Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

SSK rücu davaları

Yanıt
Old 25-06-2006, 19:29   #1
nfb

 
Varsayılan SSK rücu davaları

Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm ve nihayet bir temyiz dilekçemizde dile getirdiğim bu konuda meslektaşlarımın düşüncelerini almak isterim.
--------------------------


ANAYASAYA AYKIRILIK İTİRAZIMIZ

Huzurda görülmekte olan davamızın konusu 506 sayılı SSK kanunu 26/1. maddesi uyarınca davacı SSK’ nun, sigortalı işçinin geçirdiği iş kazası sonucu meydana gelen bedensel sakatlığı ve tedavi giderleri için kazalı işçiye bağladığı maluliyet maaşının rücuan tahsilidir.
Her ne kadar 506 sayılı Yasanın 26/1. maddesi ile ilgili olarak müteaddit defalar Anayasaya aykırılık iddia olunmuş ve Anayasa Mahkemesince bu aykırılık iddiaları reddedilmiş ise de ;

Bildiğimiz kadarıyla en son müracaat üzerine Anayasa Mahkemesince 02.05.1991 tarihinde karar verilmiş olup ( E. 1990/ 28- K.1991/11, 2.5.1991), Anayasamızın 152.m. uyarınca aradan 10 yıldan fazla bir zaman geçmekle yeniden bu iddiayı gündeme getirmek fırsatı doğmuştur.

1) Hukukumuzda iş kazası ve meslek hastalığı 506 sayılı kanunun 11. maddesinde “ İş kazası aşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır.” biçiminde düzenlenmiştir.

Bu maddeye bağlı olarak 506 sayılı K. 26. maddesinde ;

“Madde 26 - (Değişik fıkra: 20/06/1987 - 3395/2 md.) İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir. (Ek cümle: 29/07/2003 - 4958 S.K./28. md.) İşçi ve işveren sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.

İş kazası veya meslek hastalığı, 3 üncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3 üncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir.

(Ek fıkra: 24/10/1983 - 2934/3 md.) Ancak; iş kazası veya meslek hastalıkları sonucu ölümlerde bu Kanun uyarınca hak sahiplerine yapılacak her türlü yardım ve ödemeler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kastı veya kusuru bulunup da aynı iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine Kurumca rücu edilemez.”

Hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm uyarınca SSK tarafından iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle, sigortalıya veya hak sahibi kimselere yapılan veya ileride yapılacak olan her türlü giderlerin tutarları ile bağlanan gelirlerin ve Kanunda tarifeye göre hesaplanan sermaye değerleri toplamının ödetilmesi yönünde işveren aleyhine açılan rücu davalarında mahkemeler, işverenin kusuru oranına göre yapılan ve yapılacak olan ödemelerin işverenden alınarak Kuruma ödenmesine karar vermektedirler.

Bu husus, sigortacılığın genel prensipleri ile bağdaşmamaktadır. Zira sigortacılık ileride gerçekleşmesi ihtimali bulunan belli tehlikeler ( rizikolar ) dikkate alınarak toplanan primlerin belli mali araçlar ile değerlendirilmesi sonucunda oluşacak fonlardan, riskin gerçekleşmesi halinde sigortalıya ödeme yapılması ve bu şekilde belli risklerin teminat altına alınması esasına dayanmaktadır.

İnsanlığın geçirdiği sosyolojik, ekonomik ve teknolojik gelişim ve değişimler sonucu gündelik yaşamı kolaylaştığı ölçüde canına (yaşam hakkına) ve mallarına karşı ortaya çıkan tehlikeler de o ölçüde artmıştır. Bu tehlikeler kriminal olabileceği gibi tabii olaylar sonucu da ortaya çıkabilir. Bunlardan ayrı olarak hızlı ekonomik değişimlerin sonucu olarak enflasyonvb. konjonktürel gelişmeler nedeniyle de malvarlığı tehlike altına girebilmektedir. Yani insan yaşamı sosyolojik, tabii ve ekonomik risklerle doludur. Bu risklerden doğacak zararların telafisi için kişisel tasarruf, devlet yardımı veya kolektif yardımlaşma yöntemleri geliştirilmiştir.

İşte bunların arasında kolektif yardımlaşma düşüncesi Sigorta yöntemini ortaya çıkartmıştır. İktisat bilimindeki BÜYÜK ADETLER KANUNU ana teorisi gereğince her ne kadar sigorta kavramı kendi kendine yardım düşüncesine dayanıyorsa da, tehlikeler (RİSK) karşısında toplumun bir araya gelerek bu tehlikelerin neden olabileceği hasar ve zararlara karşı birlikte ve dayanışma içinde parasal önlem alma şeklinde anlaşılmalıdır. Bu kolektif dayanışma içinde bireylerden toplanan primlerin oluşturduğu büyük ölçekli parasal fonlar, çeşitli mali piyasalarda iktisat biliminin öngördüğü şekillerde akılcı ve verimli olarak işletilmek suretiyle daha da gelişmekte ve büyümekte, böylece bireylerin risk sonucu oluşan zararlarının telafisi mümkün olabilmektedir.

Sigorta kavramı öncelikle özel sigorta ve sosyal sigorta olarak olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır.
Bir başka ayırım ise ZARAR sigortaları (mal ve malvarlığı sigortaları) ve CAN sigortalarıdır.
CAN SİGORTALARI insan hayatı ile ilgili ölüm, kaza, sürekli sakatlık, hastalık, ihtiyarlama (emeklilik) gibi rizikoları teminat altına alan sigorta çeşididir. Bu tür sigortalarda ana ilke ( her ne kadar insan hayatının parayla ölçülmesi mümkün olmayan bir değeri olsa da) kişinin yaşamını etkileyen bir riziko karşısında zararın kısmen de olsa giderilmesine yönelik bir MEBLAĞ SİGORTASI olduğu tartışmasızdır.

506 sayılı SSK Kanununun
- 2. Bölümü İŞ KAZALARIYLA MESLEK HASTALIKLARI SİGORTASI
- 3. Bölümü HASTALIK SİGORTASI,
- 4. Bölümü ANALIK SİGORTASI,
- 5. bölümü MALULLÜK SİGORTASI,
- 6. Bölümü YAŞLILIK SİGORTASI,
- 7. Bölümü ise ÖLÜM SİGORTASI’nı düzenlemektedir.

Yasanın bu sistematiğinden de anlaşılacağı üzere SOSYAL SİGORTA, temel olarak KAMU çıkarlarının korunması amacına yönelik, ZORUNLU ve kaynağını sigorta akdinden değil, yasadan alan bir sigorta türü olmakla birlikte esas itibariyle CAN SİGORTASIDIR ve özel hukukta uygulamasını bulan temel can sigortası türlerinin tamamını kapsayan karma bir sigortadır.

SSK da her ne kadar Kamu Tüzel Kişiliğini haiz idari ve mali özerkliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi bir kurum olsa da, aynı amaçla kurulmuştur. Özel sigortadan farkı, primlerin ihtiyari olarak değil yasa gereği zorunlu olarak toplanması ve kamunun menfaatinin korunmasıdır. Ancak Kurumun, iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle tamamen işverenden aldığı primlerle finanse ettiği gelirlerinde ve mal varlığında bir azalma meydana gelmemesi için sigortalı ya da murislerine yaptığı veya yapacağı ödemelerin yine işverenden tahsili yoluna gidilmektedir ki bu hareket biçiminin hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 1990/28 E. 1991/11 K. sayılı ve 02.05.1991 tarihli konu ile ilgili kararında 26. maddede getirilen yasal düzenlemenin, Kurumun iş kazasına uğrayan sigortalı işçiye kanunen yapmak zorunda olduğu yardımlar nedeniyle malvarlığında meydana gelen azalmayı kısmen veya tamamen gidermek olduğu belirtilmektedir.

Kanaatimizce bu görüş hatalıdır;


Öncelikle belirtmek gerekir ki, SSK ‘ nun malvarlığı büyük ölçüde İşveren ve işçi tarafından ödenen primlerden oluşmaktadır. Bu toplam primin yaklaşık 2/3’ lük kısmı ise işveren tarafından ödenmektedir.

İster özel ister sosyal sigorta olsun, sigortanın işlevini gereği gibi yerine getirebilmesinin en temel unsuru PRİMDİR.

