Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Posta Gönderenin mi, Alıcının mı tasarrufunda olmalı?

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 21-02-2007, 12:16   #1
Hekimbaşı

 
Varsayılan Posta Gönderenin mi, Alıcının mı tasarrufunda olmalı?

Sn.Katılımcılar,


Konu başlığına bakınca, herşey ortada aslında, fazla lafa hacet yok. Ama yine de bazı şeyler
söyleyeceğim, ki konunun uygulamasıyla ilgili ayrıntılar herkesçe bilinir olsun.

KLASİK POSTACILIK: İletişim özgürlüğü
=================
Klasik postada, zarfa alıcının adı ve adresini yazar, pulunu yapıştırır, postanedeki bir
delikten içeri atardık. Ben artık neredeyse hiç atmıyorum gibi birşey. Ondan sonra olanları
bilir misiniz, bilmem. Ben kargo sektöründeki çalışmalarım sırasında inceledim, olay şöyle
gelişiyor:

Gönderiler
1. genellikle Yurtİçi (Normal) ve YurtDışı (Uçakla) diye iki kutuda toplanıyorlar
2. akşam saatinde veya yükü çok olan postanelerde öğlen ve akşam saatlerinde alınıp
merkez postaneye götürülüyorlar
3. merkez postanede bir ayırım merkezi var, orada alıcı adreslerine göre bölgelere
ayrılıyor ve kutulara konuyorlar
4. her bölgenin veya grup grup bölgelerin önceden belli taşıma araçları var, onlara
yükleniyorlar
5. araçlar yola çıkıyor, fakat çoğu zaman doğrudan bölgesine gitmiyor, arada aktarma
istasyonları var, oralarda (3) ve (4) deki işlem tekrarlanıyor, çoğu posta birkaç
aktarma istasyonundan geçiyor (örneğin IST dan VAN a gidecek mektup Eskişehir, Ankara,
Diyarbakır da kamyon değişitiriyor)
6. varış bölgesindeki merkez postanede ayırım yapılarak dağıtım araçlarına paylaştırılıyor
ve teslimde görevli postaneye gönderiliyorlar
7. teslimle görevli postanedeki görevli mektubu adrese götürüyor

Ne ayırım merkezlerine, ne aktarma istasyonlarına, ne de postanenin gelen ve giden mektupları
sakladığı yerlere girmeniz yasak. Postacı sizi daha önceden görmemiş, tanımıyorsa, yolda
elinde size gelen mektup dahi olsa teslim etmez. Kimlik göstermeniz bile yeterli değildir,
adrese teslim edeceğim, almak istiyorsan benimle gel derler.

Bunun adı iletişim gizliliğidir, ki iletişim özgürlüğünün güvencesi açısından olmazsa olmaz.

ELEKTRONİK POSTACILIK: Gözaltında iletişim özgürlüğü
=====================
E-posta, atyapı olarak kağıt üzerinde çok benzer bir yapıdadır. Onda da kabul, ayırım, aktarma,
yönlendirme, teslim işlevleri vardır. Ama, bu işlevlerin yerine getiriliş biçimleri farklıdır.

1. Bilgisayarınız, postayı bir zarfın içine koyar, bu zarf şunlardan oluşur:
a) Gönderen bilgileri
b) Alıcı bilgileri
c) İçeriğin nitelikleriyle ilgili bilgiler

2. Çıkış noktasındaki toplayıcılar
a) Gönderen bilgilerini okur, onun adres havuzunda değilse reddeder
b) Bağlı olduğu aktarıcıya yollamak üzere postayı ikinci bir zarfa koyar (bunu klasik postadaki
ayıklama kutusuna benzetebiliriz), bu zarfta kendisini yollayıcı, yolladığı hattın ucundakini
ise aktarıcı olarak gösterir

3. Aktarıcılar
a) Dış zarfı açar, çöpe atar
b) Alıcı bilgilerini okur, kendi adres havuzunda değilse, aktaracağını anlar
c) Alıcı yönüne giden hatlardan en müsait olanını saptar
d) zarfı yine kendisini yollayıcı, yolladığı hattın ucundakini aktarıcı olarak gösterdiği bir
ikinci zarfa koyar

