Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Taahhüdü ihlal suçunda makbul sebep -Yargıtay kararı

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 19-12-2009, 19:07   #1
hakkaniyet_

 
Varsayılan Taahhüdü ihlal suçunda makbul sebep -Yargıtay kararı

İİK madde 340'da cezayı ortadan kaldıran ve makbul sebep kabul edilen durumlara örnek teşkil eden kararlara ihtiyacım var sayın meslektaşlarım.
Saygılarımla
Old 19-12-2009, 19:10   #2
Av.Hülya Büyükoğlu

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
16. Hukuk Dairesi
Esas: 2003/11684
Karar: 2004/4764
Tarih: 25.03.2004
ÖZET: Özet yazımı tamamlanmamıştır. Lütfen karar metnine bakınız.
(2004 sayılı İİK. m. 340) (2709 sayılı Anayasa. m. 38)
KARAR METNİ:
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Menekşe Solak´ın İİK.nun 340. maddesi gereğince 1 ay hafif hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm kanuni süresi içinde sanık tarafından temyiz edildiğinden Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istemli tebliğnamesiyle dosya Daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunup GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Şikayetçi, (alacaklı) borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleştiğini, borçlunun ödeme taahhüdünde bulunduğunu ve bu hususun alacaklı vekili tarafından kabul edildiğini, borçlunun taahhüdünü ihlal ettiğini ileri sürerek İİK.nun 340. maddesi gereğince cezalandırılmasını istemiştir.
Mahkemece sanığın üzerine atılı taahhüdü ihlal suçunu işlediğinden bahisle mahkumiyete dair hüküm kurulmuş ise de; yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hükme yeterli değildir.
İİK.nun 340. maddesinde "...alacaklının muvafakatı ile İcra Dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun alacaklının şikayeti üzerine cezalandırılacağı" öngörülmüştür.
Anayasa´nın 38. maddesine 4709 s. kanunla "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükümü eklenmiştir.
İİK.nun 340. maddesinin 2. cümlesi ve İcra Dairesinde alacaklı ile borçlu arasında kararlaştırılan ödeme şartından söz etmektedir. Borçlu ile alacaklının iradelerinin birleşmesi sözleşme niteliğindedir. (B.K.1) İcra Müdür veya yardımcısının sözleşmeye müdahale etmesi, sözleşmeyi değiştirmesi olanaksızdır. İcra Dairesi icranın tarafları olan alacaklı ve borçlunun beyanlarını tutanağa geçiren ve tutanağı düzenleyen merci konumundadır.
Bu husus İİK.nun 8. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Açıklanan sebeplerle İcra Dairesi sözleşmenin tarafı olarak kabul edilemez. Alacaklı ile borçlu arasındaki ödeme şartına uyulmaması sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ihlali niteliğindedir.
Anayasa´nın 38/8. maddesinin somut olayda uygulanması gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa normla hiyerarşisinin tepe noktasındadır. Üstün norm olması sebebiyle uygulanmak zorunlu olduğu gibi, sanık lehine hüküm getirdiğinden TCK.nun 2/2 maddesi uyarınca da ilgili olaylara doğrudan uygulanması zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır.
İİK.nun 340. maddesinde ön görülen "makbul sebep" kavramı ile Anayasa´nın 38/8. maddesinde ön görülen "yerine getirememe" kavramlarının açıklanması gerekli görülmektedir.
Uygulamada hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağan üstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmektedir. Anayasada belirtilen "yerine getirememe" kavramı "makbul sebebide" kapsayacak şekilde daha geniş anlam ifade etmektedir. Borçlunun ekonomik gücü olmaması sebebiyle ve çaresizlikten borcunu ödeyememe "yerine getirmeme" olarak kabul edilerek sanığa hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemelidir.
Borcu "yerine getirmeme" ile "yerine getirememek" kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu sebeple ödeme gücü olduğu durumda borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.
Alacaklıya sanığın mal varlığını kanıtlamak üzere olanak tanınmalı, bildireceği bütün deliller toplanarak ve birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.
Temyiz itirazlarının bu sebeplerle kabulü ile hükmün istek gibi BOZULMASINA 25.3.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Kaynak: Corpus Arşiv
[Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı]
Old 19-12-2009, 19:11   #3
Av.Hülya Büyükoğlu

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
16. Hukuk Dairesi
Esas: 2003/13179
Karar: 2004/3320
Tarih: 02.03.2004
ÖZET: Özet yazımı tamamlanmamıştır. Lütfen karar metnine bakınız.
(4949 sayılı Kanun. m. 99) (765 sayılı TCK. m. 2/2) (2004 sayılı İİK. m. 340, 352, 354) (2709 sayılı Anayasa. m. 38)
KARAR METNİ:
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Selahattin Çukur´un İİK.nun 340. maddesi gereğince 1 ay hafif hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm kanuni süresi içinde sanık tarafından temyiz edildiğinden Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istemli tebliğnamesiyle dosya Daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunup GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
1- 4949 s. Yasa´nın 99. maddesi ile İİK.nun 352. maddesine eklenen fıkra ile "takibi şikayete bağlı suçlarda dava ve cezanın 354. maddede yazılı nedenlerle düşeceği kararda belirtilir" hükümü getirilmiştir. TCK.nun 2/2. maddesi gereğince bu hususun kararda belirtilmemesi usulsüzdür.
2- Mahkemece sanığın üzerine atılı taahhüdü ihlal suçunu işlediğinden bahisle mahkumiyete dair hüküm kurulmuş ise de; yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hükme yeterli değildir.
İİK.nun 340. maddesinde "...alacaklının muvafakatı ile İcra Dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun alacaklının şikayeti üzerine cezalandırılacağı" öngörülmüştür.
Anayasa´nın 38. maddesine 4709 s. kanunla "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükümü eklenmiştir.
İİK.nun 340. maddesinin 2. cümlesi ve İcra Dairesinde alacaklı ile borçlu arasında kararlaştırılan ödeme şartından söz etmektedir. Borçlu ile alacaklının iradelerinin birleşmesi sözleşme niteliğindedir. (B.K.1) İcra Müdür veya yardımcısının sözleşmeye müdahale etmesi, sözleşmeyi değiştirmesi olanaksızdır. İcra Dairesi icranın tarafları olan alacaklı ve borçlunun beyanlarını tutanağa geçiren ve tutanağı düzenleyen merci konumundadır.
Bu husus İİK.nun 8. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Açıklanan sebeplerle İcra Dairesi sözleşmenin tarafı olarak kabul edilemez. Alacaklı ile borçlu arasındaki ödeme şartına uyulmaması sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ihlali niteliğindedir.
Anayasa´nın 38/8. maddesinin somut olayda uygulanması gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa normla hiyerarşisinin tepe noktasındadır. Üstün norm olması sebebiyle uygulanmak zorunlu olduğu gibi, sanık lehine hüküm getirdiğinden TCK.nun 2/2 maddesi uyarınca da ilgili olaylara doğrudan uygulanması zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır.
İİK.nun 340. maddesinde ön görülen "makbul sebep" kavramı ile Anayasa´nın 38/8. maddesinde ön görülen "yerine getirememe" kavramlarının açıklanması gerekli görülmektedir.
Uygulamada hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağan üstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmektedir. Anayasada belirtilen "yerine getirememe" kavramı "makbul sebebide" kapsayacak şekilde daha geniş anlam ifade etmektedir. Borçlunun ekonomik gücü olmaması sebebiyle ve çaresizlikten borcunu ödeyememe "yerine getirmeme" olarak kabul edilerek sanığa hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemelidir.
Borcu "yerine getirmeme" ile "yerine getirememek" kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu sebeple ödeme gücü olduğu durumda borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.
Alacaklıya sanığın mal varlığını kanıtlamak üzere olanak tanınmalı, bildireceği bütün deliller toplanarak ve birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.
Temyiz itirazlarının bu sebeplerle kabulü ile hükmün BOZULMASINA 2.3.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Kaynak: Corpus Arşiv
[Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı]
Old 19-12-2009, 19:11   #4
Av.Hülya Büyükoğlu

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
16. Hukuk Dairesi

Esas: 2004/6772
Karar: 2004/11523
Tarih: 26.10.2004

ÖZET: Borcu "yerine getirmeme" ile "yerine getirememek" kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu sebeple ödeme gücü olduğu durumda borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.

