Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Davaların Birleştirilmesi

Yanıt
Old 01-12-2006, 00:24   #1
Av. Başak SANCAR

 
Acil Davaların Birleştirilmesi

İş Mahkemesinde açtığımız hizmet tespiti ve tazmimnat davasında, davalı, SSK ve müvekkilin SSK kayıtlarında çalıştığı belirtilen işyeri. Bu işyeri fiiliyatta başka bir işyeri ile içiçe geçmiş durumda, ancak resmiyette iki ayrı şirket (işyeri sahipleri kardeş, İŞ KOLLARI AYNI) İki şirketin işçileri duruma göre hiçbir ayrım yapılmaksızın her iki şirkette de çalıştırılıyor ama SSK kaydı tabi ki tek şirkette görünüyor. Bu durum öyleine benimsenmiş ki, "Vizite Kağıdı"nda işyeri işçinin normalde kayıtlı olarak çalıştığı işyeri olmasına rağmen, kağıdın altına diğer şirketin kaşesi vurulmuş. Bu husus davada bordro tanıklarının beyanları ile de ispatlandı. Dava devam ederken davalı şirket tasfiye edilmiş, yani davayı kazansak bile alacağın tahsili imkansız hale geldi sanırım.

Biz de resmiyette müvekkilin kayıtlı çalışması olmayan, ancak fiiliyatta çalıştırıldığı diğer şirket aleyhine de bir hizmet tespiti ve tazminat davası açtık ve diğer dosya ile birleştirme talep ettik, ancak ilk davada SSK 'YI davalı gösterdiğimiz için bu 2. davada SSK yı davalı göstermedik, şu anda teredüt içindeyim acaba hata mı yaptım?

Ayrıca 2. açtığım davada talepleri ilk dava ile aynı tuttum, ancak ".......birleştirme talep edilen dosyadaki davalı X şirketi ile bu dosyanın davalısı Y şirketinden müştereken ve müteselsilen tahsilini" talep ettim. Böyle bir talep yasal mı?

Bu davanın kazanılabilirlik şansı nedir? Benzer bir konu ile daha önce karşılaşmış meslektaşlarımın tecrübelerinden ve ellerinde bulunan örnek kararlardan faydalanmak isterim. Teşekkürler.
Old 07-12-2006, 11:44   #2
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Başak Hanım,
Ne kadar da karışmış işler...

Hizmet tespiti davasnıda ( ikinci davada ) SSK'yı zorunlu olarak hasım göstermeniz gerekli. Yargıtay, HUMK'ta yer almayan dahili dava kurumunu zorunlu dava arkadaşlığı için kabul ediyor. Bence 2. davada SSK'yı dahili dava edin.

Bu tür davalarda işçinin gerçek işvereninin belirlenmesi gerekli biliyorsunuz. Umarım 2. davanızdaki çalışma süreleri ile 1. davadaki aynı değildir. Yani X ve Y'nin yanındaki çalışma sürelerini ayırmışsınızdır. Şayet böyle yapmadıysanız dosyaların ikisini de önünüze alıp iyi bir inceleme yapmanız gerekecek : Hangi işverenin yanında ne kadar süre çalışmış. taleplerinizde bir yanlışlık varsa "zamanında" yapacağınız bir ıslahla durumu düzeltmeye çalışabilirsiniz.

Sizin yerinizde olsam en başında tek bir dava açıp hasım olarak, X,Y ve SSK'yı gösterirdim.

2. davadaki müteselsilen tahsili talebini ise hizmet tspiti için düşünmezdim. İşçilik alacakları içinse durum değişebilir tabii.

Aslında çok yazılabilir konu üzerinde ama iyice karışma/karıştırma tehlikesi var. Anlattığınız kadarına ancak bu kadarcık görüş bildirebiliyorum.

Kolay gelsin.
Saygılar.
Old 10-12-2006, 17:12   #3
A.Turan

 
Varsayılan

Benim kanaatimce hizmet tesbit davası ile işçi hakları alacaklarına ilişkin davaları ayrı açmalıdır. İşçi alacaklarında hizmet tesbitindeki gibi katı şartlar aranmaz hizmet süresi konusunda. Bu sebeple daha serbesttir.
Hizmet tesbitinde kurum kesinlikle yasal hasımdır.
Old 11-12-2006, 12:55   #4
ISIL YILMAZ

 
Varsayılan

Hizmet tespit davası ile tazminat davası birlikte açılabilir. Bunların birleştirilmesi yolunda talepte de bulunulabilir.

Başak Hanım,
Size aşağıdaki HGK'yı yolluyorum, her ne kadar amacınınz hizmet tespiti ile işçilik alacakları davasını birleştirmek değilse de, çalışmanızda yardımcı olabilir.
Saygılar.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/21-226

K. 2004/223

T. 14.4.2004

• HİZMET TESPİTİ VE TAZMİNAT DAVASI ( Bağlantılı Davaların Birlikte Görülmesi - Temyiz Mercilerinin Ayrı Olmasının Davalar İçin Bir Ayırma Nedeni Olmadığı )

• SİGORTALI HİZMETİN TESPİTİ VE TAZMİNAT DAVASI ( Bağlantılı Davaların Birlikte Görülmesi - Temyiz Mercilerinin Ayrı Olmasının Davalar İçin Bir Ayırma Nedeni Olmadığı )

• DAVALARIN AYRILMASI ( Temyiz Mercilerinin Ayrı Olmasının Davalar İçin Bir Ayırma Nedeni Olmadığı - Sigortalı Hizmetin Tespiti ve Tazminat )

