kesinleşme tebliğ edilmeden dava açılabilir mi yoksa mahkeme bu süreyi bekleyeceksin diyerek davayı reddedermi?
İkinci sorum ise beraatına karar verilen müvekkil 20 ay cezavinde kalıyor.ancak cezaevi öncesinde sabit bir işi yok şimdi de yok işsiz bu durumda mahkeme yine maddi tazminat verir mi?
Cevaplarınız için şimdiden teşekkürler.
yukarıdaki yargıtay kararınıdan da anlaşıldığı üzere bu tebliğ şartı sanık lehine bir düzenleme. önceden sadece ceza davasına girmekle yükümlü avukata yapılan tebliğe dayanılarak, sanık için tazminat davası açma hak düşürücü süresinin dolduğuna ve tazminata hükmedilemeyeceğine ilişkin kararlar verilirdi. Ve fakat bu hata yargıtay kararları ile giderilirdi. daha sonra yasalaştırıldı ve bizzat sanığa kararın tebliği denildi.
sanık kendisi ya da vekili aracılığı ile kesinleşmiş mhk. kararına dayanarak dava açtığında zaten kararı tebliğ almış demektir. Dolayısıyla kesinleşme tebliğ edilmedi denilerek dava reddedilemez.. fakat usulen mhk.ye gidip tebliği elden de olsa almakta fayda var

Maddi taminatta her tür masraf istenebiliyor. yakınlarından uzak bir yerde tutuklu olan kişnin akrabalarının ziyareti için ödediği yol ücretleri dahi. dolayısıyla bir kişinin işsiz olması 20 ay boyunca daha işsiz kalacağını göstermez ki hayatın olağan akışına da çalışıyor olması uygun düşecektir. dolayısıyla en azından asgari ücret tutarında bir tazminat talep edilebilir. bildiğim kadarıyla bu davalar nisbi harca tabi değil. dolayısıyla meblağı yüksek tutmakta fayda var diye düşünüyorum. dava sırasında rakamı yükseltmek mümkün olmayacaktır. ve mutlaka faiz de isteyin. kolaylıklar diliyorum..
Old 09-08-2010, 14:51   #5
Sinerji Hukuk Yazılımları

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 2006/8-329
Karar: 2007/66
Karar Tarihi: 13.03.2007

466 SAYILI KANUNDAN DOĞAN TAZMİNAT DAVASI - LEHİNE İTİRAZ YASA YOLUNA BAŞVURULAN KİŞİNİN SANIK SIFATINDA OLMADIĞI - SANIK SIFATINDA OLMAYANIN LEHE İTİRAZ YASA YOLUNA BAŞVURMADA SÜRE KOŞULUNUN ARANACAĞI - OTUZ GÜNLÜK YASAL SÜRE

ÖZET: Lehine itiraz yasa yoluna başvurulan kişi, <sanık> sıfatında bir kimse değildir. Hakkındaki ceza yargılamasının beraat hükmü ile sonlanması nedeniyle sanıklık sıfatı kalkmış, Anayasa ve 466 sayılı Yasa hükümleri gereğince, haksız tutuklanma nedeniyle tazminat isteyen, <davacı> konumu gerçekleşmiştir. Bu nedenle, <sanık> sıfatını taşıyanlar için geçerli bulunan <lehe itiraz yasa yoluna başvurulduğunda süre koşulu aranmayacağı> yönündeki usul kuralının bu sıfatı taşımayan haksız tutuklama tazminatı davacısı yönünden geçerli sayılabilmesi olanaklı değildir. Yargıtay C.Başsavcılığı bu konulardaki itirazlarını ilamın kendisine tevdiinden itibaren 30 günlük yasal sürede yapmadıkça itirazın Ceza Genel Kurulu'nca görüşülmesi olanağı kalmayacaktır.

(2709 S. K. m. 19) (5271 S. K. m. 142) (CGK. 20.09.2005 T. 2005/1-88 E. 2005 /98 K.)

Davacı Ender M....'e haksız olarak tutuklu kaldığı günler karşılığında 466 sayılı Yasa uyarınca 678.057.750 lira maddi ve 20.000.000.000 lira manevî tazminat ödenmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, 60.000.000 lira dilekçe yazım ücretinin davalı Hazine'den alınarak davacı vekiline verilmesine ilişkin Kartal 1. Ağır Ceza Mahkemesince 22.03.2004 gün ve 89-98 sayı ile verilen hükmün davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 20.06.2006 gün ve 2242-5481 sayı ile;