506 sayılı yasanın 73. maddesi Prim Oranlarını düzenlemiştir. Buna göre ;

A) İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları sigortası priminin tamamı İŞVERENLER tarafından verilir. Bu primin nispeti %1.5 ten az, %7’ den fazla olamaz.
Bu sigortanın sağladığı parasal yardımlarla sağlık hizmetleri yararlanacak olanlar yasanın 12. maddesinde sayılmıştır.
B) a) Hastalık sigortası primi sigortalının kazancının % 11’ idir. Bunun %5’i sigortalı hissesi, %6’sı da İŞVEREN hissesidir.
Bu sigortanın sağladığı parasal yardımlarla sağlık hizmetleri ve yararlanacak olanlar yasanın 32. maddesinde sayılmıştır.
C) Analık Sigortası primi sigortalının kazancını %1’idir. Bu primin tamamı İŞVERENLER tarafından verilir.
Bu sigortanın sağladığı parasal yardımlarla sağlık hizmetleri ve yararlanacak olanlar yasanın 43. maddesinde sayılmıştır.
D) Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları primi, sigortalının kazancının %20’ sidir. Bunun %9’u sigortalı hissesi,% 11’i de işveren hissesidir.
Bu sigortanın sağladığı parasal yardımlar yasanın 52, 59 ve 65.m. maddelerde belirlenmiştir.
Görüldüğü gibi Yasa tek bir sosyal sigorta primi değil, belirli CAN SİGORTASI türlerine bağlantılı olarak birden çok sigorta primi öngörmüştür. Yine burada göze çarpan bir başka özellik ise İş Kazaları ve Meslek Hastalığı sigortası ile Analık sigortasının primleri tamamen İŞVERENE yüklenerek İŞÇİ lehine zorunlu sigorta sağlanmıştır.

Yine bu tablonun çarpıcı bir başka özelliği, sigortalı işçinin kazancının % 33.5 ila %39’ u SSK primini oluşturmakta ve bu primin 19.5-25’ inin İŞVERENE, 14’ ünün sigortalı işçiye ait olduğunu göstermektedir.

Böylece gerek sigortalı ve gerekse işverenlerden alınan SİGORTA PRİMLERİ karşılığında SSK sigortalılara parasal yardım ve sağlık hizmetleri sunmaktadır.

Özel hukuk uygulamasında da
A) İşveren Mali Mesuliyet Poliçesi ile işverenler iş kazaları sonucu kendilerine SSK ve sigortalı tarafından yansıyacak tazminat rizikosuna karşı
B) Ferdi Kaza Poliçesi ile şahıslar kaza sonucu ölüm, sürekli sakatlık ve tedavi giderleri rizikosuna karşı
C) Hayat, Sağlık ve Özel Emeklilik Poliçesi ile ödenen primler karşılığında emeklilik tazminatı,sağlık harcamaları ve ecelle ölüm halinde lehdara poliçe koşullarında ödeme yapılmaktadır.



Bu durumda :
İŞVEREN KANUNİ ZORUNLULUK SONUCU SSK’ NA PRİMLER ÖDEMEKTE ve böylece işverenin de mal varlığında bir azalma olmakta, buna karşılık 26/1. m. uygulaması nedeniyle kusuru nispetinde SSK tarafından yapılan yardımları tazmin etmekle yükümlü tutulmakla, malvarlığındaki azalma bu suretle daha da artmaktadır.

506 sayılı Kanun, özü itibariyle kamu düzeni ile ilgili olup, Sosyal Devlet ilkesinin gereğini yerine getirmekle birlikte, yine temelde SİGORTA HUKUKU genel ilkeleri doğrultusunda işlemektedir.

SSK tarafından sigortalı işçilere sağlanan yardımlara ve gerek işçi ücretinden kesilen ve gerekse işveren tarafından ödenen toplam sigorta priminin rizikolara göre dağılımına bakıldığında, bunların, kaza, hastalık, emeklilik, can sigortası gibi sigorta türleri ile ilişkili olduğu görülür. Sigortanın temel prensibi, sigortalının sigortacıya ödeyeceği belli bir prim karşılığında bir takım rizikoların neden olacağı zararın sigortacı tarafından karşılanmasıdır.

SSK, topladığı bu primleri işletmekte, nemalandırmak ve malvarlığını artırmak suretiyle işçiye yapacağı yardımlara bir fon oluşturmaktadır. İş Kazası sonucu işçiye veya ölüm halinde hak sahiplerine yapılan yardımlar bu fondan karşılanmaktadır ki özel hukuka tabi sigorta şirketleri de aynı yolu izlemektedir.

Sosyal sigortaların yapısı gereği, bu tür rizikolara karşı hem işçi hem işveren prim ödemektedir, yani aynı rizikoya karşı işçi kendisine ait primi öderken, işveren de adam çalıştıranın kanuni sorumluluğu ilkesi gereğince ve 506 sayılı yasanın düzenlemesi nedeniyle SSK’ na prim ödemektedir. Burada aynı rizikoya karşı işçi ve işveren tarafından ayrı ayrı sigorta işlemi yapıldığı görülmektedir.

506 S.K. 73 maddesinde

- İş kazaları ve meslek hastalıkları sigortası priminin tamamı işverenler tarafından verilir.
Hükmünü amirdir. Yasanın lafzından da anlaşılacağı üzere İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARI ayrı bir SİGORTA TÜRÜ olarak ifade edilmiştir.

Bu durumda iş kazaları ve meslek hastalığı için işçiden hiçbir prim kesilmemekte olduğundan genel sigorta hukuku açısından burada sigorta ettiren: İŞVEREN, sigortalı : İŞÇİ ve sigortacı ise SOSYAL SİGORTALAR KURUMU’ dur.

Öyleyse genel sigorta hukuku prensipleri gereğince ve özellikle CAN SİGORTALARINDA TTK nun 1301 ve 1338. m düzenlemelerine bakıldığında sigortacının sigorta ettirene rücu imkanı bulunmadığı, dolayısıyla kanuni halefiyetin olamayacağı açıktır. Özellikle Can sigortalarında yani kazaen ölüm veya maluliyet rizikolarına karşı yapılan sigortalarda rizikonun gerçekleşmesi üzerine sigortacı tarafından yapılan ödeme, bir TAZMİNAT değil, bir MEBLAĞ ödemesidir.



Nitekim anaya Mahkemesinin anılan kararında :

“ SSK’ nun sigortalıya veya hak sahiplerine yaptığı yardımlar dolayısıyla İŞVERENE başvurması rücu hakkını kullanmaya yönelik olup,Kurum’un işverene başvurma hakkı kanuni halefiyettir. Kanuni halefiyet ilkesi, işverenin Kurum karşısındaki sorumluluğunun da sınırlarını belirler. Kurum’un ödettirme hakkının en üst sınırı, sigortalının ve onun hak sahibi kimselerinin sorumlulardan isteyebileceği miktar olup, kazaya uğrayan sigortalı, ölümü halinde hak sahibi kimselerine karşı olağan biçimde sorumlu bulunduğu miktarın üstünde bir MEBLAĞ ödemek zorunda değildir.”

Görülmektedir ki, Yüce Mahkeme de SSK’ nun yaptığı ödemenin bir MEBLAĞ ÖDEMESİ olduğunu belirtmekte ancak işçiye veya hak sahiplerine yapılan ödemenin işverene rücu edilebilmesinin yasal dayanağı olarak 26/1. m. düzenlemesini işaret etmektedir. Bu görüş yukarıda açıkladığımız genel sigorta hukuku prensiplerine tamamen aykırıdır. SSK’ nun bir kamu kuruluşu olması ve mali yapısını güçlü tutmak durumunda bunması gerektiği, dolayısıyla da SSK tarafından yapılan bu kabil ödemelerin SSK’nun mal varlığında azalmaya neden olacağı, bunun telafisinin ise işverene rücu edilmesi gerektiği gibi nedenler, genel hukuk ve genel sigortacılık prensiplerinin üstünde değildir, olmamalıdır.

SSK’ nun görevi, gelirlerini rantabl bir biçimde yönetmek, nemalandırmak suretiyle çoğaltmak ve neticede rizikoların gerçekleşmesi üzerine de hak sahiplerine ödemede bulunmaktadır. Çeşitli neden ve gerekçelerle SSK’nun mali yapısının, ekonominin bilimsel yöntemlerini ve akılcı sosyal politikaları da uygulamak suretiyle düzgün işletilmesi mümkündür. Bu evrensel ekonomik ve sosyal politikalara aykırı olarak işlemde bulunulması nedeniyle ( özellikle sağlık harcamalarında basın vasıtasıyla hiç de yabancı olmadığımız usulsüzlükler ve yolsuzluklar nedeniyle Kurum’ un ağır maddi zararlara uğratılmış olması) mali yapısının güç kaybetmesinin sorumluluğunu ve bunun telafisinin işverenlere yükletilmesi SOSYAL DEVLET ANLAYIŞIYLA BAĞDAŞMAMAKTADIR.

Kaldı ki,SSK tarafından iş kazası ve meslek hastalığı faslından tahsil edilen primlere oranla SSK tarafından işçiye ve hak sahiplerine yapılan ödemeleri karşılayan FONUN zarar etmediği, ve SSK’ nun 2003 yılı faaliyet raporunda da aşağıda rapordan aynen alıntılandığı üzere 2003 yılı 154.553.962,6 Milyon TL. gelir fazlası ile sonuçlandığı görülecektir.

SSK.nun 2003 yılı faaliyet raporunun İş kazası ve meslek hastalığı sigortası ile ilgili GELİRLER kısmı aşağıya aynen alınmıştır.