(2004 sayılı İİK. m. 8, 340) (2709 sayılı Anayasa. m. 38) (765 sayılı TCK. m. 2)

KARAR METNİ:
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Osman Kavak´ın İİK.nun 340. maddesi gereğince 1 ay hafif hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm kanuni süresi içinde sanık tarafından temyiz edildiğinden Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istemli tebliğnamesiyle dosya Daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunup GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:

Şikayetçi (alacaklı) vekili borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleştiğini, borçlunun ödeme taahhüdünde bulunduğunu ve bu hususun alacaklı vekili tarafından kabul edildiğini, borçlunun taahhüdünü ihlal ettiğini ileri sürerek İİK.nun 340. maddesi gereğince cezalandırılmasını istemiştir.

Mahkemece sanığın üzerine atılı taahhüdü ihlal suçunu işlediğinden bahisle mahkumiyete dair hüküm kurulmuş ise de; yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hükme yeterli değildir.

İİK.nun 340. maddesinde "...alacaklının muvafakatı ile İcra Dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun alacaklının şikayeti üzerine cezalandırılacağı" öngörülmüştür.

Anayasa´nın 38. maddesine 4709 s. kanunla "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükümü eklenmiştir.

İİK.nun 340. maddesinin 2. cümlesi ve İcra Dairesinde alacaklı ile borçlu arasında kararlaştırılan ödeme şartından söz etmektedir. Borçlu ile alacaklının iradelerinin birleşmesi sözleşme niteliğindedir. (B.K.1) İcra Müdür veya yardımcısının sözleşmeye müdahale etmesi, sözleşmeyi değiştirmesi olanaksızdır. İcra Dairesi icranın tarafları olan alacaklı ve borçlunun beyanlarını tutanağa geçiren ve tutanağı düzenleyen merci konumundadır.

Bu husus İİK.nun 8. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Açıklanan sebeplerle İcra Dairesi sözleşmenin tarafı olarak kabul edilemez. Alacaklı ile borçlu arasındaki ödeme şartına uyulmaması sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ihlali niteliğindedir.

Anayasa´nın 38/8. maddesinin somut olayda uygulanması gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anayasa normla hiyerarşisinin tepe noktasındadır. Üstün norm olması sebebiyle uygulanmak zorunlu olduğu gibi, sanık lehine hüküm getirdiğinden TCK.nun 2/2 maddesi uyarınca da ilgili olaylara doğrudan uygulanması zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır.

İİK.nun 340. maddesinde ön görülen "makbul sebep" kavramı ile Anayasa´nın 38/8. maddesinde ön görülen "yerine getirememe" kavramlarının açıklanması gerekli görülmektedir.

Uygulamada hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağan üstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmektedir. Anayasada belirtilen "yerine getirememe" kavramı "makbul sebebide" kapsayacak şekilde daha geniş anlam ifade etmektedir. Borçlunun ekonomik gücü olmaması sebebiyle ve çaresizlikten borcunu ödeyememe "yerine getirmeme" olarak kabul edilerek sanığa hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemelidir.

Borcu "yerine getirmeme" ile "yerine getirememek" kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu sebeple ödeme gücü olduğu durumda borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.

Alacaklıya sanığın mal varlığını kanıtlamak üzere olanak tanınmalı, bildireceği bütün deliller toplanarak ve birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.

Temyiz itirazlarının bu sebeplerle kabulü ile hükmün istek gibi BOZULMASINA 26.10.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Kaynak: Corpus

[Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı]
Old 19-12-2009, 19:12   #5
Av.Hülya Büyükoğlu

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2001/17-294
Karar: 2002/1
Tarih: 22.01.2002

ÖZET: İİY’nın 340.maddesi uyarınca "alacaklının muvafakatı ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasanın 38 maddesinin 9. fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu sebeple üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi sebeple veya sebeplerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk vardır.

(2004 sayılı İİK. m. 340) (2709 sayılı Anayasa. m. 38/9)

KARAR METNİ:
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Nusret K.’nın İİY’nin 340.maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ait Kozaklı İcra Ceza Mahkemesinden verilen 07.12.2000 tarih ve 5/5 s. hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 13.11.2001 tarih ve 9612/9513 sayı ile;

"Sanığın üzerine atılı suçun içerik ve niteliğine, 17 Ekim 2001 gün ve 24556 mükerrer s. Resmi Gazete’de yayımlanan 4709 s. Yasanın 15. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38. maddesine eklenen son fıkra uyarınca "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükümü ile yapılan bu düzenlemenin sanığın lehinde bulunması ve TCK’nın 2/2. maddesi de gözetilerek sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu" bulunduğu gerekçesiyle sair yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.

Yargıtay C. Başsavcılığı 12.12.2001 tarih ve 114292 sayı ile;

İİY’nın 340. maddesi " 111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlu, alacaklının şikayeti üzerine tetkik mercii tarafından bir aydan üç aya kadar hafif hapis cezası ile cezalandırılır" hükmünü içermektedir.

İİY’nın 340. maddesinde düzenlenen suçu inceleyecek olursak; Suçun ön koşulu borçlu hakkında geçerli bir icra takibi bulunmasıdır. İİY’nın 111. maddesi gereğince bir taksitlendirme yapılması ya da alacaklı ile borçlu arasında borcun ödenmesini içeren bir anlaşmaya varılması ve ödeme taahhüdünün ihlal edilmesi, suçun maddi unsurunu oluşturur.

Bu suç kasten veya taksirle işlenebilir. Maddedeki "makul bir sebep olmaksızın" ibaresi sonucu doğurmaktadır. Dolayısıyla burada bir objektif sorumluluk hali mevcut değildir. Çünkü borçlu yönünden makul bir nedenin mevcudiyeti halinde suç oluşmayacaktır. Burada ifade edilen "makul bir neden", kuşkusuz borçlunun kusuru ile oluşmayan nedendir. Dolayısıyla buradaki taahhüdün ihlali, kusura dayanan bir ihlaldir, yani sorumluluk kusur sorumluluğudur.

Suçun faili ise icra takibine maruz kalan borçludur.

İİY’nın 111. maddesi uyarınca yapılan ödeme taahhüdünde; icra takibi kesinleştikten ve borca yeter derecede mal haczedildikten sonra, satış yapılmadan,borcun birinci taksitinin peşin ödenmesi ve kalanının da muntazam taksitlerle en çok üç ayda üç taksit halinde ödenmesinin taahhüt edilmesi gerekmektedir. Bu taahhüt alacaklının kabulüne bağlı değildir. Borçlunun taahhütte bulunması ile yani tek taraflı beyanı ile İİY’nın 111. maddesi uyarınca süreler durduğundan, Yasa da borçluya bir takım yükümlülükler yüklemektedir. Burada alacaklının da kabulü aranmadığından bir sözleşmeden bahsetmek mümkün değildir. Kanundan kaynaklanan yani alacaklının iradesine değer verilmeyen bir durumda, borçlunun beyan edip yerine getirmediği taahhüdü sebebiyle cezalandırılması söz konusudur. Bu durumda hiçbir biçimde bir sözleşme söz konusu değildir. Kanundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali sebebiyle cezalandırılmaktadır.