<1- Tutuklandığı tarihte öğrenci olan ve herhangi bir iş ve meslek sahibi olmadığı kabul edilen davacıya maddi tazminata hükmolunamayacağının gözetilmemesi,
2- Objektif bir kriter olmamakla beraber, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklu kaldığı süre de gözetilmek suretiyle, zenginleşme sonucu doğurmayacak şekilde hak ve nesafet kurallarına uygun bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken bu ölçülere uymayacak miktarda fazla manevi tazminata hükmolunması,

3- Yürürlükte bulunan avukatlık ücret tarifesine göre 90.000.000 lira yerine 60.000.000 lira olarak noksan dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi,

4- Davanın niteliği gereği harca tabi olmadığı gözetilmeden davacı aleyhine nispi harca hükmolunması> isabetsizliğinden hükmün bozulmasına, ancak bu aykırılıkların CYUY. nın 322. maddesine göre düzeltilmesi olanağı bulunduğundan hükümden, <678.057.750 TL. maddi tazminatın davalı hazineden alınıp davacıya verilmesine> ilişkin kısmın çıkartılarak <maddi tazminat isteminin reddine> denilmek ve <kabul edilen miktar üzerinden 1.157.971.234 TL. nispi harcın davacıdan tahsiline> ilişkin kısmın da hükümden çıkartılması ile hükmolunan manevi tazminatın 3 milyar liraya indirilmesi ve dilekçe yazım ücretinin 90.000.000 liraya yükseltilmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise bu karara karşı 11.12.2006 gün ve 299538 sayı ile;
<1- 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Yasanın 4. maddesi ile değişik Anayasanın 19/son maddesi uyarınca, maddede gösterilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararın tazminat hukukunun genel prensiplerine göre Devletçe ödeneceği kuralı ile buna paralel olan 466 sayılı Yasanın 1. maddesine göre, her türlü zararların bu Kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödeneceği ve Anayasada yapılan değişiklikten sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK. nun 142/6. maddesine göre ise verilecek tazminat miktarının tazminat hukukunun genel prensiplerine göre saptanacağı yönündeki düzenlemeler karşısında, haksız tutuklamadan kaynaklanan maddi zarar kavramının kapsamının daha geniş tutulması gerekmektedir. 466 sayılı Yasa uygulamasında her türlü zarar deyiminin öncelikle maddi zararları kapsadığı, maddi zararların ise, kar kaybı şeklinde gerçekleşen kişinin haksız tutuklanma veya yakalanma dolayısıyla uğradığı kazanç kaybı olarak kabul edildiği, bunun da kişinin mesleğine göre tespit edileceği, yani yakalanan veya tutuklanan kimsenin mesleki uğraşına göre uğrayacağı her türlü maddi kayıp olarak tanımlandığı bilinmektedir. Bunun yanı sıra tutuklama veya yakalamadan doğan diğer bazı giderler ve zararlar da söz konusu olabilir.

Bu kapsamda ise ceza davası dolayısıyla avukata ödenen vekalet ücreti maddi zarar olarak kabul edilir. Bunun dışında haksız tutuklamadan doğan ve belgelenebilen tüm zararların bu kapsamda tazmin edilmesinin de Anayasa hükmü olduğu ancak ileride ortaya çıkması muhtemel zararlar karşılığı olarak ve soyut biçimde maddi tazminat talep edilemeyeceği kabul edilmektedir.

Dava konusu olayda ise lise öğrencisi olup yatılı okuyan davacının, gözaltına alındığı 17.04.2001 ve tahliye edildiği 05.09.2001 tarihleri arasındaki sürenin, Haziran ayından sonraki kısmının okulların yaz tatiline rastladığı, köyde oturan davacının bu dönemde köy işlerinde ailesinin yanında çalışarak destek olacağı veya köyde başka birisinin yanında ücretli olarak çalışma imkanı bulunduğu ve bu çalışmanın belgelendirilmesinin mümkün bulunmadığı ancak ülke koşulları nazara alındığında bu durumun mutat kabul edilmesi gerektiği, soyut biçimde davacının öğrenci olduğundan bahisle talebin reddine karar verilmesinin hak ve adalete uygun olmadığı gibi bu şekilde kesin bir yargının her koşulda isabetli olmayacağı ve yanlış sonuçlara yol açabileceği zira her öğrencinin çalışma imkanlarının ve yaşam koşullarının farklılık gösterdiği düşünülüp, davacının bu yönde talebinin de bulunduğu göz önüne alınarak gözaltı ve tutukluluk süresinin yaz tatiline tekabül eden bölümü yönünden tazminat talebinin kabulü ile o tarihte geçerli olan net asgari ücret üzerinden hesaplanacak miktar tazminat ile ayrıca tebliğnamemizin 2 numaralı bendinde belirtildiği üzere, davacının tazminat davasına konu ceza davası nedeniyle ödemiş bulunduğu vekalet ücretinin de maddi zarar kapsamında tazmini gerektiğinden buna dair açık talebi de gözetilerek, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi uyarınca belirlenecek vekalet ücreti toplamının maddi tazminat olarak hükmolunması gerektiğinden dolayı Yerel Mahkeme hükmünün bozulması yerine yazılı gerekçe ile maddi tazminat talebinin tümden reddi şeklinde düzeltilerek onama kararı verilmesi,

