31-08-2004, 13:42 | #31 |
|
Sayın Av.Suat Ergin,
Son yazdıklarınızın yanlış anlaşılmaması için olayları tekrar etmekte fayda var: - Yargıtay Başkanı ile görüşen Çakıcı değildi. Çakıcı'nın yararına bir şey istenmedi. Konuşanın Çakıcı'nın adamı değil MİT'in yöneticilerinden olduğu tarafların açık beyanları ile kesin olarak bilinmekte. - Yargıtay'ın ya da başkanının kimyası bozulmadı ki Çakıcı'nın dosyası ''daha ağır bir ceza verilmesi gerektiği'' gerekçesi ile bozularak mahkemesine döndü. Çakıcı'nın Yargıtay'ın kimyasını bozarak elde ettiği bir yarar bulunmamakta. Şakalar güldürücü olmalı ama birilerini de üzücü olmamalı. Saygılarımla Bir Dost |
31-08-2004, 16:16 | #32 |
|
Sayın bir dost,
Yazınızda Yargıtay'la konuşan Çakıcı değildi, adamı da değildi,MİT yöneticisi olduğu tarafların beyanı ile açıkça belli olmakta, demektesiniz. Peki Müteahhit de mi MİT'in adamıydı size göre...Ayrıca 23.08.2004 tarihinde yazdıklarımı okursanız orada Başkan'ın çelişkili davarandığından detaylı olarak bahsetmiştim. Çakıcı'nın kararının Başkan'ın çantasında ne işi var sizce...Bir menfaat elde ettiğini iddia etmiyorum. Ama böylesi saygın bir kurumun başında olan insanın su içerken, hava alırken bile dikkat etmesi lazım. Kaldı ki Çakıcı'nın adının geçtiği her olay, gerçekten olay olmuş bu ülkede. O zaman başkanın kendisinden "basiretli bir hukukçu" gibi davranmasını beklemek hakkımız değil mi? Şüyu vukuundan beterdir. Bu durum da böyle oldu sanırım. Benimki vesvese diyelim. Diğer Yargıtay üyelerinin, Anayasa Mahkemesi üyelerinin,(tahminen C.Başkanı'nın) Adli açılış yılı törenine gitmeme tavırları da vesveseye mi dayanmaktadır? Olayı laik anti-laik bakış açısıyla değerlendirmeden, hukukçu gözüyle değerlendirmekten yanayım ben... Saygılarımla... |
31-08-2004, 16:45 | #33 |
|
Sayın Av. Suat Ergin,
Müteahhit Çakıcı'nın adamı mı? Deliliniz bu mu? Ve doğru mu? Ben de yukarda yazdığım bir yazıda ''dile düşmesinin bile bir hakimin istifası için yeterli olduğunu'' söylemiştim. Başkanın basiretli davranmadığı açık. Ama sizin şaka yollu iddianız başka anlama geliyor: '' Çakıcı yargıyı etkiledi '' gibi bir anlam çıkıyor ki bu teziniz yanlış. Haksız yergiler geri teper. Yargıtay'ın gerçekten eleştirilecek bunca yanı varken haksız saldırılara gerek yok. Ben de dedikodudan bulanmış haldeki konulara hukukçu olarak yaklaşmaktan yanayım. Siyasi görüşler beni etkilemiyor. Ama Yargıtay'daki atama ve seçimleri etkileyen pek çok etken olduğunu da biliyoruz. Bu etkenler hakkında konuşsak çok daha yararlı olur. Bu konuda aydınlatılmayı da durumu en iyi bilen Yargıtay'dakilerden bekliyorum. Yargıtay'daki bir daire başkanlığı seçimi neden bu kadar uzun sürüyor ? BU sorunun yanıtı Yargıtay'ın sorunu nedir anlamamıza yarar... İnsanlarla değil sorunlarla ilgilenelim. İnsanlar fanidir; kurumları sorunlardan arındırmazsak, gidenin yerine gelen fani de ''öldürücü'' olabilir. Saygılarımla Bir Dost |
02-09-2004, 23:36 | #34 |
|
merhabalar...
