Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

cinsel taciz suçunda mağdur beyanın yeterli oluşu ve başka bir delil aranmasına gerek olmadığı ile ilgili yargıtay kararı

Yanıt
Old 24-07-2009, 13:09   #1
bb6549

 
Önemli cinsel taciz suçunda mağdur beyanın yeterli oluşu ve başka bir delil aranmasına gerek olmadığı ile ilgili yargıtay kararı

sayın meslaktaşlarım ..cinsel taciz suçunda mağdur beyanın yeterli oluşu ve başka bir delil aranmasına gerek olmadığı ile ilgili yargıtay kararı eklerseniz sevinirim..şimdiden teşekkürler..adaletli günler
Old 24-07-2009, 14:12   #2
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Sayın burcubirlik;
cinsel taciz suçunda mağdur beyanın yeterli oluşu ve başka bir delil aranmasına gerek olmadığı ile ilgili yargıtay kararı olduğuna emin misiniz? Mahkeme, müştekinin beyanları dışında hiçbir delilin mevcut olmadığı bir durumda sanık aleyhine cezaya hükmedemez kanaatindeyim. Saygılarımla..
Old 24-07-2009, 15:54   #3
av. hamza nuh özer

 
Varsayılan

Sayın Burcu Birlik,

Mesajıma eklediğim Yargıtay kararları, kanun maddeleri ve milletler arası sözleşme hükümleri, sizi fikrinizden caydıracaktır düşüncesindeyim.

CMK 217/2 kapsamında, bir suçun kanuna uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilmesi mümkündür.

Mağdurun beyanı da bir delildir. Mahkeme, sadece bu delili bile, mahkûmiyet kararı vermek için yeterli görebilir.

Ancak bu derece kolay bir suçlama ve mahkûmiyetle sizin de karşılaşabileceğiniz gerçeğini lütfen göz ardı etmeyin.

İyi çalışmalar.

Madde 6
Adil yargılanma hakkı
1.Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.
2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
e) Duruşmada kullanılan dili anlama dışı veya konuşma dışı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.

CMK 216
(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanun temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanun temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanun temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.

CMK 217
(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdan kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.

CMK 223
(2) Beraat kararı;
b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,
e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,
Hallerinde verilir

“…Sanığın müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak için kendisine makul bir süre tanınması gerekir. Bu konuda karar verilmemesi sanığın savunma hakkını kısıtlar.
(5271 S. K. m. 147, 216, 289) (2709 S. K. m. 90) (AİHS. m. 6)
5271 sayılı CMK’nun 147, 216, 289. maddeleri ile 1982 Anayasasının 90. maddesinde dayanağını bulan 19.03.1954 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkı başlıklı 6/3-b maddesinin "müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak" hükmü uyarınca kendisine makul bir süre tanınması gerekirken, bu talep hakkında olumlu-olumsuz bir karar verilmeden, hükmün hemen tefhimi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması…” Yargıtay 1. Ceza Dairesi 2006/6229 E-2007/8356 K, Karar Tarihi: 13.11.2007

“…Mağdurenin tüm aşamalardaki samimiyetinden şüpheye düşülecek bir tutarsızlık görülmeyen iddialarına, bunu doğrulayan 25.12.2001 tarihli tutanak içeriğine, mesajların gönderildiği telefon hattının sanığa ait olmasına göre sanığa isnad edilen suçların sübuta erdiğinin anlaşılması karşısında, mahkumiyetine karar verilmesinin gerekeceği…” Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 2006/1043 E-2006/1460 K, Karar Tarihi: 07.03.2006

“…Oluşa göre aralarında iftira atmayı gerektirecek bir husumet bulunmayan müştekinin aşamalarında ki istikrarlı anlatımları, sanığın müştekiyi 8.7.2002 tarihinde beş kez, 4.7.2002 tarihinde bir kez aradığını gösterir telefon kayıtları, ses teşhis tutanağı buluşma yerinde sanığın yakalanması ve tüm dosya kapsamından telefonla sarkıntılık suçunu işlemiş olduğu anlaşıldığından mahkûmiyetine karar verilmesinin gerekeceği…” Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 2004/4408 E-2006/2852 K, Karar Tarihi: 05.04.2006

“…Sanığı tanımayan ve suç isnadı için hiçbir neden bulunmayan mağdurenin aşamalarda değişmeyen anlatımları, sanığın mağdureye telefonda mesaj çektiği, mağdurenin arkadaşlık teklifini içerir sanığın telefonla aradığı iddiasına karşı, "telefonu arkadaşlara vermiştim, onlar aramış olabilirler" tarzındaki tevilli ikrar ve tüm dosya kapsamından eylemin sarkıntılık suçunu oluşturduğu…” Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 2003/7699 E-2005/20713 K, Karar Tarihi: 04.10.2005

“…hiçbir delille doğrulanmayan varsayıma dayalı beyanı dışında sanığın suçun faili olmadığına dair savunmasının aksine her türlü kuşkudan uzak vicdani kanaat oluşturacak derecede kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı dosya kapsamından anlaşılmış bulunduğundan delil yetersizliği nedeniyle sanığın beraatına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde cezalandırılmasına karar verilmesi…” Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 2004/4256 E-2005/3999 K, 07.12.2005
Old 24-07-2009, 16:04   #4
av.araf

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan burcubirlik
sayın meslaktaşlarım ..cinsel taciz suçunda mağdur beyanın yeterli oluşu ve başka bir delil aranmasına gerek olmadığı ile ilgili yargıtay kararı eklerseniz sevinirim..şimdiden teşekkürler..adaletli günler

Benim ağır cezada neticelenen bir dosyamda mağdur dosyanın başından sonuna kadar tacize uğradığı ve şikayetçi olduğunu söylemiş olmasına rağmen hakim diğer delliller ile ispatlanamamış olması sebebiyle beraat kararı verdi.Böyle bir karar vardı da biz mi bilmiyorduk diye şimdi içime bir şüphe düştü.
Old 24-07-2009, 16:37   #5
av. hamza nuh özer

 
Varsayılan

uygulamada, "evli kadının cinsel saldırı suçlarında namusunu ortaya koymayacağı" gerekçesiyle sanık hakkında mahkumiyet kararının verildiği bir olay hatırlıyorum. bir çok anahtar kelimeyle tarama yaptım ancak örnek olaya rastlayamadım.

Sanığın suçunu ikrar etmesi bile mahkumiyet için tek başına yeterli delil sayılmamalıdır. Günlük hayatta kimi zaman şahısların, şahsi bir takım çıkarlar için (maddi veya manevi) suçlamaları üstlendikleri tartışmasızdır. Yargı makamları hüküm kurarken, sanıkların ikrarları ile bağlı kalmayarak, ikrarı destekleyecek delilleri ortaya koymak ve tartışmak zorundadırlar.