4. Varış noktasındaki dağıtıcılar
a) Dış zarfı açar, çöpe atar
b) Alıcı bilgilerini okur, onun adres havuzunda olduğundan emin olur
c) Alıcı kendisiyle temas ettiğinde postayı teslim eder
d) Alıcı kendi adres havuzunda değilse, aktarıcıya iade eder

Dolayısıyla, e-posta hizmetlerini şöyle özetleyebiliriz: gönderenin bağlı olduğu çıkış noktasında
bir toplayıcı tarafından toplanarak, varış noktasındaki dağıtıcıya varana dek çeşitli aktarıcılar
aracılığı ile dolaşan, varış noktasına vardığında alıcısına teslim edilen dijital içerikli posta
hizmetleri.

Görüldüğü üzere, burada da bütün aşamalarda sadece zarf üzerindeki bilgiler kullanılmaktadır.
Elbette bu, içindeki bilgilerin okunamayacağının garantisini vermez, ama zarfın içine ne konduğu
taşıyıcılar tarafından bilinmediğinden, açınca neyi ne kadar ve nasıl göreceğini belirlemek
göndericinin insiyatifindedir. Olağan iletişimde bu kolayca gerçekleştirilebilir, fakat kodlanmış
bilgilerde mümkün olamaz. Dolayısıyla iletişim gizliliği ve iletişim özgürlüğü burada ancak öyle
korunabilir; çünkü taşıyıcılar zarfı açtılar mı, içine baktılar mı, bilme olanağınız sıfırdır.
Zarf size asla yırtılmış, tahrip olmuş olarak gelmeyecektir, hep gıcır gıcırdır.

Dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum; (3) de sözü edilen aktarıcıların kaç tane ve nerelerde oldukları
hakkında birşey söylemedim. Çünkü bunlar (3c) nedeniyle çok değişken olabilmektedir. Hatta,
toplayıcılar aynı zamanda dağıtıcı görevi gördükleri için, hiç aktarıcı kullanılmamış da olabilir.
Öte yandan, aynı alıcıya yolladığımız ilk posta {1,5,9,21} nolu aktarıcılardan geçmişken, sonraki
sadece {3,19} dan geçmiş olabilir. Bu hemen daima hatların yoğunluğuna göre değişkenlik gösterir;
ama her posta için tek tek değil, belli zaman dönemi için her hedefe göre gruplar halinde.

FARKLAR
=======
Dolayısıyla, e-postanın klasik postadan farkını şöyle özetlemek mümkündür:
1. İletişimin gizliliği elektronik postada çok kolayca ihlal edilebilir ve kanıtlanamaz;
2. Elektronik postanın kimlerin elinden geçtiğini
a) önceden bilmek mümkün değildir;
b) sonradan öğrenmekse, ancak aktarıcılar bu konuda kayıt tutuyorsa ve tuttukları kayıt süresi
geçmemişse mümkündür; çünkü ilelebet kayıt tutmak mümkün değildir.

OLMAYAN BİR PROSEDÜR: Postanın iptali
====================
Klasik postada postanın iptaline ilişkin bir prosedür tanımlanmamıştır, postaneye verdikten sonra
postanın alıcıya ait olduğu ve teslimine kadarki sürede PTT ye emanet edilmiş olduğu kabul edilir.
Klasik postada tanımlı olmadığından hareketle, elektronik postada da iptal prosedürü tanımlanmamıştır.

POSTANIN İPTALİ: Mümkün müdür / Gerekli midir
===============
Klasik postada olmasa bile, elektronik postada iptal mümkün olabilir. Her ne kadar dünyanın öbür
ucuna birkaç saniyede gidiyorsa da, alıcının eline geçmeden önce postayı dağıtıcıda yakalamak
mümkündür; çünkü mevcut alıcıların ancak belli bir bölümü dağıtıcıyla sürekli temas halindedir.
Kaldı ki, alıcının makinesine iptal mesajı göndermek ve postanın silinmesini sağlamak bile çok
kolaydır.