bulunduğum ilin bi ilçesinde hasbelkader bi davam vardı. 9 da adliyede olmam gerektiğinden saatinde ordaydım. Mübaşirin birilerinden gizli gizli para aldığına şahit oldum..Daha sonra bi avukat arkadaşıma sorduğumda "davalar zaman zaman gece 11-12 ye kadar sürüyor, sabahtan akşama kadar beklemek istemiyenler mübaşire 5- 10 milyon veriyorlar, erkene alıyor o da" dedi... Avukatların girdiği davaları zaten erkenden hallediormuş.. Şimdi sizler bunları okurken zaten bu hadiseleri hergün yaşadığınız için rutin geliordur ama hukuka uzak bir kişi olarak rüşvet verilio adliye koridorlarında ve 1 adım atıp duruşma salonuna giriliyor ve adalet aranıyor...Vay anasını olmuştum.. Bu rüşvet sahnesine şahit oluşumun ertesi senesi yine aynı ilçede bulunan avukat arkadaşım halısahaya maça çağırdı...Adliyede çalışanlarla avukatların maçıymış, bir kişi gelemicekmiş rica etti, gittim... Karşı takım 3 hakim, 2 savcı, malum mübaşir ve savcılık kalem müdürü... Hoş, keyifli bir maç oldu..Dışariya çıktığımızda gördüklerime inanamadım..Mübaşir bey sıfır toyota araba almış, arabanın aldığı kadar gariban savcı-hakim ne varsa doldurdu..Bi de tabir-i caizse lastik yaparak (patanaj) çekti gitti...Emanet arabadır die arkadaşıma sordum...Arkadaşımın da hanımının uzaktan akrabasıymış.. 10 sene öncesine kadar çok fakir bir insanmış...Şimdiki durumunu da görüyorsun dedi... Bu mübaşirleri gören başsavcı: "ARTIK EMEKLİ OLUYORUM.. JÜBİLEMİ GÜZEL BİR GOLLE SÜSLEYEYİM"demiş ama ...Golün sevincini yaşarken ayağını reklam tabelalarına vururken sakatlanmış ve hastaneye kaldırılmış. Hadise bu kadar basittir.. |
12-09-2004, 07:16 | #35 |
|
YORUMSUZ (4)
Yargı, İstihbarat ve 12 Eylül
Oral ÇALIŞLAR, Cumhuriyet,12.09.2004 Abdullah Öcalan 'la 1993 yılında yaptığım söyleşi Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmaya başladığında dönemin İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Ahmet Köksal telefon etmişti. Köksal, telefonda söyleşiyi çok beğendiğini, Öcalan'a en zor soruları benim sorduğumu belirtip kutlamıştı. Söyleşi daha sonra kitap olunca Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı hakkımda dava açtı. Bu davanın ilk aşamasında Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesinin 1. fıkrasına göre mahkûm oldum. DGM'de karar verildikten sonra, gazeteci arkadaşım Miyase İlknur 'la birlikte DGM Başsavcısı Ahmet Köksal'ı ziyarete gittim. Aylar önce bu söyleşi gazetede yayımlanırken bana telefonda söylediklerini hatırlayıp hatırlamadığını sordum. ''Tabii ki hatırlıyorum'' dedi. ''O zaman bu dava neden açıldı ve ben neden mahkûm oldum?'' diye sordum. Biraz durdu, ''Demek ki araya bazı kuvvetler girmiş'' dedi. 12 Eylül askeri darbesinin 24. yılında neden bu görüşmeyi hatırladım: Biliyorsunuz, Çakıcı 'nın kaçmasından bu yana Yargıtay'la MİT arasındaki ilişki gündemden düşmüyor. Son olarak Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya hakkında kendi başında bulunduğu kurum da bir ön inceleme kararı aldı. Bu konuda başından itibaren en çok dikkatlerden kaçan nokta, Yargıtay'la MİT arasındaki kurumsal ilişki. Daha doğrusu gelenekselleşmiş ve herkesin doğal karşıladığı, bence yasalara uygun olmayan ilişki de bu. Eraslan Özkaya'nın bu olayda kişisel bir çıkarı olup olmadığı hep