Mesajı Okuyun
Old 12-06-2009, 14:39   #4
Aybüke Kağan

 
Varsayılan Peki bu karara ne dersiniz!

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 1979/1-122
Karar: 1979/203
Karar Tarihi: 07.05.1979
ÖZET: Mümeyyiz küçükler doğrudan veya vekilleri aracılığı ile ödence davası açmaya ehildirler. Çünkü Medeni Yasanın ilgili maddesinde, bu durumda bulunanların, karşılıksız ediminde ve kişiye sıkı olarak bağlı haklarını kullanmada yasal temsilcilerinin rızasını almak zorunda olmadıkları belirtilmiştir. Ancak kendilerini yükümlülük altına sokan işlemleri yapabilmeleri, böyle bir rızayı gerektirir. 466 sayılı Yasa, Yasa Dışı Yakalanan Veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesini öngörmekte ve Yasanın 1. maddesinin 6. bendinde kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra beraatine karar verilen kimselerin durumunu kanun dışı tutuklama olarak öngörmüş bulunmaktadır. Haksız yere tutuklandığı anlaşılan kişinin zarara uğradığında kuşku yoktur. Kişi bundan dolayı uğradığı hertürlü zararının ödenmesini talep edebilir. O halde, mümeyyiz küçük davacı Kerim; münhasıran şahsa bağlı bir hak niteliğindeki, haksız yere tutuklanmasından dolayı uğradığı her türlü zararının ödenmesi isteği ile bizzat veya vekili vasıtası ile dava açmak, takip etmek ve usul işlemlerini yapmak ehliyetine sahip olduğundan açtığı davada hukuki ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerekir.
(466 S. K. m. 3) (743 S. K. m. 16)
Dava: Davac
ı Kerim vekili tarafından 466 sayılı Yasaya göre tazminat isteği ile açılan davanın yapılan yargılaması sonunda Karaman Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 30.11.1978 gün ve 106/120 sayılı hüküm davacı ve davalı hazine vekilinin temyizleri üzerine Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nce incelenerek 13.2. 1979 gün ve 459/530 sayılı ilam ile bozulmasına karar verilmiştir.
C. Başsavcılığı'nın CMUK.nun 322. maddesi uyarınca özel dairenin bozma kararına itiraz etmesi ve bozma kararının kaldırılması, hükmün manevi tazminata ilişkin bölümünün onanması ve maddi tazminata ilişkin bölümünün bozulmasını isteyen 21.3. 1979 gün ve 27 sayılı itiraznamesiyle dosyanın Birinci Başkanlığa gönderilmesi üzerine Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: Davacı, 20.5. 1960 doğumlu, Kerim vekili Avukat Z. G. tarafından, müvekkilinin 179 gün haksız olarak tutuklu kaldığı ileri sürülerek 13.425 lira maddi, 5000 lira manevi tazminat ile 3750 lira vekalet ücreti, vesairenin 466 sayılı Yasa uyarınca davalı hazineden tahsili istemiyle açılan davanın yapılan yargılaması sonunda; (şahsa bağlı olmayan haksız tutuklanmadan mütevellit maddi tazminat davası açmaya ve vekil vasıtası ile dahi bu kabil davayı açtırmaya kanuni ehliyeti olmadığından ve bilahare icazetname verilmediğinden davacının ve vekilinin maddi tazminat davasının reddine ve 3000 lira manevi tazminatın davalıdan tahsiline...) ilişkin hükmün; özel dairece: (Avukata 26.10.1976 tarihinde vekaletnameyi Kerim'in vermesine, bu vekaletnameye dayanarak avukat tarafından dava açılmasına, MK.nun 16. maddesi uyarınca 18 yaşını ikmal etmeyen davacının vekaletname verme ehliyetinin de bulunmamasına binaen davacı Kerim ile Hazine vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden hükmün tebliğnamedeki manevi tazminat hususundaki düşüncenin de reddiyle) bozulmasına karar verilmiştir.
C. Başsavcılığı itirazında; özetle : 20.5. 1960 doğumlu olan Kerim gerek adam öldürme suçunun işlendiği 9.8. 1976, gerekse tazminat davasının açıldığı 16.8. 1977 tarihinde mümeyyiz küçüktür. Aksine bir iddia ileri sürülmemiş ve düşünülmemiştir. Adı geçen gerek hüküm tarihinde gerekse babasının icazetinin istendiği 9.6. 1978 tarihinde 18 yaşını ikmal etmiş mümeyyiz reşittir.