“2003 yılında İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortasının gelirleri tahakkuk bazında 2002 yılı mukayeseli olarak aşağıda gösterilmiştir.
Tablo No: 14
Fark
Gelirler (Milyon TL.) 2002 2003 Miktar %
Prim Gelirleri 691.441.040,8 987.910.844,7 296.469.804 43
Fon ve Diğer Gelirler 21.822.121,5 27.673.960,1 5.851.839 27
Toplam 713.263.162,2 1.015.584.804,8 302.321.643 42

2003 yılında İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortasının gelirleri geçen yıla nazaran % 42 oranında artış göstermiştir.
f) Gelir-Gider Dengesi:
2003 yılında İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortasının gelir-gider dengesi aşağıda gösterilmiştir .



Tablo No: 15

Giderler (Milyon TL.) Gelirler (Milyon TL.)
Tedavi Giderleri 14.294.328,2 Prim Gelirleri 987.910.844,7
Sigorta Giderleri 823.574.796,0 Fon ve Diğer Gelirler 27.673.960,1
Yönetim Gid.His. 23.161.718,0
Gider Toplamı 861.030.842,2
Gelir Fazlası 154.553.962,6
Toplam 1.015.584.804,8 1.015.584.804,8
Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere 2003 yılında İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortası, 154.553.962,6 Milyon TL. gelir fazlası ile sonuçlanmıştır.”
Old 25-06-2006, 19:31   #2
nfb

 
Varsayılan SSK rücu davaları -2

SSK’ nın zararının SAĞLIK , HAYAT VE EMEKLİLİK BRANŞLARINDA olduğu ekte sunduğumuz 2003 yılı faaliyet raporu ve Kurum verilerinden açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Kurumun mali yapısının bozulması , iş kazaları ve meslek hastalığı faslından doğmadığı gibi bu fasıldan elde edilen gelirlerin diğer sigorta fasıllarında kullanılması da mümkün olmadığı nedeniyle, Kurumun zararının sonucunu işverenlere yüklemek haksızlıktır.Kurumun mali yapısını güçlü tutmak, devletin görev ve sorumluluğundadır. Yıllar yılı siyasi mülahazalarla emeklilik yaşı uygulaması sonrasında 1 sigortalının neredeyse 1 emekliye bakmasının sorumluluğu da işverenlerde değildir.

Yukarıda da açıkladığımız üzere, İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARI primi tamamen işveren tarafından ödenmektedir. 26/1. maddenin düzenlemesine bakıldığında peşin sermaye değerlerinde meydana gelen artışlar dahi işverene yansıtılacaktır. Ancak işveren tarafından bu FASILDAN ödenen sigorta primi, SSK tarafından nemalandırıldığı halde, rücuan tazminat taleplerinde bu prim sanki hiç ödenmemiş gibi işlem yapılmakta ve peşin sermaye değerlerinde meydana gelen artışlar aynen işverene yansıtılmaktadır. Öyleyse İŞVEREN TARAFINDAN ÖDENEN PRİMLERİN ANLAMI NEDİR? İŞVEREN TARAFINDAN İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARI SİGORTASI İÇİN ÖDENEN PRİMLER, TAMAMEN SSK’NUN KASASINA GİRMEKTE VE SSK lehine bir SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME yaratmaktadır. Zira rücuan tazminat hesaplarında işveren tarafından ödenen primler hiç nazara alınmamaktadır. Bunun sosyal politikalarla, Sosyal Devlet ilkesiyle ve kamu yararı ile açıklanması mümkün değildir.
Böylece SSK, ömür boyu işçiye veya ödeyeceği sürekli işgöremezlik ödeneğinin tamamını bir defada ve peşin olarak işverenden almaktadır. Bu düzenleme sonucunda SSK tarafından açılan rücu davaları sonunda işverenler son derece yüksek tazminatlar ödemek zorunda kalmaktadır. Bu tür davalarda kusur belirlemesi işi de yargı organlarınca tamamen hiçbir hukuki düzenlemede belirlenmemiş ve ne gibi hukuki, bilimsel ve teknik ölçütlere göre tayin edildiği meçhul olarak hukuk, adalet, hakkaniyet ve insaf ölçütlerinden ari bir biçimde tamamen bilirkişilerin kendi inisiyatiflerine ve sübjektif görüşlerine terkedilmiş durumdadır.

Bu durumda işverenin hem prim ödeyerek hem de riskin gerçekleşmesi halinde Kurum tarafından ödenen meblağları tekrar Kuruma ödemek zorunda kalmakla ASIL OLARAK İŞVERENİN MAL VARLIĞINDA İKİ KEZ AZALMA MEYDANA GELMEKTE, zararı artmaktadır. Oysa ki İşverenin prim ödemesindeki amaç, bu tür risklere karşı mal varlığında azalma olmasını engellemektir.

Bu konuda bir diğer sakınca da, Kurumun hak sahiplerine ileride yapacağı ödemeleri dahi bir defada ve peşin olarak işverenden tahsil etmesidir. 26 maddedeki bu düzenleme ile SSK bir kez daha sebepsiz zenginleşmiş olmaktadır.

Bu uygulamanın genel anlamda sigorta mantığı ile açıklamak mümkün değildir. Çünkü primin tamamı işverence karşılanan iş kazası ve meslek hastalığı sigortasının, sigorta kavramına uygun olarak kasıt ve suç unsurları dışındaki bütün riskleri karşılaması gerekir. Sosyal Sigorta haksız fiil sorumluluğuna dayanmaksızın sigortalının menfaatlerini garanti altında bulunduran bir rejim olduğuna göre vukubulan bir iş kazasında ayrıca haksız fiil sorumluluğuna dayanarak tazminata hükmedilmesi olası değildir.

Son yapılan değişikle 26. maddeye kaçınılmazlık unsurunun dikkate alınacağına dair getirilen düzenleme ise konuya çözüm getirmekten çok uzaktır. Zira bu unsurun varlığı veya yokluğunun tayini ile kusur derecelendirilmesine yansımasının tespiti yine bilirkişilerin sübjektif değerlendirmelerine terkedilmiş durumdadır.

Yine Yüce Mahkemenin anılan kararında

26. m. gibi bir düzenlemenin olmaması halinde işverenlerin, nasıl olsa sigorta primi ödüyorum, kaza olursa da SSK işçinin tazminatını öder rahatlığı içinde işyerinde işgüvenliği tedbirlerini alma sorumluluk ve yükümlülüğünü yerine getirmeyeceği peşin hükmü içindedir. Keza bu kararda Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırılığın olmadığı çünkü kamu yararının gerektirdiği durumlarda eşitlik ilkesinin olamayacağı, Anayasanın 2,49 ve 60.m. kurallarının, SSK’ nun yararının üstün tutulması gerektiği belirtilmektedir.

Dünyamız ekonomik, teknolojik ve sosyal alanlarda akıl almaz değişimlere sahne olmaktadır. Ülkemizin de değişimlerden etkilenmemesi, nasibini almaması söz konusu değildir. Bu meyanda işverenlerin zihniyetlerinde de olumlu yönde çok önemli değişimler olmuştur. İşverenlerin, işçisinin iş kazası geçirmemesi için önlem almadığı söylenemez. Örneğin bir fabrika veya işyeri açılırken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından Çalışma Belgesi almak zorunludur. Bu belge işyerinde işçi sağlığı ve işgüvenliği kurallarına uygunluk halinde verilmektedir. İşyerleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca işçi sağlığı ve işgüvenliği kuralları açısından sürekli denetlenmekte, eksiklik görülmesi halinde çok ciddi idari para cezaları ile cezalandırılmaktadır. Kaldı ki İş kazaları, işverenin üretimini ve verimini düşürmektedir. Bu gün özellikle imalat sektöründe kalifiye bir işçinin yetişmesi için işveren çok ciddi yatırımlar yapmaktadır. Artık Özel Sigorta Şirketleri işveren mali mesuliyet sigortasından tutun da, hayat sağlık ve emeklilik gibi pek çok alanda hizmet vermektedir. Bütün bu gelişim ve değişimler, çalışma hayatında SSK’ nun yükünü azaltıcı mahiyettedir.

İş kazası meslek hastalığından dolayı işverenin sorumluluğuna giderken dayanılan gerekçe her zaman Kurumun malvarlığında azalmanın önlenmesidir. Bu sorumlulukta Borçlar Kanununun genel hükümlerinden hareketle istihdam edenin sorumluluğu objektif sorumluluk ilkeleri ve giderek yargı kararlarındaki risk teorisi tehlike sorumluluğu gibi kavramlarla değerlendirilerek işverenin sorumluluğu giderek genişletilmektedir.
Yeri gelmişken, özel sigortacılıkta 26. madde nedeniyle uygulamaya konulan İşveren Mali Mesuliyet Sigortası Genel Şartlarının 3/a. maddesi, Kasden ika olunan veya bilerek sebebiyet verilen olaylar sonucu doğacak zarar ve ziyan taleplerinin POLİÇE TEMİNATI DIŞINDA KALACAĞINI belirtmektedir. Doğru olan uygulama da budur. İş kazasının meydana gelmesinde işverenin KASTI yok ise sigorta ettiren konumundaki işverene rücu edilememelidir. Suç sayılır eylem dendiğinde ise İşçi Sağlığı ve İşgüvenliği Tüzük ve Yönetmeliklerinde belirlenen kurallara ihmal nedeniyle aykırılığın da suç sayılır (taksirli) bir eylem olarak değerlendirilerek rücu imkanı yaratılmış olacaktır ki, bu düşünce tarzı sigortacılığın genel prensiplerine aykırıdır.