öne çıkarıldı. Bence asıl önemli olan Yargıtay'la MİT arasındaki ilişkinin biçimiydi. Bu sorun gündeme ilk geldiği günlerde, MİT ve Yargıtay yetkilileri, ''Biz zaten sürekli görüşürüz'' diye açıklamalarda bulundular. Ben de o zaman, ''Neden bu kurumun yetkilileri sürekli görüşürler?'' diye sormuş ve buna cevap aramıştım. Sevgili Uğur Mumcu , 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra yargılanırken onların dosyasından MİT raporu çıkmıştı. MİT'in sol içine soktuğu bazı ajanlar, Uğur Mumcu hakkında olumsuz raporlar yazmışlardı ve bunlar mahkeme dosyasına konmuştu. MİT'in davalara müdahale ettiğini bizler o zaman öğrenmiştik. Sonra başka bazı dosyalarda da MİT raporları ortaya çıktı ve tartışmalara neden oldu. 12 Mart dönemi yargılamalarından ders çıkaran MİT'çiler sonraki dönemde mahkeme dosyalarına açıktan rapor yollamaz oldular. Ama müdahaleden vazgeçmediklerini biliyoruz. 12 Mart dönemindeki MİT raporları, bütün sakatlığına, haksızlığına rağmen yine de açıktan yazıldığı için yargılanan sanığa savunma olanağı veriyordu. Sanık, MİT'çilerin kendisi hakkındaki iddialarını öğreniyor, bir taraf olarak savunma yapabiliyordu. Sonra bunların hiçbiri kalmadı. MİT'in Yargıtay'la ilişkisi işte bu tür gizli raporlar açısından son derece sakıncalı. MİT, Yargıtay'a neden gider? Yargıtay, mahkemelerden gelen dosyaların içindeki belgelere bakarak bir karara varacaktır. MİT, acaba bu aşamada mı devreye giriyor. Yani, bazı dosyalara bakıp, ''Bunlar bizim adamımız, suç işlemiştir ama mahkûm etmeyin'' mi diyor? Ya da ''Bu adam komünisttir, vatan hainidir, hakkında çok rapor vardır, bunu mahkûm edin gitsin'' mi diyor? Bunları demediğinin ne garantisi var. Yargıtay'ın karar vermek için bir istihbarat raporuna ihtiyaç duyması, hukuk devletinin tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelmiyor mu? Üstelik, yasalarda ne MİT'in böyle bir hakkı olduğu yazılı ne de Yargıtay'ın karar verirken böyle bir istihbarata başvurması gerektiği. Mahkemeler bağımsız değil mi? 12 Eylül askeri darbesi öylesine bir sistem yarattı ki, herkes Yargıtay ve MİT arasında yasalarda olmayan, sanığın savunma hakkını tamamen tahrip eden ilişkinin bu yönünü neredeyse doğal karşıladı. Herkes gözünü, ''Çıkar elde edildi mi, edilmedi mi'' konusuna dikti. Yargıtay'la MİT arasında süreklilik kazandığı bizzat bu kurumların yetkilileri tarafından ifade edilen ilişki, normal karşılandığı sürece her türlü yolsuzluk mümkündür. Çünkü ilişkinin yasalara aykırı olan yanı her türlü yolsuzluğa da kapı açar. Yarın bir MİT yetkilisi, ''Şu bizim adamımızdır, çok hizmetleri oldu, onu mahkûm etmeyin'' diyerek Yargıtay'ın kapısına dayanırsa ve bunu kişisel bir çıkar karşılığında yaparsa bunu kamuoyu bilemez ki! Bu ilişki meşru kabul edildiği sürece bu tür yolsuzlukların olması da kaçınılmaz. Şimdiye kadar bu tür yolsuzlukların olmadığını nereden bilebiliriz? ''Biz görüşüp duruyoruz'' diyorlar. Neden görüşüyorsunuz, neyi görüşüyorsunuz? Yasalar size böyle bir hakkı veriyor mu? Gelin bunu tartışmaya devam edelim. |
18-09-2004, 20:25 | #36 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Bir hakim bir savcı asla bir zengin için kuyruk sallamamalı, % 50 indirim ile kahve i
Değerli izleyenler, sevgili meslektaşlarım.
