Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

İnsan Hakları Mahkemesi gelinen son durum Orman Hukuku , tazminatlarda zamanaşımı

Yanıt
Konu Notu: 8 oy, 4,75 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 27-04-2013, 19:17   #31
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Tazminatlar konusundaki sürece gelinceye kadar yaşanan olaylara bakıldığında Orman idaresi ve yargının; devletin diğer bir kurumu olan Tapu Genel Müdürlüğü'nü ve ilgili kurumları suçlar tarzda sahte tapu verdikleri, halkı aldattıkları anlamına gelen ifadeler kullandıkları bilinmektedir. Öyle ya devletin bir kurumunun verdiği üzerinde TC tapusu yazan belgelerin helvacı kağıdı kadar değeri olmadığı dönemler ülkemizde çok zaman yaşandı. Devletin bazı kurumları vatandaş Osman ağanın ensesine şaplağı yapıştırıp TC tapusuda neymiş, devlet seni kazıklayıp aldatmış, Tapu Genel Müdürlüğü sana sahte tapu vermiş git derdini dağlara anlat tarzında yaklaşıma girmişlerdi.
Şimdi ise 2/B sürecinde bakmaktayız ki devlet veremediği 2/B niteliğindeki taşınmazın dahi iade etmediği takdirde belirlediğii değerini vatandaşa vereceğini kanun haline getirmiş. Anlaşılamayan konu bu 2/B dediğiniz ve iade etmediğiniz taşınmaz öncesinde orman idaresinin ve yargının devletleştirildi dediği diğer orman niteliğindeki taşınmazlardan ne kadar farklı. Aslında hiçbir fark olmadığı ortada. Öyle ise 2/B ye niye tazminat yolu dğerine henüz bir şey yok bunun anlaşılır tarafıda bulunmamaktadır. Dün Anayasa var diye vatandaşı aldatan idare gurupları halkı çok fazla kazıkladıklarını görüp çuvalı delen minarenin ucuna bez parçası örtmeye çalışmaktalar. Bugün hemen herkes halkın aldatılarak tapulu arazilerinin 2/B veya orman aldatmacası ile ellerinden alındığını bilmekte. Biraz utançtan biraz İnsan Hakları Mahkemesi'nin zorlaması ile kirlerini biraz kumla örtmeye çalışmaktalar.
Şimdi düne kadar Tapu teşkilatı sahte ve geçersiz tapu veren kurum olarak devletin diğer kurumları tarafından adlandıırılmaktaydı, şimdi sahte işlem yapan, vatandaşı soyanın bu kurum olmadığı görüldü, haksız kim, hırsız kim, sahtekar kim vatandaşın kafası oldukça karıştı. Vatandaş şimdi tapu senetleri tuvalet kağıdından değerli mi anlamaya çalışmakta.Devletin itibarını bilme çabasında. Öyle ya bir hırsız el yakalandığında sahibi kim anlaşılmalı. Vatandaş sormalı sayın orman idaresi siz bu 2/B olduğunu söylediğiniz yerin tapusunu vermeyince bedelini veriyorsunuz veya bizi öyle aldatıyorsunuz da, bunların diğer orman dediğiniz tapulu yerlerden ne farkı var. İlginç bir paradoks.
Old 03-05-2013, 13:38   #32
Mustafa Öztok

 
Varsayılan



Yargıtay ın aşağıdaki kararında şu paragraf önemlidir. 1924 anayasasında ormanların durumu ile ilgili bir düzenleme yok iken Anayasa hükümleri yıllarca geriye yönelik uygulanarak hak sahiplerinin yanıltılması yolu seçilmiştir. Bakarsanız her kararda Anayasa'ya aykırı diye yazılırken hangi anayasa diye sormak lüzumludur. Türkiye de hukukun işleyişine ve hakların nasıl dağıtıldığına dair fikir edinilmesi dileği ile....


İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARI


Esas No.
1993/5
Karar No.
1996/1
Tarihi
22.03.1996

"Her olaya, olay tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerinin uygulanması zorunludur. Yönetmeliğin yürürlüğe konulduğu tarihte yürürlükte bulunan 1924 tarihli Anayasa'da ormanların korunması ile ilgili yasama ve yürütme organının yetkilerini kısıtlayıcı hiçbir hüküm yoktur. Bu nedenle çıkarılan yönetmeliğin 1924 Anayasasıyla çatıştığından sözedilemez. 1961 ve 1982 Anayasalarında ormanla ilgili kısıtlayıcı hükümlerin geriye dönük olarak uygulanması mümkün değildir."
Old 03-05-2013, 18:30   #33
Av. Erdal ŞAHİN

 
Varsayılan

Mustafa Bey merhaba,

Öncelikle bu başlık altında paylaşmış olduğunuz fikir ve kararlar için teşekkür ederim.

size sormak istediği bir husus var.

bundan yaklaşık 50 yıl önce tapulu arazisi orman olduğu gerekçesiyle devleştirilmiş ve hazine adında tapuda tescil edilmiş şahısların arazileri için 6292 sayılı yasa kapsamında taşınmazların bedelsiz iadesi için başvuruda bulunabilinir mi?

ayrıca ilgili yasanın 7. maddesinin 4. fıkrasında:

" Bu maddeye göre ilgililerine iade edilmesi gereken taşınmazlardan orman olduğu iddiasıyla Orman Genel Müdürlüğünce açılan davalar sonucunda orman niteliğiyle Hazine adına tescil edilen, fiilen orman niteliğinde olan veya bu nedenle dava açılması gereken, ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla kullanılan, özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gereken veya Maliye Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ilgililerine iade edilmez. Bu taşınmazların yerine, idarece belirlenen ve ilgililerince itiraz ve dava konusu edilmeksizin kabul edilen rayiç bedelleri ödenebilir veya rayiç bedellerine uygun taşınmazlar verilebilir."

denilmekte. mevcut taşınmazın güncel tapu kayıtlarına henüz ulaşamadık. mevcut durumda taşınmazların durumu hakkında şimdilik bir bilgimiz bulunmamakta.
orman arazisi olduğunu kabul etsek dahi yukarıdaki madde hükmüne dayanarak rayiç bedel istenebilinir mi?

şimdiden çok teşekkür ederim.
Old 09-05-2013, 09:41   #34
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Sayın d-devrim; 50 yıl önce arazinizin devletleştirildiğini yazmışsınız.Burada iki türden bir durum var, ya yeriniz gerçekten devletleştirilmiş (kamulaştırılmış) parası size ödenmiştir. Veya devlet krumları tarafından (orman, yargı) bu yönde yanıltılmışsınızdır. Özelllikle 1980 li yıllardan sonraçok sayıda kişi bu yönde yanıltılarak mallarına el konulmuştur. Bu yönde şakalara konu olacak derecede kimi yargıtay üyelerine mal edilen anlatımlar vardır. Örneğin evinin bahçesinde çam yetiştirdi diye eve al koyduracağını beyan eden üye şakaları vardır. Bu sebeple size araziniz devletleştirildi diyen kamu görevlilerine inanmayın. Türkiyede orman varlığı 2 katından fazla harita üzerinde son 50 yılda arttırılmıştır. Bu artışın çoğuda sahipli şahıs arazilerinden gerçekleşmiştir. 2/B ve orman problemlerinin kökünde bu vardır. 6292 sayılı yasa ile tapulu olup yeri 2/b olarak belirlenen, bedeli daha önce ödenmemiş olan taşınmazların iade edilememesi hallerinde diğer seçeneklerin yerine getirilmesi öngörülmüştür. Kanun 2/B arazilerini kapsadığı için orman durumu devam eden arazileri kapsamayacağı düşünülebilir. Fakat 2/B olsun, orman alanı olsun tüm araziler sahibinden aynı sebeple alınmıştır. Bu sebeple iade edilemeyen 2/B ile orman olduğu için yasa dışında tutulan arazi arasında ayrım yapmak hukuki değildir. Ayrıca yukarıda izah ettiğimiz yollardan biriyle tazminat alma hakkınızda olabilir. yeterki daha önce devlet size bedel ödememiş olsun. Yargıtay dairesi bunu tapu iptalinden itibaren 10 yıllık hatalı bir zamanaşımına bağlamıştır. bu konuya dikkat edilmesi de gerekir. https://www.facebook.com/orman.koyluleri?ref=tn_tnmn
Old 21-05-2013, 10:59   #35
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/ek...iye/41153.aspx

Orman arazisi 49 yıllığına vatandaşa verilecek
21 Mayıs 2013 Salı - 08:25

Tapusu olmasına rağmen orman arazisi ilan edilen yerler 49 yıllığına bedelsiz sahiplerine verilecek. Tapusuz olanlar ise bedelleriyle 29 yıllığına devredilecek.





- - Tapusu olmasına rağmen devletin 'orman arazisi' diye el koyduğu yerler vatandaşa iade edilecek. Orman vasfını kaybetmiş 2B arazilerinin satışı uygulamasını başlatan hükümet, 2B dışında kalan yerler için de çalışma başlattı. 2B olmayan ama vatandaşın yıllardan beri kullanımında olan bu tip yerlerle ilgili mülkiyet problemi yeni düzenlemeyle çözülecek. Bu tip yerler daha çok Karadeniz, Antalya, Kocaeli, Bolu ve Mersin'de bulunuyor. İstanbul'da ise genellikle Şile, Gebze ve Silivri'de gibi ilçelerde yer alıyor. Bu araziler fiilen orman alanı değil ancak, geçmişte orman olduğu için tapusu iptal edilmiş yerler olarak nitelendiriliyor. Tapusu olmasına rağmen devlet orman arazisi ilan edilmiş ama karşılığını da vatandaşa ödememiş yerlerle ilgili yapılacak düzenleme ile daha önce tapusu olup da iptal edilenlere bu yerler 49 yıllığına bedelsiz verilecek.Bu yerler şu anda genellikle tarım arazisi olarak kullanılıyor. 49 yıllığına bedelsiz verilecek bu yerlere aynı amaç için kullanım şartı getirilecek. Bir başka düzenleme ise tapusuz araziler için yapılacak. Kayıtlarda 'orman arazisi' görünen ancak yıllardır vatandaş tarafından tarla-bahçe olarak kullanılan yerler de 29 yıllığına vatandaşa kiraya verilecek. Arazi tapusuz olduğu için kiralama bedeli alınacak. Ayrıca vatandaşın özel mülkiyetinde bulunan ve aşılı kestane, kızılağaç ve ıhlamur ağaçlarının bulunduğu yerlerin orman alanı sayılmamasına yönelik düzenleme yapılacak. Yücel KAYAOĞLU ANKARA
Old 26-05-2013, 19:19   #36
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Devlet, bir çoğunu gerçek dışı belge ve usulsüz yargılamalar ile vatandaşından zorla aldığı tapulu arazileri, herhangi bir talepte bulunmaksızın sahibine iade etmeli ve üstelik kullanım yoksunluğu sebebi ile tazminat vermeli iken 49 yıllığına kiraya vermek (bedelsiz??) gibi bir yol arayışına girmiş durumda. Oysa aynı devlet azınlıklara 1970 li yıllarda aldığı gayrimenkulleri bir sorun çıkartmaksızın iade etmektedir. Ne orman nedeni ile el koymalarda ileri sürdükleri 10 yıllık zamanaşımı itirazları nede diğer itirazlar gündeme gelmemektedir. Bu durumda göstermektedir ki devlet hukuksuz aldığı tüm gayrimenkullari sonunda iade etme yükümlülüğü altındadır. Daha öncede yazdığımız üzere Türkiye de orman iddiası ile yapılan yargılamaların hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Tazminat isteyenlere devletin söylediği 10 yıllı zamanaşımı süresinin hukuki dayanağı olmadığı gibi... http://emlakkulisi.com/16726_azinlik...enkul_iade si , http://t24.com.tr/haber/fenerbahce-l...ade-yok/203151
Old 29-05-2013, 09:20   #37
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı taşınmaz bedelinin tahsili davasında uzlaşma yoluna gitmek üzere ilgili idareye başvuru şartı yerine getirilmeden dava açıldığı anlaşıldığından,6100 sayılı HMK m.115/2. uyarınca davanın usulden reddi gerekir

T.C.
YARGITAY 18. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2013/2176 KARAR NO : 2013/5886
MAHKEMESİ : ELAZIĞ 3.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ :12/11/2012 NUMARASI :2012/8-2012/349
DAVACI :B.D. DAVALI : Elazığ Belediyesi Başkanlığı

Dava dilekçesinde,kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı taşınmaz bedelinin tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Y A R G I T A Y KARARI
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Davacı vekili dava dilekçesinde;mülkiyeti müvekkiline ait taşınmaz mala kamulaştırmasız el attığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla bedeline hükmedilmesini istemiş,mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 5999 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen Geçici 6.madde ve 25.02.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6111 sayılı Yasa ile 2942 sayılı yasaya eklenen Geçici 2.maddede;Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle ,malik tarafından mülkiyet hakkına dayanılarak ilgili idareden zararın giderilmesini isteyebileceği belirtilip buna ilişkin düzenlemeler getirilmiştir.
Yukarıda belirtilen yasal düzenlemelere göre ;malik olan kişiler taşınmazlarına fiilen el konulması nedeniyle istedikleri tazminat şeklini belirterek (nakti ödeme,idareye ait taşınmazın trampası,idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması)öncelikle idare ile uzlaşma yoluna başvurması,idarenin de kanunda belirtilen esaslar dahilinde oluşturulan kıymet takdir komisyonu marifetiyle taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak suretiyle idareye müracaat tarihindeki değerini tespit ettirmesi,müracaat tarihinden en geç 6 ay içerisinde 7201 sayılı Kanun hükümleri kapsamında bir tebligat ile talep sahibini uzlaşma görüşmelerine davet etmesi öngörülmüştür.
Müracaat tarihinden itibaren 6 ay içerisinde talep sahibinin hiç uzlaşmaya çağrılmaması,uzlaşma görüşmelerine başlandıktan sonra 6 ay içerisinde sonuçlandırılmaması durumunda ,bu tarihlerden itibaren 3 aylık süre içerisinde mahkemede dava açılması gerekmektedir.




Yapılan yasal düzenlemelere göre uzlaşmak için idareye başvuru hususunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun114.maddesi kapsamında sonradan giderilemeyecek bir dava şartı ve getirilen n3 aylık sürenin de hak düşürücü bir süre olduğu görülmektedir.Nitekim uzlaşmak için idareye başvurma hususunun dava şartı olarak öngörülmesi ve 3 aylık süre tanınmasına ilişkin getirilen düzenlemelerin hak arama özgürlüğüne ve mülkiyet hakkının kullanımına engel olduğu gerekçesiyle iptali istenilmiş,Anayasa Mahkemesinin 01.11.2012 gün 2010/83-2012/169 sayılı kararında "Anayasa'nın 36.maddesinde ,hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte,bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez.Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır.Anayasa'nın 13.maddesine göre temek hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar hak ve özgürlüklerin özlerine dokunamaz.Hak arama özgürlüğü mümkün olan en geniş şekilde güvence altına alınmalıdır.Diğer taraftan hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz.Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik arasında makul bir denge gözetilmelidir.Hem dava açmadan önce idareye başvuruda bulunmak zorunda olması hem de uzlaşmazlıkla sonuçlanması halinde dava açmak için getirilen 3 aylık sürenin hak arama hürriyetine ölçüsüz bir müdahale,hak aramayı aşırı derecede zorlaştıran ya da ortadan kaldıran ,dolayısıyla hakkın özüne dokunan bir sınırlama olmadığı açıktır" gerekçeleri ile yasal düzenlemelerin iptal taleplerini red etmiş,böylece uzlaşma yoluna gidilmesini zorunlu bir unsur,uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği ya da altı aylık süre uzlaşmaya davet olmaksızın sona ermesi halinde bu tarihten itibaren işleyecek ve üç aylık süre de dava açılmasında hak düşürücü süre olarak benimsenmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı tarafça;30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 5999 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen Geçici 6.maddede öngörülen uzlaşma yoluna gitmek üzere ilgili idareye başvuru şartı yerine getirilmeden dava açıldığı anlaşıldığından, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 155/2.maddesinin 1.cümlesi uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken,yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görüşmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz,temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince ,BOZULMASINA ,temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine,09.04.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi
Old 29-05-2013, 09:25   #38
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi

2009/00529 esas sayılı
2009/03139 karar sayılı
02.03.2009 tarihli

DAVA
TEBLİGAT HUKUKU USULSÜZ TEBLİGAT YARGILAMANIN YENİLENMESİ USULSÜZ TEBLİGAT SONUCU VERİLEN HÜKMÜN GEÇERSİZLİĞİ

ÖZET: Taraflar usulüne uygun olarak iddia ve savunma için mahkemeye çağrılmadıkça mahkemece karar verilemez.