Bu nedenlerle Sigorta Hukukunun Genel ilkelerine aykırı, primlerini de ödemesine rağmen bu primler yok sayılarak üstelik de peşin sermaye değerlerindeki her artış yansıtılmak suretiyle iş kazası sonrası SSK tarafından işçiye veya hak sahibine yapılan ödemelerin işverene kusuru nispetinde de olsa rücu edilmesinin hiçbir haklı ve hukuki gerekçesi yoktur. Nitekim anılan Yüce Mahkeme kararına Sayın Güven Dinçer tarafından verilen muhalefet şerhinde de :

“ Sosyal Sigortanın özel sigortadan farklı olması, sigortanın temel özelliği ve kuruluş nedeni olan risk karşılaması işlevini kaldırmaz. Sosyal Güvenliğin Devletçe düzenlendiği ve sağlandığı bir sistemde sosyal riskin de bu sistem tarafından karşılanması gerekir. Risk karşılanmayan ve yalnız prim tahsil edilen bir sistem, adı sigorta da olsa özel kişilere ait kaynaklara yasa yoluyla karşılıksız el koymadır.”

Denilmektedir ki bu görüş özellikle günümüzdeki ekonomik ve teknolojik gelişmeler ve sosyal politikaların değişimi gibi etkenler neticesinde son derece yerinde tespitleri içermektedir.



Açıklanan nedenlerle 506 sayılı SSK K. 26. maddesi,

- Anayasamızın 2. maddesine aykırıdır çünkü, iş kazaları ve meslek hastalıkları ile ilgili sigorta primini tamamen işveren ödediği halde bu prim yok sayılarak ve SSK’ nun sebepsiz zenginleşmesi sağlandığı gibi, oluşan zarar dolayısıyla işveren sorumlu tutulmaktadır, ADİL DEĞİLDİR.
- Anayasamızın 5. Maddesine aykırıdır çünkü, sigorta primi ödediği halde sigortanın sağladığı hiçbir olanaktan işveren yararlanamamaktadır. Sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
- Anayasamızın 10. maddesine aykırıdır, çünkü SSK’ nu özel sigorta şirketlerine üstün tutmaktadır. Ancak bu yapılırken Sigorta Hukukunun Genel İlkeleri ihlal edilmekte, özellikle Can Sigortalarında sigorta ettirene rücu edilemeyeceği ilkesi yok sayılmaktadır. Sosyal Sigortanın sosyal devlet ilkesinin bir gereği olması ve bu nedenle kamu yararı söz konusu olduğundan eşitlik ilkesinin zedelenmediğini söylemek mümkün değildir. Sosyal Sigorta devlet eliyle yürütülen zorunlu bir kamu hizmeti olmakla, bu hizmetin ifası için işverenlerden karşılıksız bir ödenti alınması, bu ilkeyle izah edilemez.

-Anayasamızın 11. maddesine aykırıdır çünkü, Anayasamız, kanunların anayasaya aykırı olamayacağını ifade ederken, aynı zaman adalet anlayışı içinde, kamu yararı ve toplumda mevcut dengeleri gözeterek yasama faaliyetlerinin yürütülmesini, Devletin ise, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet anlayışı ile bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmakla yükümlü olduğunu belirtmektedir. SSK’ nun idari ve mali yapısının güçlü olması hususunda Devletin gerekli düzenlemeleri ve önlemleri alması gerekmektedir. Dolayısıyla da SSK’ nun SSK. K. 26m. göre yaptığı ödemelerin SSK’ nn mali yapısını bozması söz konusu olamaz.

- Anayasamızın 13. maddesine aykırıdır çünkü, çalışma temel hak ve hürriyeti bu düzenleme ile kamu yararı ilkesine sığınılarak sınırlandırılmaktadır.

- Anayasamızın 49. maddesine aykırıdır çünkü, 26. maddenin uygulanması sonucunda, sigorta primi ödediği halde sigortanın hiçbir korumasından yararlanamayan işverenin karşına çıkan tazminat miktarları küçük ve orta ölçekli bir imalatçının sermaye yapısını sarsacak durumdadır. Unutulmamalıdır ki, işyeri (işveren) yoksa çalışacak işçi de olmaz.

- Anayasamızın 60. maddesine aykırıdır çünkü, Herkes Sosyal Güvenlik Hakkına sahip ise ve eğer SSK bir sigortacı ise sigorta primi tahsil ettiği halde, bu primi yok sayarak zarardan işveren sorumlu tutamaz. Bu düzenleme, kamu yararı ile de açıklanamaz. Keza Devlet eğer bu(sosyal) güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri almak ve teşkilatı kurmakla yükümlü ise, adalete, eşitlik ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı düzenlemeler getiremez. İş Kazalarını önlemek hususunda daha etkin çalışmak, denetlemek, ağır para cezaları getirmek gibi yöntemler denenebilir ise de, karşılıksız olarak tahsil ettiği sigorta primlerini yok sayarak rücu edemez.



Av. N. Fırat Bayındır
Old 01-07-2006, 10:41   #3
mslmklvz

 
Varsayılan

Bu konuda benimde anlayamadığım bir husus madem sigorta şirketleri veya SSK yaptıkları ödemeler için rücu edecekler o zman sigorta primlerinin ödenme amacı nedir.Sigorta yaptığı ödemeleri geri alacaksa hangi riski güvence altına almaktadır.?
Old 07-07-2006, 21:00   #4
VARTO'LU

 
Varsayılan

506 Sayılı yasa, 31/05/2006 gün ve 26200 Sayılı
Resmli Gazete'de yayımlanan 5510 sayılı yasa ile 01.07.2007 tarihinde yürürlükten kalkacak. Yürürlükten kalkacağı tarihi ile belli olan bu yasadaki bir hükmün Anayasa'ya aykırı görülerek iptali, somut dava dışında ülkemiz hukukuna fazlaca bir katkıda bulunmayacaktır.
Aynı konudaki düzenlemenin 5510 sayılı yasa ile getirilen düzenlemelerin incelenerek koşulları oluştuğunda Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden geçirilmesini sağlamak daha ussal olmaz mı ?
Old 08-09-2006, 02:54   #5
Av. Can DOĞANEL

 
Varsayılan

Gerçekten mükemmel bir çalışma.. Yeni yasada biraz yumuşamışlar peşin sermaye değerinin yarısına rücu edeceklermiş.. Bu denli kapsamlı olmasa da primler, sigorta ve risk kavramlarında yazdıklarınızın özeti sayılabilecek gerekçelerle yaptığım başvurum maalesef kabul görmemişti. Ancak buna da kulak asmazlarsa gerçekten yazık olur... Lütfen kaç yıl sonra dönerse dönsün temyiz sonucunu buraya yazınız. Anayasaya aykırılık görüşülemeyecekse de

Alıntı:

XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
Madde 11 - Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

İnşallah Yargıtay bu kuralı hatırlar da ona göre olumlu bir karar verir. Herhalde ölenin yakınlarının neredeyse borçlu çıkarıldığı hesaplamalar Yargıtay üyelerini de rahatsız ediyordur.
Old 03-10-2006, 13:07   #6
sara

 
Varsayılan

ssk ölüm sigortasıyla ilgili kararları nereden bulabilirim ölüm sigortasında erkek çocuğu yaşını doldurduktan sonra kesilen para nereye gidiyor bununla ilgili bilgi verirseniz..
Old 03-10-2006, 21:06   #7
nfb

 
Varsayılan

Dosya tasdik oldu. Kararda bu itirazımın "i"sinden bile söz edilmemiş.
Old 02-12-2006, 11:16   #8
enginer

 
Varsayılan bilirkişilik.

ssk rücu davalarında, iş güvenliği müfettişlerini taraf olduğu gözden kaçıyor.görüşleri sonucu etkiliyor.
bilirkişi mahkemede dinlenmediği için,raporların eksiği tamamlanmıyor.sanık konunun ayrıntısını anlatarak yaptığı savunma,bilirkişinin ilave açıklamasını gerektiriyor.
kaza ortamının sosyolojik pisikolojik ortamı dikkate alınmıyor.(örnek:işin aciliyeti veya bir tartışmanının stresi).

ssk rücu davalarının mercek altına alınıp incelenmesi ilginç gerçekler ortaya çıkaracaktır.
Old 22-03-2007, 19:20   #9
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

21 Mart 2007 ÇARŞAMBA Resmî Gazete Sayı: 26469
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2003/10
Karar Sayısı : 2006/106
Karar Günü : 23.11.2006

