Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

5219 sayılı yasadaki temyiz sınırının derdest davalara etkisine ilişkin HGK kararı

Yanıt
Old 20-03-2006, 15:34   #1
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan 5219 sayılı yasadaki temyiz sınırının derdest davalara etkisine ilişkin HGK kararı

Alıntı:
T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
S A Y I
Esas Karar
2005/9-85 2005/127

Mahkemesi : Ankara 10.İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçi alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 10.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine dair verilen 17.12.2003 gün ve 2002/1026- 2003/1578 sayılı kararın incelenmesi davacı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 01.07.2004 gün ve 2004/3904-16440 sayılı ilamı ile;
(...1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacı işçi, ücretlerinin tam ve zamanında ödenmediğini, sigorta primlerinin eksik yatırıldığını, daha ağır işlerde iş güvenliği tedbirleri alınmadan çalıştırıldığını ve ücretinin tam ve zamanında ödenmesini isteyince iş akdinin işverence haksız olarak feshedildiğini ileri sürmüş, davalı işveren ise davacının tüm uyarılara rağmen işyerini terk etmek suretiyle iş akdini haklı neden olmadan feshettiğini savunmuştur.
Mahkemece davalı işverene ait cam fabrikası işyerinde inşa edilen bekçi kulübesinin yapımı sırasında cam işçisi olarak çalışan davacı ve arkadaşlarından tuğlanın taşınması ve ustaya tuğla ve harç verilmesi konusunda yardım talep edildiği, ancak davacı ve arkadaşlarının bunu kabul etmeyerek işyerini terk etmek suretiyle iş akitlerini haklı bir neden olmadan feshettikleri, şayet akdin işverence feshedildiği kabul edilse dahi davacının işyerini izinsiz ve mazeretsiz olarak terk edip ihtara rağmen dönmemesinin işveren yönünden haklı fesih nedeni olduğu gerekçesiyle, davacının ihbar ve kıdem tazminatı isteği reddedilmiştir.
Davacı yazılı bir fesih bildiriminde bulunmamıştır. Her ne kadar dava dilekçesinde akdin işverence haksız olarak feshedildiği belirtilmiş ise de, davacı vekili son duruşmada zam yapılmaması, ücretlerinin düzenli olarak ödenmemesi, sigortalarının eksik yapılması ve iş şartlarının ağırlaştırılması nedeni ile davacıların haklı olarak işyerini terk ettiklerini açıklamıştır. Fesih nedeni yapılan tüm olguların değerlendirilmesi gerekir. Dosya içeriğine göre zammın akdi ve yasal dayanağı kanıtlanmamıştır. Davacı işçinin bekçi kulübesinin yapımında çalıştırılmak istenmesi nedeniyle iş şartlarının ağırlaştırıldığı kuşkusuzdur. Öte yandan saptanan hizmet süresine göre, sigortalı günlerinin SSK.ya eksik bildirildiği kayıtlarından anlaşılmaktadır. Böyle olunca, akdin davacı tarafından haklı nedenle feshedildiğinin kabulü ile kıdem tazminatı isteğinin hüküm altına alınması gerekir. Yazılı gerekçe ile anılan isteğin reddi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
A-DAVA KONUSU: Dava iş aktinin haksız ve önelsiz olarak feshedildiği iddiası ile açılmış işçilik hakları ile ilgili alacak istemine ilişkindir.
B-DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ: Davacı, davalıya ait cam fabrikasında çıtacı olarak çalıştığını, sigortalılığının Kuruma geç bildirildiğini, hiçbir iş güvenliği tedbiri alınmadan müvekkilinin amele gibi çalıştırıldığını, bu işten anlamadığını söyleyince de işine gelirse çalış, yoksa defol git denilmek suretiyle haksız olarak iş aktinin feshedildiğini belirterek başlangıçta ihbar ve kıdem tazminatı ile ücret, Ücretli izin ve fazla mesai ücreti ile ilgili kısmi talepte bulunmuş ve fazlaya ait haklarını saklı tutmuştur.
Ancak daha sonra verdiği ıslah dilekçesi ile istek miktarlarını bilirkişi tarafından saptanan miktarlara yükselterek davasını tam dava haline dönüştürmüş, fazlaya dair haklarını da saklı tutmamıştır.
C-DAVALININ CEVABININ ÖZETİ: Davalı vekili, iş aktinin haksız olarak davacı işçi tarafından feshedildiğini ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
D-YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ: Mahkeme iş aktinin işçi tarafından haksız olarak feshedildiği kanaati ile, ihbar ve kıdem tazminatı ile fazla mesai ücreti bakımından davanın reddine, diğer istek kalemleri bakımından davanın kabulüne karar vermiştir.