Yargıtay Çatısı altındaki etik değerlerin tartışıldığı THS forum alanının bu bölümünde aşağıdaki ifadelerin etik, ahlaki ve THS ye, hukuka yakışır olup, olmadığını taktirlerinize sunuyorum.
THS"ne yıllardır emeğini, göz nurunu, birikimlerini veren ve çok az kişinin tanıdığı site kurucusunu ve yönetici değerli meslektaşlarımı bu sitenin ilk açıldığı zaman kaleme aldığım KİMLİK BİLDİRMEYENLERİN DRAMATİK ANALİZİ isimli yazımı bir kez daha okumaya çağırıyorum. |
18-09-2004, 21:05 | #37 | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Yukarıda yer alan kelimeler ve sıfatlar Türk Dil Kurumu sitesinden alıntılanmıştır. Öğretim görevlisi iseniz eğer sayın <<mezar-ı mafia >> vah ki ne vah! Yargıya güvenmemek en doğal hakkınızdır ki siz de bu hakkınızı kullanarak kendinize uygun, yaraşır bir nick name bulmuşsunuz.. Hayırlı olsun. Sayın Av. Adil Giray Çelik üstada katılmamak mümkün değil. Saygılarımla. |
01-10-2004, 18:37 | #38 |
|
neler oluyor ve olacak
Yargıtay'da olanın ne olduğu ve ne kadarının açıklandığını ortaya çıkarmak yargının onurudur.
Yargıtay açısından ve özellikle yargı kurumunun üzerinde kara kapkara bulutlar dolaşıyorken kısıtlı söylenti parçacıklarının el altından sızdırılması daha da önem taşıyor. Bilgi ve belgeler kamuya açıklanmalıdır. Belge ve bilgiler açıklanmadan yapılan yorumlar isabetli olmayabiliyor. Hukukun üstünlüğü herkese gerekli; adalet dağıtanlara da, dedikodu üzerine yorum yapanlara da. |
16-10-2004, 17:04 | #39 | |||||||||||||||||||
|
Bizde malum gelişmeler yaşanırken başka memleketlerde neler yaşanıyor? www.haberarşivi.com adlı sitede yer alan haberdeki olaya bakar mısınz.
|
16-10-2004, 17:15 | #40 |
|
Ben bilgisayarını atan savcıyı çok iyi anlıyorum. Kime bir hacker musallat olursa o da anlar. Ömür törpüsü gibi bir şey.
Ekranınızı sürekli gören; bilgisayarınızı istediği gibi uzaktan kullanabilen birisi dehşet verici. Bundan kurtulmanın yolu bilgisayarı yeniden yüklemek. Ama savcı çöp tenekesini tercih etmişse buna da saygı duyarım |
24-10-2004, 09:57 | #41 |
|
SAPTAMAK
YARGITAY BÜYÜK GENEL KURULU 21.10.2004 TARİHİNDE BÜTÜN ÜYELERİN KATILIMIYLA TOPLANMIŞ VE AŞAĞIDA YER ALAN DÜŞÜNCELERİN KAMUOYUNA AÇIKLANMASINI OYBİRLİĞİYLE KARARLAŞTIRMIŞTIR (www.yargitay.gov.tr/bgkg.htm)
" ... Cumhuriyetin, yargının ve Yargıtay’ın değinilen nitelik ve yapısını içine sindiremeyen bazı çevrelerin, bunu değiştirme düşüncesi ile erkler arası dengeyi bozma, denetleyen vasfından rahatsız oldukları yargıyı yıpratma gayesi içinde oldukları görülmektedir. Bakan, Milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyon Başkanlığı gibi önemli devlet sorumluluğu olan kişilerin yargı ve Yargıtay hakkında çeşitli vesilelerle verdikleri yakışıksız ve sorumsuz açıklamalara bir kısım kurum ve kuruluşların, basın ve yayın organlarının da kişisel ikbâl ve istikbâl ya da ekonomik çıkar uğruna katıldıkları saptanmış ve bu olumsuzluklar Yargıtay Büyük Genel Kurulu üyelerince esefle karşılanmıştır. ... " "Saptanmış" olgular ve failleri hakkında Yargıtay ne yapabilir, ne yapmalıdır ? "Esefle karşılamış olmak" yeterli midir ? |
28-11-2004, 11:44 | #42 |
|
"... saptanmış ve ... esefle karşılanmış..."
"... saptanmış ve ... esefle karşılanmış..."
Ey yüksek kurul üyeleri, Daha önce yapılan yakınmalara ne kadar duyarlı oldunuz ; kolay kolay yapılamayan yakınmalar yapılabildiğinde ne kadarı yüzeysel araştırma veya daha doğrusu araştırmama sonucu geçiştirildi ; DGM Başsavcısı hakkında tutuklama kararı olanın kullandığı araçta yaralandığında ne kadar soruşturdunuz ; tüm bu ve benzeri sorulardaki konularda kamuya ne kadar açık oldunuz ? Yargı üzerinde kara, kapkara bulutlar gezinirken ne kadar "etkili soruşturma" yapılabildi ? "Bağımsız Yargı" deyimindeki ilk kavram ilk ne zaman bozuldu ? "SAPTANMIŞ" diye açıklanan düşünce, açıklayanların devlet örgütü içindeki konumu ve mesleklerinin gereği olarak (Öztürkçe bile olmayan biçimiyle) "ESEFLE KARŞILANMIŞTIR"ın ötesinde olması gerekmez miydi ? Ömer Kavili |
10-12-2004, 11:23 | #43 |
|
Suç Duyurusu ve AİHM'ne müracaat
Bir suç duyurusu hakkında "takipsizlik" verildikten sonra, Danıştay 2. Dairesinde yapılan itiraz kabul edilmiş ve dosya tekrar savcının önüne konmuştur. Savcı tekrar "ek takipsizlik" verince, Ağır Cezada ek takipsizlik kararına da itiraz edilmiş, ancak Ağır Ceza ek takipsizliği yerinde bulmuştur. Bunun üzerine, konu Adalet Bakanı'na sunulmuş ve Anayasa 144 ve CMUK 148. maddelerdeki yetkilerini kullanması istenmiştir. Adalet Bakanı bu yetkilerini kullanmış ve dosya, tebliğname ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay 5. Ceza Dairesi delillerin yetersizliğini ileri sürerek Adalet Bakanının "yazılı emrini" reddetmiş ve konu iç hukuk bakımından kapanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bir itiraz dilekçesi vererek Yargıtay 5. Dairesinin "delillerin yetersizliği" yorumunun gerçekleri yansıtmadığını ve bu karara itiraz ettiğimi, somut delillerin incelenmediğini ve tek bir tanığın dahi ifadesine başvurulmadığını ve yapılanın bir örtbas olduğunu bildirdim. Ekim 2004 ayındaki itirazım hakkında ne gibi bir işlem yapıldığı veya yapılmakta olduğu henüz belirsiz durumdadır.
Bu konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımak mümkün müdür? |
13-12-2004, 10:33 | #44 | |||||||||||||||||||
|
Sayın Fikirbay
Sanırım bu ifade de bir yanlış anlaşılma var. Sanki ast üstün emrini yerine getirmiyormuş izlenmini veriyor. Hiç bir koşulda Yargıya hiç kimsenin emir verme hak ve yetkisi yoktur. Yargı bağımısızdır. Bağımsız da olmak zorundadır. Yazılı emir yoluyla bozma kavramında Adalet Bakanının yargıya emretme gibi yetkisinin bulunmadığının altını çizmek isterim. Ayrıca sorunuzu biraz da ayrıntılı olarak sorarsanız anlamak ve yorum yapmak daha kolay olacaktır. |
23-12-2004, 12:44 | #45 |
|
Sayın fikirbay,
Davanız hakkında anlattıklarınızdan bir sonuca varılamaz. Dosyanızın incelenmesi gerekir. Bu incelemeyi yapmış olan bir avukatınız varsa, avukatınızdan alacağınız bilgilere güvenmelisiniz. Avukatınız yoksa, kendi sınırlı hukuk bilginize güvenerek kanıtlayamayacağınız iddialarda bulunmamanız gerekir. Mutlaka dosyanızı inceleyecek bir avukata danışmanızı önemle öneririm. Sizin ilgiye ihtiyacınız var ama sitemizden göreceğiniz ilgi işinize yaramayacak; sorularınıza yanıt alamamanızın nedeni budur. Hiç bir hukukçu davayı bilmeden dava hakkında görüş bildirmez. Sayın Av.Kadir size yanıtında da genel bilgileri aktarmakta ve bilgi olmasızın yanıt verilemeyeceğini ifade etmektedir. Hukuk bilgisi olmadan adalet olmaz. Usul kurallarını hiçe sayarsanız "hiç olmaz" Saygılarımla Bir Dost |
23-12-2004, 12:56 | #46 |
|
Elbetteki avukatım var ve "pişmiş" bir işi daha ileri bir noktaya götürmek istiyorum.