2- 4 ay 19 gün süre ile gözaltında ve tutuklu kalan, bu nedenle öğretim hayatı kesintiye uğrayan ve başarısı düşen, ayrıca manevi olarak da bir takım kayıplara uğradığı anlaşılan davacı hakkında mahkemece tayin olunan manevi tazminat miktarının indirilmesi sonucu hükmolunan 3.000.000.000 liranın çok az olduğu, manevi tazminatın belirtilen ölçütler doğrultusunda hak ve nesafet kurallarına uygun makul ve makbul bir miktar olarak Yerel Mahkemece yeniden tayin ve tespiti gerektiğinden ve bu durumda CMUK. nun 322. maddesinin uygulama koşulları oluşmadığından, mahkeme kararının bozulması yerine manevi tazminat miktarının indirilmesi suretiyle düzeltilerek onama kararı verilmesi,

3- Tebliğnamemizin 4 numaralı bendinde yer alan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.04.2004 tarih ve 47-101 sayılı kararına aykırı olarak mahkemece vekalet ücretinin davacı yerine vekiline verilmesine karar verilmesinin isabetsizliğine ilişkin bozma nedeni hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi,

4- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.09.2005 tarih ve 2005/88-2005/98 sayılı kararı gereğince, davacı yararına hüküm tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesinin 13/4. maddesi uyarınca tarifenin üçüncü kısmı gereğince ve ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sırasındaki ücretten az olmamak üzere vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden, dilekçe yazım ücreti tayinine ilişkin mahkeme kararının bozulması yerine dilekçe yazım ücretinin miktarının yükseltilmesi suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmesi, hususları yasaya aykırı bulunduğundan> görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılma-sına, Yerel Mahkeme hükmünün anılan nedenlerle bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İncelenen dosya içeriğine göre;
Özel Daire ilamının 20.07.2006 tarihinde Yargıtay C.Başsavcılığına gönderildiği, aradan 5 aya yakın bir süre geçtikten sonra Yargıtay C.Başsavcılığınca 11.12.2006 tarihinde itiraz yasa yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu Başkanı Osman Şirin tarafından, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının süresinde olup olmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine, bu hususun Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınması kararlaştırılmıştır.

Konuya ilişkin yasal düzenleme incelendiğinde;

5271 sayılı CMY. nın <Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının İtiraz Yetkisi> başlıklı 308. maddesinde, Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren 30 gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebileceği öngörülmüştür. Ancak, itiraz süresi kural olarak 30 gün olmakla beraber ayrık bir hüküm de getirilmiş ve sanık lehine itirazlarda süre aranmayacağı kurala bağlanmıştır.

Sanık kavramı, CMY. nın 2. maddesinin, 1. fıkranın, (b) bendinde, <Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişi> olarak tanımlanmıştır.

Somut olayda, lehine itiraz yasa yoluna başvurulan kişi, <sanık> sıfatında bir kimse değildir. Hakkındaki ceza yargılamasının beraat hükmü ile sonlanması nedeniyle sanıklık sıfatı kalkmış, Anayasa ve 466 sayılı Yasa hükümleri gereğince, haksız tutuklanma nedeniyle tazminat isteyen, <davacı> konumu gerçekleşmiştir. Bu nedenle, <sanık> sıfatını taşıyanlar için geçerli bulunan <lehe itiraz yasa yoluna başvurulduğunda süre koşulu aranmayacağı> yönündeki usul kuralının bu sıfatı taşımayan haksız tutuklama tazminatı davacısı yönünden geçerli sayılabilmesi olanaklı değildir. Yargıtay C.Başsavcılığı bu konulardaki itirazlarını ilamın kendisine tevdiinden itibaren 30 günlük yasal sürede yapmadıkça itirazın Ceza Genel Kurulu'nca görüşülmesi olanağı kalmayacaktır.

Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının süre yönünden reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyelerinden M.Tatar; <04.12.2004 gün ve 5271 sayılı <Ceza Muhakemesi Kanunu>nun Üçüncü Kısmının <Olağanüstü Kanun Yolları> üst başlıklı Birinci Bölümünde, <Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının İtiraz Yetkisi> başlığı ile yer alan 308. maddede; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, Yargıtay Ceza Dairelerinden birinin kararına karşı, re'sen ya da istem üzerine, 30 gün içerisinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebileceği hususu düzenlenerek son cümlesindeki kuralla <sanık lehine itirazda süre aranmaz> denilip, sanık aleyhine sonuç doğurmuş yasaya aykırılıkların düzeltilebilmesi yolu, süreye bağlı olmaksızın açılmış bulunmaktadır.