• BAĞLANTILI DAVALARIN BİRLİKTE GÖRÜLMESİ ( Temyiz İncelemesi Uyuşmazlığı Doğuran Asıl Hukuki İlişkiye Ait Hüküm ve Kararları İnceleyen Dairece Yapılacağı )

• DAVALARIN BİRLİKTE GÖRÜLMESİ ( Temyiz İncelemesi Uyuşmazlığı Doğuran Asıl Hukuki İlişkiye Ait Hüküm ve Kararları İnceleyen Dairece Yapılacağı )

• TEMYİZ ( İncelemenin Uyuşmazlığı Doğuran Asıl Hukuki İlişkiye Ait Hüküm ve Kararları İnceleyen Dairece Yapılacağı - Bağlantılı Davaların Birlikte Görülmesi )

506/m.6,79

1086/m.45,46

2797/m.14


ÖZET : Yargıtay Kanununun 14. maddesinde dairelerin görevleri belirlenmiştir. Anılan maddeye göre bir davada birkaç Hukuk dairesinin görevine giren uyuşmazlık söz konusu ise, temyiz incelemesi uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait hüküm ve kararları inceleyen dairece yapılır.
Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde, davaların arasında bağlantı var sayılır.
Temyiz mercilerinin ayrı olması, davalar için bir ayırma nedeni değildir.
Birbirleriyle bağlantılı olan davaların birlikte açılıp, sonuçlandırılması olanaklı olup salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olması ve ispat şekillerinin farklı olması gerekçeleri ile ayrılmalarına karar verilemez.
Açıklanan durum karşısında sigortalı hizmetin tespiti davası ile işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak davalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu, birlikte açılıp, sonuçlandırılmalarının olanaklı olduğu, anılan davaların salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olduğu ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle ayrılmaları gerektiği hususunun bozma nedeni yapılamayacağı sonucuna varılmıştır.
DAVA : Taraflar arasındaki ""çalışma tespiti ve tazminat"" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Pazar/Tokat Asliye Hukuk Mahkemesi )nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.5.2002 gün ve 2000/81 E. 2002/59 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesinin 23.1.2003 gün ve 10164-329 sayılı ilamı ile; ( ... Sigortalılığa ilişkin, ""hizmet tespiti"" davaları Sosyal Güvenliğe yönelik ortaya çıkan davalardır. Yasal dayanağını 506 sayılı Yasanın 6. ve 79/10. maddelerinden almaktadır. Sözü edilen 6. madde de, çalıştırılanların, işe alınmaları ile kendiliğinden sigortalı olacakları, sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir. 79/10. madde de ise sigortalıların çalışmalarının tespiti ile ilgili dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan bu tür davalar Sosyal Güvenlik hakkı ve Kamu düzeni ile ilgilidir. Kamu Hukuku içerisinde yer alan bir hukuk dalında kişi iradesi önemli değildir. Doğrudan yasal statüsü gereği içerisinde bulunduğu durum dikkate alınır. Hakimin doğrudan gerçeği bulma yükümü bulunmaktadır.
İşçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.
Bu durumda; her iki davanın yasal konumları birbirinden tamamen farklıdır. Her iki dava arasında; birlikte görülmelerini veya birleştirilmelerini gerektiren bir neden bulunmamaktadır. Kaldı ki, birbirinden bağımsız sonuçlandırılmalarında da yarar bulunmaktadır. Öte yandan, bu davaların Yargıtay inceleme mercileri de farklıdır; ayrı ayrı açılıp, görülmeleri gerekli bu tür davaların birleştirilmek suretiyle birlikte görülmeleri usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Mahkemenin bu maddi ve hukuksal olguları gözetmeksizin, birbirinden tamamen farklı iki davayı birlikte bir arada görmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Yapılan iş her iki davayı ayırmak ve yargılamayı birbirinden bağımsız olarak sonuçlandırmaktan ibarettir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalılar vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, hizmet tespiti ve işçilik alacaklarının tahsili isteğine ilişkindir.
Davacı, davalı Ü... Belediyesinde 25.5.1992 tarihinde mevsimlik işçi olarak işe başladığını, daha sonra daimi işçi olarak görevlendirildiğini, 1996 yılı çalışmasının her nasılsa Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilmediğini; 1999 yılında 53 günlük çalışmasının eksik bildirildiğini; Sendikaya üye olduğu için hiçbir ihtar yapılmaksızın 1.11.1999 tarihinde işten çıkartıldığını; Sosyal Sigortalar Kurumuna eksik bildirilen 1996 yılına ait 120 gün, 1999 yılına ait 53 gün çalışmasının tespitine, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 246.786.232 TL. ihbar tazminatı; 762.393.150 TL. kıdem tazminatı; 109.910.000 TL. yıllık izin ücreti; 740.358.696 TL. kötüniyet tazminatı ve ödenmeyen zorunlu tasarruf ( nemasının ) davacının işten çıkartılmasından itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Ü... Belediye Başkanlığı vekili davanın reddini savunmuş, Yerel Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, hizmet tespiti davası ile işçilik alacakları davasının birlikte görülüp görülmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle davacı işçinin birlikte açtığı her iki davanın hukuksal nitelikleri üzerinde durulmalı ve ardından da bu iki davanın usul hükümleri çerçevesinde birlikte görülme olanağının bulunup bulunmadığı hususu yani uyuşmazlığın kilitlendiği nokta irdelenmelidir.
İlkin sigortalı hizmetin tespiti davalarının hukuksal niteliği ve yargılama yöntemi üzerinde durulmasında yarar vardır.
Ülkemizde Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi olması gerektiği halde Kurumun bilgisi dışında çalıştırılan büyük bir kitlenin olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle sigortalı hizmetin tespiti davaları iş mahkemelerini ve giderek de Yargıtay'ın ilgili dairelerini en çok meşgul eden uyuşmazlıklar arasında yer almaktadır.
Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir insan hakkıdır. Aynı zamanda ""sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir"". Bu esası göz önüne alan anayasa koyucu ""Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler"" başlığı altında sosyal güvenlik hakkını da düzenlemiş ve 60. madde ile ""herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar"" hükmünü getirmiştir.
Görüldüğü gibi vatandaşlara bu konuda Anayasal bir hak tanınırken, devlete de onların bu haktan yararlanmasını sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Bu Anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10. maddesi genel olarak sosyal güvenliğin sağlanması araçlarından birisidir. Söz konusu düzenlemenin özel amacı ise, kanunun diğer maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde daha açık biçimde ortaya çıkar. Anılan maddede ""yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün ve sayıları nazara alınır"" hükmü yer almaktadır.
Yine aynı yasanın 6/1. maddesinde, ""çalıştırılanlar işe alınmakla kendiliğinden sigortalı olurlar"" denilmektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ""sigortalı olmak hak ve yükümünden vazgeçilemeyeceği"" öngörülmüştür.
Gerçekten, işe başlamakla sigortalılık niteliği kazanılır ve sigorta kollarına tabi olunur. Ne var ki, tek başına sigortalılık bazı sigorta kollarının sağladığı birtakım haklardan yararlanmak için yeterli değildir. Bunun için belli bir süreden beri sigortalı olmak ve/veya o sigorta kolu için belli bir prim ödeme gün sayısına ulaşmak gerekir. Sigortalı hakkındaki böylesine önemli bilgilerin, bu doğrultuda işlem yapılabilmesi için Kuruma ulaşması gerekir. Bunu sağlamak için de sigortalı çalıştıran işverenlere sosyal sigorta ilişkisi çerçevesinde bazı yükümlülükler getirilmiştir.
İşveren öncelikle işyerini ( SSK m.8 ) ve çalıştırdığı sigortalıları. ( SSK m.9 ) Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmek zorundadır. Böylelikle Kurum, işyeri ve sigortalıdan haberdar olur, onları takip edebilir. İşveren ayrıca çalıştırdığı sigortalı sayısı, sigorta primleri hesabına esas tutulacak kazançlar toplamı ( SSK m.77 ), prim ödeme gün sayıları ve sigorta primleri miktarını da Kuruma bildirmelidir. ( SSK m.79/1 ). Bu da örnekleri Sosyal Sigortalar işlemleri Yönetmeliğinde gösterilen ""aylık sigorta primleri bildirgesi"" ( SSİY m.16 ) ve ""dört aylık sigorta primleri bordrosu"" ( SSİY m.17 ) düzenleyerek yapılır. İşveren bu yükümlülüklerini yerine getirmez, Sosyal Sigortalar Kurumu da bunu tespit edemezse Kurumun bilgisi dışında, sigortalı çalıştırılması söz konusu olur.
Diğer taraftan, işverenin bildirim yükümlerini yerine getirmemesi çalışanın sadece sigortalılığını değil, buna bağlı tüm haklarını kazanmasını engeller ki bu da Anayasa ve yasalar karşısında kabul edilebilir bir durum değildir. İşte bu noktada SSK m.79/10'daki hükmün amacı, sigortalıların açacakları bir dava ile işverenin Kuruma vermediği belgelerde bulunması gereken hususların tespit edilerek bunun Kurum tarafından nazara alınmasını sağlamaktır. Bu özelliği nedeniyle de çoğu zaman hizmet tespiti istemleri ile işçilik haklarından kaynaklanan istemlerin iç içe girmeleri, aynı davada ileri sürülmeleri söz konusu olmaktadır.
Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sözü edilen dava, nitelik itibariyle bir olumlu tespit davasıdır. Ne var ki, bu dava ileride açılacak olan eda davasına esas teşkil edecek bir tespit davası olarak nitelenemez. Kanuni düzenlemeye göre davacı, açacağı davada sigortalı hizmetlerinin tespitini isteyecek; talebi kabul edilirse alacağı ilamı gerekli işlemleri yapması için Kuruma iletecektir. Davacının bu davayı açmaktaki hukuki yararı bizzat kanun koyucu tarafından açıkça öngörülmüştür.
Sigortalı hizmetin tespiti davasında davacı, tespitini istediği süreler bakımından sigortalı niteliğini taşımalıdır. Taraf sıfatına sahip olabilmesi için bu şarttır. Burada sözü edilen sigortalı zorunlu sigortalıdır. Sigortalı hizmetin tespiti davasını açabilecek olan zorunlu sigortalılar ise kanunun lafzından ve yorumundan çıkan şekliyle, iş ilişkisi kural olarak hizmet akdine dayanan, SSK m.3'teki istisnalara girmeyen ve işini işverene ait işyerlerinde yapan kişilerdir. Bu kişilerin İş Kanunu kapsamında olmaları gerekmez. İş ilişkisi hizmet akdine dayanan kişilerin yanında memuriyet ilişkisine dayanarak çalıştırılan koruma bekçileri ( SSK m.2/2 ) ile istisna akdine dayanarak çalıştırılan sanatçı, düşünür ve yazarlar ( SSK Ek m.10 ) da sigortalı sayılmışlardır. Sigortalı sayılmada önem taşıyan bir diğer husus da işin işverene ait bir işyerinde yapılmasıdır. Kanun işyerini SSK m.2'de belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yer olarak tanımlamış, eklentileri ve araçları da işyerinden saymıştır ( SSK m. 5 ). Görüldüğü gibi, işyeri tanımlanırken sigortalı esas alınmıştır. Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesinde sigortalı hizmetin tespiti davasının kime karşı açılacağı konusunda bir düzenleme yoktur. Ancak yargı kararları ile davanın işveren ile birlikte Kuruma karşı da açılması gereği vurgulanmaktadır. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu tespit ilamını aldığında işverenden o döneme ait prim belgelerini vermesini ister.