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Yargıtay 10. Hukuk Dairesi
İTİRAZIN KONUSU: 17.7.1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 26. maddesinin 3395 sayılı Yasa ile değiştirilen birinci fıkrasının “…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere…” bölümünün, Anayasa’nın 10., 60. ve 65. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I - OLAY
Biga Asliye (iş) Mahkemesinin rücuen tazminat kararının temyizen incelemesi sırasında itiraz konusu Kural’ın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Yargıtay 10. Hukuk Dairesi iptali için başvuruda bulunmuştur.
II - İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı avukatı Zeliha Yılmaz tarafından davalı Furkan Kesik Et ve Besicilik Üretim Pazarlama ve İthalat İhracat Limited Şirketi aleyhine açılan rucu davası hakkında Biga Asliye (İş) Mahkemesince verilen 19.09.2002 tarih ve 2001/356 Esas, 2002/491 sayılı hükmün temyizen incelenmesi taraf avukatlarınca istenilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı vekili, iş kazası geçiren sigortalının sürekli iş göremez duruma düşmesi üzerine kendisine Kurumca sürekli iş göremezlik geliri bağlanıp bağlanan gelirin peşin değerinin tahsili için daha önce davalı aleyhine rücu davası açıldığını, 2 davanın kabulüne ilişkin hükmün Yargıtay denetiminden geçmek suretiyle kesinleştiğini, ne ki daha sonra yürürlüğe giren kanun veya kararnamelerle yapılan katsayı değişiklikleri sonucu sigortalıya bağlanan gelirlerde artış meydana geldiğini öne sürmüş ve gelirlerdeki artışın peşin değerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, mahkemece istemin kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekili savunma dilekçesinde, davanın yasal dayanağını oluşturan 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesi hükmüne göre, bağlanan gelirlerde sonradan meydana gelen artışların istenemeyeceğini, Kurumun ancak bağlanan gelirin ilk peşin değerini isteyebileceğini, nitekim daha önce açılan ilk peşin değerin tahsiline ilişkin davada hükmedilen tazminatın ödendiğini, kaldı ki Bağ-Kur’un, gerek Bağ-Kur Kanununun 63. gerekse 2926 Sayılı Kanunun 47. maddelerine göre aynı nitelikte açmış bulunduğu davalarda sadece ilk peşin değerli gelire hükmolunduğunu, o nedenle eldeki davanın reddine karar verilmesi gerektiğini iddia etmiş, ret kararı verilmediği taktirde Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine gidilmesini talep etmiş ise de mahkemece Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunmamıştır. Ne ki Dairemiz, sözü edilen 26. maddede yapılan değişiklik hükümleri ile anılan maddeye ilişkin olarak verilen 1994 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının ışığında, 26. maddenin birinci fıkrasında yer alan, “...sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere...” deyiminin Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptaline karar verilmesi gerektiği amacıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiği sonucuna varmıştır. Anayasaya aykırılık sorunu çözümlenmeden önce Sosyal Sigortalar Kurumunun 506 Sayılı Yasanın 26. maddesinden doğan rücu hakkının hukuksal temelinin neye dayandığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
İş kazası geçiren veya meslek hastalığına tutulan sigortalıya hangi sosyal sigorta yardımlarının yapılacağı anılan Kanunun 12. maddesinde hükme bağlanmıştır. Sigortalıya yapılan yardımların neler olduğu maddenin (A), (B) , (C) , (D), (F) , (G) , (H) bentlerinde sınırlı bir biçimde sayılmıştır. Konumuzu ilgilendiren ve etkileyen sadece (C) ve (H) bentlerindeki hükümlerdir. İş kazası geçiren veya meslek hastalığına tutulan sigortalı sürekli iş göremez durumuna düşmüş ise kendisine anılan maddenin (C) bendine, ölmüş ise hak sahiplerine (H) bendine göre sürekli iş göremezlik geliri bağlanması gerekmektedir.
Sigortalıya veya hak sahiplerine anılan Kanunun 12. maddesinde sayılan yardımları sağlayan Sosyal Sigortalar Kurumu şayet iptali istenen 26. maddede öngörülen koşullar oluşmuşsa yapılan yardımları anılan maddede belirtilen tazmin sorumlularından talep edebilmektedir. 26. maddenin Kuruma sağladığı hakka “rücu hakkı”, açılan davaya da “rücu davası” denmektedir.
Anayasaya aykırılık iddiasında çözümlenmesi gereken hukuksal sorun Kurumun sadece bağlanan gelirin ilk peşin değerini mi yoksa kanun veya kararnamelerle ileriki yıllarda yapılan gelir artışlarının dahi rücuan talep edilip edemeyeceği noktasındadır. Şayet gelirlerde meydana gelen artışların da istenebileceği sonucuna varıldığı taktirde yerine göre tazmin sorumluları birçok dava tehdidiyle karşı karşıya kalmış olacaklardır.
Hemen belirtmek gerekirse 10 Hukuk Dairesi ve Yargıtay Sosyal Sigortalar Kanununun yürürlüğe girdiği 1965 yılından bu güne değin Kurumun, sigortalının veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tazminat miktarı ile sınırlı olmak üzere rücu hakkını kullanabileceği görüşündedir. Yargıtay’ımızı böyle bir uygulamaya götüren neden, 26. maddenin birinci fıkrasının yorumundan kaynaklanmaktadır. Bu maddede aynen, “İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya ve hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22 nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir.” hükmünün yer aldığı görülmektedir. Yargıtay, “...ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları...” kavramının, ileride gelirlerde meydana gelecek artışları da kapsadığını düşünmektedir. Oysa Anayasa Mahkememiz, 26. maddenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile açılan davalarda Kurumun, sadece bağlanan gelirin ilk peşin değerini isteyebileceği, gelirlerde meydana gelen artışları isteyemeyeceği sonucuna varmıştır. Mahkemeler, değişik zamanlarda 26. maddenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurmuşlar. Yüksek Mahkeme, 26. maddenin gelirlerde meydana gelen artışların da istenebileceği anlamını taşımadığına o nedenle anılan maddenin Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. (Bkz. Any. Mah. 23.05.1972 tarih, E.2. K.28, Any. Mah. 20.12.1983 T. 1982/4 E. 1983/17 K. Any. Mah. 2.5.1991 T. 1990/28 E. 1991/11 K.)
Yüksek Mahkeme, sözü edilen kararlarında, Sosyal Sigortalar Kanununun birinci fıkrasına göre, iş kazası geçiren veya meslek hastalığına tutulan sigortalıya Kurumca sürekli iş göremezlik geliri bağlanıp bu gelirin peşin değeri tahsil edildikten sonra Kanun ve Kararnamelerle gelirlerde meydana gelen artışların peşin değerinin işverenden istenemeyeceğini, aksine bir yorumun Anayasa’ya aykırı olacağını şu çarpıcı nedenlere dayandırmaktadır: “Sözü edilen fıkra hükmü, sorumluluğun kapsamını şu biçimde çizmiştir. “Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan ve ileri yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır.” Bu kural incelendiğinde iki husus göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, iş kazası neticesinde kesin, değişmeyen fiili ve hukuki bir sonucun ortaya çıkması halidir. Fıkra hükmünün öngördüğü koşullar içinde oluşan bir iş kazasında sigortalı bir işçinin hayatını kaybetmiş olması, bu hale örnek olarak gösterilebilir. Burada değişmeyen bir durum oluşmuş, işverenin sorumluluğu ve bunun sınırları kesin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bu durumda yargı organının görevi, ölen işçinin hak sahiplerine Kurumca bağlanan gelirin, varsa kusur oranlarını ve Kanunun 22. maddesinde belli edilen sermaye değerini saptayarak işverenden tahsiline karar vermekten ibaret kalmaktadır. Bu işlem sonucunda işverenin olayla ilgisi kesilmekte ve sorumlu tutulduğu yüküm böylece yerine getirilmiş olmaktadır. Kanuna uymayan eylem sonucu hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun neticesi olarak da bağlanan gelirin sermaye değerini Kuruma ödeyen ve böylece ilgi ve ilişkisi kesilen işverenin, sosyal hukuk devletinin gereği olmak üzere çıkarılacak yasa hükümleriyle, Kurumca bağlanmış eski gelirlerdeki artışlardan ve bu artışların peşin sermaye değerlerinden sorumlu tutulmasını hukukla bağdaştırma olanağı yoktur. Kaldı ki, işvereni bu durumda da sorumlu tutmak, Devlete yükletilmiş kimi ödevlerin işverenlere devredilmesi gibi bir sonuç ortaya koyar ki, Anayasa’nın böyle bir neticeyi öngördüğü de öne sürülemez.
İkinci halde ise, böyle kesin bir durum söz konusu değildir. Gerçi bir iş kazası olmuş ve örneğin kazaya uğrayan işçiye sürekli iş göremezlik geliri bağlanmıştır. Kanunun 25. maddesinde belirtildiği üzere sigortalı işçi her zaman iş göremezlik derecesinde bir artma olduğunu ya da başka birinin sürekli bakımına muhtaç duruma girdiğini öne sürerek bağlanan gelirde değişiklik yapılmasını isteyebilecek ve Kurum da sigortalıyı her zaman kontrol muayenesine tabi tutabilecektir. Bu gibi hallerde bir iş kazası sonucu sigortalı işçiye bağlanan gelir bir kesinlik taşımamakta, artırılması, eksiltilmesi veya kesilmesi gereken bir nitelik göstermektedir.
Bu nedenlerle 26. maddenin birinci fıkrasındaki “ve ileride yapılması gerekli bulunan” deyiminden, neden-sonuç ilişkisi süregelen ve işverenle kesin hesaplaşması yapılmamış olan haller anlaşılmak gerekir. Sözü edilen bu kuralın, neden-sonuç bağı kesin olarak kalkmış ve tasfiyesi yapılmış durumları amaçlamadığı ise açıkça ortadadır.
Yeri gelmişken şu yön de açıklanmalıdır ki, Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’ya uygunluk denetimi görevini yaparken bir Kanun hükmünün yüksek mahkemelerce uygulanmasında benimsenen görüşlerle bağlı olduğunu gösteren bir hüküm, Anayasa’da ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki 44 sayılı Kanunda yer almış değildir. Yüksek mahkeme içtihatlarının değişmez olmadığı; zaman zaman içtihad değişikliklerinin ortaya çıktığı; yüksek mahkeme daireleri ile genel kurul kararlarının aynı kuruluş içindeki daireleri dahi bağlayıcı bulunmadığı, göz önünde tutulunca, bunların Anayasa Mahkemesi’ni bağlayacağını savunabilmek için haklı bir hukuki neden de gösterilemez. Bu yön, Anayasa Mahkemesi’nin 18.11.1969 günlü, 1969/30-65 sayılı Kararında “Anayasa Mahkemesi, gerek iptal davası gerekse itiraz yolu ile Anayasa’ya aykırılığı öne sürülen bir kanun hükmünün anlamını, kendi hukuk görüş ve anlayışı açısından incelemeli ve o hükmün bu anlam içinde Anayasa’ya uygunluğu denetlenmelidir” görüşü savunulmaktadır.
Anayasa Mahkemesi kararından alınan bu görüşün ortaya koyduğu hukuksal gerçek şudur: 26. maddenin birinci fıkrasında yer alan “...Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile” kavramına ileriki yıllarda gelirlerde meydana gelen artışlar dahil edilemez. Başka bir anlatımla anılan fıkrada geçen “ile” sözcüğünden sonra gelen “gelir bağlanırsa” deyiminin ifade ettiği anlam bağımsız olup bu deyimden önce gelen “ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları” deyimi ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Yüksek Mahkemeye göre, “ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile” hükmü, geçirilen iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olarak yapılan giderleri amaçlamaktadır. Örneğin, iş kazası geçiren sigortalı iyileşmemiş ve tedaviye devam edilmiş ise sarf edilen tedavi giderleri ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerden sayılır. Keza sigortalıda oluşan sürekli iş göremezlik derecesi artmış ve arada illiyet bağı gerçekleşmiş ise iş göremezlik derecesindeki artış nedeniyle yapılan giderler ve bu nedenle artan gelir, ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerden sayılır ve giderek bu giderler işverenden istenebilir. Sigortalıya ilk defa gelir bağlanmış ve sürekli iş göremezlik derecesinde hiçbir değişiklik olmamışsa Kurum, bağlanan gelirin ilk peşin değerini isteyebilir. Aynı olay nedeniyle işverenle Kurum hesaplaştıktan ve işveren, bağlanan gelirin ilk peşin değerini Kuruma ödedikten sonra işverenin sürekli dava tehdidi altında bırakılmış olması Anayasaya aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin kararı bu doğrultuda olmasına karşın yüce Yargıtay, Yüksek Mahkemenin ortaya koyduğu yorumun bağlayıcı olmadığına karar vermiş bu güne değin, 26. maddenin birinci bendine göre, kanun ve kararnamelerle gelirlerde meydana gelen artışların işverenden istenebileceği görüşünü sürdüre gelmiştir. Böylece aynı konuda her iki Yüksek Mahkeme, yasanın yorumunda çelişkiye düşmüş bulunmaktadır. Oysa öğretideki baskın görüş, Anayasa Mahkemesinin Anayasal yorumunun yargıyı ve herkesi bağlayacağı doğrultusundadır.
