Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

556 S. KHK'nın İptal Edilen Maddelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı

Yanıt
Old 20-08-2008, 15:25   #1
Av.Duygu Işık Behrem

 
Varsayılan 556 S. KHK'nın İptal Edilen Maddelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı

556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, ikinci fıkrasının (b) bendinin; 61. maddesinin (a) ve (c) bentlerinin; 5194 sayılı Yasa'nın 16. maddesi ile değişik 61/A maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin Anayasa'nın 2., 13., 38., ve 91. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri istemidir.

(İPTAL Kararı Verilmiştir.)

KHK/556/m.9, 61, 61/A

5194/m.16

Esas Sayısı: 2005/15 Karar Sayısı: 2008/2 Karar Günü: 3.1.2008

556 SAYILI "MARKALARIN KORUNMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME"NİN 9, 61 VE 61/A MADDELERİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KARAR

Resmi Gazete Tarihi: 5 Temmuz 2008 Resmi Gazete Sayısı: 26927


İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 24.6.1995 günlü, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, ikinci fıkrasının (b) bendinin; 61. maddesinin (a) ve (c) bentlerinin; 5194 sayılı Yasa'nın 16. maddesi ile değişik 61/A maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin Anayasa'nın 2., 13., 38., ve 91. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri istemidir.
I- OLAY
Sanık hakkında müşteki şirket adına tescilli markayı taşıyan taklit ürünleri satışa arz etmek eyleminden dolayı açılan kamu davasında, itiraz konusu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme iptalleri için başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Ankara Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi'nin 24.04.2005 günlü başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
"2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Cumhuriyetin Nitelikleri" başlığını taşıyan 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri arasında "Hukuk Devleti" ilkesini de saymıştır. Bu ilke, Devletin her türlü eylem ve işlemlerinde uyması gereken hukuk kurallarının olduğu..." Böylece vatandaşlar yönünden tam bir hukuki belirliliğin ve güvencenin sağlandığı bir toplum düzenini ifade eder. Ancak hukuk devleti ilkesinin hayata aktarılması bazı somut koşulların gerçekleştirilmesine bağlıdır.
Ceza hukuku alanında, hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi başlıca iki unsurun varlığını zorunlu kılmaktadır. Bunlardan ilki, "suç ve cezaların kanuniliği" diğeri ise, "suç ve cezalar arasında ölçülülük" ilkeleridir.
Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak ceza hukuku alanında hukuki güvenliğin gerçekleştirilmesi suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Gerçekten de suç ve cezalara ilişkin temel esaslar ceza hukukunun düzenleme alanına bırakılmayarak Anayasal güvencelere bağlanmıştır. Anayasamızın 38. maddesi bu ilkeyi düzenlemiş bulunmaktadır. Buna göre, "Kimse, işlediği zaman yürürlükte bulunan Kanun'un suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suç işlediği zaman Kanun'da o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." İlke, insan hak ve özgürlükleri açısından taşıdığı öneme uygun olarak bu alandaki temel uluslar arası düzenlemelerin de ayrılmaz bir parçası olmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre de, suç ve cezaların yasallığı ilkesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin asal unsurlarından birini oluşturur ve sözleşmenin koruma sistemi içinde önemli bir yer tutar. Bu nedenledir ki, savaş veya öteki genel tehlike hallerinde dahi sözleşmenin 15. maddesi uyarınca istisna getirilemez. Suçların yasa ile konulmasının bir gereği de, suç tipinin düzenlendiği hükmün "yeterince açık ve anlaşılabilir" olmasıdır. Aksi halde vatandaşlar yönünden hukuki güvenliğin yeterince sağlandığını söylemek olanaklı değildir. Bir başka deyişle, hangi eylemlerin yasa koyucu tarafından yaptırıma bağlandığının, suçun yasal unsurlarının, ağırlaştırılmış hallerinin yeterince anlaşılır şekilde düzenlenmesi bir zorunluluktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi suç öngören hükmün, gereğinde bir hukukçunun yardımıyla anlaşılabilir olmasını ya da olası belirsizliklerin içtihatlarla aydınlatılmış olmasını yeterli görmektedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bir hukukçunun yardımı ile veya içtihatlar yoluyla anlaşılır olmak için, o suç tipinin bir toplumda yeterince tartışılmış ve uygulama olanağı bulmuş olması yanında, bu çalışmalara imkan verecek açıklıkta, üzerinde tartışılabilir sınırlara ve belirliliğe sahip yasal bir metnin varlığına ihtiyaç bulunduğunu söylemek hatalı olmaz. Bu görevin de yasama organı tarafından yerine getirilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Günümüzde bu gereklilik özellikle ticari ceza hukuku alanında kendisini daha fazla hissettirmektedir. Gerçekten de, yasama organının, ekonomik faaliyetin belirli alanlarında yeni suç tipleri oluştururken, ya da bu alanda etkin önlemler getiren yeni düzenlemeler yaparken, insanlık tarihi ile aynı geçmişe sahip, aşağı yukarı bütün toplumlarda suç olarak kabul edilmiş eylemler için yapılan düzenlemelere kıyasla daha belirgin, açık ve anlaşılır olması gerektiği tartışmasızdır. Ancak somut olayda sanık hakkında uygulanması olasılığı bulunan, 5194 sayılı Yasa ile değişik 4128 sayılı Yasa ile 556 sayılı KHK'ye ek 61/A-c madde ve bendi ile bu bent hükmündeki atıf dolayısıyla aynı KHK'nin 61. maddesinin (a) ve yine bu bent atfıyla 9. maddesinin 1 ve 2. fıkralarının (b) bentlerinin hukuk devleti ve suçların yasallığı ilkelerinin bir gereği olan bu zorunluluğu asgari düzeyde de olsa karşıladığını söylemek imkansızdır.
Gerçekten de, 5194 sayılı Yasa ile değişik, 4128 sayılı Yasa ile ek 556 sayılı KHK'nin 61/A maddesinin (c) bendinin uygulaması en fazla olan "marka hakkının ihlali" suçunun cezasını belirlemekle yetindiği ve suçun unsurlarının tespitini esasen marka hakkının hukuki ihlali hallerini düzenleyen KHK'nin 61. maddesine atıf yoluyla düzenlediği kuşkusuzdur. Sözü geçen bu son madde ise, marka hakkına tecavüz hallerini sayarken ilk olarak (a) bendi ile, "Marka Tescilinden Doğan Hakkın Kapsamı" başlığını taşıyan 9. maddenin her türlü ihlaline yer vermiştir. Başka bir deyişle marka hakkının kapsamında yer aldığı hukuken kabul edilebilecek ve marka hakkı sahibince önlenebilecek her türlü fiiller aynı zamanda suç sayılarak cezai yaptırıma tabi tutulmuştur. Bu durumun tekrardan kaçınmak gibi bir gerekçeyle açıklanmasına imkan yoktur. Marka hakkının hukuki (tazmini) sorumluluk gerektiren ihlallerinin nelerden ibaret olduğunun KHK hükümleri çerçevesinde saptanması bir yana, tescilli markadan doğan hakkın sınırları ve istisnaları ile bu hakka tecavüz kabul edilebilecek eylemlerin vatandaşlar açısından gereğinde bir hukukçunun yardımı ile dahi olsa bilinecek derecede açık olduğunu söylemek gerçekle bağdaşmayan bir yargı olacaktır. Gerçekten de bir markanın, tescilli olduğu mal ve hizmetler ile aynı mal veya hizmetler yönünden aynı veya ayırt edilemeyecek derecede benzerinin kullanılması suretiyle taklit edilmesi veya bu şekilde taklit edilmiş markaları taşıyan ürünlerin satılması, dağıtılması veya ticari amaçla elde bulundurulması eylemleri (556 Sy. KHK'nin 61. maddesinin b ve c bentleri) ayrık olmak üzere, örneğin marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilen hakların izinsiz genişletilmesi, (556 Sy. KHK'nin 61. md. d bendi) tescilli marka ile benzer olup benzer mal veya hizmetlerde kullanılması nedeniyle halk üzerinde tescilli marka ile bağlantılı olma ihtimali de dahil karıştırılma ihtimali bulunan bir işaretin kullanılması veya tescilli tanınmış bir marka ile benzer işaretlerin, farklı sınıflardaki ürünler için tescilli markanın itibarından haksız avantaj elde edecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterine zarar verecek nitelikte kullanılması (556 Sy. KHK'nin 9. maddesinin b ve c bentleri) hallerinde olduğu gibi, ihlalin saptanması çoğu zaman, markanın karıştırılma ihtimalinin veya tanınmış marka olup olmadığının belirlenmesinde ürün, pazar payı ve tüketici bazında yapılan piyasa araştırmaları dahil uzun süren bir yargılamayı gerektirmekte ve varılan sonuçlar da çoğu zaman göreceli bulunmaktadır.
Bu gibi durumlarda hukuki (tazmini) sorumluluk öngörülmesi gerektiği kuşkusuz ise de, aynı zamanda hürriyeti bağlayıcı ceza ve işyeri kapatma cezası dahil bir takım ağır cezai yaptırımlar da öngörülmesi yasa koyucunun tercihi olduğu takdirde, ceza hukukunun, tarihin süzgecinden geçmiş ve insanlığın ortak değerleri arasına katılmış ilkelerine uygun bir düzenleme yapılmasını gerektirir. Başka bir deyişle, yasa koyucunun hukuki sorumluluk ile cezai sorumluluk arasında temel ilkesel farklılıkları gözeterek cezai sorumluluğa ilişkin düzenlemeyi ayrıca ve suç oluşturan eylemin unsurlarına yeterli açıklık sağlayacak bir düzenleme yapması gereklidir. Aksi halde ortaya çıkan aykırılığın, yine hukuk devletinin bir diğer unsurunu oluşturan, yasama işlemlerinin Anayasa'ya uygunluğunun yargısal denetimi yoluyla giderileceği kuşkusuzdur.
Öte yandan, ceza hukuku alanında, hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesinin bir diğer unsuru ise, "suç ve cezalar arasında ölçülülük" ilkesidir. Buna göre, öncelikle yasa koyucu norm koyarken insan hak ve özgürlüklerine getirilen sınırlandırmanın sınırı olarak ölçülülük ilkesi ile bağlıdır. İlke ceza hukukuna ilişkin yasal düzenlemeler açısından, bir suç için öngörülen cezanın, bu suçun işlenmesi sonucu bozulan kamu düzeninin yeniden tesisi amacına elverişli, gerekli ve bu amaçla orantılı olması şeklinde tanımlanabilir. Bir başka deyişle "Yasa koyucunun ceza saptamadaki yetkisinin sınırını hukuk devleti ilkesi oluşturur... Cezaların, suçların ağırlık derecesine göre önleme ve iyileştirme amaçları da göz önünde tutularak, adaletli bir ölçü içerisinde konulması ceza hukukunun temel ilkelerindendir." "Suç ile ceza arasındaki oranın adalete uygun bulunup bulunmadığını, o suçun toplum hayatında yarattığı etkiye ve kamu vicdanında aldığı tepkiye göre takdir etme zorunluluğu vardır. Bu orantısallık bağının bulunması, hukuku devleti ilkesinin ve adalet anlayışının bir gereğidir. Yasa koyucu cezaların türünü seçerken ve sınırlarını belirlerken mutlak adalet ölçülerini izlemek zorundadır." Yine kural olarak, suçun ve ortaya çıkan toplumsal ve şahsi zararın ağırlığına, failin kişiliğine ve fiilin özelliklerine göre cezanın şahsileştirilmesi olanağının hakime verilmesi de ölçülülük ilkesinin gereğidir. Yasa koyucunun bu kuralları açıkça ihlal eder nitelikte yasa koyması Anayasa'ya aykırı olacaktır.