İkrarın bile tek başına mahkumiyete yeterli sayılmayacağı ilkesi karşısında, sadece müşteki veya mağdurun beyanı yeterli görülerek mahkumiyet kararı verilmesi ne derece doğru olabilir?

Tek başına ikrarın, yani suç işlediğini kabul etmenin, mahkumiyet için yeterli olmadığı Yargıtay Ceza Genel kurulunun 10.12.1990 tarih ve 1990/6-257 esas, 1990/335 sayılı kararında çok net olarak belirtilmiştir.


T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 1990/6-257
Karar: 1990/335
Karar Tarihi: 10.12.1990

ÖZET: İkrar hakkındaki bu açıklamalardan sonra, uyuşmazlık konusu olaya bakıldığında, duruşma sırasında sanığın ikrarının bulunmadığı, hazırlık soruşturması sırasında alınan ifadesinde, suçu işlediğine yönelik beyanının da, on beş yaşından küçük olan sanığın polis korkusuna dayalı olduğu ve esasen ikrar niteliğinde de bulunmadığı, suçu işlediğine dair başkaca herhangi bir kanıt da olmadığı ve şikayetçinin olaydan hemen sonra kolluğa başvurması nedeniyle, kolluğun dava konusu olaydan sanık yakalanmadan önceki dönemde bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır. O halde sanığın suçu işlediğine yeterli kanıt bulunmadığından, yüklenen suçun sübuta ermediği kabul edilmelidir.


(765 S. K. m. 491, 522, 523) (2253 S. K. m. 12) (647 S. K. m. 4) (1412 S. K. m. 135, 247)

Dava: Hırsızlık suçundan sanık Dursun'un TCY.nın 491/2, 522, 523 ve 2253 sayılı Yasanın 12; 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca altıbin lira para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, (Şebinkarahisar Sulh Ceza Mahkemesi)nce 3.5.1989 gün ve 4-43 sayı ile verilen hükmün, sanık müdafii tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen, Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi, 14.11.1989 gün ve 7675-8881 sayılı kararı:

(Sanığın mahkumiyetine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi) isabetsizliğinden hükmü bozmuş,

Yerel Mahkeme ise, 5.3.1990 gün ve 5-11 sayı ile; sanığın Savcılıktaki ikrarı ile suçun sübuta erdiği gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından süresinde temyizi üzerine, dosya C. Başsavcılığı'nın "bozma" istekli 1.10.1990 gün ve 4717 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: İncelenen dosyaya göre;

Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, sanığa yüklenen suçun sübuta erip ermediği hususundadır.

Olayda görgü tanığı bulunmamaktadır. Suç tarihinden 10 gün sonra, aynı ilçe merkezinde, bir başka kişiye ait traktörü çalmak suçundan yakalanan ve bu suretle kolluk ve C. Savcısı tarafından ifadesi alınan sanık bu ifadelerinde, "otel önündeki traktörü yağ çubuğu ile çalıştırarak, yarım saat kadar gezdikten sonra, terminal karşısında terkettiğini" söylerken,duruşmada, hakim önündeki sorgusunda, "...Polisten korktuğu için suçu işlediğini..." kabul etmek zorunda kaldığını beyan etmiştir.

Usul Yasamıza göre, sanığı hakim sorguya çekebilir. Meşnut suçlarda ve gecikmede tehlike olan hallerde bile, savcı veya kolluk sanığı sorguya çekemez. Hazıklık soruşturması sırasında henüz sanık sıfatını alamamışken, kuşkulunun dinlenmesi "sorgu" olmayıp "ifade alma" dır. Sorgu gerekiyorsa, C. Savcısı Sulh hakimine başvurur ve sanık isnadı bu sorgu sırasında öğrenir (CYUY.nın 135/1. maddesi).

Sorgu savunma vasıtası olup, kanıt elde edilmek üzere kabul edilmiş bir kurum değildir. Ancak maddi gerçeğin hakim tarafından öğrenilmesinde değerlendirilebilir. Bunun için beyanın kendiliğinden olması, yani cebir veya tazyik altında yapılmaması koşuldur. CYUY.nın 247. maddesine göre, duruşma dışındaki ikrarı içeren tutanağın kanıt olabilmesi için ikrarın hakim önünde yapılması zorunludur. Savcılık veya kolluktaki ikrarı içeren tutanaklar duruşmada kanıt olarak okunamaz. Dolayısıyla kanıt olarak hükme esas alınamazlar.

Kaldı ki duruşma sırasındaki ikrarın bile tek başına kesin kanıt olduğu kabul edilemez. Zira bir insanın kendisini suçlu kabul etmesi veya bir başkasının suçunu kabullenmesi olanaklıdır. Bu itibarla duruşmadaki ikrarın da başkaca yan kanıtlarla desteklenmesi gerekir.

İkrar hakkındaki bu açıklamalardan sonra, uyuşmazlık konusu olaya bakıldığında, duruşma sırasında sanığın ikrarının bulunmadığı, hazırlık soruşturması sırasında alınan ifadesinde, suçu işlediğine yönelik beyanının da, on beş yaşından küçük olan sanığın polis korkusuna dayalı olduğu ve esasen ikrar niteliğinde de bulunmadığı, suçu işlediğine dair başkaca herhangi bir kanıt da olmadığı ve şikayetçinin olaydan hemen sonra kolluğa başvurması nedeniyle, kolluğun dava konusu olaydan sanık yakalanmadan önceki dönemde bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır. O halde sanığın suçu işlediğine yeterli kanıt bulunmadığından, yüklenen suçun sübuta ermediği kabul edilmelidir.

Bu itibarla direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Karşı oy kullanan Kurul Üyeleri; direnme hükmünün haklı nedenlere dayandığını ileri sürmüşlerdir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz itirazları ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden direnme hükmünün yapılan ikinci müzakere sonucunda 10.12.1990 gününde oyçokluğuyla BOZULMASINA karar verildi.
Old 24-07-2009, 16:50   #6
üye14540

 
Varsayılan

Hayatın olağan akışına aykırı olmayan ve birbirleriyle tutarlı mağdurun beyanı cinsel istismar suçlarında mahkumiyet için yeterlidir. Uygulama da bu yöndedir. Zaten biliyorsunuz, cinsel istismar olaylarında tanık bulunmaz, fail eylemini yapmak için uygun ortamı bekler, mağdurun raporu olayı doğruluyorsa zaten mağdurun beyanı da yeterlidir. Saygılar
Old 24-07-2009, 22:54   #7
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Sayın ŞENOĞLU tarafından yerinde ve özetle belirtilen hususlara katılmamak mümkün değil! Zira tanığın beyanlarını, bir hukuk davasındaki davacının iddiaları olarak görmemek gerekir. Mağdur beyanları tanık ifadesi olarak yargılamaya ikame edilmektedir. Kaldı ki; özellikle cinsel suçlarda mağdurun ifadesine ek olarak diğer bazı maddi deliller de elde bulunabilmektedir.
Old 25-07-2009, 03:06   #8
av. hamza nuh özer

 
Varsayılan

Cinsel istismar suçları, yasal tanımlama kapsamında, on beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışları ve diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışları ifade etmektedir.

Bu tanımlama kapsamında, mağdurun çocuk olması, suçun delillerinin elde edilmesi ve değerlendirilmesi yönünde, yargıya bir takım güçler kazandırmaktadır. Sadece 5 yaşında olan bir mağdurun, kavrayış yetersizliği, eğitim ve kültür düzeyine rağmen, failin bedensel uzuvlarını tanımlaması; 10 yaşında bir mağdurun fiili livata şeklinde gerçeklen eylemi yaşından beklenemeyecek detaylarla tanımlaması; kesin olarak değerlendirilmeye alınabilecek ve belki raporlarla desteklenmeden bile hükme esas teşkil edecek kuvvette delillerdir.

Dr. Fuat Şenoğlu’nun yukarıda yaptığı yorumu bu çerçevede desteklememiz mümkündür. Uygulamada, çocukların cinsel istismarı suçları kapsamında delil olarak sadece mağdurun beyanının mevcut olması, hüküm kurabilmek açısından kabul edilebilir yeterlilikte sayılabilir.

Cinsel istismar teriminin, toplumda kabul edilen sözlük anlamıyla kullanıldığını kabul etmemiz durumunda, düşüncelerimiz yanlış noktalara sürüklenmekten kurtulamayacaktır. Cinsel istismar çeşitli mağdurlara karşı çeşitli ağırlıktaki cinsel fiilleri kapsayarak kullanılıyorsa, delillere karşı tüm bakış açısının değiştirilmesi gerekir. Artık karşımızda; aile baskısından kurtulmak amacıyla okulun yakışıklı öğretmenine iftira atan uzatmalı liseli bir öğrenci, zengin patronundan maddi menfaat elde etmeyi düşünen başarısız bir personel, birçok erkekle yaşadığı gayri meşru ilişkilerin masum meyvesini bir yaz tatili macerasına atılan çılgın gence faturalamak isteyen turist kız olabilir. Aksini düşünürsek; arkada delil bırakmadan ortadan kaybolan bir tecavüzcü, farklı mahallerde uzun zaman aralıkları içerisinde çocukları kaçıran bir sapık, sevdiği kızla evlenmenin çözümünü umutsuzca cinsel saldırıda arayan bir yeni yetme ile karşı karşıya olabiliriz.

[color="Blue"]Hayatın olağan akışına uygun, tutarlı mağdur beyanları delil kabul edilerek, başkaca bir delil aranmaksızın, cinsel saldırıda bulunmak suçundan mahkûm olabilirim. Bu yorum karşısında herkes herkesi cinsel istismar suçlamasıyla mahkûm ettirebilir. Gerekli olan ise, hayatın olağan akışına uygun tutarlı suçlamalar yöneltmek olacaktır.
Örnek:
Mağdur A, Mühendis B’nin bürosunda sekreter olarak çalıştığını, mesai saatinin 17:30 sıralarında bittiğini, ancak olay günü büro temizliği için saat 16:00’a kadar büroda kalması gerektiğini, diğer çalışanlar çıktıktan sonra B ile büro içerisinde yalnız kaldığını, B’nin bunu fırsat bilerek önce kendini sözlü olarak taciz ettiğini, daha sonra belinden sarılarak çektiğini, ani bir tepkiyle elinden kurtularak kaçtığını, ertesi gün bu nedenle işe gitmediğini, günlerce korku içerisinde yaşadıktan sonra artık yaşadığı olayın utancına dayanamadığı için adli makamlara olayı intikal ettirdiğini, beyan etmiş ve mühendis B’nin cinsel saldırı suçundan cezalandırılmasını istemiştir. Bu ifadelerini yer, zaman ve kişi belirterek tutarlı bir şekilde tüm yargı aşamalarında ifade etmiştir. Bu ifadeler dışında, herhangi bir somut delil veya tanık beyanı delil olarak elde edilememiştir. Doktor raporunda mağdur A’nın vücudunda muhtelif yerlerde iyileşmeye yüz tutmuş darp ve cebir izlerinin mevcut olduğu belirtilmektedir.
Mühendis B, mağdur A’nın sekreter olarak çalıştığını, ancak müşterilerden yapılan tahsilâtların kontrolünde hesaplarının açık verdiğini fark ettiğini, deneme yapmak için açıkta bıraktığı ve unutulmuş gibi gösterdiği paranın sekreter A tarafından alındığını fark ettiğini, bu nedenle A’yı derhal işten çıkardığını, ancak zararı telafi edilebilir bulduğundan suçu polise ihbar etmediğini, işten çıkarılan A’nın kendisine bu nedenle iftira attığını ifade etmiştir. Bu ifadeleri dışında herhangi bir somut delil veya tanık beyanı elde edilememiştir.
Dr. Fuat Şenoğlu’nun yorumunu ve uygulamanın tutumunu yakaladığımızı düşünüyorum. “Hayatın olağan akışına aykırı olmayan ve birbirleriyle tutarlı mağdurun beyanı cinsel istismar suçlarında mahkûmiyet için yeterlidir. Uygulama da bu yöndedir. Zaten biliyorsunuz, cinsel istismar olaylarında tanık bulunmaz, fail eylemini yapmak için uygun ortamı bekler, mağdurun raporu olayı doğruluyorsa zaten mağdurun beyanı da yeterlidir.”
Mühendis B’yi kaçınılmaz son beklemektedir. A’nın beyanlarına göre,
a-cinsel saldırı suçlamasıyla (TCK 102/1),
b-nitelikli cinsel saldırıya teşebbüs suçlamasıyla (TCK 102/2, 35), yargılanmaktadır.
Mühendis B:
1.aşamada, mağduru ikna etmeyi başarabilirse;
2.aşamada, A’nın -hayatın olağan akışına uygun, birbiriyle tutarlı ifadelerden oluşan tartışmasız derecede kuvvetli bir delil- olan beyanları, yargıçlar tarafından görmezden gelinirse (ki hüküm aşamasına gelmiş bir dosyada şikâyetten vazgeçilmesi ve yeni delil ikame edilmesi kabul görmeyebilir)
3.aşamada, davada beraat etme şansını yakalayabilir.

Ne mutlu ki süreç böyle işlememiştir. Sekreter A’nın hayatın olağan akışına uygun, tüm aşamalarda tutarlı ifadeleri, mahkemece mahkûmiyete yeterli delil olarak kabul edilmemiş ve mühendis B’nin beraatına karar verilmiştir.
Ancak mağdurun beyanlarına ek olarak şu delillerden biri veya bir kaçı olsaydı sonuç ne olurdu?
-Mühendis B’nin bürosundan olay günü ve saatinde gelen bir kadın çığlığı.
-Mühendis B’nin sırtında mağdurun direnmesi sırasında oluşturulmuş ve mağdur tarafından tarif edilerek doktor raporu ile belirlenmiş bir tırnak izi.
-Mühendis B’nin tutarsız ve birbiriyle çelişen ifadeleri.
-Mağdur A’nın olay günü ve saatinde büronun bulunduğu siteden dağılmış bir kıyafetle çıkışını gösteren kamera kayıtları, v.s.


Sanık ile mağdurun uygun ortamda bulunduğunun ispatı mağdurun beyanını destekleyen bir delil olarak kabul edilebilir. (Örneğin, mağdurun beyanına göre alkollü bir parti sonrasında mağdurla yalnız olarak aynı evde kalan sanık gecenin ilerleyen saatlerinde mağdura cinsel saldırıda bulunmuştur. Olayın görgü tanığı bulunmamaktadır. Ancak sanık o gece mağdurla aynı evde kaldığını, alkol aldığını ve sızdığını, başka bir şey ise hatırlamadığını beyan etmektedir ki bu tevilli ikrar olarak kabul edilebilir.)

Mağdurun raporu, mağdurun beyanını destekleyen ve raporun niteliğine göre daha kuvvetli sayılabilecek bir delildir. Buna sanığın raporu da eklenebilir. (örneğin, mağdurun bedenindeki bir vücut sıvısı kalıntısı veya sanığı bedeninde mağdur tarafından yeri tarif edilen tırnakla oluşturulmuş bir çizik.)

Sonuç olarak:

Bizim sorumuz şuydu; cinsel taciz suçunda mağdur beyanının yeterli oluşu ve başkaca delil aranmasına gerek olmadığı ile ilgili Yargıtay kararı var mı?

Sadece ve sadece mağdurun beyanına dayanılarak, cinsel saldırı suçlaması açısından hüküm kurulması mümkün değildir. Bu beyanın başka deliller ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu delil bir doktor raporu, bir doku örneği, bir tanık beyanı, bir ikrar, olabilir. Mağdurun tanımadığı bir şahsın eşkâlini vererek daha sonra teşhis etmesi, sanığın çok gizli bir bedensel özelliğini ifade edebilmesi (örneğin apandisit ameliyatının yara izi), sanığın ifadesinde yorumlamalı savunmalarla mağdurun beyanlarını desteklemesi (örneğin, benim telefonum kullanılarak arkadaşlarım sarkıntılık etmiş şeklinde bir sanık savunması), gibi tüm deliller mağdurun beyanlarını destekleyici deliller niteliğindedir.

Cinsel tacizi, kanundaki kelime anlamıyla alırsak TCK 105. maddesindeki suçlama ile ilgili bir soruyla karşı karşıyayız demektir. Bunu mağdurun bir çocuk olmadığı anlamında yorumladım. Çocukların cinsel istismarı suçu kapsamında; çocuk mağdurun yaşından beklenmeyecek nitelikte, uzman nezaretinde alınan ve yine uzman tarafından itibar edilebilirliği belirlenen beyanları, tek başına mahkûmiyete yeterli delil olarak kabul edilebilir.

Tüm bu açıklamalarım çerçevesinde, uzun bir süre konuyla ilgili Yargıtay kararı aradım. Ancak bu yönde bir Yargıtay kararı bulamadım. TCK 105 açısından ise Yargıtay kararının kolay bulunabileceğini düşünmüyorum. Verilen kararların temyiz yolu büyük çoğunlukla kapalı olacaktır. Bu nedenle TCK 102, 103, 104 açısından da arama yaptım ancak yine bir sonuca ulaşamadım.

Uygulamada da örneğinin bulunmaması dileğimi ve yukarıdaki sorumu yinelerim: İkrarın yan kanıtlarla desteklenmesi beklenirken, suçlamanın kanıtlanmasına ihtiyaç duyulmaması, ne derecede doğru olabilir?
Old 25-07-2009, 11:58   #9
av. hamza nuh özer

 
Varsayılan

Sn. Burcu Birlik sorunuzun cevabı burada sanırım.

http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=3852 adresindeki tartışma da konumuz ile ilgili değerli bilgi ve görüşler içeriyor.

Konunun daha derli toplu olması adına,Av. Mehmet Saim Dikici'nin bu adreste yer alan alıntılarını buraya eklemeyi faydalı görüyorum.



Alıntı:
Suç cezasız kalır: Olayın görgü tanığı ve maddi delilin bulunmadığı muhakkaktır. Ancak tarafların ve olayın özellikleri göz ardı edilerek suç kanıtı olarak mutlaka tanık aranması birçok olayın da cezasız kalması gibi hukuken tecviz olunmayacak bir sonuca yol açar ki, uygulamada da böyle bir anlayış
zorunlu görülmemektedir.

Doğaya aykırı: Söz konusu olan olayda henüz avukatlık mesleğinin başlangıcında bekâr genç bir bayan olup kendisiyle ilgili böyle bir iddiayı ortaya koymasında toplumumuzda hâkim olan sosyal ve ahlaki değerler de gözetildiğinde, kişiliğinin ve mesleki saygınlığının zarara uğrayacağı muhakkaktır. Başkasını zarara uğratmak isterken kendisini zarara uğratması
insanın doğasına aykırı bir olgudur.

Başka yollar bulabilirdi: İddia bir an, savunma tarafının ileri sürüldüğü gibi şikâyetçinin sanığın mesleki yetersizliği nedeniyle kendisini uyarması vs. nedeniyle kırgınlıkla iftira ettiği düşünülse dahi.. kendisine zarar vermeyecek başka yol-yöntemlere başvurma olanağının varlığı karşısında bu düşünceye
geçerlilik ve üstünlük tanımak hayatın olağan akışına uygun değildir. Bu itibarla yakınıcı tanıklarının anlatımları gibi yan delillerle doğrulanan kendi iffetini ortaya koyarak ileri sürdüğü iddiaları mahkemezice sabit görülerek
sanığın eylemlerinin sübutunu kabul için yeterli görülmüştür.




Alıntı:
T.C.
YARGITAY
10. CEZA DAİRESİ
E. 2002/17707
K. 2002/21232
T. 11.6.2002
• NASI IZRAR ( Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi - Sanığın Atılı Suçu İşlediğine Dair Yeterli Kanıt Bulunmaması )
• ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ ( Sanığın Atılı Suçu İşlediğine Dair Yeterli Kanıt Bulunmaması - Nas'ı Izrar )
• SANIĞIN ATILI SUÇU İŞLEDİĞİNE DAİR YETERLİ KANIT BULUNMAMASI ( Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi - Nas'ı Izrar )
765/m.516
1412/m.238, 254
ÖZET : Sanık hakkında, mahkumiyet kararı verilebilmesi için sanık aleyhinde şüpheden tamamen uzak, kesin kanı uyandırabilecek yeterlilikte kanıtlar bulunmalıdır.