Alacaklı ve borçlunun icra memurunun huzurunda miktarı belirli olan para borcunun ödenmesine ait olarak mutabakata varmaları, borcun ödenmesine ait taksitler ile taksit miktarı, taksit süreleri, bütün borcu karşılayacak, infazda tereddüt yaratmayacak biçimde olmalı ve her hangi bir kayıt ve şarta bağlanmamalıdır. Taahhüt alacaklı veya vekilinin yokluğunda yapılmış ise, bir muhtıra ile adı geçenlere bildirilmelidir. İtiraz edilmeyen taahhüt kabul edilmiş sayılır. Burada borçlunun taahhüdüne ait zaptın İİY’nın 8 ve bu yasaya göre çıkartılan yönetmeliğin 20/2. maddesi uyarınca icra memuru tarafından imzalanması şarttır. Bu imza hukuken geçerlilik şartıdır. Burada taahhüt işleminde icra memurunun bulunma zorunluluğu onun işlemde bir taraf değil, ancak taahhüdün geçerliliği için bulunması gerekli şekli şartlardan biri olması nedeniyledir. Zira icra memurunun taahhüdün içeriğine müdahale imkanı bulunmamaktadır. Bu taahhüt hacizden önce olabileceği gibi sonra da olabilecektir. Buradaki taahhüdün alacaklı tarafından da kabulü gerektiğinden, bu işlem iki taraflıdır. İİY’nın 111. maddesindeki gibi tek taraflı değildir. Yalnız başlayan cebri icra sırasında alacaklının ve borçlunun ödeme konusundaki bu karşılıklı mutabakatları nedeniyle, talebe bağlı olan icra takibi de, bu taahhüt ihlal edilmediği sürece İİY’nın 110/3,4. maddeleri uyarınca kanundan dolayı durmakta; taahhüt gereğince ödemeler sürdüğü. Bir aksama olmadığı sürece bu duruma devam etmekte, ancak karşılıklı anlaşma sebebiyle adeta askıda beklemekte olan cebri icra, ihlal söz konusu olunca olduğu yerden işlemeye devam etmektedir. İİY’nın 111. maddesinin üçüncü fıkrasında, bu haldeki taahhüt bir taksit sözleşmesi olarak nitelendirilmiş ise de, bu ödeme şartının kabulünü yalnızca tarafların karşılıklı anlaşmalardan yani buradaki işlemin iki taraflı olduğundan hareketle tipik bir özel hukuk sözleşmesi olarak da değerlendirmek mümkün değildir.

O durumda İİY’nın 111. maddesinden kaynaklanan kanuni taksit uygulaması başladıktan sonra, bunun ihlal edilmesi kanun ile ön görülen yükümlülüklerin ihlal edilmesidir. Bu halin hiçbir biçimde sözleşme ile ilgisi yoktur.

İİY’nın 340. maddesinde düzenlenen kabule bağlı taksit taahhüdünün ihlali ile ihlal edilen sadece sözleşme olmayıp, yapılan sözleşme ile durması sağlanan cebri icra nedeniyle, cebri icra örgütün kurulup çalışmasının esası olan kamu düzenidir.

Taahhüdü ihlal suçundan korunan hukuki değer, kanunla ön görülen yükümlülüktür. Bu ihlalin sözleşmeyle veya sadece sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülükle ilgisi bulunmamaktadır.

Ancak, bu suç ile ihlal edilen tek değerin kamu düzeni olduğu söylenemez. Alacaklının başvurduğu cebri icra yolunun yapılan taahhüt sebebiyle durması karşısında, alacağına geç kavuşmakta, zarara uğramaktadır. Yani ihlal edilen sair hukuki konu mamelek hukukudur.

2004 S. Kanunun 340. maddesinde ön görülen taahhüdü ihlal suçundan ihlal edilen sözleşme hukuku olmayıp, suç sözleşmeye aykırılıktan değil, yasayla ön görülen bir yükümlülükten kaynaklanmaktadır. Borcun ödettirilmesine matuf objektif bir sorumluluk hali söz konusu olmayıp, kusur sorumluluğu esas alındığından, Anayasanın 38. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kalmamaktadır.

Diğer yandan 4709 S. Kanun ile getirilen düzenleme, genel bir kurala ait olup, doğrudan uygulanabilir içerik ve nitelikte değildir. Bu sebeple Yüksek Dairece hükmün doğrudan uygulanabilir nitelikte kabul edilerek bozma kararı verilmesi de yerinde değildir." Gerekçeleriyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın taahhüdü ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasanın 38. maddesine 4709 S. Kanun ile eklenen, "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" şeklindeki kuralın İcra İflas Yasası’nın 340. maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, sair bir anlatımla ödeme taahhüdünün ihlal edilmesinin, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve 4709 S. Kanun ile getirilen düzenlemenin doğrudan uygulanabilir bir kural niteliğinde bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Sorunun çözümünde sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi için, konuya ait kanuni düzenlemelerin, bunların TBMM’inde görüşülmesi sırasında görüşülmesi sırasında yapılan görüşmelerin, öğretideki düşüncelerin ve taahhüdü ihlal suçunun hukuki yapısının ele alınıp değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmamaktadır.

"Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlığını taşıyan İcra ve İflas Yasası’nın 340. maddesinde;

111. madde gereğince veya alacaklının muvafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.

İİY.nın 111. maddesine göre; borçlunun, yeterli miktarda malının haczedilmiş olması, satış talebinden önce borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt etmesi ve birinci taksiti derhal yatırması, her taksitin borcun dörtte bir miktarından aşağı olmaması taksitlerin aydan aya olup sürenin üç ayı aşmaması halinde icra işlemi durur ve aynı Kanununun 106. maddesinde belirtilen satış isteme süreleri işlemez. Bu maddeye göre kararlaştırılan ödeme taahhüdünde alacaklının onayına gerek bulunmayıp, borçlunun bu hakkı Yasadan kaynaklandığından, uygulamada "yasal taksit hakkı" olarak da adlandırılmaktadır. Belirtilen bu ödeme şartı, sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığından, borçlunun ödeme şartını ihlali halinde özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, Anayasanın 38. maddesinde 4709 S. Kanun ile eklenen 9. fıkradaki kurala aykırılık oluşturmaz.

İİY’nın 340. maddesindeki ikinci ödeme şartı ise; icra takibinin kesinleşmesinden sonra alacaklının muvafakatıyla icra dairesinde kararlaştırılan borcun taksitle ödenmesidir.

Ödeme koşulunun bu biçiminin ihlalinin suç oluşturabilmesi için, borçlu hakkında geçerli ve kesinleşen bir icra takibinin bulunması, borçlunun taahhüdünün alacaklı, vekili veya kanuni temsilcisi tarafından kabul edilmesi, ödenecek toplam miktarın rakamsal olarak belirlenmesi, tarafların belirlenen bu miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmaları, taahhüt esnasında, alacaklı veya vekili veya kanuni temsilcisi hazır değil ise, alacaklının kabul keyfiyetinin ödeme gününden önce borçluya bir muhtıra ile bildirilmesi gerekmektedir. Sayılan koşullardan birinin bulunmaması halinde ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun bu madde ile cezalandırılması olanağı bulunmamaktadır.

A. Tahir Öğütçü ve A. Çiftçioğlu Uygulamalı İcra ve İflas Yasası isimli eserlerinin 1298. sayfasında "Borçlunun taahhütte bulunması ve bu taahhüdün alacaklı tarafından kabul edilmesi bir akittir. Akit iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde tamam olur. (B.K. md. 1) Kabul için bir süre tayin ederek başka bir kimseye bir akdin yapılmasını teklif eden kimse, bu sürenin bitimine kadar icabından dönemez. Bu süre bitmeden evvel kabul haberi kendisine yetişmezse icabı ile bağlı kalmaz. (BK. md. 3) Bu itibarla, borçlunun taksit talebinin, ilk taksit gününden evvel kabul keyfiyetinin borçluya bildirilmiş olması zorunludur. Aksi halde, borçlu icabı ile bağlı kalmadığından akit tamamlanmamış olur" biçimindeki açıklamalarla bu ödeme şartının bir sözleşme olduğunu ifade etmişler, İİY’nın 111. maddesinin 3. fıkrasında da bu ödeme koşulunun "sözleşme" olduğu ve bu sözleşmenin devamı süresince 106. maddedeki sürelerin işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Borçlu ve alacaklı tarafından kararlaştırılan ödeme koşuluna ilişkin tutanağın, ilgililer ve icra müdürü veya yardımcısı veya katibi tarafından imzalanması zorunluluğu bulunmakta ise de bu zorunluluk, İİY.nın 8. maddesi uyarınca tutanakların aleniyeti ve ispat kuvvetinden kaynaklanmaktadır. İmza, sözleşmenin değil tutanağın geçerlilik şartı olup, icra memurları bu taahhütte taraf olmadıklarından içeriğine müdahale edememekte, sözleşme yalnızca icranın tarafları arasında yapılmaktadır.