Aksi halde bunlar Kurumca re'sen düzenlenir. Tespit edilen döneme ilişkin primler de gecikme zammı ve faizi ile birlikte Kurum tarafından tahsil olunur. Ayrıca tespit edilen hizmet süresi, prim ödeme gün sayısı ve aylık kazanç toplamları Kurum tarafından yapılacak yardımlarda ve bağlanacak aylıklarda dikkate alınır. Bu yüzden Kurumun sonucunda alınacak ilamı infaz edeceği ve hak alanını ilgilendiren bir davada taraf olması doğaldır. Dava sadece işverene veya Kuruma karşı açılmışsa davacıya diğerini de davaya dahil etmesi için süre verilecektir. Kanunda açık bir hüküm bulunmamasına rağmen sosyal sigorta ilişkisinin ve hizmet tespiti davasının özellikleri göz önünde tutularak bu husus kabul edilmiştir.
Bu noktada davalı işveren üzerinde kısaca durmakta yarar vardır. SSK m.4/1 sigortalı çalıştıran gerçek ve tüzel kişilerin işveren sayılacağını belirtmiştir. Koruma bekçileri koruma ve ihtiyar meclislerince seçilirler, atamaları vali ya da kaymakamca yapılmasına rağmen ( Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun m.7/2 ) bunların işverenleri kendilerini seçen meclistir. Dava tespiti istenen dönemdeki işverene karşı açılır. O tarihler arasında işyeri el değiştirmişse husumetin bu dönemdeki bütün işverenlere yöneltilmesi gerekir. Kendilerine husumet yöneltilmeyen işverenler karşı usulüne uygun olarak dava açılmazsa onların işverenliği dönemi tespite konu olmaz.
Ayrıca, Hukuk düzeni alacakların sahipleri tarafından uzun süre takip edilmeden öylece bırakılmalarına izin vermemiş; bu haldeki alacakların ya tamamen ortadan kalkacaklarını ya da varlıklarını sürdürmekle beraber artık talep edilemeyeceklerini çeşitli düzenlemelerle hükme bağlamıştır. Bu tip bir düzenleme SSK m.79/10'da mevcuttur. Maddede sigortalıların sigortalı hizmetin tespiti davasını ""...hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde..."" açmaları gerektiği öngörülmektedir.
Davacı hizmet tespiti davasında belli bir dönemdeki çalışmalarının tespitini ister. Bu istek, dava dilekçesinde açıkça belirtilmiş olmasa da prime esas kazançlarının ve prim ödeme gün sayılarının tespiti talebini de içerir. Mahkeme ilamı işverenin Kuruma vermediği bildirgeler yerine geçecek belge niteliğindedir. Bu nedenle mahkeme de dava sonunda vereceği kararda, tespit edilen dönem için aylar itibariyle prim ödeme gün sayıları ile SSK m.77'ye göre hesaplanacak olan ""o dönemdeki"" bir günlük ücreti belirtecektir. Ücretlerin miktarlarının farklı olduğunun saptanması halinde, tüm devre için aynı günlük ücret esas alınamaz. Farklı ücret miktarları kararda ayrıntılı olarak gösterilmelidir. Tespit edilen dönemde işveren tarafından yatırılmış primler varsa bunların o dönemdeki toplam prim ödeme gün sayısından indirilerek karar verilmesi gerekir. Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında tespit için incelemenin hangi sıraya göre yapılması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre öncelikle SSK m.79/10'da sözü geçen belgelerin işverence verilip verilmediği veya çalışmanın Kurumca tespit edilip edilmediği araştırılacaktır. Belgeler verilmişse yada çalışma Kurumca tespit edilmişse dava hukuki yarar yokluğundan reddedilecektir. Sonra tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ( İşyerinin o dönemde gerçekten varolup olmadığı, kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı, yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği vb. ) araştırılmalıdır. Hizmet sigortalı bir hizmet değilse dava taraf sıfatının yokluğundan reddedilmelidir. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir. Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabilir. İşe giriş bildirgesinin işlevi Kurumu sigortalının çalışmaya başladığından haberdar etmek olduğundan bildirgenin verilmiş olması mutlaka çalışıldığını göstermez. O nedenle çalışma olgusunun ispatı başka delillere ihtiyaç gösterir. Sigortalı hizmetin tespiti için verilen kararlarda bu davaların özel bir duyarlılığı gerektirdiği ve suiistimallere açık olduğu düşünülmelidir.
Çalışma olgusunun her türlü delille ispatlanabilmesine karşılık ücretin ispatında bu denli bir serbestlik söz konusu değildir. Ücret miktarı HUMK. m. 288'deki sınırları aşıyorsa, hüküm altına alınabilmesi için yazılı delil aranmalıdır. Bu sınırın altında kalan miktar için tanık dinletilebilir. Tespiti istenen miktar sınırı aşıyor olsa bile varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgeler bulunuyorsa tanık dinletilmesi mümkündür ( HUMK m.292 ). SSK m. 78/1'de prime esas günlük kazançların alt ve üst sınırlarının ne olacağı gösterilmiştir. Günlük kazancın alt sınırı HUMK m. 288'deki sınırı aşıyorsa ücretin yazılı delille saptanması gereğinin pratikte bir önemi kalmayacaktır. Çünkü zaten SSK m. 78/2'ye göre, ""...günlük kazançları alt sınırın altında olan sigortalılar ile ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden hesaplanır."" ücretin alt sınırla tespit edilen miktardan fazla olması halinde ise günlük kazancın hesaplanmasında asgari ücret esas alınır.
Sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olması sonucunda işverenin kabulü ya da davacının feragati tek başına hükme etkili olmaz ( HUMK m. 95 ). Feragat veya kabule rağmen hakim delilleri hep birlikte değerlendirerek bir karara varacaktır. Yine aynı nedenle bu davalarda yemin teklif olunamaz ( HUMK m. 346 ). Buna rağmen hakim taleple bağlıdır ( HUMK. m. 74 ). Talepten fazlaya karar verilebilmesi ancak davalının muvafakatiyle mümkündür ( HUMK m. 185/2 ). Kurum sigortalı hizmetin tespiti davası sonucunda mahkemenin verdiği ilamın gereğini yerine getirmek zorundadır. Aksi halde davacı infaz hukuku çerçevesinde ilgili mercilere başvurabilir.
İşçilik haklarına gelince; bu tür davalar 1475 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. Kişi iradesi önemli rol oynadığı gibi, taraf anlaşmaları dahi geçerlidir. Ayrıca bu tür haklardan her zaman için vazgeçilebilir. Alacak ve tazminat türü davalardandır.
Bu davaların anılan nitelikleri, kendine özgü olmakla birlikte hizmet tespiti davalarından tamamen ayrı, bağlantısız kabul edilemez. Zira her iki dava ayrı açılsalar bile verilecek hükümler diğer dava için kesin delil olarak ele alınabilmektedir. Çoğu zaman iç içe ve birbirinin doğal sonucu olarak açılabilmektedirler. Zira işçinin sigortalı hizmetinin tespiti çoğu zaman işçilik haklarını etkilediği gibi, işçilik haklarının tespit edilmiş olması da sigortalı hizmetin tespiti davalarında kesin delil olarak ele alınmaktadır.
Yeri gelmişken Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin hükümlerinin ve bu konudaki uygulamanın irdelenmesinde yarar vardır.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 45. maddesinde; ""Aynı mahkemede görülmekte olan davalar, aralarında bağlantı bulunması halinde, davanın her safhasında, istek üzerine veya kendiliğinden mahkemece birleştirilebilir. Davalar ayrı mahkemelerde açılmış ise, bağlantı nedeni ile birleştirme talebi ikinci davanın açıldığı mahkeme önünde ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, ilk itirazın kabulüne ve davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra bununla bağlıdır. Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır. Temyiz mercii ayrı olan davaların bu madde hükmüne göre birleştirilmesine karar verilebilir. Bu halde temyiz incelemesi, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait kararları inceleyen Yargıtay dairesince yapılır... . ( Değişik: 26.02.1985 - 3156/4. mad. )."" Hükmü yer almaktadır.
Yine aynı Yasanın 46. maddesinde; ""Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her safhasında, istek üzerine veya kendiliğinden karar verebilir."" 48. maddesinde de;"" Birleştirme ve ayırma istekleri, dilekçe ile veya duruşmada sözlü olarak da yapılabilir... . Aynı mahkemede görülmekte olan davalar yönünden verileri birleştirme ve ayırma hususundaki kararlar hakkında ancak hükümle birlikte temyiz yoluna gidilebilir. Şu kadar ki, bu husus tek başına bozma sebebi teşkil etmez."" Denilmektedir.
Görüldüğü üzere, yasanın bu açık düzenlemesi karşısında davaların temyiz mercilerinin ayrı olması bir ayırma nedeni olamayacağı gibi, ayırma kararı verilmemiş olması da tek başına bozma nedeni yapılamaz.
Diğer taraftan, her iki davanın birbirine açık etkisi gözetildiğinde ""Davaların aynı sebepten doğması veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması halinde bağlantı var sayılır."" Hükmü karşısında aralarında bağlantının bulunduğu da açıktır. .
Ayrıca usul hukukumuzda davaların birleştirilmesi ve ayrılması kurumlarının getirilmesi nedeni davaların gereksiz yere uzamasını önlemek, az masrafla ve az zamanda sonuçlanmasını, sağlamaktadır. Gerek Sosyal Güvenlik gerek İş Hukukuna ilişkin davalar süratle sonuçlanması gereken, ekonomik yönden güçsüz durumdaki işçinin taraf olduğu davalardır. Kanunun aradığı anlamda aralarında bağlantı bulunan davalar birlikte açılmış, görülmüş bitirilmişken sadece temyiz mercilerinin ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle hükmün bozulması yukarıda açıklanan hükümler karşısında yasal olarak da mümkün olmadığı gibi, bu hükümlerin getirilmesindeki amaca da uygun düşmeyecektir.
İki davanın birlikte açılması durumu, uygulamada sıklıkla görülmektedir. Örneğin muvazaaya dayalı iptal ve tenkis davaları birlikte kademeli olarak açılabilmektedir. ( 22.5.1987 tarih 1986/4 E., 1987/5 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı; Tenkis-Muvazaaya dayalı iptal; miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçılar, tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile Borçlar Kanunun 18. maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal, tescil davası da açabilirler. )
Yargıtay Kanununun 14. maddesinde dairelerin görevleri belirlenmiştir. Anılan maddeye göre bir davada birkaç Hukuk dairesinin görevine giren uyuşmazlık söz konusu ise, temyiz incelemesi uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait hüküm ve kararları inceleyen dairece yapılır.
Açıklanan durum karşısında sigortalı hizmetin tespiti davası ile işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak davalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu, birlikte açılıp, sonuçlandırılmalarının olanaklı olduğu, anılan davaların salt temyiz inceleme mercilerinin ayrı olduğu ve ispat şekillerinin farklı olduğu gerekçesiyle ayrılmaları gerektiği hususunun bozma nedeni yapılamayacağı sonucuna varılmış ve direnme kararı açıklanan bu gerekçeyle yerinde görülmüştür.
Ne var ki işin esasına ilişkin temyiz itirazları incelendiğinden gerek hizmet tespiti gerek işçilik haklarından kaynaklanan tazminat ve alacak istemleri yönünden işin esasına yönelik temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın Özel Dairesince gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın ( 21. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE ), 14.4.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi. yarx
Old 18-03-2010, 00:47   #5
rcakmak