Benim gayem kişisel bir sonuç elde etmek değil, toplumsal yönden ibret olacak bir atılım yapılması için gayret ediyorum. Zaten ben şahsen konuyu takip etmeye devam ediyorum ve edeceğim. Kollektif akıl devreye girsin istiyorum. NOT: Dava dosyasının çok önemli bir bölümü bilgisayar ortamında nakledilebilir durumda dosyalanmış halde. Ancak, aktarılabilmesi için 50 MB'ın üstünde kapasitesi olan mail kutularına ihtiyaç oluyor. Scanner'dan geçirilen belgelerin her sayfası 1 MB'dan daha fazla yer tutabildiği için posta kutusunun kapasitesinin 50 MB'dan büyük olması veya dosyanın 4-5 parçaya bölünerek aktarılması mecburiyeti doğuyor. |
23-01-2005, 18:37 | #47 | |||||||||||||||||||
|
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
İşte benim de maksadım budur. Kişisel olarak yardım elde etmek veya ücretsiz hukuki danışmanlıktan istifade etmek değil amacım. AİHM'ne konuyu götürerek "Biz ne dersek, o olur!" zihniyetinde olanların bir ders almasını arzu ediyorum. Kendi vatandaşlarını ve toplumumuzdaki bireyleri hiçe sayarak, "ben gerçekleri örtbas ediyorum var mı bir diyeceğiniz" tarzında bir meydan okuma içinde olanların ve "biz istersek delilleri ve tanıkları görmezden geliriz ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde hiç kimse de birşey yapamaz" mantığını yürütenlerin yanlış yaptıklarını ortaya koymaktır. |
29-01-2005, 16:42 | #48 |
|
Havale
Edindiğim son bilgiye göre, "İşlemden Kaldırma Kararı" na karşı yapılan itiraz kabul edilerek dosya, Savcılıkça, Ağır Ceza Mahkemesine iletilmiş durumdadır. Şimdi, Ağır Ceza Mahkemesinin dosyada yer alan apaçık delilleri değerlendirmesi ve bugüne dek tek biri bile çağırılmamış ve hiç ifadeleri alınmamış olan tanıkların çağırılması beklenecek.
Havanda su mu dövüyoruz acaba? Menfaat ortaklığı içinde olan kişiler gece gündüz demeden dayanışma gösterirlerken ve gece yarısı saat 03 veya 04 demeden menfaatleri uğrunda birbirlerini arayıp, hatır gönül sorup yardımlaşırken, "İYİLER" ise yorganlarını başlarına çekip mışıl mışıl uyumaktadırlar. "İYİLER" birbirlerinin dertlerini bile dinlemekten acizdirler, çünkü dert dinlemek menfaat sağlamaz, çünkü iyilerin dayanışması ranta dayanmaz, o yüzden de heyecan ve iştah yoktur hiçbirinde... Olsun! İşte tam da bu yüzden, hiçbir menfaat sağlamayacak olan hak hukuk meselelerinin peşinden koşmak en mühim şey değil midir? Nefislerimizin terbiyesi ve gerçek sınavı böyle oluyor demek ki! |
30-06-2005, 00:24 | #49 |
|
ilginç bir gelişme
Yargıtay 5. dairesinin "delillerin yetersizliği" gerekçesi ile Adalet Bakanı'nın "yazılı emrini" reddettiği ve evvelki yazılarda ele alınan olaya ilişkin (o olayla doğrudan irtibatlandırılabilecek) ilginç bir gelişme yaşandı geçen hafta.