Somut olayda uygulanması söz konusu olan yasa hükmünde öngörülen yaptırımlar anılan hükümde 22 Haziran 2004 tarih ve 5194 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik sonrası "iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası veya yirmiyedimilyar liradan kırkaltımilyar liraya kadar ağır para cezası veya her ikisi, ayrıca işyerlerinin bir yıldan az olmamak üzere kapatılması ve aynı süre ticaretten men" cezaları olarak belirlenmiştir.
Anılan değişiklik öncesi hapis ve ağır para cezaları ile ayrıca işyeri kapatma ve ticaretten men cezalarının birlikte uygulanması söz konusu iken, yapılan bu değişiklikle hapis veya ağır para cezalarından sadece biri veya her ikisinin birlikte uygulanması hakimin takdirine bırakılmış bir bakıma suç ile ceza arasındaki var olan orantısızlık bizzat yasa koyucu tarafından giderilmeye çalışılmıştır. Ne var ki, yasada öngörülen hapis ve ağır para cezalarının alt sınırının cezanın, somut olayın ağırlığına göre şahsileştirilmesine imkan vermeyecek bir şekilde yüksek tutulduğu ayrıca, maddede öngörülen ve fer'i ceza niteliğindeki "işyerinin bir yıldan az olmamak üzere kapatılması ve aynı süre ile ticaretten men cezasının" uygulanıp uygulanmayacağı konusunda hakime bir takdir hakkı tanınmadığı görülmektedir. Bir başka deyişle, somut olayda sanıkta elde edilen ürün sayısı, sanığın marka hakkına tecavüz oluşturduğu saptanan ürünleri bizzat üretip üretmediğine bakılmaksızın her koşulda mahkumiyet halinde "bir yıldan az olmamak üzere iş yerinin kapatılması ve aynı süre ile ticaretten men" cezasına da hükmedilecektir. Bu durumun hakime cezayı fiilin vahametine ve failin kişiliğine uyarlama imkanı vermediği ve bu nedenle çoğu zaman suç ile ceza arasında adalete uygun bir oranın kurulmasını engelleyici sonuçlara yol açacağı kuşkusuzdur. Bu itibarla anılan hüküm "Hukuk Devleti" ve "ölçülülük" ilkelerine açıkça aykırı bulunmaktadır.
Yine, Anayasa'nın 91. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, " Türkiye Büyük Millet Meclisi Bakanlar Kurulu'na Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler Kanun Hükmünde Kararname'lerle düzenlenemez". Yargılamaya konu olayda uygulanması söz konusu olan 556 sayılı KHK'nin 61/A-c maddesinde cezalar, bu madde atfı dolayısıyla da 61 ve 9. maddelerde ise suç olarak kabul edilen eylemler düzenlenmektedir. Suç ve cezalara ilişkin ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 38. maddesi, ikinci kısmının ikinci bölümünde bulunmakla, bu konudaki düzenlemelerin Kanun Hükmünde Kararname'lerle gerçekleştirilmesi mümkün değildir ve aksi hal açık bir Anayasa'ya aykırılık oluşturur. Ancak burada iptali gereken hükmün, sadece cezayı belirlemekle yetinerek, suç oluşturan eylemleri 556 sayılı KHK'nin 9. ve 61. maddelerine atıf yoluyla düzenleyen 5194 sayılı Yasa ile değişik 4128 sayılı Yasa ile anılan KHK'ye ek 61/A-c madde ve bendi olduğunu vurgulamak gerekir.
Mahkememizce, yukarıda açıklanan gerekçelerle, yargılama konusu olayda, sanık hakkında uygulanması söz konusu olan hükümlerin, "Hukuk Devleti", "Suç ve Cezaların Yasallığı", "Ölçülülük" ilkeleri ile Anayasa'nın 2., 13., 38. ve 91. maddelerine aykırı görülerek, re'sen Anayasa'ya aykırılık denetimi için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve bu konuda verilecek karara kadar davanın geri bırakılmasına karar verilmiştir.
HÜKÜM:
1- Sanık hakkında uygulanması ihtimali bulunan "Markaların Korunması Hakkında 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 61/A maddesinin c bendi ve bu bent hükmü atfı ile uygulanması söz konusu olan aynı kanun hükmünde kararnamenin 61. maddesinin a ve c bentleri ile 9. maddesinin 1. ve 2. fıkralarının b bentlerinin Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen "Hukuk Devleti" ilkesine, Temel Hak ve Hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin 13. maddesinde yer alan "Ölçülülük İlkesi"ne, suç ve cezalara ilişkin esaslara dair 38. maddesindeki "Suç ve Cezaların Kanuniliği" ilkesine, Kanun Hükmünde Kararname çıkarmaya ilişkin 91. maddede hükme bağlanan "Temel Haklar ile Kişi Hakları ve Ödevlerinin Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenemeyeceği ilkesine aykırı olduğu kanaati ile 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin anılan hükümlerinin resen Anayasa'ya aykırı görülerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 152. maddesi uyarınca mahkememizce resen Anayasa'ya aykırılık iddiasında bulunulmasına, ... karar verildi."
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
24.6.1995 günlü, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin itiraz konusu kurulları da içeren 9., 61 ve 61/A maddeleri şöyledir:
"Madde 9- Aşağıda belirtilen hallerde, marka sahibinin, izni alınmadan markasının kullanılmasının önlenmesini talep etme yetkisi vardır:
a) Markanın tescil kapsamına giren aynı mal veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması,
b) Tescilli bir marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk üzerinde, işaret ile tescilli marka arasında bağlantı olduğu ihtimali de dahil, karıştırılma ihtimali olan herhangi bir işaretin kullanılması,
c) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsamına giren mal veya hizmetlerle benzer olmayan mal veya hizmetlerde kullanılması halinde, tescili istenen işaretin kullanılmasıyla tescilli markanın itibarından dolayı haksız avantaj elde edecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterine zarar verecek nitelikteki herhangi bir işaretin kullanılması.
Aşağıda belirtilen durumlar, birinci fıkra uyarınca yasaklanabilir:
a) İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması,
b) İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması,
c) İşareti taşıyan malın ithali (Ek ibare: 03/11/1995 - 4128/5 md.) veya ihracı,
d) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarda kullanılması.
Markanın sağladığı haklar, üçüncü kişilere karşı marka tescilinin yayın tarihi itibariyle hüküm ifade eder. Markanın tescili için yapılacak başvurunun yayınlanmasından sonra doğabilecek durumlarla ilgili olarak tazminat talebi yapılabilir. Ancak başvurunun yayını ile doğan haklar, tescilin yayınıyla birlikte tescilli markadan doğan hakların kapsamı içinde değerlendirilir. Mahkeme, öne sürülen iddiaların geçerliliğine ilişkin olarak tescilin yayınlanmasından önce karar veremez."
"Madde 61- Aşağıda yazılı fiiller marka hakkına tecavüz sayılır:
a) 9 uncu maddenin ihlali,
b) Marka sahibinin izni olmaksızın markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek,
c) Markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği halde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için ithal etmek veya ticari amaçla elde bulundurmak,
d) (İptal bend : Anayasa Mahkemesinin 2002/92 E, 2004/25 K ve 02/03/2004 tarihli kararı ile)
e) (a) ila (c) bendlerinde yazılı fiillere iştirak veya yardım veya bunları teşvik etmek veya hangi şekil ve şartlarda olursa olsun bu fiillerin yapılmasını kolaylaştırmak,
f) Kendisinde bulunan ve başkası adına tescilli bir markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini taşıyan ürünün veya ticaret alanına çıkarılan malın nereden alındığını veya nasıl sağlandığını bildirmekten kaçınmak.""MADDE 61/A ...
c) 61 inci maddede yazılı fiillerden birini işleyenler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına ve altıyüz milyon liradan bir milyar liraya kadar para cezasına, ayrıca işyerlerinin bir yıldan az olmamak üzere kapatılmasına ve aynı süre ticaretten men edilmelerine
hükmolunur.
...
Madde 61/A- (Değişik: 5194 - 22.6.2004 /m.16)
Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında;
a) Marka hakkı sahibi olarak belirtilmesi gereken kimlik bildirimini gerçeğe aykırı olarak yapanlar, marka koruması olan bir eşya veya ambalajı üzerine konulmuş marka koruması olduğunu belirten işareti yetkisi olmadan kaldıranlar, kendisini haksız olarak marka başvurusu veya marka hakkı sahibi olarak gösterenler hakkında, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezasına veya ondörtmilyar liradan yirmiyedimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya her ikisine,
b) Mevcut olmadığını veya üzerinde tasarruf yetkisi bulunmadığını bildiği veya bilmesi gerektiği halde bu Kanun Hükmünde Kararname'nin devir, intikal, rehin ve haciz ile ilgili maddelerinde yazılı haklardan birini veya bu hakla ilgili lisansı başkasına devreden, veren, rehneden, bu haklarla ilgili herhangi bir tasarrufta bulunanlar ile korunan bir marka hakkının sahibi olmadığı veya koruma süresinin bittiği veya marka hakkının hükümsüzlüğü veya marka korunmasından doğan hakkının sona ermesi durumlarında; kendisinin veya başkasının imal ettiği veya satışa çıkardığı eşyaya veya ambalajlarına veya ticari evrakına veya ilanlarına, hukuken korunan bir marka hakkı ile ilgili olduğu kanısını uyandıracak şekilde işaretler koyan veya bu amaçla ilan ve reklamlarda, bu tarzda yazı, işaret veya ifadeleri kullananlar hakkında, iki yıldan üç yıla kadar hapis cezasına veya yirmiyedimilyar liradan kırkaltımilyar liraya kadar ağır para cezasına veya her ikisine,
c) 61 inci maddede yazılı fiillerden birini işleyenler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına veya yirmiyedimilyar liradan kırkaltımilyar liraya kadar ağır para cezasına veya her ikisine, ayrıca işyerlerinin bir yıldan az olmamak üzere kapatılmasına ve aynı süre ticaretten men edilmelerine,
Hükmolunur.
(a), (b) ve (c) bentlerinde sayılan suçlar, hizmetlerini yaptıkları sırada bir işletmenin çalışanları tarafından doğrudan doğruya veya emir üzerine işlenmişse çalışanlar ve suçun işlenmesine mani olmayan işletme sahibi, müdür veya temsilcisi ve hangi unvan ve sıfatla olursa olsun işletmeyi fiilen yöneten kişi de aynı surette cezalandırılır. Bir tüzel kişinin işleri yürütülürken bu maddede sayılan suçlardan biri işlenirse, tüzel kişi, masraflar ve para cezasından müteselsilen sorumlu olur. Fiile iştirak edenler hakkında olayın mahiyetine göre 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 64, 65, 66 ve 67 nci maddeleri hükümleri uygulanır. Bu maddede sayılan suçlardan dolayı kovuşturma şikayete bağlıdır.