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2007/21-69
Karar: 2007/55
Karar Tarihi: 07.02.2007

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI - YARGILAMANIN DAHA İYİ VE SÜRATLİ BİR ŞEKİLDE YÜRÜTÜLEBİLMESİ İÇİN DAVALARIN AYRILMASINDA ZORUNLULUK BULUNDUĞU - TARAF TEŞKİLİ SAĞLANDIKTAN SONRA İŞİN ESASINA GİRİLMESİ GEREĞİ

ÖZET: Davaya konu istemlerin yasal dayanaklarının ve buna bağlı ola*rak yapılacak inceleme ve araştır*ma yöntemlerinin farklılığı, temel ilişkinin kanıtlanmasında izlenecek usul gibi bir takım farklı olgu*lar nedeniyle, yargılamanın daha iyi ve süratli bir şekilde yürütüle*bilmesi için davaların ayrılmasında zorunluluk bulunmaktadır. Hal böyle olunca mahkemece, davacıların diğer taleplerinden, maddi ve manevi tazminat istemle*ri tefrik edilmeli, hak sahipleri da*vacılara Sosyal Sigortalar Kurumu*nu davaya dahil etmeleri için önel verilmeli, taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına girilerek bir so*nuca varılmalıdır.


(1086 S. K. m. 46, 77) (HGK. 15.10.2003 T. 2003/21-571 E. 2003/575 K.) (HGK. 14.04.2004 T. 2004/21-226 E. 2004/223 K.)

Taraflar arasındaki <İş Akdin*den Doğan Tazminat, İşçilik Ala*cakları> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.10.2005 gün ve 229-672 sayılı kararın ince*lenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 4.7.2006 gün ve 3234-7480 sayılı ilamı ile;

(...Uyuşmazlık zararlandırıcı si*gorta olayı sonucu ölen murislerin*den dolayı hak sahiplerinin açtığı manevi tazminat ve işçilik alacağı istemine ilişkindir.

Zararlandırıcı sigorta olayının gerçekleştiği tarihte SSK'da kayıtlı olmayan, işçilik alacağına esas olan hizmetleri de SSK'ya bildirilmemiş olan murisin geçirdiği zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası olduğunun tespiti davasını ve işçilik alacaklarının ilişkin olduğu dönemdeki hizmet tespiti davasını da dolaylı olarak içeren bu dava mahkemece tek dos*ya üzerinden sonuçlandırılmıştır.

HUMK' un 46. maddesi uyarınca yargılamanın iyi bir şekilde yürütül*mesini sağlamak için aralarında bağlantı bulunsa bile davaların ayrılmasına, davanın her safhasında karar verilebilir. Yine aynı yasanın 77. maddesinde mahkemenin yargı*lamayı, mümkün olduğunca hızlı ve bir düzen içerisinde seyretmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtil*miştir.

İş kazası olduğunun tespiti da*vasının sonucunu bekleyecek olan manevi tazminat davasında, olayın oluş şekli, müterrafik kusur oranla*rı, husule gelen elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve ekono*mik durumu, paranın satın alma gü*cü, özellikle 26.6.1966 gün ve 1966/7-7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının içeriği ve öngördüğü ko*şulların somut olayda gerçekleşme biçimi, hak ve nesafet kuraları esas alınır.

Sigortalılığa ilişkin, <hizmet tes*piti> davasının sonucunu bekleye*cek olan işçilik alacağı davasına ge*lince; bu tür davalar 4857 Sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. İşçilik alacağına esas alınacak hizmet saptandıktan sonra talep edilen iş*çilik alacağının türüne göre manevi tazminat davasındaki kıstaslardan farklı kıstaslara dayanan ayrı bir hesap yapılması gerekir.

Bu durumda; her iki dava için izlenecek yöntem ve esas alınacak kıstaslar birbirinden tamamen fark*lıdır. Her iki davanın tefrik edilmesi yargılamanın sağlıklı yürütülmesi için gereklidir.

Mahkemenin bu maddi ve hu*kuksal olguları gözetmeksizin, ayrı ayrı açılıp görülmeleri gereken birbi*rinden tamamen farklı iki davayı bir arada görmesi usul ve yasaya aykı*rı olup bozma nedenidir.

Yapılacak iş; her iki davayı ayırmak ve yargılamayı birbirinden bağımsız olarak sonuçlandırmaktan ibarettir.

O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yeri*ne geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkeme*ce önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacılar veki*li

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca ince*lenerek direnme kararının süresin*de temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, hizmet tespiti, işçilik ala*cakları, maddi ve manevi tazminat isteğine ilişkindir.

Uyuşmazlık, maddi ve manevi tazminat ile hizmet tespiti ve işçilik alacakları davalarının birlikte görü*lüp, görülmeyeceği noktasında top*lanmaktadır.

Maddi ve manevi tazminat, hiz*met tespiti ve işçilik alacağı istem*leri dava dilekçesinde birlikte isten*miş; mahkemece bu istekler değer*lendirilerek davanın kısmen kabu*lüne karar verilmiştir. Davacılar ve*kilinin temyizi üzerine hüküm yu*karıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel mahkemece önceki kararda direnilmesi üzerine hüküm davacı*lar vekilince temyize getirilmiştir.

Sigortalı hizmetin tespiti dava*sı ile işçilik alacaklarından kaynak*lanan tazminat ve alacak davaları*nın birbirleriyle bağlantılı olduğu birlikte açılıp sonuçlandırabilecekleri Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.10.2003 T, 2003/21-571 E, 2003/575 K; 28.05.2003 T. 2003/21-362 E, 2003/360 K; 14.04.2004, 2004/21-226 E, 2004/223 K. sayılı kararlarında açık*ça vurgulanmıştır.

İşçilik alacakları davasında, te*mel ilişki olan hizmet akdinin varlı*ğının kanıtlanması öncelikli soru*nu oluşturmaktadır. Bunun yanın*da, ücret ve diğer ödemeler ile çalışılan sürenin belirlenmesi gerek*mektedir.

Davacılar murisi ile davalı ara*sında varlığı iddia edilen hizmet ilişkisi konusunda yapılacak bu yöndeki bir araştırmanın Sosyal Si*gortalar Kurumunun hak alanını da ilgilendirmesi nedeniyle, davacı*lara, Sosyal Sigortalar Kurumunu davaya dahil etmeleri için önel ve*rilmeli, taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına girilerek bir sonuca varılmalıdır.

Somut olayda ise davacılar tra*fik iş kazası sonucu öldüğünü iddia ettikleri murisleri İbrahim'in hak sahipleri olarak hizmet tespiti ve iş*çilik alacakları istekleri yanında maddi ve manevi tazminat isteğin*de de bulunmuşlardır. Bu nedenle haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için Sosyal Sigor*talar Kurumu tarafından, hak sa*hiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin belirlenip, des*tekten yoksun kalma tazminatın*dan düşülmesi gerektiği Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamasıyla benimsenmiştir. Bu yönden, davanın ni*teliği göz önünde tutularak öncelik*le hak sahiplerine Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından iş kazası nede*niyle gelir bağlanıp bağlanmadığının araştırılması, gelir bağlanmış ise, bildirilen miktarın tazminattan düşülmesi zorunludur.

Hakim, HUMK 46. maddesi uyarınca, aralarında bağlantı bu*lunduğu iddiası ile birlikte açılmış davalarda, yargılamanın daha iyi bir şekilde yürümesini sağlamak için, birlikte açılmış olan davaların, davanın her safhasında, istek üze*rine veya kendiliğinden ayrılmasına karar verebilir.

Davaya konu istemlerin yasal dayanaklarının ve buna bağlı ola*rak yapılacak inceleme ve araştır*ma yöntemlerinin farklılığı, temel ilişkinin kanıtlanmasında izlenecek usul, Sosyal Sigortalar Kurumu*nun bağlaması muhtemel gelirler yönünden peşin değerlerin belirlenebilmesi gibi bir takım farklı olgu*lar nedeniyle, yargılamanın daha iyi ve süratli bir şekilde yürütüle*bilmesi için davaların ayrılmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Hal böyle olunca mahkemece, davacıların diğer taleplerinden, maddi ve manevi tazminat istemle*ri tefrik edilmeli, hak sahipleri da*vacılara Sosyal Sigortalar Kurumu*nu davaya dahil etmeleri için önel verilmeli, taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına girilerek bir so*nuca varılmalıdır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle Özel Daire bozma kararına uyul*mak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, di*renme kararının yukarıda açıkla*nan nedenlerden dolayı HUMK' un 429. maddesi uyarınca BOZULMASINA, istek halinde temyiz pe*şin harcının geri verilmesine 07.02.2007 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davacılar 1.3.1997 tarihinde dava*lı işverene ait işyerinde çalışmaya baş*layan murislerinin 13.10.2000 tarihin*de erzak almak için bakkala giderken uğradığı trafik kazası sonucu vefat etti*ğini bu nedenle maddi ve manevi zara*ra uğradıklarını bazı işçilik alacakları*nın da bulunduğunu iddia ederek İa*dem tazminatı, fazla mesai, izin ücreti, ikramiye, ücret, maddi ve manevi taz*minat isteklerinin tahsilini talep ve da*va etmişlerdir.

Davalı vekili davacıların murisleri*nin işyerlerinde çalışmadığını, şirket sahipleri ile iyi ilişkileri sebebi ile işye*rine sık sık geldiğini, hizmet akdi ilişki*si bulunmadığını, yardım ihtiyacı bu*lunması sebebiyle Bağ-Kur primlerinin şirketçe karşılandığını davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.

Davacıların murislerinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazası nedeniyle açı*lan ceza davasının Silivri Ceza Mahkemesindeki yargılaması sonucu verilen 19.6.2001 gün 2000/655 Esas 2001/745 Karar sayılı ilamda davacıların murisi olayda tam kusurlu bulunmuş ve sanığın beraatına karar verilmiştir.

İş kazası ile ilgili SSK Müfettişi ta*rafından düzenlenen 4.4.2005 / gün 1228 sayılı raporda olayın iş kazası ol*madığı belirlenmiş, kurumun bu sap*tamasına karşı ayrı bir dava yoluna gidildiği iddia edilmiştir.

Tanıklar dinlenmiş, mahkemece davacının murisi ile davalı arasında hizmet akdi ilişkisi bulunmadığı gerek*çesi ile dava ret edilmiştir.

Yargılama sırasında davaların bir*leştirilmesi veya ayrılması hususunda bir karar verilmemiş bu konuda taraf*larca bir istekte bulunulmamış, dava*nın ayrılması gerektiği hususunda temyiz yoluna da başvurulmamıştır.

21. Hukuk Dairesi davacıların yal*nız esasa ilişkin hizmet akdinin varlığı iddiasıyla yaptıkları temyiz başvurusu*na rağmen işin esasına girmeden, tem*yize konu yapılmayan bir husustan bozma yaparak isteklere göre davaların ayrılması için mahalli mahkeme kararı*nı bozmuştur.

Öncelikle belirtmek gerekir ki HUMK' un 48/C maddesine göre aynı mahkemede görülen davalar yönünden birleştirme ve ayrılma konusu tek başı*na bozma sebebi teşkil etmez. Yasanın açık düzenlemesi nazara alındığında Dairenin bozması yasaya aykırıdır.

Mahkemece aynı yasanın 46. mad*desi gereği verilmiş bir ayrılma veya birleştirme kararı yoktur. Bu yönde ih*tilaf yaratılmamış temyiz yoluna da başvurulmamıştır. Kamu düzeni de söz konusu olmadığından HUMK' un 74-75 maddelerine aykırı şekilde istekle bağ*lılık ilkesine aykırı şekilde Bozma kara*rı verilemez.

Dava konusu alacaklar aynı se*bepten (İş sözleşmesinden) neşet et*mektedir. HUMK' un 43. maddesi gere*ğince birlikte istenebilir. Bu konuda çe*kişmede yoktur.

Dava konusu isteklerle ilgili dava*yı görmeye görevli mahkeme iş mahke*mesidir. Yargılama aynı usule (Şifa-i Usul) tabidir. Aynı yasanın 77. mad*desi gereği Hakim mümkün olduğu derecede sürat, beyhude masrafa meydan vermeden davayı sonuçlandırmakla mükelleftir. Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca benimsenen Daire görüşü bu düzenlemeyi bertaraf eden nitelikte*dir. Hizmet tespiti, iş kazasından do*ğan maddi manevi tazminat, iş sözleşmesinden doğan alacak davalarının ay*rı ayrı açılması gerektiğini benimsemek aynı şekilde neşet eden itilaflarda, en az üç ayrı dava açma zorunluluğunu doğuracaktır ki bu sonuç tarafların, tanıkların masraf ve emeklerini arttıra*cak mahkemelerin şikayet edilen yükü*nü katlayacaktır. Bu davaların ayrı mahkemelerde görülmesi durumunda farklı sonuçlara varılabilecek davalar birbirlerinin sonucu bekleyecek sonuç*lanmaları da çok uzayacaktır. Bu so*nuç HUMK' un düzenlemesine ve yargı*lamanın amacına uygun düşmemekte*dir.

Somut olayda dava 8.4.2002 tari*hinde açılmış deliller toplanmış, dava tarihinden bu yana 5 yıla yakın zaman geçmiştir. Bunca uzun yıl sonra yasaya aykırı şekilde davaların ayrılması için kararın bozulması adalet duygularını zedeler niteliktedir.

Dairenin davanın esasını inceleye*rek sonuca gitmesi gerekirdi. Zira Mah*keme kararına göre çözümlenecek hu*sus davacıların murisi ile davalı arasın*da hizmet akdinin mevcut olup olmadı*ğıdır.

HGK' un bozma kararı Genel Ku*rulun 28.5.2003 gün ve 2003/21-362 E. 360 K, 15.12.2003 gün 21- 571 E. 575 K, 14.4.2004 gün 2004/ 21-226 E. - 223 K. sayılı kararları ile de çelişkili*dir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle HGK' un bozma kararına katılamıyo*rum. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
2829 sayılı kanuna göre hizmetlerin birleştirilmesi damista Meslektaşların Soruları 0 14-12-2006 14:42
İdari Davaların Temyizi ! Sibel Hukuk Soruları Arşivi 4 02-05-2003 17:51


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06693292 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.