Klasik postada iptal prosedürü olmamasının temel nedeni, gönderenin ara noktalarda tam olarak
bilinmesinin mümkün olmamasıdır. Fiziksel olarak postaya yetişmek ve arayıp bulmak da hemen hemen
olanaksız olduğundan, konunun üzerinde durulmamıştır. Ama elektronik postada her ikisi de mümkün
olabilmektedir.

O halde, şu soru ortada kalmaktadır: posta gönderenin mi, alıcının mı tasarrufunda sayılmalıdır?

Bence gönderenin; bakalım sizler hem vicdani, hem de hukuki açıdan neler diyeceksiniz?

Saygılarımla,
Old 23-02-2007, 13:35   #2
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Çok ilginç bir konu açmışsınız, teşekkür ederiz.

Soru çok güzel ve zor. Bakalım cevap verebilecek miyiz?

Saygılarımla.
Old 23-02-2007, 15:28   #3
A.Turan

 
Varsayılan

elimizden geleni yaparız
Old 23-02-2007, 17:52   #4
Admin

 
Varsayılan

Güzel tartışma için teşekkürler. Biraz fazla "bilimsel" kaçabilir ancak ileri sürülecek fikirlere ışık tutacağına inanıyorum:

Alıntı:
Bir sözleşmede kabul iradesi o anda hazır bulunmayan bir muhataba gönderilirse, sözleşmenin ne zaman kurulmuş sayılacağı konusunda dört değişik görüş öne sürmek mümkündür: Örneğin, geleneksel bir sözleşmede kabul haberinin mektupla icapçıya gönderildiği varsayılırsa, bir görüşe göre kabul iradesinin açıklanması yani mektubun yazılış anı sözleşmenin kuruluş anı olarak kabul edilebilir (Açıklama – Belirtme – İzhar Teorisi). Bir diğer görüş mektubun yollandığı anı sözleşmenin kuruluş anı olarak belirlerken (Gönderme – İrsal Teorisi), üçüncü görüş kabul iradesinin muhataba ulaştığı anı (Ulaşma – Varma – Vüsul Teorisi), dördüncü görüş ise muhatapça öğrenildiği anı (Öğrenme – Ittıla Teorisi) esas almaktadır.

TUNÇOMAĞ, BK. 10/1 maddesindeki “Gaipler arasında icra olunan akitler kabul haberi irsal olunduğu anda hüküm ifade ederler” hükmünden hareketle, Türk Hukukunda “Gönderme Görüşünün” esas alındığını belirtmektedir. Doktrindeki hakim prensibe göre ise bu madde kabul haberinin hüküm doğurmaya başlayacağı anı ifade etmektedir, oysa sözleşmenin kuruluş anı kabul haberinin icapçıya ulaştığı andır. Buna göre kabul haberini icapçının öğrenmesi önemli olmamaktadır ve sadece icapçıya varma yeterli görülmektedir. Örneğin, mektupla gönderilen bir kabul haberi söz konusu olduğunda mektubun icabı yapanın egemenlik alanına girmesi ile birlikte (posta kutusu içine atılma), kabul haberi varmış ve sözleşme kurulmuş kabul edilmekte ve bu mektubun icapçı tarafından okunmadan önce zayi olması durumunda da bu sonuç değişmemektedir.


Kişisel fikrime göre sözleşmenin kuruluş anı olarak kabul haberinin icapçıya ulaşma anını seçmenin, gönderme anını seçmeye göre belirgin bir haklılığı yoktur. Örneğin, sözleşmenin kuruluş anının “kabul haberinin icapçı tarafından öğrenildiği an” olarak belirlenmesi pratikte çok belirgin sonuçlar doğurduğu halde, ulaşma anını tercih etmenin aynı belirgin sonuçları doğurmadığı görüşündeyim. Mektup örneğinden hareket edersek, mektubun icapçının posta kutusu içine girdiği ama halen bilgisi dahilinde olmadığı anda, sözleşmenin kurulmuş sayılması ve kabul haberinin muhatapça öğrenilmesinin aranmaması karşısında, sözleşmenin niçin mektup icapçı tarafından postaya verildiği anda kurulmuş sayılmadığını açıklamak kanaatimce güçtür. Zira mektubun postada kaybolması ile, icapçının posta kutusu içinden çalınması arasında pratikteki sonuçlar açısından bir fark bulmak çok zordur, her iki durumda da kabul mevcut olacak ancak icapçı bundan haberdar olmayacaktır.

Belki aynı güçlüğün kabul iradesinin açıklanması ile gönderilmesi arasındaki ayrımda da söz konusu olduğu savunulabilir. Ancak bu olasılıkta kabul iradesinin sadece açıklanması durumunda, irade karşı tarafa gönderilinceye kadar her zaman bu iradenin geri alınabileceği dikkate alınmalıdır. Örneğin, kabul iradesini bir mektup olarak kağıda döken muhatap, bunu postaya verinceye kadar “kendini bir sözleşme ile bağlı” hissetmeyecek ve dilediği zaman bu mektubu yırtıp atabileceği ve böylece sözleşme ilişkisine girmeyeceğini konusunda kendini güvende hissedecektir. Oysa aynı güvencenin mektup, postaya verildikten sonra olmadığı tartışmadan varestedir.

Doktrinde çeşitli yazarlar kabul haberi icapçıya ulaşıncaya kadar muhatabın kabulden rücu edebileceğini ileri sürerek gönderme teorisini eleştirmektedirler.Gerçekten de bazı durumlarda bu mümkündür. Örneğin, kabul haberini mektupla gönderen bir muhatap bilahare mektubun varma süresi içinde sözleşmeyi kurma iradesinden vazgeçerek bu durumu mektup varmadan örneğin telefonla bildirmiş olabilir. Ancak teorik olarak bu mümkünse de, hukuken muhataba böyle bir güvence sağlamak gerekli midir, kanaatimce bu tartışılmalıdır: Aynı sözleşme gaipler arasında değil de, hazırlar arasında akdedildiği zaman muhatabın kabul cevabı vermesi durumunda bilahare bundan cayması mümkün bulunmamaktadır. Üstelik bu örnekte hukuk sistemi kabul cevabının da DERHAL irsalini şart koşmakta ve muhataba düşünmek için yeterli bir zaman tanımamasına rağmen, verdiği kararla onu bağlı tutmaktadır. Bu sözleşmeyi gaipler arasında akdettiğimiz zaman muhatabın düşünme süresinin, hazırlar arasındaki durumla kıyaslanınca tarifsiz şekilde fazla olduğu da tartışmadan varestedir. Bu düşünme süresi sonunda kabul iradesini oluşturan ve icapçıya gönderen muhataba niçin bu iradeden vazgeçmek için ayrıca bir süre tanınması gerektiğini açıklamak pek güçtür. Bu nedenle kanaatimce muhatabın kabul beyanından rücu imkanının olması gönderme teorisi için bir eleştiri niteliğinde değildir.

Gönderme teorisi için getirilen bir başka tenkit, kabul haberinin yolda kayıp olmasının “çok tehlikeli ve sakıncalı neticeler doğurması, zira kabul haberinin gönderilmesi ile akit inikat edeceğinden, kabulden habersiz olan mucip’in inikad etmiş akitle bağlı olacağı”dır. Bu görüş öğrenme teorisinin savunması için iyi bir gerekçe ise de, açıklama ve özellikle de hakim görüş olan “varma” görüşünün savunması için yeterli kuvvette bulunmamaktadır. Zira söz konusu örneklerde muhatap kabul beyanını öğrenemeden kabul haberinin kaybolması söz konusu olabilecektir ve örneğin mektupla gönderilen bir kabul haberinin yolda kaybolması ile icapçının posta kutusu içinden çalınması arasında, icapçının kabul haberini öğrenmesi noktasında hiçbir fark yoktur.

Bu noktada belirtilen hususlardan biri de varma teorisi çerçevesinde kabul haberinin kaybolma rizikosunun taraflar arasında adil olarak paylaştırıldığı görüşüdür. Buna göre örneğin mektup postada kaybolursa sonuçlarına gönderen katlanırken, muhatabın posta kutusundan çalınırsa sonucuna muhatabın katlanmasının söz konusudur. Ancak kanaatimce her iki durumda da (ve hemen hemen diğer tüm olası durumlarda da) gerek muhataba, gerekse göndericiye atfedilecek bir kusur söz konusu değildir. Dolayısıyla ortada bir kusur yokken bir kişiye bir sorumluluk yüklenmesi de gerekli bulunmadığından, söz konusu teoriler arasında bir seçim yaparken bu kriteri göz önüne almak gerekli olmamalıdır.

Bu açıdan kişisel kanaatime göre geleneksel sözleşmelerde kuruluş anı konusunda hakim olan dört teori açısından öne çıkanlar, kabul haberinin gönderilmesini arayan görüş ile, kabul haberinin icapçı tarafından öğrenilmesini şart koşan görüştür. Bu görüşler özellikle varma teorisine göre belirgin avantajlara sahiptir. Bunlardan biri sözleşmenin kuruluşu için “icapçı merkezli” bir yaklaşım izlerken, diğeri “muhataba ağırlık veren” bir yapı sergilemektedir. Bununla beraber Borçlar Kanunumuzun 3. maddesi son fıkrasındaki “kabul haberi kendine yetişmezse” ve 5. maddesindeki “irsal olunmuş bir cevabın vusulüne intizar edebileceği dakikaya kadar” ifadeleri için doktrindeki hakim görüşün önemli dayanaklarını oluşturmakta ve BK. sistematiğinde sözleşme kuruluş anı olarak varma teorisinin kabul edildiğinin önemli sinyallerini vermektedir.

Elektronik sözleşmeler açısından ise en ideal sonuçların “gönderme teorisi” ile alınabileceği inancındayım. Aşağıda arz olunduğu üzere “öğrenme teorisi” elektronik sözleşmelerin doğasına aykırı bir nitelik taşıdığından ve istenmeyen bazı sonuçlara yol açabilecek mahiyette olduğundan, elektronik sözleşmeler söz konusu olduğunda bu teorilerin daha dikkatli değerlendirilmesinin önemi anlaşılmaktadır.



(Elektronik Sözleşmeler (Kuruluş ve Geçerlik Şartları), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2002, İstanbul, Sayfa 130-133, Bilimsel atıflar adı geçen esere yapılmalıdır.)
Old 23-02-2007, 20:00   #5
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

"Posta kimin tasarrufundadır?" Sorunuzda yer alan "tasarruf" kelimesinden kastınızı, sadece gönderi talebinin geri alınması (iptali) ile sınırlı mı değerlendireceğiz? Yoksa, posta konusu "şey=emval=nesne/mal" üzerindeki mülkiyet yahut sözleşme temelinde şahsi hakları da mı nazara alacağız?

BU konu önemlidir. Mülkiyet veyahut sözleşmeye dayalı şahsi talep hakkı anlamında bir tasarruf kastediliyorsa, bu durumda gönderen ile gönderilen arasındaki hukuki ilişkiyi tespit etmek ve ona göre nef'i, hasar ve yarar da dahil etraflı bir cevap vermek icap edecektir.

Soru postanın iptali ile sınırlı ise Gönderen ile Gönderilen'in yanısıra taşıyanın da durumunu değerlendirmek icap edecektir.
Old 24-02-2007, 12:47   #6
Hekimbaşı

 
Varsayılan Hizmet genleşmelerinde yaklaşım ne olmalı

Sn.Katılımcılar,

Borçlar kanunu çerçevesindeki elektronik sözleşmeler açısından bakınca alıntıdaki görüşte bir sakınca göremiyorum; haklı. Çünkü çoğunlukla bu tür sözleşmelerde sözleşme metni (terimleri kendi dilimden kullanayım, yoksa beceremeyebilirim) borçlandıranca;

1. ya elektronik posta yoluyla borçlanana önceden yollanarak, onaylanıp aynı yolla dönmesi;(Emin değilim ama alıntıda bu yöntem ele alınmamış sanırım)

2. veya sunucu üzerinden gösterilerek (aslında yine yollanmış oluyor, ama elektronik postayla değil, ağ sunum hizmetleri vasıtasıyla) borçlananca onaylanması, yani sadece onayın dönmesi;

beklenmektedir. Her iki durumda da borçlandıranın olaydan haberdar olmaması söz konusu değildir; bir aksilik varsa da, kendi sorumluluğunda olduğunu kabul etmek durumundadır; borçlananın sorumluluğu olamaz. Onayın veya onaylanan belgenin kendisine ulaşmadığının farkında olacak ve bunu soruşturmakla yükümlü tutulabilecektir. Bunun temel nedeni, elektronik haberleşmenin hızı, kesinliği ve götürü ücretlenmesidir. Yani, 'gönderme teorisi' ni makbul görmek mantıklı.

Konuyla ilgili hukuki bir metni ve yürütülen mantığı görmek çok faydalı oldu Sn.Admin; teşekkürler.

Ancak, bu 4 teoriden posta haberleşmesindeki tasarruf hakkı konusunda karar vermekte nasıl yararlanabiliriz, bilemiyorum. Yani, yukarıdaki iki yöntemden ilkine yakından bakarsak, aslında 2 kez gönderim söz konusudur. Önce borçlandırandan borçlanana, sonra borçlanandan borçlandırana. Her ikisi de bir gönderen olmakta, bir de alıcı. Üstelik, arada önceden bilinen ve paylaşılan bir sözleşme de yok. Sadece gönderenin bildiği ve başlattığı, alıcının ancak kendisine ulaşınca ve eğer ulaştıysa haberdar olduğu ve sonlandırdığı bir iletişim var.

Zaten ben de bu 'eğer ulaştıysa' koşulu yüzünden tasarruf hakkının gönderende olduğu düşüncesini doğru buluyorum. Ama bu durum sadece klasik posta hizmetinin tam tersi bir durum yaratmıyor, bu yönde bir düzenleme de yapılmamış. Yapılmasına engel bir yasa, kural yoksa, gönderene iptal olanağı veren bir posta servisi yazılımı üretmekte de bir sakınca olmayacaktır. Biliyoruz ki, IEEE, W3C elektronik posta hizmetlerinin altyapısında kullanılan standartları, protokolu ve komut kodlarını belirleyen kuruluşlar. Varsayalım ki, altyapıyı bu yönde genişlettiler ve bilgisayarlarımızla yaptığımız haberleşmede bunu yapabilir hale geldik. Yasalarımızda buna karşı belirtimler var mıdır? Varsa; bu yazılımların çoğunlukla dış kaynaklı olduklarını gözönünde tutarsak, nasıl bir yaptırım olabilir? Yoksa, bu sefer de karşımıza bir başka sorun çıkabilir: yargı olayları klasik postadaki çerçevede değerlendirebilir. (Ör: tehdidi yolladın mı, yolladın; iptal etmen sonucu değiştirmez; denebilir.)

Saygılarımla,

Not: (burası başlık dışı, konuyu biraz daha açmak için)
Tabii, bu sorunlar daha genel hale getirilerek başka bir tartışma başlığı açılabilir: avantajlı olduğu halde, daha önceden yapılabilir olmadığından, yasalarda mevcut koşullar çerçevesinde yer almış ve yapılabilirliği gözardı eden kurallar; işin bilgisayar yazılımlarıyla yapılabilir hale gelmesi halinde; yargı tarafından nasıl yorumlanacaktır? De facto duruma kendini uydurabilecek midir? Uyduramayacaksa; yaptırıma konu olan davalarda, bu gelişmeden yararlananların eylemlerini, yararlandıkları yeni ortamın ilave yetenekleri ve bunların sonuçlarını gözardı ederek mi değerlendirecektir?