Bu madde hükümlerinin uygulanmasında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 344 üncü maddesinin birinci fıkrasının (8) numaralı bendi uygulanmaz. Marka korumasından doğan hakları tecavüze uğrayandan başka, 61 inci maddede sayılanlar dışında kalan suçlarda Enstitü; marka hakkı sahibi olarak belirtilmesi gereken kimlik bildiriminin gerçeğe aykırı olarak yapılması ile korunan bir marka hakkının sahibi olmadığı veya koruma süresinin bittiği veya herhangi bir sebeple marka hakkının hükümsüzlüğü veya marka korumasından doğan hakkının sona ermesi durumlarında; kendisinin veya başkasının imal ettiği veya satışa çıkardığı eşyaya veya ambalajlarına veya ticari evrakına veya ilanlarına, hukuken korunan bir marka hakkı ile ilgili olduğu kanısını uyandıracak şekilde işaretler koyma veya bu amaçla ilan ve reklamlarda bu tarzda yazı, işaret veya ifadelerin kullanılması durumlarında, 08/03/1950 tarihli ve 5590 sayılı Kanun veya 17/07/1964 tarihli ve 507 sayılı Kanuna tabi kuruluşlar ve tüketici dernekleri de şikayet hakkına sahiptir. Şikayetin fiil ve failden haberdar olma tarihinden itibaren iki yıl içinde yapılması gerekir.
Bu kapsamdaki suçlarla ilgili şikayet, acele işlerden sayılır. Marka hakkı başvurusu veya marka korumasından doğan haklara tecavüz dolayısıyla üretilmesi cezayı gerektiren eşya ile bu eşyaları üretmeye yarayan araç, gereç, cihaz, makine gibi vasıtaların zapt edilmesi veya el konulması veya yok edilmesinde, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 36 ncı maddesi hükmü ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun ilgili hükümleri uygulanır."
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında Anayasa'nın 2., 13., 38. ve 91. maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi hükmü uyarınca Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Tülay TUĞCU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER ve Serdar ÖZGÜLDÜR'ün katılımlarıyla 22.2.2005 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kurallar, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Sınırlama Sorunu
Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi'ne itiraz yoluyla yapılacak başvurular, itiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı yasa kuralları ile sınırlı tutulmuştur.
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme 24.6.1995 günlü, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentlerinin, 61. maddesinin (a) ve (c) bentlerinin ve 5194 sayılı Yasa'nın 16. maddesiyle değiştirilen 61/A maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin Anayasa'ya aykırılığını ileri sürerek iptalini istemektedir.
Ancak, davada uygulanacak olan 61/A maddesinin (c) bendi, 61. maddede bentler halinde belirtilen eylemlerin tümü için geçerli ortak kural niteliği taşımaktadır. Aynı şekilde 61. maddenin (a) bendi de, 9. maddenin ihlalini suç olarak nitelemektedir. 9. maddedeki ihlal halleri ise iki fıkra içerisinde toplam yedi bentte sayılmaktadır. Somut olayda dava, 61/A maddesinin (c) bendinin atıfta bulunduğu 61. maddede belirtilen eyleme ilişkin bulunduğundan, incelemenin, 61. maddenin (a) ve (c) bentleri ile 61. maddenin (a) bendinin de 9. maddenin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentleri yönünden sınırlı olarak yapılması gerekir.
B- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
Başvuran Mahkeme, Kanun Hükmünde Kararname'lerle suç oluşturulamayacağını, yasakoyucunun hukuki ve cezai sorumluluklar arasında temel ilkesel farklılıkları gözeterek, cezai sorumluluk gerektiren eylemleri yeterince açık bir biçimde düzenlemesi, ayrıca suç ile yaptırım arasında ölçülü bir denge kurması gerektiğini ileri sürerek 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentlerinin, 61. maddesinin (a) ve (c) bentlerinin ve 5194 sayılı Yasa'nın 16. maddesiyle değiştirilen 61/A maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin Anayasa'nın 2., 13., 38., ve 91. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürerek iptallerini istemiştir.
1- 9. Maddenin Birinci ve İkinci Fıkralarının (b) Bendiyle 61. Maddenin (a) ve (c) Bentlerinin İncelenmesi
61. maddenin itiraz konusu (a) bendinde 9.maddenin ihlali, (c) bendinde ise "markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği halde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için ithal etmek veya ticari amaçla elde bulundurmak" marka hakkına tecavüz sayılan fiiller arasında gösterilmiştir.
9. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde "markanın tescil kapsamına giren aynı mal veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması", ikinci fıkrasının (b) bendinde de, "işareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması" marka tescilinden doğan hakların kapsamı içerisinde değerlendirilmiştir.
Yasakoyucu, ceza hukuku alanında yetkisini kullanırken toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerde ceza yaptırımları ile karşılanmaları gerektiği ve hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı veya hafifletici neden olarak kabul edileceği konularında takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu alandaki takdir yetkisi sınırsız olmayıp yasakoyucu, Anayasa'ya ve ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağlıdır.
Anayasa'nın 38. maddesinde, ceza ve ceza yerine geçen güvenlik önlemlerinin ancak Kanunla konulacağı belirtilmiş, 91. maddesinin ilk fıkrasında da, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Bakanlar Kurulu'na Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi verebileceği, ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin Kanun Hükmünde Kararname'lerle düzenlenemeyeceği öngörülmüştür.
556 sayılı KHK'nin itiraz konusu 9. ve 61. maddelerinde belirtilen eylemlere, 5194 sayılı Yasa ile değiştirilen 61/A maddesinde ceza yaptırımı öngörülmektedir. Suç ve cezalara ilişkin esasları düzenleyen 38. madde Anayasa'nın ikinci kısmının ikinci bölümünde yer aldığından bu konudaki düzenlemelerin Kanun Hükmünde Kararname ile yapılması olanaklı olmadığı gibi, bu eylemlere ceza öngören maddenin yasayla düzenlemesi de bu sonucu değiştirmez.
Bu nedenle, itiraz konusu 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentleriyle 61. maddesinin anılan bentler yönünden incelenen (a) bendiyle (c) bendi Anayasa'nın 38. ve 91. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Mehmet ERTEN, A.Necmi ÖZLER ve Serruh KALELİ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralların Anayasa'nın 13. maddesi yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.
2- 61/A Maddesinin (c) Bendinin İncelenmesi
Anayasa'nın 2. maddesinde Hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılmış; 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak Kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı öngörülmüş; 38. maddesinde de, ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin ancak Kanunla konulacağı belirtilmiştir.
Kanun Hükmünde Kararname'nin 61/A maddesinin (c) bendi, 4128 sayılı Yasa ile eklendikten sonra 5194 sayılı Yasa'nın 16. maddesiyle değiştirilmiş, böylece Anayasa'nın, cezaların yasa ile düzenlenmesine ilişkin 38. maddesine uyulmuştur. Ayrıca, Anayasa'da Kanun Hükmünde Kararname'lerin yasayla değiştirilmesini veya bunlara madde eklenmesini engelleyen bir kural bulunmadığından Anayasa'nın 91. maddesine aykırılıktan da söz edilemez.
Öte yandan, yasakoyucu ceza hukuku alanında yetkisini kullanırken, Anayasa'ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerde ceza yaptırımları ile karşılanmaları gerektiği, hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı veya hafifletici neden olarak kabul edileceği konularında takdir yetkisine sahiptir.
556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin "Marka hakkına tecavüz sayılan fiiller" başlığını taşıyan 61. maddesi delaletiyle, 61/A maddesinin itiraza konu (c) bendinde düzenlenen marka hakkına tecavüz eylemleri, yasakoyucu tarafından suç kabul edilerek yaptırıma bağlanmış ve yaptırım olarak da iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına veya yirmiyedimilyar liradan kırkaltımilyar liraya kadar ağır para cezasına veya her ikisine, ayrıca işyerlerinin bir yıldan az olmamak üzere kapatılmasına ve aynı süre ticaretten men edilmelerine hükmolunacağı öngörülmüştür. Böylece suçun işlenmesindeki özelliklere göre hakime farklı cezalar uygulama imkanı sağlanmıştır. Bu yaptırımın demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olduğunu, hakkın özüne dokunduğunu, makul ve kabul edilebilir ölçüyü aştığını, ya da yaptırımla öngörülen amaç arasında makul ve adaletli bir denge bulunmadığını söylemek mümkün olmadığından, düzenlemenin Anayasa'nın 13. maddesine aykırı bir yönü de görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, 556 sayılı KHK'nin 61. maddesinin (a) ve (c) bentleri yönünden incelenen itiraz konusu 61/A maddesinin (c) bendi Anayasa'nın 2., 13., 38. ve 91. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
C- İptal Kararının Yürürlüğe Gireceği Gün Sorunu
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, "Kanun, Kanun Hükmünde Kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez" denilmekte, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasa'nın 53. maddesinin dördüncü fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır. Maddenin beşinci fıkrasında ise, Anayasa Mahkemesi'nin, iptal halinde meydana gelecek hukuksal boşluğu kamu düzenini tehdit veya kamu yararını ihlal edici mahiyette görürse yukarıdaki fıkra hükmünü uygulayacağı belirtilmiştir.
9. maddenin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentlerinin, bu bentler yönünden incelenen 61. maddesinin (a) bendinin, aynı maddenin (c) bendinin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu düzenini tehdit edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla iptal kararının Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VI- SONUÇ
24.6.1995 günlü, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin:
A) 1- 9. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrasının (b) bendinin,
2- 61. maddesinin;
a- (a) bendinin, 9. maddenin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentleri yönünden,
b- (c) bendinin,
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Mehmet ERTEN, A. Necmi ÖZLER ile Serruh KALELİ'nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- 22.6.2004 günlü, 5194 sayılı Yasa ile değiştirilen 61/A maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin, 9. maddenin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentleri ile 61. maddenin (a) ve (c) bentleri yönünden Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B) 9. ve 61. maddelerinin iptal edilen bentlerinin doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince İPTAL HÜKÜMLERİNİN, KARARIN RESMİ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3.1.2008 gününde karar verildi.
Başkan Başkanvekili Üye Haşim KILIÇ Osman Alifeyyaz PAKSÜT Sacit ADALI Üye Üye Üye Fulya KANTARCIOĞLU Ahmet AKYALÇIN Mehmet ERTEN Üye Üye Üye A. Necmi ÖZLER Serdar ÖZGÜLDÜR Şevket APALAK Üye Üye Serruh KALELİ Zehra Ayla PERKTAŞEsas Sayısı: 2005/15
Karar Sayısı: 2008/2


KARŞI OY YAZISI

Markalar hakkına tecavüzle ilgili suç sayılan fiillerin kararname ile düzenlenmesinin, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık oluşturduğu ileri sürülerek 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bendi ile 61. maddesinin (a) ve (c) bentlerinin itiraz yoluyla iptalleri istenilmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin 14.05.2004 tarih ve 25462 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 02.03.2004 gün ve K.2004/25 - E.2002/92 sayılı Kararı'nda yer alan karşı oy yazısındaki gerekçe uyarınca, 24.6.1995 günlü, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bendi ile 61. maddesinin (a) ve (c) bentlerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptal edilmesi gerektiğine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
A.Necmi ÖZLER
Esas Sayısı: 2005/15
Karar Sayısı: 2008/2


KARŞI OY

Sanık hakkında taklit ürün satması nedeniyle 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin değişik 61/A-c maddesi gereğince cezalandırılması talebiyle açılan davada Mahkeme, 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasının (b) bentleri ile 61. maddesinin (a) ve (c) bentleri ve değişik 61/A maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi'ne iptali yönünde dava açmıştır.
Anayasa'nın 152. maddesi dördüncü fıkrasında "Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmi Gazete'de yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz." denilmektedir. Anılan 61/A-c bendi kuralı bir itiraz davasına konu olarak Anayasa Mahkemesi'nce incelenmiş ve kuralın Anayasa'ya aykırı olmadığı yönünde verilen kararı 26.12.2003 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.
Anayasa'nın 152. maddesi yönünden Mahkememizi de bağlayan bu karara, bu açıdan bakıldığında;
Anayasa Mahkemesi 61/A maddesinin (c) bendinin incelemesinde; bu değişikliğin 4128 sayılı Yasa ile yapıldığını, Anayasa'da KHK.lerin Yasa ile değiştirilmesine engel bir halin bulunmadığını, cezaların yasa ile düzenlenmesi noktasında bendin Anayasa'nın 38. maddesinin aradığı koşula uygun bulunduğunu, dava konusu olayda suçun, marka hakkında tecavüz sayılan fiiller başlığı altında sayılan eylem niteliğinde olduğu nedeniyle 61/A-c'nin Anayasa'nın 38. maddesine aykırı olmadığının karar altına alındığı görülmüştür.
Dosyadaki olaya baktığımızda da sanığın, tescilli bir markanın taklit ürünlerini satışa arz ettiği nedeniyle 556 sayılı KHK, 61/A-c den cezalandırılması istemi ile açılan davada mahkeme, eylemin 61/A-c ceza maddesinin göndermede bulunduğu 61. maddenin a ve c bentleri yani marka hakkına tecavüz sayılan fiillerden olduğu düşüncesi ile konuyu Anayasa Mahkemesi'ne taşıdığı görülmektedir.
Önceki Anayasa Mahkemesi Kararı da 61/A-c'nin, atfettiği 61. maddenin marka hakkına tecavüz sayılan fiillerden saydığı bir eyleme ilişkindir.
Görülüyor ki, her iki olayda da dava, suçun hukuki tasnifinin (isnadın yapıldığı madde kapsamı) yapılmasına neden olan 61/A-c maddesi yönünden ortaktır. Bu maddenin içeriğinde ise doğrudan KHK 61. maddesine "madde de yazılı fiillerden biri" demek suretiyle herhangi bir sınırlama getirmeyip hepsini aynı nitelikte gördüğünden önceki Anayasa Mahkemesi Kararı'nın 61/A-c maddesini o davaya konu 61/d yönünden incelenmesi ile davanın konusu eylemin 61/A-c'nin atfettiği 61. maddenin (c) bendi yönünden görülmesi arasında hiçbir fark yoktur. Suçu tasnif eden, kapsamını belirleyen, niteleyen madde 61/A-c'dir ve bu madde 2003 yılında suç ve cezaların kanuniliği ilkesi yönünden Anayasa'ya aykırı bulunmamıştır.
9. ve 61. maddelerin ilgili bentleri, 61/A-c nedeniyle incelendiğinden aykırı bulunmayan bu madde nedeniyle suç sayılan fiillerin yer aldığı maddelerin Anayasa'ya aykırılığının değerlendirilmesine gerek duyulmamıştır. Anayasa'ya uygun nitelenen 61/A-c'nin uygunluğunun sadece Anayasa'nın 38. ve 91. maddeleri yönünden yapıldığı, davayı getiren Mahkemenin getirdiği suçla ceza oranı dengesini ifade eden ölçülülük ilkesi yönünden bir değerlendirmenin yapılmamış olduğu, maddenin 4128 sayılı denetlenmiş halinin 5194 sayılı Yasa ile yeniden düzenlendiği, bu nedenle on yıllık yasak kapsamında olmadığı söylenebilir ise de, maddede yapılan değişikliğin suçun kapsamını belirleyen nitelikleri yönünden olmayıp, sadece yasakoyucunun takdirindeki para cezası miktarının tayini yönünden olmakla, kanun hükmünün suçu niteleyen öz'e ilişkin olmaması, aksi halde hapis cezası yanında ferri'si sayılacak para cezasında miktar değişikliği ile her zaman Anayasa'nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası yönünden yasağın kolayca by-pas edilmesine olanak sağlanmış olacağı düşünceleri ile iptali istenen kural yönünden Anayasa'nın 152. maddesi kapsamında kaldığı gerekçesi ile çoğunluk görüşüne karşıyım.
Üye
Serruh KALELİ
Kaynak: Kazancı Mevzuat Bilgi Bankası
Old 08-01-2009, 18:28   #2
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Anayasa Mahkemesi 03.01.2008 tarihinde verdiği 2005/15 E. 2008/2 K. sayılı kararı ile 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 9/l (b), II(b), md. 61 (a), 61 (c) maddelerini iptal etmiştir.