Maddede "makbul bir sebep olmaksızın" ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte, postaya tarihinden önce verilen taksitin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar sebebiyle taahhüdün yerine getirilememesi gibi haller uygulamada haklı neden olarak kabul edilmekte, Anayasanın 38. maddesinin 9. fıkrasında belirtilen "yerine getirememe" kavramı ise "makbul sebeb"i de kapsayacak biçimde kendi ihmal ve kusuru olmaksızın, yalnızca sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğünü istese bile yerine getirememeyi ifade etmekte ve hakime daha geniş bir değerlendirme yapma olanağı vermektedir. Bu sebeple "makbul sebep" kavramının "yerine getirememe" kavramı ile aynı anlamı taşıdığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Alacaklının muvafakatıyla kararlaştırılan ödeme şartını ihlal suçunun hukuki yapısı irdelendikten sonra; Anayasanın 38 inci maddesine 9 uncu fıkra olarak, 4709 S. Kanunun 15. maddesi ile eklenen "hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz." şeklindeki düzenlemenin anlam ve amacı, Meclisteki görüşmeler, uluslararası temel metinler ve öğretideki görüşler ışığında ele alınıp değerlendirilmelidir. Anılan Kanun değişikliğinin Mecliste görüşülmesi esnasında, bir soru üzerine Anayasa Komisyonu Başkanı; "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Dördüncü Protokolünün 1. maddesi, borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödeyemeyen bir borçlunun bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını yasaklamıştır. Borcun ödenmemesi, ya borçlunun mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten veya buna rağmen kötü niyetten olabilir. Birinci halde, yani, kendi ihmal veya kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düşen kişi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz ancak, borçlunun hileyle veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir" biçiminde açıklamalarda bulunmuş,

Değişikliğe ait Anayasa Komisyonu raporunda ise, 4 No.lu Protokol gereği değişikliğin hükme eklendiği, sözleşmeden doğan yükümlülük içerisinde borçların da olduğu belirtilmiştir.

19.10.1992 gününde ülkemiz adına imzalanıp, 23.2.1994 gün ve 3975 S. Yasayla onaylanarak, o tarihten itibaren kanun değerinde bir hüküm olan ve 4709 s. kanuni değişiklik ile de Anayasal bir kural haline gelen 4 No.lu Protokolün 1. maddesinin öğretide ve konuya ait sempozyumlarda ele alınarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.

Nitekim Prof. Dr. Tekin Akıllıoğlu 1 Aralık 2001 günü yapılan bir sempozyumda sunduğu tebliğinde (AİHS ve Anayasa md. 38, f.8 Açısından Ödenmeyen Para Borçlarında Yaptırımlar Sempozyumu sh.4 vd.)

"Genellikle uluslar arası andlaşmalarda hazırlık sırasında kullanılan "açıklayıcı belge" (explanatory report) buna bir çeşit gerekçe belgesi denebilir, sonradan andlaşmaya eklenirken, AİHS’nin ve 4 No.lu Protokole ek açıklayıcı belge bulunmamaktadır. 4 No.lu Protokolün uzmanlar komisyonunca yapılan bir açıklayıcı raporu vardır, ancak yayınlanmadığından hizmet içi belge olarak kalmıştır.

Fransız ceza hukukunda ve pek çok Avrupa ülkesinde borçlunun ödemeye zorlanması için hapsedilmesi (la contrainte par corps) denilen hukuki usul, kanundan doğan borçlarda veya kamu gücü iradesinden doğan borçlarda halen uygulanmaktadır.

Bu madde yetkili kamu makamlarının kişi özgürlüğünü kaldırma yetkisini sınırlamaktadır. Bu sebeple AİHS 5. maddesinin 1 (b) hükümü ile bağlantılıdır. Madde 5 1(b) hükmüne göre; "Bir mahkeme tarafından kanuna uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya kanunun koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması " söz konusudur.

Başka bir anlatımla, yasanın öngördüğü yükümlülükler arasından "sözleşmeden doğan borçları" çıkarmak gerekir.

Borçtan (obligation) ne anlaşılmak gerekir? Madde yalnızca "sözleşmeden doğan borcu" (obligation contractuelle) korumaktadır.

Sözleşme bir para borcuna ait olabileceği gibi satın alma, satma borcuna ait de olabilir. Aynı biçimde bir şeyi verme, yapma, yapmama taahhütleri de kapsamdadır. Sözleşme yalnızca özel kişiler arasında ya da özel hukuk alanında yapılanları değil, taraflardan biri kamu tüzel kişisi olan ya da kamu hukukuna giren tüm sözleşmeler (idari imtiyaz sözleşmeleri, devlet ihale yasası kapsamındaki sözleşmeler) 1. maddeye girer. Bu bakımdan AİHS 5/1 (b) de geçen "Yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için" deyimi 4 No.lu Protokol 1. maddenin öngördüğü "sözleşmeden doğan borç" kavramına dahil değildir.

Birinci madde "yerine getirememe"den (inability) söz etmektedir. Dolayısıyla borçlu ödeyebilecek halde olup da ödemeyi reddediyorsa koruma kapsamına girmez. Ayrıca maddede "yalnızca" (merely) kelimesi de kullanılmıştır. Borçlu hileyle ya da kötü niyetle hareket etmişse 1 inci madde hapsine engel değildir. Sonradan ödemezlik durumunda olduğu anlaşılsa bile durum değişmez. Gerçekten 1. madde iradi olmayan ödeyememe durumuna ilişkindir. Maddede geçen "yerine getirememe" (n’est pas en mesure d’executer/on the ground of inability) deyiminin "istese bile ödeyemeyecek" olan bir kimsenin durumunu anlattığı açıktır.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun verdiği bir karara göre; bir kimsenin yasa emrettiği durumda buna uymayarak alacaklısına malvarlığı hakkında beyanda (affidavit) bulunmamış olduğu için mahkemece hapsine karar verilmesi 1 inci maddenin koruduğu alana girmez.

AİHS’nin 5/1 (b) hükümü nasıl anlaşılmaktadır? Madde 5 1(b): "Bir mahkeme tarafından kanuna uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya kanunun koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir kimsenin o zamana kadar yerine getirmeyi ihmal ettiği belirli ve somut bir borç veya edimi yerine getirmeye zorlanması amacıyla hapsedilmesini anlatmaktadır. Bu kural geniş yorumlanmamalıdır. "Bir vatandaşın genel nitelikte yasaya itaat ödevinden bahisle mecburi oturmaya mahkum edilmesi" (Guzzardi kararı), "bir ordu mensubunun bundan böyle borçlarına sadık kalması amacıyla oda hapsinde tutulması" (Ciulla kararı) genel nitelikte ödev ifasına zorlamadır, AİHS 5/1(b) kapsamına (koruduğu alana) girmez." biçiminde açıklamalarda bulunmuştur.

Doç. Dr. Metin Feyzioğlu aynı sempozyumda sunduğu tebliğinde; (Sözleşmeden Kaynaklanan Yükümlülükler Sebebiyle Hürriyetin Kısıtlanması Age.sh.15 vd)

"Anayasa m. 38, sözleşmeden kaynaklanan borcunu yerine getirmeyenin değil, getiremeyenin hürriyetinin kısıtlanamayacağı hükmünü içermektedir. Öyleyse, borcunu yerine getirebilecekken getirmeyenler, bu yasaktan yararlanamazlar. Bu çerçevede, İİK. md. 340’daki makbul sebep kavramını dar yorumlayan ve makbul nedeni örneğin, borçlu ya da onun talimatıyla başkası tarafından taksitin yatırılmasına imkan bulunmamasıyla ya da postadaki gecikmelerle sınırlayan bir uygulama, Anayasa md. 38’e aykırı olacaktır.

Ödeme şartını ihlal suçundan ödeme şartı, alacaklı ve borçlu arasında karşılıklı rıza ile yapılan bir sözleşmeye dayanıyorsa, bu suçu hükme bağlayan İİK. md. 340’daki "makbul sebep", ceza hukukundaki "beklenmeyen durum" olarak anlaşılırsa ve borçlunun gelir elde edip, taksiti ödemesini engelleyen beklenmeyen durumlarda ceza verilmesi yoluna gidilmezse, sözü geçen suç Anayasa md. 38’e aykırı olmayacaktır."

Yine öğretide Dr. Şeref Ünal (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 329 ve 330. sh.) konuya ait olarak; "bu hüküm borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödemeyen bir borçlunun, bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını yasaklamıştır. Borcun ödenmemesi, ya borçlunun mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten veya buna rağmen kötü niyetten olabilir.

Birinci halde, yani kendi kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düşen kişi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz. Ancak borçlunun hile ile veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde, protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir.

Akde muhalefetin suç sayılarak hapis cezasıyla cezalandırılabilmesi için, kanuni unsurlarının bulunması gerekir. Örneğin, borçlarından kurtulmak için ülkeden kaçma hazırlıkları yapan bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması, sözleşmeye aykırı sayılmaz.

Nitekim, bu gerekçeyle İİY’nın 331 ve onu izleyen maddelerinde kötü niyetli borçlular için cezai müeyyideler öngörülmüştür. Buna göre, alacaklısını zarara sokmak kastıyla malvarlığını eksilten, borç ödemeden aczine kendi fiiliyle sebebiyet veren borçluların hapis cezasıyla cezalandırılmaları mümkündür. Bu gibi hallerde kanuni dayanak İİY’nın söz konusu hükümleri olduğu için, borçluların cezalandırılması, Protokolün bu hükmüne aykırı sayılmamalıdır.

Borcun ifasının imkansızlığı, sonradan borçlunun mali durumunun bozulması yüzünden ortaya çıkabileceği gibi, başlangıçta, yani akdin yapıldığı anda da söz konusu olabilir. Örneğin, BK’nun 117 inci maddesine göre, "borçluya isnat olmayan haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa, borç sakıt olur." Bu ikinci durumda borç kendiliğinden ortadan kalkacağından, borcun ödenip ödenmemesi zaten söz konusu değildir." biçiminde görüş bildirmiştir.

Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Borçlu –sanık hakkındaki icra takibi sırasında borcunu 1.8.2000 gününde ödeyeceğini bildirmiş, bu talebi kabul edilerek kabul muhtırası 8.8.2000 gününde borçlu-sanığa tebliğ edilmiştir.

İİY’nın 340.maddesi uyarınca "alacaklının muvafakatı ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasanın 38 maddesinin 9. fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu sebeple üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi sebeple veya sebeplerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkanı M. Kaban; "Yalnızca sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı bir kimsenin özgürlüğünden alıkonulamayacağına ilişkin, 4709 S. Kanun ile Anayasanın 38. maddesine eklenen kuralın uygulanabilmesi için iki koşulun bir arada bulunması gerekmektedir. Bunlardan birincisi yükümlülüğün doğrudan doğruya sözleşmeden kaynaklanması, araya başka bir otoritenin girmemesi, ikincisi ise, borçlunun ihmal ve kusuru olmaksızın bu yükümlülüğü istese bile yerine getiremeyecek olmasıdır. Öğretide de anılan fıkranın uygulanma koşulları uluslar arası temel metinlerden yararlanılarak bu biçimde açıklanmaktadır. (Prof. Tekin Akıllıoğlu, Age. sh. 7, Yard. Doç. Dr. İbrahim Ercan, Mukayeseli Hukuktaki Düzenlemeler) Alacaklının muvafakatıyla kararlaştırılan ödeme şartı, geçerli ve kesinleşen icra takibi esnasında yapıldığından, dolayısıyla araya kamu otoritesi girdiğinden, geçerli ve kesinleşen icra takibi esnasında yapıldığından, dolayısıyla araya kamu otoritesi girdiğinden, yükümlülüğün sadece sözleşmeden kaynaklandığını kabule olanak bulunmaktadır. Ayrıca, İİY.’nın 340. maddesinde ödeme koşulunun makbul bir sebep olmaksızın ihlali yaptırım altına alınmış olup, bu olgu "yerine getirememeyi" de kapsadığından, taahhüdü ihlal suçunun özgürlüğü bağlayıcı nitelikteki yaptırımın Anayasanın 38. maddesinin 9. fıkrasındaki yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği,

İki kurul üyesi ise; Yargıtay C. Başsavcılığı itirazında ileri sürülen görüşlerin haklı sebeplere dayandığı ve itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının REDDİNE, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 22.01.2002 tarihinde kanuni oyçokluğuyla karar verildi.

Kaynak: {Kaynak: www.izmirbarosu.org.tr }

[Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı]



T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2001/17-295
Karar: 2002/14
Tarih: 29.01.2002

ÖZET: İİY.sının 340. maddesinde ön görülen taahhüdü ihlâl suçu aynı Kanunun 111. maddesindeki hal dışında, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilmemiş olmasından kaynaklandığından, sanığın bu suçtan cezalandırılabilmesi için üst norm olan ve sanık yararına hüküm getiren Anayasanın 38. maddesinin son fıkrası uyarınca sanığın,. borcunu hangi sebeple yerine getirmediği araştırılarak hukuki durumunun buna göre belirlenmesi gerekir. Önemli Not: Temmuz-2002 tarih ve 7 s. Yargıtay Kararlar Dergisinin 1087 ve devamı sahifelerinde yayımlanmış olan Ceza Genel Kurulunun 25.9.2001 tarih ve 151-169 s. kararı, Anayasanın 38. maddesinde 4709 s. Yasanın 15. maddesi ile yapılan ve 17 Ekim 2001 tarih ve 24556 mükerrer s. Resmi Gazetede yapılan değişiklikten önceye ait bulunmaktadır.

(2709 sayılı Anayasa. m. 38) (2004 sayılı İİK. m. 111, 340) (818 sayılı BK. m. 1, 3, 106)

KARAR METNİ:
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Bahadır'ın İİY'nın 340. maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ait (Göynücek icra Ceza Mahkemesinden verilen 31.10.2000 tarih ve 158-164 s. hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 13.11.2001 tarih ve 9613-9512 sayı ile;

"Sanığın üzerine atılı suçun içerik ve netliğine, 17 Ekim 2001 gün ve 24556 mükerrer s. Resmi Gazete'de yayımlanan 4709 s. Yasanın 15. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 38. maddesine eklenen son fıkra uyarınca "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükümü ile yapılan bu düzenlemenin sanığın lehinde bulunması ve TCK'nun 2/2. maddesi de gözetilerek sangın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu" bulunduğu gerekçesiyle sair yönleri incelemeksizin bozulmuştur.

Yargıtay C. Başsavcılığı 12.12.2001 tarih ve 114358 sayı ile;

2004 s. Kanunun 340. maddesinde ön görülen taahhüdü ihlal suçunda ihlal edilen sözleşme hukuku olmayıp, suç sözleşmeye aykırılıktan değil, yasayla ön görülen bir yükümlülükten kaynaklanmaktadır. Borcun ödettirilmesine matuf objektif bir sorumluluk hali sözkonusu olmayıp, kusur sorumluluğu esas alındığından, Anayasanın 38. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kalmamaktadır.

Diğer yandan 4709 s. Kanun ile getirilen düzenleme, genel bir kurala ait olup, doğrudan uygulanabilir içerik ve nitelikte değildir. Bu sebeple Yüksek Dairece hüküm doğrudan uygulanabilir nitelikte kabul edilerek bozma kararı verilmesi de yerinde değildir." gerekçeleriyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

Sanığın taahhüdü ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasa'nın 38. maddesine 4709 s. Kanun ile eklenen, "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" şeklindeki kuralın icra iflas Yasası'nın 340. maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, sair bir anlatımla ödeme taahhüdünün ihlal edilmesinin, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilmemesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve 4709 s. Kanun ile getirilen düzenlemenin doğrudan uygulanabilir bir kural niteliğinde bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 22.1.2002 tarih ve 294/1 s. kararında açıklandığı üzere;

"Borçlunun .ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlığını taşıyan icra ve iflas Yasası'nın 340. maddesinde;

111. madde gereğince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketi suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.

İİY.nın 111. maddesine göre; borçlunun, yeterli miktarda malının haczedilmiş olması, satış talebinden önce borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt etmesi ve birinci taksiti derhal yatırması, her taksidin borcun dörtte bir miktarından aşağı olmaması, taksitlerin aydan aya olup sürenin üç ayı aşmaması halinde icra işlemi durur ve aynı Kanunun 106. maddesinde belirtilen satış isteme süreleri işlemez. Bu maddeye göre kararlaştırılan ödeme taahhüdünde alacaklının onayına gerek bulunmayıp, borçlunun bu hakkı Yasadan kaynaklandığından, uygulamada "yasal taksit hakkı" olarak da adlandırılmaktadır. Belirtilen bu ödeme şartı, sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığından, borçlunun ödeme şartını ihlali halinde özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesine 4709 s. Kanun ile eklenen 9. fıkradaki kurala aykırılık oluşturmaz.

İİY.nın 340. maddesindeki ikinci ödeme şartı ise; icra takibini kesinleşmesinden sonra alacaklının muvafakatıyla icra dairesinde kararlaştırılan borcun taksitle ödenmesidir.

Bu koşuldaki ödeme ihlalinin suç oluşturabilmesi için, borçlu hakkında geçerli ve kesinleşen bir icra takibinin bulunması, borçlunun taahhüdünün alacaklı, vekili veya kanuni temsilcisi tarafından kabul edilmesi, ödenecek toplam miktarın rakamsal olarak belirlenmesi, tarafların belirlenen bu miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmaları, taahhüt esnasında, alacaklı veya vekili veya kanuni temsilcisi hazır değil ise, alacaklının kabul keyfiyetinin ödeme gününden önce borçluya bir muhtıra ile bildirilmesi gerekmektedir. Sayılan koşullardan birinin bulunmaması halinde ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun bu madde ile cezalandırılması olanağı bulunmamaktadır.

A.Tahir Öğütçü ve A.Çiftçioğlu Uygulamalı icra ve iflas Yasası isimli eserlerinin 1298. sayfasında "Borçlunun taahhütte bulunması ve bu taahhüdün alacaklı tarafından kabul edilmesi bir akittir. Akit, iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde tamam olur (BK. md.1). Kabul için bir süre tayin ederek başka bir kimseye bir akdin yapılmasını teklif eden kimse, bu sürenin bitimine kadar icabından dönemez. Bu süre bitmeden evvel kabul haberi kendisine yetişmezse icabı ile bağlı kalamaz (BK. md. 3). Bu itibarla borçlunun taksit talebinin, ilk taksit gününden evvel kabul keyfiyetinin borçluya bildirilmiş olması zorunludur. Aksi halde, borçlu icabi ile bağlı kalmadığından akit tamamlanmamış olur" biçimindeki açıklamalarla bu ödeme şartının bir sözleşme olduğunu ifade etmişler, İİY.nın 111. maddesinin 3. fıkrasında da bu ödeme koşulunun "sözleşme" olduğu ve bu sözleşmenin devamı süresince 106. maddedeki sürelerin işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Borçlu ve alacaklı tarafından kararlaştırılan ödeme koşuluna ilişkin tutanağın, ilgililer ve icra müdürü veya yardımcısı veya katibi tarafından imzalanması zorunluluğu bulunmakta ise de bu zorunluluk, İİY.nın 8. maddesi uyarınca tutanakların aleniyeti ve ispat kuvvetinden kaynaklanmaktadır, imza, sözleşmenin değil tutanağın geçerlilik şartı olup, icra memurları bu taahhütte taraf olmadıklarından içeriğine müdahale edememekte, sözleşme yalnızca icranın tarafları arasında yapılmaktadır.

Maddede "makbul bir sebep olmaksızın" ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte, postaya tarihinden önce verilen taksidin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar sebebiyle taahhüdün yerine getirilememesi gibi haller uygulamada haklı neden olarak kabul edilmekte, Anayasa'nın 38. maddesinin 9. fıkrasında belirtilen "yerine getirememe" kavramı ise "makbul sebeb"i de kapsayacak biçimde kendi ihmal ve kusuru olmaksızın, yalnızca sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğünü istese bile yerine getirememeyi ifade etmekte ve hakime daha geniş bir araştırma yapma zorunluluğu yüklemektedir. Bu sebeple "makbul sebep" kavramının "yerine getirememe" kavramı ile aynı anlamı taşıdığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Borçlu sanığın, hakkındaki icra takibi sırasında ödeme taahhüdünde bulunduğu, bu taahhüdün kabul edildiği anlaşılmaktadır.

İİY'nın 340. maddesi uyarınca "alacaklının muvafakati ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasa'm 38. maddesinin 9. fıkrasındaki 'Verine getirememe" kavramından daha dardır. Bu sebeple üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi sebeple veya sebeplerle yerine getiremediği araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Kudret Yalçın Bal; "Bilindiği üzere I.(.Yasamızın 340. maddesinin başlığı: "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" olup, madde içeriğinde de: "Borcu ödeme şartı"ndan söz edilmektedir. Uyulmaması halinde 340. maddedeki yaptırımın uygulanmasını gerektiren 111. maddesinin başlığı ise : "Taksitle ödeme" olup, 1. fıkrası: "Borçlu alacaklının satış talebinden evvel borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt eder ve birinci taksiti de derhal verirse icra muameleleri durur." hükmünü içermektedir. Maddede geçen "taahhüt" kelimesi sebebiyle bu suç uygulamada "taahhüdü ihlal" olarak adlandırılmaktadır.

Burada üzerinde durulması gereken ilk nokta, İ.I.Yasası'nın 111. maddesindeki düzenlemenin hukuki açıdan nasıl nitelendirileceğidir. Öğretide kimileri "taahhüt" kimileri ise "sözleşme" olarak nitelendirmektedirler. Gerek Borçlar Yasası'nın sözleşmeye ait hükümlerinden, gerekse sözleşme kelimesinin sözlük anlamından hareketle yapılan işlemin bir sözleşme olmadığı kanısını taşımaktayım. Zira, işlem ister i.i.Yasası'nın 340. maddesine göre hacizden önce yapılmış olsun, isterse 111. maddesine göre hacizden sonra yapılmış olsun, her iki durumda de tarafların serbest iradeleriyle düzenlenmiş icap ve kabullerin bağımsızca belirlendiği bilinen anlamda bir sözleşmeden, özellikle de 111. madde açısından bir sözleşmeden söz etmek olanaklı değildir. Yapılan işlem uygulamadaki adıyla yasayla düzenlenmiş "taksitle ödeme hakkı"nın kullanılmasıdır.

Bir an için yapılan işlemin sözleşme olduğunu kabul etsek bile karşımıza iki sorun daha çıkmaktadır: Birincisi, Avrupa insan Hakları Sözleşmesi'nin ek 4 no'lu protokolünde de bulunan: "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz." biçimindeki hüküm, 23.2.1994 gün ve 3975 s. Kanun ile TBMM'ce onanıp, 9.6.1994 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak (öğrendiğimiz kadarıyla henüz onay belgesi verilmemekle birlikte) iç hukukumuzun normlar hiyerarşisi açısından öğretideki (katılmadığımız) bir görüşe göre Anayasa üstü, bir sair görüşe göre de kanun üstü konuma gelmişken, 17 Ekim 2001 günlü mükerrer s. Resmi Gazete ile yayımlanıp yürürlüğe giren 4709 s. Kanun ile bu kez de Anayasamız'ın 38. maddesine bir fıkra olarak eklenen bu hükümle, İ.I.Yasası'nın 340. maddesinin: "111. madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlu, alacaklının şikayeti üzerine tetkik mercii tarafından 1 aydan 3 aya kadar hafif hapis cezası ile cezalandırılır." biçimdeki hükümü arasında bir aykırılık olup olmadığıdır. Kanımızca Anayasa'ya eklenen fıkradaki: "... sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı.." deyimle İ.İ.Yasası'nın 340. maddesindeki:"... borcu ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden.." deyimi arasında kullanılan sözcükler dışında temel felsefe açısından bir fark bulunmayıp, aksine koşutluk vardır. Sonuçta cezalandırma geçerli bir nedene dayanan "ödeyememeyi" değil, "ödememeyi" hedef almaktadır ki, uygulama da bu yöndedir. Böyle olunca da I.I.Yasası'nın 340. maddesinin Anayasa'daki yeni düzenlemeye aykırı bir durum yarattığını söylemek olanaklı değildir.

ikinci sorun, varsayalım ki, Anayasa'ya eklenen bu madde ile İİY.nın anılan maddesi arasında bir aykırılık olsun: Anayasada sonradan yapılan düzenleme önceden yürürlükte olan yasadaki bir hükümü açıkça ortadan kaldırmışsa, normlar hiyerarşisi açısından sorun basittir; yapılan değişiklikten ve konunun suç olmaktan çıktığından söz edilerek bozma kararı verilmesi gerekir, oysa Yüksek Daire'nin kararını incelediğimizde bundan söz edilmemekte, Yüce Ceza Genel Kurulu'nun Çek Kanunu ile ilgili kararında olduğu gibi geleceğe yönelik yani uyum yasalarının çıkmasını beklemeyi ifade eden görüş yer almaktadır. Bu gibi durumlarda da karşımızda iki seçenek vardır: Birinci seçenek, var olan kanun maddesinin yürürlükten kalktığını açıkça kabul edemiyorsak uygulamayı sürdürmemiz gerektiğidir, ikinci seçenek ise, Anayasa'daki son değişiklikle var olan kanun maddesi arasında aykırılık olduğu kuşkusunu taşıyorsak, bu halde da yapılacak iş; Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca aykırılık iddiasında bulunmak ve Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakmaktır. Sanırım hukuka uygun olanı da bu olmalıdır.

Görüşümüzü destekleyen bir başka olgu da, gerek Çek Kanunu açısından, gerekse I.İ.Yasası vb. yasalar açısından; "uyum yasaları" adı altında maddeyi suç olmaktan çıkarmayan, yaptırım biçimini değiştiren yeni düzenlemeler yapılacağı yolunda kamuoyuna da yansıyan açıklamalardır. Kanımızca, bu düzenlemelerin Anayasa değişikliğiyle birlikte ya da hemen sonrasında Yüce TBMM'ne sunulmaması, bu güne dek sürüncemede kalması, hukukumuz ve adaletimiz açısından bir talihsizlik olmuştur.

Yukarıda açıkladığım düşüncelerle Yüce Ceza Genel Kurulu'na sayın çoğunluğunun itiraz reddi yolundaki görüşüne katılamıyorum",

Bu kısım Kurul Üyesi ise; "Yargıtay C. Başsavcılığı itirazında ileri sürülen görüşlerin haklı sebeplere dayandığı ve itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanılmışlardır.

Sonuç : Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının REDDİNE, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 29.1.2002 tarihinde kanuni oyçokluğuyla karar verildi.

Kaynak: YKD. Ağustos 2002

[Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı]



T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2002/7-54
Karar: 2002/178
Tarih: 05.03.2002

ÖZET: İcra ve İflas Yasası´nın 340 ıncı maddesinde; 111 inci madde gereğince veya alacaklının muvafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmekte, postaya tarihinden önce verilen taksidin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar sebebiyle taahhüdün yerine getirilememesi gibi haller uygulamada haklı neden olarak kabul edilmekte, Anayasa´nın 38 inci maddesinde belirtilen "yerine getirememe" kavramı ise "makbul sebeb"i de kapsayacak biçimde kendi ihmal ve kusuru olmaksızın, yalnızca sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğünü istese bile yerine getirememeyi ifade etmekte ve hakime daha geniş bir araştırma yapma zorunluluğu yüklemektedir. Bu sebeple "makbul sebep" kavramının "yerine getirememe" kavramı ile aynı anlamı taşıdığının kabulüne olanak bulunmamaktadır. İY´nın 340 ıncı maddesi uyarınca "alacaklının muvafakatı ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasa´nın 38 inci maddesindeki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu sebeple üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi sebeple veya sebeplerle yerine getiremediği araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunur.

(2709 sayılı Anayasa. m. 38) (2004 sayılı İİK. m. 340, 111)

KARAR METNİ:
Taahhüdü ihlal suçundan sanık Gökhan Y'in İİY'nın 340. maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ait Kozan İcra Ceza Mahkemesinden verilen 27.9.2000 tarih ve 883-883 s. hüküm C.Savcısı tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Hukuk Dairesince 21.6.2001 tarih ve 4488/4380 sayı ile ; "İcra kefili olan sanığa borç ödeme taahhüdünden sonra icra emri tebliğ edildiğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmediği" belirlemesine yer verilerek oyçokluğuyla onanmıştır.

Yargıtay C.Başsavcılığı 18.07.2001 tarih ve 175221 sayı ile; icra kefili olan sanığın, kendisine icra emri tebliğ edilmeden kefaletle birlikte yaptığı taahhüdün hukuken geçersiz olduğu gözetilmeden sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesinin isabetsiz olduğu görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak Özel Daire onama kararının kaldırılarak Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

Ceza Genel Kurulu ise; 02.10.2001 tarih ve 210/173 sayı ile; "Sanığın gıyabında verilen mahkumiyet kararının usulünce tebliğ edilip edilmediğinin saptanması için varsa, tebligat evrakının bir nüshasının Mahkeme divanhanesinde ilan edildiğine ait tutanağın eklenmesi, yoksa sanığa usulüne uygun tebligat yapılarak, hükümü temyiz etmesi halinde temyiz dilekçesi de eklenerek, geri gönderilmek üzere dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine" karar vermiş, Yerel Mahkemece Tebligat Yasasının 35. maddesine uygun şekilde yeniden tebligat yapılmıştır.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşuldu düşünüldü.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık sanığa yüklenen taahhüdü ihlal suçunun oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

Ancak, 17 Ekim 2001 gün ve 24556 mükerrer s. Resmi Gazete'de yayımlanan 4709 s. Yasanın 15. maddesi ile Anayasa'nın 38 nci maddesine eklenen, "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" şeklindeki kuralın İcra İflas Yasası'nın 340 ıncı maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, sair bir anlatımla ödeme taahhüdünün ihlal edilmesinin, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve 4709 s. Kanun ile getirilen düzenlemenin doğrudan uygulanabilir bir kural niteliğinde bulunup bulunmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 22.01.2002 tarih ve 294/1 s. kararında açıklandığı üzere; "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlığını taşıyan İcra ve İflas Yasası'nın 340 ıncı maddesinde; 111 inci madde gereğince veya alacaklının muvafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.

İİY'nın 111 inci maddesine göre; borçlunun, yeterli miktarda malının haczedilmiş olması, satış talebinden önce borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt etmesi ve birinci taksiti derhal yatırması, her taksidin borcun dörtte bir miktarından aşağı olmaması, taksitlerin aydan aya olup sürenin üç ayı aşmaması halinde icra işlemi durur ve aynı Kanunun 106 ncı maddesinde belirtilen satış isteme süreleri işlemez. Bu maddeye göre kararlaştırılan ödeme taahhüdünde alacaklının onayına gerek bulunmayıp, borçlunun bu hakkı Yasadan kaynaklandığından, uygulamada "yasal taksit hakkı" olarak da adlandırılmaktadır. Belirtilen bu ödeme şartı, sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığından, borçlunun ödeme şartını ihlali halinde özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, Anayasa'nın 38 inci maddesine 4709 s. Kanun ile eklenen 9 uncu fıkradaki kurala aykırılık oluşturmaz.

İİY'nın 340 ıncı maddesindeki ikinci ödeme şartı ise; icra takibinin kesinleşmesinden sonra alacaklının muvafakatıyla icra dairesinde kararlaştırılan borcun taksitle ödenmesidir.

Bu koşuldaki ödeme ihlalinin suç oluşturabilmesi için, borçlu hakkında geçerli ve kesinleşen bir icra takibinin bulunması, borçlunun taahhüdünün alacaklı, vekili veya kanuni temsilcisi tarafından kabul edilmesi, ödenecek toplam miktarın rakamsal olarak belirlenmesi, tarafların belirlenen bu miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmaları, taahhüt esnasında, alacaklı veya vekili veya kanuni temsilcisi hazır değil ise, alacaklının kabul keyfiyetinin ödeme gününden önce borçluya bir muhtıra ile bildirilmesi gerekmektedir. Sayılan koşullardan birinin bulunmaması halinde ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun bu madde ile cezalandırılması olanağı bulunmamaktadır.

A.Tahir Öğütçü ve A.Çiftçioğlu Uygulamalı İcra ve İflas Yasası isimli eserlerinin 1298. sayfasında "Borçlunun taahhütte bulunması ve bu taahhüdün alacaklı tarafından kabul edilmesi bir akittir. Akit, iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde tamam olur. (B.K. md. 1) Kabul için bir süre tayin ederek başka bir kimseye bir akdin yapılmasını teklif eden kimse, bu sürenin bitimine kadar icabından dönemez. Bu süre bitmeden evvel kabul haberi kendisine yetişmezse icabı ile bağlı kalmaz. (B.K. md. 3) Bu itibarla, borçlunun taksit talebinin, ilk taksit gününden evvel kabul keyfiyetinin borçluya bildirilmiş olması zorunludur. Aksi halde, borçlu icabı ile bağlı kalmadığından akit tamamlanmamış olur" biçimindeki açıklamalarla bu ödeme şartının bir sözleşme olduğunu ifade etmişler, İİY'nın 111 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında da bu ödeme koşulunun "sözleşme" olduğu ve bu sözleşmenin devamı süresince 106 ncı maddedeki sürelerin işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Borçlu ve alacaklı tarafından kararlaştırılan ödeme koşuluna ilişkin tutanağın, ilgililer ve icra müdürü veya yardımcısı veya katibi tarafından imzalanması zorunluluğu bulunmakta ise de bu zorunluluk, İİY'nın 8 inci maddesi uyarınca tutanakların aleniyeti ve ispat kuvvetinden kaynaklanmaktadır. İmza, sözleşmenin değil tutanağın geçerlilik şartı olup, icra memurları bu taahhütte taraf olmadıklarından içeriğine müdahale edememekte, sözleşme yalnızca icranın tarafları arasında yapılmaktadır.

Maddede "makbul bir sebep olmaksızın" ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte, postaya tarihinden önce verilen taksidin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar sebebiyle taahhüdün yerine getirilememesi gibi haller uygulamada haklı neden olarak kabul edilmekte, Anayasa'nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasında belirtilen "yerine getirememe" kavramı ise "makbul sebeb"i de kapsayacak biçimde kendi ihmal ve kusuru olmaksızın, yalnızca sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğünü istese bile yerine getirememeyi ifade etmekte ve hakime daha geniş bir araştırma yapma zorunluluğu yüklemektedir. Bu sebeple "makbul sebep" kavramının "yerine getirememe" kavramı ile aynı anlamı taşıdığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Borçlu-sanığın ödeme taahhüdünde bulunduğu, bu taahhüdün kabul edildiği anlaşılmaktadır.

İİY'nın 340 ıncı maddesi uyarınca "alacaklının muvafakatı ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasa'nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu sebeple üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi sebeple veya sebeplerle yerine getiremediği araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının öncelikle ve bu değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Kudret Yalçın Bal; Ceza Genel Kurulunun 29.01.2002 tarih ve 295-14 s. kararında belirtmiş olduğu gerekçelerle Anayasada yapılan değişikliğin İİY.sının 340 ncı maddesini kapsamadığı karşı oyunda bulunmuştur.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 21.6.2001 tarih ve 4488/4380 s. onama kararının KALDIRILMASINA, sair yönleri incelenmeyen Yerel Mahkeme hükmünün, Anayasa'nın 38. maddesine 4709 s. Kanun ile eklenen "Hiç kimse, sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" şeklindeki 9. fıkra hükümü uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması sebebiyle BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 05.03.2002 tarihinde kanuni oyçokluğuyla karar verildi.

Kaynak: C o r p u s

[Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı]
Old 21-12-2009, 10:43   #6
csk

 
Varsayılan

yukarıda sunulan kararlar tümü eski tarihli kararlardır.dikkatinize
Old 21-12-2009, 12:43   #7
Av.Hülya Büyükoğlu

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan csk
yukarıda sunulan kararlar tümü eski tarihli kararlardır.dikkatinize


Kullandığım içtihat programında madde altında mevcut tüm kararları gönderdim. Sizin dikkat çektiğiniz hususta bir bilgim yok. Tabi ki meslektaşımın bu duruma dikkat etmesi ve benim programımda olmayan, yukarıdaki kararlarla çelişen daha yeni tarihli bir karar varsa onu dikkate alması gerekir.
İyi çalışmalar dilerim.
Old 21-12-2009, 16:03   #8
yalcinhukukbürosu

 
Varsayılan

Sevgili meslektaşlarım. bildiğimiz üzere icra ceza mahkemelerince verilmiş bulunan kararlar itiraz yasa yoluna başvurulabilen kararlardır. zaten ilgili kararda da söz konusu karara karşı en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmektedir. ayrıca sitemizde icra ceza mahkemelerinin taahhüdü ihlal ile ilgili vermiş olduğu kararlar ile ilgili olarak Yargıtay kararlarına rastlanmaktadır. Yasal olarak itiraz edilebilen bir kararın nasıl oluyor da temyiz edilebildiğini yada başka bir değişle icra ceza mahkemesinin bu tür kararlarını temyiz etme usulü hakkında birisi bana bilgi verebilirse sevinirim. herkese iyi çalışmalar.
Old 21-12-2009, 19:51   #9
csk

 
Varsayılan

yasa değişiklikleri öncesi temyiz yolu açık olmasın karsın değişiklik sonrası itiraz yolu öngörülmüştür.

herne kadar itiraz yolu mevcut olsa da yargıtay c. başsavcılığının kanun yararına yargıtayda temyize başvurma hakkı mevcuttur.
Old 22-12-2009, 13:41   #10
yalcinhukukbürosu

 
Varsayılan

Yargıtay cumhuriyet Başsavcılığının ve adalet bakanlığının kanun yararına bozma istemi ile temyize başvurma hakkı yasada açıkça var. burada bizim sorunumuz, anayasa mahkemesinin konu ile ilgili kararlarına rağmen ( ki sanığın ödeme gücü olmadığı cra ceza mahkemesi dosyasına gelen tapu, vergi dairesi, trafik tescil..vs gelen yazılar ile kanıtlanmışken ) icra ceza mahkemeleri taahhüdü ihlalden sanığa ceza verebilmekte yada vermekte. benim sıkıntım kanun yararına bozma istemi ile temyiz yasa yoluna başvurma hakı olan yukarıda belirttiğim makamların nasıl harekete geçirilebileceği yönünden. tabii sanık vekili olarak..
Old 22-12-2009, 16:59   #11
csk

 
Varsayılan

Adalet bakanlığına sunulmak üzere bulunduğunuz yer cumhuriyet başsavcılığına kanun yararına bozma istemli dilekçe ile başvurunuzu yapabilirsiniz.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
taahhüdü ihlal suçunda ekonomik sosyal durum araştırması ocean10 Meslektaşların Soruları 9 05-12-2012 17:47
taahhüdü ihlalde makbul sebep savunması hakkaniyet_ Meslektaşların Soruları 0 13-12-2009 16:44
taahhüdü ihlal zeliha ert Meslektaşların Soruları 3 11-12-2009 09:20
Yargıtay Kararı Taahhüdü ihlal davasında 2 borçlu için beraat ? zlm Meslektaşların Soruları 0 26-05-2009 11:59
Haklı sebep, tutanak, süre, yargıtay kararı :) Av.Y.Selim ÜSTÜN Meslektaşların Soruları 1 29-04-2008 16:45


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04108191 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.