Yargıtay’ımızın, gelirlerde meydana gelen artışların işverenden istenebileceğine dair görüşünün diğer bir nedeni de şudur: Kurumun 26. maddeden doğan rücu hakkının hukuksal temeli halefiyet esasına dayanır. Kurum, sigortalının halefi olduğuna göre sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği miktara kadar talepte bulunabilir. Kurum, bağlanan gelirlerin ilk peşin değerini işverenden tahsil ettikten sonra geriye sigortalının işverenden isteyebileceği bir miktar kalmışsa gelirlerdeki artışları bu miktar tükeninceye kadar talep edebilir. Örnek vermek gerekirse; iş kazası geçiren sigortalıya Kurumca beş milyar peşin değerli gelir bağlanmış ancak sigortalı aynı kaza nedeniyle 15 milyar lira tutarında maddi tazminat isteyebilecek durumda ise Kurum, beş milyar peşin değerli geliri işverenden tahsil ettikten sonra ileriki yıllarda kanun veya kararnamelerle artırılan gelirleri on beş milyar lira maddi tazminat miktarı tükeninceye kadar işverenden isteyebilmektedir. Peşin değerli gelir, uygulamada tavan olarak adlandırılan “on beş milyar liradan düşükse yerine göre Kurum, işveren aleyhine birçok rücu davası açabilmektedir. Oysa Anayasa Mahkemesi, Kurumun sadece ilk bağlanan beş milyar peşin değerli geliri isteyebileceği görüşündedir.
Doktrindeki ağır basan görüş, Kurumun 26. maddeden doğan rücu hakkının Yargıtay’ın görüşü gibi halefiyet esasına değil “Kanundan doğan bağımsız rücu hakkına” dayandığı, gelirlerdeki artışların Anayasa Mahkemesinin yorumu gibi işverenden istenemeyeceği yönündedir. (Bkz. Dr.Atabet, Sigorta ve Sosyal Sigortalarda halefiyet ve rücu. İş Hukuku Dergisi 1969 Sayı 3, Tekinay, ölüm sebebiyle destekten yoksun kalma tazminatı, S. 96, İstanbul, 1963, İzveren, Sosyal Politika ve Sosyal Sigortalar, S. 218 vd. Öner, Kurumun 506 Sayılı Kanundan doğan rücu hakkı, S.45-49, Oğuzman, iş kazası ve meslek hastalığından doğan zararlardan işverenin sorumluluğu, İstanbul Hukuk Fakültesi mecmuası, 1969, Cilt 34 Sayı 1-4) Tekrar etmek gerekirse, Kurumun 26. maddeye göre, gelirlerde meydana gelen artışların işverenden istenemeyeceğine ilişkin Anayasa Mahkemesinin görüşü ile öğretinin baskın görüşü, biri biriyle örtüşmektedir.
26. maddenin hangi hükmünün Anayasaya aykırılık teşkil ettiği meselesine gelince, yukarıda değinildiği gibi anılan maddenin birinci fıkrasında aynen şu hükme yer verilmiştir. “...sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir...” 24.10.1983 tarih ve 2934 sayılı Kanunun 2. maddesiyle eklenen bu hüküm gelirlerdeki artışların da istenebileceği anlamına gelmekte¬dir. Nitekim Yargıtay’ımız da gelir artışlarının işverenden istenebileceğine dair içtihadını 26. maddeye sonradan eklenen bu fıkraya dayandırmaktadır. Keza 01.07.1994 tarih, 1992/3 Esas, 1994/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında da gelirlerde meydana gelen artışların istenebileceği görüşü sözü edilen 26. maddeye eklenen, “...sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlar sınırlı olmak üzere...” hükmüne dayandırılmıştır. Oysa, Anayasa Mahkememiz baştan beri açıklandığı gibi, gelirlerde meydana gelen artışların istenebileceğine ilişkin bir yasa hükmünün Anayasaya aykırı olacağına karar vermiştir. Yargıtay’ımız, anılan İçtihadı Birleştirme Kararının bağlayıcılığı nedeniyle gelir artışlarının peşin değerinin de istenebileceğine karar vermektedir.
Oysa, 2934 sayılı Yasa ile eklenen hüküm iptal edildiği taktirde Yargıtay, görüşünü değiştirmek zorunda kalacaktır. Nitekim Yargıtay, eski görüşünden dönerek Bağ-Kur Kanununun 63. ve 2926 Sayılı Kanunun 47. maddelerinde yer alan Kurumun rücu hakkının bağımsız rücu hakkı esasına dayandığını ve gelir artışlarının istenemeyeceğini kabul etmektedir.
Önemle belirtilmelidir ki, Anayasa Mahkemesi 26. maddenin birinci fıkrasını yorumladıktan sonra, bu fıkranın Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiş ise de, 2934 Sayılı Kanunla sonradan 26. maddenin birinci fıkrasına eklenen “sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere” hükmü Yüksek Mahkemenin ret kararlarında irdelenmemiştir. Oysa bu hüküm artışların istenebileceğine olanak sağlamaktadır. 0 nedenle Anayasa Mahkemesi işin esasına girerek Anayasaya aykırılık davasına bakabilir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, Anayasanın l0 uncu, 60 ıncı ve 65 inci maddelerine aykırı görülen Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 26 ncı maddesinin birinci bendinde yer alan, “...sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere...” sözcüklerinin iptali için Anayasanın 152 ve 2949 Sayılı Kanunun 28/1’nci maddeleri gereğince re’sen Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve iş bu davanın geri bırakılmasına 28/01/2003 gününde oybirliği ile karar verildi.”
III - YASA METİNLERİ
A - İtiraz Konusu Yasa Kuralı
17.7.1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 3395 sayılı Yasa ile değiştirilen birinci fıkrasındaki itiraz konusu bölümü de içeren 26. maddesi şöyledir:
“İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22 nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir. (Ek cümle: 4958 - 29.7.2003 / m.28) İşçi ve işveren sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazası veya meslek hastalığı, 3 üncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3 üncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir.
(Ek fıkra: 2934 - 24.10.1983) Ancak, iş kazası veya meslek hastalıkları sonucu ölümlerde bu Kanun uyarınca hak sahiplerine yapılacak her türlü yardım ve ödemeler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kasdı veya kusuru bulunup da aynı iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine Kurumca rücu edilemez.”
B - Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararında Anayasa’nın 10., 60. ve 65. maddelerine dayanılmış, 2. maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV - İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Samia AKBULUT, Yalçın ACARGÜN, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Aysel PEKİNER, Ertuğrul ERSOY, Tülay TUĞCU, Ahmet AKYALÇIN, Enis TUNGA ve Mehmet ERTEN’in katılmalarıyla 19.2.2003 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V - ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, itiraz konusu kuralın, sonradan kanun veya kanun hükmünde kararnamelerle gelirlerde meydana gelen artışların işverenden istenebilmesini olanaklı kılması nedeniyle, Anayasa’nın 10., 60. ve 65. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi yasaların, kanun hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğü’nün Anayasa’ya aykırılığı konusunda ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir. İstemle bağlı kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de Anayasa’ya aykırılık kararı verilebileceğinden, iptali istenen kuralla ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden de inceleme yapılmıştır.
İşverenin sorumluluğunun düzenlendiği ve itiraz konusu bölümün de yer aldığı 506 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı ya da suç sayılabilir bir hareketi sonucu iş kazası ve meslek hastalığının meydana gelmesi halinde, Kurum’ca sigortalıya veya hak sahibi kimselere gelir bağlanması durumunda, Kurum’un sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere işverene rücu hakkı öngörülmüştür.
Kuralla, Kurum’ca sigortalıya veya hak sahibi kimselere yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanması halinde bu gelirin Yasa’nın 22. maddesinde sözü edilen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamının işverenden alınması öngörülmekte, bu gelirin istenebilmesi için zararın işverenin kastı ya da işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarına aykırı veya suç sayılabilir hareketi sonucunda oluşması gerekmektedir. Buna göre, iptali istenilen “…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı olmak üzere” bölümü, anılan sorumluluğun kapsamının belirlenmesinde, sigortalıya bağlanan gelirlerde, kanun, kararname ve katsayı değişikliği nedeni ile yapılacak artışların da işverenden istenebilmesini olanaklı kılmaktadır. Nitekim 1.7.1994 günlü, E.1992/3, K.1994/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki yorumun da bu yönde olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesi ile benimsenen hukuk devleti, bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir. Bu devlette hukuk güvenliğini sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi ise vazgeçilmez temel öğelerdendir. Devletin yaptığı düzenlemelerde haksız bir edinime yol açılması ve kişilerin haksızlığa uğratılması kabul edilemez.
Anayasa’nın 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” denilmektedir. Bu kurala göre, sosyal güvenlik herkes için bir hak ve bunu gerçekleştirmek ise devlet için görevdir. Sosyal güvenlik hakkı, sosyal sigorta kuruluşlarınca kendi kuralları çerçevesinde yerine getirilir. Sosyal sigortanın kapsamı, sigorta alanı ve içerdiği riskler ile alınacak primler yasalarla belirlenmiştir. Sosyal güvenliğin ve sigortanın varlık nedeni sosyal risklerin karşılanmasıdır.
Kanuna uymayan eylem sonucunda hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun sonucu olarak da bağlanan gelirin sermaye değerini Kurum’a ödeyen ve böylece ilgi ve ilişkisi kesilen işverenin, kanun, kanun hükmünde kararname ve kararlarla bağlanan gelirlerde yapılacak artışlardan ve bu artışların peşin sermaye değerlerinden sorumlu tutularak dava tehdidi altında bulundurulması, sosyal güvenlik kuruluşlarına ait olması gereken risklerin işverene yükletilmesi anlamına gelir. Böyle bir durum hakkaniyet ve sorumluluk ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi sosyal hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.
Bu nedenlerle Kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 10., 60.ve 65. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER ve Şevket APALAK bu görüşlere katılmamıştır.
VI - SONUÇ
17.7.1964 günlü, 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu”nun 26. maddesinin 3395 sayılı Yasa ile değiştirilen birinci fıkrasının “... Sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere ...” bölümünün, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER ile Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 23.11.2006 gününde karar verildi.
Old 06-06-2007, 19:02   #10
av_acelik