Yüksek Mahkeme, iptal edilen hükümlerin doğuracağı boşluğun kamu düzenini tehdit edici nitelikte olduğu gerekçesi ile yeni bir yasal düzenleme yapılmasına kadar iptal kararının Resmi Gazetede yayımından itibaren altı ay sonra yürürlüğe girmesine hükmetmiştir.

Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği hükümler uygulamada çok sık başvurulan temel normlardan olmakla ve iptal sonucu oluşan boşluk bugüne kadar giderilmemiş bulunmakla, derdest pek çok hukuk ve ceza davasının bundan olumsuz yönde etkilenmesi, bu bağlamda hak kayıplarının yaşanması olasıdır.

1995 yılında Gümrük Birliği’ne uyum süreci içerisinde çıkartılan 556 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin, yürürlüğe girmesinin üzerinden on üç yıl geçmesine rağmen, halen kanun statüsüne dönüştürülmemiş olması ise bir başka hukuki eksiklik ve talihsizliktir.

Açıklanan bütün bu nedenlerle Ankara Barosu olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ivedilikle harekete geçmesini ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sonrasında 556 sayılı KHK'de oluşan hukuki boşluğu doldurmasını talep ederiz.

Saygılarımızla.

Ankara Barosu Yönetim Kurulu

Karar 5 Temmuz 2008'de Resmi Gazete'de yayımlanmış, bu durumda 5 Ocak 2009'dan itibaren karar yürürlüğe girdi ve yasada şu anda bu konuda hukuksal boşluk var.
Old 09-01-2009, 14:34   #3
Av.Duygu Işık Behrem

 
Varsayılan

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden harekete geçmesini(!) ve hukuki boşluğu doldurmasını talep ediyor olmamız gerçekten acıklı bir durum... Bu konudaki ihmalin boyutu inanılır gibi değil.
Old 10-01-2009, 02:03   #4
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Benim anlamadığım KHK metnini alıp aynen yasa şeklinde çıkarmak gerçekten çok mu zor bir iş?!!
Old 20-01-2009, 22:09   #5
didem kunal

 
Varsayılan

Peki iptal edilen bu maddelerden dolayı sanık ve/veya sanık vekiline ek savunma hakkı verşlmekte mahkemede. Haksız rekabete giren bu suç için ihtisas mahkemesi olan Fikri sinai haklar caza mahkemesi görevsiz hale düşmekte. Müşteki vekilinin ayrı bir suç duyurusunda bulunması mı gerekecektir?
Old 21-01-2009, 19:24   #6
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Taklit üretime cezalar artırılıyor
Ankara (AA)- Taklit malı satan ve üretenlere, eşya veya ambalajın üzerindeki marka koruması olduğunu belirten işareti yetkisi olmadan kaldıranlara verilen para cezaları artırılıyor. Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararnamede (KHK) değişiklik yapan kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi.
Anayasa Mahkemesinin, Markaların Korunması Hakkında KHK'nın bazı maddelerini iptal etmesi nedeniyle doğacak hukuki boşluğu giderecek yasa, marka
tescilinden doğan hakkın kapsamını, marka sahibinin izni olmadan, üçüncü kişilerin markayı kullanmalarının yasaklandığı durumları yeniden düzenliyor.

Yasaya göre, marka tescilinden doğan haklar, marka sahibine ait olacak. Marka sahibi, markanın tescil kapsamına giren aynı mal veya hizmetlerle ilgili olarak; tescilli markayla aynı olan herhangi bir işaretin kullanılmasını engelleyebilecek. Yasa, başkalarının, marka sahibinin yetkisindeki markayı kullanma hakkına
tecavüz etmesini de engelliyor. Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı, düzenlemede belirtilen biçimlerde kullanmak, markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanarak, markayı taklit etmek, kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak, gümrük bölgesine yerleştirmek, marka sahibince lisans yoluyla verilen hakları izinsiz genişletmek ve bu hakları üçüncü kişilere devretmek, marka hakkına tecavüz sayılacak.

Yasa, cezai hükümleri de artırıyor. Başkasına ait marka hakkını iktibas (ödünç alma) veya iltibasla (taklit), tecavüz ederek mal veya hizmet üreten, satışa sunan, satan kişi 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 20 bin güne kadar adli para cezasına çarptırılacak. Marka koruması olan eşya veya ambalajın üzerindeki marka koruması
olduğunu belirten işareti, yetkisi olmadan kaldıran kişiye, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis, 5 bin güne kadar adli para cezası verilecek. Yetkisi olmadığı halde, başkasına ait marka hakkını, satan, devreden, kiralayan veya rehin ederek, tasarrufta bulunan kişiye, 2 yıldan 4 yıla kadar hapis, 5 bin güne kadar adli para cezası kesilecek.
Bu suçların, bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ayrıca bunlara özgü güvenlik önlemleri uygulanacak.Tanımlanan bu suçlardan dolayı ceza verebilmek için markanın Türkiye'de tescilli olması şartı aranacak.

Bu suçların soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olacak.
http://haber.mynet.com/detay/politik...ak2009/N200988
Old 23-01-2009, 14:04   #7
Av.Duygu Işık Behrem

 
Varsayılan

Bu linkte, Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısını görebilirsiniz;
http://www.tpe.gov.tr/dosyalar/haber...iktasarisi.pdf
Old 28-01-2009, 09:21   #8
Adli Tip

 
Varsayılan Kanun Gücünde Kanun Hükmünde Kararname?

Değerli Arkadaşlar;

Benim aklıma takılan husus da şu:

556 Sayılı KHK'nın hükümleri, kanunla düzenlenmesi gereken hususların Kanun Hükmünde Kararnameyle düzenlenmemesi gerektiği sebebiyle iptal edildi. Resmi Gazete'de bugün yayımlanan kanunla, KHK, değiştirildi. Değişiklik KANUNLA yapılmış olsa bile, bu hükümler halen Kanun Hükünde Kararnamenin maddeleri, yani Kanun Hükmünde Kararname değiller mi?

Öyle ki, bir yönetmelik ya da tüzük de kanunla değiştirilebilir. Ancak, yönetmeliğin kanunla değiştirilmiş maddesi, kanun gücünde kabul edilebilir mi?

Saygılarımla,
Old 30-01-2009, 11:41   #9
ABDULLAH FETHİ KÜÇÜKTEPE

 
Varsayılan 556 Sayili Markalar Kanuna DÜzenleme Getİren 5833 Sayili Yasa Hk.



Markaların Korunması Hakkında 556 sayılı KHK’da Değişiklik Yapılmasına Dair "5833 sayılı Kanun 28 Ocak 2009 tarihli Resmi Gazetede " yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Anayasa Mahkemesinin, 556 sayılı KHK'nın bazı maddelerini iptal etmesi nedeniyle doğması muhtemel hukuki boşluğu gidermeyi amaçlayan Kanun, marka tescilinden doğan hakların kapsamını, marka hakkına tecavüz sayılan fiilleri ve bu fiillere verilecek cezaları düzenlemekte.

Kanun Tasarısı, 7 Ocak 2009 tarihinde TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülmüş, 20-21 Ocak 2008 tarihlerinde Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilmişti.


TPE web sayfasından veya Resmi Gazatenin 28.01.2009 gün ve 27124 sayılı nüshasından bakılabilir.
Saygılarımla,
Old 19-03-2009, 22:28   #10
ege

 
Varsayılan 7. Ceza Dairesi Kararı

7. Ceza Dairesinden gelen bu Karar oldukça ilginç bir karar.

haksız rekabet suçu dahi yoktur diyor. benim eleştirilerim ise
"sınai mülkiyet" hakkı, şahsi hak olup bu yönde düşünülmemiş olması yolunda.

saygılarımla.

Alıntı:
Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 11.02.2009 gün ve 2006/ 16811esas 2009/2220 karar sayılı da kararı şöyledir:



"5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Geçici l' inci maddesi ve buna bağlı olarak 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 5' inci maddesinin 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe girmesi sonucu ve aynı Kanunun 2 nci maddesi hükmü karşısında dava konusu eylemin atılı suç oluşturup oluşturmayacağı hususunun değerlendirilmesi gerekmektedir.


Bu bağlamda sanığa atılı tescilli marka hakkına tecavüz eylemleri ve bu fiilleri işleyenlere uygulanacak yaptırımIarı düzenleyen mevzuat tarihsel olarak incelendiğinde;


11 Mayıs 1888 tarihli Alameti Farika Nizamnamesi ile bu konuda hükümler getirildiği, 03.03.1965 tarihli 551 Sayılı Markalar Kanunu ile yeni bir düzenleme yapıldığı ve Kanunun 54' üncü maddesiyle Alameti Farika Nizamnamesi ile ek ve değişikliklerinin yürürlükten kaldırıldığı, 24.06.1995 tarihinde yürürlüğe giren ve tescilli markalarla ilgili cezai koruma hükümleri getiren 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 4128 Sayılı Kanunla değişen 82' nci maddesiyle 551 Sayılı Markalar Kanunun yürürlükten kaldırıldığı görülmektedir.


Tescilli markaların cezai korunması konusunda ülke mevzuatımızla ilgili olarak yapılan hukuki değişikliklere işaret edildikten sonra somut olay değerlendirildiğinde;


Sanık hakkında 556 sayılı KHK.nın 61/A-c maddesi uyarınca cezalandınlması için kamu dava açılmıştır. Bu maddenin atıf yaptığı 61' inci maddede ise kararname hükmüyle suç tanımları düzenlenmiştir. 5252 Sayılı Yasanın geçici 1 nci maddesinde "Diğer kanunların, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya ve en geç 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanır.", 5237 sayılı TCK' nın 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5/1' inci maddesinde "Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır" ve aynı Kanunun genel hükümleri arasında bulunan 2' inci maddesinin birinci fıkrasında ise "Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanmaz ... " hükümleri yer almaktadır.


Olayımızda sanığa atılı eylem, ceza içeren özel bir hukuk düzenlemesi olup 5' inci maddede sözü edilen özel ceza kanunları ya da ceza içeren kanunlar kapsamında bulunmaKtadır. O halde atılı eylem, TCK' nın 2' inci maddesi hükmü kapsamında değerlendirilmelidir. Bu duruma göre, KHK hükmüyle getirilen bu düzenleme TCK'nın 2' inci maddesinde öngörülen kanunilik ilkesine uygun bulunmamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 03.01.2008 gün ve 2005/15 E, 2008/2 K sayılı kararıyla, gerekçeleri arasında "... suç ve cezalara ilişkin esasları düzenleyen 38' inci madde Anayasanın ikinci kısmının ikinci bölümünde yer aldığından bu konudaki düzenlemelerin Kanun Hükmünde Kararname ile yapılması olanaklı olmadığı gibi, bu eylemlere ceza öngören maddenin yasayla düzenlenmesi de bu sonucu değiştirmez..." şeklinde görüşe de yer verilerek 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK'nin 9' uncu maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının b bentlerinin markalann hukuki ve cezai korumasını bütünüyle ortadan kaldıracak şekilde kanunilik ilkesine aykınlık nedeniyle iptal edildiği de bilinmektedir. Bu durum karşısında, 5252 Sayılı Kanunun geçici birinci maddesi ile TCK'nın 2' inci maddesi ve 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5'inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde; 556 Sayılı KHK'nın suç tanımlayan hükümlerinin tümüyle zımni olarak ilga edildiğinin (örtülü olarak yürürlükten kaldırıldığının) kabulü gerekmektedir. Bu hukuki değerlendirmeye göre atılı eylem 556 Sayılı KHK hükümleri kapsamında suç oluşturmayacaktır.


Öte yandan 556 Sayılı K.H.K ya göre suç oluşturmayan eylemin Türk Ticaret Kanununda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı hususunun da bu noktada ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Buna göre, 1474' üncü maddesi gereğince 01/01/1957 tarihinde yürürlüğe giren 6762 Sayılı TTK'nın 57'nci maddesinin 5' inci fıkrasında; başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, işaret gibi tanıtma vasıtalan haklanna tecavüzün yanında, tescilli ve tescilsiz ayırımı yapmadan marka hakkına tecavüz de haksız rekabet suçu olarak tanımlanmış ve cezası 64' üncü madde de belirtilmiştir. Bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra 3 Mart 1965 tarihinde yürürlüğe giren 551 Sayılı Markalar Kanunu'nun 47' inci maddesinde de tescil edilmiş marka hakkına tecavüz halleri ayrı ayrı tanımlanmış ve yaptırımı da 51 ve 52' inci maddelerde belirtilmiştir. Her iki düzenlemede de tescilli marka kullanma haklanna tecavüz halleri belirlenmekte ve yaptırıma bağlanmaktadır. Bu nedenle gerek Türk Ticaret Kanunu ve gerekse 551 Sayılı Markalar Kanunundaki düzenlemeyle korunan ortak değer, marka kullanma hakkından doğan haklardır. Marka hakkına tecavüz fıillerinin unsurları her iki düzenlernede de aynıdır ve iki yasa birlikte uygulanamayacağından tam olarak oluşan yasa çatışması kurallan uyannca sonradan yürürlüğe giren, tescilli markalara hukuki ve cezayi koruma getiren 551 Sayılı Kanundaki düzenleme TTK'nın 57/5 fıkra hükmünü tescilli markalarla sınırlı olmak üzere örtülü olarak yürürlükten kaldırmıştır. Bu kanun da (551 sayılı kanun) 556 Sayılı KHK'nın değişik 82' nci maddesiyle yürürlükten kaldırılmış bulunduğundan ve yürürlükten kalkan eski düzenlemeler canlanamayacağından sanığa atılı eylem haksız rekabet suçunu da oluşturmamaktadır.


Yukarıda açıklanan nedenlerle sanığın temyiz itirazları yerinde görüldüğünden mahkumiyet hükmünün bozulmasına 5237 sayılı TCK.nın 7/1.maddesi ve 5320 sayılı Yasanın 8' nci maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 322'nci maddesi uyarınca suç oluşturmayan atılı fiilden sanığın beraatine,
atılı eylemin suç oluşturmaması nedeniyle suç konusu olmayan ve inceleme tarihinde yürürlükte bulunan 5833 sayılı Kanunla değişik 556 sayılı KHK hükümlerine göre bulundurulması da bizatihi suç teşkil etmeyen dava konusu eşyaların sanığa iadesine oybirliğiyle karar verildi."



Old 20-03-2009, 17:34   #11
ege

 
Varsayılan

Yargıtay 7. Ceza Dairesinin yukarıdaki kararı ile Anayasa Mahkemesi'nin aşağıdaki kararı çelişkilidr .

sizlerin de fikirlerini almak isterim.
saygılarımla.

RGT: 20.03.2008
RG NO: 26822

İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Ali TOPUZ, K. Kemal ANADOL ve Haluk KOÇ

İPTAL DAVASININ KONUSU: 6.11.2003 günlü, 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 31. maddesinin, Anayasanın 2., 10.,11.,13. ve 28. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemidir.

I - İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ

İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini de içeren 15.1.2004 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:

“III. ANAYASA’YA AYKIRILIK İDDİALARININ GEREKÇESİ

06.11.2003 tarihli ve 5000 sayılı Kanunun 31 inci maddesi ile, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 14 üncü maddesinde öngörülen 5 yıllık süre, 15.07.1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanununa tabi konularda 3 yıla indirilmiştir.

Bu düzenleme, bir eşitsizlik yaratmaktadır. Çünkü bir basın - yayın organının adının aynı zamanda marka olarak tescil edilmesi durumunda, marka olan ad 5 yıllık koruma süresine tabi olacak, marka olarak tescil edilmemiş mevkute adı ise 3 yıl korunabilecektir. Böyle bir eşitsizliği “basın özgürlüğünden yararlanılmasını kolaylaştırmak” gerekçesi ile açıklayabilmek mümkün değildir.

Bu nedenle, söz konusu 31 inci maddenin birinci fıkrası, Anayasa’nın 10 uncu maddesinde yer alan kanun önünde eşitlik ilkesine aykırıdır.

Diğer yandan 31 inci maddenin birinci fıkrası, 5000 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mevkute adı üzerinde edinilmiş bulunan 5 yıllık koruma haklarını korumaya almamakta; aksine kanunun yürürlük tarihi itibariyle bu hakları 3 yıla indirmektedir. Halbuki kazanılmış haklara saygı, hukuk devleti adı verilen yönetim biçiminin temel unsurlarındandır.

Anayasamızın 2 nci maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu ifade etmektedir. 31 inci maddenin birinci fıkrasındaki düzenleme, yukarıda açıklandığı gibi, kazanılmış hakları korumadığı ve zedelediği için, Anayasa’nın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.

Söz konusu 31 inci maddede yapılan düzenlemenin basın özgürlüğünün kullanılmasını kolaylaştırmakla da ilgisi yoktur. Çünkü basın özgürlüğünü kolaylaştırma adı altında, mevkute adı üzerindeki hak yeterince korunmayarak ad üzerindeki hak sahipleri bakımından, Anayasa’nın 28 inci maddesinde ifade edilmiş olan basın özgürlüğü sınırlandırılmaktadır. Bu sınırlamanın ise, Anayasa’nın 13 üncü maddesinde yer alan demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı görülmektedir. Çünkü getirilen üç yıllık koruma süresi, “Fikrî Mülkiyet Hakları Anlaşması”nın 15 inci maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen asgari koruma süresidir. Çağdaş demokratik toplumlarda ise bu sürenin genellikle üç yıldan uzun tutulduğu görülmektedir. Bu bakımdan 31 inci maddede getirilen düzenlemenin, Anayasa’nın 28 ve 13 üncü maddelerine aykırı olarak, demokratik toplum düzeninin gereklerine uymayacak biçimde ve amacı aşan ölçüde basın özgürlüğünü sınırlandırdığını söylemek gerekmektedir.

5000 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin ikinci fıkrası da, söz konusu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte 5680 sayılı Kanun gereğince mevkute neşretmekte olanların, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümleri gereğince mevkute neşretmekten alıkonamayacaklarını hükme bağlayarak yine, kazanılmış hakları güvencesiz bırakmakta; bunları korumaya yönelik kanun yollarını etkisiz hale getirmektedir. Çünkü bu düzenleme, koruma süresi içinde olan bir adla, bir başkasının izinsiz olarak çıkarmakta olduğu mevkutenin neşredilmekten alıkonulmasını imkânsızlaştırmaktadır. Bu, hukuka aykırı bir kullanımın hukuk eliyle korunması sonucunu doğurmaktadır. Böyle bir durumun da, Anayasa’nın 2 nci maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılması mümkün değildir. Çünkü hukuk devleti adı verilen yönetim biçiminin temel unsurları, kazanılmış hakların korunması, hukuka aykırı fiillerin yaptırıma bağlanması yoluyla haksızlıkların önlenmesidir.
Hukuksuzluğu kanun yoluyla koruyan bir devlet, hukuk devleti olamaz.

Anayasa’nın çeşitli hükümlerine aykırı olan bir düzenleme, Anayasa’nın 11inci maddesinde ifade edilen Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile de bağdaşamaz.

5000 sayılı Kanunun bu nedenlerle Anayasa’nın 2, 10, 11, 13 ve 28 inci maddelerine aykırı olan 31 inci maddesinin (2 fıkrasının da) iptali gerekmektedir.

IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ

06.11.2003 tarih ve 5000 sayılı Kanunun açıkça Anayasa’ya aykırı olan 31inci maddesinin uygulanması halinde, neşredilmeyen mevkute adı üzerindeki hak sahiplerinin kazanılmış hakları zedelenecek ve giderilmesi mümkün olmayan hukuki zarar ve durumlar doğacaktır. Bu tür zarar ve durumların önlenebilmesi için söz konusu 31 inci maddenin yürürlüğünün iptal davası sonuçlanıncaya kadar durdurulması gerekmektedir.

V. SONUÇ VE İSTEM

06.11.2003 tarihli ve 5000 sayılı “Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun”un, Anayasa’nın 2, 10, 11, 13 ve 28 inci maddelerine aykırı olan 31 inci maddesinin iptaline ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”

II - YASA METİNLERİ

A - İptali İstenilen Yasa Kuralı

6.11.2003 günlü, 5000 sayılı Yasa’nın iptali istenilen 31. maddesi şöyledir:

“556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. maddesinde öngörülen beş yıllık süre, 15.7.1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanunu’na tabi konularda üç yıla indirilmiştir.

Bu Kanunun yürürlük tarihinde 5680 sayılı Kanun gereği mevkute neşredenler, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümleri gereği mevkute neşretmekten alıkonulamazlar.”

B - Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları

Dava dilekçesinde Anayasa’nın 2., 10., 11., 13. ve 28. maddelerine dayanılmış, Anayasa’nın 35. maddesi ise ilgili görülmüştür.

III - İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Mustafa BUMİN, Haşim KILIÇ, Samia AKBULUT, Sacit ADALI, Ali HÜNER, Fulya KANTARCIOĞLU, Aysel PEKİNER, Ertuğrul ERSOY, Tülay TUĞCU, Mehmet ERTEN ve Fazıl SAĞLAM’ın katılımlarıyla 21.1.2004 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin bu konudaki raporun hazırlanmasından sonra karara bağlanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.

IV - ESASIN İNCELENMESİ

Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen Yasa kuralı, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra, dava konusu Yasa kuralında atıfta bulunulan 15.7.1950 tarihli ve 5680 sayılı Basın Kanunu’nun, 26.6.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 30. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olmasının işin esasının incelenmesini etkileyip etkilemeyeceği konusu üzerinde öncelikle duruldu.

5000 sayılı Yasa’nın iptali istenilen 31. maddesinin atıfta bulunduğu 5680 sayılı Yasa’nın yürürlükten kalkmış olması, halen yürürlükte olan ve hukuki sonuçları itibarıyla da geçerliğini koruyan 5000 sayılı Yasa’nın 31. maddesine yönelik iptal isteminin konusuz kalması sonucuna yol açmadığından işin esasının incelenmesinin devamına, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Ahmet AKYALÇIN, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Serruh KALELİ’nin karşı oyları ve oyçokluğuyla karar verilerek gereği görüşülüp düşünüldü:

A - 31. Maddenin Birinci Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. maddesinde öngörülen beş yıllık sürenin 5680 sayılı Basın Kanunu’na tâbi konularda üç yıla indirilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğu, marka olarak tescil edilmiş bir mevkute adı ile marka olarak tescil edilmemiş bir mevkute adının farklı koruma sürelerine tâbi olmasının eşitsizliğe yol açacağı ve bu eşitsizliğin “basın özgürlüğünden yararlanılmasını kolaylaştırmak” gerekçesi ile açıklanamayacağı, kazanılmış haklara ve hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, söz konusu düzenlemenin basın özgürlüğünü demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmayan ve amacını aşan ölçüde sınırlandırdığı, belirtilen nedenlerle iptali istenilen kuralın Anayasanın 2., 10., 11., 13. ve 28. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

5000 sayılı Yasa’nın 31. maddesinin birinci fıkrasında, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. maddesinde öngörülen beş yıllık süre, 5680 sayılı Basın Kanununa tabi konularda üç yıla indirilmiştir.

Anayasa’nın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” denilmektedir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Kişilere hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukuk güvenliğinin sağlanması, bu doğrultuda yasaların geleceğe yönelik öngörülebilir belirlemeler yapılabilmesine olanak verecek kurallar içermesini gerekli kılar. Geriye dönük düzenlemelerle kişilerin haklarının, hukuki istikrar ve güvenlik ilkesi gözetilmeden kısıtlanması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.

Markaların korunmasına ilişkin usul ve esaslar, 27.6.1995 tarihinde yürürlüğe giren 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede düzenlenmiştir. Anılan Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine uygun olarak tescil edilen bir marka, korunmakta ve marka hakkı sona ermedikçe ya da marka hükümsüz sayılmadıkça sahibine, markasının izin alınmadan kullanılmasının önlenmesi, tecavüzün giderilmesi ve zararının karşılanmasını talep etme gibi haklar sağlamaktadır. Ayrıca, marka hakkına tecavüz eden kişiler bakımından cezai hükümler öngörülmektedir.

556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinde, “Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir.” denilmektedir.

5000 sayılı Yasa’nın iptali istenilen 31. maddesinin birinci fıkrasında, 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. maddesine atıfta bulunularak, bu maddede öngörülen beş yıllık sürenin 5680 sayılı Basın Kanunu’na tabi konularda üç yıla indirildiği belirtilmiştir. Buna göre, 5680 sayılı Basın Kanunu’na tabi konularda, bir markanın tescil tarihinden itibaren üç yıl içinde haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma üç yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilecektir.