W3C nin bu istenmeyen durumların doğmasına yol açmaktansa, elektronik iletişimin verdiği olanaklar ortada olmasına rağmen, önceki uygulamalarla sınırlı kalan bir altyapı tasarlamayı yeğlediği anlaşılmaktadır. Bu tutum, gelişmenin önüne set çekmek değil midir? Bunu doğru bulamayacağımıza göre; yasaların donanım ve yazılım dünyasındaki hızlı değişim ve gelişmeye ayak uydurabilmesini sağlamak gerekir. Bu esnekliği ancak çok sağlam; konuya, diğer alanlardan tamamen soyutlanmış, ilkeler düzeyinde yaklaşan; temel bir yasa gerçekleştirebilir. Maalesef mevcutlar bundan uzaktır.
Old 24-02-2007, 13:19   #7
Admin

 
Varsayılan

Aslında ben de Sayın Dikici'ye katılmalıyım, çünkü sorunuzdaki "tasarruf" kelimesinden kastınızı tam anlamadım. Sanırım anlaşmazlığımız teknik terminoloji ile hukuki terminolojinin farklı olmasından kaynaklanıyor.

Buna göre "posta haberleşmesindeki tasarruf hakkı konusunda karar vermekte nasıl yararlanabiliriz" derken tasarruf hakkı terimiyle kastınız tam olarak nedir acaba? Postanın mülkiyetinin/zilyetliğinin kimde olduğunu mu saptamaya çalışıyoruz, yoksa hukuki bir işlemi kuran işlem iradesi yönünden bu iradenin karşı tarafa ulaşıp ulaşmadığına mı karar veriyoruz.

Benim yukarıda alıntı yaptığım tez, bu ikinci durumu inceliyordu. Yani geleneksel metotlarda (örneğin posta) ve elektronik metotlarda (örneğin e-posta) hukuki işlemi kurma iradesi ne zaman karşı tarafa ulaşmış sayılır. Bu mantık kıyas yoluyla aynı zamanda posta/eposta ne zaman karşı tarafın eline geçmiş sayılır sorusuna da uyarlanabilir diye düşünüyorum.

Ancak aynı pistte dans ettiğimizden emin olmak için siz de tasarruf hakkı ile ne kastettiğinizi belirtirseniz çok iyi olur sanırım..
Old 24-02-2007, 15:36   #8
Hekimbaşı

 
Varsayılan

Sn.Katılımcılar,

Haklısınız, terminoloji farkı var. Ben (galiba) Sn.Admin' in söz ettiği üzere mülkiyetin kimde olduğunu kastediyorum; ama alıcıya varıp okunana dek olan süredeki mülkiyet elbette. Öte yandan, postanın içeriği veya maksadı apayrı bir konuymuş gibi görünse bile, değil. Tartışmada onların da gözetilmesi gerekir. (Tehdit meselesinde olduğu gibi)

Sn.Dikici' nin belirttiği gibi, taşıyıcıyı da düşünmek gerek, ama aslında taşıyıcıda kurulmuş makinelerden başka birşey yok; yani taşıyıcı sadece üç konuda sorumlu:
1. postayı ulaştırdı mı,
2. ulaştırdığı kendisine teslim edilenle aynı mıydı,
3. zamanında ulaştırdı mı? (Belki; çünkü, çok ilginç biçimde, klasik posta ve kargo işlerinde zaman çok önemsenen ve taahhüt edilen birşey olmakla birlikte e-postada konu edilmiyor. Örneğin, e-postanızın 3 gün sonra gitmesinden doğacak sorunlar için kimseyi suçlayamazsınız, çünkü kimsenin öyle bir taahhüdü yok. Bence komik. Yakında dava konusu olur ama ...)

İçeriğini bilmediğimiz bir postanın posta kutusuna atıldıktan sonra geri alınması yasal olarak mümkün mü noktasından başlasak uygun olur gibi geliyor bana.

Saygılarımla,
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Araç Devri - Noterden Satış - Alıcının Aracı Üstüne Geçirmemesi carnerion Meslektaşların Soruları 21 04-01-2024 07:41
Posta Yoluyla İthalat KONUK1 Hukuk Soruları Arşivi 0 27-04-2005 08:06
Posta Tekeli glossator Meslektaşların Soruları 2 21-04-2002 22:44


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06703806 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.