E-TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME: Hükmün davacı vekilince temyizi üzerine Özel Daire, iş akdinin işçi tarafından feshedildiği görüşü ile kıdem tazminatına da hükmedilmesi gerektiği gerekçesi ile kararı bozmuş, mahkeme önceki kararında direnmiş, direnme kararı davacı işçi tarafından kıdem ve ihbar tazminatı yönünden temyiz edilmiştir.
F-UYUŞMAZLIK: İşçinin iş akdini fesihte haklı olup olmadığı, dolayısıyla kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
G-ÖN SORUN: Her ne kadar uyuşmazlık iş aktinin işçi tarafından feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığı noktasında toplanmakta ise de; Mahkemenin direnme kararının tarihi ve kapsamı ile temyiz dilekçesinin kapsamı itibarı ile kararın temyiz edilebilirlik, diğer bir söyleyişle kesinlik sınırı altında kalıp kalmadığı ön sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin olduğu tutar 899.415.005 TL.dir.
Bilindiği gibi, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış; 15. maddesindeki hüküm gereğince, 2.maddesinin (B) fıkrası, 3.maddesinin (C) fıkrası, 7, 9, 10, 11, 12.maddeleri ile 13.maddesinin (B) fıkrası 1.1.2005 tarihinde, diğer maddeleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un, 2.maddesinin yayım tarihinde yürürlüğe giren (A) fıkrasının (c) bendi ile; 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427.maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre "kırkmilyon" TL. olarak uygulanması öngörülen parasal sınır "birmilyar" TL.; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre "sekizyüzmilyon" TL. olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı "onmilyar" TL.; "altıyüzmilyon" TL. olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı da "altımilyar" TL. olarak değiştirilmiştir.
Kısaca, anılan Kanun, 21.07.2004 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL), karar düzeltme sınırını da 6.000.000.000 TL. (6.000 YTL) olarak belirlemiştir.
Görülmekte olan dava 11.07.2002 günü açılmış, Yerel Mahkemenin 17.12.2003 günlü önceki hükmü Özel Dairece 01.07.2004 günü bozulmuştur. Direnme kararı ise 08.11.2004 günü verilmiştir.
Görüldüğü üzere; gerek dava, gerek önceki karar ve gerekse bozma tarihlerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesinin 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki direnme tarihinde ise söz konusu değişiklikle oluşan yeni hükmü yürürlüktedir.
Dolayısıyla, somut olayda direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı konusundaki yapılacak değerlendirme; temyiz sınırı konusunda bu tarihlerden hangisinde yürürlükte bulunan yasa hükmünün esas alınacağı yönünde yapılacak saptamaya bağlı olarak, farklı sonuçlara götürecektir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; 5219 Sayılı Kanun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda daha önce değişiklik yapan çok sayıdaki Kanunlardan farklı olarak, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımamaktadır. Sadece, Geçici 1.maddesinde “Bu Kanunla artırılan parasal sınırlar nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.” şeklinde, salt göreve ilişkin bir düzenleme yer almaktadır.
Bu noktada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu aynı yönlerde değiştiren önceki Kanunlardaki düzenlemeler ve özellikle bunların uygulamaya yönelik hükümleri hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:
08.05.1973 gün ve 1711 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde; değişikliklerin sayılan istısnalar dışında (Ki, temyiz ve karar düzeltme sınırına ilişkin düzenlemeler istisnalar arasında değildir) kural olarak, Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı belirtilmiş; böylece, yürürlük tarihinden önce açılmış olan davalarda temyiz ve karar düzeltme istemleri yönünden gözetilecek sınırın, dava tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmüne tabi olması benimsenmiştir.
16.07.1981 gün ve 2494 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde ise, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Yine, 26.02.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun’un Geçici Maddesi; getirdiği değişikliklerin Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda da uygulanacağı yönündedir.
20.06.1996 gün ve 4146 sayılı Kanunun geçici maddesi ise, değiştirilen hükümlerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı kuralını taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, temyiz ve karar düzeltme sınırında değişiklikler içeren daha önceki Kanun metinlerinde, değişikliklerin ne şekilde uygulanacağı yönünde açık hükümler bulunmakla birlikte, bu hükümler arasında bir paralellik yoktur.