Tescilli markaların kullanılmaması ya da kullanımına ara verilmesi dolayısıyla iptal edilmeleri için geçmesi gereken beş yıllık süre, aynı zamanda marka sahiplerinin kullanmadıkları markaları üzerindeki haklarının korunma süresini oluşturmaktadır. 19.11.2003 tarihinde yürürlüğe giren 5000 sayılı Yasa ile bu sürenin Basın Kanunu’na tabi konularda üç yıla indirilmesi, anılan Yasa’nın yürürlüğe girmesinden önce başlayan beş yıllık süreler yönünden de geçerli bulunmaktadır. Buna göre, tescilli markasını kullanmayan ya da kullanmaya ara veren bir marka sahibi yönünden başlamış olan beş yıllık süre henüz sona ermemişken, 5000 sayılı Yasa ile söz konusu sürenin üç yıla indirilmesi, hak kayıplarına yol açabilecek ve marka sahiplerinin hukuki güvenliklerini ihlal edecek bir nitelik taşımaktadır.

Öte yandan, Anayasa’nın 10. maddesinde, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu, kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip oldukları ve Devlet’in bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü bulunduğu, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı, Devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları hükme bağlanmaktadır.

Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen “yasa önünde eşitlik ilkesi”nin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Bu yasak, ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Ancak kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanların farklı kurallara tabi tutulmaları Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Basın Kanunu’na tabi konulardaki markaların, nitelik ve özellikleri itibariyla diğer markalardan bir farkının bulunmaması nedeniyle, bu kapsamdaki marka sahiplerinin diğer marka sahipleri ile aynı hukuki konumda bulundukları açıktır. Markaların belirli bir süre kullanılmaması ya da kullanılmasına ara verilmesine bağlı olarak iptalini öngören kural yönünden Basın Kanununa tabi konulardaki markalar yönünden farklı bir süre getiren dava konusu kural, söz konusu marka sahiplerinin diğer marka sahiplerinden farklı kurallara tabi tutulması sonucunu doğurmakta ve Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bulunmaktadır.

Belirtilen nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 11., 13. ve 28. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

B - 31. Maddenin İkinci Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde, iptali istenilen kuralın kazanılmış hakları güvencesiz bıraktığı ve onları korumaya yönelik kanun yollarını etkisiz hale getirdiği, koruma süresi içinde olan bir adla bir başkasının izinsiz olarak çıkarmakta olduğu mevkutenin neşredilmekten alıkonulmasını imkansızlaştırdığı, hukuka aykırı bir kullanımın hukuk eliyle korunması sonucunu doğurduğu, hukuksuzluğu kanun yoluyla koruyan bir devletin hukuk devleti olamayacağı, hukuk devletinin temel unsurlarının kazanılmış hakların korunması ve hukuka aykırı fiillerin yaptırıma bağlanması yoluyla haksızlıkların önlenmesi olduğu, belirtilen nedenlerle söz konusu düzenlemenin Anayasa’nın 2. ve 11. maddelerine aykırı bulunduğu ileri sürülmüştür.

2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre Anayasa Mahkemesi kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasa’ya aykırılığı hususunda ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmaya mecbur değildir. Anayasa Mahkemesi taleple bağlı kalmak kaydıyla başka gerekçe ile de Anayasa’ya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle, dava konusu kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesi yönünden incelenmiştir.

5000 sayılı Yasa’nın 31. maddesinin ikinci fıkrası, bu Yasanın yürürlük tarihinde 5680 sayılı Kanun gereği mevkute neşredenlerin, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümleri gereği mevkute neşretmekten alıkonulamayacaklarını öngörmektedir.

Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamanın Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.

Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesinde, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir.

Mülkiyet hakkının konusunu, maddi ve gayrîmaddi mallar oluşturmaktadır. Taşınır ve taşınmaz mallar, maddi mallar kapsamında iken, fikri ve sınaî mülkiyet hakları gayrîmaddi mallar kapsamında yer almaktadır.

556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5. maddesinde, bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretin, marka olabileceği kabul edilmektedir.

Bir markanın sahibine sağladığı haklar, “marka hakkı” olarak adlandırılmakta ve fikri ve sınai mülkiyet hakları kapsamında yer almaktadır. Bu nedenle marka hakkı üzerinde yapılacak sınırlandırmalarda, Anayasanın “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesinin esas alınması gerekmekte ve marka hakkının ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmesi mümkün bulunmaktadır.

Marka hakkına ilişkin düzenlemelerin yer aldığı 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de, marka hakkına tecavüz halinde öncelikli olarak tecavüzün durdurulması ve giderilmesi amaçlanmaktadır.
Dava konusu kural ise 5000 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihi esas alarak, bu tarihte 5680 sayılı Basın Kanunu’na göre mevkute neşredenlerin 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri gereğince mevkute neşretmekten alıkonulamayacaklarını belirterek, marka hakkına bu tarihten önce yapılmaya başlanan tecavüzlerin önlenmesini imkansız kılmakta ve mülkiyet hakkına yapılan bu tecavüzün devamına olanak sağlamaktadır.

Hukuka aykırı eylemlerin korunması sonucunu doğuracak şekilde marka hakkının sınırlandırmasında kamu yararı amacı bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu kural Anayasa’nın 35. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.

Anayasa’nın 35. maddesine aykırı bulunarak iptal edilen kuralın, ayrıca Anayasa’nın 2. ve 11. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.

V - YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ

6.11.2003 günlü, 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 31. maddesinin yürürlüğünün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE, 31.1.2008 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

VI - SONUÇ

6.11.2003 günlü, 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 31. maddesinin;

A- Esasının incelenmesinin devamına, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Ahmet AKYALÇIN, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

B- Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

31.1.2008 gününde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

Anayasa Mahkemesi’nin bugüne kadar ki istikrar bulmuş içtihatlarına göre, soyut norm denetimi yoluyla Mahkememiz önüne getirilen davalarda iptal konusu kuralın/kuralların sonradan yasakoyucu tarafından değiştirilmesi ya da yürürlükten kaldırılması hallerinde, iptal konusu kural hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmektedir. Davanın somutunda, iptali istenen kuralın yollamada bulunduğu 15.7.1950 günlü, 5680 sayılı Basın Kanunu, davanın ikamesinden (15.1.2004 tarihinden) sonra 9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Basın Kanunu ile yürürlükten kaldırıldığından, kural hakkında da karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinin gerekli olduğunu değerlendirdiğimizden; işin esasına geçilmesine ilişkin çoğunluk kararına katılamıyoruz.
Old 30-03-2009, 18:11   #12
Kemal Erez

 
Varsayılan Hukukta yorum...

İstanbulda Mahkemeler Beraat kararları vermeye başladılar, daha önce Bakırköy FSCM Mahkemesi davaları Haksız Rekabet'e dayandırıp davaları Sulh Ceza Mahkemelerine gönderme yolunu seçmişti ancak Yargıtay'ın www.hukukiyorum.com/makale.aspx?id=9 adresinde bulunan kararından sonra artık beraat vermeye başladılar. Yargıtay'ın bahsedilen kararını son derece yanlış ve hukuka aykırı buluyorum. Mahkemeler tarafından verilen beraat kararlarını temyiz ettim ve şimdi Yargıtay'ın kararını bekliyorum.
Old 31-03-2009, 13:39   #13
ege

 
Varsayılan

Sizinle aynı fikirdeyim.

Anayasa Mahkemesinin tanımlamasını yaptığı haliyle Anayasanın 35 maddesine aykırı olarak,

mülkiyet hakkına tecavüz nedense gözardı ediliyor.

tescile bağlanmış bir mülki hakka yapılan tecavüzde Yargıtay'ın verdiği beraat kararlarını anlayamıyorum.
Patent haklarının korunmasına ilişkin olarak da tecavüz suçunu tanımlayan 136. maddesi gereğince verilecek olan cezaları düzenleyen 73/A maddesi de iptal edildi.
(cezaların KHK ile değil kanunla düzenlenmesi gerekir gerekçesi ile)
Ve yasa koyucuya bu konuda düzenleme yapılması için Resmi Gazetede yayınlanma tarihinden itibaren 1 yıl sonra iptal hükümlerini yürülüğe koyma kararı verdi.
Ancak Savcılar,
7. Dairenin Kararından sonra bu şikayetlere de "takipsizlik" karaı verileceğini söylüyorlar. Bu sebepten dolayı şikayet dilekçelerimi
Anayasanın 35. maddesine dayanak gösterek düzenlemeye başladım.
Önümüzdeki günlerde verilmesi muhtemel bir takipsizlik Kararına da bu yolda itiraz etmek üzere hazırlık yapıyorum.

gelişmeleri sizlerle paylaşacağım.

saygılarımla.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Anayasa Mahkemesi Kararı Av.Yüksel Eren Hukuk Haberleri 0 18-03-2008 08:49
Anayasa Mahkemesi'nin Yurtdışı Çıkış Yasağına İlişkin İptal Kararı ccaymaz Hukuk Haberleri 2 08-12-2007 14:49
İptal Edilen Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Sınav Ücretlerinin İadesine İlişkin Viyola Hukuk Stajı ve Meslek Seçimi 0 23-02-2007 11:11
Anayasa Mahkemesi Ek Taşıt Vergisini İptal Etti Ve Yürürlüğü Durdurdu Av.Habibe YILMAZ KAYAR Hukuk Sohbetleri 9 08-10-2003 19:06
İmar Kanunu'nun Anayasa Mahkemesince İptal Edilen Bir Maddesi paradise Hukuk Soruları Arşivi 1 04-03-2002 19:47


THS Sunucusu bu sayfayı 0,10644197 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.