466 sayılı Yasa davacıya doğrudan doğruya şahsına karşı işlenmiş ve zarar veren işlemlerden dolayı her türlü tazminat isteme hakkını vermiştir. Dava tarihinde temyiz kudretini haiz küçükler kendilerini borç ve mükellefiyet altına sokmayan kazandırıcı nitelikteki işlemleri MK.nun 16. maddesi uyarınca tekbaşına geçerli olarak yapabilirler. Böyle bir dava mümeyyiz küçüğü bir yükün getirici işlem ve tasarruf değil, aksine kazandırıcı niteliktedir. Tazminatın 3 ay içinde istenmemesi veya istenememesi mümeyyiz küçüğün mamelekinde kayba neden olacak iktisabi durumu engelleyecektir. Bu durumda mümeyyiz küçüğün korunması gerekmektedir. 15.4. 1942 gün ve 14/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da bu amaca matuftur. İşlem masrafı gerektirmediği gibi 466 sayılı Yasanın 7. maddesindeki yüküm de onun karşılıksız olma, münhasıran şahsa bağlı olma niteliğini kaldıramaz. Bu nedenle 466 sayılı Yasa uyarınca tazminat davası açmasında ve avukatı tevkilde ehil bulunan Kerim'in hukuki işleminde MK.nun 16. maddesine aykırılık görülmemektedir.
Fransa'da işçi olan babasından icazetin istendiği 30.6.1976 tarihinde Kerim 18 yaşını ikmal etmiş mümeyyiz reşit bulunmasına göre artık babasının icazetine muhtaç değildir. Dava geçerlilik kazanmakta, kendi fiili ile haklar ve borçlar ehliyetine sahip bulunmaktadır. 20.5. 1978 tarihinden sonra bizzat kendisi işleme icazet vererek onu geçerli ve yasal hale getirebilecektir. Reşit olduğu tarihten sonra itirazının olmaması tam fiil ehliyetini kazandıktan sonra icazet verdiğinin kabulünü gerektirir.
Bu nedenlerle yüksek daire bozma kararının kaldırılarak 3000 lira manevi tazminatın davalı hazineden alınıp davacı Kerime verilmesine ve fazlaya matuf manevi tazminat isteminin reddine dair yerel mahkeme kararının onanması, maddi tazminat istemini havi dilekçenin reddine dair kararın bozulması talep edilmiştir.
İncelenen dosyaya göre; 9.8. 1976 tarihinde maktul Ziyayı öldürmek suçundan sanık Bozkır İlçesi Dere içi Köyü ... hanede nüfusa kayıtlı Durmuş Ali ve Dürdane oğlu 20.5. 1960 doğumlu davacı Kerim'in (diğer sanık Mehmet ile birlikte) 13.8. 1976 tarihinde delil durumu göz önüne alınarak, tutuklandığı, bu suçtan hakkında Konya İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 976/224 esasında kayıtlı kamu davasının açıldığı Kerim'in sanık arkadaşı Mehmet ile birlikte, Konya İkinci Noterliği'nin 26. 10. 1976 gün ve 29132 sayılı hususi vekaletnamesiyle; "Ziya'yı öldürmek suçundan aleyhimize Konya İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davalardan ve haksız tutuk kaldığımızdan dolayı açacağımız tazminat davalarından... "Avukat Z.G. yi vekil nasp ve tayin ettiği, adıgeçen davacının 8.2. 1977 tarihinde tahliye edildiği yapılan yargılaması sonunda 6.5. 1977 tarihinde delil yokluğundan beraatine karar verildiği, işbu beraat hükmünün Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nce incelenerek 22.6.1977 tarihinde onandığı ve bu tarihte kesinleştiği; davacının babasının Fransa'da işçi olarak bulunduğu, Davacı Kerim vekili Avukat Z. G. tarafından, sözü edilen vekaletnameye dayanılarak 16.8.1977 tarihinde yerel mahkemede iş bu tazminat davasının açıldığı, tazminat davasının incelenmesi devam ederken mümeyyiz küçük olan davacı Kerim"in 20.5. 1978 tarihinde 18 yaşını tamamlayarak bundan sonra reşit mümeyyiz durumuna geldiği, 9.6.1978 günlü kararla davacının velisinin icazetinin istendiği, davacı vekili gerekli girişimlerde bulunmuşsa da müvekkilinin babasının Fransa'da olması nedeniyle icazet alma olanağı elde edemediğini, kaldı ki davacının durumu ve MK.nun 16. maddesi hükmüne göre icazetin de zorunlu olmadığını 19.6.1978 ve 28.7. 1978 tarihli dilekçeleriyle mahkemeye bildirdiği, yerel mahkemece yapılan inceleme sonucunda 30.11.1978 tarihinde yukarıda yazılı biçimde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Olay ayrıntıları ile ve özetle yukarıda açıklanmıştır. Görülüyor ki burada çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, mümeyyiz küçük olan davacı Kerim'in bizzat veya vekili aracılığı ile 466 sayılı Yasaya göre tazminat davası açmaya ehil olup olmadığının saptanmasından ibarettir.