Usulsüz tebligatla verilmiş olan karar, kesinleşme şerhi olsa bile hukuki sonuç doğurmaz.

Dava öğrenildikten sonra, verilen kararın hukuki sonucu olmadığından yargılamanın yenilenmesi değil, kararın temyizi istenebilir.

Dava dilekçesinde yargılamanın yenilenmesine karar verilmesine masraflarla birlikte davalı taraftan istenilmiştir. Mahkemece, dava dilekçesinin temyiz dilekçesi olarak kabulü ile esasın bu şekilde kapatılarak dosyanın Yargıtay ilgili Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

YARGITAY KARARI

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.

Davacı dava dilekçesinde, taraflar arasında ecrimisil davasının görülüp karara bağlandığını, kararın kesinleştiğini, ancak o davada olan bu dosya davacısına askerde olduğu bir sırada tebligat kanununa aykırı bir şekilde usulsüz tebligat yaptırıldığını, savunma hakkının kısıtlandığını ve davanın yokluğunda bitirildiğini, kendisinin icra aşamasında davadan haberdar olduğunu ileri sürerek yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü ile ecrimisil davasının reddine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, hukuki nitelendirmenin hakime ait olduğu, ecrimisil davasında tebligatların usulüne uygun olarak yapılmadığı, usulsüz tebligatlar sonucunda kararın kesinleşmesinin de mümkün olamayacağı, dolayısıyla ortada kesinleşen bir karar bulunmadığından yargılamanın yenilenmesi şartlarının oluşmadığı, ancak davacının icra aşamasında ecrimisil davası ve kararından 24.09.2008 gününde haberdar olduğu, 06.10.2008 gününde de yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduğu, tebligatın (öğrenmenin) henüz yeni olduğu, bu itibarla da dava dilekçesinin temyiz dilekçesi olarak kabulüne karar verilmek gerektiğinden bahisle, dava dilekçesinin temyiz dilekçesi olarak kabulüne, esasın bu şekilde kapatılmasına, dosyanın ilgili Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiş, hüküm davalı (Vakıflar İdaresi) tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı dava dilekçesinde ecrimisil davasının görüldüğü sırada askerde olduğunu, usulsüz ve geçersiz tebligatlar sonucunda davanın yokluğunda bitirildiğini, usulsüz kesinleştirme yapıldığını ileri sürerek yargılamanın yenilenmesini istemiştir.

Dava dilekçesinin tebliğine ilişkin tebligat “davalının gösterilen adresten ayrıldığı, yeni adresinin bilinmediği” gerekçesiyle muhtar tasdikiyle iade edilmiş, sonraki safhadaki zabıta araştırması yazı cevabına göre “söz konusu adrese ait binanın yıkıldığı davalının bu adresi yaklaşık beş yıl kadar önce terk ettiği, çevreden sorulduğunda da yeni adresini bilenin bulunmadığı” bildirilmiş, bunun üzerine de mahkemece başka adres araştırılması yapılmamış, dava dilekçesi ve karar ilanen tebliğ edilmiştir.

Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine göre tebligat, tebliğ yapılacak kişiye bilinen en son adresine yapılır. Adreste bulunmama halinde, tebliğ memuru bulunabileceği yeri araştırır, bulamazsa durumu köy muhtarlığına doğruluğunu onaylatarak tespit etmeli (Tebligat Tüzüğü 28. md.) ve bu durumu da tebliği çıkaran kuruluşa bildirmelidir. Gösterilen adreste tebligat yapılmayan durumda, tebligat çıkaran merci tarafından memurların ve diğer meslek ve sanat erbabının adresleri, mensup oldukları teşkilattan, avukatlarınki Barodan veya Adliye Vekaleti’nden, askeri şahısların adresleri Askerlik Şubesi, Mülki Müdafaa Vekaleti gibi salahiyetli mercilerden sorulur. (Tebligat Tüzüğü 13. md.) Belirtilen özel ve resmi kuruluşların içinde adres tespitinin yapılabileceği Nüfus, Tapu İdareleri, Belediye, Sivil Savunma gibi kuruluşlar da yer almaktadır. Adres araştırmasının sadece zabıtaya yapılan bir inceleme ile sınırlı tutulması Tebligat Tüzüğü’nün 13. maddesine aykırıdır.

Tebligat Tüzüğü’nün 13. maddesine uygun bir inceleme ve soruşturmayı kapsamayan adres araştırılmasıyla yetinilip, adresin meçhul olduğu kabul edilerek tebligatın ilanen yapılması davada davalının savunması hakkını kısıtlar. O nedenle adres araştırmasının titizlikle yapılması zorunludur. HUMK’un 73. maddesi gereğince taraflar usulüne uygun olarak iddia ve savunma için mahkemeye çağrılmadıkça mahkemece karar verilemez. Davacının adres araştırmasının Tebligat Kanunu ve Tüzük hükümlerine uygun olarak yapılmadığı anlaşıldığından mahkeme kararının hukuken kesinleşmiş olduğu kabul edilemez ve mahkemece verilen kesinleşme şerhi de bu nedenle hukuki sonuç yaratmaz. Mahkemenin bu yöndeki saptaması doğrudur.

Ancak, davacı dava dilekçesinde açıkça HUMK’un 445. ve devamı maddeleri gereği, yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduğundan bu talep doğrultusunda inceleme yapılıp, karar vermek gerekir.

HUMK’un 445/1. maddesi gereğince ancak kesinleşmiş kararlar hakkında yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulabilir. Olayımızda ortada kesinleşmiş bir karar yoktur. Ayrıca davacı, karşı tarafın tebligata yarar açık adresini bildiği halde hileye başvurarak dava dilekçesinde yanlış adres göstermek suretiyle ilanen tebligatla yokluğunda yargılamanın bitirilip kesinleşmesini sağladığını da ileri sürmemiştir. Bu nedenle yargılamanın yenilenmesi talebinin dinlenemeyeceği açıktır.

Bu durumda yargılamanın yenilenmesi istenilen ecrimisil dosyasının davalısı olan bu dosya davacısına ecrimisil hükmünün Tebligat Yasası’na uygun bir şekilde tebliğ edilerek sonucuna göre o dosya üzerinden işlem yapılması gerekir. O nedenle karar kesinleşmeden açılan yargılamanın yenilenmesi talebine ilişkin davanın bu nedenle reddine karar vermek gerekirken, dava dilekçesinin temyiz dilekçesi olarak kabulüne karar verilip esasen kapatılması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Bozma nedenine göre diğer temyiz nedenlerinin incelenmesine gerek görülmemiştir.

Sonuç: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’un 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve şimdilik diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 02.03.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 29-05-2013, 09:39   #39
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

1-KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMAYA DAYALI DAVALARIN YASAL DAYANAKLARI

Bu çalışmanın amacı kamulaştırmasız el atma davalarının tarihini ana hatlarıyla incelemek olup ilgili tüm sorunları el alma iddiasında değiliz. Hukuk sistemimizde, 1924 ve 1961 Anayasaları ile halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’nın 35. maddesi ile koruma altına alınan mülkiyet hakkı temel insan haklarından birisi olarak kabul edilmiştir. Mülkiyet hakkı Anayasanın 35. maddesinde belirtildiği gibi kamu yararı amacıyla ve yöntem olarak yasayla kısıtlanabilecektir. Anayasanın 46. maddesinde kamulaştırmaya özel olarak yer ayrılmış ve “devlet ve kamu tüzel kişilerinin özel mülkiyete konu olan taşınmazları, kamu yararı amacıyla ve bedelini peşin ödemek suretiyle, malikin rızası olmaksızın elinden alınması” olarak yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Mülkiyet Hakkını düzenleyen 1 Nolu Ek Protokolün 1.maddesi “ Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka harçların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez. ‘ şeklindedir.

Anayasamızın 90. maddesinde “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 Nolu Ek Protokolü’nün 1. maddesi Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukukumuzun bir parçasıdır.
İdarenin usulüne uygun bir kamulaştırma kararı olmadan taşınmaza fiilen el koyması hali uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Makalemizin konusunu oluşturan kamulaştırmasız el atma “idarenin yasaya uygun bir kamulaştırma yapmadan özel mülkiyete konu taşınmazları kamu hizmetine tahsis etmek amacıyla fiilen kullanmasıdır.” Şeklinde kısaca tanımlanabilir.
Türk Hukuk Sistemimizde Yargıtay İçtihatları ile kendine yer bulan kamulaştırmasız el atma 18.06.2010 tarihinde kabul edilen ve 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 30.06.2010 tarihli 27627 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 5999 sayılı yasa ile ekleme yapılarak kendine mevzuatta yer bulabilmiştir. Devamında 25.02.2011 tarih 27857 sayılı Resmi Gazete Yayınlanan ve Kamuoyunda Torba Yasa ile anılan 6111 sayılı yasa ile ek hükümler getirilmiştir.
2-KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA NEDİR, HANGİ HALLERDE VARDIR.
Özel kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmaz bir mala kamu hizmeti için ihtiyaç duyan ve kamulaştırma yapma yetkisine sahip olan idareler kamu yararının bulunduğu durumlarda Anayasanın 46. maddesindeki koşullara uyarak ve parasını peşin vermek suretiyle kamulaştırma yapabilirler. Hukuk sistemimizde, kamulaştırma işleminin nasıl yapılacağı ve bu konudaki anlaşmazlıkların nasıl çözümleneceği kaynağını Anayasanın 46. maddesinden alan kamulaştırma kanunları ile düzenlenmiştir.

Kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri kamu kurumları veya kamu yararı bulunması halinde adlarına kamulaştırma yapılacak gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri (OSB gibi), Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapmaksızın, bir kimsenin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malına sahiplenme kastı ile ve kalıcı olarak el koyup, taşınmaz üzerine bir tesis veya bina yapar yahut da o taşınmaz malı bir hizmete tahsis ederek mal sahibinin taşınmaz üzerinde dilediği gibi kullanma hakkını engellerse, kamulaştırmasız el koymuş sayılır.
Kamulaştırmasız el koyma kavramı yukarıda tanımlanan en genel şeklinin dışında;
a) Kamu yararı kararı alınan hallerde; kamulaştırma işlemleri tamamlanmaksızın idarenin, taşınmazlara el koyması,
b) İdarenin usulüne uygun olarak yapmış olduğu kamulaştırma işleminde kamulaştırma sınırlarının dışına çıkarak, taşınmazın kamulaştırma projesi dahilinde olmayan bölümlerine de el koyması,
c) Belediyelerce yapılan imar uygulamaları sırasında, imar kanunu hükümleri uyarınca düzenlemeye tabi tutulan taşınmazların, kamu hizmetleri için ayrılıp üzerinde kamu tesisleri bulunan alanlara hisselendirilmesi
d) İmar uygulamaları sırasında, imar kanunu 18.maddesi hükmü uyarınca düzenlemeye tabi tutulan taşınmazlardan, yasal olarak kesilmesi gereken imar düzenleme ortaklık payı miktarından fazlasının kesilmesi suretiyle kamu hizmetlerine tahsis edilmesi, Şeklindeki uygulamalar Yargıtay içtihatları ile kamulaştırmasız el koyma olarak kabul edilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.12.2010 tarih Esas No: 2010/5-662 Karar No: 2010/651 sayılı ilamı ile uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen İdarelerce, okul alanı ,yeşil alan olarak imar planlarında yer almasına rağmen idarenin pasif ve suskun kalarak ve imar uygulaması yapmayarak taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, İdarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz maliki kişilerin , dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının verilmesini isteyebileceğine karar vererek uzun yıllar boyunca verdiği kararını değiştirmiştir.
Vatandaş, adalet yararına verilen bu kararın sevinci tabiri caizse hukukçuların kursağında bırakılmış ve Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü “hukuki el atma” halinde yargı yolu olarak idari yargıyı işaret etmiştir.
T.C. Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü Esas: 2012/457 Karar: 2012/381 Karar Tarihi: 24.12.2012 :” Uyuşmazlığa konu parselin imar planında sağlık alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile bu tür yerlerin bedelinin ödeneceğine karar verildiği, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece imar kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.”

Uyuşmazlık Mahkemesi kararı doğrultusunda Yargıtay “5.Hukuk Dairesi Esas: 2012/13183 Karar: 2012/19391 Karar Tarihi: 11.10.2012 Anayasanın 158. maddesine göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir. Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluşu ve İşleyişi Hakkındaki Kanunun 28/2. maddesinde ise <ilgili yargı mercileri ile bütün makam, kuruluş ve kişiler mahkeme kararlarına uymak, geciktirmeksizin onları uygulamakla ödevlidirler.> hükmü getirilmiştir. Sonuç: Bu hükümler çerçevesinde mahkemenin davanın yargı yolu yönünden reddin ilişkin kararının onanması gerekirken, Dairemizce maddi hata sonucu bozulmasına karar verildiği anlaşıldığından, davalı idare vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizin 17.05.2012 gün ve 2012/3092-10080 sayılı BOZMA kararının kaldırılmasına; hükmün, yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı ONANMASINA,” şeklinde karar vermek zorunda kalmıştır. Ancak Yargıtay 5. Hukuk Dairesi yeni bir kararında Uyuşmazlık Mahkemesi’nin somut yani eldeki dosya hakkında yargı yolu kararı olması halinde görevsizlik kararı verileceğini içtihat etmiştir. İşte kararın özeti “ T.C. YARGITAY 5.Hukuk Dairesi’nin Esas: 2012/18913 Karar: 2012/27704 Karar Tarihi: 20.12.2012 tarihli kararında “ Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı kararı uyarınca taşınmazın aynına ilişkin bu tür davaların bu dosyaya özgü verilmiş uyuşmazlık mahkemesi kararı bulunmadığı sürece adli yargıda görülmesi gerekir.” Denilerek İşin esasına girilerek taşınmazın imar planında Sağlık Tesis alanı olarak ayrıldığı tarih belirlenip, gerekli inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre hüküm kurmak gerektiği gözetilmeden mahkemenin görevsizliğine karar verilmesi doğru görülmemiştir, demiştir.

3) 16.05.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının değerlendirilmesi
30.06.2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 5999 sayılı yasa ve 25.02.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6111 sayılı yasanın varlığından önce Kamulaştırmasız el koyma kavramı mevzutta yasa ile düzenlenmemişti. Fakat el atmanın varlığı olgusu karşısında ilk olarak Yargıtay’ın 16.05.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı İBK’ı ile tanımlanmıştır. Özetle İçtihatları Birleştirme kararında ; 1-Taşınmazına, kamulaştırmasız el konulan malikin, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı olduğu kabul edilmiş
2- Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verileceği de açıkça vurgulanmıştır.
Yargıtay’ın aynı günlü ve 1956/1-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise usulüne uygun şekilde kamulaştırma işlemi yapılmaksızın taşınmazına el konulan mal sahibinin açacağı davanın herhangi bir zamanaşımına tabi olmayacağı kabul edilmiştir. Zamanaşımı düzenlemesi 08.11.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanun’unun 38.maddesi ile getirilmiş olup Anayasa Mahkemesi’nin 04.11.2003 tarihinde 25279 nolu resmi Gazete de yayınlanan 2002/112 Esas, 2003/33 Karar sayılı kararı ile “4.11.1983 günlü, 2942 sayılı "Kamulaştırma Kanunu"nun 38. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 10.4.2003 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. “ Böylece hukuk garabeti olan 2942 sayılı yasanın 38. maddesi iptal edilerek hak sahiplerinin hak aramasının önündeki süre / zamanaşımı engeli kaldırılmıştır.
5999 sayılı yasa ile taşınmaz sahiplerinin “kamulaştırmasız el koymadan kaynaklı açtıkları bedel davaları 2942 sayılı yasanın AYM tarafından iptal edilen 38. maddesindeki süre bakımından dava hakkının düştüğü gerekçesiyle reddedilmiş olanlar da kamulaştırmasız elatmaya dayalı bedel davası açabileceklerdir.

16.05.1956 tarihli 1956/1-6 ve 1956/1-7 sayılı bu iki içtihadı birleştirme kararı, konuya son derece çağdaş bir yaklaşım getirmesi ve bireylere ait mülkiyet hakkına, yasalarla belirtilen usuller dışında getirilen hiçbir sınırlamayı kabul etmemesi ve en önemlisi de mülkiyet hakkının zaman ötesi bir kavram olduğunu kabul ederek, açılacak bu davaların herhangi bir zamanaşımına tabi olmadığını vurgulaması ve mülkiyet hakkını ayni hak olmasının ötesinde temel bir insan hakkı olarak ele alması nedeni ile anayasamıza, uluslar arası hukuka ve AİHS’ne uygun bakış açısı nedeniyle son derece dikkat çekicidir.
09.10.1956 tarihinde 6830 sayılı Kamulaştırma Kanunu yürürlüğe girmiş ve bu yasa ile idarelerin Kamulaştırmadaki izleyecekleri usuller ve açılacak davaların ne şekilde çözümleneceği belirlenmiştir. Ancak 13.01.1961 tarihinde yürürlüğe giren 221 sayılı Yasa ile 6830 sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 09.10.1956 gününden önce, idarelerin kamulaştırma yapmaksızın el koyduğu taşınmazların kamulaştırılmış sayılacağı kabul edilmiş ve taşınmazına 09.10.1956 tarihinden önce Kamulaştırmasız el konulan kişilere Yasanın yürürlük tarihi olan 13.01.1961 tarihinden itibaren 2 yıllık hak düşürücü süre içersinde dava açma hakkı tanınmıştır. Böylece 221 sayılı yasada dikkate alındığında hukuk sistemimizde kamulaştırmasız el koyma kavramı 09.10.1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusudur.

4) Hangi haller Kamulaştırmasız el atma değildir.

İdarelerin bir taşınmaza kamulaştırma işlemi yapmadan ve sahiplenme kastı ile de olsa devamlı suretteki her el koyması kamulaştırmasız el atma değildir;

a-09.10.1956 tarihinden önce kamulaştırma yapılmaksızın idareler tarafından fiilen kamu hizmetine tahsis olunarak el konulan taşınmazlar 221 sayılı yasa uyarınca kamulaştırılmış sayılacağından bu tarihten önceki el koymalar kamulaştırmasız el koyma niteliğinde değildir.

b) 3194 sayılı imar kanunu bakımından;
İmar kanunun 18. maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı (DOP) adı altında bedel ödenmeden ve yasada belirtilen oranları aşmayacak miktarlarda (%40) yapılan kesintiler kamulaştırmasız el koyma değildir. Ancak; Yargıtay uygulamasında imar uygulamasına tabi tutulan taşınmazlardan, düzenleme tarihinde yürürlükte bulunan imar kanununda belirtilen oranlarda yapılan kesintinin kamu hizmeti için ayrılan yerlere rastlayan alanlara yetmemesi nedeniyle fazla kesinti yapılması halinde de kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı kabul edilmiştir.
c) Taşınmazların tapu kaydına kamulaştırma şerhi konulması;
Fiili el koyma yaksa taşınmazların tapu kaydına konulan kamulaştırma şerhi kamulaştırmasız el atma olarak kabul edilmemektedir.
e) Kamulaştırma kanunun 35. maddesi;
Özel parselasyon sonunda, malikin muvafakati ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış olan yerlere el konulması da yasa hükmü gereği kamulaştırmasız el koyma olarak kabul edilmemektedir.

5) 5999 sayılı ve 6111 sayılı yasalarla yeni düzenlemeler getirilmiştir. Oldukça tartışmalı olan bu yasa maddelerinin bir kısmı Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir.

6) 6100 sayılı yasaya göre Kamulaştırmasız El Koyma Davalarında Görev ve Yetki Konusu ve uygulanacak yargılama usulü

Yargıtayın 11.02.1959 gün ve 1958/17 Esas, 1959/15 Karar Sayılı ictihadı birleştirme kararı ile kamulaştırmasız el atma davalarının medeni kanun hükümlerine giren mülkiyete yönelik hakların ileri sürülmesi davası mahiyetinde olduğu ve bu bakımdan adli yargının görevli olduğu kabul edilmiştir.

Kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi veya taşınmaz bedelinin tahsili davalarında görev hususu 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 2. maddesine göre değer ve miktarına bakılmaksızın Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmesi şeklinde düzenlenmiştir. Yetkili mahkeme 6100 sayılı HMK’nın 12. maddesine göre taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.
Yargılama usulü, 6100 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra açılacak kamulaştırmasız el atmaya dayalı elatmanın önlenmesi ve bedel davalarda HMK 316 Vd. maddelerine göre “basit yargılama usulü”dür. Yargıtay 5.Hukuk Dairesi’nin görüşü bu yöndedir.

Kamulaştırmasız el koyma olgusuna dayanan davalarda değer biçme yöntemi 2942 sayılı yasanın 11. maddesindeki kıstaslara göre belirlenecektir.

SONUÇ

Yasakoyucunun, idarenin ihtiyacı sebebiyle özel hukuk kişilerinin taşınmazlarına usulüne uygun kamulaştırma kararı alınmadan ve bedelini ödenmeden el atmasını kutsayıcı yasal metinler vücuda getirmesi Anayasanın 35. maddesi ile koruma altına alınan ve en temel haklarından olan mülkiyet hakkına açıkça aykırıdır. Yasakoyucunun hukuku hakim kılmak yerine taşınmaz bedellerinin ödenmesinin ekonomiye ek külfetler getirecek olması gibi ekonomik kaygılarla hareket ederek “kamulaştırma bedelleri için haciz uygulanamayacağı, uzlaşma yoluna gitmenin esas olduğu vs. gibi “ devleti koruyucu 5999 ve 6111 sayılı yasalarla yeni hükümler getirmesi, vatandaşın haklarını almasının önüne engeller koymadaki ısrarını aşamadığını göstermektedir. 5999 ve 6111 sayılı yasalar bu anlamda tartışmaların önüne geçememiş bilakis tartışmaları artırmıştır. Yargıtayımızın hukuk devletini gerçekleştirmek bakımından yasama metinlerini hukuka uygun yorumlaması en büyük güvence olarak görülmektedir. Kısa anekdota yer vermekte fayda görüyorum. “Prusya Kralı büyük Frederik, Postdam (Günümüz Almanya’sının kuzeydoğusundaki Polonya sınırında bulunan Brandenburg eyaletine bağlıdır) ormanlarında gezinirken bir değirmenin bulunduğu tepenin yanındaki alçak bir tepe üstünde durur ve değirmeni satın alarak yerine bir saray yaptırmak ister. Fakat değirmenciyi bu satışa bir türlü razı edemez. Kral değirmenciyi gönüllendirmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir meblağ ödemeyi teklif etse de Sans-Souci, olmaz der, satılık değil bu değirmen.
Kral kızar ve sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun yoksa? Biliyorum, biliyorum der Sans- Souci, sen de benim bu değirmenin tapusu ile sahibi olduğumu bil.
Kral kızar ve zorla alırım o halde der, bakalım o zaman ne yapacaksın? Değirmenci bu söz üzerine hiç telaşa düşmeden: “Berlin’de hakimler var” cevabını verir. Kral bu cevap üzerine ıslah ettiği mahkemelerin adaletine kendi aleyhinde de güvenildiğini anlar ve bu yeldeğirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun daha altında olan tepeye sarayını diker ve adını da Sans-Souci Sarayı kor.”
Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemleri ile yasama ve yürütmenin işlemlerinin hukuka uygun olmasıdır. Bu anlamda kutsal görev ifa eden Yargıçlarımızı takdir eder, bu kısa çalışmamızın uygulayıcılara ve vatandaşlarımıza faydalı olmasını dilerim. 19.03.2013
Av.Tevrat Duran
Old 03-06-2013, 16:00   #40
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay'ın hatalı olan ve TC nin İnsan Hakları Mahkemesi'nde çok sayıda ihlal kararı almasına sebep olan tapuların geçersiz olduğu şeklindeki uygulamasını benimsediğini görmekteyiz. Buna ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin örnek kararı aşağıdadır. Bu sebeple Türkiye'de çözüm yolunun oluşmadığı iddiası ile birçok başvuru yeniden İnsan Hakları Mahkemesi'ne yönelecektir. Önümüzde ki dönemde Azerbeycan örneğinde olduğu gibi Anayasa Mahkemesi'nin sorunun çözümü için yeterli bir kurum olmadığını bu sebeple bu kuruma başvuru yapılmasına gerek olmadığına iliişkin kararların da çıkabileceğini düşünmekteyiz. Fakat bugünkü durumda Anayasa Mahkemesi'ne başvuruların yapılmasını zorunlu olup kabul edilmeme halinde hemen İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuru yapılmasında fayda bulunmaktadır.










TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR


Başvuru Numarası: 2013/382

Karar Tarihi: 16/4/2013






İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Alparslan ALTAN Üyeler : Osman Alifeyyaz PAKSÜT Engin YILDIRIM Celal Mümtaz AKINCI Muammer TOPAL Raportör : Şebnem NEBİOĞLU ÖNER Başvurucu : Cemile ÜNLÜ

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, kadastro çalışmaları neticesinde adına tescil edilen taşınmazın tapusunun, Hazine tarafından açılan dava sonucunda iptal edildiğini ve taşınmazın yayla vasfıyla özel siciline tesciline hükmedildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/1/2013 tarihinde Ödemiş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu tarafından, İzmir ili Ödemiş ilçesi Artıcak köyü 130 ada 5 parsel (kadastro çalışmaları sonucu verilen ada ve parsel numarasıdır) sayılı taşınmazın satın alma ve zilyetlik olgularına istinaden adına tescili talebiyle Ödemiş 1. Asliye Hukuk Mahkemesine tescil davası açılmıştır.
6. Mahkemenin 27/5/1997 tarih ve E.1996/313, K.1997/187 sayılı kararı ile taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
7. Bahse konu karar temyiz edilmekle, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 27/11/1997 tarih ve E.1997/11513, K.1997/11994 sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın orman veya yayla vasfının bulunup bulunmadığı hususlarını içermeyen araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olmadığı belirtilerek bozulmuştur.
8. Mahkemece bozma ilamına uyularak yürütülen yargılama neticesinde 24/1/2000 tarih ve E.1998/38, K.2000/2 sayılı karar ile taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline hükmedilmiştir.
9. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 23/5/2000 tarih ve E.2000/3989, K.2000/4910 sayılı kararı ile Mahkemece uyulmasına karar verilen bozma ilamı gereğinin yerine getirilmediğinden bahisle bozulmuştur.
10. Mahkemece bozma kararı üzerine yürütülen yargılama neticesinde, dava konusu taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiş ve ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 23/10/2001 tarih ve E.2001/7092, K.2001/7874 sayılı kararı ile onanmıştır.
11. Hazine vekili tarafından yapılan karar düzeltme başvurusu üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/2/2002 tarih ve E.2002/269, K.2002/976 sayılı kararı ile dosya kapsamı uyarınca dava konusu taşınmazın yayla vasfında olduğu gerekçesiyle Dairenin onama kararının kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
12. Ödemiş 1. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma ilamına uyularak 6/6/2002 tarih ve E.2002/106, K.2002/260 sayılı karar ile başvurucunun tescil talebinin reddine hükmedilmiştir.
13. İlk derece Mahkemesi kararı kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir.
14. Başvuruya konu taşınmaz daha sonra başlayan kadastro tespit çalışmaları kapsamında, kazandırıcı zamanaşımına elverişli zilyetliğe istinaden başvurucu adına tespit görmüş, yapılan tespit, askı ilan süresi içinde kadastro mahkemesine dava açılmadığı belirtilerek 27/1/2006 tarihinde kesinleşmiştir.
15. Hazine tarafından, yukarıda bahsedilen Mahkeme kararları ile taşınmazın yayla vasfında olmakla zilyetlikle kazanılamayacağına ve bu suretle başvurucunun tescil isteminin reddine hükmedildiği belirtilerek, kesinleşen Mahkeme kararları nazara alınmaksızın başvurucu adına yapılan tescilin iptali ile taşınmazın yayla vasfıyla özel siciline tesciline karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır.
16. Ödemiş 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/3/2012 tarih ve E.2011/285, K.2012/176 sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın kadimden beri yayla olduğunun ve bu niteliği itibariyle zilyetlikle kazanılamayacağının daha önceki kesinleşen Mahkeme kararlarıyla sabit olduğu ve belirtilen kararlardaki taşınmazla miktar ve hudut itibariyle aynen örtüştüğünün keşfen belirlendiği belirtilerek, davanın kabulü ile taşınmazın tapu kaydının iptaline ve yayla vasfıyla özel siciline tesciline karar verilmiştir.
17. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 4/6/2012 tarih ve E.2012/7272, K.2012/7938 sayılı kararı ile yargılama giderleri yönünden bozulmuş, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin karar düzeltme talebinin reddine dair 17/10/2012 tarih ve E.2012/11503, K.2012/12002 sayılı kararı ile bozma kapsamı dışında kalan taşınmazın tapu kaydının iptaline ve yayla vasfıyla özel siciline tesciline dair ilk derece mahkemesi hükmü kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
18. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 715. maddesinin birinci fıkrası, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. ve 16. maddeleri, 25/2/1998 tarih ve 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 4. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 16/4/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/1/2013 tarih ve 2013/382 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, başvuruya konu taşınmazın daha önce kendisi tarafından açılan tescil davasına konu olduğunu ve birçok mahkeme kararıyla adına tesciline karar verildiğini ancak, Yargıtayın karar düzeltme talebinin kabulüne ilişkin kararına istinaden ilk derece Mahkemesince tescil talebinin reddedildiğini, daha sonra yürütülen kadastro tespit çalışmalarında taşınmazın uzun süreli zilyetliğe istinaden adına tespit gördüğünü ve yapılan tespitin kesinleşerek tapu kaydı oluştuğunu ancak, Hazine tarafından açılan tapu iptali ve tescil davası neticesinde taşınmazının tapusunun iptal edildiğini ve kararın bu hâliyle kesinleştiğini belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.…”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
23. Belirtilen hükümler uyarınca, bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir.
24. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
25. Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibariyle 4721 sayılı Kanun’da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur.
26. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir.
27. Başvuru konusu olayda, başvurucunun ihlal iddiasına konu olan taşınmazın, kadastro tespitinden önce kesinleşen derece mahkemesi kararları ile kadim yayla niteliğinde olduğunun belirlendiği açıktır. 4721 sayılı Kanun’un 715. maddesinin birinci fıkrası, 3402 sayılı Kanun’un 16. maddesi ve 4342 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları ile yerleşik yargısal kararlarda, devletin hüküm ve tasarrufu altında olup özel mülkiyete konu olamayacağı belirtilen bu taşınmaza ilişkin olarak, tespitten önceki hukuki süreçlerde başvurucunun malik olarak muamele görmüş olduğunu gösteren bir olgu da bulunmamakta, bilakis başvurucunun taşınmazın kazandırıcı zamanaşımına istinaden adına tescili talebiyle açtığı davanın, Ödemiş 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/6/2002 tarih ve E.2002/106, K.2002/260 sayılı kararı ile taşınmazın kadim yayla olduğu tespit edilerek reddedildiği ve kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
28. Başvurucu tarafından taşınmazın tescili talebiyle açılan eda davasının reddine ilişkin hüküm bir tespit hükmü olup, başvurucunun iddia ettiği hakkın mevcut olmadığını göstermektedir. Her ne kadar başvurucu adına kadastro tespit tutanağına istinaden tapu kaydı tutulmuş ise de, Yargıtayın yerleşik içtihatlarında taşınmazın hukuki dayanaktan yoksun ve geçersiz bir işlemle tapu kaydına bağlanması ile oluşan bu tescil yok hükmünde kabul edilmektedir.
29. Derece mahkemelerince de, taşınmazın kadastro tespitinden önce kesinleşmiş olan mahkeme kararlarına konu edilen taşınmazla miktar ve hudut itibariyle aynen örtüştüğünün keşfen belirlenerek davanın kabulüne karar verildiği görülmektedir.
30. Belirtilen hususlar çerçevesinde başvurucu adına yapılan tescilin, başvurucunun taşınmazın mülkiyetini kazanmasını sağlamadığı ve başvurucu lehine Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaat doğurmadığı anlaşılmaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaati bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik”nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun, konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 16/4/2013tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Alparslan ALTAN
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Engin YILDIRIM




Üye
Celal Mümtaz AKINCI
Üye
Muammer TOPAL
Old 03-06-2013, 16:14   #41
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR


Başvuru Numarası: 2013/1557

Karar Tarihi: 16/4/2013

İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Alparslan ALTAN Üyeler : Osman Alifeyyaz PAKSÜT Engin YILDIRIM Celal Mümtaz AKINCI Muammer TOPAL Raportör : Murat AZAKLI Başvurucular : 1. Neriman KONGUR
2. Emine HÜRFİKİR
3. Recep HÜRFİKİR 4. Zehra TOPAL 5. Şengül ŞAHİN 6. Ayşe HÜRFİKİR Vekilleri : Av. Serap DEMİR

I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, İSKİ Genel Müdürlüğünce taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulmasına ve tapu kaydının iptal edilmesine rağmen, taşınmazın değerinin ödenmediğini belirterek mülkiyet hakları ile hak arama hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 12/4/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 5/1/1961 tarih ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun’a göre hasımsız olarak Üsküdar 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda anılan Mahkemenin 16/10/1974 tarih ve E.1973/653, K.1974/214 sayılı kararıyla başvurucuların murisi Ali Hürfikir adına 43 ada 4 parsel numarası ile tapuya kayıtlı taşınmazın ifraz edilerek 43 ada 23 parsel sayılı taşınmazın su isale hattı niteliğiyle İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürlüğü adına, 43 ada 24 parsel sayılı taşınmazın başvurucuların murisi adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
6. Başvurucuların murisi Ali Hürfikir 9/3/1995 tarihinde vefat etmiştir.
7. Başvurucular tarafından 20/5/1998 tarihinde İSKİ Genel Müdürlüğü aleyhine Üsküdar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, davalı adına tapuya kayıtlı 43 ada 23 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı adına yalnızca irtifak hakkı tesisi talep edilmiş, Mahkemece 17/10/2000 tarih ve E.1998/379, K.2000/902 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir.
8. Hüküm, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 17/4/2001 tarih ve E.2001/3718, K.2001/6869 sayılı kararıyla onanmıştır.
9. Başvurucular tarafından İSKİ Genel Müdürlüğü aleyhine Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açılmış, Mahkemece 16/2/2010 tarih ve E.2009/512, K.2010/42 sayılı kararla 221 sayılı Kanun'a göre taşınmazın tapu kaydının iptal edildiği ve 221 sayılı Kanun’da öngörülen hak düşürücü sürelerin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
10. Hüküm, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 15/5/2012 tarih ve E.2012/4531, K.2012/9858 sayılı kararıyla onanmıştır.
11. Başvurucuların karar düzeltme istemi, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 26/11/2012 tarih ve E.2012/18721, K.2012/23812 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
12. Karar düzeltme isteminin sonucu, 7/1/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
13. 221 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
“6830 sayılı İstimlak Kanununun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, kamulaştırma işlerine
dayanmaksızın, kamulaştırma kanunlarının gözönünde tuttuğu maksatlara fiilen
tahsis edilmiş olan gayrimenkuller ilgili amme hükmi şahsı veya müessesesi
adına tahsis tarihinde kamulaştırılmış sayılır.”

14. 221 sayılı Kanun'un 4. maddesi şöyledir:
“Gayrimenkulün bedelini dava hakkı bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki sene sonra düşer.”
15. 221 sayılı Kanun'un 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Birinci madde uyarınca kamulaştırılmış sayılan gayrimenkuller esasen
tapuda kayıtlı ise, ilgili amme hükmi şahsı veya müessesesinin talebi üzerine
Asliye Hukuk Hakimliğinin kararıyla kayıt sicilden düşülür veya ilgili idare
adına tescil yapılır….”

16. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442/A maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Yargıtayın onama veya onamaya karşı başvurulan karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararlarının sonucu da, mahkeme başkatibince on beş gün içinde kendiliğinden taraflara bildirilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 16/4/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 26/2/2013 tarih ve 2013/1557 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
18. Başvurucular, İstanbul ili Üsküdar ilçesinde bulunan taşınmazlarının İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürlüğünce hasımsız olarak açılan dava sonucunda, taşınmazın değeri ödenmeksizin, tapu kaydının iptal edilerek İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürlüğü adına tapuya tescil edildiğini, İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından açılan davada taraflarına herhangi bir bildirim yapılmadığını ve hasımsız olarak açılan dava sonucunda tapu kaydının iptal edildiğini, kendilerinin taşınmazın değerinin ödenmesi amacıyla açtıkları tazminat davasının da hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler, yeniden yargılama yapılmasını talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
19. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
20. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Başvuru süresi ve mazeret” başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
21. Bireysel başvurunun ön şartlarından birisi de başvuru süresidir. Süre, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usul hükmüdür.
22. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (B. No: 2012/1075, § 18-19, 12/2/2013).
23. Başvuru konusu olayda, başvurucuların ihlale neden olduğunu iddia ettikleri Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16/2/2010 tarih ve E.2009/512, K.2010/42 sayılı kararı, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 15/5/2012 tarih ve E.2012/4531, K.2012/9858 sayılı kararıyla onanmış, başvurucuların karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 26/11/2012 tarih ve E.2012/18721, K.2012/23812 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
24. Karar düzeltme isteminin reddi kararından sonra Mahkemece, başvurucular vekiline gönderilen tebligata “Mahkememiz dosyası Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 26/11/2012 tarih ve E.2012/18721-23812 sayılı ilamıyla karar düzeltme talebinin reddine gelmiştir. Tebliğ olunur” şeklinde ihtar yazılmış, karar düzeltme isteminin reddine dair karar ise gönderilmemiştir. Bu tebligat, 7/1/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, karar düzeltme isteminin reddine dair kararın tebliğ edilmediğini, yalnızca dosyanın Yargıtaydan döndüğü bildiriminin yapıldığını, bu tür bir tebligatın yasal olmayıp yazılı yargılamada gerekçeli kararın tebliği esas olduğundan, karar düzeltme isteminin reddine dair kararın tebliğ tarihinin, hükmü Mahkemeden aldıkları tarih olan 18/2/2013 tarihi olduğunu, bu tarihten itibaren otuz günlük süre içerisinde bireysel başvuruda bulunulduğunu ileri sürmüşlerdir.
25. Başvurucular vekili, 7/1/2013 tarihinde, karar düzeltme isteminin reddine dair kararın esas ve karar numaralarını içeren tebliğ mazbatasını tebellüğ etmiştir. Başvurucular vekiline karar düzeltme isteminin reddine dair kararın aslı veya sureti tebliğ edilmemişse de 7/1/2013 tarihinde, karar düzeltme isteminin reddine dair kararı ve dolayısıyla ihlale neden olduğu iddia edilen Mahkeme hükmüne ilişkin başvuru yollarının tüketildiğini öğrenmiştir. Otuz günlük başvuru süresi de başvurucuların veya vekillerinin karara erişme olanağına sahip oldukları tarihten itibaren başlamaktadır. Öte yandan 1086 sayılı Kanun’un yukarıda anılan hükmüne göre, karar düzeltme isteminin sonucunun taraflara bildirilmesi yeterli olup, ayrıca karar düzeltme isteminin reddine dair kararın tebliği de gerekmemektedir.
26. Başvurucular vekiline karar düzeltme isteminin reddi, 7/1/2013 tarihinde bildirildiği hâlde, başvurucular otuz günlük süre geçtikten sonra 26/2/2013 tarihinde başvuruda bulunmuşlardır.
27. Açıklanan nedenlerle, başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren otuz gün geçtikten sonra yapılan başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun, “süre aşımı” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına, 16/4/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Alparslan ALTAN
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Engin YILDIRIM
Old 04-06-2013, 11:05   #42
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Hukuka güvenilirlik ile ilgili sorulara karşılık bugün bir olayı paylaşma ihtiyacı duydum. Anlatılan şu şekildedir. Cumhuriyetin kurulması için yabancı devletlerle görüşmeler yapıldığı sırada İngilizler şöyle bir teklifte Atatürk'e bulunuyorlar. "Biz sizin bütün şartlarınızı kabul edelim yalnız yeni Cumhuriyet'in hukuk sistemini İngiliz sistemine göre biz kuralım, zira Osmanlıda bu sistem sağlıklı kurulmamıştır" derler. Atatürk ise buna karşı çıkarak kendi hukuk sistemimizi kurmamız gerektiğini belirtmiştir. Bugün gelinen noktada Türkiye hukuk sisteminin henüz kurulamadığını ve sürekli hatalı kararlar veren yapısının devam ettiğini görmekteyiz. Devletimizi kuranlar bugünleri görseler acaba bu işi İngilizlere bıraksak derlermiydi?...
Old 04-06-2013, 13:07   #44
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Mülkiyet ihlallerinde zamanaşımı konusu eski dönemlerde de tartışmaya konu olmuştu.
Örnek bir karar ektedir:

İçtihatları Birleştirme BGK 1981/1 E, 1981/3 K.

"İçtihat Metni"

Hazine aleyhine, Türk Medeni Kanununun 917/1. maddesi uyarınca açılacak tazminat davasının tâbi bulunduğu Borçlar Kanununun 60/1. maddesinde yazılı zamanaşımı sürelerinin başlama gününe ilişkin Hukuk Genel Kurulu’nun 26.9.1962 tarih ve 4/21-76 sayılı kararı ile Dördüncü Hukuk Dairesi’nin 21.11.1964 tarih ve 1963/6051-5466 sayılı kararı arasında ortaya çıkan içtihat aykırılığının içtihatların birleştirilmesi yolu ile giderilmesi Hukuk Genel Kurulu’nun 8.5.1981 tarih ve 4-548 sayılı kararı ile istenilmiştir.

1730 sayılı Yargıtay Kanununun 18, 19/7 ve 20. maddeleri hükümleri gereğince 14.9.1981 günü toplanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nda, yukarıda anılan kararlar arasında içtihat aykırılığı bulunup bulunmadığı konusunda ön sorun olarak görüşme açılmış olup Raportör Üyenin açıklamaları dinlendikten sonra aşağıda yazılı sonuca varılmıştır.

Hukuk Genel Kurulu’nun 8.5.1981 tarih ve 4-548 sayılı kararının özeti şöyledir:

Kurul’un evvelce verdiği 26.9.1962 tarih ve 4/21 sayılı kararında, (Borçlar Kanununun 60/1. maddesi uyarınca zarar ve sorumluyu öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve her halde zararı meydana getiren eylemin işlenmesinden başlayarak on yıl geçtikten sonra dava zamanaşımına uğrar. Mahkemenin, Borçlar Kanununun 60/1. maddesi gereği, davacının zarar ve sorumlusunu gerçekten öğrendiği tarihi araştırması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir) denildiği halde, Dördüncü Hukuk Dairesi’nin 21.11.1964 tarih ve 1963/6051-5466 sayılı kararında, (zararın gerçekleştiği gün malın mâmelekten çıktığı gündür. Çünkü, Medeni Kanunun 917. maddesine göre, Hazineden tazminat istenebilmesi için zararın gerçekleşmesi şarttır) içtihadında bulunulmuştur. Anılan Özel Dairede, (Borçlar Kanununun 60/1. maddesinde yazılı on yıllık zamanaşımı süresinin zararı oluşturan eylemin işlenmesi tarihinden başlayacağı) tarzındaki görüşün sonradan çoğunluk kazandığına işaret edilerek, Borçlar Kanununun 60/1. maddesinde öngörülen zamanaşımının başlama tarihi bakımından bu görüşler arasındaki aykırılığın, Dördüncü Hukuk Dairesi’nde oluşan yeni temâyül dahi gözetilmek suretiyle içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi istenilmiştir.

İçtihadı birleştirme konusu yapılan Hukuk Genel Kurulu’nun 26.9.1962 tarih ve 4/21-76 sayılı kararı, karar düzeltme yolu ile anılan Kurul’un 23.1.1963 tarih ve 4/64-14 sayılı kararı ile ortadan kaldırılmıştır.

Türk Medeni Kanununun 917/1. maddesi gereği Hazine aleyhine açılacak tazminat davasının tâbi bulunduğu on yıllık zamanaşımı süresinin haksız eylemin işlendiği tarihten başlayacağı yolunda ortaya çıktığına işaret olunan ve Dördüncü Hukuk Dairesi’nin temâyülünü belirten bir kararın mevcut olmadığı yapılan araştırmadan ve sözü geçen Daire Başkanının açıklamasından anlaşılmıştır.

1730 sayılı Yargıtay Kanununun 17/2-b maddesinde, içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilebilmesi için, (benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar verilmiş bulunması) şartı aranmaktadır. Keza, aynı Kanunun 19/7. maddesinde (birbirine aykırı kararlardan) söz edilmektedir.

Hukuk Genel Kurulu’nun içtihadı birleştirme isteğine dayanak yapılan kararlardan 26.9.1962 tarihli olanı karar düzeltme yolu ile ortadan kaldırıldığına göre bu kararın gerekçesinde yer alan görüş ele alınarak içtihadı birleştirme yoluna gidilmesi mümkün bulunmamaktadır. Ortadan kaldırılmış karar üzerine tartışma da açılamaz.

Yargıtay’ın bir dairesinde beliren yeni bir temayül karar biçimine dönüşmedikçe nazara alınamaz ve temayüle göre içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilemez.

Bu durum karşısında, 26.9.1962 ve 21.11.1964 tarihli kararların içerikleri bakımından aralarında içtihat aykırılığı bulunup bulunmadığının incelenmesine gerek kalmamaktadır.

O halde, şartların gerçekleşmemesi nedeni ile İçtihadı Birleştirme Kararı verilmesine yer bulunmamaktadır.

Sonuç: Yukarıda açıklanan durum karşısında, Türk Medeni Kanununun 917/1. maddesi uyarınca Hazine aleyhine açılacak tazminat davasının tâbi bulunduğu ve Borçlar Kanununun 60/1. maddesinde yazılı zamanaşımı sürelerinin başlama tarihleri yönünden Hukuk Genel Kurulu ile Dördüncü Hukuk Dairesi kararlan arasında giderilmesi gereken içtihat aykırılığı olmadığına ve bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararı verilmesine yer bulunmadığına, 14.9.1981 gününde, iki aykırı oya karşı çoğunlukla karar verildi.
Old 24-06-2013, 14:54   #45
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

2005 yılında henüz orman iddiası ile açılan davaların hangi yargı yolu olduğuna dair uyuşmazlık bulunduğuna ilişkin Danıştay Genel Kurul Kararı ektedir....

T.C.
DANIŞTAY
İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU

Esas No.
2005/148
Karar No.
2005/205
Tarihi
07.04.2005

İLGİLİ MEVZUAT
2577-İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNU ( İYUK )/15.1

6831-ORMAN KANUNU ( OK )/11


KAVRAMLAR
ORMAN KADASTRO KOMİSYON KARARI
HAZİNE LEHİNE ORMAN TAHDİT SINIRLARI DIŞINA ÇIKARILAN TAŞINMAZ
GÖREV

ÖZET
ORMAN KADASTRO KOMİSYON KARARIYLA HAZİNE LEHİNE ORMAN TAHDİT SINIRLARI DIŞINA ÇIKARILAN TAŞINMAZIN DEĞERİNİN ÖDENMESİ İSTEĞİYLE YAPILAN BAŞVURUYA İLİŞKİN UYUŞMAZLIĞIN GÖREV VE ÇÖZÜMÜNÜN ADLİ YARGI DÜZENİ İÇİNDE YER ALAN MAHKEMELERE AİTTİR

İSTEMİN ÖZETİ : İstanbul İli, Pendik İlçesi, Kurna Köyünde bulunan ve orman sınırları dışına alınarak hazine adına tescil edilen ... parsel sayılı taşınmazın değerinin ödenmesi istemiyle 5.4.1999 tarihinde yapılan başvurunun yanıt verilmeksizin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada; İstanbul 3. İdare Mahkemesince, Danıştay Sekizinci Dairesinin 16.4.2003 günlü, E:2002/2695, K:2003/1804 sayılı davanın görev ve çözümünün adli yargıya ait olduğu gerekçesiyle verilen bozma kararına uyulmayarak verilen ve davanın esastan reddi yönündeki ilk kararında ISRARA ilişkin bulunan 23.10.2003 günlü, E:2003/1556, K:2003/1095 sayılı kararı, davacılar temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedirler.
SAVUNMANIN ÖZETİ : Savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ EMİN SINMAZ'IN DÜŞÜNCESİ : İstanbul 3. İdare Mahkemesinin ısrar kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
DANIŞTAY SAVCISI RADİYE TİRYAKİ'NİN DÜŞÜNCESİ : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme ısrar kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği görüşüldü:
KARAR : İstanbul İli, Pendik İlçesi, Kurna Köyünde bulunan ve orman sınırları dışına çıkarılarak hazine adına tescil edilen ... parsel sayılı taşınmazın değerinin ödenmesi istemiyle 5.4.1999 tarihinde Orman Genel Müdürlüğüne yapılan başvurunun yanıt verilmeksizin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada; İstanbul 3. İdare Mahkemesi, 21.12.2001 günlü, E:1999/704, K:2001/1455 sayılı kararıyla; ..., ..., ... ve ... sayılı parsellerde Orman Kadastro Komisyonunca çalışmalar yapıldığı, ... sayılı parselin orman tahdit sınırları içinde kaldığı, ... sayılı parselin ifrazla ikiye ayrıldığı, ifraz neticesi ... sayılı parselin hazine lehine orman tahdit sınırları dışına çıkartıldığı, ... sayılı parselin ise davacılar adına tescil edildiği, davacıların kadastro komisyonunun işlemlerini dava konusu ettiği, Pendik Kadastro Mahkemesince davanın, ... ve ... parseller yönünden reddedildiği, kararın kesinleşmesinden sonra davacılar vekilinin 5.4.1999 tarihli dilekçe ile davalı idareye müracaat ettiği ve ... sayılı parsel için 422.460.000.000 TL.nin ödenmesini talep ettiği, bu talebine cevap verilmemesi üzerine tesis edilmiş sayılan zımni red işleminin iptali istemiyle bu davanın açıldığı; dava dilekçesindeki iddiaların ise müracaat konusu ... parselle ilgili olmayıp ... sayılı parselle ilgili olduğunun anlaşıldığı, bu durumda yasal düzenlemelere göre yasal hakların korunması amacıyla dava açılabileceği, davacıların bu amaçla Pendik Kadastro Mahkemesinde açtıkları davanın ... ve ... parseller yönünden reddedildiğinden ve bu karar kesinleştiğinden ve davacıların alacağı sözkonusu olmadığından yasal dayanağı bulunmayan bedel talebinin reddi yolundaki işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Bu karar temyiz incelemesi aşamasında Danıştay Sekizinci Dairesinin 16.4.2003 günlü, E:2002/2695, K:2003/1804 sayılı kararıyla, uyuşmazlığın görev ve çözümünün adli yargı düzeni içinde yer alan mahkemelere ait olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi 23.10.2003 günlü, E:2003/1556, K:2003/1095 sayılı kararıyla; davacıların 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi kapsamında Orman Genel Müdürlüğüne müracaat ettikleri ve altmış gün içinde cevap verilmemek suretiyle tesis edilen zımni ret işleminin iptali istemiyle bakılan davayı açtıkları, bu durumda, zımni ret işleminin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu, kaldı ki, davacılar tarafından ... nolu parsele ilişkin olarak aynı istemle Maliye Bakanlığına yapılan başvurunun reddi yolunda tesis edilen 5.5.1999 günlü, 17671 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada, Mahkemelerinin işin esasına girerek verdiği davanın reddi yolundaki 30.4.2002 günlü, E:1999/705, K:2002/732 sayılı kararının, Danıştay Sekizinci Dairesinin 27.5.2003 günlü, E:2002/4158, K:2003/2454 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiğini belirterek davanın reddi yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesinde, Yasanın 14. maddesinin 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda idari yargı yerlerinde açılan davalarda, davanın görev yönünden reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.
6831 sayılı Orman Yasasının 11. maddesinde "orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilanı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve bu Yasanın 2. maddesine göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı ile hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir...." hükmüne yer verilmiştir.
Danıştay Sekizinci Daire Kararında da belirtildiği gibi, Kurna Köyü, ..., ..., ... ve ... sayılı parsellerde Orman Kadastro Komisyonunca çalışmalar yapıldığı, ... sayılı parselin orman tahdit sınırları içinde kaldığı, ... sayılı parselin ifrazla ikiye ayrıldığı, ifraz neticesi ... sayılı parselin hazine lehine orman tahdit sınırları dışına çıkarıldığı, ... sayılı parselin ise davacılar adına tescil edildiği, Pendik Kadastro Mahkemesinin E:1995/3, K:1997/11 sayılı kararıyla davanın ... ve ... parseller yönünden reddedildiği, bu kararın 11.2.1999 tarihinde kesinleştiği, kararın kesinleşmesinden sonra davacılar vekilinin 5.4.1999 tarihli dilekçe ile davalı idareye müracaat ederek ... sayılı parselin rayiç bedeli olan 422.460.000.000 TL.nin taraflarına ödenmesini talep ettiği, bu talebine cevap verilmemesi üzerine tesis edilmiş sayılan zımni ret işleminin iptali istemiyle bu davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, davacılar açısından, zarar doğurduğu ileri sürülen asıl işlemin, Orman Kadastro Komisyonu kararıyla taşınmazların hazine lehine orman tahdit sınırları dışına çıkarılması ve hazine adına tescili olduğundan ve bu komisyon kararına karşı Orman Yasasının 11. maddesi uyarınca adli yargı düzeninde yer alan mahkemelere dava açılabileceğinden, görüm ve çözümü adli yargı yerlerine ait olan bu işlem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların ( parsel değerinin ödenmemesi ) tazmini istemiyle açılan bu davanın da görüm ve çözümünün adli yargı düzeni içinde yer alan mahkemelere ait olduğundan İdare Mahkemesince işin esasına girilerek verilen ısrar kararında isabet bulunmamıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, İstanbul 3. İdare Mahkemesinin 23.10.2003 günlü, E:2003/1556, K:2003/1095 sayılı ısrar kararının Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı doğrultusunda BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İstanbul 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine, 07.04.2005 günü oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Davacıların maliki olduklarını iddia ettikleri taşınmazlarla ilgili Kadastro işlemine yaptıkları itirazın Pendik Kadastro Mahkemesince reddedilmesi üzerine, taşınmazların bedelsiz olarak Hazineye intikali nedeniyle mağdur olduklarını öne sürerek, uğradıkları zararın tazmini amacıyla davalı idareye 2577 sayılı Yasanın 10. maddesi kapsamında yaptıkları başvurunun reddi üzerine bakılan davayı açtıkları anlaşılmış olup; uyuşmazlığın, bu kapsamda değerlendirilerek görev ve çözümünün idari yargı yerinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda İdare Mahkemesince işin esası incelenerek verilen kararın temyiz incelemesinin yapılması sağlanmak üzere dosyanın Danıştay Sekizinci Dairesine gönderilmesi oyuyla, karara karşıyız.
Old 15-07-2013, 11:45   #47
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

ORMAN KANUNUNDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN İPTALİ İSTEMİ...

gönderen kararara.com » 12 Tem 2013, 02:30
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2012/108
Karar Sayısı : 2013/64
Karar Günü : 22.5.2013


İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Şirvan Asliye Hukuk Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun, 5.11.2003 günlü, 4999 sayılı Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 6. maddesiyle değiştirilen 11. maddesinin birinci fıkrasının “Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir.” biçimindeki üçüncü ve dördüncü cümlelerinin Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.

I- OLAY
Maliye Hazinesine karşı açılan tapu iptali ve tescil davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“Dava kadastro tespitinin kesinleşmesinden sonra açılan tapu iptali ve tecili davasıdır. Davacı zilyetlikle kadastro tespiti sırasında orman parseli içerisinde bırakılan taşınmaz üzerinde hak iddia etmektedir. 102 ada 1 parsel numaralı orman parselinin kadastrosu askı ilanına çıkarılarak 04/07/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Orman kadastrosu işlemi genel kadastro sırasında yapıldığından kadastro kanunu gereğince yapılan çalışmalar 1 ay boyunca askı ilanında tutulmuş ve tutanaklar kesinleşmiştir.
6831 sayılı Orman Kanununun 11. maddesi gereğince hak sahibi olduğunun iddia eden kişiler askı ilan süresi içerisinde sınırlamaya itiraz edebilecek, itiraz olmaması halinde komisyon kararları kesinleşecektir. Bu sürenin hak düşürücü süre mahiyetinde olduğu, tapu sahibi kişilerin on yıllık süre içerisinde dava açma haklarının olduğu da aynı maddede ifade edilmiştir.
Dava sürecinde alman bilirkişi raporlarıyla da bağlantılı olarak taşınmazın orman olmayan yerlerden olduğu kanaatine varılmış, davacı vekilinin itirazları da değerlendirilerek konu incelenmiş ve Orman Kanunun 11. maddesindeki “ Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir.” hükmünün Anayasaya aykırı olduğu vicdanı kanaatine varılmıştır. Şöyle ki;
Anayasanın 13. maddesi “ Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplumun düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”
Anayasa’nın 35. maddesi “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” şeklindedir.
Keşif sonrası alınan orman bilirkişi raporundaki taşınmazın özellikle memleket haritasında ve hava fotoğrafında açıklık alanda kaldığına dair yorumlar çerçevesinde konuya yaklaşmak önemlidir. Çünkü kadimden beri orman sayılan yerlerden tapuyla bile toprak kazanmak mümkün değildir. Bu bağlamda herhangi bir davada (ve özellikle bu davada) kadastro işleminin kesinleşmesinden sonra tapuyla hak iddia edebilmek mümkünken davacının kadimden beri zilyetliğinde olan ve devletin bölgede kadastro işlemi yapmaması sebebiyle tapusu bulunmayan zilyedin hak düşürücü sürenin geçmesi sebebiyle hak iddia edebilmesi mümkün olmamaktadır. Bölgede kadastro işlemlerinin ihale yoluyla yapılması, kadastro teknisyenlerinin işleri hızlı bir şekilde bitirebilmek için çoğu zaman özensiz davranması, hatta eski tapuları tam olarak uygulamaması sebebiyle mülkiyet hakkının özü zarar görebilmektedir. Ayrıca askı ilanlarının köyde yapılması günümüz şartlarında kadastro sonuçlarının tam olarak öğrenilebilmesini engellemektedir. Çünkü hak sahibi kişilerin çoğu artık köylerde oturmamaktadır. Bu nedenle 1 aylık askı süresi içinde çoğu zaman hak sahibi kişiler kadastro işlemlerinden haberdar olamamakta, bunun sonucunda tutanaklar kesinleştiğinde kadimden beri zilyetlikle arazilerini kullanan şahıslar ellerinde herhangi bir tapu olmadığı için orman kadastrosuna karşı herhangi bir hak iddia edememekte ve açtığı davalar hak düşürücü süre sebebi ile reddedilmektedir. Askı ilanı süresinde köyde oturan şahıslar ise durumdan haberdar olarak kadastro mahkemesinde dava açarak hak iddia edebilmektedir. Bu nedenlerle kadimden beri zilyetlikle bir taşınmazı sahiplenen kişilerin mülkiyet hakkı askı ilanının köyde yapılması ve 1 aylık süreyle sınırlandırılması gibi teknik teferruatlarla sınırlandırılmakta, ayrıca bu 1 aylık sürenin hak düşürücü süre olduğu belirtilerek mülkiyet hakkının özüne dokunulmakta, mülkiyet haklarının özü vatandaşların bilemeyeceği ve günümüz şartlarında ulaşamayacağı sınırlamalarla zedelenmektedir.
Anayasanın 11. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın sınırlandırılabileceği belirtilmektedir. Orman kanununun ilgili maddesi mülkiyet hakkının özüne dokunmaktadır. Şöyle ki; keşif esnasında orman bilirkişi marifetiyle ziraat alanında kaldığı belirlenen arazilerin sırf askı ilan süresi geçirildiği ve bu sürenin hak düşürücü süre mahiyetinde olması nedeniyle zilyetlerin hak iddiası dinlenmemekte, taşınmaz memleket haritası ve hava fotoğrafında ziraat alanında kalsa bile hak düşürücü sürenin geçirildiği için taşınmaz orman alanında kalmaktadır. Hak düşürücü sürenin ormanlar açısından herhangi bir faydasının olmadığı, diğer hazine arazileri yönünden zilyetlikle kazanma açısından böyle bir sınırlama yokken orman sınırlarında dikkatsizlik sonucu bırakılmış ziraat alanlarının zilyetlikle iktisap edilememesi, hak düşürücü sürenin bu durumu engellemesi açıkça eşitlik ilkesine aykırı olduğu gibi mülkiyetin özüne müdahale mahiyetindedir. Kanun koyucu özel durumları göz önüne alarak yanlışlıkla orman sınırlarında bırakılan ziraat alanlarıyla alakalı herhangi bir istisna getirmemiş ve toptancı bir yaklaşımda bulunmuştur.
Anayasanın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkın sahip olduğu, bu hakkın kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Ormanlık alanların korunması tabii ki kamu yararı kavramının sınırları dahilindedir. Ancak birçok dava dosyasında (ve bu dosyada olduğu gibi) ziraat alanı olarak görünen taşınmazların orman sınırları dahilinde bırakıldığı görülmektedir. Ziraat alanlarının - orman içi açıklık mahiyetinde olması durumu hariç - orman sınırları dahilinde tutulmasının kamu yararı açısından herhangi bir öneminin olmadığı, bu kısımların zilyetlikle kazanılabilmesinin mümkün olması gerektiği izahtan varestedir. Bu bağlamda zilyetlikle kazanma koşulları oluştuğu yani mülkiyet karinesi olduğu halde hak düşürücü süre marifetiyle, ormanlık alanda bırakılmış ziraat alanlarının mülkiyetinin kazanılamaması mülkiyet hakkının açık ihlali niteliğinde olduğu gibi bu sınırlamada herhangi bir toplum yararı da yoktur.
Bu açıklamalar doğrultusunda Anayasaya aykırı olduğu düşünülen hükmün iptali için Anayasa’nın 152. maddesi gereğince başvuru yoluna gidilmiştir.

NETİCEİ TALEP :
6831 sayılı Orman Kanunu 11. maddesindeki “bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir, bu süre hak düşürücü süredir” hükmünün Anayasanın 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu düşünüldüğünden iptal edilmesine karar verilmesini talep ederim.”

III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun, 5.11.2003 günlü, 4999 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle değiştirilen ve itiraz konusu kuralı da içeren 11. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Madde 11- (Değişik: 5/11/2003-4999/6 md.) Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilânı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak, harita ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren bir ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve 2 nci maddeye göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma hakları mahfuzdur.”
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine dayanılmış, 36. maddesi ise ilgili görülmüştür.

IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve Zühtü ARSLAN’ın katılımlarıyla 11.10.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Hakan ATASOY tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- İtiraz Konusu Kuralın Anlam ve Kapsamı
Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının itiraz konusu üçüncü cümlesinde, orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanaklara karşı maddede belirtilen bir aylık süre içinde itiraz olmaz ise komisyon kararlarının kesinleşeceği, aynı maddenin dördüncü cümlesinde ise bu sürenin hak düşürücü süre olduğu hükme bağlanmıştır.
Hak arama yolunu kısıtlayan hak düşürücü süre, hakkı ortadan kaldırıcı, yok edici işleve sahip olduğundan, süre geçtikten sonra hakkın varlığından söz edilemez. Hak düşürücü süre ile kanunun belirlediği sürede dava açılmaması hâlinde hakkın sona ereceği ve bu nedenle de hâkimin süreyi kendiliğinden göz önünde bulunduracağı açıktır.
Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının itiraz konusu üçüncü cümlesinde “bu müddet” denilerek, sürenin miktarı ve başlangıcı konusunda 11. maddenin birinci fıkrasının itiraza konu olmayan diğer kısımlarına atıfta bulunulması; fıkranın son cümlesinde ise hak düşürücü olduğu belirtilen sürenin geçirilmesi hâlinde, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içinde dava açma haklarının mahfuz olduğunun, aksi ifadeyle, tapusuz gayrimenkul sahiplerinin dava açma haklarının bulunmadığının belirtilmesi nedeniyle, itiraz konusu kuralın düzenlendiği cümleler yanında, ayrıca ilgili oldukları diğer yasa kuralları ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kanun’un 9. maddesinin ikinci fıkrasına göre, orman kadastro tutanakları, sınırlandırılan ormanların işletme şeklini, ihtiva ettikleri ağaç türlerini, mülkiyet ve diğer ayni hakları, sınırda bulunan taşınmaz malların cinsini, maliklerinin ve işgal edenlerin ad ve soyadını, gösterilen veya verilen belgelerin tarih, numara ve nitelikleri ile ilgililer tarafından yapılan itirazları kapsayacak şekilde düzenlenen belgelerdir.
Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında, kadastro tutanak suretlerinin haritaları ile birlikte orman kadastro komisyonlarınca ilgili köy, belde veya mahallelerde uygun yerlere asılmak suretiyle ilan edileceği; 11. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, bu tutanakların askı suretiyle ilanının, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmünde olduğu; ikinci cümlesinde ise tutanak, harita ve kararlara karşı itiraz süresinin askı tarihinden itibaren başlaması öngörülmüştür. Dolayısıyla, itiraz konusu üçüncü cümlede yer alan müddet, orman kadastro tutanaklarının askı suretiyle ilanı ile başlamakta ve bu ilan, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmünde olmaktadır.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 1. maddesinde, “Kazaî merciler, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idareler, (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlar, (IV) sayılı cetvelde yer alan sosyal güvenlik kurumları ile il özel idareleri, belediyeler, köy hükmî şahsiyetleri, barolar ve noterler tarafından yapılacak elektronik ortam da dâhil tüm tebligat, bu Kanun hükümlerine göre Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü veya memur vasıtasıyla yapılır.” denilerek, kamu kurum ve kuruluşlarının tebligatlarını 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre yapmaları gerektiği belirtilmiş, Kanun’un devam eden maddelerinde tebligatların hangi usullerle yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre, 6831 sayılı Kanun’un 11. maddesinde öngörülen askı suretiyle ilanın, 7201 sayılı Kanun’da belirtilen tebligat usulleri arasında yer almadığı görülmektedir.
Öte yandan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesinin birinci fıkrasında, “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” denilerek, kişilerin olağanüstü kazandırıcı zamanaşımıyla tapu kütüğüne kayıtlı olmayan bir gayrimenkul üzerinde mülkiyet hakkına sahip olabilecekleri ve bu haklarını tapu kütüğüne kaydettirebilecekleri hükme bağlanmıştır. 6831 sayılı Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde, “Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma hakları mahfuzdur.” denildiğinden, cümlenin aksi ifadesinden, maddede belirtilen bir aylık süre içinde dava açmayan tapusuz gayrimenkul sahiplerinin, tapulu gayrimenkul sahiplerinden farklı olarak, on yıllık süre içerisinde dava açma haklarının bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda, itiraz konusu kuralda yer alan bir aylık hak düşürücü süre, tapulu gayrimenkullerde orman kadastro tutanaklarına itiraz süresi olup, sürenin geçirilmesi sadece bu tutanakların kesinleşmesine yol açarken; tapusuz gayrimenkullerde mülkiyet hakkından doğan dava hakkının ortadan kalkmasına sebep olmakta ve mülkiyet hakkına dayalı dava açma süresi hâline gelmektedir.
Daha önce altı ay olan süreyi bir aya indiren 19.4.2012 günlü, 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’un 13. maddesinin gerekçesinde, bu sürenin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce yapılan kadastro çalışmalarında olduğu gibi bir aya indirilerek, hem Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile ortak hareket imkânının artırılmasının hem de çalışmaların hızlandırılmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Ancak, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinde, 30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitlerin kesinleşeceği belirtilmekle birlikte, “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz” denilerek, hem tapulu hem de tapusuz gayrimenkul sahiplerine dava açma hakkı tanındığından, buradaki otuz günlük süre, 6831 sayılı Kanun’un 11. maddesinde yer alan süreden farklı olarak, sadece kadastro tutanaklarının kesinleşmesine yol açmaktadır.
B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
Başvuru kararında, kişilerin kadimden beri zilyetliklerinde bulunan taşınmazları iktisap koşulları oluşmasına rağmen Devletin bölgede kadastro çalışması yapmaması nedeniyle tapu siciline kaydettiremedikleri, kadastro işlemlerinin hızlı ve özensiz yapılmasının yanı sıra, askı ilanlarının sadece köyde yapılması nedeniyle köyde ikamet etmeyen hak sahiplerinin kadastro işlemlerinden haberdar olmadıkları ve Kanun’da belirtilen bir aylık süre içinde kadastro işlemlerine itiraz etme imkânı bulamadıkları, bunun sonucunda da mülkiyet haklarının tapuya dayanmaması nedeniyle 10 yıllık süre içinde dava açamadıkları, bu nedenle itiraz konusu kuralın mülkiyet hakkının özüne dokunduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, itiraz konusu kural ilgisi nedeniyle, Anayasa’nın 36. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren mülkiyet hakkı, Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak, bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.
Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvenceler hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir.
Hak arama özgürlüğü demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan, hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir. Dava konusu kuralla getirilen süre sınırlamasının, kamu düzeniyle ilgili olan kadastro işlemlerinin hızlandırılmasını ve düzenli bir tapu sicilinin oluşmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Orman kadastro tutanaklarının her an dava tehdidi altında bulunması, tutanakların kesinleşmesine engel olarak kamu hizmetinin aksamasına neden olacağından, açılacak davalar için bir süre sınırlaması getirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır.
Tutanakların askı suretiyle ilan edilerek başlayan ve ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmünde olduğu kabul edilen bir aylık hak düşürücü süre, tapusuz gayrimenkul sahiplerinin kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açma hakkını ortadan kaldırdığından, kişilerin mülkiyet haklarının sona ermesine sebep olmaktadır. Bu niteliği ile itiraz konusu kural, kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak, hak arama özgürlüğünün ve mülkiyet hakkının ölçüsüz biçimde sınırlandırılmasına, hakkın özüne dokunarak kullanılamaz hale gelmesine yol açacak niteliktedir.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 10.3.2009 günlü, “Rimer ve diğerleri/Türkiye” kararında, Kanun’da orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanaklara karşı dava açmak için öngörülen sürenin ancak ilgili şahsın etkin ve yeterli bir şekilde bilgi sahibi olmasından sonra başlayabileceği, bu tutanakların köy kahvesinde ilan edilmesinin doğru ve gerektiği şekilde tebliğ için yeterli olmadığı, tabiat ve ormanların, daha genel anlamda çevrenin korunması amacıyla mülkiyet hakkı gibi bazı temel haklara müdahalede bulunulabileceği ancak mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir tazminat ödemeden mülkiyetten mahrum bırakmanın 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi bakımından aşırı zarar oluşturduğu, dolayısıyla, mülk sahiplerine hiçbir tazminat ödenmemesinin, kamu yararı ile temel insan haklarının korunması arasında oluşturulması gereken doğru dengeyi başvuranlar aleyhine bozduğu sonucuna varmıştır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

VI- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez” denilmekte, 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.
31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun, 5.11.2003 günlü, 4999 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle değiştirilen 11. maddesinin birinci fıkrasının “Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir” biçimindeki üçüncü ve dördüncü cümlelerinin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk, kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu bende ilişkin iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.

VII- SONUÇ
31.8.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun, 5.11.2003 günlü, 4999 sayılı Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 6. maddesiyle değiştirilen 11. maddesinin birinci fıkrasının “Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir.” biçimindeki üçüncü ve dördüncü cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE, iptal hükümlerinin, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, 22.5.2013 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Old 04-06-2014, 15:53   #48
hukukçu emin

 
Varsayılan

Mustafa bey merhaba tazminat konusunda bir çok paylaşım yapmışsınız faydalandık teşekkürler.

Bir sorum olacak. Müvekkil 1992 yılında yan yana 2 ayrı yer satın alıyor ve tapuda devir yapılıyor. Sonrasında 2005 yılında yapılan kadastro tespitinde müvekkilin tapulu yerleri başka şahıslar adına kayıt ediliyor ve müvekkil kadastro tespitine askı süresi içinde itiraz ediyor ve Kadastro tespitinin iptali davası açıyor. Ancak davayı kaybediyor. Gerekçe ise tapu kayıtlarının hukuki değerini yitirmesi gösteriliyor ve Yargıtayca da onanmış.
Şimdi sormak istediğim şudur; bu yerler zaten elimizden gitti, biz tapulu bu yerlerimiz ile ilgili tazminat davası açabilir miyiz? Sizin paylaştığınız tazminat davalarındaki ortak nokta taşınmazların orman ile ilgili olması ve devletin kamu yararı var diyerek taşınmazlar üzerinde maliklerin kullanım haklarını elinden almasıdır.
Bizim olayımızda da tapuya güven ilkesinden tazminat davası açılabilir mi ve kazanma ihtimali sizce nedir?
Old 06-06-2014, 14:16   #49
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan hukukçu emin
Mustafa bey merhaba tazminat konusunda bir çok paylaşım yapmışsınız faydalandık teşekkürler.

Bir sorum olacak. Müvekkil 1992 yılında yan yana 2 ayrı yer satın alıyor ve tapuda devir yapılıyor. Sonrasında 2005 yılında yapılan kadastro tespitinde müvekkilin tapulu yerleri başka şahıslar adına kayıt ediliyor ve müvekkil kadastro tespitine askı süresi içinde itiraz ediyor ve Kadastro tespitinin iptali davası açıyor. Ancak davayı kaybediyor. Gerekçe ise tapu kayıtlarının hukuki değerini yitirmesi gösteriliyor ve Yargıtayca da onanmış.
Şimdi sormak istediğim şudur; bu yerler zaten elimizden gitti, biz tapulu bu yerlerimiz ile ilgili tazminat davası açabilir miyiz? Sizin paylaştığınız tazminat davalarındaki ortak nokta taşınmazların orman ile ilgili olması ve devletin kamu yararı var diyerek taşınmazlar üzerinde maliklerin kullanım haklarını elinden almasıdır.
Bizim olayımızda da tapuya güven ilkesinden tazminat davası açılabilir mi ve kazanma ihtimali sizce nedir?


MK 1007 madde bu türden durumları karşılamakta. Eğer tapuda bir işlem yaparak tapu almışsanız, geçersiz hale gelmesi durumunda tazminat alabilirsiniz.
Old 10-12-2014, 09:23   #50
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Hukuk alanında Orman Köylüleri topluluğu için yeni gelişmeler mevcuttur. Yargıtay orman nedeni ile arazisine el konulan köylüler için İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından sonra kamulaştırmasız el koyma seçeneğini kapalı tutarak Medeni Kanun 1007 md uyarınca hazinenin sorumlu olacağına karar veriyordu. Son olarak Yargıtay 5 HD tapusu olan yerlerde orman sınırlamasının Kamulaştırmasız el koyma olduğuna ve Orman İdaresinin taraf oluşturacağına karar vermiştir. Yargıtay 5 HD 2014/7923-23097 K nolu karar 02.10.2014 tarihli. Bu karar ile (olmayan uydurma 10 yıllık zamanaşımı) zamanaşımı engellemesi yapan dairelerin de bu engellemesinin kalkması yoluna girilmiştir. Dikkat çeken bir diğer hususta uzun süredir orman/arazi davalarına bakan 20 HD nin Yargıtay Dergisine karar vermekte sıkıntı çekmesidir. Derginin bu sayısında tekrardan verebilecekleri bir örnek karar bulunamamıştır.... https://www.facebook.com/orman.koyluleri
Old 10-01-2015, 14:35   #51
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Anayasa mahkemesi mülkiyet hakları ile ilgili kısıtlayıcı yorumlar getirerek kişilerin yasal haklarını yok sayma yönünde eğilim içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Önümüzdeki günlerde İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuların yeniden başlayacağına dair işaretler belirmiştir...
http://www.kararlaryeni.anayasa.gov....ordsOnly=False https://www.facebook.com/orman.koyluleri
Old 12-01-2015, 12:25   #52
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Sonuç itibariyle, yukarıda değinilen ilkelere göre, davacının tebligat yapılmadığı veya ferağ vermediği takdirde, süreye tabi olmaksızın imar uygulaması sırasında bedele dönüştürülen payına takdir edilen karşılığın artırılması istemiyle her zaman dava açma hakkı bulunmaktadır.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsen Özel Daire bozma kararına uyularak, işin esasına girilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken; yanılgılı teşhis ve değerlendirme sonucu, çekişmesiz bedelin davacı tarafından alındığı 1994 ödeme tarihinin zamanaşımı başlangıcına esas alınarak, 19.06.2006 dava tarihi itibariyle on yıllık zamanaşımın süresinin geçirildiği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır (HGK. 9.4.2008, 300/308)
https://www.facebook.com/orman.koyluleri
Old 04-02-2015, 23:46   #54
Mustafa Öztok

 
Varsayılan eski kararlardan faydalı olabilecek bir tane

1. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/3549
K. 2002/5807
T. 7.5.2002
• KADASTRO EKİBİNİN HATALI İŞLEMLERİ ( Sicile Yerin Orman Tahdidinde Kaldığına İlişkin Şerh Verilmemesi - Sicile Güven İlkesi Uyarınca Davalıların Zarara Uğraması )
• TAZMİNAT DAVASI ( Tapu İptali ve Tescil - Sicile Yerin Orman Tahdidinde Kaldığına İlişkin Şerh Verilmemesi - Sicile Güven İlkesi Uyarınca Davalıların Zarara Uğraması )
• KUSURSUZ SORUMLULUK ( Kadastro Ekibinin Hatalı İşlemleri - Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti/Hazinenin 20 Yıl Sonra Davalı Satın Aldıktan Sonra Şerh Koydurması )
• SORUMLULUĞUN KUSURA DAYANMAMASI ( Kadastro Ekibinin Hatalı İşlemleri - Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti/Hazinenin 20 Yıl Sonra Davalı Satın Aldıktan Sonra Şerh Koydurması )
• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Kadastro Ekibinin Hatalı İşlemleri/Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti - Hazinenin 20 Yıl Sonra Açtığı Dava )
• DEVLETİN TAZMİNAT ÖDEMESİ ( Kusursuz Sorumluluk - Taşınmazın Orman Sınırları İçerisinde Değilmiş Gibi Tesbiti/Hazinenin 20 Yıl Sonra Açtığı İptal ve Tescil Davası )
2709/m.40/3, 129/5
4721/m.1007
818/m.55
ÖZET : Dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içerisinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tespit edilmiş, sonradan satım suretiyle el değiştirmiş; 1994 tarihinde davalı üzerine kaydedilmiştir.Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır.1982 tarihinde taşınmaz 1744 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır. Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların ( karşı davacılar ) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi nedeniyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz ( inkar edilemez ) bir gerçektir. Davalıların, akidine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez. Bu durumda uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur.
Hal böyle olunca, davalı ve karşı davacının gerçek zararının miktarının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tesçil, alacak davasının yapılan yargılamasında, mahkemece asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen karar karşı davacı vekili tarafından duruşma istemli temyiz edilmekle, duruşma günü olarak saptanan 7.5.2002 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vs.vekili avukat Ahmet ile temyiz edilen Hazine vekili avukat Gülderen geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı,bilahare dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı hazine vekili, dava konusu taşınmazın öncesinin orman olduğunu hazine adına orman dışına çıkarılan yerde kaldığı halde tapu maliki adına tesçil edildiğini, ormanların özel mülke konu olamayacağını ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile hazine adına tesçilini istemiştir.Davalı-karşı davacılar ise, tapu siciline güvenerek taşınmazın üzerinde şerh olmadan satın aldıklarını tapu iptal edildiği takdirde, zarara uğrayacaklarını ileri sürerek 15.374.000.000 TL. tazminat istemişlerdir. Toplanan delillere ve tüm dosya içeriğine göre, dava konusu taşınmazın 1938 yılında 3116 sayılı yasaya göre yapılan tahditte orman tahdit sınırları içerisinde kaldığı, orman sınırları içinde iken 1959 tarihinde yapılan arazi kadastrosu sonucu tahdit dışında imiş gibi senetsizden davalı ve karşı davacıların bayii üzerine tesçil edildiği, 16.2.1977 tarihinde başlayıp 14.9.1982 tarihinde kesinleşen 1744 sayılı yasaya göre yapılan orman sınırları dışına çıkarma işlemi ile dava konusu taşınmazın orman sınırları dışına çıkarıldığı, 11.7.1994 tarihinde davalıların tapu kaydına güvenerek pay satın aldığı daha sonra 9.11.1995 tarihinde tapu kaydına orman şerhi konulduğu sabittir.
Gerçekten, taşınmaz orman sınırları içerisinde iken kadastro tesbiti ile kişiler üzerine yapılan tesçilin yolsuz olduğu kuşkusuzdur.Nevarki, davalılar yolsuz oluşan tapu kaydına güvenerek taşınmazın bedelini ödemek suretiyle tapudan pay alan 2.el konumundadırlar.Taşınmazın tapu kaydı üzerinde ormandan çıkarıldığına ilişkin hiçbir şerh bulunmamaktadır.Başka bir anlatımla temlikten önce hazine tarafından tapunun yolsuz olduğundan bahisle açılmış bir dava yoktur.
Öncelikle belirtmek gerekirki Anayasa'nın 40 ncı maddesinin 3.fıkrasında "kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir." Hükmü öngörülmüş, 129 ncu maddenin 5 nci fıkrasında "memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği" açıklanmıştır.M.K.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli isede, eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez.Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur.Anılan ilke 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, B.K. nun 55 nci maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.6.1966 tarih 7/7 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır.Adam çalıştıran ( somut olayda devlet ) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur.Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur.Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tesçil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır.Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararlarıda ödemeyi taahhüt etmektedir.Dayanaksız yada hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
Somut olayda, dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içerisinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tespit edilmiş, sonradan satım suretiyle eldeğiştirmiş; 1994 tarihinde davalı üzerine kaydedilmiştir.Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır.1982 tarihinde taşınmaz 1744 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır.Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların ( karşı davacılar ) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi nedeniyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz ( inkar edilemez ) bir gerçektir. Davalıların, akidine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez. Bu durumda uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur.
Hal böyle olunca, davalı ve karşı davacının gerçek zararının miktarının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken karşı davanın reddine ilişkin hüküm kurulması doğru değildir. Davalı-karşı davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir.Kabulüyle hükmün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 4.12.2001 tarihinde yürürlüğe giren Av.ücret tarifesinin 14.maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 250.000.000. TL. duruşma Av.parasının temyiz edilenden alınmasına ve peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 7.5.2002 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Old 27-02-2015, 15:30   #55
Av.Nesrin

 
Varsayılan

Mustafa Bey, merhaba
Eklediğiniz kararlardan ve bilgilendirmelerden çok yararlandım, teşekkür ederim. ama bir şeyi anlamakta çok zorlanıyorum yardımcı olabilirseniz sevinirim.
6831 say yasa 11. maddeye dayanarak tapuda halen müvekkil adına görünen gayrımenkul 2007 yılında orman kadastrosu ve 2b uygulamaları sonucu orman sınırı içine alınıyor. Bu karar 1 aylık askı süresi sonunda itirazsız kesinleşiyor.
Gelinen noktada tapuda herhangi bir şerh olmadığı gibi, gayrımenkuller de halen müvekkiller adına.Bu durumda mülk sahibinin birşey yapması gerekiyor mu?
Yani 10 yıllık dava açma süresi içinde mülk sahibi hangi davayı açmalı. Herhangi bir işlem yok.İdareye terditli dava mı açmak gerekiyor. Bu gayrımenkul tapulu arazidir orman kadastro işlemi iptal edilsin, aksi takdirde orman idaresi adına tapu tescil edilip bana da bedeli ödensin. diye bir dava mı açmakla yükümlüyüz biz.Bir türlü netleştiremedim.
Gayrımenkulü bu şekilde satmayı düşünüyoruz.
Teşekkür ederim şimdiden cevabınız için.
Old 27-02-2015, 15:45   #56
Av.Nesrin

 
Varsayılan

Bu arada yapılan kadastro işleminden müvekkil haberdar. Dilekçe ile başvuru yapmış, başvurusuna da inceleme raporuyla cevap verilmiş 2013 yılında.
Old 28-02-2015, 12:43   #57
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Orman tahditinin iptali davası açma hakkınız 10 yıllık sürede mevcuttur.
Old 28-02-2015, 12:44   #58
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/593
K. 2013/5207
T. 25.3.2013
• TAPU SİCİLİNİN HATALI TUTULMASI NEDENİYLE UĞRANILAN ZARAR ( Taşınmazın Dayanağının Yolsuz Tescil Olması Nedeniyle Kadastro Çalışmalarında Hiçbir Parsele Revizyon Görmemesi ve Tespite İtiraz Davasının Reddedilmesi Sonucu Kaydın Yitirilmesi Nedeniyle Uğranılan Zararın Devletin Sorumluluğunu Gerektirdiği )
• TAPU KAYDININ YİTİRİLMESİ NEDENİYLE UĞRANILAN ZARAR ( Davacılara Ait Kayıt Kapsamının 2/B Uyarınca Hazine Lehine Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerden Olup Olmadığı Araştırılacağı - Tapu Sicilinin Hatalı Tutulması Nedeniyle Uğranılan Zararın Tazmini Talebi )
• 2/B UYARINCA HAZİNE LEHİNE ORMAN SINIRLARI DIŞINA ÇIKARILMA ( 2/B Sahası Olduğunun Tespiti Halinde Taşınmazın Tekrar Tapu Sahibine İadesi Hususunda Taraflara 6292 S.K.'dan Yasadan Kaynaklanan Hakların Kullandırılması İmkanı Tanınıp Sonucuna Göre İşlem Yapılacağı )
ÖZET : Dava, tapu sicilinin hatalı tutulması nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Davacılar murisinin 1974 yılında satın aldığı taşınmazın, dayanağının yolsuz tescil olması nedeniyle, kadastro çalışmalarında hiçbir parsele revizyon görmemesi ve açılan tespite itiraz davasının reddedilmesi sonucu, kaydın yitirilmesi nedeniyle uğranılan zararın Devletin sorumluluğunu gerektirdiği ve Hazine aleyhinde açılan davada işin esasına girilerek, davacılara ait kayıt kapsamının 6831 sayılı Yasanın 2/B maddesi uyarınca Hazine lehine orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olup olmadığı da araştırılıp, 2/B sahası olduğunun tespit edilmesi halinde, 6292 sayılı Yasanın 7. maddesi hükümlerine göre, taşınmazın tekrar tapu sahibine iadesi hususunda taraflara Yasadan kaynaklanan hakların kullandırılması imkanı tanınıp, sonucuna göre işlem yapılması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki tapu sicilinin hatalı tutulması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nun 1007. maddesi uyarınca tazmini davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın reddine dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili yönünden verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, tapu sicilinin hatalı tutulması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nun 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmi; hüküm, davacılar vekilince temiz edilmiştir.

Dosyada bulanan kanıt ve belgelerden; Antalya ili Zeytinlik köyünde bulunan kayden 1.838.000 m2 yüzölçümlü taşınmazla ilgili olarak, 1926 yılında Antalya Sulh Hukuk Mahkemesince açılan ortaklığın giderilmesi davası sonunda, mahkemece 11.01.1940 tarih ve 15/1 sayılı taksim ve satış kararı ile taşınmazın satışı yolu ile ortaklığın giderilmesine karar verildiği, ancak kararda, tapu kapsamı belirlenirken kayıt miktarının değil, hudutların esas alınması sonucu 22.201.202 m2'lik kısmın satışına karar verildiği, ilama dayalı olarak yapılan açık arttırmada, taşınmazın K.K. ve H.Ü. adına tescil edilmesinden sonra, 13.04.1944 tarih ve 118 sıra nosu ile oluşan tapu kaydının zaman içerisinde ifrazlara tabi tutulması sonucu oluşan cilt 178, sayfa 17, sıra 21'de kayıtlı taşınmazdaki hisseyi 20.03.1974 tarihinde davacılar murisi A.Ç'nin satın almak suretiyle edindiği, ancak taşınmazın bulunduğu yerde 1980 yılında yapılan tapulama çalışmalarında, davacılar murisine ait tapu, hiçbir parsele revizyon görmeyerek, kayıt kapsamındaki alanın 229 parsel olarak, makilik vasfı ile Hazine adına 9.298.589 m2 yüzölçümü ile tespit gördüğü ve bu taşınmazla ilgili olarak davacılar murisi A.Ç'nin da davacı olarak yer aldığı, Antalya Kadastro Mahkemesine 06.12.1982 tarihinde açılıp, 2004/1 esas sayılı dosya üzerinden karara bağlanan davada, söz konusu taşınmazın tapu kaydının dayanağını oluşturan izale-i şuyu davasında yüzölçümünün 1.838.000 m2'den 22.201.202 m2'ye çıkarılarak tescilin dayanağının yolsuz olması ve taşınmazların bulunduğu sahanın hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olmakla beraber, öncesinin devlet ormanı olması nedeniyle, tespite itiraz davasının reddi ile yüzölçümü düzeltilerek taşınmazın Hazine adına tesciline karar verildiği ve söz konusu kararın 01.07.2008 tarihinde kesinleşmesinden sonra TMK'nun 1007. maddesine dayalı olarak tazminat istemli işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

4721 sayılı TMK'nun sorumluluk kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder" hükmü yer almakta olup, burada Devletin sorumluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Kusurun varlığı ya da yokluğu, Devletin sorumluğu için önem taşımayıp, sadece Devletin, memuruna rücuu sırasındaki iç ilişki de önemlidir.