Olağanüstü kanun yollarını, <olağan kanun yollarıyla düzeltilemeyecek hukuka aykırılıkların giderilmesine yönelik olanaklardır> diye tanımladığımızda ve olağan kanun yollarından geçerek ya da geçmeden kesinleşen kararlardan sonra artık hükümlünün ceza açısından kazanılmış hakka sahip olduğunu düşündüğümüzde, yalnız sanık yararına olarak yanlışlıkların düzeltilmesinde süre aranmamasının doğru ve amaca uygun olduğu da görülmektedir.

Ancak maddede yer alan <sanık> kelimesinin salt bu kelimeyle sınırlı olarak anlaşılmasının doğru olmayacağı, itiraz yolunu yalnızca <sanıklar> yararına kabul ettiğimizde şu sakıncalarla karşılaşılabileceği düşünülmektedir:

-Mahkûmiyet hükmü Yargıtay Ceza Dairesi kararı ile onanarak kesinleşen sanığın statüsü artık <hükümlü> olarak değiştiğinden, onama kararına karşı otuz gün geçtikten sonra <hükümlü> yararına itirazda bulunulamayacaktır. Onama kararındaki hukuka aykırılıkların başka bir şekilde giderilmesi olanağı da ortadan kalkacaktır.

-<Şüpheli> hakkında verilen takipsizlik kararını itiraz üzerine yasaya aykırı olarak kaldıran Ağır Ceza Başkanlığı kararını, kanun yararına bozma istemi üzerine inceleyen ve istemi reddederek yerinde bulan Yargıtay Ceza Dairesinin kararı hukuka aykırılıklar taşısa da, 30 gün geçtikten sonra itiraz yoluyla Ceza Genel Kurulunun önüne getirilemeyecektir. Çünkü burada henüz <sanık> yoktur.
Bu sakıncaların ortadan kaldırılmasının yolunun ise usul hukukunda <kıyas'ın da kullanılabileceğini gözeterek ve maddedeki <sanık> kelimesini geniş ve amaçsal bir yoruma tabi tutanak; <ceza yargılamasının herhangi bir aşamasında ceza ya da güvenlik önlemi tehdidi altında kalmış ilgili> olarak anlamak olduğu kanısına varılmaktadır.

Belirtilen anlayışla somut olaya baktığımızda; haksız tutuklamadan doğan zararının karşılanması amacıyla talep ve karar tarihinde yürürlükte olup sonradan yürürlükten kaldırılan ve yargılaması ceza usul kanuna bağlı olarak yapılıp, kanun yolu olarak <temyizi belirlemiş olan 466 sayılı Yasaya dayalı olarak verilmiş kararların Yargıtay ilgili ceza dairelerince incelenip onanması halinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bu onama kararında davacı aleyhine gördüğü hukuka aykırılıkları onun yararına olarak ve süreye bağlı olmaksızın, CMK'nun 308. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Ceza Genel Kuruluna getirebileceğini, anılan davadaki <davacı> nın haksız güvenlik önlemi uygulanan <sanık> ile kıyaslanmasının doğru olacağı, aksine kabulün otuz günlük süre sonunda mevcut hukuka aykırılıkların hiçbir şekilde giderilememesi sonucunu doğuracağını düşündüğümden sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.> görüşüyle;

2 Kurul Üyesi ise, <Sanık lehine itirazlarda süre aranmayacağına ilişkin kural, 466 sayılı Yasa uyarınca tazminat isteyen davacı hakkında kıyasen uygulanmalıdır. Bu nedenle Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının esastan incelenmesi gerekir> görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının süre yönünden REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 13.03.2007 günü oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Çek DÜzenleme Ve Çek Hesabi AÇma YasaĞina İlİŞkİn Tedbİr SÜresİ Mozkul Meslektaşların Soruları 0 08-06-2010 17:26
Humk 89 da dava dilekçesinin iptalinden sonra dava açma süresi ne zaman başlar? avkutluk Meslektaşların Soruları 5 06-02-2009 23:18
ÖĞrenme Tarİhİ Ve Dava AÇma SÜresİ Av.Nur Meslektaşların Soruları 2 27-12-2008 01:52
Acİl- Dava AÇma SÜresİ- alev Meslektaşların Soruları 1 28-04-2008 23:10
Avukatlar Dava Alirken Hakli Yada Haksiz KİŞİ Ayirimi Yapiyorlarmi Yiğit Dost Site Lokali 1 18-03-2007 14:48


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04977989 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.