 
Varsayılan

Sayın Meslektaşlarım;

Her ne kadar yorumlarınızda SSK ya prim ödeyen işverene, iş kazası sonucu ortaya çıkan zararların ödettirilmesini haksızlık olarak gördüğünüzü belirtiyorsanız da, unutulmaması gereken husus; rücu davalarının, işverenin, iş güvenliği ve işçi sağlığı mevzuatına ve mevzuatın öngördüğü yükümlülüklere uymasında etkili olduğudur.

Kaldı ki durumu sadece 26. madde kapsamında da ele almak, yanlış yorumlara neden olabilir. Bildiğiniz üzere, rücu davaları, 506 sayılı yasanın 10.,26. ve 39. maddesinde düzenlenmiştir.

10. madde; işverence işe giriş bildirgesi Kuruma verilmeyen dolayısı ile kayıt dışı istihdam edilen sigortalıların geçirdiği iş kazaları sonucu oluşan Kurum zararının rücuen tazminini,

26. madde; çalıştırıldığı Kuruma bildirilmiş olan sigortalıların geçirdiği işkazası neticesinde oluşan Kurum zararının rücuen tazminini,

39. madde; kastı veya suç sayılır hareketi ile sigortalının bedenen zarara uğramasına veya ölümüne neden olan üçünçü şahıslardan, Kurum zararının rücuen tazminini,

110. ve 111. madde ise, kendi kastı, suç sayılır hareketi veya bağişlanmaz kusuru ile zarara uğrayan sigortalıya bağlanacak gelirlerin indirilmesi veya kesilmesini, eğer fazla ödeme yapılmış ise bu miktarın kendisinden tahsilini, düzenlemektedir. Ancak 110 ve 111. maddeler rücu davaları olarak nitelendirilemese de konu ile alakası nedeni ile belirtmek gerekmiştir.

Gerek 26. madde gerek diğer maddeler ayrıntılı incelendiğinde, işverenin, üçünçü şahsın ve bizzat sigortalının; iş güvenliği ve işçi sağlığı mevzuatı gereklerine uymaları açısından caydırıcı nitelik taşımaktadır. Olayı sadece klasik sigorta anlayışı içerisinde ele alırsak, işverenin primleri ödemesi nedeniyle işverenin ve hatta işçinin sorumluluklarını (zira işçi de % 14 civarında prim ödemektedir) SSKnın üstlendiği şeklinde algılamamız gerekir ki, bu durum iş güvenliği ve işçi sağlığını riske atmak olur.

Bu gerçekler karşısında SSKnın rücu hakları aslında, birileri için ek yükümlülük olarak değil, tam aksine sosyal GÜVENLİK haklarının ayrılmaz bir bütünü ve sosyal hukuk devletinin bir gereği olarak karşımıza çıkar. Yine belirtmek gerekir ki, 10, 26 ve 39. maddeler sosyal sigortalar ve işçilerin güvenliği ve sağlığı arasında dengeleyici bir unsur olduğu gibi, işçilerin işverene ve hatta kendi ihmalkarlığına karşı korunmasını sağlamaktadır.