Milliyet Gazetesi'nin Avrupa baskısında yer alan bir "özel haber" de Almanya'daki Essen Başkonsolosluğu'nda "Otomat Soruşturması" başlıklı bir haber çıktı. Tam sayfa 6 sütun üzerinden verilen haberde, Yargıtay 5. dairesinin delil yetersizliğinden reddettiği Mainz'daki otomat paralarının keyfi ve şahsi harcamalar için kullanıldığı konusunun bizzat Essen Başkonsolosu tarafından itiraf edildiği ve Başkonsolosun ifadesine göre, durumun Bakanlıkça da bilindiği, ancak harcamaların keyfi ve şahsi olduğu iddialarının asılsız olduğunun belirtildiği yazılıdır. Elbetteki "Yargı Bağımsızlığı" adına Adalet Bakanı'nın yazılı emrinin reddedilmesi normal karşılanmalıdır. (Önceki yazılarda gündeme gelmişti.) Ama, göz göre göre delillerin yetersizliğinden söz edilmesi ve Yargı'ya açıkça yalan beyanda bulunmuş kimselerin "böylelikle" korumaya alınması hiç normal karşılanamaz. Bu konuda da cesurca ve açık yüreklilikle fikir beyan etmek gerekir. Üstelik, Yargı'ya yalan beyanda bulunmak dışında pek çok suçu da işlediği delillerle sabit olan bir kimsenin "İdarenin Yargı Üzerindeki Nüfuzu" sayesinde korunuyor olması hiç kabullenilemez. Adaleti bizzat hukuk adamları zedeler veya katlederse, yargı bağımsızlığı kalmayacağı gibi, o Devlet de çöker. Tekrar ediyorum Devlet çöker, çöker. Bir ülkede, her türlü yolsuzluk ve usulsüzlük olabilir. Ama bundan çok daha tehlikeli olanı, yolsuzluk ve usulsüzlüklere bulaşanların bizzat hukuk adamlarınca görmezden gelme ve örtbas teknikleri ile bir anlamda korumaya alınması veya himaye görmesidir. İnsan, belli bir noktaya kadar her türlü kötülüğe sabredebilir. Çünkü bu esnada inancınızı yitirmez, Adalet Mekanizmasına güvenirsiniz ve bu güvenle "kötülere karşı çıkmak için" kendinizde bir güç hissedersiniz. Amma, Adalet Mekanizması da suç işleyenleri görmezden gelme teknikleri ile himaye etmeye başlamış ise, asıl o zaman Devlete, Hukuka ve Adalete olan inancınızı kaybedersiniz ve bunun müsebbibi kötüler değildir. Yani, insanlarımızın Devlete, Hukuka ve Adalete karşı güvenini yitirmelerinin sebebi maalesef bu ülkede haddinden fazla usulsüzlük ve yolsuzluk yapılması ve yolsuzlukları yapanlar değildir. Yolsuzluk ve usulsüzlük yapanların sayıca çok olması insanı kendi Devletinden soğutmaz, başka unsurlar soğutur... Mustafa Kemal'in dediği gibi: "Hakikatı konuşmaktan korkmayalım!.." |
10-07-2005, 20:52 | #50 |
|
Sayın "fikirbay",
Sizi hukukun üstünlüğüne olan inancınız ve çabanız nedeniyle kutluyorum. "GERÇEKLERİ KONUŞMAKTAN KORKMAYALIM" Saygılar. Avukat Ömer KAVİLİ İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi Eski Yürütme Kurulu Üyesi |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
İzmir Barosunda Neler Oluyor? | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Hukuk Sohbetleri | 35 | 02-11-2010 11:57 |
Zina Yine Suç Mu Oluyor? | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 53 | 01-05-2008 15:02 |
İstanbul Barosunda Neler Oluyor??? | Av.Habibe YILMAZ KAYAR | Kadın Hakları Çalışma Grubu | 9 | 19-02-2008 11:22 |
Üst Kattan Su Sızıntısı Oluyor... | suatuyar | Hukuk Soruları Arşivi | 7 | 11-10-2006 11:38 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |