Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Davalılar yönünden davadan kısmi feragat sorunu...

Yanıt
Old 26-10-2010, 11:47   #61
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Suat Ergin
Davalıya usulüne uygun bir tebligat yok. Yani davadan haberi de yok. Duruşma günü davacı da duruşmaya gelmemiş. yazdıklarınızdan hakimin neye karar vereceğini anlamadım. Siz, ısrarla davacının davasını takipten vageçemeyeceğini yazmaktasınız. Hakim olsanız dosya bu haldeyken ve duruşmaya kimse gelmemişse; neye karar verirsiniz. Davayı müracaata bırakmayacaksanız, erteleyecek misiniz? Neye karar vereceksiniz?

Sayın Ergin,

Dava ikame edildikten sonra tebligatın yapılamamış olması, yapılamayacağı anlamına gelmez.

Davanın niteliği itibariyle re'sen icrası gereken işlemler noktasında HUMK.415 hükmü hakim tarafından değerlendirilebilir.

Keza Dava açılırken Davacıdan tebligatlar için yeterli masraf (pul vs) alınmaktadır. Yetmezse HUMK.413'e göre masrafları tamamlaması da emredilebilmektedir. Bu emre rağmen Davacı yine masraf vermezse, HUMK.414 'e göre, netice-i talebinden -kanunen- sarfınazar(*) etmiş sayılır.

Esasen sizin belirttiğiniz, tebligat kanununa 2003 yılındaki değişiklikle ilave edilen 34/son fıkra hükmü, 414 hükmü ile paraleldir.

Özetle;

Davalıya dava dilekçesini tebliğ için dosyaya yatırılmış Tebligat masrafı olduğu sürece davaya devam edilmelidir.

Tebligat masrafı bittiğinde eksiklik HUMK.413-414'e göre tamamlattırılır. Verilen süreye rağmen masraf yatırılmazsa, re'sen icrası gereken hususlar söz konusu ise hakim re'sen HUMK:415'i uygulayarak tebliğ imkanını tebligat kanunu çerçevesinde sağlamaya çalışır. (**)

Re'sen icrası söz konusu olamayan türden bir dava ise, verilen süreye rağmen de masraf yatırılmazsa hakim bu duurmda HUMK.414/son cümle ve Teb.K.34 Son cümle uyarınca davacının talebinden sarfınazar ettiğine karar verir.

Böyle bir durumda dahi Davalı, davayı haricen öğrenmiş ise, isterse -süresi içinde olmak kaydıyla- davayı HUMK:409. çerçevesinde yenileyebilir ve kendisi takip edebilir.

Sonradan eklenen not:

(*) Her ne kadar HUMK. 414'te kanun sadece, "sarfınazar etmiş sayılır" demişse de sonuçları bakımından bu ifadeyi Tebligat Kanunu 34/son fıkra gibi anlamak ve 409. u uygulamak gerekir kanaatindeyim.

(**) Çünkü, mahkemeler her iki tarafın da hukuki yararını eşit kollamak zorundadır. Davalının, aleyhinde ikame edilen davanın yargılamasının yapılmasını ve neticelendirilmesini istemekte hukuki yararı olabilir.
Old 26-10-2010, 12:12   #62
furugferruhzad

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
Kusurlu veya kusursuz orası ayrı mevzuu...

Davayı atiye terk etmek, davadan vazgeçmek anlamına gelir. Davadan tek taraflı vazgeçilemez. Davadan feragat ile davadan vazgeçme arasındaki fark malumunuzdur. Bu itibarla davalının haberi olmadan davayı atiye bıraktım deseniz bile bunun anlamı olmayacaktır.

Bu cevap doğru uygulamada sıkça yaşanan bir durum ama benim gözlemim bir çok yargıcın feragat ile vazgeçme arasındaki farkı bilmeyişi ve vazgeçme desek te tutanağa feragat yazdırması müdahale edince de ne fark eder avukat hanım diye uyarması çok sık yaşadığım bir durum.Aşağıdaki kara göre de davadan tek taraflı olarak vazgeçilemez ama feragat edilebilir.Bu durumda tek taraflı olarak davalının haberi olmadan yapılan vazgeçme geçersiz.

***Davasından feragat eden davacı, dava dilekçesinin talep sonucu bölümüne konu ettiği haktan vazgeçmiş olur. Feragat herhangi bir şarta bağlanamayacağı gibi, davadan feragat edildiğine ilişkin iradenin açık ve kesin bir dille bildirilmiş olması da zorunludur. Bu nitelikteki bir feragat davalı tarafın veya mahkemenin kabulüne bağlı değildir ve kesin hükmün sonuçlarını doğurur. Buna karşılık, davanın geri alınması, davaya konu haktan vazgeçilmesi anlamında değildir, ileride aynı yönde bir davanın açılması hakkı saklı tutulmaktadır ve bu nedenle de, geri alma davalının kabulüne bağlıdır. Somut olayda davacıların dilekçelerinde, diğer davalılar hakkındaki davaya halel gelmesi kaydıyla ve her ihtimale karşılık bu davalı hakkındaki dava hakkı saklı tutularak, şimdilik bu davalı hakkındaki davadan vazgeçildiği belirtilmiştir. Bu beyanın, davadaki talep sonucundan açık, kesin ve koşulsuz biçimde bir vazgeçme yi içermediği, tersine, anılan davalı hakkındaki dava hakkı saklı kalmak kaydıyla ve şimdilik davadan vazgeçildiğinin açıklandığı görülmektedir. Dolayısıyla, bu beyanın, davadan feragat değil, davanın geri alınmasına ilişkin olduğunun kabulü gerekir."( HUKUK GENEL KURULU E. 2005/11-242 K. 2005/249
T. 13.4.2005)****
Old 27-11-2010, 20:17   #63
avukat2007

 
Varsayılan

Sayın meslektaşlarım,
Biz işçilik alacağından dolayı işveren A' ya dava açtık, dava esnasında B şahsına da dava açmamız gerektiği ortaya çıktı. B' ye de dava açtık. Dosyalar birleşti.
Bu arada A' ya açtığımız davada bakiye ücret alacağı da talep etmiştik. B' ye açtığımız davada talep etmedik.
Dosyanın safahati sırasında A' dan talep ettiğimiz bakiye ücret alacağı yönünden dosyayı atiye bıraktık. B' den böyle bir talebimiz yoktu zaten. Ancak işveren B ' nin avukatı atiye bırakma talebinin yerinde olmadığını ve itiraz ettiklerini beyan etti. Böyle bir beyanın geçersiz olduğu kanaatindeyim. Zira B' ye karşı açtığımız birleşen davada B' ye karşı böyle bir talebimiz yok.
Görüşlerinizi rica ediyorum.
Şimdiden teşekkürler.
Saygılarımla.
Old 27-11-2010, 21:16   #64
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avukat2007
Sayın meslektaşlarım,
Biz işçilik alacağından dolayı işveren A' ya dava açtık, dava esnasında B şahsına da dava açmamız gerektiği ortaya çıktı. B' ye de dava açtık. Dosyalar birleşti.
Bu arada A' ya açtığımız davada bakiye ücret alacağı da talep etmiştik. B' ye açtığımız davada talep etmedik.
Dosyanın safahati sırasında A' dan talep ettiğimiz bakiye ücret alacağı yönünden dosyayı atiye bıraktık. B' den böyle bir talebimiz yoktu zaten. Ancak işveren B ' nin avukatı atiye bırakma talebinin yerinde olmadığını ve itiraz ettiklerini beyan etti. Böyle bir beyanın geçersiz olduğu kanaatindeyim. Zira B' ye karşı açtığımız birleşen davada B' ye karşı böyle bir talebimiz yok.
Görüşlerinizi rica ediyorum.
Şimdiden teşekkürler.
Saygılarımla.

Davadan (talep konusundan) vazgeçme, davanın davalısının kabulü ile sonuç doğurur. Davalı A hakkında açılan bakiye alacak kalemi için, o kısım dava kalemi ile ilgisi olmayan bir başka davanın davalısının rızasının önemi olmaz düşüncesindeyim. Davalı A, itiraz etmediyse yani rızam yoktur demediyse sorun olmamalıdır.

Çünkü, A hakkında açılan bakiye alacaktan vazgeçmenin, talep müteselsil sorumluluğu icap ettiren bir talep olsa bile B'nin durumunu ağırlaştırmayacağı açıktır.
Old 28-11-2010, 14:43   #65
oguzhand0

 
Varsayılan

Hekim kusuruna dayanan derdest bir tazminat davamda 5 adet davalı hekim var. Dava 5 yıldır devam ediyor.

Hem adli tıp hem de YSŞ 5 hekimden 3'ü kesin kusurludur dedi. Kalan 2 hekim YSŞ raporunda da kusurlu bulundu. Adli Tıp raporuna bakarsak da kalan 2 hekimden 1'i kusurlu ancak menfi olayın olduğu anda bu 2 hekimden hangisinin görevli olduğu hususu belirlendikten sonra ek rapor düzenleyeceklermiş...

Bu 5 davalıdan 2si hakkındaki davamı atiye terk etmek istiyorum ki artık dava önümüzdeki hafta son bulsun... Dosya adli tıp' a gitsin istemiyorum kısaca...

Ne dersiniz, mümkün müdür? Yoksa tüm dava bölünmezlikten dolayı çöpe gitmesin?

Saygılarımla
Old 04-02-2011, 16:03   #66
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan Forumda bulunmasında fayda olduğu kanaatiyle eklenmiştir

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, 13.11.2000 T., Esas: 2000/5204, Karar: 2000/7682: "Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının bozma kararına uyularak yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozmanın kapsamı dışında kesinleşmiş olan yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenemeyeceğine göre, davalı F____ vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Davalı U____ vekilinin temyizine gelince; 09.12.1999 tarihli oturumda davacı vekili, davalı U____ aleyhindeki davayı takip etmeyeceklerini bildirmiştir. Bu durumda mahkemece takip edilmeyen davanın HUMK m.409 uyarınca işlemden kaldırılması gerekirken, yargılamaya devam ile esası hakkında karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 no'lu bentte açıklanan nedenle davalı F____ B____ vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün bu davalı yönünden ONANMASINA, 2 no'lu bentte açıklanan nedenle hükmün davalı U____ B____ yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 13.11.2000 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI
Davalılardan U____ yargılamanın devamı sırasında 08.02.1999 tarihinde vefat ettiği taraf beyanları ve dosyadaki nüfus kayıt örneğinden anlaşılmaktadır.
Hüküm hem adı geçen davalı aleyhine kurulmuş, hem de kararın adı geçen vekiline tebliğ edilmesi suretiyle usuli işlemlerin tekemmül ettirilmesi cihetine gidilmiştir.

Müvekkilin ölümü ile vekalet son bulacağından kararı, adı geçen davalı adına temyiz eden Avukatın vekaleti de son bulmuştur (BK m.397). Avukatın yargılamaya katılmayı sürdürmesi ve adı geçen hakkında temyiz talebinde bulunması ne vekaletnamenin hükümlerinden ve ne de müvekkilinin veya mirasçılarının menfaatlerinin tehlikeye düşmesi ihtimalinin bulunmasından ileri gelmemekle vekaleten yapılan usuli işlemlere hukuken değer verilemez.
Bu durumda dosyanın, davalı U____, usulünce belirlenecek olan mirasçılarına karar tebliğ edilip, temyiz süresinin dolması beklenmek üzere yerel mahkemeye geri çevrilmesine karar verilmesi gerekir.

Öte yandan; HUMK'nun 409'uncu maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilebilmesi veya aynı kanunun 185/1. maddesi uyarınca davanın atiye terki nedeni ile karar ittihazına yer olmadığına karar verilebilmesi, tarafın duruşmada bulunmak veya kendisini temsil ettirmek imkanına sahip bulunmasıyla mümkündür. Yargılama sırasında ölümü ile böyle bir imkana tabii olarak sahip bulunmayan bir taraf hakkında bu hükümler uygulanamayacağı içindir ki, yukarıda açıklandığı şekilde mirasçılara tebligatlar tekemmül ettirilmeden mahkemece çoğunluk kararında belirtildiği şekilde dosyanın işlemden kaldırılması da doğru olmayacaktır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle eksiği giderilmek üzere dosyanın yerel mahkemeye geri çevrilmesine karar verilmesi gerektiği kanaati ile sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum."

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 27.10.2005 T., Esas: 2005/10893, Karar: 2005/10374: " Taraflar arasında görülen davada Ankara Asliye 4.Ticaret Mahkemesi'nce verilen 03.11.2004 gün ve 2004/537 – 2004/683 sayılı kararı bozan Daire'nin 04.07.2005 gün ve 2004/7596 – 2005/7044 sayılı kararı aleyhinde davacılar vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacılar, 06.12.1999 tarihinde davalı Sümerbank A.Ş. Çankaya Şubesi'nde ortak hesap açtıklarını, talimatları olmadan hesaptaki paraların diğer davalı Efektifbank Off-Shore Ltd.Şti.'ne transfer edildiğini, talep edilmesine rağmen ödeme yapılmadığını, davalı H____ G____'nun her iki davalı bankanın en büyük pay sahibi bulunduğunu, banka üzerindeki denetim yetkisini kullanmayan davalı Bakanlığın da bu durumdan sorumlu olduğunu ileri sürerek, 41.211 USD'nin davalılardan tahsilini talep ve dava etmişlerdir.

Davalı Maliye Bakanlığı, Sümerbank A.Ş, H____ G____ vekilleri davanın reddini istemiş, diğer davalıya tebligat yapılamamıştır.

Mahkemece, iddia, savunmalar, toplanan kanıtlar ve tüm dosya kapsamına göre, davacıların Sümerbank A.Ş.'ye yatırmış oldukları paranın transfer talimatıyla Efektif Bank Off-Shore Ltd.Şti'ne havale edildiği, davacıların ilk önce bu davalıya başvurmaları gerektiği, buradan sonuç alınamadığı takdirde anılan banka adına işlem yapan davalılar Oyakbank ( Sümerbank ) A.Ş. ve H____ G____ hakkında dava açılması gerektiği, davalı Maliye Bakanlığı hakkında açılan davanın atiye bırakıldığı, gerekçesiyle, davalı Maliye Bakanlığı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davalı Efektif Bank Off-Shore Ltd.Şti. hakkındaki davadan vazgeçilmesi sebebiyle, diğer davalılar hakkında bu aşamada dava açılamayacağından davanın reddine karar verilmiş, davacıların temyizi üzerine Dairemizce, davacıların davalı Efektifbank Off Shore Ltd.Şti hakkındaki davadan vazgeçtikleri ve mahkemece bu davalı hakkında feragat nedeniyle davanın reddine ilişkin hüküm kurulduğu halde diğer davalılar yönünden yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle karar bozulmuş, mahkemece eski kararda direnilmiş, Hukuk Genel Kurulu'nun 13.04.2005 tarihli kararında; davacıların 14.03.2002 tarihli dilekçelerinin gerekçesi ve sonuçtaki talep içeriği itibarıyla bu beyanın davadaki talep sonucundan açık, kesin ve koşulsuz biçimde bir vazgeçmeyi içermediği, tersine anılan davalı hakkında dava hakkı saklı kalmak kaydıyla ve şimdilik davadan vazgeçildiğinin açıklandığı, dolayısıyla HUMK'nun 91 nci maddesi anlamında feragate değil, 185/1 nci maddesi anlamında davanın geri alınmasına ilişkin olduğu gerekçesiyle mahkemenin direnmesi yerinde görülerek davacıların temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Dairemize gönderilmiş, Dairemiz'ce karar davalı Efektif Off-Shore Ltd.Şti. hakkındaki davanın geri alınmasında bu davalının rızasının alınması gerektiğine işaretle bozulmuştur.

Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacıların HUMK.nun 440.maddesinde sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacıların karar düzeltme isteğinin HUMK.nun 442.maddesi gereğince REDDİNE, alınması gereken 22.90 YTL karar düzeltme harcı peşin ödenmiş olduğundan yeniden alınmasına yer olmadığına, 3506 sayılı yasa ile değiştirilen HUMK.nun 442/3.madde hükmü uyarınca, takdiren 125.00 YTL para cezasının karar düzeltilmesini isteyenden alınarak Hazine'ye gelir kaydedilmesine, 27.10.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."

Saygılar...
Old 26-10-2011, 16:25   #67
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan 6100 S.K.'a göre HUMK m.409 düzenlemesi

6100 S.K m.150: "(1) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.

(2) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse, gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez.

(3) Duruşma gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hâllerde gün tespit ettirilmemişse, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle dosya işlemden kaldırılır.

(4) Dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurusu üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, duruşma gün, saat ve yeri ile birlikte taraflara tebliğ edilir. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay geçtikten sonra yenileme talebinde bulunulursa, yeniden harç alınır, bu harç yenileyen tarafça ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava, eski davanın devamı sayılır.

(5) İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.

(6) İşlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilenmeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi hâlde dava açılmamış sayılır.

(7) Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır."

150. madde gerekçesinden: "Bu madde ile kabul edilen hükümler, 1086 sayılı Kanunun 409 uncu maddesinin karşılığıdır. Hükümlerde bir değişiklik olmamakla beraber, birinci fıkrada bu hükümlerin uygulanabilmesi için her şeyden önce tarafların usulüne uygun davet edilmiş olmaları gerektiğine işaret edilmiştir.

Takip edilmeyen dava dosyasının işlemden kaldırılmasından sonra yenilenme imkânı bulunduğu, bu işlemin yenileninceye kadar geçerli olduğu gözetilerek, fıkra metnine, 1086 sayılı Kanunun birinci fıkrasında yer alan, “yenileninceye kadar” ibaresi alınmamıştır.

Maddenin ikinci fıkrasında, bir tarafın gelmemesi hâlinde yapılacak işleme açıklık getirilmiştir. Esasen gelmeyen tarafa “Tarafların duruşmaya daveti” başlıklı 152 ve “Ön inceleme oturumuna davet” başlıklı 144 üncü maddelerde belirtildiği gibi, taraflara, sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmemesi ve gelen tarafın yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, gelmeyenin muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirilebileceği hususlarına, davetiyede işaret etmek gerekir..."

Tarafların duruşmaya daveti
m.147: "(1) Taraflar, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tahkikat için duruşmaya davet edilir.

(2) Taraflara gönderilecek davetiyede, belirlenen gün ve saatte geçerli bir özrü olmadan mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde, duruşmaya yokluklarında devam edileceği ve yapılan işlemlere itiraz edemeyecekleri bildirilir."

Ön inceleme oturumuna davet
m.139: "(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir."

Saygılar...
Old 26-10-2011, 17:31   #68
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
6100 S.K m.150: "(1) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.

(2) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse, gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez.

(3) Duruşma gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hâllerde gün tespit ettirilmemişse, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle dosya işlemden kaldırılır.

(4) Dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurusu üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, duruşma gün, saat ve yeri ile birlikte taraflara tebliğ edilir. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay geçtikten sonra yenileme talebinde bulunulursa, yeniden harç alınır, bu harç yenileyen tarafça ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava, eski davanın devamı sayılır.

(5) İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.

(6) İşlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilenmeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi hâlde dava açılmamış sayılır.

(7) Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır."

150. madde gerekçesinden: "Bu madde ile kabul edilen hükümler, 1086 sayılı Kanunun 409 uncu maddesinin karşılığıdır. Hükümlerde bir değişiklik olmamakla beraber, birinci fıkrada bu hükümlerin uygulanabilmesi için her şeyden önce tarafların usulüne uygun davet edilmiş olmaları gerektiğine işaret edilmiştir.

Takip edilmeyen dava dosyasının işlemden kaldırılmasından sonra yenilenme imkânı bulunduğu, bu işlemin yenileninceye kadar geçerli olduğu gözetilerek, fıkra metnine, 1086 sayılı Kanunun birinci fıkrasında yer alan, “yenileninceye kadar” ibaresi alınmamıştır.

Maddenin ikinci fıkrasında, bir tarafın gelmemesi hâlinde yapılacak işleme açıklık getirilmiştir. Esasen gelmeyen tarafa “Tarafların duruşmaya daveti” başlıklı 152 ve “Ön inceleme oturumuna davet” başlıklı 144 üncü maddelerde belirtildiği gibi, taraflara, sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmemesi ve gelen tarafın yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, gelmeyenin muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirilebileceği hususlarına, davetiyede işaret etmek gerekir..."

Tarafların duruşmaya daveti
m.147: "(1) Taraflar, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tahkikat için duruşmaya davet edilir.

(2) Taraflara gönderilecek davetiyede, belirlenen gün ve saatte geçerli bir özrü olmadan mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde, duruşmaya yokluklarında devam edileceği ve yapılan işlemlere itiraz edemeyecekleri bildirilir."

Ön inceleme oturumuna davet
m.139: "(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir."

Saygılar...

Sayın Öksüz,

Teşekkürler.
Old 26-10-2011, 19:13   #69
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
Sayın Öksüz,

Teşekkürler.

Est.

HUMK'ta bir değişiklik yapılmadığı belirtilmiş; dolayısıyla aslında eski kanun zamanında da olanı:

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
...Davayı atiye terk etmek, davadan vazgeçmek anlamına gelir. Davadan tek taraflı vazgeçilemez. Davadan feragat ile davadan vazgeçme arasındaki fark malumunuzdur. Bu itibarla davalının haberi olmadan davayı atiye bıraktım deseniz bile bunun anlamı olmayacaktır...

Alıntı:
Yazan Av.Adnan Koray
...davalıya tebligat yapılmadan 409'u uygulayamazsın.. Zira usulüne uygun tebligat yapılmadan dava görülemez..(Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 2 Sh. 1880, pararaf 2)- ( 1.HD 10.03.1997,2693/3095)...

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
...Çünkü "OTURUMA ÇAĞRILMIŞ OLMA" 409'un uygulanabilmesinin ön şartıdır...
kanunkoyucu "anlaşılır" kılabilmek adına açıklama ihtiyacı hissetmiş:

Alıntı:
...bu hükümlerin uygulanabilmesi için her şeyden önce tarafların usulüne uygun davet edilmiş olmaları gerektiğine işaret edilmiştir....


Hukuk adına sevindirici bir açıklama

Saygılar...
Old 26-10-2011, 19:29   #70
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Nevra Öksüz
Est.

HUMK'ta bir değişiklik yapılmadığı belirtilmiş; dolayısıyla aslında eski kanun zamanında da olanı:






kanunkoyucu "anlaşılır" kılabilmek adına açıklama ihtiyacı hissetmiş:



Hukuk adına sevindirici bir açıklama

Saygılar...

O zaman: "İyi ki kanun koyucu var."
Old 20-12-2011, 02:38   #71
Mozkul

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av. Hüsamettin Dinçer
Emek harcayıp cevap veren tüm meslektaşlarıma teşekkür ederim...

Bir kaza sebebiyle tazminat davası açtığım ve müştereken/müteselsilen tazminat istediğim üç adet davalının birine yönelik davadan feragat ve diğer ikisi için de davaya devam etmek istiyorum. Davalılar ihtiyari dava arkadaşı durumunda.

Yapacağım feragatin diğer iki davalıya da sirayet tehlikesi mevcut mudur ? Bu konuda Yargıtay kararı bilgisi olan meslektaşlarımız yardımcı olabilir mi ?

Çok teşekkürler,

Bu konuya bakınız:
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=31355

Ayrıca yeni tarihli bir karar için;

http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=8090


818 S.lı Borçlar Kanunu MADDE 145 2 - MÜTESELSİL BORCUN SUKUTU
Tediyesi ile veya yaptığı takas ile borcun tamamını veya bir kısmını iskat etmiş olan müteselsil borçlulardan biri, sakıt olan borç nispetinde, diğer borçluları halâs etmiş olur.

Eğer müteselsil borçlulardan biri borç tediye olunmamış iken ondan tahallüs etmiş ise, diğer borçlular ancak halin veya borcun mahiyetinin irae ettiği nispette bu beraetten istifade edebilirler.



T.C.

YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

E. 1978/8214

K. 1979/2031

T. 16.2.1979

• MÜTESELSİL MESULİYET ( Trafik kazası )

• EKSİK TESELSÜL ( Trafik kazası )

• SORUMLULUĞUN MUHTELİF SEBEBLERDEN KAYNAKLANMASI

• TAKSİM DEF'İ - TAKAS ( Müteselsil mesuliyet )

• SULH ( Müteselsil mesuliyet )

• RÜCU ( Müteselsil mesuliyet )

818/m.41

1086/m.94

ÖZET : Sulh, usul hukuku bakımından bir davayı sona erdiren sebeplerdendir.

DAVA : Taraflar arasındaki trafik kazasından doğan destekden yoksun kalma ve manevŒ tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı 5450 lira 41 kuruş maddŒ ve 11000 lira manevŒ tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara ödenmesine ilişkin hükmün süresi içinde davalı Ömer Sami'den gayri taraflar avukatlarınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:

KARAR : 1- Davalılardan Ali Rıza, davacıların desteğinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasına karışan aracın sahibi ve işleticisi, diğer davalı Ömer Sami şoförüdür. Bu itibarla davalı Ali Rıza 6085 sayılı Trafik Yasasının 50. ve diğer davalı Ömer Sami'den BK. nun 41. maddesi hükümlerince davacılara karşı müteselsilen sorumludur. Bu sorumluluk muhtelif hukukŒ sebeblerden kaynaklandığından anılan teselsül, BK. nun 51. maddesinin öngördüğü eksik ( nakıs ) teselsül niteliğindedir. Tam teselsülde olduğu gibi ( BK. 50 ), eksik teselsülde de sorumlulardan her bir tazminat borcunun tamamından sorumludur. BK.nun 142/1. maddesi hükmüne dayanarak alacaklı ya da zarara uğrayan, sorumlulardan dilediğine başvurarak alacağının tamamını veya bir kısmını istemekte serbesttir; sorumlulardan birinin zararı ödemesi halinde, diğerleri bu oranda borçtan kurtulurlar. Bu bakımdan tam teselsül ile eksik teselsül arasında bu yönden bir benzerlik mevcuttur. Bunun içindir ki, alacaklının talebi üzerine müteselsil borçlu, talep edilen kısmın kendi borcunu aştığı gerekçesiyle ifadan kaçınamaz; başka bir deyimle alacaklının ifa için başvurmuş olduğu bir müteselsil borçlunun ona karşı "taksim def'i" ni ( beneficium divisionis ) dermeyan etmek hakkı yoktur ( 141/2 ). Çünkü, diğer borçlular gibibu borçluda edimin tamamından sorumlu bulunmaktadır. Borçlular arasında sorumluluğun başka şekilde tesbit edilmiş olması ve örneğin bu borçlunun haddizatında borcun belli bir kısmından dahi sorumlu bulunmaması, borçlular arasındaki dış münasebet açısından hiçbir rol oynamaz; yani alacaklıyı hiçbir şekilde ilgilendirmez. Borç, iç münasebette borçlular arasında ne şekilde taksim edilmiş olursa olsun, alacaklı edimin tamamını borçlulardan herhangi birinden talep etmek hakkına sahiptir. Hatta alacaklı, bir müteselsil borçluyu dava edip tahsil hükmü almış olsa dahi, alacağını tahsil etmediği sürece diğer müteselsil borçlular aleyhine aynı alacaktan ötürü dava açmasına bir yasal engel ve mahkemece de "ödetmede tekerrür etmemek" kaydıyle tahsil kararı verilmesinde bir yasal sakınca yoktur. Borçluların borçtan tamamen veya kısmen kurtulabilmeleri, alacaklının bilfiil tatmin edilmiş bulunması halinde söz konusu olabilir ( BK. 145/1 ). Bunun aksinin kabul edilebilmesi için, ya alacaklının teselsülden açıkca feragat etmiş olması, yahutta böyle bir feragatın durumdan kesin olarak anlaşılması lazımdır ( Turgut Akıntürk - Müteselsil Borçluluk - Ankara 1971 Sayfa 164, dip not 21 ve orada anılan eserler ). Temyiz incelemesine konu edilen bu davada her iki durum da söz konusu değildir.

Ancak, her iki davalı aleyhine tazminat davası açıldıktan sonra davacılardan Saike kendisine asaleten ve çocukları Fatma, Hülya ve Ahmet'e velayeten verdiği 21.2.1976 günlü ve yine duruşma sırasında mahkemeye ibraz ettiği tarihsiz ( ek 11/6 ) iki dilekçe ile davalılardan Ali Rıza ile sulh olduğunu ve hakkındaki davasından feragat ettiğini bildirmiştir. Her iki dilekçe birlikte incelendikte; davacı Saike'nin kendisi ve velayeti altında bulunan davacı çocukları Fatma, Hülya ve Ahmet adına maddŒ ve manevŒ tazminatları karşılığında 10.000 lira almak suretiyle davalılardan şoför Ali Rıza ile sulh oldukları ve sulh sözleşmesine dayanarak adı anılan davalı hakkındaki davalarından feragat ettikleri anlaşılmaktadır. Esasen bu konuda taraflar arasında da bir uyuşmazlık yoktur. Yerel mahkeme, davalılardan Ali Rıza ile bir kısım davacının yapmış olduğu sulh sözleşmesine dayanarak araç sahibi olan diğer davalı Ömer Samihakkındaki davayı da reddetmiş bulunmaktadır. O halde, bu davada soruna, sulh sözleşmesi yönünden bakılmasında ve böyle bir sözleşmenin diğer davalı hakkında doğuracağı hukuksal sonucun ne olacağının saptanmasında zorunluk vardır.

Bilindiği gibi müteselsil borçluların borçtan kurtulmalarını gerektiren haller iki grupta mütalaa edilmektedir. Bunlardan birincisi "bütün borçluların borçtan kurtulması" halidir ki, bu nitelikteki kurtulma ya alacaklının tatmin edilmesi suretiyle ya da tatmin edilmeksizin olur. "Alacaklının tatmin edilmesi suretiyle kurtulma" BK.nun 145/1. maddesinde düzenlenmiş olup, bu haller ( ifa ) ve ( takas ) olmak üzere iki tanedir. "Alacaklının tatmin edilmesi suretiyle kurtulma" şeklinde isimlendirilen bu halin dışında, borçlulardan birinin bir eylemi, muamelesi veya içerisinde bulunduğu hukukŒ durumun diğer borçlulara sirayet etmesi, başka bir deyimle, bu borçlunun ifa ve takas dışındaki bir sebeple borçtan kurtulmasının diğer borçluların da borçtan kurtulmaları sonucunu doğurması mümkündür. Bunun hangi hallerde söz konusu olabileceği BK. nunda açıkca belirtilmemiş, sadece BK. nun 145. maddesinin 2. fıkrasında aynen "eğer müteselsil borçlulardan biri borç tediye olunmamış iken ondan tahallüs etmiş ise, diğer borçlular ancak halin veya borcun mahiyetinin irae ettiği nisbette, bu beraatten istifade edebilirler" denilmiştir.

Borçlulardan birinin borçtan kurtulması sonucunu doğuran sebeblerden, diğer borçlulara da kısmen sirayet edebilecek olan haller genillikle ( kusursuz imkansızlık ibra, tecdit, sulh ve zamanaşımı ) dır. Bu davada bir kısım davacılarla davalı asıl fail Ömer Sami arasında yapılan anlaşmanın sulh niteliğinde olduğu kuşkusuzdur. Zira, alacaklı durumundaki bir bölüm davacılar alacaklarına karşılık bir miktar tazminat almış olduklarından ortaya bir sulh sözleşmesi çıkmıştır ( Feyzi Necmettin Feyzioğlu - Borçlar Hukuku - Genel Hükümler - Cilt: II - İstanbul 1977, Sayfa 427 ). Gerçekten Sulh ( Vergleich ), tarafların arasındaki hukukŒ münasebete ilişkin bir uyuşmazlığı veya şüpheli bir durumason vermek amacıyle karşılık rıza ve fedakarlıkla yapmış oldukları bir sözleşmedir. Sulh maddŒ hukuk bakımından borcu, usul hukuku bakımından ise davayı sona erdiren sebeblerdendir ( Turgut Akıntürk Müteselsil Borçluluk - Ankara 1971 - Sayfa 187 ).

Müteselsil borçlulardan birinin alacaklı ile akdetmiş olduğu sulhun, diğer borçlulara ne oranda tesir edeceği konusunda doktrinde çoğunlukla ileri sürülen görüşe göre; sulh, alacaklının tatmin edilmesi sonucunu doğurmuşsa bütün borçlulara sirayet eder. Ancak alacaklının, sulh için müteselsil borçlunun kendisine teklif ettiği menfaat mukabilinde sulh yoluyle diğer borçluların da borçtan kurtulmaları maksadıyle hareket etmiş olması lazımdır. Aksi takdirde, yani alacaklının tatmin edilmiş olmasının söz konusu edilemiyeceği hallerde sulhun etkisi subjektifdir; binaenaleyh sadece alacaklı ile sulh akdetmiş olan borçlu hakkında hüküm ifade eder. Bu halde, diğer borçlular, alacaklı ile sulh akdetmiş olan borçlunun iç münasebette hissesine isabet eden miktar oranında borçtan kurtulmuş olurlar ( Akıntürk age- 1987 vd. 194 ) ( V. Tuhr-Borçlar Hukukunun UmumŒ Kısmı - Cilt II - C. Edege çevirisi - İstanbul 1952 - Sayfa 862 ) ( Oser/Schönenberger - Borçlar Hukuku şerhi - Ferit Ayıter Çevirisi - Ankara 1950 - Madde 145, N.6 - Sayfa 914 ) ( H. Becker - İsviçre Medeni Kanunu şerhi - Borçlar Kanunu - 4. Fasikül - Saim Özkök Çevirisi - Ankara 1972 - Madde 145 N.5 - Sayfa 171 ) ( S. S. Tekinay - Borçlar Hukuku - İstanbul 1971 - Sayfa 238 ) ( Feyzioğlu -age- 329 ) ( Kenan Tunçomağ - Türk Borçlar Hukuku - Cilt I - İstanbul 1976 - Sayfa 1052 ).

Hal böyle olunca, bu davada üzerinde durulup çözümlenmesi gereken en önemli sorun her iki davalının iç münasebette hisselerine ne oranda borçdüştüğünün, diğer bir deyimle birbirlerine rücu edip edemiyeceklerinin, eğer edebileceklerse, bu rücuun kapsamının ne olacağının tesbiti yönünde toplanmaktadır.

Daire kararının başında da belirtildiği gibi davalılardan Ömer Sami haksız eylemi işleyenveolayda %100 kusurluolan şofördür; kendisi davacılara karşı BK. nun 41. maddesi hükmünce sorumludur. Diğer davalı Ali Rıza ise aracın maliki ve işleticisi olup, Trafik Yasasının 50. maddesi hükmünce davacılara karşı sorumludur. Her iki davalı BK. nun 51. maddesi uyarınca ve eksik teselsül hükümlerince davacılara karşı müteselsilen sorumludur. Ancak, eksik teselsül hükümlerince sorumlu olan davalı araç sahibi Ali Rıza, BK. nun 51. maddesindeki rücu sırasına göre ve aynı Yasanın 55. maddesi hükmünce istihdam ettiği şoförü Ömer Sami'ye ( %100 kusurlu olduğu için ) ödemek zorunda kalacağı tüm tazminat için rücu hakkını haizdir. O halde, davalı araç sahibi Ali Rıza iç münasebette tam rücu hakkı bulunduğu için sonuçta mal varlığından bir şey çıkmıyacaktır. Oysa, davalı şoför Ömer Sami, BK. nun 51. maddesindeki sıraya göre bütün zararı ödese dahi, araç sahibi diğer davalıya rücu etmek hakkını haiz değildir. Bundan çıkan sonuç, iç ilişki yönünden bütün zararın davalı şoför uhdesinde kalacağı gerçeğidir. Hal böyle olunca, bir an için sulhun objektif olmayıp subjektif olduğu, yani davacılarından bir kısmının sadece davalı Ömer Sami ile vaki olan sulhun, diğer davalıya teşmil edilemiyeceği kabul edilse ve davalı araç sahibi ister sulh sözleşmesinde öngörülen oran içinde, isterse yarıyarıya sorumlu tutulsa dahi, sonuçta ödediği bütün tazminat için diğer davalıya rücu hakkı bulunduğundan sonuca etkili bir durum doğmayacaktır. Diğer bir deyimle, davalı Ali Rıza ödediği miktar için diğer davalıya ve diğer davalı da kendisi ile sulh olan bir kısım davacılara rücu hakkına sahip oldukları ve sonuçta durumda hiçbir değişiklik meydana gelmiyeceği için mahkemenin verdiği hüküm ( ancak sonucu bakımından ) doğrudur ( Akıntürk - age - 187 ve özellikle 194, dipnot 83 ile ilgili metin ) ( Tekinay - age - 244 ) ( Feyzioğlu - 329, özellikle 330, dip not 50 ile ilgili metin ) ( Tunçomağ - age - 1052 ).

Kaldı ki, bir kısım davacılar yukarıda da belirtildiği gibi borç ilişkisinde asıl rolü oynayacak kişi durumundaki haksız eylem faili ile ( davalı şoför'le ) sulh olduklarına göre, aslında araç sahibini de dolayısıyle ibra etmiş olduğunun kabulü zorunludur. Zira, BK. nun 145/2. fıkrasında öngörülen "halin özelliği ve borcun niteliği" bu kabulü mümkün kılacaktır ( Feyzioğlu - age - 329 ) ( Tekinay -age - 180 ) ( Tuhr - age - 862 ) ( Becker - age - 171 ) ve çünkü işin niteliğinden sulhun objektif etkili olduğu açıkca anlaşılmaktadır.

O halde bütün bu nedenlerle mümeyyiz davacıların temyiz itirazları yersizdir.

2- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir yolsuzluk görülmemesine göre davalılardan Ali Rıza'nın bütün temyiz itirazlarının reddi gerektir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın birinci bentte gösterilen nedenle ( ONANMASINA ), davalılardan Ali Rıza'nın bütün temyiz itirazlarının ikinci bentte gösterilen nedenle reddine oybirliğiyle karar verildi.
Old 12-01-2012, 16:50   #72
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

HMK'dan sonra da bu hususta değişen bir şey yok. Faydası olur, diye aktarıyorum. Bugün dosyasına girdiğim dava dosyasından:

Dosyanın incelenmesinde: Davalı X'in kimlik bilgisi dosyada bulunmadığından mernis adresinin tespit edilemediği, masraf verilmediğinden tebligat çıkartılamadığı görüldü.

Davacı Vekilinden Soruldu: Davalılardan x ile ilgili olarak davanın atiye bırakılıp bırakılmayacağı hususunda gelecek celse beyanda bulunmak için süre talep ediyorum, dedi.

G.D:

1- Davacı vekiline istemiş olduğu sürenin verilmesine,
2- Duruşmanın... bırakılmasına karar verildi.

12.01.2012(Bugün) Tarihli Duruşma Tutanağından:

G.D:
1- Davalı X yönünden dava takip edilmediği için HMK 150 maddesi gereğince işlemden kaldırılmasına,
2-
3-
4- Bu nedenlerle, duruşmanın...
Old 25-10-2013, 12:20   #73
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

"Dava dilekçesinin karşı tarafa tebliği için davacı tarafça tebliğ masrafının verilmemesi hâli"nde HUMK m.409 (HMK m.447/2 atfı ile HMK m.150) uygulanacağına dair Yargıtay HGK'nun kararı için inceleyiniz:
http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15028
Old 25-10-2013, 19:35   #74
Lpolat

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım şayet feragat beyanı içeriğinde zararınızın karşılanmasından dolayı feragat ediyorum şeklinde bir beyan olsaydı bu durumda diğer davalılarda bundan faydalanırdı .Ancak siz (Genel kuralda olduğu gibi)diğer davalılara karşı davayı devam ettirmede iradenizi ortaya koymuşsunuz aşağıdaki hukuk genel kurulu kararı tam da olayınıza uyduğu kanaatindeyim korkacak bir şey yok Saygılarımla




YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/11-359 K. 2004/366 T.16.06.2004



BORÇLULARDAN BİRİNİN İBRA EDİLMESİNİN

DİĞER BORÇLULARA ETKİSİ



Özet : 1- Müteselsil borçlarda alacaklının borçlulardan biri ile ibra sözleşmesi yapması halinde diğer borçluların borcu kural olarak devam eder. Ancak bazı istisnai hallerde durumun özelliği veya borcun niteliği diğer borçluların da borçtan kurtulmalarını gerektirebilir.

2- Alacaklının borçlulardan birini borçtan ibra etmesi veya süre vermesi ilke olarak subjektif etki yapar, yani sadece ibra edilen veya süre verilen borçlu hakkında sonuç doğurur. Diğer borçlular bundan yararlanamaz. Ancak, bazen bütün müteselsil borçluların ibradan yararlanması da mümkündür. Özellikle alacaklının ibra veya süre verme sözleşmesinde bunu açıkca belirtilmesi veya borç senedini iade etmesi yada bütün borcun tahsil edildiğine dair makbuz vermesi halinde durum böyledir.

3- O halde ibra sözleşmesinin müteselsil borçlulardan biri ile yapılması halinde ibra edilen miktarın diğer alacaklılar için de geçerli olması, bu hususun, ibra sözleşmesinden anlaşılmasına bağlıdır. Aksi halde diğer müteselsil borçlular borcun tamamından sorumlu olacaktır. Ancak ibra sözleşmesi borçlular arasındaki iç ilişkiyi etkilemez yani ifada bulunmuş olan borçlu ibra edilerek borçtan kurtulan diğer borçluya rücu edebilir.



KARAR : Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Davacı kasko sigortası vekili, davacı tarafından kasko sigortası yapılan 34 HU ... plakalı aracın, davalıların işleteni, sürücüsü ve sigortacısı olduğu 34 P ... plakalı aracın çarpması sonucu hasara uğradığını, kusurun 8/8 oranında 34 P ... plakalı araçta bulunduğunu ileri sürerek kaza nedeniyle sigortalanan araca ödemiş olduğu 464.837.334 TL nin davalılardan müştereken ve müteselsilen ödeme tarihinde itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalılardan sigorta şirketi, sigortalısının kusur oranına isabet eden zarardan poliçe limiti dahilinde sorumlu olduğunu, davadan önce kendisine herhangi bir başvuru olmadığından davanın açılmasına sebebiyet vermediğini, yargılama giderleri ve vekalet ücretiyle sorumlu tutulamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Diğer davalılardan İsmail A. ise duruşmada davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemenin, davalı sigorta şirketinin yargılama sırasında 226.390.000 TL. ödediği, davacının da davalı zorunlu sigortayı hiçbir hakkını saklı tutmadan ibra ettiği, bu ibradan diğer davalıların da yararlandığı gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği karar Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenle bozulmuştur.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, müteselsil borçlulardan birinin ibrası halinde diğer borçluların da ibra edilmiş sayılıp sayılmayacağı noktasındadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle "müteselsil borç" ve "ibra" kavramlarını açıklamakta fayda bulunmaktadır.

Müteselsil borç, sözleşme veya kanun gereği birden fazla borçlunun alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olduğu, diğer bir deyişle alacaklının edayı her müteselsil borçludan talep edebildiği ve edanın tamamen yerine getirilmesine kadar bütün borçluların sorumluluğunun devam ettiği, borçlulardan birinin borcu ödemesi halinde diğerlerinin de borçtan kurtulduğu borç ilişkisine denir.

Borçlar Kanunu 141 ve devamına göre müteselsil borçta alacaklının hakkı birden çok borçluya karşı tek bir alacaktan ibaret olmayıp, borçluların herbirine karşı ayrı ayrı yönelen ve birbiriyle yarışan birden çok alacaktan ibarettir. Alacaklı her alacak üzerinde ( temlik veya borcun ibrası yoluyla ) ayrı ayrı tasarrufta bulunabileceği gibi alacaklı tarafından yapılan ihtar da sadece ihtar yapılan borçlu açısından sonuç doğurur. Alacaklı borçluların her birinden borcun tamamının ödenmesini isteyebilir ancak borçlulardan biri tarafından yapılan ödeme borcu sona erdirir. ( Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Hukuku Genel Hükümler 8. Baskı sh. 1152 vd; Andreas van Tuhr Borçlar Hukuku sh.785 vd, ).

İbra, borcun sona ermesini sağlayan özel bir sona erme sebebi olup, borç ilişkisini değil, sadece münferit borcu sona erdirir. İbrada borç ilişkisinin taraflarının hukuki bir ilişki içerisine girdiği görülmektedir. Buna göre, borç kendiliğinden sona ermemekte, borcun sona ermesi için, tarafların bunu sağlayacak bir başka işlemi yapmaları gerekmektedir. Bu hukuki işlem, sona erecek borcun taraflarının borcun sona ermesi konusunda yaptıkları bir sözleşmedir. Bu nedenle, borcun sona ermnesi üzerinde borç ilişkisinin taraflarının anlaşmış olmaları gerekir. ( Yard. Doç. Dr. K. Nuri Turanboy İbra Sözleşmesi Ankara 1998 sh. 26 )

Müteselsil borçlarda alacaklının borçlulardan biri ile ibra sözleşmesi yapması halinde diğer borçluların borcu kural olarak devam eder ancak bazı istisnai hallerde durumun özelliği veya borcun niteliği diğer borçluların da borçtan kurtulmalarını gerektirebilir. ( BK. mad.145/ II )

Alacaklının borçlulardan birini borçtan ibra etmesi veya süre vermesi ilke olarak subjektif etki yapar, yani sadece ibra edilen veya süre verilen borçlu hakkında sonuç doğurur. Diğer borçlular bundan yararlanamaz. Ancak, bazen bütün müteselsil borçluların ibradan yararlanması da mümkündür. Özellikle alacaklının ibra veya süre verme sözleşmesinde bunu açıkca belirtilmesi veya borç senedini iade etmesi yada bütün borcun tahsil edildiğine dair makbuz vermesi halinde durum böyledir. ( Eren, sh. 1165; Von Tuhr/Escher, sh, 310 ).

O halde ibra sözleşmesinin müteselsil borçlulardan biri ile yapılması halinde ibra edilen miktarın diğer alacaklılar için de geçerli olması, bu hususun, ibra sözleşmesinden anlaşılmasına bağlıdır. Aksi halde diğer müteselsil borçlular borcun tamamından sorumlu olacaktır. Ancak ibra sözleşmesi borçlular arasındaki iç ilişkiyi etkilemez yani ifada bulunmuş olan borçlu ibra edilerek borçtan kurtulan diğer borçluya rücu edebilir. Federal mahkemenin de bu yönde kararları bulunmaktadır. ( BGE, 33 II 140; BGE 34 II 499 )

Somut olayda davacı sigortacı, sigortalısını 464.837.334 TL. ödediğini ileri sürerek bu miktarı rücuan talep etse de yargılama sırasında yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda gerçek zararın 224.000.000 TL.olduğu bildirilmiş olup, davalılardan trafik sigortacısı olan G. Sigorta Şirketi tarafından davadan sonra 226.398.000 TL. ödenmiş, davacı tarafından ibra edilmiştir. Ödenen miktar yönünden diğer davalılar da borçtan kurtulmuş olmakla birlikte, ( borcun ferileri yönünden ) hasar miktarı dışındaki borçtan, sadece ibra edilen davalı güven Sigorta kurtulmuş olup diğer müteselsil borçlular ibranamede bir açıklık olmadığından yukarıdaki açıklamalarda belirtildiği gibi ibranameden faydalanıp borcun-ferilerinden kurtulamazlar.

Davacı vekili 22.5.2000 tarihli celsede diğer davalılar hakkındaki davayı faiz yönünden takip ettiğini beyan etmiş olduğundan yukarda anılan ilkeler dikkate alınarak hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

Yerel Mahkemece aynı yöne işaret eden Özel Daire Bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA 16.06.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Davadan Feragat Halinde Vekalet Ücreti Sorunu casper Meslektaşların Soruları 12 18-03-2015 15:25
Davadan davadan feragat, harici sulh sözleşmesi, tapu devri vaadi? enderkc Meslektaşların Soruları 1 02-03-2010 17:54
Davadan feragat avukat1980 Meslektaşların Soruları 4 22-09-2009 12:09
Düşen Davadan Feragat iussy Meslektaşların Soruları 1 18-01-2008 16:08
Davadan Feragat Melahat Hukuk Soruları Arşivi 1 01-03-2002 21:55


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08584189 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.