MK.nun 16. maddesinin ikinci fıkrasında, mümeyyiz küçüklerin ivazsız iktisapta ve münhasıran şahsa bağlı hakları kullanmakta kanuni mümessillerinin rızasına muhtaç bulunmadıkları öngörülmüştür. Ancak, kendilerini borç altına sokan, başka bir deyişle mükellefiyet yükleyen hukuki muameleleri yapabilmeleri için kanuni mümessillerinin rızası gerektir. MK.nun 16. maddesi ile güdülen amaç mümeyyiz küçük ve mahcurların korunmasından ibarettir.
Bunun doğal sonucu, mümeyyiz küçüklerin münhasıran şahsa bağlı hakları ile ilgili davalarda dava ehliyetini haiz olmalarıdır. Bizzat veya tayin edeceği bir vekil vasıtası ile böyle bir davayı açmak, takip etmek ve usul işlemlerini yapmak ehliyetine sahiptirler. İçtihat ve doktrinde bu kural benimsenmiştir. Nitekim; 15.4. 1942 gün ve 14/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, kanuni mümessillerin rızası olsun veya olmasın mümeyyiz küçüklerin şahsa bağlı haklarından dolayı dava ve şikayet hakkına sahip bulundukları açıkça izah ve kabul edilmiştir. Yargıtay'ın yerleşmiş görüşü bu yoldadır. Ceza Genel Kurulu'nun 18. 12. 1967 gün, 416/371 sayılı ve 15.2. 1971 gün, 43/50 sayılı kararları da örnek olarak gösterilebilir. "şahsi menfaatlere vaki tecavüzün tespit ve men'i ve manevi tazminat davalarını açmak hakkı, reşit olmayan mağdura ait olup, bunun için bir avukat dahi tutabilir","... ezcümle, masum olduğu halde tevkif edilmiş olan ve devletin tazminat vermekle mükellef olduğunu dermeyan eden kimseye, tazminat hakkının bahşedilmesinde olduğu gibi" (A. Egger, İsviçre Medeni Kanunu Şerhi, Giriş ve Kişinin Hukuku, Çeviren : V. Çernis, Sahife : 199 ve 202, Ankara - 1947) Aynı şekilde "bütün hukuki muameleler gibi vekalet dahi temsil kudreti veren kimsenin ehliyetine lüzum gösterir. İş bu kimse ancak mahdut bir ehliyete malik ise, kanuni mümessilin rızası lazımdır, meğer ki temsil edilen kimse bahis mevzuu muameleyi yapmak hakkını haiz olsun" (Von Tuhr. Borçlar hukukunun Umumi kısmı, Çeviren: C. Edege, Cilt 1, Sahife: 345, İstanbul - 1952).
Anayasa'nın "Kişinin hakları ve ödevleri" başlığını taşıyan ikinci bölümünde yer alan 14 ve 30. maddelerinde kişi dokunulmazlığını, kişi güvenliği, kişinin hangi hallerde tutuklanabileceği veya yakalanabileceği, bu konuda yapılacak işlemler ayrıntılı bir biçimde belirtilmiş; 30. maddenin son fıkrasında da, bu esaslar dışında işleme tabi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararların kanuna göre Devletçe ödeneceği hüküm altına alınmıştır. "Temel hak ve hürriyetlerin en başında geleni, bir şahsın kendi bedeni üzerinde sahip olduğu hak ve fizik hürriyetidir. Can emniyeti ve vücut bütünlüğünün masun olması bütün hürriyetlerin ilk şartıdır... Tevkif ve yakalama ile ilgili 30. madde hükümleri dahi şahıs hürriyetini sağlayan garantilerdendir. (Anayasa, madde - 14 gerekçesi), Anayasa'nın haksız tutuklamadan ve bundan doğan tazminat hakkının nitelik ve kapsamından ne anladığı kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde açıkça görülmektedir. Bunun ilk sonucu, bu hakkın kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olarak belirlendiği biçimindedir.
Anayasa'nın bu buyruğu uyarınca kabul edilen 466 sayılı Yasa, Yasa Dışı Yakalanan Veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesini öngörmekte ve Yasanın 1. maddesinin 6. bendinde kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra beraatine karar verilen kimselerin durumunu kanun dışı tutuklama olarak öngörmüş bulunmaktadır. Haksız yere tutuklandığı anlaşılan kişinin zarara uğradığında kuşku yoktur. Kişi bundan dolayı uğradığı hertürlü zararının ödenmesini talep edebilir.
O halde, mümeyyiz küçük davacı Kerim; münhasıran şahsa bağlı bir hak niteliğindeki, haksız yere tutuklanmasından dolayı uğradığı her türlü zararının ödenmesi isteği ile bizzat veya vekili vasıtası ile dava açmak, takip etmek ve usul işlemlerini yapmak ehliyetine sahiptir.
Kaldı ki davacı, kendisinin haksız yere tutuklanmasına neden olan davanın yapılan yargılaması sonunda verilen beraat hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde 466 sayılı Yasaya göre tazminat davası açmak zorundadır. Fransa'da bulunan kanuni temsilcisinin bu davayı açması veya açma hususunda icazetini vermesi ve bunun sağlanması için geçecek süre göz önüne alındığında bu üç aylık süre içinde davanın açılmaması-veya açılamaması gibi bir durumla karşılaşılacaktır ki bu da mümeyyiz küçüğün mal varlığında bir kayba, maruz kaldığı zarardan doğan şahsi hakkını alamamasına neden olacaktır. Böyle bir durum ise mümeyyiz küçüğü ve menfaatini korumayı amaçlayan MK.nun 16. maddesinin ruhuna aykırıdır.
Konuya bir başka açıdan bakmakta da yarar vardır. Yukarıda açıklandığı gibi gerek vekaletname düzenleme tarihinde gerekse vekilinin tazminat davasını açtığı tarihte mümeyyiz küçük olan Kerim, davanın görülmesi sırasında ve hükümden önce 18 yaşını bitirmiş reşit olmuştur. Artık Kanuni temsilcisinin icazetine muhtaç değildir. İşleme bizzat kendisi icazet verebilir. Bir an için adı geçenin vekil tayin etmeye ve dava açtırmaya ebu olmadığı düşünülse bile dava devam ederken reşit olmasına ve aksine bir girişimde bulunmamasına göre yapılan işlemleri benimsediği, onlara icazet vererek muteber bir hale getirdiği anlaşılmaktadır. Zira icazet makable şamildir, herhangi bir şekle bağlı bulunmadığı gibi sarih veya zımni de olabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.4. 1958 gün, 4/2-26 sayılı ve Ceza Genel Kurulu'nun 24. 12. 1962 gün, 140/139 sayılı kararları da bu doğrultudadır. Doktorinde de aynı ilke benimsenmiştir. (Bakınız: Pa. Von Tuhr, adı geçen eser, sahife 219) ve (Prof. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü Sahife 200 ve devamı, Ankara- 1974).
Bu nedenle, C. Başsavcılığı itirazının kabulü ile özel dairenin davacı Kerim hakkındaki bozma kararının kaldırılmasına, 3000 lira manevi tazminatın davalı hazineden alınıp davacıya verilmesine ilişkin hükmün onanmasına, davacının maddi tazminat davasının reddine dair hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, C. Başsavcılığı itirazının kabulüyle Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nin 13.2.1979 gün ve 459/530 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, yerel mahkemenin 3000 lira manevi tazminatın davalı hazineden alınıp davacıya verilmesine ilişkin hükmünün onanmasına, davacının maddi tazminat davasının reddine dair hükmün BOZULMASINA, depo parasının geri verilmesine 07.05.1979 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları