Mesajı Okuyun
Old 07-10-2002, 09:48   #1
metin karadag

 
Varsayılan Şekerli Eğitim:...

Eylül 2002, Adana,

Şekerli Eğitim
Eğitimin başka bir tanımından yola çıkarak eğitim uygulamalarını oluşturabiliriz. Bir örnek tanım olarak, "eğitim, bireyin, etkileşim içinde, kendini her bakımdan geliştirme olanaklarının sağlanması sürecidir" diyemez miyiz?
Üstün Öngel

Eğitim uygulamalarında, hem öğrenme motivasyonunu sağlamak, hem öğrenciyi disipline etmek için kullanılan yöntemlerin başlıcası ne yazık ki ödüllendirme ve cezalandırma olarak karşımıza çıkıyor. İlköğretimde yaygın bir uygulama olarak, ödül diye şeker vb. şeyler verilmekte, ceza olarak da dayak, köşede ayakta durma, teneffüse çıkmama vb. fiziksel cezalar öne çıkmakta. Oysa böylesi ödül ve ceza uygulamasında çocuğun özdenetim geliştirme yoluyla dengeli bir psiko-sosyal gelişim göstermesi mümkün değil, zira bu uygulama tamamen dış denetime bağımlılık yaratıcı bir özellik taşıyor; çocuk, ceza uygulayıcı yanından uzaklaştığında bildiğini okumaya devam ediyor ve sadece ödüle bağlı olarak bir faaliyeti gerçekleştiriyor, ödül verilmediği durumlarda edilgenleşiyor.

İlk bakışta yaşamın ödüllerden ve cezalardan bağımsız olmadığı düşünülebilir; fakat, çocuğun evde ve okulda eğitimi sürecinde, neredeyse hiç cezaya başvurmadan, sabırlı bir iletişim kurarak, anlatarak/ikna ederek, yapılanların sonuçları gösterilerek ve diğer yandan çocuğun olumlu tutum ve yaklaşımlarını teşvik ederek, çocuğun hem okul içinde ve dışında yararlı faaliyetlere yönelik motivasyonunu sağlamak, hem de disipline olmasını, daha doğrusu özdenetim geliştirmesini sağlamak mümkün. Bu süreç, elbette eğitmenlerle ebeveynlerin birbirleriyle tutarlı bir tavır oluşturmasıyla başarıya ulaşabilir. Böylesi bir yaklaşım, emek ister, zaman ayırmak ister, ama ilk bakışta zannedildiği kadar zor değildir.

Zor değildir, zira, özellikle psikolojinin en mekanik ve yüzeysel bilgi kümesini sunan davranışçı yaklaşımın, eğitim uygulamalarındaki büyük hakimiyeti kırıldığında işler çok kolaylaşır. Eğitim uygulamalarındaki tüm öğrenme kuramları, bilgi kümeleri ve yöntemleri, psikolojiden transfer edilmiştir. Fakat ne yazık ki, eğitim uygulamalarında, mevcut psikoloji bilgi kümelerinin geniş yelpazesi içinde sadece davranışçılık kullanılıyor. Oysa, başta sosyal psikolojik yaklaşım ve bu yaklaşımın içerdiği bilgi kümeleri, eğitim uygulamalarını zenginleştirecek ve daha verimli kılacak çeşitliliğe sahiptir.

Sosyal Psikolojik Çalışmalar

Ödüllendirme ve cezalandırmanın işlevsizliğini görmemiz için, bazı sosyal psikolojik deneysel çalışmaların sonuçlarına bakmamız yeterlidir aslında.

Örneğin bir deneysel çalışmada, kendi halinde oyuncaklarla oynamakta olan iki ayrı gruba iki farklı uygulama yapılmış. Birinci gruptaki çocuklara, oyuncaklarla oynadıkları için ödül verilmiş, diğer gruba ise hiçbir şey verilmemiş. Belli bir süre sonra gözlemlendiğinde, oyuncakla oynamaları için ödül verilen grupta çocukların oyuncakla oynamayı bıraktıkları görülmüş. Diğer grup ise, yani ödül filan verilmeyen grup, aynı isteklilikle oyuncaklarla oynamaya devam etmiş.

Gene bir araştırmada okul öncesi çağdaki iki çocuk grubundan keçeli kalemlerle resimler çizmesi istenmiş. Bu, herkesin bildiği üzere, çocukların çoğunun kendiliğinden ilgi duydukları bir uğraştır. Grupların birine bu faaliyeti yapmaları için ödül verilmiş, diğerine verilmemiş. Ödül bekleyen grupta, çocuklar bu faaliyete ödül almak için katılmışlar; altın mühürlü ve kırmızı kurdelalı bir "İyi Oyuncu Ödülü" verilmiş bu faaliyete katılanlara. Ödülsüz gruptaki çocuklar ne bir ödül beklentisi içine girmişler ne de bir ödül almışlar, ancak diğer gruptaki çocuklarla aynı faaliyeti gerçekleştirmişler. Haftalar sonra, çocuklar müdahale edilmeden gözlendiklerinde, ödül alan grubun resim çizmeye daha az ilgi gösterdiği görülmüş. Ödül almayan grup ise, eksilmeyen ilgiyle resim çizmeye devam etmiş.

Bu deneysel araştırmaların bize gösterdiği çok açık; ödüllendirme yerine, faaliyetin kendisini cazip kılabilmemiz ya da en azından çocuğun kendi merak ve ilgileri ile yürüttüğü faaliyetlere müdahale etmememiz gerekiyor. Oysa müdahale etmekten, üstelik de çocuğu bir dış denetim aracı olan ödüle boğmaktan geri durmuyoruz.

Farklı bir deneysel çalışmaya baktığımızda, bu kez bir gruptaki çocuklara oyuncaklarla oynamamaları için ceza uygulandığını görüyoruz. Diğer gruba ise, neden bu oyuncaklarla oynamamaları gerektiği anlatılmış, ikna edilmeye çalışılmış (örneğin neden oyuncak silahla oynamamaları gerektiği anlatılmış). Başlarında bir yetişkin yokken, bu iki grup gözlemlendiğinde, ceza uygulanan grupta, çocukların, oyuncaklarla tekrar oynamaya başladıkları görülmüş, diğer grupta ise, çocuklar, başlarında yetişkin yokken de oynamamaya devam etmişler.

Bu araştırma da açıkça gösteriyor ki, cezaya başvurduğumuzda istediğimiz sonuca ulaşmamız pek mümkün olmuyor. Oysa cezalandırma yerine, anlatmayı, ikna etmeyi denesek, yapılanların sonuçlarını göstersek, en önemlisi de alternatif sunmaya odaklansak, çok olumlu sonuçlar alabileceğiz.

Ödüller, cezalar...

Önümüzde bu araştırma sonuçları dururken, nedense eğitim uygulamalarının neredeyse bütünü ödül ve cezaya indirgenmiş durumda. Ödül olarak, şeker vb. şeyler veriliyor. Çok yaygın. Özel okullarda olsun, devlet okullarında olsun bu uygulamaya her yerde rastlamanız mümkün.

Burada ödülün işlevsel olmayışını tartışmaktan önce, başka önemli bir noktayı da atlamamak gerek. Ödül olarak verilen şeyin uygunsuzluğu çok az kişinin dikkatini çekiyor. Yaygın bir şekilde şeker verildiğini biliyoruz. Ama illa bir ödül verilecekse bu neden şeker oluyor, neredeyse kimse üzerinde durmamış bugüne kadar. Şekerin diş sağlığına çok zararlı olduğunu düşünen olmamış. Oysa, hangi diş hekimine sorsanız bunu söyleyecektir size. Denebilir ki, bir şekerden bir şey olmaz; öğretmenler de zaten böyle savunuyorlar kendilerini. Fakat, öğretmenin verdiği şeker (tek şeker) bir mesajdır aynı zamanda. Çocukların şekere alışmasını sağlayan tehlikeli bir mesajdır. Çocuk, diyelim evde annesi fazla şeker tüketmemesi için uyardığında, "ama öğretmenimiz de şeker veriyor bize" diyecektir. Kimi zaman öğretmen ve okul, çocuk üzerinde daha etkili olabiliyor; ama bu örnekte ne yazık ki, okul, ailenin gerisine düşmüş durumda. Eğitimciler böyle hatalar yaparlarsa, ebeveynler ne yapsın?

İnsan onay ister, teşvik ister, yaptıklarının beğenilmesini ister. Sosyal varlıklarız hepimiz, sürekli etkileşim içindeyiz ve yaptığımız işlerin olumlu karşılık bulması hepimizi motive eder. Bunlar doğru. Fakat teşvik etmenin zayıf ve sakıncalı yolu, çocuğa maddi bir ödül sunmaktır; çocukları bir yarış içinde, sürekli ödüle bağlı olarak eğitmektir. Oysa amacımız, çocuğun yaptığı işten doyum almasını sağlamak olmalıdır. Yukarıda verilen örnekte, kendi kendilerine keyifle oyuncaklarla oynayan çocuklara müdahale ettğimizde, ödül verdiğimizde, artık keyif almak için değil, ödüle ulaşmak için o faaliyete ilgi gösterir hale geliyorlar. Ödülsüz kaldıklarında da o faaliyeti kesiyorlar. Kitap okumayı alın mesela. Kaç öğrencinin istikrarlı bir kitap okuma alışkanlığı var? Bu keyfi yaşamalarına olanak sağlıyor muyuz, hayır elbette. Bilakis kitaptan soğutuyoruz onları. Ders için, not için, ödev kapsamında kitap okumaya zorluyoruz çocukları. Oysa kitap okumak başlı başına keyifli bir süreçtir. Bu keyifli süreci yaşamalarına fırsat vermiyoruz ne yazık ki.

Maddi ödül, teşvik yollarından sadece biridir. Etkisi zayıf, sakıncalı yanları çok olan bir yoldur. Oysa çocuğun sürdürdüğü faaliyetten alacağı doyum, en büyük teşviktir. En başta bunu sağlayabilmemiz gerek. Yanı sıra, sürdürülen faaliyetin olumlu sonuçlar doğuruyor olduğunu çocuğun görmesini sağlamak da yararlı olacak bir yaklaşım. İlla dışarıdan bir teşvik sunacaksak da, maddi ödül yerine psiko-sosyal teşvik neden yetmesin ki? Duygusal, zihinsel teşvik neden yeterli gelmesin? Bir sırt sıvazlama, bir olumlama, bir beğeni ifadesi, bir gülümseme neden yeterli olmasın? Bir iş yaptığınızda, değer verdiğiniz birinin beğenisi alacağınız en büyük teşviktir. Neden bu yetmesin? Yetmemesi için ne sebep var?

Ödül uygulaması ile birlikte yaygın bir şekilde cezalandırma uygulamalarına da şahit oluyoruz. Oysa, cezalandırmanın belirgin dezavantajları olduğunu biliyoruz. En başta, cezalandırmanın etkileri teşvik etmenin etkileri kadar iyi tahmin edilemiyor. Teşvik, "yapmış olduğun şeyi tekrarlamandan mutlu oluyorum" derken, cezalandırma, "bunu yapmayı bırak!" diyor, ancak alternatif sunmuyor. Bunun sonucu olarak, cezalandırılan tutum ve davranış yerine daha az arzulanan bir tutum ve davranış geçebiliyor. İkinci olarak, cezalandırmayla birlikte bazı talihsiz yan etkiler doğuyor. Cezalandırma, çoğunlukla cezalandıran kişiden (ebeveyn ya da öğretmen) ya da cezalandırmanın meydana geldiği yerden (evden, okuldan) hoşlanmamaya yol açıyor. Hatta hoşlanmama kimi zaman nefret boyutuna ulaşabiliyor. Son olarak da, cezalandırıcı olarak kullanılan acı verici olay, başlangıçta arzu edilmeyen davranıştan daha ciddi olumsuz başka davranışlara yol açıyor; örneğin saldırganlığa veya yalan söylemeye.

Okullarda ceza olarak, dayak, köşede ayakta durma, teneffüse çıkmama, duvara yüzü dönük durma vb. örnekler karşımıza çıkıyor. Neden bu kolaycılık diye sormak gerekiyor sanırım. Her yol deneniyor da mı, hemen bu cezalandırma yöntemleri kullanılıyor?
Oysa çocuğa, yapılması doğru olmayan şeyler, yapılan şeyin (olumsuz) sonuçları gösterilerek gayet başarılı bir şekilde öğretilebilir.

( devamı var... )

Üstün Öngel
Sosyal Psikolog
Eğitim Fakültesi, Çukurova Üniversitesi, Balcalı, Adana, 01330
Tel: (322) 338 71 50 (gündüz); 457 74 50 (akşam)
e-posta: uongel@mail.cu.edu.tr

From: "Ustun Ongel" <uongel@m...>
Date: Sun Oct 6, 2002 9:49 am
Subject: sekerli egitim



Asagidaki makaleyi yayimlanmasi umuduyla birkac gun once bir dergiye yolladim; muhtemelen bir iki aya yayimlanir. Genellikle yazdigim bir makaleyi yayimlandiktan sonra e-gruplarda dolasima cikariyorum. Fakat bu kez, yeni egitim-ogretim yili fazla ilerlemeden, konunun onemine binaen, yazi yayimlanmadan paylasmayi uygun gordum. Yazi biraz uzun, o nedenle kagida basip okumanizi oneririm...

Ustun Ongel

---------