Bu açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Kanun koyucu, özellikle enflasyondan kaynaklanan nedenlerle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndaki temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin hükümleri daha önce de bir çok defa değiştirmiş, ancak, bu değişikliklerle getirilen yeni sınırların derdest davalara etkisini düzenlerken, aynı ilkeleri benimsememiştir.
Dolayısıyla, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımayan 5219 Sayılı Kanun'la ilgili değerlendirme yapılırken, benzer nitelikteki değişiklere ilişkin olarak yukarıda sayılan önceki Kanunlarda yer alan düzenlemelerin, somut olay bakımından yorumlama ve sonuca varmada yardımcı nitelikte bir ölçüt olarak alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan durum karşısında, bu yönün, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun genel yapısı, ruhu ve öngördüğü yargılama ilkeleri çerçevesinde, 5219 Sayılı Kanun'un gerekçesi de dikkate alınarak, yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulması gerektiği Hukuk Genel Kurulu'ndaki ön sorunla ilgili görüşme sırasında ittifakla benimsenmiş; görüşme bu çerçevede yapılmıştır.
Hukuk Genel Kurulu'nda ön sorun bakımından yapılan görüşme sırasında dile getirilen düşünceler, şöyledir:
Azınlıkta kalan bir kısım üyeler, her davanın açıldığı tarihteki hukuksal duruma tabi olması gerektiği; zira, bir davanın davacısının, davayı açarken, temyiz ve karar düzeltme aşamaları da dahil olmak üzere, açtığı davanın o tarihteki hukuksal duruma göre çözüme kavuşturulacağı inancıyla hareket edeceği, usul hukukuna ilişkin Kanun değişikliklerinin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle geçmişe etkili (derdest davalar yönünden de uygulanması gerekli) olacaklarına dair, öğreti ve uygulamadaki görüşün, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına yönelik değişiklikler bakımından uygulama yerinin bulunamayacağı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Buna karşılık, çoğunluğun benimsediği görüş şu şekilde oluşmuştur:
Bir davada tarafların temyiz yoluna başvurabilmeleri için, öncelikle o davanın usul hukuku kuralları çerçevesinde temyizi olanaklı bulunan bir kararla sonuçlandırılmış olması gerekeceği çok açıktır. Eş söyleyişle, henüz temyizi olanaklı bir nihai karara bağlanmamış olan bir davada, tarafların temyiz hakkının varlığından söz edilemez. Temyiz hakkı, gerekçesi veya sonucu itibariyle o hakka sahip tarafın/tarafların aleyhine sonuçlar doğuran ve usul hukuku kurallarının temyizine olanak tanıdığı bir kararın verildiği tarihte doğar. Davanın daha önceki aşamalarında böyle bir hak doğmuş olamayacağına göre; bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki "karar" teriminin, yerel mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksamaya yer yoktur.
Öte yandan, 5219 Sayılı Kanun'un Genel Gerekçesinde yer alan".. .Kararların kesinlik sınırının çok düşük olması, davaların gereksiz yere uzamasına ve Yargıtay'ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır." şeklindeki ifade de, Kanun koyucunun, günümüzün ekonomik koşullarını ve paranın satın alma gücünü gözeterek, miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında yerel mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetiminin dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir. Anılan kanun yorumlanırken, kanun koyucunun bu amacı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Sonuç olarak, direnme kararları da dahil olmak üzere, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri ya da Hukuk Genel Kurulu'nca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o kararın tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır.
Somut olayda, temyiz istemi yerel mahkemenin 13.10.2004 günlü direnme kararına yöneliktir. Söz konusu tarihte, 5219 sayılı Kanun'un temyiz sınırını bir milyar TL. olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve eldeki davanın müddeabbihi bu sınırın altında olduğuna göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 02.03.2005 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Oldukça ilginç bir karar.
Old 01-03-2007, 10:27   #2
ahmet tuğrul