Alıntı:
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2002/143
K. 2002/1024
T. 27.3.2002
• ADAM ÖLDÜRME ( Sanığın Oğlunu Öldürmesi )
• ŞÜPHEDEN SANIĞIN YARARLANMASI ( Şehadette Bulunanların Oğlunun Öldürüldüğünü Gördüğünde Sanık Soğukkanlıydı Diyerek Yorum Yapmalarının Kanıt Değerinin Olmaması )
• DELİL YETERSİZLİĞİ ( Failin ve Öldürme Sebep ve Saikinin Hazırlık Soruşturmasıyla Netleştirilememesi ve Şehadetlik Yapanların Söylediklerinin Kanıt Değerinin Olmaması )
• KİŞİLERİN OLAYLAR KARŞISINDAKİ TEPKİLERİNİN FARKLI OLMASI ( Kendi Gömleğini Olay Mahallinde Bırakmış Olabilme Tedbirsizliğini Göstermesinin Düşünülememesi )
765/m.51,59,450
Old 25-07-2009, 15:44   #10
Av.YBayrak

 
Varsayılan

Merhabalar Sayın Meslektaşlarım;
Cinsel saldırı suçlarında iddianın ispatı için mağdur/müşteki beyanları kronolojik olarak vb. kendi içinde tutarlı olsa da kesinlikle yalnız başına yeterli değildir. Çünkü mağdurun beyanları esas itibarıyla soyuttur. Oysa, suçun kanıtlanması için, Suçun sabit olduğunun kabul edilebilmesi ve sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi için, iddiaların sanığın aleyhine kesin, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak nitelikte ve yeterli delile dayanması gerekir. Aksi takdirde şüpheden sanık yararlanır ve mahkümiye karar verilemez.
Örneğin, bir cinsel ilişki gönüllü bir ilişki mi, istem dışı mı bunu anlamak için olaya dahil kişilerin yaş, fiziki durum, aralarındaki hukuki ilişki, iletişimlerinin boyutu, direnme, olayın geçtiği iddia edilen yer, zaman, olayın ortaya çıkış şekli, mağdur olduğu iddia edilenin bu olayın ortaya çıkışındaki rolü, bunun zamanı, başka olay yada olaylarla bağlantısı, iddia fiilin sayısı, aralıkları, telefon kayıtları, resimler, elbetteki raporlar, mağdurun anlatımı, mağdura yöneltilecek sorulara vereceği yanıtlar vb., vb... daha birçok hususu değerlendirerek çok yönlü değerlendirmede bulunmak, varsa tanıkları dinlemek ve özellikle Olay Mahallinde Keşif yaparak, HER OLAYIN KENDİ ÖZELLİĞİNE GÖRE somut durumu belirlemek gerek.
Bu suç, Ceza yargılamasında en fazla hassasiyetle incelenecek, irdelenecek ve asla şikayetçi/mağdur anlatımının etkisi altında kalınmadan, ispat zorluğu düşüncelerinin de etkisi altında kalınmadan karar verilecek, aksi halde haksız mahkumiyete karar verilebilecek en hassas suçlardan birisidir.
Yargıtay da temyiz incelemelerinde bu hususları dikkate almakta, mağdur beyanlarını yeterli kabul etmemektedir.
Ör: “Irza geçmenin zorla yapıldığı hususunda, mağdurenin anlatımlarından başka, sanığın cezalandırılması için kesin, ve inandırıcı başka delil elde edilemediğinden eylemin rızaya dayalı işlendiğinin kabulü gerekeceği;
Mağdure, eylemin birden çok, değişik zamanlarda tekrarlanmasına rağmen hiç kimseye anlatmaması ve şikayetçi olmaması- Eylemin rızaya dayalı işlendiğinin kabulü gerekeceği;
açık ve kesin olarak iddia suçun kabulünün mümkün olmadığı (Y.5.C.D. 2007/1161 E, 2007/2009 K, 19.3.2007 T.)

Bu arada, bu suç iddiası nedeniyle yerel mahkemelerde verilen kararlarda tutuklama yada serbest bırakma kararlarının da çok özenilmeden verildiği ve de pek isabetli olmadığı kanaatini taşıyorum. Örneğin, Hüseyin Üzmez in tekrar tutuklanması ne kadar doğru, tutuklama müessesinin amacına uygun mu, hukuk etki altında mı, ben şüphedeyim.
Sevgi ve saygı ile,
Old 25-07-2009, 16:48   #11
üye14540

 
Varsayılan

Sayın Ybayrak, eklediğiniz içtihatta dikkat ederseniz, suçun oluşmasında mağdurun beyanı yeterli görülmüş, ancak mağdurun cebir ve şiddet ile cinsel istismar iddiası inandırıcı bulunmadığından, artırım maddesinin uygulanmasına Yargıtay karşı koymuştur. Zaten yıllardır bu davalardaki uygulama bu yöndedir. Burada önemli olan vicdani kanıdır. Eğer mağdurun beyanı tüm dosya içeriğine göre inandırıcı ve hayatın olağan akışına aykırı değilse, mağdurun sanığa iftira atmasını gerektirir ciddi bir neden yoksa, mağdurun bu beyanlarına itibar edilir. Saygılarımla
Old 25-07-2009, 17:49   #12
av. hamza nuh özer

 
Varsayılan

Sayın Fuat Şenoğlu, Sayın Ybayrak tarafından eklenen Yargıtay karar metni,belirttiğiniz açıdan, mağdurun beyanının hükme yeterli olabileceği fikrini destekler nitelikte görünmekle beraber, sanığın rızaya dayalı cinsel ilişki yönünde ikrar ve beyanlarının, dosya içerisinde bulunabileceğini de dikkate almamız lazım.

Alıntı:
T.C. YARGITAY
5.Ceza Dairesi

Esas: 2007/1161
Karar: 2007/2039
Karar Tarihi: 19.03.2007

ÖZET: Evinde çocukları bulunan mağdurenin ırza geçme eyleminin gerçekleştirildiği zamanlarda bağırıp çevreden yardım istememiş olması, eylemin birden çok değişik zamanlarda tekrarlanmasına rağmen hiç kimseye anlatmaması ve şikayetçi olmaması, durgun halinden şüphelenen eşine olaydan yaklaşık iki ay sonra açıklama yapması gözetildiğinde: ırza geçmenin cebir şiddet kullanarak yapıldığına dair iddiasının durumunu çevresine mazur gösterme düşüncesinden kaynaklandığı ırza geçmenin zorla yapıldığı hususunda mağdurenin anlatımı dışında sanığın cezalandırılması için kesin ve inandırıcı başkaca da delil elde edilemediği, dolayısıyla eylemin rızaya dayalı olarak işlendiğinin kabulü yerine, oluşa uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması, kanuna aykırıdır.



(5237 S. K. m. 7, 53, 102) (5320 S. K. m. 8) (1412 S. K. m. 321, 322)

Dava: Nitelikli cinsel saldırı ve geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından sanık A.B. 'nin yapılan yargılanması sonunda; atılı suçlardan mahkumiyetine dair B. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 13.10.2006 gün ve 2006/189 Esas, 2006/220 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay'ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Konut dokunulmazlığını bozma suçundan kurulan hükümde 5237 sayılı TCK. nın 53/1 maddesinin (c) fıkrasında belirtilen hak yoksunluğunun koşullu salıverme tarihine kadar hükmedilebileceği gözetilmeden, infaz tamamlanıncaya kadar uygulanmasına karar verilmesi,

Kanuna aykırı, 5237 Sayılı TCK. nın 7/2 maddesi ile 5320 Sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilmek suretiyle hükmün CMUK. nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak bu cihetin yeniden yargılama yapılmaksızın düzeltilmesi mümkün bulunduğundan aynı yasanın 322 maddesinin verdiği yetkiye dayanarak, hüküm fıkrasında yer alan <5237 Sayılı TCK. nın 53/1. maddesinin a-b-c-d-e bentlerinde belirtilen haklardan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına> ibaresinin 5237 Sayılı Yasanın 53/1. maddesinin (c) bendinde düzenlenen güvenlik tedbirinin (hak yoksunluğunun) koşullu salıvermeye, hükmolunan diğer güvenlik tedbirlerinin (hak yoksunluklarının) ile cezanın infazı tamamlanıncaya kadar uygulanmasına; biçiminde düzeltilerek onanmasına,

Nitelikli cinsel saldırı suçundan kurulan hükmün incelenmesinde ise;

Evinde çocukları bulunan mağdurenin ırza geçme eyleminin gerçekleştirildiği zamanlarda bağırıp çevreden yardım istememiş olması, eylemin birden çok değişik zamanlarda tekrarlanmasına rağmen hiç kimseye anlatmaması ve şikayetçi olmaması, durgun halinden şüphelenen eşine olaydan yaklaşık iki ay sonra açıklama yapması gözetildiğinde: ırza geçmenin cebir şiddet kullanarak yapıldığına dair iddiasının durumunu çevresine mazur gösterme düşüncesinden kaynaklandığı ırza geçmenin zorla yapıldığı hususunda mağdurenin anlatımı dışında sanığın cezalandırılması için kesin ve inandırıcı başkaca da delil elde edilemediği, dolayısıyla eylemin rızaya dayalı olarak işlendiğinin kabulü yerine, oluşa uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması,

Sonuç: Kanuna aykırı sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 Sayılı Yasanın 8/1. maddesi gözetilerek CMUK. nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozmanın mahiyetine göre sanığın bihakkın TAHLİYESİNE, başka suçtan tutuklu veya hükümlü değilse salıverilme hususunun mahalline telle bildirilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına müzekkere yazılmasına, 19.03.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

bence bu karar metni tatmin edici değil.
Old 26-07-2009, 00:43   #13
Av.YBayrak

 
Varsayılan

Sn.Dr.Fuat Şenoğlu;
Yargıtay Kararından yaptığım alıntıda, cümlenin baş tarafında "ırza geçme" şeklinde bir ifade kullanılmış ise de, bu durum, cümlenin noktalı virgülden önceki kısmında "eylem" olarak belirtilmiştir. Cümlenin başındaki ifade bir suç tanımı olsa bile, devamında bu hata giderilmekte, bir suç değil, bir eylem olarak tanımı yapılmakta; ve çok açık, kesin bir şekilde eylem var olsa bile, oluşa göre suçun işlen-mediği, yani eylemin suç oluşturmadığı, sanığın cezalandırılamayacağı açıkça belirtilmektedir. Bu durum, yazımın 2. paragrafı ile tam anlamıyla örtüşmektedir.
Yaptığım alıntıda, Sizin cevabi yazınızda belirtildiği gibi suçun işlendiğinin kabulü yönünde bir ifade söz konusu olmadığı kanısındayım. Ayrıca, Artırma eksiltme hususu ise, buradaki suçun tespitine ilişkin bir husus değildir, ve alıntıda da bu hususa değinilmemektedir. Karara konu olan, irdelenen olay da konumuz için bağlayıcı değildir; esas olan, bağlayıcı olan burada aktardığım alıntıdaki kapsamdır.
Her olayın kendi içinde, kendi özelliğine göre değerlendirilmesinin esas olduğu hususunu vurguladığım yazıma Sn. meslektaşım Av.Hamza Nuh Özer'in katkısı da, her olaya ilişkin verilen kararın kendi dosya içeriğine dayalı olduğu hususunu ortaya koymaktadır.

Ayrıca; "Eğer mağdurun beyanı tüm dosya içeriğine göre inandırıcı ve hayatın olağan akışına aykırı değilse, mağdurun sanığa iftira atmasını gerektirir ciddi bir neden yoksa, mağdurun bu beyanlarına itibar edilir." diye belirtiyorsunuz.
Doktrin, Uygulama ve Yargıtay Kararlarının bu doğrultuda yerleşik olmadığı kanısındayım. Bu doğrultuda olsa dahi bu düşünceye katılmamaktayım, ve bağlayıcı bulmuyorum. Çünkü, Mağduriyet iddiasında bulunanın(ben mağdur terimini kullanmıyorum, çünkü ispatlanmadıkça mağduriyet söz konusu değildir)beyanları kendi içinde tutarlı, hayatın olağan akışına uygun ve tüm aşamalarda bu şekilde olabilir; ve de sanığa iftira atmasını gerektirecek -yargıç'a/heyet'e göre ciddi bir neden- de tespit edilemeyebilir.
1) Böyle bir nedenin tespit edilememesi, olmadığı anlamına gelmez,
2) Yargıç'a göre ciddi olmayan bir neden, mağdurluk/mağdurelik iddiasında bulunana göre ciddi olmadığı anlamına gelmez,

Suçun, hukuki kıstaslara uygun delille kanıtlanması gerek. Vicdani kanı, delil değildir; sanığın suçlu olduğuna vicdani kanı hasıl olsa bile, delillerle kanıtlanmadıkça suç sabit görülemez, aksi delile dayalı sisteme aykırıdır. Delile dayalılığı zayıflatırsanız, kişiden kişiye değişecek vicdani değerlere göre hüküm tesis edilir ki, o zaman da çağdaş hukukta yeri yoktur, kör topal yürüyen adaleti rafa kaldırmış oluruz kanısındayım.
Aynı görüşleri paylaştığımız yerel mahkeme kararları da var.
Bilmukabele saygılarla, iyi çalışmalar.
Old 27-07-2009, 00:02   #14
av.barisdalgic

 
Varsayılan

Yukarıda örnekleri verilen ve mağdurun sebepsiz yere sanığı suçlamasının anlamsız olduğu, bu sebeple de sanığa mahkumiyet hükmünün verildiği birçok yanlış yargıtay kararı mevcuttur.
Kanımızca, memleketimizdeki hukukçuların, toplumdan, bilimden, felsefeden, düşünceden uzak bir iklimde, zor koşullarda ve tek boyutlu bir yaşam ile yoğrulmasının getirdiği sonuçtur.
1- Psikoloji denilen kurmaca bilim safsatadır.
2- İnsanın yapıp ettiklerinin bir neden ve sonuca bağlanması zorunluluğu yoktur.
3- Tabiat kanunları bile zorunluluk ilişkisi içermeyebilir.
4- Hal böyleyken insanın herhangi bir şeyi, eylemi, düşünceyi sebepsiz yere yapabileceği düşünülmeden, bırakın hukukçuluğu, bir insanın toplum içerisinde gerçeği görerek varolması imkansızdır.
Old 27-07-2009, 16:40   #15
av. hamza nuh özer

 
Varsayılan

bugün evden çıkarken kapıyı biraz hızlı çarptığınız için okyanusta büyük bir depreme yol açarak meydana gelen tusunami ile binlerce insanın ölümüne yol açabilirsiniz. hapşırdığınızda bir yıldız patlayabilir.kısaca, non-lineer (doğrusal olmayan) sitemlerde kelebek etkisi geçerlidir. sisteme en küçük bir girdi sonuçları sıfırdan sonsuza kadar farklı ihtimalde etkiler. sisteme girdi olmasa bile sistemin iç olasılıkları sonuçları sıfırdan sonsuza kadar ihtimal çeşitliliğinde etkiler. biz çok küçük farklılıkları ölçemiyoruz diye, bu farklılıkları yok da kabul edemeyiz.

mühendislerin (benzer nitelikte tüm uzmanlık alanları için genelleme olarak kullanıyorum) pratik hayatta üretken olabilmeleri için bir takim yasalara, kabullere ve sabitlere ihtiyaçları vardır. ancak felsefe, psikoloji, hukuk gibi dallar(bilim dalları), yasa ve kabul adı verilebilecek veya herhangi bir ad altında tanımlanabilecek bu sınırlamaları kabul edemez.

bununla birlikte, yasalar gerekliliklerini hayatta karşılaşılan problemlerden alır. bir yasa, üzerinde kıyas ve yorum yapılabilir çerçeve niteliğini, ne ölçüde içerebiliyorsa, o ölçüde insan ve eşya doğasına uygun hale gelir. bu durumda yasa; bireyin hakkını, toplumun menfaatini, eşyanın tabiatını, "adalet" üst kavramı altında gözetiyor olmalıdır.

adalet kavramının ince çizgisinde kalmak çabası içinde olan bir hukuk anlayışının ise, felsefeden psikolojiye, matematikten fiziğe, bilimden kurguya kadar, geniş bir beslenme alanı vardır. Bu beslenme alanı kim zaman kurmaca ve safsatayı da içine alır (örneğin kriminoloji)

neden sonuç ilişkisinin herzaman görülebilir mahiyette olmaması, tabiat kanunlarının ve insanın yapıp ettiklerinin, neden sonuç ilişkisi içermediği iddiasına delil olamaz.

Sn. av.barisdalgic, bu konuda fikrinize katılmıyorum. hukuk (yasalar değil), insan eyleminin sebepsizliğini de ihtimal dahiline almıştır. birey, toplum ve eşya (bir bütün olarak doğa)için adalet çizgisine ancak uyuşmazlıkların çözülmesiyle yaklaşılır. Uyuşmazlığın herhangi bir şekilde çözümü, çözümsüz kalmasına tercih edilir.

buradaki tartışma zaten uyuşmazlığın çözüm yolu üzerine yoğunlaşmıştı. somut tartışmanın dışına fazlaca çıkmaktayım ama şu alıntıyı eklemekte yarar görüyorum:

Alıntı:
Adalet-i mahza, “Tam ve mükemmel adalet.” “Bir ferdin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalet.” şeklinde tarif edilir. Adalet-i izafiye ise, “Küllün selâmeti için, cüz’ü feda eden adalet tarzı.”

Buna göre, adalet-i mahza, “tam ve katıksız adalet, mükemmel adalet,” demek olur. Bu adalette, hiçbir kimsenin en küçük bir hakkının bile çiğnenmemesi esastır. Adaletin diğer şubesi olan adalet-i izafiye ise katıksız, tam değildir.

Zira, toplumun menfaati için ferdin hukukunu nazara almaz. Adalet-i izafiyede ehven-i şer esas alınır. Bütün insanların zarara uğraması büyük ve küllî bir şer, bu zararın giderilmesi için bir insanın, yahut küçük bir gurubun hakkının çiğnenmesi ise, cüz’î bir şerdir. Küllî şerden kurtulmak için cüz’î şerri kabul etmek ise ehven-i şer ile amel etmek demektir ve adalet-i izafiyenin esasıdır. Adalet-i mahzada bir şahıs kendi rızasıyla hakkından vazgeçmediği müddetçe, bütün insanların faydası için de olsa onun hakkı çiğnenemez.


Meselâ, adalet-i mahzaya göre, bir şahsın rızası olmaksızın evi istimlâk edilemez. Bunun uygulanmasında ise bazen çok büyük zorluklar ortaya çıkar. İşte bu gibi zaruret hallerinde, adalet-i izafiye tatbik edilir. Ve o şahsın hukuku, umumun menfaatine feda edilir; rızası olmaksızın evi sökülür, istimlak edilir.

insanın uyguladığı hukuk zahire (görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı her şeyden âşikâr olan) göre hareket etmelidir. Tartışma konusuna dönersek, Türk Ceza Hukuku ve Usul Hukuku da bu ahvalde hareket eder.

Alıntı:
CMK 217
(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdan kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.

hukuka uygunluk dairesinde; duruşmaya getirilebilir, tartışılabilir, yenlip, içilebilir delil nedir?
Cevap:Somut delildir.

Mağdurun beyanı somut delil midir?
Cevap: Somut bir delildir. Çünkü tartışılabilir, ölçülebilir, vs.

Ancak bu somut delil tek başına, başka hiç bir delille desteklenmeden, mahkumiyete yeterli sayılabilir mi?
Cevap:Bence hayır. Çünkü bu somut delilin karşısında, sanığın beyanı gibi aynı kudrette başka bir somut delil daha vardır.


Alıntı:
Eğer mağdurun beyanı tüm dosya içeriğine göre inandırıcı ve hayatın olağan akışına aykırı değilse, mağdurun sanığa iftira atmasını gerektirir ciddi bir neden yoksa, mağdurun bu beyanlarına itibar edilir.

Dr. Fuat Şenoğlu'nun ileri sürdüğü ve bir kısım Yargıtay içtihadının dayanağını oluşturan bu fikir, sadece "somut delil" kavramına bir bakış açısı getirmektedir:

1-hayatın olağan akışına aykırı olmayan beyan
2-iftira atmasını gerektirir ciddi bir nedenin olmaması

İleri sürülen cümlelerden mağdur kelimesini çıkarıp bu kelimenin yerine sanık kelimesini koyduğumuzda benzer bir sonuca ulaşmaktayız.

Alıntı:
Eğer sanığın beyanı tüm dosya içeriğine göre inandırıcı ve hayatın olağan akışına aykırı değilse, sanığın mağdura karşı eylemde bulunmasını gerektirir ciddi bir neden yoksa, sanığın bu beyanlarına itibar edilir.

Mağdur kavramının, sanık kavramına neden üstün olduğu konusunda, harf sayısının fazla olması dışında, mantıklı açıklama getirilebileceğini düşünmüyorum.

Bu noktada sonuç olarak, ceza hukukuna hakim olan ve evrensel olduğunu inandığım ilkeler çerçevesinde,

-sadece mağdur beyanının, sadece sanık beyanına bir üstünlüğü olamayacağını,

-böyle bir üstünlüğü tanımanın masum insanların yaptırımlarla karşılaşması ihtimalini, bu üstünlüğü tanımamanın ise suçlu insanların cezasız kalabileceği ihtimalini barındırdığını,

-masum bir insanın yaptırımla karşılaşması yerine suçlu bir insanın cezasız kalmasını tercih ettiğimi,

belirtmek isterim.
Old 18-08-2011, 17:25   #16
aykutyigit

 
Varsayılan

YARGITAY

5. CEZA DAİRESİ

E. 2004/6002

K. 2006/3852

T. 4.5.2006
Bu kararda sanığı önceden tanımayan ve iftira atması içinde herhangi bir nedeni bulunmayan 9 yaşındaki mağdure B.'nin aşamalarda süren anlatımları, teşhis tutanağı ve tanık beyanları karşısında.... benim bu karadan çıkardığım sonuç cinel istismar suçunda sadece mağdur'un ifadeleri ispat açısından yeterli gelmemektedir.Beyanların başka delillerle desteklenmesi gerekmektedir
Old 25-02-2014, 13:17   #17
Av.AhmetOsman

 
Varsayılan

YARGITAY 5.CEZA DAİRESİ( E:2007/7587 – K:2009/12054)

‘’Sanığa iftira atması için ileri sürülüp ispatlanmış herhangi bir neden bulunmayan mağdure D____'ın aşamalardaki samimi anlatımı, diğer mağdure Ş____'nin beyanları ve tüm dosya içeriğiyle doğrulandığı halde cinsel taciz suçunun sübuta erdiği kabul edilerek sanığın mahkümiyetine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde beraet hükmü kurulması bozmayı gerektirmiştir’’şeklindeki kararının örnek teşkil edebileceği kanaatindeyim
Old 29-08-2014, 15:30   #18
mavikaranlık

 
Varsayılan Suçsuzluğu Ispat

Yargıtay'ın bazı kararlarında yer verilen "kendi iffetini lekelemek için sebebi de olmayan mağdurenin tutarlı beyanları" veya "sanıkla arasında bir uyuşmazlık bulunmayan mağdurenin hayatın olağan akışına uygun beyanları" gibi ifadelerle gerekçelendirdiği hükümler bir hukuk katliamını ispatlamaktadır. Ortada iddia var ve yasanın öngördüğü biçimde her türlü şüpheden uzak biçimde kanıtlayacak delil yok buna karşılık itham edilen kişiden iddia sahibinin kendisine iftira etmesinin sebebini kanıtlaması isteniyor yani ispat yükü tersine çevriliyor ve ceza hukukunun genel ve evrensel ilkeleri çiğneniyor.
Old 29-12-2014, 17:56   #19
ssdinler

 
Varsayılan Mağdurun teşhisinin hiç mi anlamı yok ?

Zaten bu suçları işleyenler ulu orta bu işi yapmıyor.Kameranın, insanın olmadığı tenhada kadını elle taciz ediyor,yada benzeri fillerde bulunuyor mağdur teşhis etmiş daha delile ihtiyaç var mı sizce? Bence yok.
Sadece Ceza Hukuku ilkeleri açsından bakarsak her olaya adalet her zaman tecelli etmez. YArgıtay'ın yerleşmiş içtihatları bellidir. Mağdur hiç tanımadığı sanığı teşhis ettiyse mahkumiyet için yeterlidir. Gerçekten masum birinin teşhis edilmesi milyonda bir ihtimaldir. Bu gibi insanların zaten eski vukuatları da oluyor.
Old 29-12-2014, 21:15   #20
ssdinler

 
Varsayılan Konu tam anlaşılmamış.

Meslektaşın sorusu Yargıtayın çok bilinen yerleşmiş içtihadı olan; cinsel suçlarla ilgili olarak eğer mağdur kişiyi teşhis etmiş ise ve mağdur ile sanık arasında her hangi bir kişisel bağ olmadığı sabitse teşhise dayanarak delil olmasa da ceza verilebilmesi yönündedir.
"sanık her ne kadar suçlamayı kabul etmemiş ise de mağdurun aşamalardaki tutarlı beyanlarında Suçun subut bulduğu kanaatinin oluştuğu, mağdurun yalan söylemesini gerektirecek bir durumunun bulunmadığı, yanılmasının da mümkün olmadığını,duruşmada ısrarla bildirdiği göz önüne alınmış," (ceza verilen bir mahkeme kararı gerekçesi)

Bazı meslektaşlar başka suçlardan örnek vermişler ama Yargıtayın bu içtihadı cinsel suçlara özgü bir durum. Bu gibi suçların genelde görgü tanığı ve delil olmaması nedeni ile beraat ile sonuçlanmasını engellemek maksatlıdır. Her ne kadar ceza hukuku tekniği açısından ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı gibi gözükse de bire bir yaşadığım bir olayda Yargıtay İçtihadının ne kadar doğru olduğu, delil olmasa da mağdurun teşhisine dayanarak ceza vermek gerektiği kanısındayım. Saygılar.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
cinsel taciz nazell Meslektaşların Soruları 1 19-01-2009 15:15
Cinsel Saldırı İle Cinsel Taciz Suçu Arasındaki İnce Çizgi üye19576 Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 05-08-2008 02:47
İşyerinde Cinsel Taciz Konuk Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) 2 10-08-2007 13:32
Cinsel Taciz UĞUR Hukuk Soruları Arşivi 1 15-02-2002 00:35


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06350303 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.