Açıklanan nedenlerle; davacılar murisi A.Ç'nin 1974 yılında satın aldığı taşınmazın, dayanağının yolsuz tescil olması nedeniyle, kadastro çalışmalarında hiçbir parsele revizyon görmemesi ve açılan tespite itiraz davasının reddedilmesi sonucu, kaydın yitirilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK'nun 1007. maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunu gerektirdiği ve Hazine aleyhinde açılan davada işin esasına girilerek, davacılara ait kayıt kapsamının 6831 sayılı Yasanın 2/B maddesi uyarınca Hazine lehine orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olup olmadığı da araştırılıp, 2/B sahası olduğunun tespit edilmesi halinde, 6292 sayılı Yasanın 7. maddesi hükümlerine göre, taşınmazın tekrar tapu sahibine iadesi hususunda taraflara sözü edilen Yasadan kaynaklanan hakların kullandırılması imkanı tanınıp, sonucuna göre işlem yapılması gerekirken yasal olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 25.03.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 14-12-2015, 11:32   #59
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

T.C.
DANIŞTAY
8. DAİRE
E. 2013/1435
K. 2014/1257
T. 25.2.2014
• ÖZEL MÜLKİYETTE OLAN PARSELİN ORMAN ARAZİSİ OLARAK HAZİNEYE TAHSİSİNE İLİŞKİN İŞLEM ( Terkinlerin Gerekse Yasa Kapsamındaki Taşınmazların İlgililere İadesinin Sonuç İtibariyle Tapu Kayıtlarında Değişiklik Gerektirdiği ve Verilecek Bir İptal Kararının Uygulanmasının Bu Sonucu Doğuracağı - Dava Konusu Uyuşmazlığın Görüm ve Çözümünün İdari Yargının Değil Tapu Kayıtlarında Değişiklik Meydana Getirebilecek Bir Şekilde Karar Vermeye Yetkili Olan Adli Yargının Görev Alanına Girdiği )
• GÖREVLİ MAHKEME ( Özel Mülkiyette Olan Parselin Orman Arazisi Olarak Hazineye Tahsisine İlişkin İşlem - Dava Konusu Uyuşmazlığın Görüm e Çözümünün İdari Yargının Değil Tapu Kayıtlarında Değişiklik Meydana Getirebilecek Bir Şekilde Karar Vermeye Yetkili Olan Adli Yargının Görev Alanına Girdiği )
• ADLİ YARGININ GÖREV ALANI ( Özel Mülkiyette Olan Parselin Orman Arazisi Olarak Hazineye Tahsisine İlişkin İşlem - Dava Konusu Uyuşmazlığın Görüm ve Çözümünün İdari Yargının Değil Tapu Kayıtlarında Değişiklik Meydana Getirebilecek Bir Şekilde Karar Vermeye Yetkili Olan Adli Yargının Görev Alanına Girdiği/Davanın Görev Yönünden Reddi Gerekirken Davayı Süre Aşımı Yönünden Reddeden İdare Mahkemesi Kararında Hukuka Uyarlık Bulunmadığı )
2576/m.2/1,5
6292/m.1
ÖZET : Dava, davacılar tarafından hazinenin özel mülkiyetinde olan parselin orman arazisi olarak Orman ve Su işleri Bakanlığına tahsisine ilişkin işleminin iptali istemiyle açılmıştır. Tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan taşınmazlara ilişkin olarak açılan davalar sonucunda mahkemelerce kişiler adına olan tapuları iptal edilerek; orman vasfıyla tapuda Hazine adına tescil edilen ve daha sonra Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan veya doğrudan Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olduğu gerekçesiyle Hazine adına tapuya tescil edilenlerin yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde başvurulması şartıyla ilgililerine iade ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirtmelerinin terkin edileceği anlaşılmakta olup, yasa maddesinin "2/A veya 2/B belirtmelerinin terkini" şeklindeki başlığından anlaşılacağı üzere gerek anılan terkinlerin, gerekse yasa kapsamındaki taşınmazların ilgililere iadesinin sonuç itibariyle tapu kayıtlarında değişiklik gerektirdiği ve verilecek bir iptal kararının uygulanmasının bu sonucu doğuracağı, dolayısıyla dava konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargının değil, tapu kayıtlarında değişiklik meydana getirebilecek bir şekilde karar vermeye yetkili olan adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varılmıştır. Bu durumda; davanın görev yönünden reddi gerekirken, davayı süre aşımı yönünden reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
İstemin Özeti : Bursa 1. İdare Mahkemesinin 28/09/2012 gün ve E:2012/976, K:2012/930 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti: İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: İstemin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, davacılar tarafından Yalova İli, Armutlu İlçesi, Koyun Dere mevkiinde bulunan ve hazinenin özel mülkiyetinde olan parselin orman arazisi olarak Orman ve Su işleri Bakanlığına tahsisine ilişkin 21.07.2011 tarih ve 1672 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin davacılar tarafından 26.04.2012 tarihinde tebliğ üzerine 60 gün içinde dava açılması gerekirken 07.09.2012'de açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
2576 Sayılı kanunun 5. maddesinde: idare mahkemelerinin, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay'da çözümlenecek olanlar dışındaki a ) iptal davalarını b ) tam yargı davalarını, c ) tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklardan hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları, d ) diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği kurala bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sının" başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında idari dava türleri: idari işlemler hakkında yetki, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmış, yine aynı kanunun 14. maddesinin 3. fıkrasında: dava dilekçesi üzerinde yapılacak ilk incelemede davanın görevli mahkemede açılıp açılmadığının da inceleneceği hükme bağlanmış: 15. maddesinin 3622 sayılı kanunla değişik 1/a maddesinde de: yapılacak ilk inceleme neticesinde adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davanın reddine karar verileceği hükmüne yer verilmiş bulunmaktadır.
Yukarıda anılan yasa hükmünden de anlaşılacağı üzere, idari yargının görev alanı: idare hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar nedeniyle açılan davaların görüm ve çözümüyle sınırlıdır.
6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunun 1. maddesinde: "Bu Kanunun amacı: 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 2 nci maddesi gereğince, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi, yeni orman alanlarının oluşturulması, nakline karar verilen Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köyler halkının yerleştirilmesi ve orman köylülerinin kalkındırılmasının desteklenmesi ile Hazineye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir. Bu Kanun, 6831 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler ile Hazineye ait tarım arazileri hakkında uygulanır." hükmüne, "2/A veya 2/B belirtmelerinin terkini ve iade edilecek taşınmazlar başlıklı 7. maddesinde ise " ( 1 ) İlgililer tarafından idareye başvurulması ve idarece bu başvuru üzerine veya resen yapılan inceleme ve araştırma sonucunda doğruluğu tespit edilmesi hâlinde:
a ) Tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda halen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtları bedel alınmaksızın geçerli kabul edilir ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirtmeleri terkin edilerek tescilleri aynen devam eder. aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle Hazine adına tesciline karar verilen, kesinleşen ve tapuda henüz infaz edilmeyen taşınmazlar hakkında da aynı şekilde işlem yapılır. Ancak bu kararlardan infaz edilerek tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazlar ise, ilgilileri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvurulması hâlinde, bedelsiz olarak önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edilir." denilmektedir
Alıntısı yapılan mevzuatın birlikte değerlendirilmesinden; tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan taşınmazlara ilişkin olarak açılan davalar sonucunda mahkemelerce kişiler adına olan tapuları iptal edilerek; orman vasfıyla tapuda Hazine adına tescil edilen ve daha sonra Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan veya doğrudan Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerden olduğu gerekçesiyle Hazine adına tapuya tescil edilenlerin yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde başvurulması şartıyla ilgililerine iade ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirtmelerinin terkin edileceği anlaşılmakta olup, yasa maddesinin "2/A veya 2/B belirtmelerinin terkini" şeklindeki başlığından anlaşılacağı üzere gerek anılan terkinlerin, gerekse yasa kapsamındaki taşınmazların ilgililere iadesinin sonuç itibariyle tapu kayıtlarında değişiklik gerektirdiği ve verilecek bir iptal kararının uygulanmasının bu sonucu doğuracağı, dolayısıyla dava konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargının değil, tapu kayıtlarında değişiklik meydana getirebilecek bir şekilde karar vermeye yetkili olan adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varılmıştır.
Nitekim 6292 sayılı kanuna dayanılarak hazırlanan ve 04.07.2012 tarih ve 28343 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 345 sıra nolu Milli Emlak Genel Tebliğinin "İadeden Yararlanacaklardan İstenilecek Belgeler başlıklı 12/c maddesinde, ilgililerden tapu ferağ işlemleri için T.C. kimlik numarasını içeren nüfus cüzdanının onaylı örneği, üç adet vesikalık fotoğraf, tüzel kişiler için ayrıca, taşınmaz tasarrufuna izinli olduğunu ve temsilcisini gösterir yetki belgesi ile imza sirküleri isteneceği belirtilmek suretiyle bahsi geçen madde kapsamında yapılacak başvuruların tapu kayıtlarında değişiklik meydana getirme kuvvetine haiz olduğu kabul edilmiştir.
Bu durumda; davanın görev yönünden reddi gerekirken, davayı süre aşımı yönünden reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin, temyize konu kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 25.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Old 14-12-2015, 11:35   #60
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Konunun dışında olmakla beraber benzerlikler açısından paylaşıma uygun bir karar...
Tapu tahsis belgesine dayalı olarak taşınmazın tescilinin gerçekleştirilmesi, bu mümkün olmazsa taşınmaz ve bina bedelinin ödenmesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerekir.
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
16-ESAS NO : 2014/1026
KARAR NO : 2014/1061
KARAR TR : 17.11.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Davacının, 2981 sayılı Yasada öngörülen hak sahipliği esaslarına dayanan ve tapu tahsis belgesine dayalı olarak taşınmazın tescilinin gerçekleştirilmesi, bu mümkün olmazsa taşınmaz ve bina bedelinin ödenmesi istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : N.Ü.
Vekilleri : Av. A.A. & Av. E.Y.
Davalı : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. E.A.
O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi, Küçükköy mevkii, tapunun 1/3/3714/1 pafta, 4022 ada, 4 parsel sayılı 115 m² arsayı, uzun süredir elinde bulundurduğunu ve bu arsa üzerinde yine uzun süredir meskeninin bulunduğunu, 1980’li yıllardan sonra yasal düzenlemeler ile gecekondu sahiplerine belli şartlarda zilyedinde bulunan arsayı kendi adına tescil ettirme hakkı verildiğini, bu yasal düzenlemelerin sonucu olarak yapılacak tescil işleminin ilk düzenlemesi olan tapu tahsis belgesinin davacıya verildiğini, ilgili idarenin bila tarihli imar uygulaması ile davacı müvekkili adına 1997 tarihinde tapu çıkartıldığını, daha sonra iş bu tapu kaydının terkin edilerek davalı idare adına tescil edildiğini, ancak halihazırda tapuda arsanın maliki olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesinin göründüğünü, davacı müvekkilin yıllardır zilyedinde bulunan ve daha sonra tapu tahsis belgesi çıkarttığı arsasının vergisini davacının ödediğini, davalı belediye adına tescil edilen arsanın ihale yolu ile satışının yapılacağını, bu yöndeki çalışmaların sona yaklaştığını, bu durumun davacının mağduriyetine sebebiyet verebileceğini, davacının mağdur olmaması için dava sonuna kadar söz konusu arsa üzerine tedbir konulmasını talep ettiklerini belirterek, davalı idare adına olan tapunun iptali ile davacı N.Ü.adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle görev itirazında bulunmuştur.
Gaziosmanpaşa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi; 03.06.2014 gün ve E:2013/185 sayı ile davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; “2981 sayılı Kanunun 8’inci maddesinde, imar mevzuatına aykırı yapılarla gecekondular için tespit işlemlerinin yapılacağı, bu tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa veya arazilerdeki inşaatına Kanunun 14 üncü maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapıların dahil olduğu belirtilmiş; 10’uncu maddesinin (a) bendinde ise, ” Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine “Tapu Tahsis Belgesi” verilir. Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder. Ancak Islah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir. ” hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda yer alan mevzuat hükümlerinde anılan Kanun kapsamında yer alan taşınmazlarda bulunan gecekonduların nasıl tespit edileceği, tespit sonrasında ne tür işlemler yapılacağı açıklanmış; hak sahiplerince alınan tapu tahsis belgesinin sonradan tapuya dönüştürüleceği öngörülmüş; Yasa hükmünde ifade edilen, ” tapu vermek” şeklindeki bu yetki idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının, üzerinde gecekondusunun bulunduğu taşınmaz için 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile 2981 sayılı Kanunun bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında 3290 sayılı Kanun uyarınca tapu tahsis belgesi verilmesine karşın, davalı idare adına yapılan tapu kaydının iptalinin ve adına tescil edilmesinin sağlanması istemiyle davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu duruma göre, davacının taşınmaz üzerindeki iddiası, gayrimenkul mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine değil, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen hak sahipliği esasına dayandığı; hak sahipliğinin tespiti ve geri alınmasının idari usul ve esaslar çerçevesinde belirlendiği göz önüne alındığında, 2981 sayılı Yasa’ya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasının görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girmektedir.” demek suretiyle, 2247 sayılı Yasanın 10’uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 17.11.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıya İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi, Küçükköy mevkii, tapunun 1/3/3714/1 pafta, 4022 ada, 4 parsel sayılı 115 m²lik arsanın tapu tahsis belgesi verilmesine karşın, davalı idare adına yapılan tapu kaydının iptalinin ve söz konusu arsanın davacı adına tescil edilmesinin sağlanması istemiyle açılmıştır.
2981 sayılı “İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”un “Tespit ve değerlendirme işlemleri” başlıklı 8. maddesinde; tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa veya arazilerdeki inşaatına Kanunun 14.maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapıların dahil olduğu hükme bağlanmış; aynı Kanunun 10. maddesinde; bu Kanun hükümlerine göre, hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapıların, 12. madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yerin hak sahibine tahsis edileceği ve bu tahsisin yapıldığının tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine “Tapu Tahsis Belgesi” verileceği; tapu tahsis belgesinin, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği, hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapularının resen iptal edileceği belirtilmiş; Kanunun 13. Maddesinin 1. fıkrası (b) bendinde; hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edileceği; gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinden başka bir arsa veya hisse verileceği; aynı maddenin 2. fıkrasında da, bulundukları yerde korunamayan gecekondu sahiplerinden hak sahibi sıfatı taşıyanlara, bir gecekondu önleme veya ıslah bölgesinde veya yakın bölgelerde yapılmış ıslah imar planı içinde meydana gelen boş imar parsellerinin müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esasına göre verileceği hükmüne yer verilmiş; 14. maddesinde ise, bu Kanun hükümlerinden yararlanamayacak olan yapılar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Bu hükümlerle, 2981 sayılı Yasa kapsamında yer alan taşınmazlarda bulunan gecekonduların nasıl tespit edileceği, tespit sonrasında ne tür işlemler yapılacağı açıklanmış; hak sahiplerince alınan tapu tahsis belgesinin sonradan tapuya dönüştürüleceği öngörülmüş; Yasa hükmünde ifade edilen, ” tapu vermek” şeklindeki bu yetki idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanılmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden; davaya konu İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi, Küçükköy mevkii, 4022 ada, 4 parsel sayılı, 115 m² yüzölçümlü taşınmazın 15.08.1997 tarihli imar uygulaması neticesinde davalı idare adına tescil edildiği, davacının ise tapu tahsis belgesine istinaden taşınmazın adına tescilini talep ettiği anlaşılmıştır.
Dolayısıyla, davacının taşınmaz üzerindeki temel iddiasının, gayrimenkul mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine değil, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen hak sahipliği esasına dayandığı; hak sahipliğinin tespitinin ise idari usul ve esaslar çerçevesinde belirlendiği açıktır.
Bu durumda, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen hak sahipliği hükümleri uyarınca tapu tahsis belgesine dayalı olarak taşınmaz ile anılan taşınmaz üzerindeki meskenin tescilinin gerçekleştirilmesi yönündeki davacının isteminin, 2981 sayılı Yasada öngörülen hak sahipliği esaslarına uygun olup olmadığının belirlenmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerlerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nca yapılan başvurunun kabulü ile davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Gaziosmanpaşa 3.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Gaziosmanpaşa 3.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 03.06.2014 gün ve E:2013/185 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
İnsan Hakları Mahkemesi ve 221 sayılı kanun Av.Sezer Yiğit Meslektaşların Soruları 4 13-04-2014 23:42
BİLGİ İnsan Hakları Hukuku Merkezi'nden Ayrımcılık Yasağı Eğitimi Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 08-12-2011 19:00
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’de Aile İçi Şiddetle İlgili (Opuz) Kararı Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 22-07-2009 08:48
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi- Anne Karnında Sakatlığı Tespit Edilemeyen Çocuk Av. Başak SANCAR Hasta Hakları Çalışma Grubu 6 24-12-2007 14:17
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İle İlgili mimar Hukuk Soruları Arşivi 1 23-08-2003 23:03


THS Sunucusu bu sayfayı 0,14543700 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.