Ayrıca iş güvenliği ve işçi sağlığı mevzuatının öngördüğü yükümlülüklere bakıldığında; ağır ve tehlikeli işlerde sağlık raporu aranması, rutin sağlık muayenelerinin yaptırılması, işçiye gerekli eğitimin verdirilmesi, koruyucu tedbirlerin aldırılması ve araçaların kullandırılması, detenetim ve kontrol yükümünün getirilmesi, işçilerin verilen aletleri kullanmasını ve verilen direktiflere uymalarının sağlanması ve bu yükümlülüklere uyulmamasının kusur olarak yükümlünün karşısına çıkması ne kadar yadırganabilir bilmiyorum.

Dolayısı ile çok kısa olarak belirttiğim nedenlerle yorumlarınıza katılmamaktayım.
Old 06-06-2007, 20:37   #11
Doç. Dr. Özge Yücel

 
Varsayılan

Sayın Av. A. Çelik,
Dediğiniz gibi rücu iş ve sosyal güvenlik sistemini tamamlayan ve işverenin sorumsuzluklarını yaptırımsız bırakmayan bir kurumdur. Ancak belirttiğim Anayasa Mahkemesi kararının amacı ise rücuyu bertaraf etmek değil hukuki güvenlik sağlamaktır. Her defasında kısım kısım rücu edildiğinde hukuki güvenlik ve istikrar sağlanamamaktaydı. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi'nin kararı yerindedir.
Old 07-06-2007, 14:38   #12
av_acelik

 
Varsayılan

Sayın Meslektaşım;

Ben anayasa mahkemesinin kararını eleştirmek, yada yerinde olup olmadığını belirtmek için, yukarıdaki mesajı yazmadım. Sadece olaya farklı bir boyuttan bakmak gerektiğini dile getirmek istedim. Kaldı ki Anayasa Mahkemesinin kararları herkes için bağlayıcıdır.Ben Anayasa Mahkemesinin kararına katılsamda katılmasamda, yada sizler mevzuatı eleştirsenizde eleştirmesenizde uygulamada bizim fikirlerimize ne kadar değer verildiğini ve ne kadar nazara alındığını, sizler daha iyi bilmektesiniz. Dolayısı ile mevzuat konusunda bu kadar eksiklerimiz varken, kalkıp da ideal hukuk yaratmakla uğraşmayı pek düşünmüyorum. Tabi bu benim yoruma kapalı şahsi düşüncemdir. Yani Anayasa Mahkemesi kararları gibi bağlayıcı değildir.
Old 08-06-2007, 14:08   #13
av_acelik

 
Varsayılan

Anayasa Mahkemesinin 2003/10 esas sayılı kararı ile, 506 sayılı yasanın 26. maddesinde yer alan; "...Sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere ...” şeklindeki ifadenin iptal edilmesi, kanaatimce, SSKnın lehine bir durum meydana getirmiştir.Şöyle ki, uygulamada SSK nın açmış olduğu rücuen tazminat davalarında, ister bu dava ilk dava olsun ister artış davası olsun,istenebilecek taminat miktarı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri miktarla, yani DIŞ TAVANla sınırlandırılmıştı.

Oysa ki söz konusu hükmün iptal edilmesi ile birlikte, artık haksahiplerinin gerçek zarar miktarlarının (dış tavanın) tespitine gerek olmaksızın, ilk PSD gelirlerin, sigortalının kusuru tenzil edildikten sonra kalan kısmı tavanı aşsa bile rücu edilebilecektir. Kaldı ki uygulamada çoğu kez, İlk Peşin Sermaye Değeri (PSD) dahi tavanı aşmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesinde de buna engel bir durumla karşılaşmadım. Bence Anayasa Mahkemesi artış davalarının önünü kesmek isterken, rücuen tazminat miktarının tavanını belirleyen hükmü iptal etmekle başka bir boşluk ortaya çıkardı. Umarım Yargıtay iptal edilen hükmü üstü örtülü olarak uygulamakta diretmez.

Saygılarımla...
Old 23-06-2007, 20:32   #14
av_acelik

 
Varsayılan

Sayın meslektaşlarım;

Yargıtay 26. maddenin iptali sonrası verdiği kararlarda,
- Hesap raporu aldırılmasına ve gerçek zarar hesabı yaptırılmasının artık gerekmediği,
- Kusur raporu aldırılarak İlk peşin sermaye değerli gelirden sigortalının kusurunun tenzil edildikten sonra kalan miktarın rücu edilebileceği,
- SSK tarafından açılan rücu davasının artık basit rücu davası olarak nitelendirilebileceği,
- Sigortalı veya haksahiplerine işveren veya üçüncü kişilerce ödenen tazminatların rücu davasında talep edilen miktardan düşülemeyeceğine,
- Anayasa Mahkemesi kararının devam etmekte olan dosyalardada uygulanacağına,dolayısı ile dava edilen artış davaları açısından ilk peşin değerli gelirler dışındaki taleplerin reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir.


Ancak tereddüt ettiğim bir husus, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının, SSK nın kazanılmış hakkını nasıl ortadan kaldırdığıdır. Zira iptal kararından önce doğmuş ve hatta dava konusu yapılmış rücu alacağının ortadan kaldırılması mümkün mü?
Old 27-09-2007, 10:10   #15
nes

 
Varsayılan

iyi günler ben stajyer avukatım, Anayasa Mahkemesinin 23.11.2006 tarihli kararına ilişkin bir sorum olacaktı. söz konusu karar 2007 Mart ayında yürülüğe girdi. benim sorum şu olacaktı: Diyelim ki SSK bir 2004 yılında birde 2005 yılında olmak uzere artıs davalrı açmış olsun. ve 2007 mayıs da bir tane daha artış davası acarsa,bu son actıgı davaya söz konusu değşikliğe ilişkin kararı uygulayabilirmiyiz?
Old 27-09-2007, 12:13   #16
Viyola

 
Varsayılan

Merhaba,

Anayasa Mahkemesi' nin iptal kararının yayınlanmasından önce açılmış ve halen devam eden bu tür bir davada davalı vekiliydim. Dava reddedildi. Yerel mahkeme kararında, Anayasa Mahkemesi' nin iptal kararına atıf yaparak "....karar tarihi itibariyle hukuki dayanaktan yoksun kalan davanın reddine.." şeklinde hüküm kurdu.
Old 27-09-2007, 16:23   #17
nes

 
Varsayılan

Sayın Viyola,
cevabınız icin tesekkur ederim ancak kararın yururluk tarihinden once acılan davalar sonuclanmıs bulunmaktadır. aslında bnm sormak istedigim yururluk tarihinden sonra acılan dava SSKnın acmıs oldugu 3. artış davasıdır. dolayısıyla 2004 yılında acılan ilk davayla bağlanan gelirin ilk peşin değeri istenmiş bulunmakta. dolayısıyla karardan sonra acılan dava bakımından konuyu ele alacak olursak söz konusu dava haksız acılmıs bir dava olmayacak mı?
Old 19-03-2009, 10:11   #18
angel82

 
Varsayılan

işverenin 2 işçisi trafik kazası yapıyo sürücünün yanındaki işçi yaralanıyo. kazada sürücü işçi asli kusurlu olarak tespit ediliyor.işveren kusursuz.ssk yaralanan işçiye tedavi masrafı yapıyor.yaptığı masrafı sürücü işçiden talep ediyor.arabanın sigorta şirketi şirketi tarfından tedavi giderleri ödeniyor.ancak ssknın tedavi masrafına yürüttüğü faizi ödemiyor.bunun üzerine ssk sürücü işçiye dava açıyor faiz istemiyle. bu davada görevli mahkeme genel mahkemeler değil midir.bir de ssk nın sigorta şirketine yönelmesi gerekmez mi davanın husumet yönünden reddi istenebilir mi?
Old 12-10-2009, 15:43   #19
Av.Kemal

 
Varsayılan

değerli meslektaşlarım..açılmış olan konudaki yazıları detaylı olarakokuma fırsatım olmadı ama kısaca demek istediklrim şöyle:
--anayasa Mhk.iptal kararı sırasında derdest olan davalar, iptal kararı esasınca karara bağlanır..
--iptal kararından önce bitmiş olan davaların EK DAVALARI AŞAMASINDA ise,önce verilen kararda hükmedilen rakam ile, ilk peşin değerin kusura tekabül eden kısmı arasında kıyaslama yapılacak..kusur karşılığı miktar evvelce hüküm altına alınmış ise, ek dava red olacak, aksi halde, sadece bakiye miktar hüküm altına alınacak, fazlası red edilecektir...
iyi çalışmalar...
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
alt işverene rücu ilgisiz Meslektaşların Soruları 9 20-10-2011 12:21
İpotek BorÇlusunun Kefİllere RÜcu Hakki Hoca Meslektaşların Soruları 5 10-03-2011 20:36
trafik sigortasında rücu Av.Ergün Vardar Meslektaşların Soruları 5 25-12-2008 19:26
kefilin asıl borçluya rücu etmesi hgsahan Meslektaşların Soruları 5 04-08-2006 18:16
3.kişinin taahhütü ve rücu demester Hukuk Soruları Arşivi 7 05-06-2006 09:23


THS Sunucusu bu sayfayı 0,08082891 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.