 
Varsayılan

Bana göre hukuka aykırı bir karar. Hukuksal sonuç doğuran bütün işlemler, işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan mevzuata tabii olması gerekir.Zira hukuk sujeleri mevzuata göre hareket ettikleri kabul edilir. Aksi takdirde hukuka güven ilkesi ortadan kalkar ve hukuki güvensizlik başgösterir.Usul kurallarındaki değişikler istisnai olarak değişiklikten önceki olaylara da uygulansa da maddi hukukta sonuç yaratmaması gerekir.
Yargıtay olaya kendisinin iş yükü açısından yaklaşmış, bu yaklaşım hukuki bir yaklaşım değil,azınlık görüşü bana göre hukuken daha doğru.
Old 01-03-2007, 12:30   #3
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın ahmet tuğrul

10 yıl önce açılmış bir davanın temyiz sınırı 10 yıl önceki kurallara göre belirlenirse gerçeklikten ve güncellikten uzaklaşacak bu uygulama gülünç olur.

Eğer davaların açılış tarihlerine göre uygulama yapılırsa, aynı konuda iki ayrı zamanda açılmış iki davanın aynı gün temyiz edilirken birinin temyize gitmesi diğerinin gitmemesi de adalete uygun düşmez kanısındayım.

Saygılarımla
Old 01-03-2007, 14:55   #4
ahmet tuğrul

 
Varsayılan temyiz sınırı

Değerli Meslektaşım Sn Armağan Konyalı,
Taraflar davanın değerini, çeşitli saiklerle gerçek değerinden düşük belirleyebilir.Dava değerini belirlerken de dava tarihindeki temyiz sınırlarını gözönüne alabilirler. Dava tarihinde yürürlükte bulunan mevzuata göre hareket etmek insanların en tabii hakkıdır.
Karar da hükmedilen miktar günümüze göre düşük gibi görünse de işleyecek faiz ve mahkeme masrafları gibi temyiz sınırında gözönüne alınmayan feri haklar bazen hükmonulan asıl hakların oldukça üzerinde bir miktar tutabilmektedir.
Özellikle ülkemizde gayrimenkule ilişkin davalarda dava değeri az harç ödemek amacıyla gerçek değerinin altında gösterilir. Bu davalarda bilindiği üzere uzun sürmektedir. Tarafların dava tarihinde yürürlükte bulunan mevzuata göre hareket etmeleri en tabii hukuksal haklarıdır.
Bana göre tartışma konusu karar çok sakıncalıdır. Oldukça büyük hak kayıplarına yol açabilecek tehlikeli bir karardır. Hukuka olan güveni önemli ölçüde sarsacaktır. Bana göre Anayasamıza aykırı da bir karardır.
Hak arama yollarının sonuna kadar açık olması kural, kapalı olması ise çok istisnai olması gerekir.

Saygı ve selamlarımı sunarım.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Efes-Efe Davası'na ilişkin Yargıtay Kararı Tractatus Meslektaşların Soruları 3 28-08-2013 14:36
Avukatın Aleyhe Kararı Temyiz Etmediği Gerekçesi İle Açılan Disiplin Soruşturması Av.Habibe YILMAZ KAYAR Hukuk Sohbetleri 10 06-02-2007 14:40
Temyiz Dilekçesinin reddine ilişkin EK KARAR Adli Tip Meslektaşların Soruları 1 20-12-2006 17:14
Türk Telekomun aboneden açma kapama parası alınamayacağına ilişkin mahkeme kararı hukukçu42 Tüketicinin Korunması Hukuku Çalışma Grubu 0 29-08-2006 15:59
terditli davalarda terditlerden biri derdest ise 2.dava derdest olurmu detlef Meslektaşların Soruları 1 09-08-2006 14:15


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03781605 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.